Yazarlarımızdan, “Ve Suyu Ateşe Verdiler„ kitabının yazarı sayın Haydar Beltan´a sözü bırakmak istiyorum.
İyi Akşamlar hepinize. Güzel sohbetli bir akşam diliyorum. Bağlantıda bir sorun yaşadığım için ancak Kazım’ın konuşmasının bir kısmını dinleyebildim. Diğer arkadaşları dinleme imkanı bulamadım. Yine de kısaca görüşlerimi belirtmek istiyorum.
Bugün tartışacağımız konu, insanlık açısından ebetteki çok önemli bir konu olan, Dersim Tertelesi ve Sürgünlerdir. Tertele ve sürgünler tabi ki Dersim ile özdeşleşmiştir bizim açımızdan. Bu özdeşlik içimize kilitlenen bir acıdır aynı zamanda.
Dersim denildiğinde bir coğrafya akla gelir. İç ve Dış Dersim olarak adlandırılan bu coğrafya, tarihiyle, inancıyla, diliyle, kültürel ve etnik yapısıyla, komşularından farklı bir coğrafya. Bu farklılıktan dolayı, merkezi otorite, Dersim’e karşı hep mesafeli durmuş ve çözülmesi gereken bir sorun, mutlak deşilmesi gereken bir çıvan olarak görmüştür.
Dersim de kendi farklılıklarını korumak için merkezi otoriteye karşı sürekli mesafeli durmuş, kendi farklılıklarını koruma güdüsüyle hep uzak durmuş, kendisini koruma altına almıştır.
Hem Osmanlı döneminde hem Cumhuriyet döneminde, Dersim’i yola getirmek için onlarca rapor hazırlanmış ve hazırlanan raporlar ışığında yine onlarca kez saldırılar düzenlenmiştir.
Osmanlı döneminde Dersim’e bakış ile, Cumhuriyet döneminde Dersim’e bakış arasında herhangi bir fark söz konusu değildir. Bir paralellik ve aynı düzlemde bir sürekliliğe sahiptir.
Osmanlıya göre, “Dersim’in ekseriyeti nüfusunu teşkil eden ve fenalıkların da amili olan Şiiler… halkın maneviyatına hakim olan dede ve seyitlerle halkın dünyevi umuruna hakim, ruhu şekavetle meful, ikiyüzlü ve müfsit olan ağalar elindedir.”
Cumhuriyete göre de “Dersim, seyit ve ağaların çok zalimane tasallut ve tecavüzü altındadır… Dersim, cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıbanın üzerinde kati bir ameliye yapmak gerekir.”
1926 yılında, Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in Raporunda, “Dersim Hükümeti, Cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kati bir ameliyat yapmak gerekir… Dersim, Türkiye için cehalet, maişet darlığı, dahili ve harici tesvilat ve tehlikeli bir çıbandır. Bu çıbanın kati bir ameliyeye tabi tutulması lazımdır.” denilmektedir.
Yine, 1926 tarihli Vali Cemal Bey’in raporunda, “… Dört yüz seneden beri Dersim’e hükümet nüfuzu girmemiş, ilmi mana ve şumuluyla bir otorite teessüs etmemiştir….”
1930 1. Umumi Müfettişlik Raporunda, “Dersim’e yapılacak olan sınırlı ve zayıf bir hareket, zararlı sonuçlar doğurur. Dersim’in terbiye edilmesi için şunlar yapılmalı… Yüksek idare memurlarına, adeta koloni idarelerindeki salahiyet verilmelidir…
Dersim’i abluka altına almak suretiyle saldırılarda bulunmasını ve ticaret yapmasını engellemek, zamanla aç kalacak olan halkın kendiliğinden teslim olmasını sağlamak ve bu suretle Dersim’i fena insanlardan temizlemek,
Dersim’i sıkı bir kuşatmaya aldıktan sonra çemberi tedricen daraltmak suretiyle yakalanan insanları derhal batıya sürgün etmek…”
1930 Halis Paşa’nın Raporunda, “Yavuz Selim’in Trabzon’da Vali olduğu günden beri, kırk defa kılıçla tedip ve tenkil yapılmış ancak eşkıyalık önlenememiştir…”
1930 Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın Raporunda, “Köylülere vergi ve asker vermeleri, silahlarını teslim etmeleri bildirilecektir. Olumsuz bir sonuç alınması halinde, bütün Kürt köylerine saldırarak tahrip edilecektir.
