• Site Yönetimi
  • İletişim
  • Kütüphane / Shop
  • Video Galeri
  • Kırmancki/Zazaki
  • Kırdaski/Kurmanci
  • Deutsch
  • Français
  • Englisch
  • Üyelik Formu
  • Site Yönetimi
  • İletişim
  • Kütüphane / Shop
  • Video Galeri
  • Kırmancki/Zazaki
  • Kırdaski/Kurmanci
  • Deutsch
  • Français
  • Englisch
  • Üyelik Formu
TR TR
  • Anasayfa
  • Gündem
  • Dersim Meclisi
    • Program Tartışmaları
  • Dersim
    • Basında Dersim
      • Dış basında Dersim
      • İç basında Dersim
    • Dersim Tarihi
    • Dil/Kültür
    • Inanç
  • Röportaj
  • Bildirge
  • Yayın İlkelerimiz
  • Bağış
  • Zazaca Dil Dersleri
Menü
  • Anasayfa
  • Gündem
  • Dersim Meclisi
    • Program Tartışmaları
  • Dersim
    • Basında Dersim
      • Dış basında Dersim
      • İç basında Dersim
    • Dersim Tarihi
    • Dil/Kültür
    • Inanç
  • Röportaj
  • Bildirge
  • Yayın İlkelerimiz
  • Bağış
  • Zazaca Dil Dersleri
loading...
SON HABERLER
  • Sürü Psikolojisi ve İnsanın Yaşam Hakkı’na dair
  • Kamuoyuna
  • Zaman Tünelinde Hayat Tüketmek
  • DERSİMLİ GENÇ YAZARLARA VASİYETİM – Celal Yıldız
  • MAZLUM DÊSİM HALKININ VİCDANI VE ADALET DUYGUSUNA!
  • Dersim Halkına ve Dünya Kamuoyuna
  • Peki Biz Ne Yaptık? – Nurcan Duman
  • AABF’nun NRW Eyaletinde „Kamu Tüzel Kişiliğe Sahip Kurum“ Olarak Kabul Edilmesini Selamlıyoruz!
  • Kızılbaş-Alevilerde ‘Rıza Şehri’ ve Hakikatçılar – İlyas Yer
  • 15 KASIM 1937 – SIMA MA VİRİ DERÊ!
DERSİM’İN KENDİNİ YÖNETME KABİLİYETİNİN TARİHİ KÖKLERİ - Celal Yıldız

DERSİM’İN KENDİNİ YÖNETME KABİLİYETİNİN TARİHİ KÖKLERİ – Celal Yıldız

Çağımızda Dersim adına yazı yazan tarihçiler, sosyologlar, enteller son asırlara bakarak Dersim’in eskilerden...

Dersim‘in Tarihi Süreçteki İsimleri - Düzgün Arslan

Dersim‘in Tarihi Süreçteki İsimleri – Düzgün Arslan

15 Kasım 1937 de Elazığ Buğday Meydan’ında asılan Seyit Rıza, Usenê Seydi, Aliyê Mırzê Sıli, Fındıq Ağa, Usenê...

Munzur Çem’in yazısına dair - Kazım Gündoğan

Munzur Çem’in yazısına dair – Kazım Gündoğan

Munzur Çem’in “Dersim 1937-1938: Kız Çocukları Ve Gerçekler” yazısına dair Biliyoruz ki; Dersim toplumunun yaş...

DERSİM TARİHİ NASIL ÇARPITILIR?! - Celal Yıldız

DERSİM TARİHİ NASIL ÇARPITILIR?! – Celal Yıldız

CeKa (Cemsi Kaya) gibilerin ısmarlama yazılarla Dersim tarihini çarpıtmak isteyen hayali iddialarına, illizyon...

Diyap Ağa ve tarih okumaları - Hüseyin Sevinç

Diyap Ağa ve tarih okumaları – Hüseyin Sevinç

Diyap Ağa ve tarih okumaları “Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalan teşkilat kurmuş, doğru...

Tarihte Dersim Tertelesi - Hüseyin Sevinç

Tarihte Dersim Tertelesi – Hüseyin Sevinç

Tarihte Dersim Tertelesi Dersim sorunu çoğu kez bilinçli veya bilinçsizce Cumhuriyet döneminin bir hadisesi ol...

1798 yılında Şeyh Hasanlu Aşiretinden Kesilen Altmış Baş

1798 yılında Şeyh Hasanlu Aşiretinden Kesilen Altmış Baş

Yusuf Ziya Paşa’nın Tuzağına Düşen Şeyh Hasanlu Aşiretinden Kesilen Altmış Baş.(1)    Özet    1798 y...

DERSİM’İN KENDİNİ YÖNETME KABİLİYETİNİN TARİHİ KÖKLERİ – Celal Yıldız

Yazar: celxerTarih: Mayıs 21, 2020Kategori: Dersim TarihiYorum YokOkunma: 2.368 Views
DERSİM’İN KENDİNİ YÖNETME KABİLİYETİNİN TARİHİ KÖKLERİ - Celal Yıldız

Çağımızda Dersim adına yazı yazan tarihçiler, sosyologlar, enteller son asırlara bakarak Dersim’in eskilerden beri her zaman aşiretçi sistemle yönetildiğini sanıyorlar ve öyle anlatıyorlar. Oysa Dersim aşiretler döneminden önce asırlarca kendi kendini emirlik ve beylik sistemiyle yönetmişti. Çağımızın entelleri Dersim’in kendini yönetme istemi ve kabiliyetinin tarihi köklerinden habersizdirler.

Devletlerin adının beylik olduğu dönemlerde doğu bölgesindeki, Dersim’den Erzurum’a kadar, geniş bölgede Kızılbaşlar emirlikler, beylikler kurmuşlardı. Bu dönemlerde bu gün Zaza denilen halkın inancı da Kızılbaşlıktı. Bölgede ezici çoğunluğu olan Kızılbaşlar 1072 yılından 1514 yılına kadar dönemin kurallarına göre kendi kendilerini örgütlü bir şekilde yönetmişlerdi…

Osmanlı’dan Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar devam eden kendi kendini yönetmede ısrarlı arzuları ve tavırları Dersim’in on birinci asırdan itibaren örgütlü ve özgür yaşama iradesine dayanır.  Tarihimizdeki bu Kızılbaş özgür yaşamı bu gün hala halkımızın genlerinde saklıdır.

Örneğin Kızılbaşlar 1072’de Saltukluların önderliğinde Dersim’den Erzurum’a kadar olan geniş bölgede Saltuklu Beyliği’ni kurmuşlar. Yani Kızılbaşlar Osmanlı’dan 228 yıl önce devlet sahibi olmuş ve özgürce yaşamışlardır. Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş tarihi 1300 yıllarıdır. Yani daha sonradır.

Saltuklu Beyliği dönemimde Dersim’in merkezi Çemişgezek’ti ve Dersim emirlik (Özerk Bölge/CY) olarak Saltuklu Beyliği’ne bağlıydı. Dersim ve Erzurum bölgesindeki Kızılbaşların kurduğu Saltuklu Beyliği (Devleti/CY) 1202 yılına kadar yani 130 sene özgürce kendi kendini yönetti.

Türk tarihçileri bu Kızılbaş beylik ve emirliklerini ya Türkçü tezlerine malzeme yaparlar ya da tümden görmezden gelirler. Kendilerine tarihçi diyen Dersimlilerin görevi bu tarihi gerçekleri araştırıp topluma sunmak olmalıdır.

Bazı tarihçiler Saltukluların 1000 yıllarında Horasan’dan gelen Kızılbaş Türkmenlerden olduğunu yazmışlar, ama tarihçi M. Fahrettin Kinziroğluna göre “Saltuklular Canestan’ın (eski Dersim’in) kavimlerindendir. Ayrıca biliyoruz ki onuncu asırda Ege’den İran’a kadar olan bölgedeki örgütlenmeler ve savaşlar etnisiteye-ırka değil, inançlara dayanıyordu. Bu bölgelerde MA Halkı’nın (Işık insanlarının) devamı olan Kızılbaşlık-Alevilik ezici çoğunluktaydı.

Horasan ile Dersim komşu bölgelerdir. Motorlu taşıtların olmadığı eski dönemlerde ordular hızlı hareket edemezdi. Büyük savaşlarda batıdan saldırılar gelince Dersim aşiretleri davar sürüleriyle birlikte doğuya Horasan bölgesine kaçar, doğudan büyük saldırı başlayınca batıya Dağlık Dersim’e sığınırlardı. Yani Saltuklular da diğer Dersim aşiretleri gibi büyük savaşlar döneminde Dersim ile Horasan arasında gel gitleri yaşadılar.

Doğu bölgesinde 1072 yılında kurulan ve Kızılbaş-Alevi olan Saltuklu Beyliği 1202 yılında Selçuklu Sultanı Rüknettin Bey tarafından yıkıldı.

 

1202-1514 Çemişgezek Beyliği

Merkezi Erzurum’da bulunan Saltuklu Beyliği 1202 yılında Selçuklular tarafından yıkılınca Saltuklu Beyliğine bağlı olan Çemişgezek Emirliği Dersim bölgesini kendi başına savunmaya devam etti. Selçuklular Dersim bölgesini işgal edemedi.

Saltuklu Beyliği döneminde Merkezi Çemişgezek’te bulunan Dersim bölgesinin emirliği bu yıllarda beyliğe dönüştü ve özgürce yaşamaya devam etti.

1300 yıllarında kurulmuş olan Osmanlılar ile Karakoyunlu Beyliği arasında 1473’te Erzincan-Otlukbeli savaşı oldu.

Osmanlı ilk defa bu savaşta Dersim’in sınırlarına dayanmıştı. Kuvvetlerini Kemah Kalesi’ne toplayan Çemişgezek emiri Şah Rüstem Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ı destekledi. Uzun Hasan’ın kuvvetleri bu savaşta yenildi ve kendisi öldürüldü, ama Dersim’in lideri Şah Rüstem Dersim’in Kemah Kalesine çekilerek Dersim’i savundu. Osmanlı kuvvetleri Dersim’i işgal edemedi.

Otlukbeli Savaşı’nda Osmanlı ordusunun başında Fatih Sultan Mehmet’in iki oğlu vardı. Fatih Dersim lideri Şah Rüstem’e haberciler göndererek Kemah Kalesi’ni Osmanlıya teslim etmesini istedi.

Şah Rüstem bu isteği ret etti.  Osmanlı kuvvetleri Kemah Kalesi’ni geçemedi. Dersim Özgür kaldı. Şah Rüstem Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’nın ölüsünü Otlukbeli’den Çemişgezek’e getirdi. Tekke denilen yerde defnetti[1].

 

Çaldıran Savaşı Döneminde Dersim

Yavuz Sultan 1512 yılında babasına karşı yaptığı bir darbe ile Edirne’de bulunan Osmanlının tahtına oturdu. Osmanlının ilk yıllarında Anadolu’da çoğunlukta olan ve Osmanlının kuruluşunda çok önemli rol alan Kızılbaşlar Fatih döneminde dışlanmaya başlanmıştı.

İran tarafında Kızılbaş devletinin lideri olan Şah İsmail ile Osmanlının arası Fatih Sultan döneminde açılmıştı. Osmanlı tahtına oturan Yavuz Sultan Selim doğu bölgesinde aşiretler şeklinde yaşayan Sünni Kürtleri yanına alıp güçlenerek Safevi Kızılbaş Devleti’ne saldırmak istiyordu.

Bu süreçte Kürt İdris-i Bitlisi’yi aracı olarak kullandı Yavuz. İdris-i’nin yardımıyla Kürt beylerini çağırtarak değerli hediyeler verdi. Aşiret düzeyindeki Sünni Kürtleri kandırıp yanına alması kolay oldu. Bektaşileri de yanında tutmayı başardı Osmanlı.

Kızılbaşlar ta Fatih döneminden beri Anadolu’da devlet dışına atılmaya başlanmıştı.

1514’teki Çaldıran Savaşı’ndan önceki süreçte Anadolu’da birçok Kızılbaş aşireti halifeler yoluyla Şah İsmail’e bağlılığını bildirdiler ve Şah İsmail’in saflarına geçmeye yöneldiler.

Osmanlı Kızılbaşlara karşı bu dönemde İdris-i kanalıyla insanlık dışı iftira dolu fetvalar dağıtarak gözden düşürmek istedi ve Çaldıran Savaşı başlamadan önce 40 bin Kızılbaş kılıçtan geçirildi.

Çaldıran Savaşı sürecinde özerk Dersim’in merkezi olan Çemişgezek’de, beyliğinin lideri olan Şah Rüstem de bu savaşta Şah İsmal’in yanında yer almıştı.

Şah İsmail tam emin olmak için çok güvendiği adamlarından halife Nur Ali’yi Dersim’e gönderdi. Şah Rüstem’i ise Bağdat valiliğine tayin etti.

Çaldıran Savaşı sürerken halife Nur Ali’den memnun olmayan Dersim halkı Şah Rüstem’i geri çağırdı. Şah Rüstem Bağdat’tan geri gelip Dersim’de tekrar halkın başına geçti.

Şah Rüstem bu yıllarda Çemişgezek’ten Mazgirt’e kadar Çarşancak denilen Dersim bölgesine hükmediyordu.

Şah İsmail Çaldıran’da yenilince Dersim lideri Şah Rüstem’in Osmanlıya karşı kendi bölgesini savunacak gücü zayıfladı. Topraklarını kaybetmek istemeyen Şah Rüstem 40 yiğit akrabası ve adamıyla Yavuz Sultan’ın yanına gitti. Ona biat edip affını diledi.

Tarihçilerin yazdıklarına göre Yavuz iki sebepten dolayı Dersim Beyi Şah Rüstem’e kızıyordu.

Birincisi, Şah Rüstem Otlukbeli Savaşı’nda Kemah Kalesi’ni babası Fatih Sultan’a teslim etmemişti. İkincisi, Çaldıran Savaşı’nda Osmanlıya karşı olan Şah İsmail’in yanında yer almıştı.

Bu iki sebepten dolayı Yavuz kendisine biat eden Dersim lideri Şah Rüstem ve yanındaki 40 yiğidi katletti.

Şah Rüstem’in soyundan Dersim dağlarında tek oğlu Pir Hüseyin Kalmıştı.

Osmanlı Doğu bölgesine hâkim olmuştu. “Babası ve 40 akrabasının katledilmesine rağmen Pir Hüseyin babasının tahtını yaşatmak için ve Dersim’i yönetmek için gitti Yavuz’dan affını diledi”[2].

Ölümü göze alıp baba katilinin yanına giden Pir Hüseyin’in bu tavrı Yavuz Selim’i hayretler içinde bıraktı. Çarsancak denilen Dersim bölgesini Pir Hüseyin’e geri verdi.

Çarsancak Beyi olan Pir Hüseyin’in 12 oğlu oldu. Sonradan oğulları bu toprakları paylaştılar ve Çarsancak Beyliği zayıfladı.

Pir Hüseyin gidip Sultan Yavuz’a biat etmişti, ama Dersimli Kızılbaşlar dağlık ve ormanlık Dersim’e çekilip Dersim’i savunmaya devam ettiler. Yavuz Selim dağlık Dersim’i işgal edemedi.

Yazının üst başlığından da belli olduğu gibi bu yazının amacı Dersim’deki örgütlü ve özgür yaşamın tarihi köklerini araştırmak, kendi kendini yönetme istem ve iradesini açıklığa kavuşturmaktır. Bu nedenle tarihi ayrıntılara girip esas konudan uzaklaşmak istemiyorum. Sadece aşiretler döneminden önceki örgütlü ve özgür yaşanan Dersim’i ve liderlerini kısaca hatırlatmak istedim.  Zaten tarihten biraz haberi olanlar Çaldıran Savaşının öncesi ve sonrasını ayrıntılarıyla biliyorlar.

Çaldıran yenilgisinden sonra Yavuz’a biat eden Pir Hüseyin ve yandaşları Sünni mezhebine geçmeye başladılar. Bu dönemde Çemişgezek ve Pertek’te camiler yapıldı ve bu bölgeler Çaldıran Savaşı’ndan sonra Sünnileşmeye başladı. Doğu bölgesinde Alevi Zazalar da bu devirde katliamdan kurtulmak için Sünnileşti[3].

Pir Hüseyin’in Yavuz’a biat etmesinden dolayı Çemişgezek Dersim’in temsilcisi ve merkezi olmaktan çıktı. Dersim’in merkezi direnen bölgede bulunan Hozat oldu. Dağlık bölgelerdeki Kızılbaşlar bu tarihten sonra Dersim’de özgür yaşamaya aşiretler şeklinde devam ettiler.  1936’larda ise ittihatçı ırkçılar kuvvet zoruyla Tunc-elini Dersim’in merkez olarak ilan ettiler.

Dersim lideri Şah Rüstem’in Yavuz tarafından katledilmesinden sonra Dersimliler birleşerek bir daha emirlik veya beylik kuramadı. Bu nedenle Osmanlı’nın son beş asırlık döneminde bütünlüklü hareket eden bir Dersim’den bahsedilemez. Bu dönemde Dağlık bölgelerdeki aşiretler özgür yaşamaya devam ediyordu. Ovalık Dersim bölgesindeki aşiretler ise Osmanlı’ya da, sonraki Cumhuriyet hükümetine de vergi veriyordu, asker de gidiyordu. Ayrıca İstanbul’da Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda da Ankara’daki birinci Mecliste de Dersim’in Mebusları (temsilcileri) vardı.

Dağlık Dersim’de Dersimlilerin kendi kendini yönetme istemi ve iradesi 1940’lardaki yenilgiye kadar defakto bir durumda bir nevi aşiretler federasyonu şeklinde devam etti. Dersim’de Emirlik ve Beylik dönemlerinden beri asırlarca süren özgürce yaşama alışkanlıklarından dolayı Dersim halkının içinde kendini yönetme istemi ve kabiliyeti hala çok yaygındır.

Bir daha vurgu yapalım: Osmanlı’dan daha erken dönemde Dersimlilerin emirlik ve beylik olarak örgütlenip kurumlaştığını bilmeyenler, Dersim’in eski tarihten beri hep aşiret sistemiyle yönetildiğini sanırlar.

Dersim tarihindeki bütün halkaların tamamlanması için Dersim’in emirlik ve beylik dönemi genişçe araştırılması ve tartışılması Dersimlilerin önünde bir acil görev olarak duruyor…

Ünlü Alman yazarı Göthe, “Tarih bir halkın hafızasıdır, tarihini bilmeyen bir halk hafızasını kaybeder… 3000 yıllık tarihini bilmeyen bir halkın bu günü karanlık içinde olur”, demiş.

Kanımca Dersimliler tarihi derinliğini bilmediği için bu gün birliğini sağlayamıyorlar.

 
 
NOT:
“Dersim Tarihi” isimli kitabımın Nika yayınlarında yayınlanan genişletilmiş ikinci basımında Dersim’de emirlik ve beylik dönemlerini daha uzun ve teferruatlı yazmıştım. Ama çağımızda görsel basındaki kısa yazılar kitapların önüne geçti. İnsanlar artık kalın kitapları çok okumuyor. Bu yazıyı Facebook için kısa bir özet olarak yazdım.
 

[1] Uzun Hasan’nın mezarının üstünde küçük bir türbe vardır. Hala Çemişgezek-Tekke mahallesinde sapasağlam duruyor.

[2] “JUK Raporu, Dersim, Kaynak yayınları,)   

[3] Bence Dersim’n nisbeten düzlük bölgelerinde fazla toprak sahibi olan Sünni Türk Beyleri aslen Kızılbaş Pir Hüseyin Beyin soyundandırlar. 1970’lerde Çemişgezek’te, sonraki yıllarda Elazığ’da doktur olarak çalışan Çemsit Bey vardı. Halk buna Çarşancak Beylerindendir derdi. Ayrıca 1938 tertelesini anlatan Kazım (Güder) Ağa bana Sünni Çarsancak Beyleri ile Dersimliler arasındaki çatışmalardan bahsettimişti.

Paylaş
Tweetle
Paylaş
Paylaş

Dersim‘in Tarihi Süreçteki İsimleri – Düzgün Arslan

Yazar: EditorTarih: Ocak 04, 2019Kategori: Dersim TarihiYorum YokOkunma: 9.893 Views
Dersim‘in Tarihi Süreçteki İsimleri - Düzgün Arslan

15 Kasım 1937 de Elazığ Buğday Meydan’ında asılan Seyit Rıza, Usenê Seydi, Aliyê Mırzê Sıli, Fındıq Ağa, Usenê Seyd Rızay, Ali Ağa, Hesenê İvraimê Qızi anısına Desim tarihi ve tarihi sürecle ilgili bir sunum düşünmüştük. Ben 1937 öncesini, H. Dursun ise 1937 ve sonrasını anlatacaktı. Olaylar tersinden geliştigi için bu sunumu yapamadık.

Bu ara yapmış olduğum araştırmalarda elde etmiş olduğum bazı bilgilerin, tartışmaya açık olmak  kaydıyla,  kendime saklamakla doğru olmuyacağını düşündügüm için, almış olduğum notları, kısacada olsa sizlerle paylaşmak  istedim.

Bugünkü yazımda sizlerle Desim‘in tarihi sürecte almış olduğu isimlerini paylasacağım. Elde ettiğim veriler sonucu, bu corafyada hemem hemen tüm uygarlıklar gelmiş ve belli izler bırakmışlardır. Bu izler Sümer uygarlığına kadar uzanmaktadır. Bu süreç içinde hemen hemen her uygarlık bu bölgeye kendine uygun sekilde bir isim takmıştır. Ben bu çalışmada öğrendigim isimleri hem düsündürücü hem de ileriye yönelik daha çok araştırmak  ve okumak sorumluluğuna kapıldım. Belki tekrarlamakta yarar olacaktır: Bu yazıda yorum ve düsüncelerimi değil, sadece tarihi sürecte bu bölgede olan biteni yalın haliyle ortaya koymak istedim.

 

Daiaini  yörenin bilinen en eski adlarında olduğunu söyler.( F. Schrader Atlas de geographie Historique, Paris 1898)

Daranalis  yüzyıllarca kullandığı anlasılmaktadır der ( Prof. Dr. W.M Ramsay. Anadolunun Tarihi Coğrafyası)

Derxene (Derksen) Tercan ilcesinide kapsayan bir kantonnun ismi olarak karsımıza çıkmaktadır. Hatta Strabonun  (Coğrafya) sındaki bir dipnotolarak Tercanın ismi olarak vurgulanır. ( Geographi de Strabon C 2 Paris 1873)

Daranalis,  adı bazı kaynaklarda Daranisse,  olarak gecer. (Joseph Sandalgian Histojre documentair de I Armenie 1917)

Kimi yerli haritalarda göre  (Daranalis)  altına onun bir varyantı olarak (Daranalik) adıda eklenir. (Dr. Hüseyin dağtekin Genel tarih Atlası hrt. 38)

İ.Ö 400 yılına kadar Pers kralı Dara’ya karşı isyanlar sürer. Dara Dersim bölgesinide feth eder. Tuncelinin Daranalis adıyla anılması, Dara ile iliskili olabilir. (  Bilal Aksoy Tarihsel degişim sürecinde Tunceli sh.69)

Hattiler döneminde  ( M.Ö III. bin)  bu bölgeye  İsuwa (Asuwa) olarak adlandırılar

Hititler ise Zuhma derler.

Asurlar ( M.Ö II binyılında) Kısmi Elazığ bölgesini içine alan , Dersim bölgesine Sophene derler.  „Bir Asur bilimci olan Prof. Bedrich Hrozny  bu dilin Hind-Avrupa dili olduğunu…. Hititçe’den eskiye dayandığını….Hind-Avrupa kökenli başka bir dilin Luwice’nin varlığı bilinmektedir. Anadoluda başta Hititler olmak üzere bir çok kavmi etkiliyen Luwilerin İ.Ö III bin yılında bu topraklarda yasadığını…‘‘ (Bilge Umar Türkiye Halkının ilk Çağ tarihi c 1 sh 38)

Urartular( M.Ö 900-600 yy)  Dersim ve Elazığ yörelerine Supani diyorlar. Palin kalesi Urartular döneminden kalmaktadır. Bu kaleye Selcuklar Bağım derler.  Bizanslılar Bagin (Baghin) olarak değiştirirler. Urartu Kralları bu bölgeye de EN.NAM adını vererek Valiler atamıştır. (Oktay Belli Urartular A.U C 1. sh. 145. 156. 185.)

 

Partheniya Bu isim ise Dersim’de çok uzun yıllar yaşatıldı. Hepahisto, Hezidos, Homeros, Herodot, Strabon, Dersim’i Parteniya olarak dinlendirmişlerdir. ( Turabi Saltuk Zaman döngüsünde Dersim sh.22)

Eski çağlardan beri farklı kavin ve boyların istilalarına uğrayan Tunceli hevalisi VIII yy da adından söz ettiren Mamikon boyunun etkiligindeydi. Tuncelinin eski adlarından biri olup, halk arasında halen kullanılan ‚‘Mameki‘  adının ‚Mamikon‘ ya da  ‚‘Mamikonyan’lılar ile iliski oldukları sanılmaktadır. (Bilal Aksoy a.e sh.107)

Dersim isminin Derksen ( Der xene) isimleriyle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Fars kültüründen etkilenerek Dersim’e dönüsüldügü düsünülmektedir.

Osmanlı verileri incelendiginde  Dirsimli, (Dirsimlü) Disim, Disimli, (Disimlü) adlandırılmasına rastlanmaktadır. (Dersiam)

Arthur Ungnad’a göre Tunceli ve cevresi İ.Ö 2200 lerde Subartu’lar Ülkesiydi. Murat Nehrin en eski adıda Subartulardan kalmadır der.

Kalan etimolojik kökeni ‚ <<kal>> farscadaki çoğul eki ‚ <<an>> eklenmektedir. Birileri bunun Moğolların çin dilinde aldıklarını söylese bile bu yinede dil birligini sağlamıyor.

Kal <<gal>>  veya <<Khal>> Sümercede Kuvetli anlamı, Dersim bölgesinde ise yaşlı İnsanlar için kulanılmaktadır.

<<Kalu>> Sümerce sözü dinlenen yaşlı insanlar için kulanılır.

Ve Tunceli herkesin bildigi bir isim << Tunc- eli>> iki kelimeden oluşur. Sizlerin üstünde her zaman Tunc elim vardır manasını tasır.

Asıl önemli olan, tarihi sürecte bütün tarihi uygarlıkların istılasına uğramış, en çokta Pers Kültür hegomanyası altında kalmış, kültürel olarak kendini halen Anadolu topraklarından,  has özeliklerini korumuş. Katliamlar, zulümler ve yenilgilere rağmen tekrardan ve tekrardan ayağa kalkıp kendi farkındalığı üzerinden yol yürümesi, kendi iç dinmiklerinden veya tutculuğundan fazla başka bir seyim olması gerekir. Burada dikkatle incelenmesi gereken konu, bu toplumum, nasıl oluyor ki,kendi öz ekseninde halen varlığını sürdürüyor olmasıdır. Bu sadece inanc eksenli ve toplumsal dinamiklerin  homojenligi üzerinden ifade edilemiyecegi nin, daha degişik etkenlerin var olması gerektiği  düşüncesindeyim. 

 
 

30.11.18

Paylaş
Tweetle
Paylaş
Paylaş

Munzur Çem’in yazısına dair – Kazım Gündoğan

Yazar: adminTarih: Temmuz 28, 2017Kategori: Dersim TarihiYorum YokOkunma: 2.206 Views
Munzur Çem’in yazısına dair - Kazım Gündoğan

Munzur Çem’in “Dersim 1937-1938: Kız Çocukları Ve Gerçekler” yazısına dair

Biliyoruz ki; Dersim toplumunun yaşadığı travmalar üzerine henüz bilimsel çalışmalar yapılabilmiş değil. Tarih, kültür, inanç, etnisite, Tertele gibi tarihsel konular ve ekonomik, sosyal, siyasal, ekolojik alanlarda yetersiz de olsa bazı çalışmalar yapılmaktadır. Ancak bu çalışmalar henüz çok parçalı ve güncel politik kaygılarla yapıldığı için “kolektif hafıza”yı öremediği gibi “kolektif bilince” de dönüşemiyor. Parçalı, reaksiyonel ve rekabetçi bir düşünüş tarzıyla bu sorunları çözmek olanaklı değildir. Bu nedenle her etnik, inanç veya düşünsel kimlikte Dersimlinin önce kendiyle, düşünüş tarzıyla hesaplaşarak ve gerçeklikle yüzleşerek köklü bir hakikat arayışına girmesi gerekir.

Kazım Gündoğan

Anıl Mert Özsoy’u “Vank’ın Çocukları” Belgeseli’mizin İstanbul Galası’nda tanıdım. Kavrayışı yüksek, analiz yeteneği güçlü ve toplumsal, tarihsel konulara son derece duyarlı bir gazeteci… Benimle Gazete Duvar için bir röportaj yaptı. Saatler süren karmaşık bir söyleşiyi başarılı biçimde rafine ederek “Dersim’in Ermeni Kızları Nerede?” başlığıyla yayınladı. Çok değişik toplumsal kesimlerden pozitif değerlendirmeler yapıldı ve sorular soruldu. Bu sorularla bir kez daha görüldü ki, “Dersim Tertelesi” hakkında hâlâ çok az şey biliniyor. Pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da “resmi ideoloji” ve “resmi tarih” tezinin düşünüş normları hala oldukça etkin. Keza, Dersimli düşün insanlarının bile Dersim’in temel meseleleri hakkında henüz ortak bir yaklaşım/görüş oluşturmaktan uzak oldukları görülmektedir.

Hakikati yok eden veya içini boşaltan devletin, “ideolojik aygıtları” düşün dünyamızı önemli oranda etkilemeye devam etmektedir. Hakikatle ilişkimize, onu analiz etme ve sentezimizi üretme konusunda henüz olunması gereken yerde olmadığımızı belirlemekle başlamalıyız. Bu anlamda kişisel, toplumsal gerçekliğimiz ve düşünüş tarzımızla yüzleşmeden bu kısır döngüden çıkmanın olanaklı olmadığını görmek durumundayız…

Gazete Duvar, haberciliğin yanı sıra kısa zamanda tüm bu konuları tartışmada önemli ve kıymetli bir düşün platformuna dönüştü; emeği geçenlere teşekkür ediyorum.

Bu düşün platformunda benimle yapılan röportaj hakkında Dersim üzerine kıymetli çalışmaları olan Sayın Munzur Çem “Dersim 1937-1938: Kız Çocukları ve Gerçekler” başlıklı bir değerlendirme yazdı. Son derece olgun, saygılı ve düşünsel yanı ön planda olan bir değerlendirmeydi. Kendisine teşekkür ederim. Üzerine düşündüm, sorular sordum ve düşüncelerimi hem Gazete Duvar okurlarıyla, hem de Munzur Çem ile paylaşmanın (biraz gecikmiş de olsa) yararlı olacağı sonucuna vardım.

