Sözcüklerdeki tarihsel hafıza
Sözcük veya kavramların her birinin büyüsü var. Algısında bir tarih, sır ve hafıza var. Dersim sözcüğü de bu kapsamdadır. Irkçı, milliyetçi ve militarist çevrelerin DERSİM ismine karşı huzursuzlukları, bu hafızanın gerçekliğinden kaynaklanan korkunun ürünüdür.
Tarihsel hafızada Dersim, Alevi-Kızılbaş camianın ana merkezidir. Osmanlıya kafa tutmuş, katliamlara uğramış; seferler üstüne seferlere maruz kalmış bir bölgedir Dersim.
Siz bakmayın “modernlilik” numaralarına. Bir bölgenin savunmasız sivil halkı, kadın ve çocuk katlediliyorsa, diri diri yakılıyorsa bunun adına ne derseniz deyin, bu bir felakettir. İnsanlık ayıbıdır. Üstelik modern dünyanın kabul edemeyeceği bir zulümdür.
Modernite arkasına saklanarak tarihsel hafıza silinemez. Tarihsel hafıza kaynağından yani geçmişten günümüze gelen açık ve bozulmamış yaşanmışlıkları ifade eder. Resmi tarih ise tersine bugünden geçmişe gider ve istediği gibi tarihi kendisine uydurur. Yani resmi tarih, yalanlar üzerine kurulur haliyle. Bu yeni tarih yazılımda tahrifat varken, sözlü hafızada gerçeklik vardır.
Şayet modernlikten dem vurup bu katliamı savunuyorsanız, Osmanlı monarşisini de “modern” göstererek, savunmak durumundasınız sevgili ilerici Kemalist aydınlarımız.
Zira Osmanlı Devleti ile Kemalist Cumhuriyet’in Dersim politikası arasında herhangi bir farklılık yoktur. Osmanlıdan devralınan Dersim politikası Cumhuriyet döneminde kanlı bir soykırım ile son bulmuştur. Belki bir tek fark buradadır.
Dersim havadan bombalanmış, ekinler ve ormanlar hatta hayvanlar yakılmıştır. Köyler yakılmış, insanlar sığındıkları mağara ve benzeri barınaklarda zehirli gazlarla boğdurulmuştur. Bu durumu savunmak için insanın vicdanını yitirmesi ve hatta insanlığını kaybetmesi demektir. İdeolojik geri dünyalarınıza helal gelmemesi adına bu insanlık ayıbını örtemezsiniz.
1937 yılının sonlarına kadar süren ve yedi Dersimli ileri geleninin idam edildiği, yüzlercesinin hapsedildiği o Dersim seferi sonrasında Meclis kürsüsünde Dersim hadisesinin halledildiğini, Cumhuriyet hükümetinin Dersim’de istikrar sağladığını söylemenin ardından gelen yılın (1938) Mart ayında başlayan ve aynı yılın Eylül-Ekim ayına kadar süren o tertele döneminde on binlerce sivilin katledilmesi ne ile açıklanır.
Görülüyor ki, isyan bahane ve tam bir uydurma. Öldürülen kadın ve çoluk-çocuk, hatta bebek mi isyan etti. Bu yüzden mi kırda, yabanda toplu olarak öldürüldüler. Kurşuna dizildiler. Süngülenip dipçiklenerek ölü cesetleri vahşi hayvanlara yem olarak bırakıverildi!
Türk toplumunun, devletinin bu katliamla yüzleşmesi gerek. Bundan kaçınmanın, bahaneler üretmenin bir faydası yok. Demokratikleşmeden, Laiklik ve Cumhuriyetten bahsediyorsanız bu kara kutuyu samimiyetle açmak zorundasınız. Toplumun, ülkenin barışa evrilmesi için cesaret göstererek tarihsel haksızlıkların kabul edilmesi ve gereken sonuçlara uygun, adımların atılması gerekir.
Osmanlı devrinden beri Dersim hep öteki görülmüş, ora halkı Kızılbaş olarak adlandırılıp Osmanlı kayıtlarında “ahali-i gayr-i mutia” (uyumsuz, itaat etmeyen halk) şeklinde tanımlanmıştır). (BOA. İ.MMS. 68/3183. Lef.1, 3; İ.DH. 26/19.R./1324; Y.A.RES. 51/9; Y.A.RES. 60/27; Y. PRK. BŞK.19/27; Y.PRK. KOM. 7/59 vb.) Aktaran: Abdulkadir Gül.
Bu uyumsuz ve itaat etmeyen Dersim halkı hem Osmanlı döneminde hem de 37-38 öncesi Cumhuriyet dönemi raporlarında ameliyat edilmesi gereken bir “çıban” olarak raporlara geçmiştir.
Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey 1926 yılında hükümete sunduğu bir raporda şöyle diyordu: “Dersim Cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin işlem yapmak ve üzücü ihtimalleri önlemek, memleketin selameti için mutlaka lazımdır.”
Hamdi Bey’in 1926 yılında hükümete sunduğu Dersim raporundaki bu görüşü aslında ona ait olmayıp, daha önceden Osmanlı dönemi raporlarında geçen bir başka rapordan alınmış bir kopyedir. Özcesi, bu görüş Osmanlıdan ödünç alınmıştır.
Dersim’in durumuna ilişkin bu görüş, Mamuretül-Aziz eski Valisi Hasan Hilmi 1890 tarihli raporunda savunuluyor. Hasan Hilmi o raporunun bir yerine şunları söyler: “Anadolu havâlisi bir vücûd gibi farz olunsa Dersim kıtʻası da o vücudun ciğerlerinde eski bir çıban gibidir… Anadolu’nın kalbgâhında dimek olan bu sivilcenin külliyen sızıldısını mahv etmek hikmeten ve siyâseten vecâib-i umûrdan olub..”(Akt. Candan Badem, Mehmet Yıldırım – Osmanlı Arşiv Belgelerinde “Dersim Islahatı” 1870-1913)
Görüldüğü gibi Osmanlı ve Kemalist iktidarın Dersim politikasında bir farklılık yoktur. Osmanlı döneminde Kızılbaş inancına karşı sürdürülen katliamcı politikalar, uluslaşma sürecindeki Kemalist iktidarın tek dil, tek bayrak söylemine Dersim’in fiili durumu uymuyordu. O nedenle başından itibaren adım adım soykırıma doğru giden ve bilinçli bir süreç planlandı..
Kendisini yönettirmek istemeyen, itaatı red eden; kendine özgü toplumsal-sosyal örgütlenme yapısı ve hukukuna sahip bölgenin Alevi-Kızılbaş halkı, tek lider ve onun yönetimindeki tekçi yönetime rıza göstermiyordu. Dersim’in bu farklı yarı-özerk yapısı “modern” Kemalistlerce tehlikeli görüldü. Çünkü orada hapishane, polis, hakim, savcı yoktu. İdam cezası oranın hukukunda yer almıyordu. İnsanlığın model arayışındaki insani değerlere, orada fiiliyatta hayat veren bu kadim halk yeni hükümet için bir “öteki kimlik” sayıldı.
Bugün Dersim sözcüğüne karşı ilericilik ve modernite adına verilen tepkinin, bağırma ve tehdit vari alerjinin arkasında, Dersimlilerin hafızasında yer edinen o yüklü algının yeniden günyüzüne çıkmanın yarattığı korkunun kendisi yatıyor. Bu korku onları huzursuz ediyor. Şu Dersimliler de olmasaydı ne iyi olurdu kabilinden bir ruh hali yaşanıyor.
26.05.2019
[simple-author-box]