1935 İsmet İnönü’nün Raporunda, “Dersim Vilayetini yeni usule göre teşkil edeceğiz.
Muvazzaf bir kolordu kumandanı vali ve üniformalı muvazzaf zabitler kaza kaymakamı olacaklardır. Memurların hiçbiri yerli olmayacaktır.
İdama kadar infaz, İl baylıkta bitecektir. Adliye usulü basit, hususi ve kesin olacaktır. Bundan sonra Dersim’e verilecek şeklin safhası başlayacaktır. Bütün bu tasavvurlar gizlidir.”
Bütün bu raporların ortaya koyduğu gerçek şudur; “Dersim, 1514 Çaldıran Savaşı’ndan beri Şiiliğin Kaynağıdır” tespitinden sonra, Cumhuriyetin Dersim’de yapmak istediği icraatlar sürekli görüşülüp, tartışılmakta, Dersim’e kalıcı ve son darbeyi vurucu hareketin planları yapılmaktadır. Yani Dersim’in inançsal, kültürel ve dilsel kimliği Cumhuriyet tarafından büyük bir rahatsızlığa neden olmakta ve ortadan kaldırılması ta başından beri istenmektedir.
Tüm bunlardan dolayı, 1927 yılında 1. Umum Müfettişliği Kanunu, 1934 yılında İskan Kanunu, 1935’te Tunceli Kanunu çıkarılır.
Dersim ise, 1916 yılında Galatalı Şevket Bey komutasında yapılan tedip hareketinden sonra, 1926 yılına kadar denilebilir ki sessiz bir dönem yaşar. Rus işgaline karşı direnmeleri sonunda elde ettikleri başarı ve hükümetin övgülerini kazanmış olmaları ve cumhuriyete karşı hayır hah bir tavır takınmaları bunda önemli bir rol oynamıştır. Bunun içindir ki, komutanlarla, hükümet temsilcileriyle yapılan görüşmeler sıklaşmış, çözüm arayışları yaygınlaşmıştır.
1926 Koçuşağı Tedibi Hareketi ve 1930 Pülümür Hareketi‘ne kadar bu durum böyle devam etmiştir. Bu hareketlerin amacı da Dersim’in Hükümetin otoritesini tanımamak, çapulculuk yapmak olarak açıklanmıştır. Bunun için de sivil-silahlı ayırımı yapılmadan topluca cezalandırılmış, köyleri bombalanıp yakılmış ve hayvanlarıyla kaçarlarken uçaklarla bombalanmış, ekinleri yakılmış ve ganimetlere el konulmuştur.
Devlet, Dersim ile sürekli savaş halinde olduğundan, normal idari ilişkilerin kurulması mümkün olamamıştır. Normal devlet bölge ya da vatandaş ilişkisi bir türlü yaratılamamıştır. Çünkü devletin gözünde Dersim, tedip edilmesi gereken bir bölge olarak görülmüştür.
Amaç ve hedef belli olduğu için öncelikle, isyan ettiler onun için bu hareketleri yaptık bahaneleri arkasına sığınarak, bir lider yaratmaları gerekiyordu ve bu da Sey Rıza olacaktı. Sey Rıza, kendi halinde, aşiretini ve ailesini idare etmeye çalışırken, yeğeni vasıtasıyla içten çökertilerek etkisizleştirilmeye çalışıldı. Aşiretler arası kavgalar kışkırtıldı. Karakollar basıldı, askerler öldürüldü, telefon telleri kesildi, hep Sey Rıza üzerine atıldı. Artık önder hazırdı, İsyan yaptılar oyununu oynayabilirlerdi.