Elbette çok uzun ve değişik konu başlıkları olan bir değerlendirmenin detayına girmeyeceğim. 5 başlık halinde konunun ana fikri ve Sayın Çem’in düşünüş tarzı üzerinde durmaya çalışacağım. Umarım bunu başarabilirim…

Munzur Çem’den bir aktarmayla başlayayım:

1- Gündoğan’ın 1937-38 Dersim soykırımının kamuoyuna mal edilmesinden bahsederken kendi çalışmalarını sürekli merkeze koymaya çalışmasıydı.” M.Ç.

Konunun bu yanı üzerine yazmak hoş olmasa da madem kamuoyunda tartışılır hale getirildi o halde birkaç şey söylemek durumundayım. Zira bu bireysel ve toplumsal hafızamız ve düşünce üretme tarzımız bakımından önemlidir. İnanıyorum ki; Sayın Çem eğer bunları yazmadan önce Dersim soykırım tartışmalarının hangi tarihte ve nasıl başladığına dair bir araştırma yapmış olsaydı; hem ne dediğimiz doğru anlaşılır, hem de hakkımızda böyle bir iddia da bulunmazdı diye düşünüyorum.

Söz gelimi; Sayın Çem ve onun gibi düşünenler 27.09.2009 tarihli Sabah gazetesinin manşetine, devam eden günlerdeki Milliyet gazetesi, Radikal gazetesi ve CNNTÜRK televizyon programlarına bakarak bu gerçeği öğrenebilirlerdi.

Evet, açıklıkla ifade etmek ve bir kez daha altını çizmek istiyorum. 1937/38 Tertelesi’nden sonra Dersim konusu merkez medyada neredeyse hiç yer almadı. Türkiye kamuoyunda tartışılmadı. Medya, akademi, kültür – sanat, siyaset dünyasında başlı başına hiç tartışılmadı. (Tartışıldıysa da bilmiyorum. Şayet biliyorsanız iddia/görüşünüzü kanıtlamak için bir örnek vermeniz yeterli olur…) Bizim “72 yıl sonra ilk kez konuşulmaya/ tartışılmaya başlandı…” dediğimiz gerçeklik budur. 2009-2010 ‘da “en çok tartışılan ve tartışma yaratan belgesel film; İki Tutam Saç-Dersim’in Kayıp Kızları” olarak hakkında onlarca makale yazıldı, yüzlerce haber yapıldı. Siz ve sizin gibi düşünen bazı Dersimliler dışında herkes bunları gördü, söyledi ve yazdı. Keza ikinci belgesel filmimiz Hay Way Zaman,  50’nci Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Belgesel Film dalında Jüri Özel Ödülü (2013) aldığında, “Dersim davasını” ödül töreninde dünyaya naklen duyurduğunu biliyor olmanız gerekirdi.

“Dersim’in ilk uluslararası ödüllü belgesel filmi”ni ve Dersim’in Kayıp Kızları araştırmasını yapanlar olarak kişisel bir duygudan çok Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanındaki Dersimlilerle birlikte Dersim Tertelesini dünyaya duyurmanın gururunu, onurunu yaşadık. Bu kişisel bir kazanım değildir; Dersimlilerin kazanımıdır…

2- “Ancak Dersim ile ilgili tartışmaların bu çalışmadan sonra yeniden başladığı tespiti Kürt kamuoyu bakımından doğru değil. Bir kere Kürtler şöyle veya böyle, 1950’lerden bu yana, entelektüel düzeyde sürekli olarak bu olay ile yüz yüze, iç içe yaşadılar ve bu durum bugün de devam etmektedir.” M.Ç.

Doğrudur çok az sayıda entelektüel (Kürt, Türk, vd ) “Dersim isyanı” hakkında konuşmuş ve yazmıştır. 2000’li yıllara kadar N. Dersim’i, M. Anter, U. Mumcu, İ. Beşikçi, Ali Arslan, K. Burkay, M. Çem, M. Bayrak, H. Göktaş, Ş. Aslan ve daha başkalarını da sayabiliriz.

Müzik alanında pek çok sanatçı, sinemada Çayan Demirel ve başkaları… Hepsi kıymetli çalışmalar yaptılar… Röportajda bu içerikte bir soru sorulmadığından bunları belirtme ihtiyacının duyulmamış olması onların emeğinin yok sayıldığı anlamına gelmez/ gelmemelidir. Böyle anlaşılabilecek bir anlatım varsa özür diliyorum.

Ancak anlatılan başka bir şeydir;

Birincisi; 1950’lerden beri çeşitli dönemlerde bazı çalışmaların olması sorunun Türkiye kamuoyunda tartışıldığı veya bilindiği anlamına gelmez.

İkincisi; Biz “Kürt, Türk” kamuoyu ayrımını yapmadan, Türkiye kamuoyundan bahsediyoruz.

Üçüncüsü; İyimser bir yaklaşımla bunların hemen hepsi N. Dersim’inin “Dersim Kürt İsyanı” düşüncesini kısmen veya tamamen benimseyen kişilerin yaklaşımlarıdır.

Dördüncüsü; Bu çalışmaların çoğu, ilgili politik çevrelerin sınırlarını aşıp, Türkiye kamuoyuna ulaşabilen çalışmalar değildir.

Beşincisi; kamuoyuna ulaşması bakımından yazınsal üretimler ile görsel üretimler arasında çok ciddi bir fark vardır. Bunda sinemanın etkisinin yanı sıra konuyu “Dersim isyanı” bağlamından çıkarıp “Dersim katliamı” bağlamına oturtulması başlı başına yeni bir durumdur.

Altıncısı; “Bir topluluğun çocuklarını zorla başka bir topluluğa nakletmek” BM soykırım kriterlerinden biridir. “Dersim’in kayıp kızları” çalışması bu gerçeği açığa çıkardı ve kavramsallaştırdı. Dersim Tertelesini “kadınlar ve çocuklar” üzerinden tartışılmasını sağladı.

Yedincisi; Dünya’da pek çok katliam, soykırım vb. sinema üzerinden, özellikle belgesel sinema üzerinden gündeme gelmiş ve tartışılmıştır.

Sekizincisi; Biz sadece sinema yapmak için yola çıkmadık. Dersim katliamına dair gerçekleri ortaya çıkarma ve bunları dünyaya anlatma hedefiyle çalıştık. Merkezi medya, akademi, kültür-sanat, siyaset dünyasına yönelik özel çalışmalar yaparak “Dersim katliamı” gerçeğiyle buluşmalarını sağladık.

Dokuzuncusu; Bu kapsamdaki çalışmada, “resmi ideoloji”nin etkisindeki toplumsal kesimlere yönelik olarak ilk kez, “Dersim isyan değil, katliamdır” tezi politik argümanlarla değil, sanatsal imgelerle ve insan öykülerinin gücüyle anlatılmış oldu.

Onuncusu; Elbette siyasal konjonktürün elverişli olmasının da bunda payı vardır. Demokratik Kürt mücadelesinin geldiği aşama ve egemen sınıflar arası çıkar/iktidar mücadelesi nedeniyle oluşan ortamı doğru değerlendirdik.

Öte yandan; toplumsal hafıza ve hakikatin görülmesi açısından önemli gördüğüm için şunu da belirtmeliyim. Kimisi Dersim katliamı tartışmalarının, Kasım 2009 da CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in “Dersim’de analar ağlamadı mı?” sözleriyle başladığını, kimisi de 2011’de dönemin Başbakanı R.T. Erdoğan’ın “Dersim’de isyan olmamıştır, katliam yapılmıştır” itirafı ve “özür” konuşmasıyla başladığını düşünebilir. Oysa 2009 Eylül ve Ekim ayının gazetelerine ve televizyon programlarına bakıldığında gerçek açıkça görülebilir.

3) “…1937-38 soykırımı için yapılan “kızılbaş soykırımı” ya da “Alevi soykırımı” terimleri gerçeği yansıtmıyor. Kuşkusuz, Türk devleti, Alevilikten hoşnut değildi,(…) Ve kuşkusuz bir inanç olarak Aleviliğin asimile edilip bitirilmesi de devletin hedefleri arasındaydı ama onun o yıllarda Alevilere karşı fiziki yok etme tarzında bir politikası yoktu. Bu bakımdan, asıl neden Dersimlilerin Kürtlük’leriydi. Nitekim Kürtler her yerde kırıma uğrarken, Dersim dışındaki Aleviler (Bektaşilerle Nusayriler dahil) böyle bir durumla yüz yüze gelmediler.” M.Ç

Dersim tartışmalarında esas meselenin burada olduğunu düşünüyorum. Kürt düşün insanlarının çoğu Sayın Çem gibi düşünüyorlar. Yani Kürt Tarih Tezi… Aktardığım paragraftaki mantıkla Dersim Tertelesi’ni anlamak, tartışmak ve ortak sonuçlara varmak hayli zor görünüyor. Çünkü böyle düşünmek;

Birincisi; Kemalistlerin İttihat ve Terakki (İ.T.) ve Osmanlı ile ortak ideolojisini, devlet aklı/ geleneğini tarihsel bağlamından koparmak olur.

İkincisi; Kürtlerin Lozan’a kadar, Hilafetçi Osmanlı ile (dolayısıyla İslamla) onu devam ettiren İ.T ve Cumhuriyetçi kadrolarla tarihsel bir sorunu (Osmanlıda bazı sorunlar yaşansa da) yoktu.

Üçüncüsü; Kemalist cumhuriyetin kuruluş ideolojisi iki temel kaynaktan beslenir; Irk ve din… Dolayısıyla Türkçülük ve İslamcılık.

Dördüncüsü; Tertele döneminde Türkçülüğün azami 50 yıllık bir geçmişi varken, İslamın 1400 yıllık, hilafetçi Osmanlı’nın 500 yıllık bir siyasal geçmişi vardı.

Beşincisi; Dolayısıyla “Kürt sorunu” henüz yokken “Kızılbaş/Alevi sorunu” İslam’la birlikte ve daha politik halde 1514 yılından beri vardı ve neredeyse Osmanlı’nın “başlıca sorunu” olarak görülüp sürekli katliamlarla çözülmeye çalışılmıştı.

Altıncısı; Bu bağlamda Kemalistler Lozan’la birlikte tapusunu aldığı devleti Türk-İslam ideolojisi üzerinden inşa etmeye başladılar. Irk olarak herkes Türk, din olarak herkes Sünni İslam olacaktı.

Yedincisi; Bunun için öncelikli olarak “Kızılbaş meselesi” çözülmeliydi… 1925 yılında çıkarılan, “tekke ve zaviyelerin kapatılması kanunu” ve devamında Sünni İslamı devlet eliyle örgütlemeyi amaçlayan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması, öncelikli sorun hakkında yeterince bilgi vermektedir.

Sekizincisi; 1925 yılında çıkarılan Şark Islahat Planı incelediğinde Türklüğe adapte edilmesi gereken unsurların başına Kürtler konulurken, Sünni İslama adapte edilmesi gerekenlerin başına da Kızılbaşlar’ın konulduğu açıkça görülebilir.

Dokuzuncusu; Bir ulusun en belirgin var olma aracı dili ve kültürüdür; başta Kürtçe, Zazaca olmak üzere “diğer diller” yasaklanır.

Onuncusu; Bir inancın da en belirgin var olma aracı inanç ritüelleri ve sembolleridir. Aynı biçimde ve benzer sertlikte Kızılbaşlar’ın inanç mekanı olan tekkeler kapatılır, pirler, mürşitler tutuklanır, ibadet sembolleri ( bağlama vb) yasaklanır, toplatılır ve evinde bulunduranlar ağır biçimde cezalandırılır.

On birincisi; Bu hakikate rağmen devletin “Alevilere karşı fiziki yok etme tarzında bir politikası yoktu” demek devletin kuruluş felsefesini bütünlüklü anlamamak ve Kızılbaş/Alevilerin yaşadıkları zulmü tarihsel bağlamından koparmak olur. Sayın Çem’in iyi niyetinden ve vicdanından kuşkum yok; ancak düşünüş tarzındaki “ulusçu” etkiler nedeniyle uluslaşma öncesi “ kimlik sorunları”nı bütünlüklü olarak göremediğini düşünüyorum. Bu nedenle 1937/38 Tertelesi için “Asıl neden Dersimlilerin Kürtlük’leriydi” derken son derece sübjektif ve parçalı düşünmektedir.

On ikincisi; “Nitekim Kürtler her yerde kırıma uğrarken,” dediği nokta tam da parçalı ve abartılı olduğunu gösteriyor. Evet, Şıx Sait ile başlayıp 1930 lara kadar devam eden süreçte Kürtler katledildi. Hem de vahşice. Ama iddia ettiği gibi “her yerde” olmadı. Kendisinin de belirttiği gibi “Piran’da, Sason’da, Mutki’de, Zilan Vadisi’nde ve Ağrı’da” oldu… Mardin, Urfa, Van, Bingöl, Diyarbakır, Bitlis, Siirt’in bütününde katliam olmadı diye, “Devletin Kürtlere yönelik özel bir imha politikası yoktu” diyebilir miyiz?

On üçüncüsü; Dersim dışındaki Kızılbaş/Alevilerin bu kapsamda bir katliamla yüz yüze gelmedikleri doğrudur. Tıpkı diğer yerlerdeki Kürtler gibi… Bunun özgün nedenleri üzerine;

1) Dersim’in inanç bakımından esasen Kızılbaş (İslam dışı) bir yapıya sahip olması. 2) Dersim’in Kızılbaş inancında “Serçeşme” (ana kaynak) işlevi gören pek çok “Ocak’ın merkezi olması. 3) İslam’ın tüm saldırılarına rağmen “tek tanrılı dine” yani İslam’a dahil edilememiş olması. 4) Tüm bunlar nedeniyle “Osmanlı’dan devralınan bir çıban” olarak tanımlanması. 5) Hiçbir yerde korunamayan Kızılbaş inancın en rafine ve şuurlu yaşandığı tek coğrafya olması. 6) Kızılbaşlık inancının yanında Hristiyan (yoğun olmasa da) topluluğun var olması. Ve 7) İsmet İnönü’nün 1935 de dikkat çektiği “kısmen Kürtlük şuurunun gelişmesi”nin yansıra daha pek çok özgün neden söylenebilir.

On dördüncüsü; Neden diğer Kızılbaş/Alevilere yönelik katliamlar yapılmadı sorusunun yanıtını yukarda verdim. Şunu da eklemekte yarar var: Çünkü diğer yerlerdeki Kızılbaş/ Aleviler 1514’lerden itibaren adım adım İslamla ve devletle çeşitli biçimlerde ilişkilendirilmişti… O haliyle bile “Aleviler sorun” ( Osmanlı dönemini saymazsak; Maraş, Çorum, Sivas vb olduğu gibi) olarak görülmeye devam edildi/ediliyor.

On beşincisi; Dersim Tertelesini incelediğimizde hedef seçilen; fiziki olarak yok edilen, sürgün edilen, köyleri yakılanlar arasında Şafi Kürt, Sünni Zaza ve Sünni Türk’ün olmaması aslında her şeyi anlatıyor. Sizce de bu düşündürücü değil mi?

4) “Kuşkusuz, burada yapılan “Kürt Tarih Tezi” tanımlaması ve ona bağlı olarak söylenenler de gerçekçi değil. Kürtlerin 1937-38’de Dersim’de olanları ille de isyan olarak göstermek gibi bir çaba içerisinde gösterilmeleri en azından bir mantık zorlamasına işaret eder.” M.Ç.

Benim anlatımlarımda “Kürt Tarih Tezi” tanımlaması genel kullanılmaktadır. Sadece Dersim için kullanılan bir tanımlama değildir. Dersim konusunda da başta N. Dersim’i olmak üzere Sayın Çem’in isimlerini belirttiği hemen herkesin, ilk dönemlerde yazdığı kitap ve makalelerde esas olarak “Dersim Kürt İsyanı” olarak tanımlanıyor olmasının bir anlamı vardır… Bunun birinci kaynağının N. Dersimi olduğunu da hepimiz biliyoruz. Elbette Sayın Çem gibi tek tek bireyler 1990’lı yıllarda “İsyan değildir” demiş olabilirler. (Denildiyse bu aynı zamanda köklü bir N. Dersim’i eleştirisi yapmayı gerektirir, böyle bir eleştiri veya özeleştiri var mı bilemiyorum?) Ancak ben kişilerden değil, Kürt siyasi hareketlerinin kurumsal yapılarından bahsediyorum. O süreçte “İsyan değildir” diyen ve bunun düşünsel mücadelesini veren bir politik harekete rastlamadım, bilmiyorum… (Elbette benim bilmiyor olmam olmadığı anlamına gelmez. Varsa yazmanız rica ediyorum.)

Bilmenizi isterim ki; biz yaptığımız araştırmalarla 2007’lerde “isyan değildir” dediğimizde gerek sol hareketlerin, gerekse Kürt hareketinin bize yaklaşımı son derece negatif ve sert oldu. Bu sertliğe karşı biz, “evet anlıyoruz sizi, yıllarca isyan olarak bildiğiniz ve yücelttiğiniz bir görüşün doğru olmadığını kabullenmek kolay değildir. Biz ‘isyan değildir’ sonucuna vardığımızda benzer sarsıntıları (ki bizim ulaştığımız somut bilgi ve belgelere ulaştığınızda inanıyoruz ki siz de ‘İsyan değilmiş’ diyeceksiniz dedik”) yaşadık. Hakikatle yüzleşmek kolay değildir elbet. Nitekim 2009/2010’lu yıllardaki Dersim tartışmalarıyla aynı çevreler çok hızlı biçimde “Dersim isyan değil, Kürt soykırımdır” demeye başladılar. Bu noktaya gelinmesi iyiydi elbet. Keşke özeleştiriyi merkeze koyan dönüşüm süreci yaşanabilseydi.

Sayın Çem hatırlayacaktır; Ankara’da Dersim 1937/38 Ortak Bellek Platformu’nun düzenlediği ve ikimizin de konuşmacı olarak katıldığımız konferanstaki sunumumda Dersim’de neden isyan olmadığını anlattıktan sonra “isyan olmadığı gibi Sey Rıza da bir isyan lideri değildir” demiştim. Kürt siyasetinden bazı arkadaşlar öfkeyle, “Kazım arkadaş Seyit Rıza şahsında değerlerimize saldırıyor” biçiminde sert eleştirilerde bulunmuşlardı… Sayın Çem’in bu duruma tavırsız kalması dikkatimden kaçmamıştı…

5) “… Dersimlilerin ise bütün Osmanlı tarihi boyunca “Ekrad” yani “Kürt” diye adlandırıldıklarını da yeri gelmişken belirtelim. (…) Onun yaptığı sıralamaya bakarsanız, “Kızılbaş Aleviler”i ayrı bir etnik grup olarak kabul etmek gerekir.” M.Ç

Osmanlı tarihinde “Ekrad” (Kürt) tanımlaması vardır elbet. Bunu biliyoruz ve belirtmekte hiçbir sakınca yok. Ancak; “Kürt” kavramının yanı sıra “Zaza”, “Ermeni”, “Kızılbaş”, “Hristiyan” kavramlarının kullanıldığını da belirtmezsek hem gerçeği yok saymış oluruz, hem de son 150 yıllık “ulusçu görüş açısı”nın ötesine geçemeyiz ve Dersim’in tarihsel, toplumsal gerçekliğini bütünlüklü ve doğru anlayamayız; tanımlayamayız. Ulus ve uluslaşma öncesi Osmanlı’da halklar, milletler esas olarak “etnik kimlik”le değil, din ve inanç kimlikleriyle tanımlanırdı. Söz gelimi; Osmanlı tahrir defterlerini açıp baktığımızda Dersimde üç toplumdan/ kimlikten bahsedilir. Hristiyanlar, Kızılbaşlar, Müslümanlar gibi… Türk, Kürt, Arap, Rum, Ermeni gibi milleti ifade eden kavramlar ise ayrıntıda kullanılırdı…

Dolayısıyla “kimlik” denilince 150 yıllık bir hafızayla “etnik kimlik” tanımlamasının ötesine çıkamayan bir görüş açısı, “ulus öncesi” kimlikleri de, toplumları da yok sayma yanlışlığına düşer. Bu yanlış tekçi ve ulusçu bakış açısını mutlaklaştırır…

Bu mutlaklaştırma benim, “Kızılbaş/Alevileri ayrı bir etnik grup” olarak gördüğüm sonucuna vardırır. Oysa burada ki problem bende değil; Sayın Çem’in “etnik kimlik” dışında diğer “kimlik” tanımlamalarını yok saymasındadır. Yanı sıra çok dilli, çok inançlı, çok etnik kimlikli toplumsal yapıyı “Kürtlük” ile tek ulusçu düşünüş kalıplarına hapsetmesidir. Elbette, Kızılbaşlık/Alevilik bir “etnik kimlik” değildir. Ancak bir “inanç kimlik”dir. Dersimlilere etnik kimlik üzerinden “Kürt müsün, Türk müsün, Zaza mısın?” sorusu sorulduğunda özellikle yaşlıların çoğunluğu “Biz Kırmançız/Aleviyiz” yanıtı verirler. “Ulusçu” arkadaşlar bunu anlamakta zorlanıyor, hatta onları asimile olmakla suçluyorlar. “Alevilik’de bir kimlik olabilir mi, ya Kürt’sün, ya Türk’sün” demişti Özgür Politika yazarı Ahmet Kahraman… Bu konuda Bir Gün Gazetesi’ne yazdığım “Dersim Üzerine ‘Yaralı’ Tezler” isimli makaleye bakılabilir.

Sonuç olarak; Sayın Munzur Çem’in düşünüş tarzı ve vardığı sonuçların çoğuna katılmasam da benzer tartışmaları ve bu tartışmayı anlamlı ve geliştirici bulduğumu belirtmek isterim. Biliyoruz ki; Dersim toplumunun yaşadığı travmalar üzerine henüz bilimsel çalışmalar yapılabilmiş değil. Tarih, kültür, inanç, etnisite, Tertele gibi tarihsel konular ve ekonomik, sosyal, siyasal, ekolojik alanlarda yetersiz de olsa bazı çalışmalar yapılmaktadır. Ancak bu çalışmalar henüz çok parçalı ve güncel politik kaygılarla yapıldığı için “kolektif hafıza”yı öremediği gibi “kolektif bilince” de dönüşemiyor. Parçalı, reaksiyonel ve rekabetçi bir düşünüş tarzıyla bu sorunları çözmek olanaklı değildir. Bu nedenle her etnik, inanç veya düşünsel kimlikte Dersimlinin önce kendiyle, düşünüş tarzıyla hesaplaşarak ve gerçeklikle yüzleşerek köklü bir hakikat arayışına girmesi gerekir. Birikmiş tarihsel ve toplumsal sorunları, “benim doğrum” ile açıklamaya çalışmanın ne kadar yıkıcı, tüketici ve ötekileştirici olduğunu, sorunları çözmek yerine yeni sorunlar yarattığını görüyoruz. Bütün bunların yanı sıra, “Dersimlilerin sorunları” gibi duran sorunların, aslında sadece Dersimlilerin değil, tüm etnik ve inanç kimliklerinden demokrasi güçlerinin sorunu olduğunu, dolayısıyla “birlikte çözme” bilinciyle hareket etmenin doğru olacağını düşünüyorum.

Bütün mesele kimlikleri, kişilikleri, düşünceleri saygıyla karşılamak ve etik değerleri büyüterek, koruyarak tartışabilmektir.

İnsanları kimliklerinden ötürü ayrıştırmak çağımızın hastalığıdır; buna karşı çıkmalıyız. Ancak doğru ile yanlış, iyi ile kötü ayrımı yapabiliriz. Bunu yaparken de akıl, vicdan ve adalet normlarından uzaklaşmadan; birlikte ve birbirimizden öğrenerek…

Seneca’nın dediği gibi; “İnsanlar ders verirken ders alırlar.”

Kaynak: www.gazeteduvar.com.tr

Paylaş
Tweetle
Paylaş
Paylaş

DERSİM TARİHİ NASIL ÇARPITILIR?! – Celal Yıldız

Yazar: EditorTarih: Haziran 12, 2017Kategori: Dersim TarihiYorum YokOkunma: 3.955 Views
DERSİM TARİHİ NASIL ÇARPITILIR?! - Celal Yıldız

CeKa (Cemsi Kaya) gibilerin ısmarlama yazılarla Dersim tarihini çarpıtmak isteyen hayali iddialarına, illizyonlarına cevap olan bu yazı serisi dört bölümden oluşuyor.

1.BÖLÜM: İddialar Dersim’in tarihi belleğine uyuyor mu?

  1. BÖLÜM: İddialar Dersim halkının itikat ve kültürüne uyuyor mu?
  2. BÖLÜM: İddialar bölgenin lisan bilimlerine uyuyor mu?
  3. BÖLÜM: CeKa’nın iddiaları tarihi gerçeklere ve sosyal bilimlere uyuyor mu?

 

 

 

GİRİŞ

Osmanlı ve torunlarının uydurma kaynaklarını çok zaman güvenilir bulmayan CeKa gibi düşünenler söz Dersim üzerine olunca aynı kaynakların hepsini güvenilir kabul ediyor. Bu kaynaklara ait bazı alıntılarla Dersimlilerin Kürt olduğunu ileri sürüyor. Bununla yetinmiyorlar “Dersim Tarihi” ismiyle yayınlanmış olan çok güvendikleri Baytar Nuri’nin kitabının ismini Baytar Nuri öldükten sonra değiştirip “Kürdistan tarihinde Dersim” olarak baskı yapıyorlar. Ölen insana ait olan bir kitabın ismini değiştirmek etik kurallara uyar mı? Bu tavır açık bir tahrifat değil mi?

Dersim üzerine yapılan tüm tahrifatları bu yazıda tek tek açıklayacağız. Ama bilinmelidir ki sosyal bilimlere göre; Dersim coğrafyasında yoğun bulunan bir halkın toplumsal yapısının değiştirilmesi, dönüştürülmesi, asimile edilmesi kolay değildir. Çünkü aynı itikata sahip olan ve aynı dili konuşan halkın bir bölgede ezici çoğunlukta ve yoğunlukta olması asimilasyona karşı korunmasının ve savunmasının en iyi silahıdır. Dünya’ya ferman okuyan Osmanlı ordusu bile 500 yıl gibi uzun süreçte Anadolu’ya yayılmış olan Kızılbaşlığı asimile edip camilere sokamadı. Dersimliler de beş asır hem itikatını, hem de Zazacanın Dersim şivesi olan anadilini korudu ve bundan sonra da koruyacaklar. CeKa gibi düşünenler bilmelidir ki; çok etnisite ve çok kültürden oluşan Kızılbaş-hümanist Dersim coğrafyasında ırkçılığın hiçbir çeşidi kök salıp yeşeremez.

 

CeKa’nın iddialarına yani esas konuya geçmeden önce ilk başta bu “yazı serisiyle” ilgili bir duruma açıklık getirmek istiyorum:

Bu dört bölümlük yazı serisinde ben sadece 1938’lere kadar Anadolu’nun ve özellikle Dersim’in tarihi ve sosyal durumuna açıklık getirmek istiyorum: Biliyoruz ki; Dersim tarihte bir nevi aşiretler federasyonu gibi yönetiliyordu. Elbette ki bu gün Dersimliler çok kültürlü çağdan demokrasiden yanadır. Ama Dersim’i beş asır aşiret önderleri savundu. Kültürümüz Ocaklar sayesinde bu güne gelebildi. Bunlar bizim reel gerçeklerimizdir.

1938’in acı yenilgisiyle Dersim’de federasyon şeklindeki önderlikler yok edildiği için gençlerimiz ortada başsız kaldı. Başsız kalan bu Dersimli gençler özellikle 1970’lerden sonra şaşkın ördekler gibi sağa sola savruldular. Bir kısmı Türk, bir kısmı Kürt örgütleri içinde yerini aldı. Anadolu’da yükselen bu milliyetçi hareketlerin etkisine kapıldılar. 1938 yenilgisinden sonra yaşanılan travmaların Dersim’de yarattığı bu marazi durumu psikolojik ve toplumsal bilimlere göre başka bir yazıda ele alınıp ve genişçe irdelenmesi gereki. Çünkü kimliksiz kalan gençlerin bu yeni durum ve hallerine açıklık getirilip son verilmezse; öz güvenini yitiren gençlerimiz psikolojik bunalımlara, hastalıklı durumlara düşmeleri devam eder. Dersimli sosyolog ve psikologlar bu travmalar konusunda yazılar yazmaya başladılar. Gençlerimize faydalı olan bu araştırmalar umarım devam eder…   

Bu dört bölümlük yazı serisinin 1940’lardan önceki döneme ait olduğunu belirttikten sonra Hem Selçuklu ve hem de Osmanlı dönemlerinde Anadolu’daki baş çelişkinin ırksal değil dinsel olduğuna vurgu yaparak esas konuya geçelim:

“Toplum mühendisliğine” soyunan; Anadolu’daki somut durumu, somut toplumsal yapıyı görmezden gelip toplumu kendi istediği doğrultuda yönlendirmek isteyen tüm sağ ve sol ideolojiler hüsrana uğradılar ve toplum mühendisliğine soyunanlar gelecekte de hep hüsrana uğrayacaklar.

Hüsrana uğrayanlara açık ve çarpıcı bir örnek verelim: Orta Asya’dan gelip sonradan Anadolu’ya yerleşen Türkler sürekli olarak “Kürtler de, Dersimliler de öz be öz Türk’tür,” diyordu. Ne hikmetse Irak-Mezopotamya’dan üç beş asır önce Doğu Anadolu’ya gelen Kürtlerin bir kısmı da son çeyrek asırda “Dersimliler öz be öz Kürt’tür,” demeye başladılar. Son yıllarda ise toplum mühendisliğine soyunan CeKa’ gibi düşünenler çıktı ortaya. Maalesef kalbindeki sesi dinlemeyen; aslını inkar eden ve bundan dolayı kimlik bunalımına girmiş bu Dersimliler de inkarcı görüşlere dahil oldular.

