Kimlik-Ortak Kimlik
Faruk Eren´in anısına
Türkiye´de kimlik tartışması her zaman güncelliĝini korudu. AKP Hükümeti ilk yıllarda Avrupa Birliĝine yakınlaştı. AKP, Türkiye´nin Birliĝ´e kabulünü, tam üye olmasını istiyordu. Avrupa Birliĝi´nin içeriĝi ve çerçevesini tam olarak bilmediĝimiz „çok kültürlü toplum“ modeli bazı demokratik açılım ve tartışmalara vesile oldu. Ne varki, genel olarak „eski devlet partisi“ diyebileceĝimiz kesimler bu sürece şiddetle karşı çıktılar. Söyledikleri şuydu: Kişinin ya da bir grubun alt kimliĝi olabilir, ama herkesin ortak üst kimliĝi Türklüktür. Kısa bir süre sonra bu alandaki „iç çatlak“ giderildi. AKP´de „Her kes Türk´tür“ anlayışının savunucusu oldu.
Önce alt-üst kimlik belirlemesinin kendisi yanlıştır. Alt kimlik olarak görülenler açısından dışlayıcı ve inkarcıdır. Her hangi bir kimlik, öteki bir kimlikten aşaĝı ya da üstün olamaz. Her kimliĝin kişinin ya da toplumun yaşamında kendine has bir yeri ve anlamı vardır. Kişinin ya da toplumun deĝişik özelliklerinin ifadesidir. Birisi, ötekinin yerine ya da karşısına çıkartılamaz. Kişi etnik, dini, siyasi, ve başka özelliklerine göre kimi grublara katılırken, ötekilerden ayrılır.
Ama eĝer söylenmek istenen deĝişik etnik ve dini toplulukların ortak bir kimliĝe sahip olması ise, bu mümkündür. Bunun bilinen bazı örnekleri eski Sovyet modeli, Yugoslavya´da uygulanan sistemde kendini gösterdi. Sovyetler Birliĝi, Çekoslovakya ve Yugoslavya´da farklı ulusal topluluklar, kendi etnik kimliklerini koruyarak ortak bir kimlikte buluşabildiler. Bu bir nevi „sistem-devlet“ kimliĝiydi. Bu kimliklerin ömrü, sistemin açmazları ve başka bazı nedenlerden dolayı fazla uzun sürmedi.
Bunun yanında ortak kimliĝi uzun süre koruyan örnekler de vardır. Belçika, sonradan İngiltere, İspanya, vb. Bu ülkelerde deĝişik etnisiteler bir devlet içinde birleşmişlerdir. Birden fazla ulusal topluluĝun bir devlet içinde birleşmesine en iyi örnek İsviçre modelidir. Dört farklı etnik grub demokratik temelde siyasal birlik oluşturmuşlardır. İsviçre modelinin özü şudur: Bir ulusal topluluk, ötekinden üstün, ayrıcalıklı deĝildir. İsviçre denildiĝinde diliyle, kültürüyle, tarihiyle birlikte Almanlar, Fransızlar, İtalyanlar, Retoromanlar birlikte anlaşılır. Aynı dili konuşan bazı ulusal topluluklar dahi bölünme eĝilimi gösterirken, İsviçre´de dört ayrı etnik grub birlikte ısrar ediyorlar. Bilinen her hangi bir ayrılıkçı eĝilim yoktur.
Amacım çeşitli modelleri tartışmak deĝil. Türkiye´de ulusal ve demokratik özgürlükler hep bölünme korkusu ile perdelenirken, bunun tersinin doĝru olduĝunu belirtmek istiyorum. Demokrasi, ulusal-kültürel temsiliyet birliĝi güçlendirirken, baskı, ayrıcalık ve asimilasyon ayrılıkçı eĝilimlere zemin olmaktadır.
Aslında en büyük ayrılıkçı, bölücü hareket Türk milliyetçiliĝidir. Türk kimligi, devlet eliyle, zorla öteki grublara dayatıldıkça birliĝin temeli de yıkılmaktadır. Bölücülüĝü yanlış yerde aramaya gerek yok. Bu siyaset T.C.´nin kuruluşundan beri uygulanıyor. Sonuç ortadadır. Birlikte yaşamak, ortak bir kimlikte birleşmek yerine, güvensizlikler, şiddet hareketleri, ayrılmak isteyen eĝilimler güçlenmiştir. Denenmiş ve yanlışlıkları görülmüş bir siyaseti zorla sürdürmek her kesime zarar vermektedir.