Önce görüşmeler yapıldı, Dersim Aşiret liderleri Ankara’ya kadar gittiler. Silah istediler, silahlarını teslim ettiler. Vergi istediler, vergilerini esas olarak ödediler. Okullar açıldı, çocuklarını okullara gönderdiler. Askere istediler, askere gittiler. Yollar yapıldı, karın tokluğuna yollarda çalıştılar. Köprüler yapıldı, çalıştılar. Muhtar oldular, Nahiye Müdürü oldular. Tahsildarlık yaptılar. Daha ne yapsınlar!
Planlar adım adım gerçekleştiriliyor. Lider tamam. Şimdi sıra isyan ettirmekte. 21 Mart 1937 gecesi Gaxmut Köprüsü yakılır. 27 Mart 1937 gecesi, Sin karakolu basılır, telefon telleri kesilir. İsyan bahanesiyle Dersim hareketi resmen başlatılmış olur. Halbuki köprü yakılması da Sin karakolu baskını da yerli milisler tarafından hükümetle koordineli bir biçimde yaptırtılır. Suç Dersimlilerin üzerine atılır ve isyan ettiler bahanesiyle, işi halletmenin taşları döşenir.
21 Mart 1937 tarihinde başlayan Tedip Hareketi ile birlikte, 30 Mart 1937 tarihinde Tunceli Valisi Alpdoğan Başbakanlığa bir yazı yazarak, “Tayyare Alay Komutanlığından, yangın ve Milli Müdafaadan, yakıcı ve boğucu gaz bombaları” talebinde bulunur. Tunceli Tenkil Hareketi, 4 Mayıs 1937 Tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’yla Resmiyet kazanarak ilerler.
1937 yılında, öncelikle Dersim’in ileri gelenleri ya öldürülür ya da etkisiz hale getirilir. “İsyanın lideri” ile birlikte 7 kişi idam edilir. Khureyşan aşiretinden Aliyé Gaxi ve Hesen Efendi, aileleriyle birlikte katledilir. Alan Aşiret liderleri aileleriyle birlikte Katledilir. Alişer ve Zarife Hatun’un kelleleri kesilir. Sahan Ağa’nın kellesi alınır. Yusufan Aşiret Reisi Qemer Ağa, Demenan Aşiret Reisleri Cıvrail Ağa va Cıvé Khéji aileleriyle birlikte teslim olurlar. Yani aşiretler başsız, lidersiz kalmışlardır.
Geride kalan Dersimliler, yaşlı kadın, erkek, çoluk çocuk, kaçarak mağaralara, ormanlık alanlara sığınır. Sığındıkları mağaralar bombalanır. Boğucu gaz bombaları ile binlercesi katledilir. Ormanlar, ekinler yakılır. Hayvanlar ya telef edilir ya da bir ganimet olarak el konulur. Sağ olarak yakalananlar, sizi sürgün edeceğiz bahanesiyle götürülüp, muhtelif yerlerde kurşuna dizilerek katledilir. Bunun için 1937-1938 hareketi, sistematik bir sivil katliam hareketidir. On binlerce insan ya katledildi ya da toprağından kopartılarak sürgüne gönderildi.
1938 yılında yapılan büyük hareket, Dersim’i kapsayan toplu ve yaygın bir kıyımla sonuçlandı.
Biz, uzun yıllar şu iki temel görüşün etkisinde kaldık, 1.’si, Dersimliler köprü yakıp, karakol basıp, askerlerimizi öldürüp isyan etti, dolayısıyla da biz bu isyanı bastırdık” türünden resmi devlet söylemi; 2.’si de “Özerk ve otonom Dersim, devletin baskısına karşı isyan etti” türünden, Baytar Nuri patentli yine resmi sol ve Kürt söylemi.