Tarihte bazı kişi veya grupların aslını inkâr edip asimile oldukları bilinen bir gerçektir. Örneğin 60 yıllık göç sürecinde Almanya’da doğup büyüyen birçok, Türk, Kürt ve Dersimli gençler kendini Alman hissediyorlar. Bunlar asimile olmuştur ve oluyorlar. Yapılacak bir şey yoktur. CeKa gibilerin bunlara benzeyen kişisel değişim ve tercihleri hoş görülebilir ve görülmelidir. Öte yandan kendini Kürt hissetmediği halde birçok Dersimlinin Kürt hareketinin demokratik mücadelesine destek olması da etik, insani ve onurlu bir tavır sayılır. Ben bu onurlu tavırlara karşı çıkanlardan değilim. Bu dört bölümlük yazı serisinde; bir topluma yeni kimlik bulmak; yeni deli gömleği giydirmek isteyen yanlış düşüncelere, ısmarlama yazılara cevap vermek istiyorum. Tarihi gerçeklerden, bilimsel doğrulardan, bilimden yanayım. Nasıl ki Türklerin safsatadan ibaret olan “kart kurt” teorileri iflas etti ve Kürt halkının varlığı dünyaca kabul gördü ise CeKa gibi düşünenlerin kendi halkının tarihi ve toplumsal belleğine dayanmayan; bilimsel temelleri olmayan “cart curt” iddialarına dayandırılmak istenen “Dersim=Kürt veya Zaza=Kürt” teorileri de iflas etmeye mahkumdur.

 

CeKa gibiler demokrasiyle barışık olan Kızılbaş Dersim Kültürünün asimile edilmesinin Anadolu halklarına zararları olacağını da düşünmüyorlar.  On yıl önce Dersim’de iki hafta kalan Alman İnsan Hakları Derneği Başkanı Zimmermann özetle şöyle demişti:

“Dersim’de bin yıldır kadın erkek birlikte ibadet ediyor. Dersim bu barışçı kültürüyle hem Avrupa’dan, hem de Türkiye’den daha ileridir. Dersim’den öğreneceğimiz çok şey vardır. Dersim’in barışçı ve hümanist kültüründen hem Türkler, hem de Kürtler çok şey öğrenebilir. Örnek alınabilir.”

Örnek alınacak bir kültürü asimile etmeye çalışmanın bir mantığı var mı acaba?

 

Bazıları Dersimli kelimesi “kimlik” yerine geçemez diyorlar. Oysa İran’da ve Amerika’da “kimlikler” coğrafidir. Etnik veya dini değildir. Dersim’de de esas kimlik tarihine ve coğrafyasına dayanır. Ayrıca Kızılbaşlık da Dersimlileri birleştiren ortak bir mayadır. Yani “Dersimlilik” tıpkı Amerikalılık, İranlılık gibi çok kültürlerden oluşur ama başlı başlına bir “kimliktir.” Nasıl ki çok etnisiteli ve çok kültürlü Amerikan halkı Amerikalı kimlikle övünüyor ve gurur duyuyorsa; çok etnisetli, çok kültürlü Dersim halkı da Dersimli kimliğiyle övünüyor ve gurur duyuyor. Kaldı ki Dersim itikatı, kültürü ve tarihi bilinci Amerikan’dan da çok eskidir. Dersimli olmaktan utanıp başka kültürlere özenti duyanları, asimile olmaya çalışanları anlamak mümkün değildir.

 

Bu uzun ön açıklamalardan sonra şimdi Osmanlı, Türk, Dersimli, Zaza, Kürt ve Kızılbaş kimliklerinin toplumsal ve tarihi belleklerde birbirine karşı ilişkileri açısından CeKa gibilerin yazı serisini değerlendirmeye geçebilirim.

 

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM:

CeKa’LARIN İDDİALARI TARİHİ BELLEĞE UYMUYOR MU?

 

CeKa yazısının bir yerinde: “Dersim’in Kürdistan’da her zaman bir sandelyesi olmuştur,” diye yazıyor. Biliyorsunuz ki “her zaman” söylemi “geçmiş ve geleceği” kapsar. Şimdi Dersimliler ile Kürtler arasındaki tarihi ilişkilere bir göz atalım. Acaba Dersimlilerin Kürt tarihinde veya Kürtlerin Dersim tarihinde bir yeri, dostlukları var mıydı? Yoksa farklı inançlardan, mezheplerden dolayı aralarında kanlı savaşlar mı vardı? Acaba Kürtler Dersim’de var mıydı? Yoksalar Dersim civarına hangi yıllarda ve nasıl geldiler?

 

Aslında Irak bölgesindeki Mezopotamya’nın kadim halklarından olan Kürtler Doğu Anadolu’ya üç dört asır önce geldiler. Bunu ben söylemiyorum. Yazımı 1597’de tamamlanan ve aydın Kürtlerin okuduğu “Şerefname” isimli kitabında Kızılbaş düşmanlığı yapan Şeref Han yazıyor. Şerefnama’den aynen aktarıyorum: ”Kürtlerin memleketlerinin sınırları Hürmüz Denizi (Basra Körfezi) kıyısından başlar; bir doğru çizgi üzerinde oradan Malatya ve Maraş illerinin nihayetine kadar uzanır. Böylece bu çizginin kuzey tarafı Fars, Acem Irak’ı (Azarbeycan), küçük Ermenistan ve Büyük Ermenistan teşkil eder. Güneyine ise Arap Irak’ı, Musul ve Diyarbakır illeri düşer. Bununla birlikte bu insanların (yani Kürtlerin) soyundan bir çok halk ve kabile doğudan batıya kadar bir çok ülkede yayılmıştır.” (Şeref Han, Şerafname, Hasat Yay. 1990 İst. Syf-20.)

 

Görüldüğü gibi Kürt yazarı Şeref Han’a ait olan bu kitapta; Kürtler’in üst sınırı Maraş ve Malatya’nın nihayetine kadar uzanır ve bu iki ilin kuzeyi “Acem Irak’ıdır” diyor. Osmanlı 1514 yılında Çaldıran savaşıyla bu bölgeleri ilk defa işgal etmişti. Ama bu bölgedeki halkın çoğunluğu ve yoğunluğundan dolayı Şeref Han 1590’larda bu bölgeyi halâ Acem Irak’ı olarak görüyor. 

1590’larda üst sınırı Maraş, Malatya illeri olan Kürtler acaba Doğu Anadolu’ya ve Dersim’e ne zaman geldiler? Bu haklı soru her okuyucunun aklına gelebilir. Bu sorunun cevabı çok uzundur. Ama tarihle biraz ilgilenen her insanın okuduğu tarihi kitapların sayfalarında yazılı olan ve bölgede dengeleri değiştiren “üç büyük savaş” neticesinde Kürtler’in kuzeye doğru nasıl yayıldığını bilirler. Bilmeyenler için ancak bu üç büyük savaşı özetle anlatarak bu sorulara cevap vermiş oluruz…

 

  1. Üç büyük savaştan birincisi, İslam’ın ilk yayılma döneminde (İS. 7. asırda) yani daha Türkler Orta Asya’dayken çok güçlü olan İslamcı Arap orduları Kuzeye doğru saldırıya geçtiler. Bu saldırılara karşı direnemediği için İslam dinini kabullenen Kürtler; Cihad’çı İslam ordularıyla birleşerek kuzeydeki “kâfirlere” karşı savaş açtılar ve Doğu Anadolu’yu işgal ettiler. (“Cihad” inancına göre İslâm’a karşı direnenlerin karı ve çocukları, malı mülkü İslam savaşçılarına helaldi. Yani ırza geçmek bu din tarafından teşvik ediliyordu.) Yine bilindiği gibi sonraları Araplar Bizanslılara yenilip geri çekildi ama bu işgal nedeniyle bir takım Kürt aşiretleri Doğu Anadolu’da kaldılar. (İşte bu nedenle olsa gerek Şerefhan 1590’larda Kürt vatanı olan Mezopotamya’nın dışında kalan daha kuzeyde bazı Kürt aşiretleri vardı diyor.)

 

  1. İkinci büyük savaş; 1514’te Yavuz Selim döneminde Şeyhul İslam olan Kürt İdris-i Bitlisi’nin aracılığıyla Türklerle birleşen Kürt paşaları 40 bin Alevi’yi kılıçtan geçirdiler. Binlerce Kızılbaş köyüne yine Sunni ve Şafii Kürtler yerleştiler. Çünkü Doğu bölgesinde Türkler azdı.

Şeref Han yine bu Şerefname isimli kitabında Malatya’nın kuzeyinde o dönemler Dersim’in merkezi olan Çemişgezek Beyliğinin de (Beylerin Melik ismini Melikşi ve Mir’e dönüştürüyor ve bu simlerden dolayı) Kürt olduklarını ileri sürüyor. CeKa gibiler de bu yazılana inanıyorlar. Oysa bir çok tarihçi bu görüşün yanlış olduğunu yazıyor. 1200 yıllarında yıkılan Kızılbaş “Saltuklular Beyliği’nin” bir parçası olan Kızılbaş inançlı Çemişgezek Beyliği kendi varlığını ve bağımsızlığını 1514’e kadar korudu. 1514’teki Çaldıran Savaşı’nda Şah İsmail’in tarafında yer alan bu Kızılbaş Beyliğin reisi Hacı Rüstem Bey ile birlikte önde gelenlerden 40 kişisini Yavuz Selim öldürttü. Bu kırımda kurtulan Pir Hüseyin babasını öldürten Yavuz’a biat ederek Sunni mezhebine geçti. Babasından kalan Beylik makamını ve topraklarını geri aldı. Kendisinin 16 oğlu oldu. Bu Kızılbaş Türk Beylerin (örnek Pir Hüseyin) Çemişgezek’te arta kalan toprakları onların son asırdaki soyundan olan Adnan Beye kadar uzanır. (Adnan Bey 1980’lerde hayattaydı ve arta kalan akrabalarından soylarının Pir Hüseyin Beye dayandıklarını biliyorlar. Adnan Bey ve akrabaları konuşma ve şivesiyle öz be öz Türk’tü ama Adnan Bey Kızılbaş olan soyundan ve kültüründen gelen bir rahatlıkla olsa gerek İslami kurallara aldırmaz, Çemişgezek gibi küçük bir kasabada iyi rakı içerdi.)

 

Tarihte ve şu anda Çemişgezek’te yaşayan beyler için MİR kelimesi kullanılmamıştır. İsmi Çemişgezek Beyliği ve yöneticilerine ise Adnan Bey, Melik Bey denilir. Çemişgezek tarihinde bir zamanlar Ermeniler’in yaşadığını ve hangi yıl “tehcir” edildiğini biliyoruz. Eğer Kürt mirleri yaşasaydı; bunu da atalarımızdan duyar veya hangi yıllar göç ettiklerini de tarih kitaplarından öğrenirdik. Çemişgezek’in merkezinde Kürtler de, Zazaca konuşan Kızılbaşlar da 1990’lara kadar yoktu. Veya birkaç Kızılbaş aile vardı. 1990’lardan sonra Kızılbaşlar Çemişgezek merkezine yerleşmeye başladı ama sayıları merkezde hala % 20’i kadardır. Ceka’nı soyu da, aşireti de bunları biliyor. Acaba CeKa bunları bilmiyor mu? Yoksa bildiği halde tarihi gerçekleri örtmeye mi çalışıyor.

 

  1. Dünyayı ve çevremizi etkileyen üçüncü büyük savaş ise; Birinci Dünya Savaşı ve bu süreçte yapılan 1915 Tehcir olayıdır. Bu kez de Osmanlının emrindeki Kürt Hamidiye Alayları yüz binlerce Ermeni’yi katletti. Doğu bölgesin bu köylerin çoğu da taş konaklarıyla birlikte yine Kürtlere kaldı ki Ermeni tarihçileri bu konakların eski sahipleri olan Ermenileri isimleriyle birlikte tek tek açıkladılar.

Kısaca Kürtler Doğu Bölgesine bu üç büyük savaş sonrasında yerleştiler. Dersim bölgesine ise Kürtler başka bir sürgün olayıyla geldiler. Dersim’i ikiye bölmek isteyen Osmanlı padişahı 16’cı asırda Sunni Mıli aşiretini Dersim’de Pertek ve Çemişgezek arasındaki bölgeye yerleştirdi. Dağlarda davar sürüleriyle geçimini sağlayan bu göçebe aşiret Dersim’de şavaklılar denilir. Beş vakit namaz gibi bazı zor ritualler davar sürüleriyle dağlarda dolanan bu göçebe Sunni Kürtler’in yaşam tarzına uymuyordu. Birkaç asır devam eden bir süreçte Dersim’de azınlık olan bu göçebe Sünni Kürtler’in bir yarısı kendi yaşamlarının kolaylaştıran Dersim’in yerli halkının inancı olan Kızılbaşlığa geçtiler. Yani asimile oldular. Bir kısmı da Sünni olarak kaldılar. Dersim’de Pertek ile Çemişgezek arasındaki bölgeye sürgün gelen Kürt köylerinin Alevi olanları ve Urfa’dan geldiği gibi Sünni kalanları tek tek biliniyor. Alevi olanları da, Sunni kalanları da halâ Kürtçe konuşuyorlar…

 

Eğer Sayın CeKa gibi düşünenler son asırdaki milliyetçi tezlerin etkisinden kurtulup tarihi labirantın derinliklerine inebilseler bölgede dengeleri değiştiren bu büyük savaşları ve savaşlardan sonra nüfus değişimlerini görebilirlerdi. Dersim Kürt’tür gibi tezlerinin tarihi köklerde, tarihi belleklerde yeri olmadığını da anlayabilirlerdi. Dersim’in tarihinde Sunni Kürtler yoktu. Bu gününde Sünni ve şafii Kürtlerin beş on köyü var. Alevi Kürtler de Dersim’de azınlıktır. Tarihte kökleri ve yeri olmayan bir olayın veya hayali yanlış tezlerin Dersim topraklarında tutunamayacağını, balon gibi patlayıp söneceğini de her aydın bilir.

 

NOT: İkinci, üçüncü ve dördüncü bölümlerle devam edecek.

 

 

Paylaş
Tweetle
Paylaş
Paylaş

Diyap Ağa ve tarih okumaları – Hüseyin Sevinç

Yazar: Hüseyin SevinçTarih: Haziran 01, 2017Kategori: Dersim Tarihi, GündemYorum YokOkunma: 14.882 Views
Diyap Ağa ve tarih okumaları - Hüseyin Sevinç

Diyap Ağa ve tarih okumaları

“Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalan teşkilat kurmuş, doğru yanlızdır.” Yaşar Kemal

Dersim üzerine bir şeyler yazdıklarında, düzen muhalifi olduğunu söyleyen çevreler “ihanet” ve “halk düşmanı” sözcüklerini dillerine pelesenk etmiş olarak tekrarlayıp dururlar. Bir değersizleştirme ve itibarsızlaştırma algısı Dersimlilere yönelik olarak sık sık gündeme taşınır. Zaman zaman durum öylesine bir üst perdeye taşınır ki, insanın şaşırası gelir. Hayal ürün suçlamalar, yalan ve yanlış ithamlar habire tekrarlanır durur.

Ağleranê Dêsım ra Diyap Ağa

Son olarak 27 Şubat 2017 tarihinde, Cahit Mervan “Cumhuriyet çocuğu Erol ‘un PKK hezeyanları” adıyla rojhaber.org internet sitesinde konuya ilişkin bir yazı yayınladı. Aslı-astarı olmayan iddialarda bulundu. Ki, Cahit Mervan bir televizyon yapımcısı ve sanırım bir gazeteci.

Cahit Mervan’ın iddialarını okuyalım:

“Allah kimseyi kılıç artığı etmesin. Çünkü devşirmenin kılıcı daha keskin oluyor.  Her salladığında aslında kendisine saplamış oluyor. 

Kısaca ol hikâye şudur:

O meşhur fotoğrafı herkes bilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün üstü açık bir arabada beyaz uzun sakallı, sarıklı ve pardösülü ilk Dersim milletvekili olan Diyap Ağa ile çekilmiş bir fotoğrafı var.  

Bu fotoğraf birçok kesim tarafından Atatürk’ün Kürtlere duyduğu şefkati anlatmak için kullanılmakta. 

Diyap Ağa geçmişte Hamidiye Alaylarında milis komutanı olarak Siirt ve Bitlis’te bulunmuş, Mustafa Kemal’in Sivas kongresine destek vermiş ve ilk mecliste yer almış Dersimli bir siyasetçidir.”

“Kılıç artığı” suçlaması başlı başına bir tartışma konusu. Bunu ilerde tartışırız. Fakat, “Hamidiye alaylarında milis komutanı” olması, Siirt ve Bitlis’te bulunması” yönünde bir iddiada bulunması, Dersim ve Dersimlilere karşı hiç de iyi niyetli olmadığını ortaya koyuyor. Bunu hangi kaynaktan öğrendiğini bilmiyorum. Ama tarihimizin düşmanca çarpıtılmış bir sayfasından aldığını tahmin ediyorum.

Amacım Cahit Mervan ile polemik yapmak veya onunla tartışmaya girişmek değil. Nitekim bu iddialar yeni de değil. Amacım tarih çarpıtmalarına karşı Dersimlilerde bir farkındalık bilincinin yaratılmasının önemine ve zaruriyetine işaret etmektir. Yazının yeni olması ve boşa çıkarılması gereken iddialarda bulunması nedeni ile değerlendirmeye konu oldu.

Dönemin Osmanlı arşivlerinden Cahit Mervan’ın iddialarını yalanlayacak bir tutanakta yazılanları aktarmakta yarar var.

Erzincan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim görevlisi Dr. Abdulkadir GÜL “Osmanlı İdaresinin Kızılbaşlığa Yönelik Tutumu (Dersim Sancağı Örneği) adlı bir makalesinde (10.09.2015) şunları söyler ve Başbakanlık Osmanlı Arşiv’lerinden  konu ile ilgili olarak bilgiler aktarır. Okuyoruz:

“Dersim’in ileri gelen aşiret ağaları, teşkil edilen Hamidiye Alaylarına kendilerinin de alınmasını talep etmektedirler. Bu aşiretlerin başında Ferhat uşağı aşireti reisi ve meclis-i idare azası Diyap Ağa gelmektedir. Diyap Ağa başkanlığında, birçok aşiret reisinin bu teklifleri geri çevrilse de, isteklerini yeniledikleri görülür. Hatta bölgedeki diğer aşiret ağalarının dâhil olduğu ve müşterek kaleme aldıkları arz ’da “şu an kadar kendilerine verilen her türlü görevleri yerlerine getirdikleri ve bundan dolayı kendilerinin taltif edildiklerini beyan ederek, kendi aşiretlerinden oluşan bir Hamidiye Alayı’nın kurulmasını talep etmişlerdir. Ancak 4. Ordu müşirliği, Dersim mutasarrıflığı ve Mamuratül-aziz valiliği ve Dersaadet arasında bu hususta yazışmalar olmuş ve nihayetinde Dersim Kürtlerinin Hamidiye Alaylarına alınıp alınmamaları hususunda fayda ve menfi yönleri düşünülerek, bu talep kabul edilmemiştir. Dersim Kürtleri ise Yezidi gruplarla kendilerinin aynı kefeye konmamasını ısrarla dile getirmişlerdir” BOA. Y.MTV. 61/18. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Tasnifleri. (BOA.) İstanbul.

Demek ki, Dersimlilerin ve Diyap Ağa’nın Hamidiye Alaylarında yer aldıkları iddiası gerçekçi değil, temelsiz bir iddiadır. Makalenin bir başka yerinde Abdulkadir Gül şunları yazar: “Dersim’de  uygulamaya  konulan  Fırka-i  Islahiye  uygulamalarından  beklenen  “aşiretlerin ıslahı”,  “merkezileşmek”,  “mükellefiyetlerin  toplanması”  ve  “Kızılbaşların  Sünnileştirilmesi” şeklindeydi.

Aynı makalede Şakir Paşa ve Zeki Paşa raporlarına atfen şunlar da aktarılır: “…parasız Kur’an-ı Kerim dağıtılması,    Şafi olan  Kürtler  arasından seçilen  Nakşibendi  şeyhleri,  Dersim kıtasına  gönderilmeli  ve  tekkeler  tesis  edilerek,  Kızılbaş  halkın  Sünnileştirme  faaliyetlerine  hız  verilmelidir….”  BOA. ŞD.13/2693

Görüldüğü gibi bırakalım Dersimlilerin imparatorluk destekli alaylara alınması, Dersimliler, Alevi-Kızılbaş kimliğinden ötürü hep “öteki” gösterilmiş, onların Sünnileştirmesi için her tür çaba ve siyaset gütmekten bir an geri durulmamıştır.

Oysa Hamidiye Alaylarının Sünni Kürt aşiret reislerinden ve ileri gelenlerinden oluşturulduğu, ne için ve kime karşı kurulduğu çok iyi biliniyor. Bunun üzerinde uzun uzadiye durmak bu yazının konusu değil. Üstelik, bu konuda yeterince tarihsel kaynak mevcuttur.

“Hayatımızdaki gölgelerin çoğu kendi güneşimizin önünde durmamızdan  oluşur.”  (Ralph Waldo Emerson)

“İhanet” ve “ihanetçilik”e karşı Dersimlilerin oldukça hassas olduğu biliniyor olsa gerek ki, Dersimliler sık sık bu hassas noktasından vurulmaya çalışılıyor. Bu kavramlar, fark edilmeden tarihimize yabancılaşmanın tuzakları olarak işlev görüyor. Bu nedenle sürekli tedavülde bırakılıyor.

Dünyanın her bölgesinde bunlar yaşanıyor. Evet, Dersim konusunda kullanılan bu ithamların, yaratılan algının, çarpıtılan ve abartılan gerçeklerin manipülasyon ve psikolojik saldırılara malzeme yapıldığını; tarih bilincimizi dumura uğratan tuzaklar olduğunu düşünüyorum. Yıllardır yaratılan havanın, tekrarlanan söylemlerin Dersimlilerde kendi tarihlerine yönelik güvensizlik yarattığını ve bunun tarihsel kopuşa neden olduğunu üzülerek söylemek durumundayım.

Bu konuda kaybettiğimiz tarih bilincini yeniden ayakları üzerine oturtmak, tarihimize ve kültürümüze; Dersim Kızılbaş inancındaki hoşgörü ve sevgi kültürüne karşı farkındalık bilinci içinde olmak; onu sahiplenmek, onunla barışmak vaz geçilmez görevimiz olmalı.

Diyap Ağa’yı sılf Mustafa Kemal ile birlikte çekilen resminden dolayı “ihanet” suçlamasına malzeme yapmak Dersim’e mahsus olsa gerek! Türkiye’nin tüm Türk ve Kürt illerinden Milletvekilleri o meclise girmemiş gibi davranarak tek “suçlu” Dersimli Diyap Ağa imiş gibi bir propagandaya girişmek iyi niyetli bir davranış değildir. Kabul edilemez.

Diyap Ağa’nın M. Kemal ile fotoğrafı üzerinde bitmek bilmeyen bir algı operasyonudur devam ediyor. Resim, neredeyse “ihanetle özdeş” kabul edilmekte!   Bu resim öyle bir yorumlandı ve durum öylesine çarpıtıldı ki, sonuçlarının Dersim’e ve Dersimlilere değişik alanlarda olumsuz yansımaları oldu. Sonuçların iki alandaki yansımaları özellikle önemlidir. Sorgulanmaya ve ele alınmaya değerdir.

Birinci olarak: Söz konusu resim etrafında yaratılan fırtına 70li yıllardan yakın bir döneme kadar parlamento seçimlerini boykot eden çevrelerin ve fikirlerin sorgulanmasını engellemiştir. Sürekli, parmakla işaret edilen bu resim, parlamenter araçların kullanılmasının önemini düşün dünyamızdan alıvermiş, şiddetin topraklarımızda yer edinimini beraberinde getirmiştir. Farkında olmadan adım adım şiddet uygulamaları kabul görmeye neden olmuştur.

İkinci olarak: Diyap Ağa’nın resmi üzerinde koparılan yaygara, üretilen sahte “ihanet” söylemleri Dersimlilerin hassasiyetine tuz-biber oldu. Gerek bu resim, gerekse de 1937/38  tertelesinde dillere pelesenk olan yerli-yersiz  “ihanet” veya “ihanetçilik” söylemleri yaşanan travmaları daha da derinleştirdi, Dersimliler arasında güven ve dayanışma duygusu son derece zayıfladı.  Topraklarımıza ürpertici korkular sindi. Coğrafyamıza ölü toprağı serpiştirildi.  Topraklar çoraklaştı, gelişemez ve ürün veremez oldu.

Sonuç itibarı ile bu ithamlarla sivil ve savunmasız insanlar suçlanıp öldürülürken, kimsenin diyecek bir sözü veya cesareti kalmadı. Çünkü Dersimlilerdeki insani hassasiyetler, Dersim Kızılbaş felsefesindeki “zereweşiye” (hoşgörü) kültürü, yaratılan “ihanet” rüzgarı ve oluşan psikolojik ortam nedeni ile çoktan ellerinden alınmıştı. “Öyle ya, ihanetçi iseler, ölümü hak ettiler” denilip ölümleri onaylar durumuna düşürüldük…

“Yanlış trene bindiyseniz koridorda ters tarafa yürümenin faydası yoktur.” Dietrich Bonhoeffer

Yaşanan travmaların bir sonucu olarak, Dersimlilerde gaza gelme ruh hali ciddi bir boyut almıştır. Son yıllarda çeşitli çevrelerce sürdürülen psikolojik saldırı kampanyaları sonucunda önemli sayıda bir Dersimli kitle (özellikle gençler) olumsuz olarak etkilenmiştir. Bunun sonucunda Dersim’de ciddi bir tarihsel bilinç kırılması yaşandı, yaşanıyor.  Tarihini küçümseme ve ona karşı güvensizlik duyma olgusu sürdürülen ideolojik saldırıların da etkisi ile maalesef önemli ölçüde bugün de fiili olarak varlık göstermektedir.

Bu yönde yapılmış veya yapılan propagandalar “ihanet” etrafında örülen tuzaklar Dersim’de önemli ölçüde kırılmalara neden olmuştur. Bu tuzak kavram ve ideolojik saldırılar sonucunda zihnimize müdahale edilmiş ve zihnimiz değişik amaçlar doğrultusunda yönlendirilmiştir. Bu tuzakları fark etmek veya bunların farkında olmak önemlidir. O nedenle zihnimizi tüm bu yönlendirmelerden kurtarmaya ihtiyaç var.

Dersimlilerin tarihi ile yeniden buluşmasının zamanıdır. Nitekim yazamadığımız tarihimizi avcılar yazmaya başladı bile. Bu görev onlara bırakılmamalı. Tarihimiz sahiplenilmeli, çarpıtılmasına müsaade edilmemelidir. Bu yöndeki saldırı ve spekülasyonların boşa çıkartılması konusunda tüm Dersimli bireylerin sorumluluk üstlenmesi ve tavır geliştirmesi son derece önemlidir.

“Öldük, ölümden bir şeyler umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü
Nasıl hatırlamasın o türküyü,
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak.” (Cahit Sıtkı Tarancı)

Şimdi büyüyü bozmanın ve kendimizi yaşamanın zamanı…

Hüseyin Sevinç

31 Mayıs 2017

 

 

 

 

 

 

Paylaş
Tweetle
Paylaş
Paylaş

Tarihte Dersim Tertelesi – Hüseyin Sevinç

Yazar: Hüseyin SevinçTarih: Mayıs 03, 2017Kategori: Dersim, Dersim TarihiYorum YokOkunma: 4.612 Views
Tarihte Dersim Tertelesi - Hüseyin Sevinç

Tarihte Dersim Tertelesi

Dersim sorunu çoğu kez bilinçli veya bilinçsizce Cumhuriyet döneminin bir hadisesi olarak görülür veya bu yönde değerlendirmeler yapılır.  Oysa Dersim, Osmanlı döneminden beri sosyal, kültürel, toplumsal ve inançsal aykırılığı nedeniyle hep “sorun” olmuştur. Resmi kaynaklara göre Çaldıran’dan 1937/38’e kadar Dersim 108 cezalandırma seferine maruz kalmış, tedip edilmemiş aşireti kalmamış, “en az 40 katliam” görmüştür.

Osmanlı’dan iktidarı devralan Cumhuriyet rejimi, bu bölgesel sorunu “kökünden çözmek” için daha da kararlı ve kurnazca politikalar geliştirir. Bölge hakkında yazılan hemen hemen tüm raporlarda “planlı bir harekât” dan yana adeta ısrar edilir.

Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in 1926 yılında, dönemin Diyarbakır Valisi Cemal Bardakçı’nın yine 1926 yılında, Birinci Umum Müfettiş İbrahim Tali Öngören’in, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın, 3. Fırka Kumandanı Halis Paşa’nın 1930 yılında ayrı ayrı hazırladıkları raporlarda; İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Başbakanlığa sunduğu 18 Kasım 1931 tarihli raporda, İsmet İnönü’nün 1935 raporu bu mahalde görüş belirtir.

Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in 1926 yılında yazdığı raporda Dersim için şu teşhiste bulunur: “Dersim, bir çıbandır. Bu çıban kökünden kesilip atılmalıdır.”

Mareşal Fevzi Çakmak ise Eylül 1930’da hazırladığı raporda “Dersim evvela koloni gibi nazara alınmalı” görüşü öne çıkar.

Bu raporların birçoğu tahminen 1932 yılında yazılan Jandarma Umum Komutanlığının ‘Dersim’ adı altında “Gizli ve zata mahsustur” ibaresi ile 100 adet basılan bir kitapçıkta bir araya getirilir. Kitapta verilen bilgiler oldukça kapsamlıdır. Bölgedeki aşiretlerin nüfusları, sahip oldukları silahları ve çıkarabilecekleri muhtemel savaşçı sayısı, sahip oldukları mal varlıkları en ince ayrıntılarla yazılır.

Neredeyse Dersim’de yaşayan tüm aşiretlerden birer, beşer-onar aile, sürgün listelerine alınır. Sürgün edilecek 347 ailenin adları tek tek bu kitapta yer alır. Bu ailelerden 3470 kişinin Trakya’ya hatta gereken nakil vb. Masraflar bile kuruşu, kuruşuna hesaplanır.  

Kitapçığın bir bölümünde şunları okuyoruz: „ Dersim Hareketi için birinci sene şu kadar paraya ihtiyaç olduğu tahmin olunur: „600.000 lira askeri nakliyat için 600.000 lira da Dersimlilerin Garba nakilleri için tahsisat konmalıdır“.

Oysa, “1934-36 yıllarına ait istatistikler üzerinde yapılan tetkikler, umumi müfettişlik bölgelerinde olguların gittikçe azaldığını … göstermiştir.” “Tunceli mıntıkası: Şükranla arzederim ki asayiş noktasından % 99 salah bulmuştur.” (Akt. Baskın Oran)

 

Bütün bu olgu ve fiili duruma rağmen 1937 yılındaki Tunceli harekatına dair Bakanlar Kurulu Kararı ile adeta bir soykırım harekatına imza atılır. Karar metni şöyledir:

Gayet Gizlidir

KARAR

4 Mayıs 1937

Başvekalet Kararlar Müdürlüğü

 Mülahaza:

Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar vermeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.