Birlikte yaşamak mümkün ve gereklidir. Bunu elde etmek için yeni bir birlik sözleşmesine ihtiyaç vardır. Bu yeni sözleşme temelinde şekillenecek siyasal yapı dinler karşısında tarafsız, ulusal topluluklar açısından ayrıcalıksız, siyasal olarak demokratik olmalıdır. Bunun siyasal olarak nasıl şekilleneceĝi, hangi biçimi alacaĝı peşin olarak söylenemez. Federal ya da otonom bölgeler temelinde olobilir. Ne üniter devlet ve ne de federal-otonom model kutsal, dokunulmaz deĝildirler. Hep söylenildiĝi gibi siyaset insan içindir. İnsanın ihtiyaçlarının, insan ilişkilerinin örgütlenmesi, koordine edilmesidir. Siyaset eĝer toplumun ihtiyaçlarının gerisinde kalmış ve toplumun gelişmesini engelliyorsa, deĝişmelidir.
Siyasetde Devlet Partisi´nin, ulusallıkda Türk milliyetçiliĝinin, dinde Türk-İslam sentezi olarak adlandırılan devlet müslümanlıĝının ayrıcalıkları, eĝemenliĝi kaldırılırsa demokratik güçlü bir birlik kurulabilir. Bu birlik bugünkinden daha saĝlam olacaktır.
Anadolu, Mezopotamya ve Trakya diller ve kültürler bakımından renkli bir bahçedir. Zazalar, Türkler, Kürtler, Lazlar, Asur-Suryaniler, Araplar, Çerkezler, Rumlar, Ermeniler ve öteki etnik guruplar, Sunniler, Aleviler, Yezidiler, Hıristiyanlar, Yahudiler, Dinsizler bu topraklara renk ve can vermektedirler. Ve bütün bu topluluklar dilleri, kültürleri ile temsil edilirlerse, ekonomik ve sosyal refahtan kendilerine düşen payı alırlarsa, ortak kimlikler kendiliĝinden oluşacaktır.
Ama bu amaca ulaşmak zor ve uzun görünüyor. Yine de şimdiden bazı deĝişiklikler yapılabilinir. Türkiye´nin taraf olduĝu uluslararası sözleşme ve kararlar var. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi´nin ilk maddesi şöyle der. „Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.“
İnsan´ın ana dili, kültürü varlıĝının en güçlü temelidir. Bir kişinin veya bir toplumun dilini, kültürünü elinden alır, yasaklar ve giderek yok ederseniz, O´nun insanlıĝını da yok etmiş olursunuz.
Hep söyleniyor. Söylemek de gerekir. UNESCO da tespit etti. Zazaca´nın kaybolma tehlikesi var. Milyonlarca insanın konuştuĝu bir dilin, kültürün kaybolması kabul edilemez. Zazaca ölürse, insanlıĝın ortak mirasından bir parça kaybolacaktır. Bugün dünyada bir tek hayvan veya bitki türünün dahi kaybolmaması için mücadele eden büyük bir kesim var. Kamuoyu son derece duyarlı. Türkiye´de ise bir dilin, kültürün kaybolması pek önemsenmiyor. Yalnızca devlet erki deĝil, muhalefet de bu konuda sessiz. Zazaca konuşanlarda da yeterli bir duyarlılık yok. Zaten bu duyarlılık, dil bilinci olmadıĝı için Türkler ve Kürtlerden sonra üçüncü etnik grub olan Zazaların dili tehlike altındadır. Zazaların kendisi ister ve bu yönde mücadele ederlerse, Zaza dili dünya diller bahçesindeki yerini koruyabilir ve gelecek kuşaklara aktarılabilinir. Dünyada bunun örnekleri vardır. İspanya´da Katalan dili Franko´nun uzun süren faşist rejiminde bitme noktasına gelmişti. 1960´lı yıllara gelindiĝinde Katalan dilinde yaklaşık olarak 300 kişi okuyup yazabiliyordu.(Maria Barbal, Wie ein Stein im Gröll, s.121) Katalan aydınlarının öncü çalışmaları ve rejimin deĝişmesinin de sonucu olarak bugün Katalan dili milyonlarca insan tarafından konuşuluyor, iletişimin her alanında özgürce kullanılıyor.
Geç olmadan her kes bir şey yapabilir.
Mesela Zazaca yayın yapan TV-Radyo kanalı talebini sürekli güncel tutmalıyız.
Anadilde eĝitim-öĝretim talebini mümkün olan en geniş kesimlerle birlikte yürütmeliyiz.
Ne dilimizi, kültürümüzü başka halklara eklemeli, onları kendimize vasi tayin etmeli ve ne de dar siyasi tartışmalara kurban etmeliyiz.
14.07.2019
Sait Çiya