Bu iki yanlış söylem, aslında Dersim’de yapılan soykırımı gizleyen ve inkar eden söylemlerdi. Bunu geç fark ettik ve geç anladık. Dersim’de yaşadığı müddetçe devletin sözünden çıkmayan, Dersim’i terk ettiğinde ise, durumu abartarak anlatan Baytar Nuri, hem kendi durumunu gizlemekte ve aklamakta hem de dünya kamuoyunu yanıltmaktaydı.
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim, Dersim isyan etmedi, isyan etti bahanesiyle soykırımdan geçirildi. İdam edilen, katledilen, uzun yıllar cezaevinde yatıp, sağ çıkamayan Dersim ileri gelenlerinin hiç biri, 50 kişilik bir silahlı grup kurarak, devlete karşı savaşmamışlardır. Sadece kendilerini korumuş, saklanmış, zorunlu kalmadıkça, askere kurşun dahi sıkmamıştır.
Mecburiyetten dolayı kaçıp Laç mağaralarına sığınan, 20-25 Demenan ve Haydaran yiğitleri, kendilerini ve mağaralarda kalan yüzlerce Dersimli silahsız muhtaç kişileri korumak için silah kullanmış ve direnmişlerdir.
Peki bütün bu olan bitenlerden sonra, biz buna soykırım diyebilir miyiz? Ya da isyan ettiler, sonuçta bu kadar ölüm normaldir. Buna soykırım diyemeyiz! mi demeliyiz.
O zaman BM’nin soykırım tanımına bir bakalım. BM tarafından 9 Aralık 1948’ kabul edilip, 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren Soykırım Sözleşmesi’nin ana maddeleri Şunlardır:
Madde 1: Sözleşmeci devletler… bunu kabul eder,
Madde 2 : Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak,
- a) Gruba mensup olanların öldürülmesi,
- b) Grubun mensuplarına, ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi,
- c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığının ortadan kaldırılacağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek,
- d) Grup içinde, doğumları engellemek amacıyla tedbir almak,
- e) Gruba mensup çocukları, zorla bir başka gruba nakletmek.
Bu maddeler ışığında, Dersim’de yaşananlara bakıldığında, açık olarak bir soykırım uygulandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Aslında, devletin resmi belgeleri, öldürülenlerin çekilen resimleri, kesik başların arkasında verilen pozlar, öldürülenlerin askerler için “Hatıra Resim” olarak kart gibi paylaşılması bile olayı izaha yetmektedir.
Ve esas olarak, Dersim Ağıtları incelendiğinde bile, hiç bir ek izaha gerek kalmadan, Dersimlilere yapılanın açık bir Soykırım olduğu anlaşılmaktadır.
Uzattım kusura bakmayın. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Haydar Beltan, ikinci bölüm konumuz sürgünler. Kısaca görüşlerini alabilir miyim. Buyurun.
Birinci bölümde işaret ettiğim gibi, Dersi Tertelesi, planlı programlı bir Terteledir. Yani önceden çerçevesi çizilmiş, raporları hazırlanmış, özel kanunları çıkarılmış, provokasyon biçimleri hazırlanmış ve geleceği de planlanmış büyük bir kırımdır.
Mesela 1934 yılında çıkarılan İskan Kanunu, Dersim coğrafyası için ırkçı bir kanun niteliği taşımaktadır. Kanun un amacı şu şekilde ifade edilmektedir.
Amacı: “Nüfusun Türk kültürüne bağlılık esasına göre, oturuş ve yayılışını, Hükümet tarafından yapılacak bir Programı dahilinde düzenlemek” olduğu açıklandı. Ve üç bölgeye ayrılarak ayrıntıları belirlendi. Bu bölgeler şunlardır:
- Bölge: Türk Kültürü ve nüfusunun yoğunlaştırılması istenen bölgeler,
- Bölge: Türk Kültürüne katılması istenilen nüfusun nakli ve iskanına ayrılan Bölge,
- Bölge: Boşaltılması istenen ve iskan ve ikamete yasak edilen bölgeler.