Not: Malatya’dan ve Ankara’dan gönderilen kuvvetlerin cepheye vasıl olmaları ve cephedeki kuvvetlerin ufak tefek talimleri ve istirahatları ve bundan başka Diyarbakır’dan gelecek taburun tavzifi, bütün bunlar düşünülerek bir hafta sonra yani 12 mayısta ileri harekete başlanabileceği anlaşılmaktadır.

Not: Paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak lazımdır.

……………

Askerlere dağıtılmak üzere “ev yakma klavuzu”

1938’in bahar aylarında yapılacak harekât için her şeyi düşünen hükümet, Elazığ’da Turan Matbaası’nda ‘kundaklama bilgisi‘ni içeren bir de el kitapçığı da bastırır. Köy baskınlarının, ev yakmaların nasıl yapılacağını anlatan kitapçıklar, bölgeye sevk edilen tüm subaylara dağıtılır. Bu kitapçıklarda, ‘temizlenen’ evlerin, mağaraların, nasıl yakılması gerektiği, ateşin hangi yönlerden tutuşacağı, rüzgâr ve ateş arasındaki ilişki ayrıntılarıyla açıklanır.

1956 yılında Sabiha Gökçen, Halit Kıvanç’ın kendisiyle yaptığı bir röportajda “Canlı ne görürseniz ateş edin… Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk” diye açık bir itirafta bulunuyordu.

Dersimde zehirli gaz kullanıldığını kör-sağır duydu. 1987 yılında Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisi ile yaptığı bir röportajda Eski Dışişleri Bakanlarından ve Seyit Rıza’nın idamında görev alan  İhsan Sabri Çağlayangil de “…Ordu zehirli gaz kullandı. Bunları fare gibi zehirledi. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti” diyerek var olan gerçeği dışa vurur.

Bu itirafı yeterli veya gerçekçi bulamayanlar, 30 Mart 1937 tarihli, Tunceli Valisi Abdullah Alpdoğan’ın Başbakanlığa yazdığı yazıda “Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa’dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim.” demesine ne diyecek, merak ediyorum.

Dersim’de bir “isyan” olduğu yalanı uzun yıllar söylenmeye devam edildi. Hoş, hala da söyleyenler var. Bu yalan Kemalistlerden olduğu gibi alındı ve kabul gördü. Oysa Dersim’de bir isyan yoktu. Devlet, “isyan” kavramını bilerek raporlara almış; bunu, katliamlarını mazur göstermenin malzemesi olarak ustaca ve kurnazca kullanmıştır. Devlet belgelerinde de görüldüğü gibi “Dersim’de bir asayiş sorunu” bile yoktu. Dersimliler silahlarını çok önceleri devlete vermişti. Dersim’de temel olan sorun,  yörenin sosyal-toplumsal, kültürel, inanç ve etnik yapısının Sünni İslam ile olan aykırılığı idi. Bölgenin yarı-özerk yapısında ısrar etmesinde kararlı olmasıydı.

Her şeyden önce burada, var olan yapıya saldıran ve kendi yönetimini ve ideolojisini dayatan taraf devlettir. Dersim aşiretleri haklı olarak yüzlerce yıldır süregelen geleneksel yaşam tarzlarını, kimliklerini, bölgelerini bölük-pörçük savunmaya çalışmışlardır. Dersimlilerin direnişi saldırılara karşı korunma ve savunma amaçlıdır. Devletin ise yaptığı bir halkı, bir kimliği ele geçirme, yok etme ve kendi rejimini ve ideolojisini egemen kılmadır.

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve Ocak 1951’de yürürlüğe girmiştir. 

Söz konusu bu Sözleşme’nin 2. Maddesinde şunları  okuyoruz:

 Madde 2 [Soykırım oluşturan eylemler]

“Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur:

  1. Gruba mensup olanların öldürülmesi;
  2. Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
  3. Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
  4. Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
  5. Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek;”

Kaynak: 30-04-2012

Resmi verilere göre 1937-1939 yılları arasında yani tertele yıllarında 13 bin 806 Dersimli öldürülmüş ve bu yıllarda 2907 aile yani fert olarak 14 bin 401 kişi Batıya 32 il ve ilçeye sürgün edilmiştir. Sayısı oldukça düşük bu veriler bile 30bine yakın insanın yerinden-yurdundan edildiğini veya öldürüldüğünü gösteriyor. Uluslararası insan hakları bildirgelerindeki soykırıma tekabül eden bu dönemin tarihi ile yüz yüze gelmek; yaşanan travmaların giderilmesi için atılması gereken önemli ve zorunlu bir adımdır.

1937-38 harekatının hedef kitlesi topyekün Dersimliler olmuştur. Burada yaşayan Alevi-Kızılbaşlar olmuştur. Dolayısı ile Dersim 37-38 soykırımı aynı zamanda bir Alevi-Kızılbaş soykırımıdır da.

Olayların bizzat şahidi olan Orgeneral Muhsin Batur’un anılarını yazarken, „Okuyucularımızdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum…” dediği Dersim Tertelesinde yaşananlarla hesaplaşmak, yaşanan insanlık dışı vahşet ve uygulamalarla yüzleşmek; göz ardı edilmeyecek kara bir sayfadır…

 

Hüseyin Sevinç, 3 Mayıs 2017

 

 

Paylaş
Tweetle
Paylaş
Paylaş

1798 yılında Şeyh Hasanlu Aşiretinden Kesilen Altmış Baş

Yazar: adminTarih: Ağustos 01, 2016Kategori: Dersim TarihiYorum YokOkunma: 3.727 Views
1798 yılında Şeyh Hasanlu Aşiretinden Kesilen Altmış Baş

Yusuf Ziya Paşa’nın Tuzağına Düşen Şeyh Hasanlu Aşiretinden Kesilen Altmış Baş.(1) 

 

Özet 

 

1798 yılında Erzurum Valisi Yusuf Ziya Paşa, bugünkü Dersim coğrafyası içinde bulunan Şeyh Hasanlı Aşireti liderlerini Çemişgezek’e davet etti. Otuzu aşiret reisi olmak üzere yüze yakın kişi Çemişgezek’e geldi. Gece olunca bu kişiler evlere misafir olarak dağıtıldı. Önceden yapılan  plana göre bu kişilerin hepsi bulundukları evlerde katledildi. Altmış kişinin kesilen başı İstanbul’a gönderildi.

 

Abstract 

 

In 1798, Erzurum Governor Yusuf Ziya Pasha invited Sheyh Hasanlu tribe leaders to Chemishgezek, which located in present-day Dersim Land. Nearly one hundred individuals, including thirty tribe leaders, came to Chemishgezek. Around night time, these people were distributed all over the village and were given accommodation in the local guest houses. As  planned in advance, they were all murdered, whilst sixty of them were decapitated and their severed heads were sent to Istanbul.

 

Erzurum Valisi ve Keban Maden-i Hümayun Emini olan Yusuf Ziya Paşa (Kör Yusuf Ziya Paşa olarak bilinir), 1798 yılında(2), Çemişgezek’e ve civar köylerine rahatsızlık verip yol eksen Desimli ve Şeyh Hasanlı aşiretlerinin ileri gelenlerini Çemişgezek’e davet et(tir)mişti. Daveti kabul edip gelen ve büyük kısmı Şeyh Hasanlı olan ağalara ziyafet çeken Çemişgezek voyvodası, onlardan yana görünerek, akşam olunca kendilerini ikişer-üçer halde evlere misafir

 

Bu makale, Munzur Dersim Etnografya Dergisi’nin 2016 yılı 40. Sayıda Yayınlanmıştır.(1)

Yusuf Ziya Paşa’nın Keban Madeni Eminliği görevini üstlendiği ilk dönem Hicri 1200 (M. 1785-86) ‘dan 1213 (M. 1798-99)’a kadar, ikinci dönem ise Hicri 1224 (M.1809-10)’dan 1226 (M. 1811)’e kadardır. Bkz. Fahrettin Tızlak, Osmanlı Döneminde Keban-Ergani Yöresinde Madencilik (1775-1850), Türk Tarih Kurumu, Ankara 1997, s.58’deki dipnot. Aşağıda aktarılan –hatırattaki- olayın 1798 yılında geçtiğini hem belgelerden hem de Yusuf Ziya Paşa’nın hal tercümesinden anlamaktayız. Paşa’nın hal tercümesi için bkz. Darendeli İzzet Hasan Efendi, Ziyaname: Sadrazam Yusuf Ziya Paşa’nın Napolyon’a Karşı Mısır Seferi (1798-1802), Hazırlayan: M. İlkin Erkutun, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2009, s. XXXI.(2)

 

olarak dağıttı. Kurulan tuzağı fark edemeyen ağaların hepsi gece olunca katledildi ve kesilen  başları İstanbul’a gönderildi. Bu durumu, Yusuf Ziya Paşa’nın biyografisini yazan İzzet Hasan Efendi’den özetlersek, Hasan Efendi olayı şöyle anlatmaktadır:(3)

 

Maden-i Hümayun civarındaki Desimlu ve Şeyh Hasanlu Ekradının yerleşik oldukları Ducik (Tujik) Dağı denilen yer, etrafı yirmi günde ancak geçilebilen, taşlı ve çetin yolları olan, ormanlı ve tehlikeli bölgedir. Öncesini bilemesem de yüz senedir valilerin eli buraya ulaşamamış, alınan tedbirler hep eksik kalmıştır. Defalarca üzerlerine sefer olunmuşsa da netice alınamamış ve hezimetle sonuçlanmıştır. Yusuf Ziya Paşa Keban Madeni’ne teşriflerinden sonra, çevreye fazlasıyla zarar veren Şeyh Hasanlu cemaatini kökten söküp atmak amacıyla, “harp hiledir” hadis-i şerifine uyarak bir plan yaptı. Adı Uzun İsmail olan ve iş bitirici bir adamını, yanına da yüz kadar hizmetli vererek Çemişgezek’e voyvoda tayin etti. Uzun İsmail kendisine telkin edildiği üzere, memleketin ileri gelenlerinin yanında şöyle dedi: ‘Bu Şeyh Hasanlı Ekradı, eskiden beri halka el uzatırlarmış. Ancak benim meramım, bunların ileri gelenlerinin her birisine iyi hediyeler ve her kesin şanına uygun harçlıklar verip, kendileriyle anlaşma yapmak ve benim görevim esnasında kimseye bir zarar gelmemesine çalışmaktır’. Bu söylentiler yayıldıktan birkaç gün sonra aşirete elçiler gönderildi tüm rüesa davet edildi. Bunlar tamahkârlıklarından dolayı hemen davete icabet edip, otuz kadar kabile rüesası ve oymak kethüdası ile yetmiş-seksen kadar da yakınları Çemişgezek kasabasına, voyvoda konağına geldiler. Voyvoda kendilerine, geldikleri için çok memnun kaldığını ve kendisinden ne talepleri varsa kabul edeceğini söyleyerek, kendilerini Çemişgezek ağalarının evlerine dağıttı. Bunun için Yusuf Ziya Paşa’nın emrini göstererek kendilerini, Şeyh Hasanlıların başlarını kesmeleri için ikna etti. Zaten onlar da dünden razıydı. Her kes gidip hazırlık yaptı ve gece yarısı olunca, iki üç saat içinde yüz kadar kelle voyvoda konağına geldi. Bundan sonra birkaç sene ahaliye hiç dokunmadılarsa da sonraki yıllarda gene hasar vermeye başladılar.

( ………. )

Belge 2. Başları Kesilip İstanbul’a gönderilen altmış kişiye dair belge.

1798de_katledilen_dersimliler

Transkripsiyonu:

Şah Hasanlu ve Dücik Ekrad-ı eşkıyaları demekle ma’ruf şekavet-pişelerin sergerde-i gürûh-bed ve

mekruhlarının ser-maktû’a-yı menhuseleri defteridir

 

Topuzlu oğlu Alişer

Şat oğlu Ali

Laçin oğlu Suhco?

Karganlu (Kırganlı) Mehmed oğlu Sado

Topuzlu oğlu Mehmed

Laçin oğlu İbrahim

Hınconun/Hanconun oğlu Ahmed

Horşunun oğlu Gülabi

İbrahim

Maksonun oğlu Ali

Aziz oğlu Bali

Zekonun oğlu Veli

Mahmud oğlu Mustafa

Oksüz oğlu Ali

Zivanlı/Zeyvanlı Süleyman

Arillu Hara(?)nın oğlu Bertal

Genconun oğlu İsmail

Kara Memonun oğlu İbrahim

Arillu Mustafa

Leçan (Laçin) Uşağı, Bozo

Leçan oğlu Birık

Kalanlı Çik/Çak oğlu

Müşkirekli Velinin karındaşı oğlu Salih

Küpüklü/Köpüklü Ali oğlu İbrahim

Şeyh Ömerli Ali

Maksunun emmisi Mahmud

Arilli Yusuf

Mirzonun oğlu Bertal

Ceman Yekün

( ………. )

Dr.Mehmet Yıldırım

 

Yazının tümü… kaynak link’de

 

Paylaş
Tweetle
Paylaş
Paylaş

Dersim Otonom Bir Çoğrafya ve Sonrası / H.Çağlayan

Yazar: adminTarih: Temmuz 31, 2016Kategori: Dersim TarihiYorum YokOkunma: 6.293 Views
Dersim Otonom Bir Çoğrafya ve Sonrası / H.Çağlayan


Dersim5Dersim, tarihte otonom bir coğrafyayi Çağrıstirir. Fakat, kimilerine askeri kuşatma sonucu Cumhuriyet tarihinden sonra çizilen bugünkü Tunceli il sinirini Çağrıstirmaktadir. Ve kimilerine de Kürdistan`in küçük bir şehrini.

Hemen belirtmek gerekirki Dersim, Kizilbas inancini tasiyan ve zazaca konusan etnik bir topluluğun coğrafyasidir. Dersim insani kendine Kirmanc der; coğraf Yasini Kirmanciye (Dersim) olarak adlandirir. Ne Türk’tür, ne Kürt. inancı ve felsefesi ise Itiqatê Kirmanciye (Kirmaciye inancı) olarak isimlendirir. Kizilbasligi (Aleviliği) Türk ve Kürt`ten ziyade kendine hastır. Bu coğrafyanin hududu Batıda Sivas, doğuda Erzurum-Muş hattına kadar ve güneyden de Fırat ve Murat nehirleriyle çevrili olan bir bölgedir.

Dersim, yabancı istilalara karşı basari ile direnmis ve Osmanlı istilalarına uğrayan Alevi ve diğer halk ve aşiret mensuplarini bagrina basmistir. Dersim, 1895-96 ve 1915 Ermeni soykrimindan kaçan onbinlerce Ermeniyi bagrina basar. Kısaca, Dersim hem bagimsiz statüsünü ve hem de bu statüsünü kullanarak merkezi devlet otoritesine karşı olan muhalif güçleri korur.

Alp Arslan yönetimindeki Selçuklarin 1071 Malazgirt savaşanda Bizans İmparatorluğuna galip gelmesi ile islama bağlı göçebe Türkmen aşiretleri Anadolu’ya yayılır. 1300 yıllarında Osmanlı hanedanligi kurulur. 1402 de Tümur Leng`e yenilmesine rağmen, varligini sürdürür. Osmanlı İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğunun yardımına koşan Haçli ordusunu geri püskürtür, 1453 te Fatih Sultan Mehmet komutasında istanbulu işgal eder ve Osmanlı İmparatorluğunun bas şehri olarak ilan eder.

Istanbul`un fethi ile Osmanlı İmparatorluğunun yayilmaciligi hizlanir: Batıda Trakya`yi, Makedonya`yi, Sirbistan`i, Macaristan, Bulgaristan`i ve Bosna`yi, Yunanistan`i, Arnavutluk`u ve Doğuda Suriye`yi, Ermenistan`i, Misir`i işgal eder. Osmanlı ordusunun Viyana kapisina dayanmasiyla, Osmanlı İmparatorluğunun yayilmaciligi 16. yüzyılda had safhayi bulur. Kuzey Afrikanin Arab devletleri ve Kibris Osmanlı İmparatorluğuna dahil edilir. Osmanlı devleti bu dönemlerde Dersim`i kendi topraklarına dahil olarak görmesine rağmen, Dersim`e hakimiyet kuramamis, otonom yapisini kirmayi basaramamistir. Osmanlı Devleti, Dersim otonom statüsünden dolayı defalarca sefer düzenlemis, fakat bir sonuç alamamistir. kısaca Osmanlı sefer eylemis, zafer eyliyememis. Fatih`le başlayan sefer, Cumhuriyete kadar devam eder.

Osmanlı devleti Dersim`i kendi haritalarina dahil etmesine rağmen, Dersim fiiliyatta kendi kapisini dis işgalci güçlere kapalı tutmasini bilmiştir. Dersim`i işgal için Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyet dönemine kadar Osmanlı ve Türk sivil-askeri müfetisleri rapor üzerine rapor sunmuslar. Bu raporlardan da anlasildigi gibi, gerek Osmanlılar ve gerekse Cumhuriyet idaresi, Dersim`in otonom yapisini kirmak icin büyük askeri siddet ve siyasi hilelere basvurmaktan geri kalmamislar: Osman oğullarınin kurdugu genç devlet, Dersim´e komsu olduğu zaman, buralari müthiş bir kizilbasligin tesiri altindaydi. Dersim, on besinci milat asrinda (15. yüzyılda) Osmanlı Padisahi Fatih Mehmet´e taktim edildi. Fakat Dersim, Osmanlı Devletinden bi-haber, Osmanlı devleti de Dersim´e lakayt idi. Yavuz Selim, Acem Sahiyle Çaldıran´da çarpismaya giderken, bu kizil bas daglarini titretmeden geçmedi. O günden beri Dersim bizim haritamıza dahildir. Fakat kapisini misilsiz bir inatla içinden kilitlemiştir. (N. Hakki, age, S. 25)

Dersim`in dis güçlerden bagimsiz yasadigini ve kendine has öz idare biçimiyle yönetildiğini keza ayni Nasit Ulug raporunda belirtmektedir: Osmanlı idaresi altında Dersim, dört buçuk asir devletle alaksi kesik sayilabilecek bir aşiret derebeyliği hayati sürdü. … Nizami Cedit devrinde de Dersim`le meşgul olmak istenilmis, bu agalari kaldırip, kazanıp Dersim`de devlet nüfuzunu kurmak çareleri aranmis ve fakat bu teşebbüs bir semere vermemişti. (Nasit Ulug, Tunceli Medeniyete açiliyor, İstanbul 1939, S. 121-22)

  1. yüzyılın ilk yarisinda Dersim`in istilası için incelemelerde bulunan Nasit Hakki raporunda söyle der: Coğrafya kitaplarinin kapalı Memleket dedikleri Tibet i bile birçok kesif ve sefer heyetleri bastan basa katetmişlerdir. Fakat Dersim, devlet memurlariyle asker kitalarindan başkasinin kusbakişi bir tetkikine bile mevzu olmamstir. 1925 senesi haziranin sicak bir günündeyiz. Fatih Mehmet, Istanbul´u alali asagi yukarı 470 sene var. Dersim de İstanbul`la hemen ayni senelerde bu devlete baglandi. Fakat bu bes asiri ondan evel nasil yasiyorsa öyle geçirdi. Ona, hayatinda yalnız sevKitabii hakim oldu. (N. Hakki, Derebeyi ve Dersim, Ankara 1932, S. 19)

Dersim her nekadar Osmanlı Devletine baglanmis ise de, o yasamak istedigi tarzda yasamistir. Yani onun hayatina Osmanlı-Türk kanunu, nizami ve Türk`ün rapt -i zapti değil, sevKitabii (N. Hakki`ya göre hayvansal) , yani kendi içgüdüsü, kendi yasam biçimi -doga felsefesine uygun kısmen anarşik- hakim olmuştur.

Osmanlı Dersim`e sefer edipte, zafer eylemeyince, Dersim`den de asker almayı saglamak suretiyle bu bögeye nüfuz etmeyi düsünmüs ve bunun için de Dersim reislerine nisan, rütbe ve hediye dagitarak Dersimi nüfuzu altına almayı denemiştir. Örneğin İsmail Hakki Pasa ve Erzurum Müsürü Samih Pasa Dersim reislerini Erzurum`a davet eder ve onlarla temas kurup Dersim`e hakimiyet kurmak ve o bölgede nüfuz sahibi olmak isterler, fakat sonuç alamazlar.

Tanzimat döneminde Dersim`i yöneten Hüseyin Bey´den (Zazaca: çê Sosen Bey) memnun olmayan Osmanlı, Hüseyin Beyi Vidine sürgün eder. Hüseyin Beyin yerine oğlu Ali Bey geçer. Ali Bey Osmanlı Devleti ile ilimli bir politika sürdürür, fakat buna rağmen Osmanlı devleti Dersim`in idaresinden memnun kalmaz: …içeriye girip asayisi tesis edemiyen Osmanlı devleti agaya mevki vererek halki avucunun içinde tutacagini sanıyordu; maalesef ağa hükümete karşı halki, halka karşı hükümeti ileri sürerek kendi menfaatini temin ve temasta olduğu adamları da itima ediyordu. Dersim umum müdürü Erzincan da göz hapsi altında tutulurken, Dersim`in içinden yeni ve daha zorlu bir haydut basi türedi; Şeyh Süleyman bes bin silahli ile, ne Dersim umum müdürünü ve ne de Osmanlı idaresini dinliyordu. (N. Ulus, age. S. 122, Genelkurmay Belgelerinde Kürt isyanlari 2, İstanbul 1992, S. 159-160, bak M. Kalman, age, S. 60-61)

Dersim`de nüfuz yarisina giren Osmanlı sefer üstüne sefer, askeri işgal için siyasi ve askeri Müfettisler tarafından rapor üzerine rapor hazirlanmaktadir. Bu raporlar Dersim`in bagimsiz olduğu doğrultusundadir ve amaç Dersim`in bagimsizligini kirmaktir: 1875 yılına kadar Dersim`de bir yandan nüfuz yarisi olurken bir yandan da etrafta Şarkintiliklar devam ediyordu. Nihayet Ahmet Muhtar Pasa 1875`de apayri bir yoldan Dersim`e nüfuz denemesinde bulundu. İsmail Hakki ve Samih Pasalar gibi o da Dersim reislerini Erzurum`a davet suretiyle bir toplanti yapmisti. Bu davete Hozat ve civarında nüfuz sahibi Mansur Aga ve Şeyh Süleyman gelmediler. Toplantiya katilanlar arasında sah Hüseyin Beyzadelerden Hüyeyin Bey ile Mazkirt Kaymakami Gülabi bey de vardi. Toplantida yapılan eski teklifleri Hüseyin Bey itirazla karşılamis, Gülabi Bey ise kabul ederek bazı taahhütler girismisse de basaramamis ve neticede yeni türeyen reislerin nüfuzu ve ihtiraslari sonucu öldürülmüstü. Ve neticede Dersim de aile nüfuzunun kirilmasini önleyememisti ve Hozat civarının hakimi ve akideleri icabi Türklüge ve hükümete düşman olan Mansur aganin eline geçmesine engel olamamisti.

Dersim bölgesindeki Dersimli kaymakamlar her ne kadar Babiali adina hükümet icra ettilerse de Dersimlilerin asker vermesini ve diğer tekalüfü ifa etmelerini saglayamadilar.

Özellikle merkezi Dersim`de 5000 kişilik küçük bir ordusu ile ve bölgesinde o zamana göre tahkim edilmiş bes kalecigi ile duruma tamamen hakim ve Türklere düşman olan Şeyh Süleyman ailesinin muhitine ise hükümet müfuzu asla yanasamadi- (Genelkurmay Belgelerinde Kürt Isyanlari, S. 160)

Dersim, Osmanlınin tüm çabalarina rağmen ona asker vermez. Dersim`den ordu isteyen Osmanlıya Dersim büyükleri söyle cevap verir: Biz ne kuvvet veririz, nede destek veririz. Çünkü mecbur degiliz. …Biz ülkemizi sultansiz da koruyabiliriz. (M. Kalman, age., s. 66) Ve Dersim yokolmamasi için kadıni ve çocugu ile birlike topyekün direnir. diğer Dersimli aşiretlerin yardımına koşan Dersim`li Ermeni Mirakyanlarin basi Giron Osmalilara karşı yigitçe dövüsür; çatismanin en siddetli aninda Osmanlı Atini ele geçirir, çocuklara, Çocuklar öyle de ölünür, böyle de. Belki kazanabiliriz, korkmayalim! der ve çarpisma sonucu coskularini söyle dile getirirler:

Kilicimizi vurduk tasa,

Tas yarildi bastan basa,

Nere kaçarsin Osman Pasa…(Antranik, aktaran M. Kalman, age., s. 67)

Yine Dersim`in Dujikbava mintikasinda Osmanlılarla savaşa giren bir Dersimli Seyit, Osmanlıyla olan savaşini söyle anlatir: …Osmanlı ordusu yeniden Tujik`e saldırmaya başladı, biz de siddetli bir karşı saldıriya geçtik. Topçu atesleri doruklara yetisiyordu, ama etkili degildi. Bu son kavga 15 gün sürdü. Ne biz yenildik, ne onlar. Artik çatisma hizini yitirmisti. Ne zaman ki onlar atesle bizi yenemeyeceklerini anlayınca Düzgün Dagi`ni kusatmaya aldılar. Saniyorlardi ki, bizleri aç ve susuz birakarak teslim alacaklardi. Fakat bizim yiyecegimiz, içecegimiz, giyecegimiz ve yatacagimiz o kadar çoktu ki, yıllarca dayanabilirdik. Dis yardıma ihtiyaç duymayacak haldeydik. Çünkü Düzgün Baba`nin üzerindeki kaynak sular, otlaklar vs. vardi. Ve bularla bütün gereklerimizi karşılayabilir ve hayvanlarimizin sütü ve yünüyle onlarca yıl geçinebilirdik. (Antranik, aktaran M. Kalman, age., s. 68)

Dersimliler geçici yenilgiler yasamis ise de, bir bütün olarak Osmanlı devletinin egemenliğini geri püskürtmüs ve onun idare biçimini geçersiz kilmistir. (Bak M. Kalman, age., s. 70)

Yine Osmanlı hükümeti, Ermenilere karşı Dersim`den ordu alaylarini istemiştir; fakat Dersim bunu redetmiştir. Dersim, yalnız Osmanlınin bu isteğini redetmekle kalmaz. Osmanlı ve Türk hismina uğrayan Ermenileri korur. Kürt Ulusal Hareketleri ve Ermeni-Kürt iliskileri yazar? Ermeni Garo Sasuni bu konuda söyle der: Dersimliler Ermeni eylemcileriyle çok dostane iliskiler içindeydi ve daha sonra Birinci Dünya savaşi esnasinda birçok Ermeniyi kurtarmislardir. (G. Sasuni, age., s. 121)

Garo Sasuni Kitabinin başka bir yerinde Ermenilerle ilgili Dersim hakkında söyle der: Örnegin Dersim Ermeni kurtaran ocaklardan biri olmuş ve bu sayede 20 000 Ermeni hayatta kalabilmis, bunlar sonraları Erzincan ve Erzurum yoluyla daha Doğuya geçip kurtulabilmislerdi. (G. Sasuni, age., s. 153)

Doğu cephesinde Ermenilere karşı Müslüman halki yanına almaya çaba sarfederek savaşan Kazim Karabekir, Kizilbas Dersim`i yanına almayı basaramamis. O`nun bu konudaki raporlari G. Sasuni`nin bilgilerini doğrulamaktadir: Yukarı Abbas Usagi aşireti Ruesasindan Seyyid Riza: Bu adam Ruslara dehalet etmiş ve Ruslarin büyüklügüne kani olmuş ve Hükümet-i İslamiye aleyhdar bir hinzirdir. Ermeniler ile muhaberesi, eskiyaligi, edebsizligi ve nihayet tezvirati… olmuştur. (Kazim Karabekir, Kürt Meselesi, İstanbul, 1994, s.83)

Belit Usagi Reisi Zeynel

Hemen mütareke zamanına kadar Ermeniler ile dostlugunu muhafaza etmiş ve haydut gibi en serir Ermeni casusu bundan himaye görmüs… (K. Karabekir, age., s. 82)

Karaballi aşireti Reisi Mehmed Aga

Bu adam menfaatinin temini için oğlu ve akrabalari ile bir çok ermenileri Erzincan`a firar ettirilmesine ve hatta 18. 1. 34 tarihinde derdest edilen Hamtur Boyaciyan namindaki Ermeni `yi dahi 16. 1. 34 tarihine dadar himaye ve Ruslarla gizliden gizliye muhabere… etmiştir. (K. Karabekir, age., s. 84)

Ferhad Usagi Ruesasindan Havsarli Küçük Aga

Erzincan`in sukütuyla beraber idare İbrahim Aga refakatinde olarak Ruslar dehalet eden ve Ermenileri Rusya`ya firar ettiren bir hinzirdir. (K. Karabekir, age., s. 85

Karaballi (Karayalli) aşireti Ruesasindan Kanko zade Sevak Müdürü Mehmed Ali Aga

Harput Ermenilerinin Koç Usagi vasitasiyla firarlarina başlıca sebep ve bu yüzden çok para kazanmis bir kimsedir. (K. Karabekir, age., s. 86)

Dersimlilerin bagrina bastiklari binlerce Ermeni arasında Soloman Tehleriyan da bulunmaktadir. Dersimli yasli bir kadın Erzincan katliamindan yaralı olarak kurtulan S. Tehleriyan`in yaralarini sarar; onu iki ay misafir eder. Ermenileri yanında barindirmanin suç ve cezasi ölüm olduğundan, Dersimliler Tehlerian`nin ve Harput`ta katliamdan kaçan diğer iki Ermeniye, Iran`a gitmerini önerirler ve bu konuda gereken yardımı sularlar. Tehleriyan İrana gider. İranda bir sene kaldıktan sonra katliamda sag kalan akrabalarini görürüm umuduyla 1916`nin sonuna doğru Rus askerlerinin işgali altında olan Erzincan`a döner, fakat aile ve akraba efradindan sag kalan kimseyi bulamaz. Tehlerian buradan Tiflise gider ve orda iki sene kalir. Yine sag kalan akrabalarini görürür umuduyla 1919`un başlarında Tiflisten İstanbula gider. Tehlerian İstanbulda kimseyi bulamayinca, Istanbul`dan Selanik`e ve Selanik`ten Sirbistan`a gider. Tekrar Selanik üzerinden 1920`nin başlarında Parise gider. Ermeni Katliaminin pisikolojik etkisiniden bir türlü kurtulamayan Tehlerian Paris`ten Berline gider ve 15 Mart 1921 tarihinde Ermeni Katliaminin Mimari Talat Pasa`yi Berlin Charlottenburg, Hardenbergstraße 37`de öldürür. (Bak Der Völkermord an den Armeniern vor Gericht, Tessa Hoffman, Göttingen, Wien, 1980)

Fatih Sultan Mehmet ve Kizilibas düşmanı Yavuz Sultan Selim ile başlayan Dersim`e sefer ve istilalar Tanzimat ve Abdulhamit`in istibdat döneminde de devam eder. N Hakki : iste bu Seyit Riza´nin dedeleri hiç bir hükümet saygisi bilmeden Sultan Hamit devrine kadar geldiler diyor.(N. Hakkim, Derebeyi ve Dersim, Ankara 1932, S. 45)

Komün kanunun hiç yeri olmadığı halde ilkönce Dersim´de tatbik sahasi buldugunu söyleyen Türkçü N. Hakki, Dersim`in azdigini, yani yabanci boyunduruiu kabullenmedigini yazmaktadir: 1324 senesi ilkbaharinda artik Dersim, bir istibdat sultani için bile hazmedilemiyecek kadar azmistir. Dersim, hiç bir sey dinlemiyordu. Bugün en akilli ve uslu görünen Dersim baslari, en önde Diyap Aga olduğu halde ayaklanmislar, Ovacik havalisinde bulunan Kitaati muhasara etmişlerdi. Asi Dersimlilere Seyit Riza kumanda ediyordu. Garnizon kumandani neden sonra bir neferi muhasara hattindan kaçarak Kemah´a gönderebildi ve oradan Dördüncü Ordu Müsürünü haberdar etti. Dördüncü Ordu Müsürü, nihayet Abdülhamit´ten Dersim´i tedip iradesini alabildi. Hemen dört taraftan 17-18 tabur asker toplandi. Taburlar önce muhasarayi kaldırarak Ovacik garnizonunu kurtardilar. Hozatli asiler, kamilen Munuzur suyu tarafina atildi, bir kismi daha iltica etti.

Her nekadar asiler Muzur suyu tarafina atildi deniliyorsada, asi olarak adlandirilan Dersimlilerin sartlarini dağlarına çevirdikleri besbelli. N. Hakki 17-18 tabur askerin bir sonuç vermedigini itiraf etmektedir: Tam o sırada, mesrutiyet ilan edildi. Agalar sasirdilar, … eskiya mukavemetten vazgeçti. Kumandan:Bizim vazifemiz tamam, bundan sonrasi idarei mülkiyenindir. … Asker garnizona dönünce Dersim gene eski Dersim oldu. Harekat neticesiz kaldı, yapılan fedakarliklar bosa gitti. Seyit Riza bu hareketin de kahramani idi. (N. Hakki, age, S. 45-46)

Görüldügü gibi Dersim, Osmanlı devlet otoritesine karşı -Kizilbas düşmanı Yavuz`dan Abdulhamit`te kadar- direnir: o ne Osmanlı devletinin mesrutiyetine inanir , ne Abdulhammit`in merkezi istibdatina, ne de JönTürklere boyun eğer.

Doğuda Emenilere, batıda Türklere ve güneyde Kürtlere komsu olan Dersim, Osmanlıya karşı kendi kizilbas inanç ve tabiat-sever bir felsefe biçimi ile yari-anarsik şekilde dis güçlere karşı bagimsiz olarak yasamini sürdürmeyi basarir. Fakat Cumhuriyet Türkiye`si Osmanlı devletinin sürdürdügü ve sonucsuz kalan askeri seferlerini üstlenir ve Cumhuriyet için bir hercümerc yuvasi ve bir çiban haline gelen Dersim üzerine kesin bir amaliye yapmak sart olduğunu söyler. (I. Besikçi, Tunceli Kanunu 1935 ve Dersim Jenosidi, İstanbul 1990, S. 25, Genelkurmay Belgelerinde Kürt Isyanlari, S. 165)

Ve ne yazık ki Cumhuriyet Türkiye`si 1937-1938 Dersim direnisini kirar, otonom yasamini noktalar ve Dersim’i teslim alir. (Dersim`in bagimsiz yasadigi tezi için bak V. Timuroğlu, Ankara, 1991, s. 31-33)

Dersim ve Dersim Türktür tezi?

Gerek Osmanlı Mutasarrifi ve gerekse genç Türkiye Cumuhriyeti’nin Müfetisleri olsun Dersim hakkında tuttuklari raporlarda, Dersim`in genellikle Türk olduğunu belirtirler: Dersim Mutasarrif´i Arif bey 1903 yılında içiileri Bakanligina yolladigi bir raporda Dersim sancaginin Türklerin pek eski barinagidir ve Türklerden başka hiçbir nesil eserlerine ve anilarina ratlanamaz der. (M. Kalman age. s. 81)

Nasit Hakki: Muhammet Arapti, Dersimli, Horasan`in öz Türküdür (N. Hakki, age, S. 30)

Yine bir Dersimliye aslin nedir diye soran N. Ulug, su cevabi alir: Ben nebileyim, aslim Dojikbabadan… Kureysanliyiz. … Biz Imam Cafer`in evladiyiz (N. Ulug, age, S. 41)

Bir bütün olarak olmasa bile, Dersimli burda kimliginin bir yüzünü anlatmaktadir.

Fakat Türkçü N. Ulug, Dojik kelimesinin Tacik kelimesinin bir bozuntusu olduğunu ve Tacik kelimesini Türklüge baglamaktadir. (N. Ulug, age, S. 42)

Ulug, Orhon abideleri Az adli bir ulusu Türk camiasinin bir parcasi olarak kaydettiğini söyler ve bu Az kelimesi tekrarlana-tekrarlana Az-Azdan Zaza`ya dönmüs bir kelime olabilir. (N. Ulug, age, S. 55) diyor.

Ulug, Bitlis Beyi Serf Han`in Serefname sinde Zazalari Kürtlerden saymadigini berlirtir ve Dersimleri Zaza olarak görür. Ve Zazalarin mezheb bakiminda ikiye ayrildigini vurgulamaktadir. Şafi Zazalar bulunduklari muhitin icabi olarak Doğu komsularimizla daha fazla temas ettiklerinden dillerinde göç yollarindan getirdikleri kelimeler daha barizdir. Daha fazla Lice, Palu ve Çapakçur bölgelerine serpili bulunan bu insanlarin ahlaki telakikilerinin iptidailigine karşılık mezhebi taassuplari kuvvetlidir; Hanefi mezhebinde onlara kafir derler. 24 Yasina kadar Türkçe’den başka bir tek yabanci kelime bilmedigini bana söyliyen Doğu illerimizde 1925 taassup isyanının reisi Şeyh Sait, daglarda yasiyan ve karanliklar içinde kalan bu Zazalara dayanarak hükümete karşı yürümüştü.

Kizilbas Zazalara gelince, bunların mezhep ayinleri Türkçedir. Ayinlerde Türkçe nesefleri dinlerler, kadın olsun erkek olsun ihtiyarlari dilimizi iyi konusurlar.(N. Ulug, age, S. 58)

Türkçenin lehçesi onlar gördüğü Zazaca hakkında Ulug söyle yazar: Vokaller ekseriyetle degisir; sesleri kendi hançeresinin (girtlak) , dilinin ve agzinin tesekkülüne uydurur. Bir yol üstü konusmasinda hatirimda kalan sözleri size daglinin lehçesini tanitayim:

-Çorbayi ne ile içersin?

-Kosik ile..

-Çamasiri nerede yikarşın?

-Legan`da.

-Samani ne ile getiririsin?

-Çuvale ile (sondaki e fazla)

-Çarsidan ne alacaksin?

-Sekar.

-aldıklarini ne ile tasiyacaksin?

-Begir ile, Ostor ile..

-Eskiyalik eder misin?

-Hasa, ben böyle alçagiyo kabul etmem.. Ben hükümete düsmeni etmem. (yani düşmanlık)

-Bu basmalari kimin için aldın?

-Torn-ho icin .. (Torunlari için)

-Baban sagmi?

-Ahrete yolunu boyladi (T`den sonraki e fazladir)

-Geçenki kargasalikta nerde idin?

-O bozuk`ta ben köyden çikmamisem.

-Bu yoksuzlugun sebebi ne?

-Sebebi açigo, agalar, seyitler…

-Şimdi Cumhiriyet devri, neye onları dinliyorsunuz, …

-doğru ayibo, ayibo!

-Atatürk size hürriyetinizi bahsetti, ne korkuyorsunuz?

–Biliyoruz Atatürk bize Cumhuriyet bagis etti. …

-Bu hayat ağır degilmi?

-ağıro, elbet ağıro… ama biz bisucuz…

-Burda oturmak sart değil a… Ovalara inin!…

-burası kalik topragi (dede topragi), Piriklerimiz… Biz hayina etmedik, nacaro, burada temeliyo(yerleşik), buradan gitmeye güç nekene…

Gerçekten felegin germ-ü -serdini (*) görmüs ve geçirmis Dersimli, sicaklik yerine germo, sogugluk yerine serdo, göz yerine Çim, yük yerine bar, güzellik yerine rindo da der: bu kelimeler yumusak bir söylenisle Osmanlı sivesine girmiş olduğunu biliriz.(N. Ulug, age, S. 56-57)

Doğu cephesinde Ermenilere karşı savaşan Kazim Karabekir Dersimlilerin Türk ve dillerinin Türkçe olduğunu iddia etmektedir: Dersim efradinin lisani umumiyetle Zaza lisani olup kürtçeye yakındir. Asayirden bazılari ilk bahardan sonbahar ibtidasina kadar gecemisin olarak (gece kalici olarak) yaylada ikamet eder. Ve kişin köylerine çekilirler. Dersimlilerin ecdadi Mavera-yi Türkistan`dir. Burada hicret etmiş Şeyh Hasan ve Seydanli naminda iki biraderden teessürle (Şeyh Hasanli, Seydanli) naminda iki büyük kabile vucuda getirmislerdir ki elyevm (bugün) mevcud asayir behemehal bu iki kabileden birine mensubdur. Filàsl (Kökende) Türk olan Dersimliler merur-i zamanla kendi adet ve milliyetlerini terk etmiş ve lisanlarini kaybetmişlerdir. (K. Karabekir, age., s. 87)

Dersimlilerin kulandigi dilin, yöresel Kirmançki olarak bilinen Zazacanin Türkçe olmadığı belli ve açıktır. Fakat bilimadami olarak geçinen Türkçü Müfetisler ve istihbart mensublari dilbilim adina, Tüjikbaba`yi Tacik kökünde arar, Az kelimesi tekrarlana, tekrarlana Zaza olmuştur derler. Yine bu Türçü ´bilimadamlari na göre Zazaca germ kelimesinin kökü moğolca`daki Kerm kökünden geldigini iddia etmektedirler. Kerm moğolcada kaplica demekmis. Serd kelimesinin köküde Türk dillerinde Se kelimesinden türedigini sanmaktadirlar. Se`de su olduğu izahina lüzum yoktur der N. Ulug. (N. Ulug, age, S. 57) Bilimsel olarak bunu tartışma konusu etmek bile gereksiz ve yersizdir. Çünkü Resmi Türk Tarihi Tezi, artik akli başında herkesin karşısında katila katila güldügü bir soytari durumundadir. Hiçbir bilimsel belge ve bulguya dayanmayan, içi bos, kof tezlerden oluşan bu tarih arastirmaciligi bugün artik iflah olmaz bir noktadadir. (Özgür Politika, 29.3.1996) Ayrica, Zazaca ve Türkçe biribirinden farkli, ayri dil guruplarina bağlı ve biribirinden bagimsiz ayri ayri diller olduğu dilbilimcilerince bilinen bir gerçektir.

Bilimsel olmayan resmi teoriler 70 senelik Türkçülük politikasi ile birlikte iflas etmiştir. Fakat unutmamak lazimki, bilim adina yola çıkan bu tür irkçi -Türkçü görüsler Dersim`in germo ve serdo sunun Türkçe olduğunu söylerken, bu tezin Türk aydini ve entelektüel cevresinde etkisiz ve tesirsiz kalmadigini söylemek yanlis olmaz. Bunun da ötesinde, bu ve benzeri görüsler bir gelenek halini alma tehlikesini tasiyabilir. iste tehlikeli olanda budur. Bu da, resmi-irkçi ve sidet sonucu yaratilan zorba tarihin sürekliligini pekistirir.

Dersim Kürt tür tezi?

JönTürkler Abdulhamit`in istibdatina son vermek için Anadolu da yasayan halklara özgürlük ve hürriyet vaadinde bulundular. Politik iktidarlarini pekistirdikten sonra, vaad ettikleri reform, esitlik ve hürriyet düşüncelerini geri plana ittiler ve Pan-Türkizmi kendilerine ideoloji olarak seçtiler. Halklarin özgürlük ve esitlik mücadelesinden korkan JönTürkler, Abdulhamit despotizminin yaptığını aratmayacak katliamlar yaptılar. JönTürklerin ileri gelen simalarindan Talat Pasa övünerek söyle diyordu: Ermeni sorununun hal etmek için Abdulhamit`in 30 sene içinde yapamadigini, ben daha fazlasiyla bir günde yaptım. T. Hofmann, Hr., S. 68, 1985)

JönTürklerin Birinci Dünya savaşinda yenik düsmesi ile Pan-Türküzim idealindeki Büyük Türk İmparatorluğu gerceklesmez. Bunu anlayan Mustafa Kemal, Müslüman olan Kürtleri yanlarina alarak, Doğuda Ermenilere karşı, batıda gavur Yunanlara karşı Misak-i Milli sınırları dahilinde bir Türkiye için savaşir. Mustafa Kemal Türk milli devletini kurduktan sonra, Türk olmayan diğer halklari sidete dayanan bir asimilasyon politikasina tabi tuttu. Asimilasiyona boyun egmeyen halklar ya sidete basvurularak sürgün ettirir veya fiziki olarak yoketme planlarini uygulamaya hazirlar.

Yeni kurulan Cumhuriyet Türkiyesi, Kürt ve Kirmanc/Zazalara (Zazalar) karşı asimilasiyonu siddet yoluyla uygulamaya girisir. Cumhuriyetin askeri siddetine ve asimilasyona karşı Zazalar ve Kürtler direnirler. Milli Türk devleti, Şeyh Sait önderligindeki Zaza ayaklanmasindan sonra, hala otonom statüsünü koruyan Dersim`e yönelir. Amaç Dersim`in otonom statüsünü kirmak ve Dersim`i askeri, siyasi ve kültürel olarak Türkluge bagimli kilmaktir.

Genç milli Türk devleti Dersim`i bir çiban basi olarak görür ve Dersim`i işgal etmek için askeri olarak kusatir. Dersim, kendi sosyal-kültürel, Kizilbas inanç ve felsefesine ve kendi diline (Zazaca) yönelen Türk zulmüne karşı topyekün (istisnalar hariç) direnir, başkaldırir. Buna rağmen Dersim yenik düser, coğrafyasi askeri olarak işgal edilir ve insanlari kültürel, sosyal ve yasam biçimi olarak esir alinir.

Türkler sosyolojik, kültürel arastirma zahmetine katilmadan bilim adina Dersim`i tarihe Türk olarak tanitmaya çalismislardir. Dersim`in Türk olmadığına kanaat getirmeyenler ise, Ankara`nin Doğusunda yasayan ve Türk olmayan herkesi Kürt olarak nitelemislerdir.

Dersim, 1938 yenigisinden sonra, siyasi ve kültürel olarak sidetle sarsilir, mevcut yapısı bir altüst olamyi yasar. Asimilasyon Dersim`i bir ahtapot kolu gibi sarar. Milli bilinç ölü noktasina varir. Dersim`in kendine olan güveni sarsilir. aşiret ve insanlar arasındaki iliskiler bozulur, iyi ve dostane iliskiler, yerini güvensizlige birakir. Bu hal 1960 li yıllara kadar devam eder.

Yenilgiden sonra Dersim identitesi (kimlik) ve kültürel uyanisi sönük kalir. Bu durumun da sonucu olarak Dersimlilerin bir kismi sol görüslere meyil göstererek, Türk soluyla kader birligine girer. diğer bir kismi da milli olarak uyanan ve bu uyanisi Türk devletinin baski ve inkarci politikasina karşı yönelten Kürtlere katılır. Dersim, Kürtlerle asagi yukarı ayni kaderi ve sosyo-ekonomik yapiyi paylasir, ayni askeri zorba ve zulüm tarafından sömürgelestirilir. Bundan dolayı da Kürtlerle ayni paydayi paylasir. Dersimli genç devrimci aydinlar, Türk ve Kürt milli sol hareketlerine katılırken, kendi tarihlerini, sosyolojik toplum yapilarini, kendi insaninin kültürel ve pisikolojik yapisini göz önüne almadan katildilar. Bu, onları Türk milliyetçiliginin ve onun askeri sidetinden kurtulmak için -bilinçli veya bilinçsiz- kendi varligindan büyük fedekarliklara itti. Bu durum, Dersim identitesini (kimligini) dahada kirize soktu ve belli ideolojik görüslere bagimli kildi. Dersim, hakli olan Kürt mücadelesine omuz verdiğinden dolayı, kimligi ve identitesi ön plana çıkmış Kürt identitesine tabi tutmak yanlistir. Bunun yanlis olduğunu gören Dersimli devrimci ve aydinlar, Dersim`in dili ve kültürü, tarihi ve gelecegi hakkında arastimalarini yoğunlastirip, hasiralti edilmiş ve edilmek istenen öz identitelerine egilmeye başladılar. Dersimli aydinlar bunu yaparken, kendi insanini, tarihini, inanç ve felsefi yasam biçimini, dilini ve sosyal-kültürünü temel almaktalar. Temel, kendi öz insani, dili, kültürü ve coğrafyasi olunca, kirize saplanmis gibi görünen Dersim identite sorunu, kimyasal artiklara kurban olmamis berrak su gibi ortaya çikmaktadir. Dersimliler kendi öz identitelerine yönelince, milliyetci elestirilere maruz kalmaktadirlar. Kürt mücadelesinin gelistigi bir dönemde bu nerden çıktı diyen Kürt milliyetçileri az degildir. Birçok Kürt aydini ve milliyetçisi, Dersim`in tarihte otonom yapisini, dilinin, dini inançlarinin farkli olduğunu gözönüne almadan, bizi bölüyorlar, devlet kiskirtmasidir diye kamuoyunu yanitmaya çalismaktadir. Bunu söyle açiklamaktadirlar: Kurmançi (Kürtçe) ve Soranca`dan sonra Zazaca`nin da yazi ve edebiyat dili haline gelmesi önlenmelidir…Zaza folkloru derlenebilir; ancak öykü, siir, Roman gibi edebi türlerden yazi yazilmamali, özgün eser verilmemelidir. Bu is sadece Kurmançi ve Soranca`ya birakilmali….(Bak, Berhem say? 3, Eylül 1992, sayfa 8)

Tarih tekerür eder gibi oluyor. Kürt devrimcileri kendi dillerine, kültürlerine sahip çıktıklarinda, inkarci sövenist mahkeme heyetleri, Kürtleri vatani bömekle itam ediyorlardi. Kürt aydinlari ve devrimcileri, Türkiye hiyar değil ki bölelim cevabini veriyorlardi. Bu cevap Kirmanc-Zazalar icin de geçerlidir. Belirtildigi gibi, sorun bölme sorunu değil, aksine kültürlerin ve halklarin yan yana, esit ve özgürce varliklarini sürdürmesidir. Yani sorun özgürlük sorunudur.

Dersimliler artik kendi kimliklerini gizlemeye tahammül etmedikleri bir asamaya girmişlerdir. Dersimlerin bu asamaya gelmesinde, basta Dersimli yurtsever yazar, aydin ve zazaca söyleyen sanatçilarimizin ve Desmala Sure, Piya, Kormiskan, Rastiye, Waxt, Berhem, Ware ve Tija Sodiri gibi zazaca ve Türkçe çıkan dergilerin büyük faydasi olmuştur.

Bu faaliyetler sayesinde inkarcilik ve asimilasiyon politikasinin yarattigi sis perdesi aralanmistir. Dersim, öz kültürüne açilmak için kapali tutulan kapiyi çoktan tiklatmistir. Tarihi çok uzun bir inkarciliga dayanan yalan tezlere karşı, gerçegi ve doğruyu savunmak elbette zordur. Çünkü özgürlügün olmadığı yerde, statukoculugu savunmak kolaydir. Tam da statukoculuga karşı gelinmesi gerekirken, Kürt hareketlerinin çok önemli bir bölümü teorik olarak Tükiye de hala geçerliligini koruyan tekçi ve milliyetçi görüsleri benimsemislerdir. dolayısıyla kendileri dışında ki farkli kültüre tahammül göstermemektedirler.

Burdaki elestiri hedefim sahis değil, tersine sahislarin tekçi ve statukocu görüsleridir. Kendisinden başka farkli kültüre ve kimlige tahammül göstermeyen tekçi ve statukoculardan biri de Faik Bulut`tur. Faik Bulut Dersim dergisinin 1. sayisinda Dersim meselesine yanlis temelde yaklastigi ve bu yazimi keza Dersim dergisinde yayinlamayi düşündügüm için Faik Bulut ve benzeri bir kaç sahis, kısada olsa bahis konusu olacaktir. Faik Bulut, Tunceli Kültür ve Dayanisma Dernegi`nin yayinladigi Dersim dergisinin birinci sayisinda Dersim ve Dersimli Üzerine Notlar makalesinde Dersimlere adeta tarih dersi vermektedir. Faik Bulut bunu yaparken, bir müfetis konumuna düştügünü unutmaktadir. Çünkü o, ne pahasina olursa olsun, Dersim’i olduğu gibi değil, tersine kendi düşündügü gibi göstermeye çalismaktadir. Osmanlıya ve milliyetçi Cumhuriyete başkaldİran, inkarciliga ve statukoculuga karşı direnen Dersim`e tarih dersi vermek yerine, Dersim`in kendisi, yani özü incelenirse daha dostça bir is yapilmis olur. Türkçü Müfetisler Dersim`in Türk olduğunu kanitlamak için Dujik Baba`nin Taçik den geldigini, Zaza`nin Türkçe olan az kelimesinden türedigini ve germ u serdin ise moğolca kökenden geldigini iddia etmektedirler. Faik Bulut …Zazaca (Dimili)`nin da Kürtçe`den apayri bir dilmis gibi gösterildigi yalani mi çürütmeye kalksam! (Dersim sayi 1) diyor. Bu tamamen bir önyargidir. Dersimlileri ve Dersim dili ve kültürünü küçümsemedir. Neyi çürütmeye kalkiyorsun, sayin Bulut? Dersimliler başkalarinin dilini köreltmek için gökten zembille yeni bir dil falan indirmediler. Asirlardan beri konustuklari bir dilleri vardır. Her dilde olduğu gibi, kendisine yakın ve kendisine uzak olan diller var. Bu anlamda Kürtçe ve Zazaca biribirne yakın dillerdir. Çürütmeye kalkmak istediğiniz ne? Bu dilin yazi dili olmadığını ve olamayacagini mi söylemek istiyorsunuz? Yoksa kendi dilini gelistirmek isteyen Dersimlilere, `neden Kürtçe değil de, Zazaca (Kirmancki, Dimiliki) yi gelistiriyorsunuz` demek mi istiyorsunuz? Anlasilan lehçecilik postu altında bir dilin yok olmasından yanasiniz. Ayni lehçecilik altında Türk milliyetçileri de Kürtçe ve Zazaca`nin kaybolması için yoğun çaba harcadilar ve harcamaktadirlar. Fikirlerde açik olmak, Dersim`e dost olmak demektir. Dersime dost olan, Dersim`in diline, kültürüne karşı cephe almaz, tersine onun gelişmesi için Dersimlilere omuz verir. Dersimlilerin hakli davasina omuz vermeye cesaret etmeyen, bari susmasini bilsin. Fakat sayin Faik Bulut lehçecilik tezi ile teorik olarak Dersime karşı direk cephe almaktadir. Sayin Faik Bulut dilbilimi uzmani degildir. Zazaca hakkında dilbilimi kiriterlerine uygun bir çalismasi yoktur. Buna rağmen zazacanin dil olmadığını söylemektedir. Yani Dersimlilerin, Kirmanc-Zazalarin konustuklari yalandan bir dildir. Önemsizdir, çünkü lehçedir. Asil, has ve öz dilleri vardır, o da Kürtçedir. eğer söylemek istediğiniz milliyetçi Türklerin Kart u Kurt tezinin bir başka varyanti olan Zaz u Kurt ise, çabaniz bosunadir. Kör milliyetçilik, farkli dil ve kültürlere tahmülsüzlük, tekçilik, inkarcilik ve diktatörlük iflaz etmiştir. Bunun bariz örnegi ve pratigi Türkiye de yasanmaktadir ve iflaz ile sonuçlanmıştir. Ikinci bir koldan tekrar milliyetçilige sarilmak, tarihi tekerürden başka bir sey degildir. Böyle bir milliyetçilik, genç te olsa hakli olduğu anlamina gelmez.

Öyle anlasiliyorki, alisilagelmis görüsleri veya kuru iddada bulumak, bilimsellikten, sosyolojik ve empirik arastirmalardan uzak tezleri ileri sürmek daha kolay bir yoldur. Maalesef devrimci demokratik ve özgürlükçü fikirleri özümliyememis toplumların insanları daha ziyade kolay olan yolu tercih ederler. Bu yol barışi değil, savaşi körükler. Çıkmaz bir yoldur. Aksine, farklı dil ve kültürlerin varligiuni savunmak ve korumak, bu Çıkmaz yolun önünü açar. Türkler, Kürtlerin Türk olduğunu yeteri kadar iddia ettiler. halen idia edenler çoktur. Kürtlerin, Türklere benzer bir yolu izlemeleri gerekmiyor. Kirmanc-Zazalarin Kürt olduğunu söylemek mecburiyetinde degildirler. Kürtlerin ille Türklere benzeme mecburiyeti de yoktur. Dostum Sait Çiya`nin dedigi gibi, ne yani, Türk ya da Kürtler dışında bu coğrafyada kimse yasamiyor mu? (Bak Ware, sayi 9) Bir halk dili, kültürü ve inaç biçimi ile varligindan bahsediyorsa, bu varligin ardinda hemen bir başka güçün varolduğunu sanmak, alisila gelmis tek tip ulusçulugun, zayifligin tahamülsüzlügün bir ifadesidir. Dersimlilerin, Türklerden veya Kürtlerden ayri ve farklı olmalari (ve bu farkliklari bugüne kadar tasimislardir), Türklere ve de Kürtlere bir zarari olmadığı gibi, onları bölme diye bir sorunlari da yoktur. Bölme diye bir sorunlari olmadığı gibi, dar milli bir devlet kurma diye bir dertleri de yoktur. Dersimlilerin sorunu sudur: sosyal yapilarina uygun Zazaca konusulan Kirmanc-Zaza coğrafYasinda ayalet sistemine dayali federatif bir sistem de Tükler ve Kürlerle esit bir şekilde özgürce yasamak.

Faik Bulut ayni makalesinde devamen söyle diyor: … yapay bir Dersim-Alevi-Zaza milliyetçiligi yaratmak, simdilik bilemedigimiz çikarlar doğrultusunda hareket etmektir. (Dersim, Sayi 1) Burda acaba bilinmeyen nedir? Dersimler açisindan bilinmeyen bir tek sey vardır: O da, Dersim`i hesaba katmadan yazilmak istenen çarpik tarihtir. Düjik Baba bilinmeden, anlasilmadan, Dujik Bavanin tarihi yazilmak isteniyor. Köktenci bir din çeperi ile çevrili Kizilbas inanç ve felsefesini anlamadan, Alevicilik yapiliyor, bu gericiliktir deniliyor. Sorun tabulastirilmak isteniyor. Kemerê Bimbarek, Ana-Fatma, Koyê Jêle, Kures, Xizir, Bimbarek Gaxand, Xêlasi, Rozê Xizir, Niyazê Xizir, Pir, Rayver, iqrar, Golu-Cetu, Jar u der ve daha nice Dersim`e has inanç, felsefe ve yasam biçimi incelenmemiş ve hak ettiği yere oturtulmamistir. Dersim, ya Dujikbava der, Taçik diye kayda geçirilir. Dersim kendisine Kirmanc der, Kürt diye kayda geçirilir. Sahte tarihler süslenir, gerçek tabulastirilir.

Faik Bulut gibi bazı Kürt milliyetçileri, Dersim ve Dersimlileri -Kirmanc-Zazalari- illada Kürt ulusunun bir parcasi olarak görmek isterler. Munzur Çem Deng dergisinde, Alevilik, Kurmanci-Kirmancki (Zazaki) ve Dersim üzerine kimi yanlis görüsler baslikli makalesinde söyle der: sayıları çok az da olsa kimi kişiler, Kirmanckiyi (Zazaki-Dimilki) Kürtçenin bir lehçesi olarak kabul etmiyor ve bundan hareketle de onu konusanlarin Kürt olmadiklarini ileri sürüyorlar. Yine buna bağlı olarak Kürt yurtsever hareketnine yönelik asiri suçlamalara rastlaniliyor. (Deng, sayi 34, S. 8) Bu suçlamalardan biri Seyit Riza`nin Torunu ile yapılan bir söyleşidir. Bu söyleşide elbette Ermeni katliamına deginilmistir ve bu konunun islenmesi de çok önemlidir. Söyleşi de, Kürtlerin de Ermeni katliamında katkilarinin olduğu söyleniyor. Kastedilen elbette Hamidiye alaylaridir. Hamidiye alayları dışında Müslümanligin ideolojik olarak kol gezdiği bir dönemde, sıradan galeyana gelmiş Müslüman Kürtlerin bu cinayete ortak edildikleri hiçte abartili değil. Ermeni-Kürt ilişkileri üzerine incelemede bulunan Garo Sasuni bu konuda söyle der: Kürtler gerici bir unsura dönüşüp, Tatarlara özgü bir ahlakin içine batarlarken, yavaş yavaş kendilerine öz gururlarini ve alicenapliklarini yitirerek, Ermeniler için hiç te dost olmayan bir kavim haline geldiler. (G. Sasuni, age., s. 118)

Yine Garo Sasuni`nin dediği gibi, Türkler, Kürtleri Ermenilere karşı kullanmakla Ermenileri fiziki olarak yok etmek ve Kürtleri de milli bilinçlerinden mahrum bırakmak istiyorlardı.

Tarihte yapılan zulüm üzerinde konusmak ve tartışmak, bir halka yapılan bir hakaret olarak algilanmamalidir. Tersine, o halki geçmisteki hatalara ve yanlis yönelimlere saplamasini önler. Tarihin tekerrür etmemesinde yardımcı olur. Tarihi, hatalari ile tartışmak, demokratik bir topluma aday olmanin belirtisi ve baslangicidir. farklı halklarin ve kültürlerin yanyana, barış içinde yasamasini kolaylastirir.

Elbette Ermeni olayında karar mekanizmasini ellinde tutan Osmanlı Devletinin sorumlu üst kademesidir. Böylesi ciddi konularda sorumlu yalnız bir avuç insan, veya soyut devlet görülürse, sorumluluktan kaçmak olur ve mesele soyutlastirilir. Tarihi, tartışmaktan kaçınmamak lazım.

Sivas olaylarında 37 devrimci, ilerici Alevi atese verildi. Bu 37 Alevinin diri diri kül olmasıni seyreden ve alkis tutan 10.000 köktenci, geriçi Müslüman vardi. Burda yalnız suçlu benzin döken ve çakmagi çakip alevi tutusturan değil, aksine seyirci kalan devlet, yani devlet güvenlik güçleri ve bu suçsuz insanlarin yanmasina alkis tutan bu 10.000 kişidir de. Bunun da ötesinde suçlu, bu olayin vuku bulmasina tahamül gösteren toplumun inanç, kültür, felsefe, yasam ve ruhi şekillenme biçimine kadar inmektedir.

Bundan ötürü Kürt yurtsever ve aydinlari, Türk milliyetçiligine agaje olmuş Kürtlerden mütesekkül Hamidiye alayları ve Ermenilere karşı zulmünden bahsedildiginde, gocunmalarina gerek yoktur.

Bir diğer konu da Seyit Riza idama gidince yasasin Kürdistan demismidir, dememismidir? Seyit Riza`nin idaminda yanında bulunan Ihsan Sabri Çaglayangil, Seyit Rizanin son sözlerini söyle aktarir: Son sözünü sorduk. `Kirk liram ve saatim var. oğluma veriniz.` dedi… Seyit Riza`yi meydana çikardik. Hava soguktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Riza meydan insan doluymus gibi sesizlige ve bosluga hitap etti: `Ewlade Kerbelayme. Bêxetayme. Aybo, zulumo, cinayeto´ dedi. (Bak Desmala Sure, sayi 2, sayfa20, Berhem, sayi 7, s.9) Ayni dönemi yasayan hala canli sahitler vardır. bunların söyledikleri de bu doğrultudadir. (Bu konu için Seyit Riza`nin kizi Leyla ile Tija Sodiri 3 de yayinlanan ve daha sonra çikacak sayilarada ki röpörtaja ve Dersim liderlerinin idama mahkum olduğu Elazig makemesinde sahsen bulunan Kuresan büyüklerinden Use Seydin yegeni ile yapılan ve Tija Sodiri`n ilerideki sayılarında çikaçak röportaja bak). Bunun dışında, Seyit Riza`nin Kürt milli kurulus ve örgütlerine üye olmadığı gibi, onlarla örgütlü bir bagi da yoktur. Ayrica, O başka bir dava ugruna değil, işgale ugruyan otonom Dersim`in özgürlügu için direndi. Bunun ötesinde, polemige girmenin hiç bir yarari yoktur.

Munzur Çem yazisinin başka bir yerinde, Dersim`in Kürdistan`in öteki yerlerinden öyle çokça farklı yanlari yoktur. … Üç asagi-bes yukarı ayni dag, dere, nehir ve yaylalari; ayni mese agaçlarini; kimi distan sivali, kimi çiplak tas duvarli, bir yada iki katli olan ayni evleri, ayni degirmenleri; ayni keklikleri, keçileri, inekleri, koyunlari ve agaçlari, ayni türden bölünmüs tarlalari, ayni tür atlari, esekleri, katirlari …. (Deng, ags, s. 18) Burda bir anlsmazlik söz konusu. Biribirine çok yakın olan Dersimli ve Kürtlerin, esek ve katirlari dışında tavuklari da biribirine benzer, hatta ötüsleri biribirine çok yakındir. Fakat berlitmek gerekir ki, Latin Amerika`nin tavuklari da Dersim tavuklarina benzer. Ve ötüsleri de aynidir. Ben Çin`de de, eski Sovyetler de de bizim eseklere benzer esekler gördüm. Esek denince, her insanin aklina gelen şekil asagi-yukarı aynidir. Yani, Dünya`da esek sekli evrenseldir. Elbette Dersim`in Ay`da veya Mars`ta olduğunu kimse iddia etmiyor.

Seyit Riza`nin ve Şeyh Mahmut Berzenci`nin giydigi elbise ayniymis. Seyit Riza`nin giydigi elbise (Dersim Müzesi olmadığı için, bu konuda bilgi eksikliginin olduğunu belirtmek isterim) Şeyh Mahmut Berzenci`ninkine benzemesi de çok dogaldır. Dillerinin biribirine yakın olmalari da dogaldır. Biri Ay`da, diğeri yerde yasamiyor ya. Seyit Riza`nin kendi özel tekstil Fabrikasi olmadığına göre, elbisesini Orient pazarinda herhangi birinde almistir. Bu Şey Mahmut Berzenci için de geçerlidir. Seyit Riza`nin giydigi elbise iran ebisesine de benzeyebilr. Dili İran diline de benzemektedir. O da kendisine çok uzak sayilmaz.

Burda elestirilen yanliso görüs ve mantiktir. ille birini diğerine bagimli kilmak mantigi. iste Munzur Çem`in Dersimliler için yapmak ve söylemek istedigi gibi: …bir ulusun bireyleri olduğumuz gerçegini unutturmamali. (Deng, ags. s. 20)

Munzur Çem, Kirmanclar (Zazalar) Kürt değil görüsünün bir ucu devlete dayanuiyor. diyor. (Deng, ags. s. 31) Hemen belirtelim ki, Kirmanc-Zazalar, Kirmanc olduklari için devlete dayaniyorlarsa, Dersim bir bütün olarak devlete dayaniyor demektir. Çünkü Dersim halki kendine Kirmanc, diline Kirmancki (Zaza, Dimili) demektedir. Türklere Türk, Kürtlere Qurr (Kürt), dillerine Kirdasi (Kürtçe) demektedirler. Kirmanc, Dersim`in orjinalligine dayanmaktadir. dolayısıyla ileri atilan iddia asilsizdir. Yalandir. ispata gerek yoktur. Dersim`in milliyetçilige, tekçilige ve askeri işgale karşı direndigini yedi dügel çok iyi bilmektedir.

Dersim`in dirençini kirmak ve uluslararası itibarini zedelemek için, Osmanlı Sultasi ve Türk milli devleti Dersime karşı hep su iddiayi öne sürmüştü: Dersim direnisinde yabanci parmagi vardır ve feodal-gerici ayaklanmadir. Türk komunistleri, sosyalistleri ve aydinlari da bu iddiaya katildilar. iste Munzur Çem`in ve Kürtlerin Kirmanc-Zazalara karşı benzer suçlamalar, Türklerin Kirmanc-Zazalara karşı ileri sürdükleri iddiadan farksizdir.

Munzur Çem, Dersimlilerin Kürt ulusun bireyleri olduğunu ispatlamak için Dersim`in dilini de degistirmeye yeltenmektedir. Dersim kendi aşiretlerini kendi dillerinde öyle adlandirir: Kuresu, Abasu, Demenu, Heyderu, Şixmemedu vs. Fakat Munzur Çem bu söyleyis biçimini Kürtçeye yakın bulmadigi için, Kuresu, Heyderu ve Sixmemedu yerine Kuresan, Heyderan ve ªsxmemedan demeyi terçih etmektedir, çünkü sözcünün arkasina an takişi takilirsa, Kürtçe`ye yakın olurmuº: …yanê -an- guretene tênena nêjdiye formê Kurdiki yo u rasto. (Munzur Çem, Taye Kilame Dersim, Stockholm, 1993, s. 7)

Dersimliler anadillerinde Dersim`e Desim ve Dersimliler`e Desimuzu veya Dersimizu diyorlar. Fakat Munzur Çem için bu pek Kürtçeye yakın görülmemelidir ki, o Desimuzu veya Dersimiz`u yerine, Dersimlilere Desimizan diye hitab etmektedir. Kürtçeye daha yakınmis. (Bak, Muzur Çem, age, s. 17)

Dersim`in Tunceli olarak degistirilmesi ile veya Desimizu ` un Desimizan olarak degistirilmesi, gerçegi geçiçi olarak örtbas etmeye çalissa bile, gerçegin kendisini degistiremez. Bunun da ötesinde, kelime oyunu ile tarih yazmak, tarihi bozmaktir. Bunun örnegini Türk resmi tarihinde görmekteyiz.

Bu yaklasimin sahibi yalnız F. Bulut ve M. Çem degildir. Ayni anlayisin yumusak bir savunusunu M. Kalman yapiyor.

Belge ve taniklari ile Dersim ve Direnisleri adli eserinde, M. Kalman Zaza-Kürt sorununu tartışmaya sunarken, hemen önyargili görüsü ile tartışmanin önünü kesip, söyle demektedir: Acaba bu arastirmacilar (Zazaca üzerine arastirma yapan yabancilar Dr. H. C) kendi devletlerinin çikarina mi Kürt-Zaza ayrimina gittiler, yoksa kendi ölçülerinde açiklik getirmeye mi çalistilar? …Elbetteki birçok sorunda da görüldügü gibi yabanci parmagi veya ajanlar ortaligi karistirmak isteyebilirler. (M. Kalman, Belgelerle ve Taniklari ile Dersim Direnisleri, İstanbul, 1995, s. 20)

Yabanci parmagi ndan en çok bahseden resmi Türk tarihidir: Silav halklari, Rum ve Ermeniler hak-hukukunu istediginde, yabanci parmagi dir, der. Kürd direnir, hakkini ister, yabanci parmagi dir, der. Bu anlamda bazılari kopya sever yerinde bir laftir. (Bak Ware, sayi 9) Sormak lazim, sans eseri bir iki iyi niyetli Amerikali arastirmaci Kizilderililere medeniyet adina yapılan vahseti su yüzüne çikarirsa, hangi yabanci parmagi burda cirit atmis olacak? Kimse kimseyi sormasin mis Kimse kimseyi arastirmasin mis. Iletisim çaginda yasiyoruz. Bu anlamda dünyanin küçüldügünün farkinda degiller mi yoksa? Keske Kirmanc-Zazalari inceleyen daha çok yabanci biliminsani çiksin. Bu bizi hiç te rahatsiz etmiyor.

Hele çok sükür ki, Türklerin başka halklari sevme diye bir derdi yoktur. Kaza eseri bir Türk Zaza dilini arastirmaya kalkarsa ve bu halk ve dili kendi başına bir dildir sonucuna varirsa, vay Kirmanc-Zaza halkınin haline!

Avrupa`nin, Amerika`nin Germanistk, Angilistik, Amerikanistik, Sinologi, Orientalistik v.b. kürsüleri mevcuttur. Frankfurt Üniversite`sinin Orientalistik bölümünde İranistik dilleri çerçevesinde Zazaca grameri, kökü, eski Partça dili ile kiyaslama v.b. gibi konularda ders verilmektedir. Ama bu seminerin arkasinda hangi ajan takiminin olduğunu hala çikaramadim. Kurdoloji kürsüsü olan Üniversiteler de vardır. Bu kürsülerin ajanlari kim acaba? Bu korku ve süphe pisikozu ile ne bilim yapilir, ne de bilim anlasilir; ancak kötü bir dedektif Romani çikabilir. Dedektif metodunu birakip, Dersim gerçegine bakmakta fayda vardır. Dersim`in gerçegi ise Türküleri, dili , felsefesi ve kültürüdür. Dersim`i en iyi şekilde ifade eden Dersim Türküleridir. Dersim de dahil olmak üzere, tarihlerini yazili olarak yazmamis halklarin tarihini en iyi şekilde sözlü Türküleri anlatir. Dersim mücadelesini anlatan eski bir Dersim Türküsü söyle der:

Seter o Seter o

buko Ismayilê mi Seter o

Natê ma kemer o

dotê ma kemer o

Isamilê mi dest berze martini

panime hata ke ro ma dero

Bawo!…

Ordi amo natê çemi dotê çemi

Damepêro, kiseme hêfe kami

Munzir delge dano sade goni

Birayê mi serva Dêrsimi sero

Bawo!…

(Dersim Türküleri, Tayê Lawikê Dêrsimi, derleyen M. Düzgün, S. 91)

Destan özet olarak soyle der:

El at su Martinine İsmailcigim, gün kavga günüdür, babam. Ordu işgal eylemis Munzur çayinin iki yakasini. Kan akiyor Munzur dalga dalga. Vurun kardeşim vurun, bu kavga Dersim içindir, kardeşim; be hey babam!

Dersim incelendiginde, Dersim Türküleri istisnasiz olarak Dersim’den ve Kirmanciye`den bahseder. Dersim ve Kirmanciye de Kürdistan degildir. Dersim`in tarihini bir destan gibi anlatan Welat Welat Türküsü, Dersim`in inanç, felsefe, mücadele ve amaçlarini iyi bir şekilde dile getirmektedir: Türküde, Türk ordusunun Dersim`i işgal edisini ve Dersim`in ileri gelenlerinin Türk askerlerince yakalanip idama götürülüsu anlatilir. Idama götürülen Dersim büyüklerinin inaç ve felsefi düşünceleri ve ülkeleri olan K?rmanciye`ye (Dersim) olan sevgi ve bağlıliklarini Dersim`in büyük milli ve sosyal sairi Veliye Ise Imam Türküde söyle dile getirir:

Way de biyi biye, lemin biye!

Alay onte ma ser, tabur bêrde Borginiye ser

Seyd Uşe teslim biyo, kheleka Dersimia osnene rijiye

Seyd Uşe berdo, nêberdo, kheleka Dersim owe de şiye

Seyd Uşe vano, Duzgi çinare veng nêkeno!

Air kotê tufong, erzene, way lemın phoşta Asm u Jiaru ra

Seyd Rıza vano, Seyd Use ma zerre haq xori dazno,

Jiayru vere ho carno hetê mara

Vano, zerrê mı terseno, yê mınê to nafa sıcımo, dara

Sey Uşe teslim biyo, qomo kerdo duzê Şeşanki,

Yel-qom dorme de amo pêser,

Vano, Bıra ezo sonu, -way lemın- xatır`ve sıma!,

Kotime mêrat vılê Sorpiani, mêrat vetan mara osa

Vetan şirino,

hata roza merdêne coru deste ison cira nêbeno

Qemer aga vano, Pirê mı, neçe Sultan Süleymanê jê tu ame na dina onderê, şiyê.

Endi mine tu dest nêkuno,

vay lemın merat rında Kırmanciye

Vist u çor saat tamam nêbiye, nisanê idami kerd ma vera.

Vist u çor saat tamam nêbiye, nisanê idami kerd ma vera.

Aglerê ma – qomo- idam kerdê

Way lemın, zalım cendegu ma nêdano.

Çifte doxtori amê cendegunê ma kefs kênê;

Aqılê Sey Uşên des u dı derecey aqulu ra gİrano.

(Söyleyen: Bava Bedri)

Vıle Soripani, Harputa gidince yüksek bir tepedir. Bu tepeden iç Dersim rahtlıkla seyredilebilinen bir yerdir. Halk Türkülerin de Dersim`in Sultan Süleymanları (liderleri) idama götürülürken, bu tepeden vatanları olan iç Dersim`i son bir defa gözetleme fırsatını görebiliyorlar. Dersim şairi Vele İse imam`i şiirin de, Dersim büyüklerinini Kirmanciye ye (Dersim`e) olan bağlıliklarini, duygularini ve sevgisini güzel bir Zazaca ile dile getiriliyor.

Yine Dersim`in (Kirmanciye), Kürdistan coğrafyasi yanında farkli otonom bir coğrafya olduğunu analatan başka bir Türkü de söyledir: Kekil adinda bir Dersimli Kürdistan`in Urfa şehrinde askeri görevi sırasında ölür. kardeşi, ölen Kekili Dersim`e (Kirmanciye`ye) getirmek ister. Urfalilar, cenazenin Dersim`e (Kirmanciye`ye) götürülmesinin hayli zahmetli olduğunu ve pahliya mal olacağını anlatarak, cenaze sahibini ikna etmek isterler; fakat o ikna olmaz ve kardeşini Kirmanciye (Dersim) `ye götürür.

Dersim sairi Veliye Ise Imama yine kulak verelim:

Way de biye de biye, bira geribo biye

Têlê birayê geribe mi amo postexanê merata Mamikiye

Yanê qomo, şine têlê bırayê ho guret, mı va bıraê mı yeno izine.

Têle bıraê ho guret da wendene, kemer nêvino!

Qomo, dumanê sarê mıno.

Nia qomo, mı makina kompila kerde, Urfa sewtemalerê şiyo.

Qomo, mı ho dıma niada, kesê mı çinio, ez bekes, kesê mı çinio.

Ya qomo, mıno hire roji, hire sewi, ezo nê qomo, mıno hewnê çımu nêdiyo.

Ya, sofer ez ardo war, vake bê war, naza harde Urfa wesayio.

Yanê eve perskerdene, qomo, ezo şine pê daira Yüzbaşi de vejio.

Yanê da puru, Yüzbaşi sandala sere ronişteo.

Vaka, ala perskere, o mordem yê kotio?

Mı va na sawalu mıra ça perskena, ez yê na meratê Tunceliyo.

Têlê bıraê mı Kekili amey bi, vato, biraê mi ecele nêvındo, bêro.

Niada, Yüzbaşi taviat cı nêkot, qomo usto ra wertê deyrade fetelino.

Vake, qalan bakiya ke esta, sıma weş be, bıraê tu sınıre Suriya sewtemale de seyit bio.

Qomo, ezo sandalya sera peru gunu ware

Mı niada, Yüzbaşi dest est mi, vano, mıxenetêni meke!

Necelerunê jê tu derdu wa u bıraiya çêrnçayiye diyo.

Ya, mı va nê qomo, mı can kerdo ho feka, hiro roji, hire sewi tümenê Urfa wesayiye de feteliyo.

Amrê berdena bıraê ho gureto, Urfa usta ra, sarê Urfa mıre duwacıyo.Vano, olume Haq koti ra rest, pero hardo dewreso; nê bıraê ho naza

weda,

tu bena, iqdidare tu çiniyo.

Mı va, Ez bıraê ho bonu, çıke mı sono va şero, mıre sevev meve!

Ez bıraê ho bon memleket (Welat), bıraê mı intizaro onderê Kırmancıyo.

Qomo, mıno xeyle sare dez -qomo- Urfa sewtemale de diyo.

Yi emsalunê bıraê mı vake, bıraê tu weşiyat ho kerda, vake, bıraê mı ke yêno na memleket,

yanê cendegê mı naza ra vezo bero memleket,

ez axret u dinalige de endi bıraê hora rajio.

Ya qomo, temel do puro, qomo ni qonanagê bıraê ho sereniya hode dardo we.

Tarix u yazi erzeno cı, bıraê mı yaraliyo onderê Urfa ê wesayio.

Vano, bıra meverbe, qederê mı bio tamam, çençena mıde qedio.

(Söyleyen: Bava Bedri)

Görüldügü gibi, kardeşi Kekil`i almaya giden Dersimli Urfa`nin içinde bulunduğu coğrafyayi ayri bir memleket, bölge olarak görmektedir. Urfali Kürt komsularinin israrina rağmen, Dersimli ille de kardeşi Kekil`i vatani olan Kirmanciye`ye, yani Dersim`e götürür. dolayısıyla Dersim, Urfay`i Kirmanciye olarak görmüyor. Dersimlinin Kirmanciye`deki kasti, tarihteki otonom Dersimdir. Böylece otonom Dersim`i Kürdistan dan ayirmaktadir.

Demekki Dersim`e, Dersimlilere yeni kimlik aramak, onları yeniden etiketlendirmek, tamamen tarihi hatadir. Zorlama ve ezbere bir çaba yerine, izi kaybettirilmek istenen Dersim`in tarihine bakmak, insanlarini ve otantik Türkülerini dinlemek, Dersim`i tanmaya yeterli olacaktir.

Her halk gibi Kürtlerin de kendi halkıni, dilini, kültürünü ve tarihlerini sevmeleri normaldır. Bu milliyçilik değil, insanin ve insan haklarinin geregidir. Fakat bilimsel verilerden uzak Türk Resmi Tarih Tezini takip etmekle veya kopya etmekle, kimse halkına ve gerçek tarihine hizmet edecegi umuduna kapilmasin. Böylesi bir tarih, tarihi yazilmak istenen halka fayda değil, zarar verir. Tarih, subjektif istekler ve kör milliyetçilik doğrultusunda değil, varolan objektif gerçek ve bilimsel verilere dayandirilarak incelenmeli ve değerlendirilmelidir.

Kürt Tarih Tezinin savunucusu Cemsid Bender örnek olarak söyle der: ilk kez Kürt halki bitume maddesini eriterek içine kalker tozu ve arjil karistirarak asfalta benzer bir madde imal etmiştir. … Bu eriyik günümüzde de aradan üç bin iki yüz elli yıl geçmesine karşın kullanilmaktadir. … Bender devamla, insanligi ilk kez magara hayatindan kurtaran emekleyen çocugu ellerinden tutup yürüten, uygarca bir yasamin kosullarini tarihte ilk kez olusturan Sümerler ve Kürt halki olmuştur. (C. Bender, Kürt Tarihi ve Uygrligi, İstanbul, 1991, S. 193-194)

Deniz Çelik, Gürdal Aksoy`un Resmi Kürt Tarihinin elestirisini konu alan Tarihi Yazilmayan Halk: Kürtler adli Kitabini Yeni Politika da okuyuculararina tanitti.

Yazar G. Aksoy, Kürt Resmi Tarih Tezinin savunuculari ve arastirmacilarini elestirirken söyle demektedir: Son derece yanlis, çarpik bir temel üzerinde yükselen bu arastirmalar Kemalist Türk Tezi`nin bir kopyasi niteliiindedir. Çikis olarak Kemalist Türk Tarih Tezi`ne karşı çıkmayı benimseyen bu anlayis , vardigi tespitler, tahliller sonucu Resmi Türk Tarih Tezi`nin mantigi ile islemeye baslamis ve onların Türk tarihi için vardiklari sonuca bu kez Kürtler adina varmislardir. Öyle ki, Cemsit Bender`in Selahaddin Mihotuli`nin, Tori`nin ve Faik Bulut`un tarihi`ndeki Kürt sözcüklerinin yerine Türk yazarsaniz bunlari resmi Türk Tarih Tezi`nden ayirmaniz bir hayli zorlasacaktir. Kürt tarih yaziciligi, kendini reddeden bir tarihin, Türk resmi tarih tezinin üvey çocugudur ve haddinden çok babaşına benzemektedir.

Yine yazarin bellirtigi gibi, Kürtlerin ihtiyaç duydugu içi bos, kof, iflas etmiş bir resmi tarih tezi değil, aksine …gerçekten bir tarihe, gerçekleri yansitacak, abartidan, ulus merkezcilikten uzak ve kendilerini de yargilayacak bir tarihe ihtiyaçlari var. (Yeni Politika, …..03. 1996.

Otariter ve baskici bir devlete karşı, Kürt halkınin kendi tarihi varligini savunmasi ve kendisini ipatlamaya çalismasi dogal hakkidir. Fakat bunu yaparken, tarihi ve kendisini görmek istedigi gibi değil, aksine olduğu gibi göstermelidir. Açikca: Kürtler karşı geldikleri çarpik Resmi Türk Tarih Tezinden ve otoriter milli develet biçiminden dersler çikarmali ve böyle bir yapiya karşı sivil açik bir toplum biçimine yönelmelidirler. Sartlarini yaratmak zor bile olsa, barışi saglayacak ve başka dil ve kültürden halklarla (Kirmanc/Zazalar, Suryaniler, Yezidiler vb.) yanyana esitçe yasamanin yolu budur.

Dersim ne Türk, ne de Kürt`tür; Dersim otonom bir coğrafyadir.

Dersim sorununa, Dersim Kirmanc-Zaza dili ve kütürü üzerine ciddi çalismalari ile taninan arastirmaci Mustafa Düzgün´nün Tija Sodiri de Dersimli sair ve ozan Areyiz üzerine Areyiz u hunerê xo adli güzel bir çalismasi ile baslamak isterim. Bu çalismada, Mustafa Düzgün sair Areyiz`in Dersim yurtseverligini, tarihe ve gelecege bakişini incelemektedir.

Şairin bir dizesi söyle der:

Derde mı çıko, qey yazmıs nêkena qelemı

Şair burada, derdim nedir, neden onu yazmiyorsun kalem, diye sormaktadir. Burda tarih sayfalarinin eksik tutuldugunu kastetmektedir. Sair çok iyi bilmektedirki, kendi tarihi, dili ve kültürü eksik ve yanlis yazilmistir. Iste sair bu eksiklige ve yanlisliga sitem etmektedir.

Ve sair devamla: Dirveta mi rê coru nêbena melem

Yarama merhem olamiyorsun be hey kalem! diyor. Ve yazilan, topluma sunulan tarihte, sair temsil edilmemektedir. Kendisi tarihte ve toplumda, politik ve kültürel olarak ifade edilmedigini görür. Kalem tutanlar, tarih sayfalarini yanlis süslemislerdir. Yine sairin dedigi gibi, tarihin kalemi güçlüden yana tutulmustur: Xiravunu rê rinda, çeru de qarina. (Zalimlere iyisin, yigitlere nefretsin). kısaca zülmün defteri eksik tutulmustur. Ve zülmün defteri eksik tutuldugu içindir ki, mevcut yazilan tarih sairin kabuk baglamis yarasına merhem olamiyor.

Şair devamla: Fermanu nusnena tiya qelem

Zaza´u inkar kena tiya qelem

Şair burda, kalemin güçlüden, zalimden yana tavir takindigini ve nice ferman çikardigini belirtmektedir. Zor ve zulümden yana olan kalem, hem ferman çikarmaktadir, hem de fermana ugruyan Kirmanc/Zazalari inkar etmektedir. Fakat buna rağmen, sair kalemi kirmayi değil, tersine kalemin, tarihi yerli yerine oturmasini diler: Ez besenêken to parçey keri qelem (Seni parçalayamam be hey kalem).

Aslinda burda belirtilmek istenilen Dersim´in çokça tarif edildigi, fakat asil anlatilanin Dersim´in kendisinin olmadığıdir. Herkes Dersim´i kendi milliyetçi çikarlari doğrultusunda açiklamaktadir. Böyle olunca, Dersim zaman zaman Türk ve bazende Kürt olarak tarihe sunulmustur ve hala zorlama ile sunulmak istenmektedir.

Oysa 19. yüzyılda Dersim´e Şeyhat eden yabanci gözlemciler, Dersim´in Kizilbas kimligini ön planda olduğunu vurgulamatadirlar:

  1. G. Taylor ve M. Seel gözlemlerinde Dersimlerden yer yer Kürt olarak bahsetmelerine rağmen, Kizilbaslar terimini kullanir ve Dersimlilerin kendine has bir irk olduğunu belirtirler (they are an independent race…). Ayrca dillerinin Zazaca olduğunu ve bunun Kurmaci (Kürtçe) den farkli olduğunu, Kurmanci konusan bir Kürt için anlasilmaz olduğunu vurgulamaktadirlar.(Bak Desmala Sure, sayi 2)

Yine 20. yüzyılın başında Zaza bölgesine, Dicle ve Fırat nehirlerinin kuzey kesimine gidip arastirma yapan dilbilimci O. Mann ve daha sonra K. Hadank, Zaza dili simdiye kadar sanildigi gibi, Kürt dilinin bir lehçesi degildir, demektedirler. O. Mann ve K. Hadank gibi birçok tarafsiz bilim adami, dilbilimci bu görüsü paylasmaktadir: N. MacKenzie, A. Christensen, T.L. Todd. Ve bunların dışında Frankfurt Üniversitesinde Orientalistik dalinda Zaza dili ve grameri üzerini çalismasiyla bilinen Prof. Dr. J. Gippert, kuzey-bati İran dil gurubuna giren Zazacayi Kürtçeden farkli olarak görmektedir. Ayni şekilde Dersim Zazacasini akici bir şekilde konusan dilbilimci Bayan M. Sandanato ve Bay M. Jacobson Zazacanin ayri bir dil olduğunu vurgulamaktadirlar. Bu dilibilimci ve bilimadamlari dışında, Zilfi Selcan uzun bir sürecin ürünü olan Doktora çalismasinda Zaza dilinin Kürt dilinden gramer ve fonetigi ile tamamen ayri bir dil olduğunu bilimsel kriterlerle göstermiştir. bunların dışında Kürt tarihinde önemli sahsiyetler olarak kabul gören K. A. Bedirxaan, Ihsan Nuri ve Kürtlein onurlu sairi Cigerxun ayni görüsü paylasmaktadir.

Dilbilimciler ve meseleye objektiv bakan aydin ve bazı devrimci sahsiyetler dışında söylenenler, bilimsel olan bir gerçegi tersyüz edemez.

Burada elestirilen Kürt özgürlük hareketi değil, tersine Türk milliyetçiliginin resmi tekçi ve milliyetçi görüslerinin Kürt hareketlerine yansimasidir.

Kirmanc / Zazalar olarak, Türk, Kürt, Müslüman veya Müslüman olmayan tüm aydin, devrimci ve demokratlara çağırimiz sudur: Tüm kültürlerin esit, özgür ve yöresel olarak hür yasamasi için tüm sivil, demokratik kurum ve kuruluslarin hareketlendirilmesi ve Kürt, Kirmanc/Zaza meselesinin barışçil çözümü için çiddi girisimlerde bulunmalidirlar. Bu tür girisimler, demokratik, sivil kurum ve kuruluslarin güçlenmesini ve islerligini saglar. Bu da, demokratik, sivil toplumun ve kültürlerin esit bazda yan yana yasayabildiği federatif bir sistemin subjeleridir. Yani develet mekanizmasini Türk milliyetçi burjuvaziden devralmak değil, devlet mekanizmasini ve onun baskici gücünü demokratik sivil kurumlar tarafından zayiflatmak ve bunun sonucu olarak, devleti bu sivil kurumlara dönüstürmek. Bu durumda sosyal özgürlüklerle birlikte kültürel hak ve hürrüyetler de garanti altına alinmis olacaktir.

eğer milliyetçiligi, statukoculugu, tekçiligi ve diğer halklara ve kültürlere hosgürüsüzlügü değil de, aksine kültürel özgürlügü ve sosyal emasipasiyonu kedimize amaç edinirsek, insanin umutlarini hep birlikte özgürlesme sofrassna tasiyabiliriz. O zaman, herkes kendi dilinde Türküsünü söyleme, renginden çiçegini dikme imkanina kavusacaktir.

Dr. Hüseyin Çaglayan

Paylaş
Tweetle
Paylaş
Paylaş

1937-1938’de Dersim’de neler oldu?

Yazar: adminTarih: Temmuz 31, 2016Kategori: Dersim TarihiYorum YokOkunma: 1.960 Views

DERSİM’E RESMÎ BAKIŞ . Hatırlarsanız, 19-23 Ekim 2008 tarihleri arasında Taraf’ta yayınlanan ‘Osmanlı’dan Günümüze Kürtler ve Devlet’ başlıklı yazı dizisinin ‘Devletin isyanları önleme reçetesi’ adlı dördüncü bölümünü şöyle bitirmiştim: “Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, Şubat 1926’da hükümete sunduğu raporda, “Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıbanbaşıdır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti için mutlaka lazımdır” demişti. 1931’de Birinci Umumi Müfettişi İbrahim Tali (Öngören) yöntemi açıkladı: “A. Bütün Dersimin hariçle münasebetini kat ederek (keserek) bu yüzden taarruzlarına ve ticaretlerine mani olmak, aç kalacak halkı zamanla kendiliğinden ilticaya icbar etmek (zorlamak) ve şu suretle Dersimi fenalardan tahliye. B. Her tarafı esaslı surette kapadıktan sonra ihata çenberini tedricen darlaştırmak ve fenalıklardan dolayı yakalananları derhal Dersimden çıkarak Garba atmak ve serpiştirmek.”  

OKŞAMAKLA OLMAZ . “Erkânı Harbiye Reisi’ne verilen raporda ise açık konuşulmuştu: “Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetlerin müdahalesi Dersimliye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder. Dersim evvela koloni gibi nazarı itibara alınmalı. Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra ve tedricen öz Türk hukukuna mazhar kılınmalıdır.”… Bu konuya önümüzdeki haftalarda, 3 Ağustos 2008 tarihli ‘Kürtleri imha etmek fikri kime aitti?’ başlıklı yazımı tekzip eden Sayın Nilüfer Bayar Gürsoy’un mektubuna cevap verirken değineceğim.” Bu hafta, Tayip Erdoğan’ın ‘Tek devlet, tek bayrağa karşı olan buyursun beğendiği yere gitsin’, Vecdi Gönül’ün ‘Rumlar ve Ermenler devam etseydi bugün aynı milli devlet olur muyduk?’ vecizeleriyle sembolize olan ırkçı zihniyetin en kanlı tezahürlerinden olan 1937-1938 Dersim harekâtlarının tarihçesini, önümüzdeki hafta ise söz konusu mektubu yayımlayacağım. Böylece her iki tarafın da ne dediği daha iyi anlaşılacak.  

* * *

Bugün Tunceli, Bingöl, Erzincan, Elazığ’ı da içine alan bölgeye MÖ. 6 yüzyılda Pers KralıDarius’un egemenliğinden dolayı Dranis deniyordu. Bundan 200 yıl sonra Yunan ülkesinden kalkıp Pers ülkesine giden efsanevi ‘On Binlerin Yürüyüşü’nü anlatan Xenophon’un Anabasiseserinde bölgenin adı Derxene olarak geçer. Ermenicenin ilk kez yazı dili olarak kullanılmaya başladığı 5. yüzyıla ait Ermeni kaynaklarında bölgeden Derjan diye söz edilir. Bitlis hükümdarı Şeref Han Bitlisi’nin 1597’de kaleme aldığı Şerefname’de ise “Derzini, içinde büyük bir kilise bulunan bir kaledir. Kale ahlaksız kâfirlerin elinde bulunduğu sırada, ona Derzir adını verirlerdi. Kaleyi Habil ve Kâbil istila ettikten sonra, adı kullanıla kullanıla Derzini şeklini aldı” satırlarını okuruz. Bütün bunların ‘Dersim’ adının erken biçimleri olduğu sanılır.

Genel olarak, Dersim adının Farsçada ‘kapı’ anlamına gelen ‘der’ ile ‘gümüş’ anlamına gelen ‘sim’ kelimelerinden geldiği kabul edilir. Eski Ermeni kaynaklarında bölgede bolca gümüş olduğundan söz edilir ama bugün buna dair tek kanıt, komşu Gümüşhane ilidir. 7. yüzyılda yaşamış büyük Ermeni tarihçisi Horenli Musa ise bölgenin ismini, ‘Sim’ asıllı bir Ermeni soylusuna bağlar.

ESAS DERSİM . Tarihsel ve kültürel açıdan büyük öneme sahip olan Esas/Merkezi/Gerçek Dersim olarak adlandırılan bölge, bazı kaynaklara göre Tujik (Abbasan) ve Kutu Deresi mıntıkaları, bazı kaynaklara göre Munzur Çayı ile Pülümür Suyu (Harçik) arasındaki dağlık bölge, bazı kaynaklara göre ise Halvori, Mazgirt ve Kiğı’nın gerisindeki dağlık bölgedir. Çemişgezek ve Pertek’in de kısmen içinde bulunduğu Ovacık ve Hozat bölgesine ‘Batı Dersim’; Pülümür, Nazimiye ve Mazgirt’i içine alan bölgeye ise ‘Doğu Dersim’ denir.

1847 yılında Dersim Sancağı Erzurum vilayetine, 1859’da Harput vilayetine bağlanmıştır. Dersim adının haritalarda boy göstermesi bundan sonra olmuştur. Bu tarihten sonra bazen sancak bazen vilayet olan Dersim 1923 sonrasında vilayet yapılmış ama 1926’da lağvedilerek kazaları Erzincan ve Elazığ vilayetleri arasında bölüştürülmüştür.

PROTO ERMENİLER . Kendilerini Şafi Kürtlerden ayırmaya özen gösteren Kızılbaş (Alevi) Dersimlilerin etnik kimliği tartışılan bir konudur. ‘Erken Dersimliler’ denilen Kırmanclar birçok kaynakta ‘proto-Ermeni’ olarak tanımlanmaktadır. İddialara göre, Ermeniler tarih içinde büyük ölçüde Aleviliğe geçmiş, ama Surp Sarkis, Gağant, Zadik, Vartavar gibi eski inanç ve geleneklerini kendi içlerinde yaşatmaya devam etmişlerdir. ‘Geç Dersimliler’ ise Zazaca (Dımıli) konuşan Şeyh Hasananlılar (Abbasan, Ferhadan, Karabalan, Kureyşan) ve Seydanlılar (Kalan, Kevan, Koçan) aşiretleridir. Ancak Zazacayı Kürtçenin bir lehçesi sayanlar hepsinin kimliğini Kürt olarak tanımlarken, Zazacayı Kürtçeden ayrı bir dil olarak değerlendirenler Zaza ve Kürt şeklinde iki farklı etnik kimlikten söz edilmesi gerektiğini savunurlar.

KIZILBAŞ DERSİMLİLER . Osmanlı belgelerinde bölgedeki aşiretlerden genel olarak ‘Dirsimli’ veya ‘Dujik/Duşik’ aşiretleri olarak söz edilir ve hepsi ‘Ekrâd (Kürtler) taifesinden’ olarak sınıflandırır. Yalnızca Zazaca konuşan Balabanlar’ın Yörükan taifesinden Türkler olduğu söylenir.

Kızılbaş Kürtlerin yurdu Dersim’i hükümetin gözünde ‘çıban başı’ yapan, Dersimlilerin Osmanlı’dan beri alışık oldukları gibi özerk yaşamak istemeleri, devlete vergi ve asker vermeye yanaşmamalarıydı. Ama Cumhuriyet kadroları işi kökten halletmeye kararlıydılar. 1925 Şeyh Said, 1926-1930 Ağrı isyanlarının bastırılmasından sonra sıra Dersim’e gelmişti. 14 Haziran 1934’te Türkiye’yi etnisite esasına göre üç bölgeye ayıran 2510 sayılı İskan Kanunu çıkarıldı. 25 Aralık 1935’de bir nevi sıkıyönetim kanunu olan 2884 sayılı Tunceli İlinin İdaresi Hakkındaki Kanun çıkarıldı ve Dersim’in adı Tunceli (‘Tunç Eli’) olarak değiştirildi. Ardından Birinci Umumi Müfettişlik bölgesi kapsamında bulunan Elazığ, Tunceli, Erzincan ve Bingöl’ü içeren Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kuruldu. Bu genel valiliğin başına General Abdullah Alpdoğan atandı. Alpdoğan Paşa, 1921’deki Koçgiri ayaklanmasını gaddarca bastıran Sakallı Nurettin Paşa’nın damadıydı ve aynen kayınpederi gibi çok sert bir askerdi.

1937 ISLAHAT PROGRAMI . Bölgeye dair izlenim ve önerilerini 1935’te hazırladığı ‘Şark Raporu’nda belirtmiş olan Başbakan İsmet İnönü 18 Haziran 1937’de Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın da katıldığı Bakanlar Kurulu toplantısında Dersim için ‘Islahat Programı’nı açıkladı. Programa göre, Dersim’e yol, köprü, okul, kışla yapılacak, askerlik ve vergi işleri düzene konulacak, ağalık, derebeylik, şeyhlik kökünden kaldırılacak, zorbaların malları devlete geçecek, halka toprak, ziraat aletleri ve tohumluk verilecekti. Dersim’i haydut yatağı durumuna getirenler, Batı illerine nakledilecek, orada iskân edilip, namuslu, eğitilmiş vatandaşlar haline getirileceklerdi. Dersim tamamen boşaltılacak ve burada Bakanlar Kurulu’nun izni olmadan kimse oturmayacak ve yerleşmeyecekti. Böylece, resmi tarih tezine göre ‘Horasan’dan gelme öz Sünni Türk olan ama sonradan Kızılbaş Kürtlere dönüşen Dersimliler’, asıl çevrelerine, benliklerine kavuşacaktı. İnönü’nün açıkladığı önlemler arasında “Türklerin yoğun olduğu yerlerde kız ve erkek yatılı okulları açılarak Dersim’den beş yaşını doldurmuş kız ve erkek çocukların okutulup büyütülmesi, bunların kendi aralarında evlendirilerek, kendi ana ve babalarından kalan mallar ve mülklerin içinde birer Türk yuvası haline getirilmesi’ de vardı.

Aslında daha program hazırlanırken, jandarmaca aranan 3.700 kişiden 2 bini güvenlik güçlerine teslim olmuş, ‘asayişsizlik’ olaylarında önemli bir azalma kaydedilmişti. Direnen tek kesim, Kutu deresine saklanan Seyit Rıza ve yandaşlarıydı.

KEÇİLERİN MEŞE YAPRAĞI . Direnişçilerin endişelerini ve devletin onlara bakışını resmi görüşe yakın Ahmet Emin Yalman’ın Tan gazetesindeki haber gayet iyi anlatıyordu. Gazetenin diliyle ‘Hayatı başlı başına bir çapulculuk tarihi teşkil eden’ Abbasuşağı aşiretinin lideri Seyit Rıza adlı şerir (haydut) saltanat devrinden beri kati bir darbe yemediği için gitgide, servetini melanetleri kadar çoğaltabilmişti, ama hükümetin Tunçeli mıntıkasını imar ve ıslah işine başladığını görür görmez fena hiddetlenmiş, elindeki nüfuzun ve derebeylik kuvvetinin gitmemesi için’ çare düşünmüştü. Gazeteye göre Seyit Rıza halkı şu iddialarla kışkırtıyordu: 1) Aşiret kadınlarının namusu tehlikededir. Bunlar gündüzleri kocalarının, geceleri karakolla efradının malı olacaktır. 2) Hükümetin yaptırdığı karakollar, yakında bu mıntıkadan sürülecek olan aşiretlere posta mevkii olmak içindir. 3) Köylerdeki bütün halk, bir yere toplanacak, bir sıraya yapılacak evlerin içerisine tıkılacak, bu evlerin yalnız iki kapısı olacak, bu kapıların önünde birer polis bekleyecektir. 4) Ekmek ve odun vesika ile verilecektir. 5) Keçilere verilen meşe yaprağı bile vesikaya bağlanacaktır. 6) Halkın bütün kazandığı elinden alınacaktır.

HALVORİ TOPLANTISI . Gazete, bu propagandalara kanan Abbasuşağı, Yusufhan, Demenan, Haydaran, Kureyşan ve Bahtiyar aşiretlerinin, ilk olarak Seyit Rıza tarafından ‘birer tek şeker veya birer lokma ekmek, keçekülah göndermek suretiyle’ yapılan davetlere uyarak Haydaran aşireti içinde Kürpik’te toplandıklarını belirtiyor, ‘muhteris ve mel’un bir zihniyet’ taşıdığını iddia ettiği Demenan aşiretinin lideri Cebrail’in “Mektep, nahiye, bizim nemize?… Bunları ortadan kaldırmalıyız!… Hepsini hemen yakmalıyız!” diyerek isyanın işaretini verdiğini söylüyordu. Haber şöyle devam ediyordu: [T]oplantıların hemen hemen en mühimi olan Halvori toplantısı[na da] …davet bermutat teklif ve kabul masasına birer tek şeker, bir lokma ekmek ve keçekülah göndermek suretile olmuştur. Seyit Rıza, bu toplantıda bulunmak üzere Munzur suyu kıyılarına bizzat inmiştir. Karşı sahilde bulunan Cebrail ile uzaktan uzağa bağırmak suretile konuşulmuştur. Hava biraz bozuk olduğu için hayli zahmet de çekilmiştir. Cebrail Seyit Rıza’dan daha kuvvetli tedbirler almasını istemiş, Seyit Rıza bu işte sonuna kadar elbirliğile yürünüleceğini, devlete karşı ne mümkünse yapılacağını, hükümet kuvvetlerine karşı bir cephe teşkil edilmek üzere aşiretlerin tamamile el ele vererek çarpışacağını ve bunun içinde aşiretler arasındaki şahsi kan ve kin davalarının şimdilik tamamile unutulmuş addedileceğini söylemiştir. Mahut şerirlerden Hisso Seydo da bu toplantıda bulunmuş, aht ve peyman manasına olarak Munzur suyundan bir avuç içilmiştir…” (12 Kasım 1937, Tan)

BOMBARDIMAN UÇAKLARI . İki aşiret reisinin Munzur’un iki yakasından birbirine bağırmasını ‘en mühim toplantı’ diye sunan Tan gazetesinin niyeti tam olarak anlaşılmayan merkeze yönelik çevresel bir tepkiden ibaret olan olayı ‘büyük bir isyan’ olarak gösterme gayretleri gerçekten gülünçtür, ancak Kızılbaş Dersimliler ile Türk ulus-devleti arasındaki savaşın sonu çok hazindir. 20 Eylül’de İsmet İnönü Atatürk tarafından görevinden alınmış ve başbakanlığa Celal Bayar getirilmiş, bütçeye 1 milyon liraya yakın tahsisat konulmuş, ardından Diyarbakır’dan kalkan üç uçak filosu bölgeye bombalar yağdırmıştır. Bu uçaklardan birini Mustafa Kemal’in manevi kızı ve Türkiye’nin ‘ilk kadın pilotu’ Sabiha Gökçen kullanmıştır. (Sabiha Gökçen meselesine bir başka yazıda döneceğim.) Seyit Rıza’nın aşiretine sığınan Koçgirili Alişer ve karısı Zarife öldürüldükten sonra Seyit Rıza ve iki adamı, bazı kaynaklara göre 5 Eylül’de, bazılarına göre 10 Eylül’de, kendilerine güvence veren Erzincan Valisi’ne teslim olmaya giderken tutuklanmışlardır. Dersim’in siyasi önderlerinden Baytar Nuri Dersimi ise yurt dışına kaçmayı başarmıştır.

YARGILANMALAR . Seyit Rıza ve yandaşlarının duruşması 18 Ekim 1937’de Elazığ’da başlar. Bundan sonrasını resmi görüşe yakın Ahmet Emin Yalman’ın Tan gazetesinden izleyelim: “Seyit Rıza 18 Ekim günkü duruşmada Demirhan, Haydaran ve Yusufhan aşiretlerinin elebaşlarının 20 Martta Kahmut köprüsünü yaktıklarına dair ifade veren şahide “Allaha, devlete karşı gelmek için kudurmuş muyum ben!?” diye haykırdı ve el kaldırdı. Sonra şahit Muhindili Hüseyin dinlendi… Kamer şöyle haykırmış. “Başına şapka koydun da adam mı oldun?” Şahit aşiret reislerinin yanında bir Ermeni casusuna rastladığını da söyledi. Yine bu şahidin ifadesine göre aşiret reisleri bir devlet kurmak için su içmek suretile yemin etmişler. Hüseyin Demirhanlıları ikna etmiş fakat Seyit Rıza şöyle bağırmış: “Su için yemininden dönmez!”

Şahidin bu ifadesi hakkında ne diyeceği Seyit Rızaya soruldu, kat’iyen inkâr etti. Yusufhan aşireti reisi de şahidi ithama çalıştı ve dedi ki: “Bu adam casustur, şeyh oğludur. Bizi teslim olmamaya teşvik etti.” Bundan sonra şahit Hıdır çağrıldı ve isyanın başlangıcı hakkında malumat verdi, dedi ki: “Reisler, kabile halkına, devlet kurmak için Ermeni’den dört milyon altın geldi, demişler. Reislerden Hiso da Seyit Rıza’nın evinde plan çizmiş:” Şahidin ifadesi hakkında diyecekler sorulduğu zaman inkar etti. … Mahkeme ayın 22 sine bırakıldı.(19 Ekim 1937, Tan)  

Seyit Rıza İtiraf Ediyor

Tunçeli isyanı maznunlarının muhakemelerine bugün de devam edildi. … Bugünkü celsede bir kısım suçluların mazbut ifadeleri okundu. Dinlenen şahitler, karakolu basanların Seyit Rızanın aşiretinden ve damatlarından olduğunu, Şeyvan (Seyhanlı) aşireti reisi Hasso Seydonun da askeri mühimmatı yağman edenler arasında bulunduğu söylediler. Bu celsede en dikkate değer taraf Seyit Rıza’nın torununun şahadeti oldu. Bu torun, dedesinin 60 silahlı şahısla beraber olduğunu anlattı. Verdiği tafsilat karşısında Seyit Rıza bir hayli şaşkınlıklar geçirdi ve tevil yollu cevaplar vermek mecburiyetinde kaldı. Seyit Rızanın adamlarından Zeynel’in ifadesi de suçluları şaşırttı ve aşiret reislerini itirafa mecbur bıraktı…. (23 Ekim 1937, Tan)  

Seyit Rıza ve Avenesinin Muhakemesi

Tunceli isyanı maznunlarının bugün de muhakemelerine geç vakte kadar devam edildi. Bugünkü mahkemede isyan hadisesine ait Nazimiye Hozat Malazgirt kaymakamlarının o sırada verdikleri raporlar ve suçluların silahlı olarak devlet kuvvetlerine karşı geldiklerine dair delilli telgrafları okundu. Suçlular inkâra devam etmişlerdir. Muhakeme ayın üçüne kaldı. (2 Kasım 1937, Tan)  

Tunceli isyanı suçlularının muhakemelerine bugün de devam edildi.

Mahut Seyit Rıza ve suç ortakları yine mahkemenin karşısına çıktılar. Bugünkü celsede iddia makamı iddiasını okuyarak, suçlulardan bir kısmının Türk Ceza Kanunu’nun 149. maddesinin ikinci fıkrasına göre cezalandırılmasını, bir kısmının da yine ayni maddenin üçüncü fıkrasına göre cezalandırılmalarını istedi. Neticede muhakeme müdafaa için Cumartesiye kaldı. İkinci fıkraya göre cezaları istenilenler arasında Sergerde Şeyh Rıza ve oğlu ve aveneleri bulunmaktadır. Bunlar hakkında istenilen ceza idamdır. (5 Kasım 1937, Tan)  

Dersim Şakilerinin Sorgusu

Dersim şakilerinin elebaşısı mahut Seyit Rıza, çok bitkin bir vaziyettedir. Muhakemenin son celselerinde suçlular, tamami(y)le şaşalamış bir vaziyetteydiler. Birbirlerini itham ediyorlardı. Seyit Rıza’nın mahkemede okunan mektuplarında, çok küstahça ve ahmakça satırlar vardır. Seyit Rıza, takip müfrezeleri çekilmediği takdirde çok kan döküleceğini, kendisinin 70 aşireti(y)le başka yere gideceğini, hükümete katiyen teslim olmayacağını yazmaktadır…. Müddeiumumînin (savcının) geçen celsede okuduğu iddianamede yalnız dokuz kişinin beraatı istenilmektedir. Kararın şu günlerde tefhim edilmesi (açıklanması) muhtemeldir. (8 Kasım 1937, Tan)  

Atatürk Doğu Seyahatine Çıkıyor

Cumhurreisimiz Atatürk’ün, bugünlerde Şarki ve Cenubi Anadolu’da geniş bir tetkik seyahatine çıkmaları muhtemeldir. Büyük Şefimizin bu seyahat esnasında Mersin veya Antalya’dan vapurla İstanbul’a geçmeleri de ihtimal dahilinde görülüyor. Başvekilimiz Celal Bayar ile Dahiliye Vekili ve Parti Genel Sekreteri Şükrü Kaya ve Nafıa Vekili Ali Çetinkaya’nın da bu seyahat esnasında Atatürk’ün beraberlerinde bulunacakları öğrenilmektedir. Nafıa vekilimiz bu seyahat esnasında Diyarbekir-Cizre hattının temel atma töreninde bulunacaktır. (9 Kasım 1937, Tan)  

Büyük Şefin Seyahati

Atatürk Dün Akşam Şark Vilayetlerine Bir Tetkik Seyahatine Çıktılar Beraberlerinde Başvekil Celal Bayar ile Dahiliye ve Nafıa Vekillerimiz de Bulunuyor (13 Kasım 1937, Tan)  

Dersim Şakilerinin Akıbeti

Seyit Rıza, Oğlu ve Avenesi Dün Sabah Elazizde İdam Edildiler. Tunceli hadisesine ait muhakeme hitam bulmuştur (bitmiştir). Tunçeli’de isyan eden 58 suçluya ait karar tefhim edilmiştir. Bu karara göre suçlulardan 11 i idama mahkûm olmuş fakat içlerinden dördü hakkında idam cezası yaşların geçkin olmalarından dolayı 30 sene ağır hapse tahvil edilmiştir. Diğer yedi idam mahkûmları şunlardır: Seyit Rıza ile oğlu Hüseyin ve Seyhanlı aşireti reisi Hasso Seydi ve Yusufhanlı aşiret reisi Kamer oğlu Fındık ve Demenanlı aşiret reisi Cebrail oğlu Hasan, Kureyşanlı Ulikeye oğlu Hasan ve Mirza Ali oğlu Alidir. İdam hükümleri bu sabah infaz edilmiştir. 14 Suçlu hakkında beraat kararı verilmiştir. Diğer suçlular da muhtelif ağır cezalara mahkûm olmuşlardır. (16 Kasım 1937, Tan)  

Cumhurreisi Dün Elaziz’de Karşılandı

Cumhurreisimiz Atatürk, bugün saat 13’te Elaziz’i ilk defa olarak şereflendirdiler. Elazizliler, Büyük şefe karşı emsalsiz karşılama tezahüratı yapıyorlardı. Önderimizin şehre ayak basmaları top ateşile selamlandı ve Atamız, kendilerini karşılayan mekteplilere, askerlere iltifatlarda bulundular. (…)

Atatürk maiyetlerinde Başvekil Bayar, Dahiliye ve Nafıa Vekilleri, orgeneral Kazım Orbay, Umumi Müfettiş Korgeneral Alpdoğan ve diğer zevat olduğu halde Tunceli’ne gitmişlerdir. Yolda Muratsuyu üzerindeki eski köprüden geçilerek eski Pertek kalesinin bulunduğu saha önünden Hozat deresi üzerinde inşa edilmiş olan beton köprüye gidildi ve Türk tekniğinin yüksek bir eseri olan bu köprünün kurdelesi bizzat Atatürk tarafından kesilmek suretiyle küşat resmi (açılış töreni) yapıldı. Bu köprünün eski adı Soyungeç ve Sungeç olduğu hakkındaki maruzat üzerine Atatürk dilimize telaffuz itibarile en kolay şekli olan Singeç adı verilmesini tensip ettiler. Dönüşte Muratsuyu üzerinde kurulmakta olan yüz metre uzunlundaki Pertek köprüsünün başına gidildi.

Atatürk köprünün fenni, mali, ve iktisadi bakımlarından kıymet ve ehemmiyeti hakkında mütehassıslar tarafından verilen malumatı dinledikten sonra Pertek kaza merkezini teşrif buyurdular. Kasaba methalinden Halkevine kadar giden yol üzerinde Atatürk’ün kudumüne intizar eden büyük bir kalabalık yüce Önderi candan gelen tezahürlerle alkışlamışlardır.

Kasaba methalinden itibaren yürüyerek gelen Atatürk, minimini mektep çocuklarının önünde durarak bunlarla ayrı ayrı konuşmuş ve içlerinden bazılarının yüzünde sivrisinek ısırmasından hâsıl olan çıban hakkında kaza doktorundan izahat alarak bunun sebebi ve tedavisi üzerinde esaslı tetkikat yapılmasını emir buyurmuşlardır.

Atatürk Pertek Halkevini ve salonunu gezmişler, kütüphane ve sahnesile diğer tesisatını çok beğenmişlerdir. Pertek’ten coşkun uğurlama tezahürleri arasında ayrılan Atatürk saat 17 de Elaziz’e avdet buyurmuşlardır… (18 Kasım 1937, Tan)

SEYİT RIZA’NIN İDAMI. O döneme Malatya Emniyet Müdürlüğü’nde görevli olan ve Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensür’in emriyle, Diyarbakır’da yeni yapılan Singeç köprüsünü açmaya gidecek olan Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatının bağışlanmasını isteyecek ‘6 bin beyaz donluya meydan vermemek’ için, duruma el koyan İhsan Sabri Çağlayangil’e göre usule itiraz eden savcı izinli sayılarak göreve yardımcı getirilmiş, okuma yazma ve Türkçe bilmeyen sanıklara ne iddianame, ne avukat verilmiş, asabilmek için Seyit Rıza’nın yaşı 57’ye indirilmiş, oğlunun yaşı da 17’den 21’e çıkartılmıştı, bölge komutanı Alpdoğan Paşa, kararın yazılacağı boş kağıdı önceden imzalamıştı. Çağlayangil şöyle bitirmişti: “Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Etrafta hiç kimse yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa bağırdı: ‘Evladı kerbelayı. Bihatayı. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir’ dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü. Çingeneyi itti, ip boynuna geçirdi, sandalyeye ayağı ile tekme vurdu ve kendini astı. Gömüleceği yer türbe olmasın diye cenazesi de yakıldı…” (İhsan Sabri Çağlayangil, Anılar, Güneş Yayınları, 1990, s. 45-55.)

Bir iddiaya göre ise, Seyit Rıza’nın bedeni yakılmamış, gizli bir yere gömülmüştür. Seyit Rıza’nın varisleri devletten bugüne dek bu konuda bir bilgi alamamışlardır.

İKİNCİ DERSİM HAREKÂTI . Ancak idamlardan sadece 1,5 ay sonra Dersim’de ilkinden de kapsamlı bir harekata başlandı. Genelkurmay kitabına göre, Ovacık ilçesi adliyesi ve asker alma şubesinin istediği 1.149 kişi hakkında kanunu takibat yapan müfrezeye Kaçkerek köyünde 2 Ocak 1938 günü pusu kurulması ve toplam 9 jandarma erinin öldürülmesi üzerine, Haydaran ve Kör Abbas aşiretlerinden 100 kişi, Demananlı 50 haydut, Keçel haydutlarından 100 kişi, Abbas Aşuran ve Beyit uşaklarından 50 kadar silahlı kişiyle bunların 5-6 bin tahmin edilen aile efradını temizlenecekti. (Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938), Genelkurmay Harb Tarihi Başkanlığı, 1972, s. 432 ve devamı)

Amacın bu olmadığı belliydi. Çünkü operasyonlar yalnız isyan bölgesi denilen yerlerle sınırlı kalmamış, devlete vergi veren, askere giden Pertek, Mazgirt, Nazimiye, Pülümür ilçe ve köylerini, hatta Dersim’i aşarak Erzincan’ı da içine almıştı. 31 Ağustos’a kadar süren ikinci ‘tedip’ ve ‘tenkil’ harekâtında, Genelkurmay kaynağı tarafından ‘haydut’, ‘eşkıya’, ‘şaki’, ‘dağlı’ diye nitelenen ve bu gruplar yine kitabın diliyle ‘imha edilmiş’, ‘temizlenmiş’, ‘köyleri yakılmış’tı. 6-16 Eylül 1938 arasındaki harekâtın bilançosu ise şöyleydi: “Tarama bölgesinden ölü ve diri 7.954 kişi çıkarılmıştır. 1.019 silah toplanmıştır.” (Reşat Hallı, s. 478) Gayri resmi kaynaklara göre ise ölü sayısı bunun kat kat üstündedir.

VE SÜRGÜNLER . ‘Tarama’nın ardından İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından bizzat seçilen 3.470 kişiden oluşan 347 aile Tekirdağ, Edirne, Kırklareli, Balıkesir, Manisa ve İzmir gibi Batı illerine serpiştirilerek yerleştirilirler. Mustafa Kemal, hastalığı dolayısıyla Celal Bayar tarafından okunan 1 Kasım 1938’deki Meclis’i açış konuşmasında Tunceli’de ‘haydutluk ve eşkıyalık olaylarının bitirilerek ulusal egemenliğin sağlanmasından duyduğu kıvancı’ dile getirmiş, İsmet İnönü ‘Dersim müşkilesinden kurtulduk’ demiştir. Halbuki, dağlara sığınanların mücadelesi 1946 affına dek sürecek, bölgenin yasak bölge olmasına ise ancak 1948’de son verilecektir.

ÇAĞLAYANGİL’İN KORKUNÇ İDDİASI: “ORDU GAZ KULLANDI” . Dersim müşkilesine son verirken kullanılan araçların neler olduğunu geçtiğimiz aylarda bana posta ile ulaştırılan bir ses kaydından öğrendim. Kayıtta Süleyman Demirel hükümetlerinin ünlü Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’le emekli olduktan sonra, 1986’da yapılan bir röportajdan bir bölüm vardı. Çağlayangil’i yakından tanıyan birkaç kişiye kaydı dinlettikten sonra, sesin kendisine ait olduğundan emin oldum. Röportaj Çağlayangil’in evinde yapılmışa benziyordu, çünkü arada Çağlayangil’in eşinin sesi de duyuluyordu. Özellikle son cümleleri tüyler ürpertici olan bantın dökümünü kelimesi kelimesine aktarıyorum:

KANLI BİR HAREKET . “…..Tercümana Kürtçe anlattı. Tercüman bize tercüme etti. [Kürt adam şöyle dedi] ‘Beyanatınız bizi duygulandırdı. Vereceğiniz isimler üzerinde inceleme yaptık. Üç tanesi hariç bunları size teslim etmeye karar verdik.’ Abdullah Paşa bu üç tanenin kim olduğunu sordu. İçlerinden biri bu kadın. Bir tane de başka adam var. Abdullah Paşa bu üç kişinin istisna edilmesine razı olamayacaklarını, bu üç kişinin de teslimi gerektiğini kabul ettiklerini beyan etti ve bu üç kişinin istisnasının sebebi sordu. Kürt büyük bir samimiyetle dedi ki: ‘Bir adamın bir kocası olur dedi. Siz bir hareket yapıyorsunuz. Bu hareket gelir geçer. Buraları yine Kürt ağalarına kalır. O zamanlar bize zulüm ederler. Bizi kurtaramazsınız siz. Siz bütün Dersim’e hâkim olsanız, oraya devlet otoritesi girse zaten biz ağaya kul olmalıyız. Ama siz yoksunuz, bizim daimi muhatabımız ağa olduğu için ve kudret de onda olduğu için ve bunlar da şeyh olduğu için, din büyükleri olduğu için, size değil onlara itaate, sizin değil onların söylediğini yapmaya mecburuz.’ Abdullah Paşa, şimdiye kadar bu işin böyle olduğunu, fakat hükümetin bundan sonra kararlı olduğunu, Dersim’i de yurdun öbür parçaları gibi hükümetin otoritesinin cari olduğu ve hükümetin üstünde tek bir otoritenin bulunmadığı yer yapmakta kararlı olduğunu, ağaların lafına kapılmamasını, meseleyi tekrar tezekkür etmelerini söyledi. Bunlar kabul etmediler. Sonra biz geri döndük. Yani meclise. Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler. Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Dersim böyle bitti. Bugün Dersim’e rahatça gidebilirsiniz. Jandarma da gider siz de gidersiniz. Yalnız son zamanlarda bilhassa sınırlarda dış tesirlerden Kürtlerin bağımsızlık hareketi başladı. Kürtlerin bir bölümü Türkiye’de, bir bölümü İran’da….” (Kayıt burada bitiyor.)

Eğer Çağlayangil’in dedikleri doğruysa ‘Dersim’de soykırım yapıldı’ diyenlere nasıl itiraz edeceğiz?  

Not: Gazetedeki sayfamda, bu kaydın bir kopyasını Internet sayfasına koyacağımı duyurmuştum ama, teknik ekip henüz bunu halledemedi. İsteyenlere kaydı göndermeye çalışacağım. Ama ilerde daha kolay bir yol bulmayı umuyorum.)  

Kaynakça: Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938), Genelkurmay Harb Tarihi Başkanlığı, 1972, M. Kalman, Belge ve Tanıklarıyla Dersim Direnişleri, Nûjen Yayınları, 1995, Nurşen Mazıcı, Celal Bayar’ın Başbakanlık Dönemi (1937-1939), Der Yayınları, İstanbul, 1996; Dersim, Jandarma Genel Komutanlığı’nın Raporu, Kaynak Yayınları, 1998; İsmail Beşikçi, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi, Belge Yayınları, 1990; Mehmet Bayrak,Alevilik ve Kürtlük, Öz-Ge Yayınları, Ankara, 1997.

Kaynak: http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/ayse-hur/1937-1938de-dersimde-neler-oldu/2768/
Paylaş
Tweetle
Paylaş
Paylaş

1937-38 Katliamının kronolojisi

Yazar: adminTarih: Temmuz 31, 2016Kategori: Dersim TarihiYorum YokOkunma: 2.752 Views
1937-38 Katliamının kronolojisi

25 Aralık 1935
Tunceli Kanunu çıkarıldı ve Dersim adı Tunceli olarak değiştirildi.

6 Ocak 1936
Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kuruldu ve başına sömürge valisi yetkileriyle General Abdullah Alpdoğan atandı. Dersim’de stratejik merkezlerde kışla ve karakol inşaasına başlandı. Ardından gelen karakol baskınlarının nedeni işgal ve soykırım hazırlıklarını önlemekti.

1937 YILI OLAYLARI (İSMET İNÖNÜ’NÜN BAŞBAKANLIĞI DÖNEMİ

20/22 Mart 1937 (Kahmut Olayı)
1936‘da başlatılıp kış nedeniyle ara verilen kışla-karakol inşaası 1937 Mart’ında devam ettirilince, kesintiye uğrayan direniş de Karakol baskınları tarzında yeniden başladı. S. Rıza’nın köyü ve çevresi bombalandı. Türk askeri kaynakları ve Dersim’in hafızasının kaydettiği 1937 yılının ilk olayı 20-21 veya 21-22 Mart 1937 gecesi saat 11‘de Pah-Kahmut bucaklarını bağlayan Harçik Suyu üzerindeki tahta köprünün Demenanlılar ve Haydaranlılar tarafından yakılması ve civardaki karakola baskındır. Naşit Uluğ’a göre Dersimli büyük eylemleri genellikle 22 Mart sabahı başlatır, çünkü bu tarih güneşe tapılan devirlerden kalma bir inanç gereği kutsaldır, ilkbaharın da başlangıcıdır. Onun sözünü ettiği Dersim takvimindeki Newe Marti olmalıdır.

26-27 Mart veya 26 Nisan 1937
Seyit Rıza’nın oğlu Bıra İbrahim (Bava), babası adına askeri harekatın durdurulmasını talep etmek üzere gittiği Hozat dönüşünde Kırğan köyü Deşt’te misafir olduğu evde uyurken öldürülür. M. Nuri, bu siyasi cinayeti Alpdoğan’ın adamı Binbaşı Şevket’in adamlarının örgütlediğini yazar.

Aşağıdaki mısralar bu cinayet üzerine yapılan bir Dersim ağıtından alınmadır:

Ax de Babo Babo

Kamo merdena to rê sa bo

Mı va, yanê Babaê mı sono Xozatê vêsae

Ma rê cêno pilina na Kırmanci

S. Rıza, misilleme olarak Kırğan aşiretinin merkezi Sin bucağını ve karakolunu basar. Ordu, Kırğan aşireti eşliğinde saldırıya geçer. Böylece S. Rıza ve aşireti ile Bahtiyar aşireti de başlamış bulunan çatışmalara katılırlar. Çatışmalar fiilen toplu bir direnişe dönüşür. Aşiretler arasında genel bir birlik kurulamaz. Sadece Yukarı Abbas, Bahtiyar, Ferhad, Karabal, Yusufan, Demenan ve Haydaranlar’dan oluşan toplam 7 kadar aşiret kendi aralarında direniş için ittifak kurup Halvori-Vank civarında yemin ederler ve topluca direnişe geçerler. Alpdoğan, aşiretler arasında birleşmeleri engellemek, direniş kararı alan S. Rıza liderliğindeki yedi aşireti tecrit etmek için çabalar. Bu amaçla söylentisi dolaşan boşaltma ve sürgün kararını yalanlamaya, saklı tutmaya özen gösterir. Ajanları dolayımıyla aşiretlerarası kavgaları körükler, direnişin önderlerini ortadan kaldırmak için çalışır. S. Rıza ile bir toprak meselesi yüzünden anşlaşmazlığı bulunan yeğeni Rehberi ve çetesini kendisiyle işbirliğine ikna edip kullanır. Rehber, verilen görevleri yerine getirdikten sonra onu da öldürtür.

Nisan 1937
Askeri birliklere baskınlar. Direniş sürüyor.

1-3 Mayıs
Mazgirt’e ve Mazgirt Köprüsü’ndeki birliklere saldırı. Sabiha Gökçe’nin de katıldığı 15 uçaklık bir filo Zel, Kırmızı Dağ, Yukarı Bor (Keçizeken) çevrelerini bombalar.

8 Mayıs
Genelkurmay, Dördüncü Genel Valiliğe 8 Mayıs’ta genel tenkili (Bor/Kırmızı Dağ-Sin-Karaoğlan hattına ulaşacak hücüm harekatını) başlatması emrini iletir.

19 Mayıs
Yukardaki emir üzerine 25. Alay Kırmızı Dağ zirvesini bir saldırıyla işgal eder, tespit edilen Nazımiye-Kırmızı Dağ-Sin-Karaoğlan hattına ulaşır. Bu saldırı için 19 Mayıs gününün seçilmiş olması dikkat çekmektedir. Bu saldırının başarısı Yusufanlılar‘ın ittifak yeminini bozup direnmeyişlerine, dahası orduya destek olmalarına bağlanmaktadır. Bu ani ilerleme savaş alanındaki sivil halkın Kalan ve Kutu derelerindeki sığınaklara yerleştirilmesine neden olur. Aşiretlerin çoğu tarafsız, bir bölümü devletten yanadır. Direnenler küçük bir azınlıktır. Üstelik ittifakçıların bir bölümü saf değişmiştir.

26 Mayıs
Bahtiyar köylerine ordu baskını ve bu bölgede önceden boşaltıldığı görülen Resikan, Gözerek, Varuşlar, Çökerek ve Çat köylerinin yakılması.

Mayıs Sonu ve Haziran Başı
Haydaran, Demenan ve Yusufanlılar’dan bazıları teslim olur.

18 Haziran
Başbakan İnönü Elazığ’a gelerek sürmekte olan harekatı görüşür.

22 Haziran
Ordu birlikleri Zel, Bokir, Sıncık, Aziz Abdal dağlarını işgal ederler. Dersimli her dağ zirvesi, her bir vadi için, kısacası ülkesinin her karış toprağı için çetin bir direniş sergilerse de işgal ordusunun 19 Mayıs’ta ulaştığı hattı daha da içerilere (kuzeye) taşımasını engelleyemez. Direnişçi köyler yakılır, sürülere elkonulur.

Haziran veya Temmuz
Asker Tujik Dağı’nı işgal eder. Bu dağın eteğindeki İksor Vadisi’nde sığınaklarda bulunan çoğu kadın ve çocuk sivil halktan binlerce kişiyi imhaeder. Mağaraların girişi betonla kapatılarak veya ağzında ateş yakıp içine boğucu duman verilerek binlerce sivil yokedilir. Bu sırada can havliyle dışarı fırlayanlar vurulur. Kısacası İksor vadisinde tam bir katliam olur.

9 Temmuz 1937
Dersim ulusal hareketinin S. Rıza’dan sonraki en önemli önderi Alişer, eşi Zarife’yle birlikte Rehber ve çetesi tarafından öldürülür. Sekiz-dokuz kişilik bu çeteye Hıde Pırço (Pırço’nun oğlu Hıdır) da katılır. Alişer ve eşinin kesik başları Elazığ’daki “Dersim Fatihi“ Abdullah Alpdoğan‘a yollanır.

17-18 Ağustos
Bahtiyar mıntıkasında (Tokmakbaba-Titenik-Sarıoğlan üçgeninde) çetin çarpışmalar. S. Rıza’nın ikinci eşi, büyük oğlu Şeyh Hasan, üç torunu ve bin kişilik kuvveti bu çarpışmada katledilirler. Bazı kaynaklar bu çatışmaların Koçan mıntıkasında yaşandığını söylerse de bu doğru görünmüyor.

28 Ağustos
sahan-aga-1-265x168Bu sıralarda direnişe S. Rıza ve Sahan önderlik etmekteydiler. S. Rıza Bahtiyarlılar arasında bulunuyordu. Direnişçi 6 aşiret reisinden yakalanmamış olan sadece bu ikiliydi ve Alpdoğan onların peşindeydi. 28 Ağustos günü direnişin önemli bir önderi olan Bahtiyarlı Sahan, General Alpdoğan tarafından satın alınan üvey kardeşi Pırço oğlu Hıdır tarafından uyurken öldürülür. Gövdesinden ayrılan başı Hozat’taki Türk kumandanına teslim edilir. Rehber’in çetesinden olan hain Hıdır, Hozat dönüşünde Sahan’ın kardeşi veya amcasıoğlu tarafından öldürülür.

Aşağıdaki mısralar Şahan üzerine olan Dersim ağıtından alınmadır.

Ule biye biye

Lemınê biye

Sahan Ağaê mı ke merdo, nêmerdo (şiyo, nêşiyo)

Şikiyo thılsımê Kırmanciye

Bu ağıt olayların seyrini doğru ifade etmektedir. Çünkü Bahtiyar direnişinin kırılması (ardından Bahtiyar kırımı yapılır) anlamına gelen Sahan’ın öldürülüşü, gerçekten de Dersim direnişinin sonu olur. Sağ kalan Bahtiyar direnişçileri S. Rıza’nın aşireti Yukarı Abbas kuvvetlerine katılırlar. Fakat Sahan öldürülünce yalnız kalan Seyit Rıza, direnişe çağırdığı tarafsız aşiretlerden bir şey çıkmayınca çok geçmeden yakalanır ya da bir versiyona göre teslim olur.

5-13/15 Eylül
S. Rıza Erzincan’a giderken veya gittiğinde yakalanır. Bir söylentiye göre yakalandığında komşu illere kaçmaya çalışıyordu. Bir diğerine göre kaçma girişimi yoktur. Kendi kararıyla Erzincan jandarmasına teslim olmuştur. Bir başka yoruma göre Erzincan valisi aracılığıyla görüşmeye çağrıldığı Erzincan’da beraberindekilerle birlikte tutuklanır. Bazı yaşlılara göre gittiği Pülümür yöresinde ihbar edilip yakalatılmış ya da bu ihbar üzerine gidip teslim olmuştur. Kaynaklarda Eylül’ün 5‘inde veya 10‘unda yakalandığı yazılıdır. Seyit Rıza’nın yakalandığı haberini 13-14-15 Eylül tarihli Tan, Kurun, Ulus gibi gazeteler vermektedir. Yakalanışına ilişkin ilk haber 13 Eylül tarihli gazetelerde çıkar. Türk basını ve yetkilileri ondan “Dersim’in en ileri ve son sergerdesi“ diye sözederler. Seyit Rıza’nın yakalanması üzerine Mustafa Kemal, İsmet İnönü, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay Abdullah Alpdoğan’a bu başarısı nedeniyle kutlama mesajları gönderir, bunu Alpdoğan’ın tarihi bir başarısı olarak tanımlarlar.

Ekim ayı ortaları
S. Rıza Erzincan’dan Elazığ’a götürülüp orda toplanmış bulunan diğer Dersimli esirlerle birlikte (toplam 58 kişi oldukları anlaşılıyor) askeri mahkemede Dersim’i isyana teşvikten ve bu isyana katılmaktan dolayı yargılanır.


15 Kasım

Ekim ayı ortasında başlayan sözde yargılama 15 Kasım’da biter. 14 kişi beraat eder. Seyit Rıza da dahil 7 kişi idama,
37 kişi ağır hapis cezalarına mahkum edilir. 15 Kasım’da Seyit Rıza (1860/62-1937) ve diğer altı kişi Elazığ Buğday Meydanı’nda şafakla birlikte infaz edilirler. Bu altı kişi, S. Rıza’nın oğlu Resik Hüseyin, Kamer Ağa’nın oğlu Yusufanlı Fındık, Şeyhan reisi Usê Seydi, Demenan reisi Cebrail veya oğlu, Kureşanlı Hasan ve Haydaranlı Kamer Ağa’dırlar. Seyit Rıza’yı bizzat götüren ve infazları izleyen İhsan Sabri Çağlayangil’in aktardığına göre Seyit Rıza’nın son sözleri şunlardı:

Ewladê Kerbelayme

Bêxetayme

Aybo, zulmo, cinayeto.

Kente girmeye cesaret edemeyen Mustafa Kemal, bu sırada Elazığ garında infazların bitmesini beklemektedir.

Bu idamlarala birlikte 1937 yılı direnişi sona erer.

Zamanın Başbakanı İsmet İnönü (İso Ker), Seyit Rıza ve beraberindekilerin idamı üzerine verdiği demeçte, “Dersim meselesini ortadan kaldırdık…Dersim müşkilesinden kurtulduk“ derken, Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi, “Tarihe Gömülen Dersim’e Dair“ başlıklı 18 Kasım 1937 tarihli yazısında, “Senelerden beri adına Dersim denilen mesele tarihin ummanına katılmış ve ebeddiyen ölmüştür“ demektedir.

1938 YILI OLAYLARI (CELAL BAYAR’IN BAŞBAKANLIĞI DÖNEMİ)

2 Ocak
Dördüncü Genel Valiliğin Munzur-Merho-Mercan dereleri arasındaki bölgeyi ve Kalan Deresi havzasını boşaltma kararı ve bu kararı uygulama girişimi. Bunun üzerine Ovacık’tan gelen yedi jandarma devletin o tarihe kadar gizli tutulan asıl amacını ve 1937 direnişine katılmamış olmakla yaptıkları vahim yanlışı yeni farkeden Kör Abbas, Keçel ve Bal aşiretlerinden direnişçiler tarafından Mansul Uşağı Köyü’nde öldürülürler. Ardından Mercan Karakolu basılır. Bu sırada iki asker daha öldürülür. 1938 Ocağının başında sıranın kendilerine geldiğini anlayan adı geçen bölge aşiretleri ittifak halinde direnme kararı alırlar. “Askeri içimize sokmayalım, silahlanalım, ittifak yapmazsak hepimizi tek tek kıracaklar“ diyerek direnişe geçerler. 1937‘deki Kahmut Köprüsü baskını nasıl kasıtlı olarak birinci askeri harekatın sebebi gibi gösterildiyse, Mansul Uşağı Olayı da bazı kaynaklar tarafından 1938‘deki İkinci harekatın nedeni gibi sunulmaya çalışıldı. Her iki olay da TC ordusu tarafından birer bahane gibi kullanıldılar. 1938‘deki ikinci harekat çevre illerden orduların aktarılması ve diğer hazırlıklar nedeniyle, daha da önemlisi dış dünyanın tepkisini çekmeyecek daha uygun bir fırsatın kollanması sebebiyle ancak 11-12 Haziran’da başlar.

11-12 Haziran
İkinci harekatın (1938 harekatı) başlangıcı. Her taraftan Dersim’e giren TC orduları Kalan-Merho-Mercan vadilerindeki halkı boşaltmayı amaçlar. Burası, Buyer Bava-Mahmunut Gediği-Birman Gediği-Keller Komu-Katır Tepe-Koçgölbaşı-Badikan-Karasakal noktaları arasındaki bölgedir. Yani Munzur-Mercan dağlarının hemen dibindeki İç Dersim’in en kuzey bölgesidir. Zel ve Kırmızı dağlar hattının kuzeyi de harekatın kapsamına alınır. Kısacası 38 harekatının asıl hedefi Asıl/Eski Dersim‘dir, Kalman Ocağı’dır. Böylece yerinden yurdundan edilmek istenen İç Dersimli bir ölüm dirim savaşına girişir.

19-22 Haziran
Boşaltılmak istenen diğer bölge Ali Boğazı ve çevresidir. 19-22 haziran günlerinde bu bölgede oturan Koçan grubu aşiretleri (Koç, Şam, Resik) de direnişe geçerler. 19 Haziran’da Amutka Karakolu kuşatılır ve çevredeki Türk birliklerine saldırılır. Çarpışmalar 22 Haziran’a dek sürer. 22 Haziran’da Koçan aşiretleri Ali Boğazı’na sığınmak zorunda kalırlar. Uçak filoları Ali Boğazı’na bomba yağdırır.

Ali Boğazı’ndaki çarpışmalarla ilişkili bir Dersim deyişinde şöyle denir:

Tornê Merwani koto zıdê ma

Hawt bedelo fetelino, az ve azê ma dıma

Ma ve Mervani ra jüvini kerdo Ali Boğaji

Bıraenê, pêrodê, ma pêrodime

Hefê huyê hawt bedeli bıcêrime

Bu deyişte Dersim hududu Kızılbaşlığın hududu olarak tarif edilir. Sivas ve Erzurum da Dersim’e dahil gösterilir. Dersim’in devletle kavgası kuşaktan kuşağa süren bir kavga olarak, Kerbala’nın devamı ve Yezit’le kavga gibi tarif edilmektedir.
Kureyşanlılar’ın Şeyhan kabilesi ile Yukarı Abbas aşireti Koçanlılar’ı desteklemek için direnişe geçerler. Böylece direniş doğusu ve batısıyla tüm Dersim’e yayılır.

24-30 Haziran
24 Haziran günü İç Dersim’deki Dolu Baba (Tujik) işgal edilir. Ordunun köylerini ateşe verip halkını boşaltmaya çalıştığı Kırgat, Boduk, Midrik, Mitgel, Hotar, Ariki, Tenkali, Meraş, Keçeler köyleri ve Hikü mezrasının silahsız sivil halkı balta ve küreğe sarılır. Baltalı kürekli bu muharebe 28 Haziran’da kanla bastırılır. 29 Haziran’da Karasakal zirvesi işgal edilir. Reşat Hallı’nın verdiği rakkama göre 11-12 Haziran’dan 29 Haziran’a kadar tam 60 köy boşaltılır ve yakılır. Köyler ve ormanlar ateşe verilir, hayvanları dahil halkın nesi varsa “ganimet“ (ganimet, düşmandan ele geçirilen mala denir) olarak gaspedilir, sivil halk ve direnişçiler kurşuna dizilmek veya batıya sürülmek üzere “esir“ (düşmanın ele geçirdiği insanlar) edilip belirli noktalarda toplanır.
Başbakan Celal Bayar, 29-30 Haziran 38‘de TBMM’de yaptığı konuşmada “ordularımız pek yakın zamanda…Dersim mıntıkasının sakinlerini tamamen kaldıracak ve bu meseleyi esasından kesecektir“ der.

Çukur ağıtından bir parça şöyledir:

Celal Bayar amo

Esmo ma rê meymano

Non sola ma neweno

Ma de xayın nia dano

Vano, zerrê mı terseno

Zalım az ma ra nêverdano

Kerdime top, berdime verê Kertê Mazgerdi

Ardi, verva ma ağır makiney qurmis kerdi

Temmuz
2 Temmuz‘da asker Ahpanos, İksor ve Tujik dağına hücum eder. Çetin bir muharebenin sonucunda Tujik zirvesi işgal edilir. Kaçış yolları kapatılıp bir uçak filosu eşliğinde tek çıkış yolu olarak kasıtlı şekilde açık bırakılan Kalan Deresi’nde kırım yapılır. Devletin “haydut“ diye sözettiği 3 direnişçi kendilerini uçurumdan atarlar. 14-16 Temmuz’da Kalan ve Demenan direnişçilerinin imhasına çalışılır. Mağaralar ayrı ayrı abluka edilir. Kalan Deresi ve Demenan mıntıkası kasıp kavrulur. Ardından İç Dersim’de 1938‘deki zorlu muharebelerin ağıtlara konu olan en ünlüsü, Laç Deresi (Dere Laçinu) muharebesi olur. Laç Vadisi’ndeki çarpışmaların en şiddetlisi 19-24 Temmuz günleri arasında yeralır. Dersim’in en namlı silahşörleri Laç’ta birlikte dövüşür ve yarım asırdan çoktur dilden dile dolaşan bir destan yaratırlar.

dersimlihaia2c04179a29f749eby-2-274x173De, halo halo

Halê ma yamano

Ordiyê Tırki gurlağ amo

Dormê ma qapano

Pırode bıra, pırode

Na qewğa aşirun niya

Merebê Dêsımi (Kırmanciye) u zalımanê Tırkano

TC ordusunun hedefi direnişin son sığınağı olan Laç Deresi’ni ele geçirmekti. Üç dört koldan kuşatılan Laç Deresi inatla direnir. Sonunda direniş kırılırsa da sade halk arasında direnişçilerin intikamlarını fazlasıyla aldıkları inancı yaygındır: “Ma hefe xo quret, hefe tayine ki serra quret“.
Halk, direnişçilerin tüfeklerinin arkasında yiğitçe düştükleri için onur duymaktadır: Mordem uyo ke pe tıfonge hode bımıro!
Direniş kırıldıktan sonra vadinin tabanındaki mağaralar ve kayalıklar kuşatılır. Top ve makinalı ateşi ve tahrip kalıpları atılarak bu mağaralar içindekilerle birlikte imha edilir. Dışarı fırlayanlar vahşice öldürülür. Kimisi kendisini Munzur Suyu‘na atarak intihar eder. 19-24 Temmuz arasındaki çarpışmalarda Laç’ta 216 direnişçi katledilir. Kırık Mağara’da dinamitle imha edilmekten korkan ve R. Hallı’ya göre aralarında Demenan’ın en önemli kolbaşılarından Hese Gewe ile Demenan reisi Cebrail Ağa’nın oğlu Hüseyin’in de bulunduğu 42 direnişçi teslim olur.
Ardından 27-30 Temmuz günleri arasında Mameki ve Erzincan tugayları ile Haydaran bölgesine yönelinir. Vartinik, Göldağı, Zel Dağı, Hengırvan, Zağge, Aşağı Rabat, Kutu Deresi girişi, Kerenko, Karasakal ve Buyer Bava’yı kapsayan tüm bölge kuşatılır.

1-10 Ağustos
Kuşatılan Haydaran bölgesindeki tüm direnişçiler mağaralarda sıkıştırılır. 100‘den çok direnişçi öldürülür. 2-3 Ağustos’ta mağara ve kaya kovukları aranır. Çok sayıda direnişçi ve hayvan imha edilir. Hayvanlar ve eşyalar müsadere edilir. Direnişçi köyler yakılır.
Ardından sıra genel bir taramaya gelir.

10-31 Ağustos (“Üçüncü Askeri Harekat“)
Bu harekat toplama, toplu halde kurşuna dizme ve 1931‘de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın raporunda planlanan Batıya toplu sürgünün hayata geçiriliş safhasıdır. Bu tarihler arasında Dersim’in her tarafında aynı anda başlatılan ve amacı “girilmemiş hiç bir yer bırakmamak“ olan genel bir operasyon yapılarak ‘yasak bölgeler‘in içinden ve dışından en az 5-7 bin kişinin (aşiret reisleri, kolbaşılar, seyitler ve aileleri) batı illerine nakli ve iskanı başlatılır. Dördüncü Genel Müfettişliğin önerisi ve içişleri Bakanı’nın onayı ile yerleşime yasaklanan, sürgün ve iskanı kararlaştırılan bölgeler iki adettir: 1-Kutudere-Kırmızıdağ-Haçılıdere hattından Mercan dağları eteğindeki Karacakale’ye kadarki bölge, 2-Ali Boğazı ve çevresi, yani Koçan bölgesi.
madalya-dersimBu sırada her yanda terör estirilir. 12 Ağustos’ta bir uçak filosu Ali Boğazı’nı bombalar. 13 Ağustos’ta Kırmızı Dağ çevresindeki çatışmalarda 300 direnişçi öldürülür. Aynı gün Ali Boğazı ve Tağar Deresi tabanındaki harekatta komlar yakılır, hayvan sürüleri gaspedilir. 14 Ağustos’ta 83 Demenanlı ve Haydaranlı direnişçi öldürülür. 15 Ağustos’ta Laç Deresi tabanında yeni bir tarama yapılarak 281 Demenanlı ve Haydaranlı öldürülür. Batıya nakledilmek üzere toplanan Yusufanlılar’ın 149‘u imha edilir. 15 Ağustos’ta Zımeq ve çevresinde çok sayıda direnişçi (“asi“) imha edilip köyleri yakılır. Batıya sürülmek üzere insan avına çıkan 41. Tümen Deşt yöresindeki köylerde direnişle karşılaşır. Direndikleri ve direnişçilere yataklık ettikleri gerekçesiyle Zımek/Zımbık, Xeç, Kirnik ve Bornak köylerinden 395 kişi öldürülür. Şıxmamed aşiretinin merkezi Hiç (Xeçe) köyüne bir gece baskını yapılarak top-mitralyöz ateşi ve süngüyle toplu kırım yapılır. Hiç ve Zımek toplu kırımı işte bu sırada, 15 Ağustos günü yapılmıştır. Yine 15 Ağustos günü Çukur ve Pah civarındaki taramada çok sayıda Haydaranlı imha edilir. 31 Ağustos’ta yeni bir tarama hareketiyle esir edilmiş olan binlerce kişi kafileler halinde Batıda saptanan yerlere sevkedilirler. Hozat’a getirilen Karaca seyitleri ve halkı makinalı tüfeklerle katledilir. Sanırım Sarı Saltıklı Seyit Seyfi Dede de bu olayda öldürülür. Böylece 31 Ağustos’ta askeri harekat tamamlanır.

(Kaynak: SEYFİ CENGİZ, DERSİM VE ZAZA TARİHİ – SÖZLÜ GELENEK VE TARİHSEL GERÇEK, V. BÖLÜM)

Paylaş
Tweetle
Paylaş
Paylaş
12

Welat ra

Ça „mayin“i en zêde Gola Dêsımi de estê?

Son Yazılar

Sürü Psikolojisi ve İnsanın Yaşam Hakkı’na dair
Sürü Psikolojisi ve İnsanın Yaşam Hakkı’na dair

Sürü Psikolojisi ve İnsanın Yaşam Hakkı’na dair

Kasım 14, 2022
Kamuoyuna
Kamuoyuna

Kamuoyuna

Haziran 22, 2022
Zaman Tünelinde Hayat Tüketmek
Zaman Tünelinde Hayat Tüketmek

Zaman Tünelinde Hayat Tüketmek

Mart 30, 2022
DERSİMLİ GENÇ YAZARLARA VASİYETİM – Celal Yıldız
DERSİMLİ GENÇ YAZARLARA VASİYETİM – Celal Yıldız

DERSİMLİ GENÇ YAZARLARA VASİYETİM – Celal Yıldız

Kasım 22, 2021
MAZLUM DÊSİM HALKININ VİCDANI VE ADALET DUYGUSUNA!
MAZLUM DÊSİM HALKININ VİCDANI VE ADALET DUYGUSUNA!

MAZLUM DÊSİM HALKININ VİCDANI VE ADALET DUYGUSUNA!

Ağustos 25, 2021

Yazarlar

Arşiv