Yani, 1, Dersim boşaltılıp oraya yoğun Türk nüfusu yerleştirilip, raporlarda vurgulandığı gibi, bölge Türkleştirilip, Müslümanlaştırılacak,
2, Terteleden sonra, sağ kalanların Türk kültürünün yoğun olduğu bölgelere naklederek yani sürgün ederek Türkleştirmek,
3, Dersim terteleden sonra boşaltılacak ve boşaltılan alanın önemli bir bölümü isken ve ikamete yasak bölge olarak ilan edilecek.
Anlaşılıyor ki, Dersim hareketinin çerçevesi çizilmiş ve planı önceden yapılmıştır. İsyan uyduruk ve bahane. Peşinden 1935 yılında çıkarılan Tunceli Kanunu ile bu hareketin yasal zemini hazırlanmış oldu.
Hemen tertelenin akabinde, resmi rakamlara göre, 2.907 aileden toplam olarak 14.411 kişi, Türkiye’nin 32 İline sürgün edildi. Bunların hepsi önceden planlanmıştı. 32 İl hazırdı sürgünler için. İllerin ilçeleri, köyleri ve hane sayısı planlandığı gibiydi. Sürgün edilen aileler dahi parçalanmış ve her biri ayrı yere yerleştirilmiştir.
Dersimliler, dillerini bilmedikleri, kültürlerine yabancı oldukları yerlere sürülmüşlerdi. Amaç, Türkleştirmekti. Genel olarak büyük zorluklarla karşılaştılar. Uyum sağlamakta zorlandılar. Sürgün edildikleri için kendilerini şanslı hissediyorlardı. Sürgün, ölmekten iyiydi ama geleceklerinden büyük kaygı duyuyorlardı. Dersim özlemi kendilerinden hiç ayrılmadı. Bir dönem sonra, çıkan afla birlikte yeniden Dersim’e dönenler olduğu gibi, kalanlar da oldu.
14 bin 411 kişi, dile kolay. Her bir sürgünün ayrı bir hikayesi vardır. Bu hikayeler hala anlatılır. Anlatıldıkça, insan bu anlatıları duydukça, tüyleri diken olmaktadır.
Demem o ki bu kadar insanın yerinden yurdundan kopartılarak, hiç bilmediği yerlere sürüp onları Türkleştirme politikası, açıktan bir insan hakkı ihlalidir ve sonuçta bu Soykırımdır.
Teşekkür ederim…
KAZIM GÜNDOGAN
Merhabalar iyi akşamlar. Betül Hanim merhaba. Perihan Hatun ile tanışma olanağı bulmuş biri olarak uzunca da bir röportaj yapmış biri olarak gerçekten, Betül hanımın anlattıklarından çok etkilendim.
özellikle her iki ailesine dair 37-38 sürecinde devletin karanlık aklının başta olmak üzere 37 de 38 de yok edilen on binlerce insanı ve seyit rızayı anarak başlayayım ben tabii.
37-38 diyoruz ama o bir Vahşetin Zirvesi ama bir toplumun bütünlüklü olarak yok edilmesi projesinin Zirve cezalandırılması değil inançlarının tarihinin kültürünün yok edilmesi olarak değerlendirmesi gerekiyor.
Böyle bakınca da o akil hem İslam’ın hem cumhuriyetin kurucusudur. Bu kara kutu açılıp içine bakıldığında Bütün İslam dünyasının hilafetçi İslam’ın İslam olmayan toplumların nasıl İslamlaştırılması gerektiğine dair 500 yıllık bir programının uygulanmasının eseri Dersimde uygulanmıştır.
Aslında şimdi biz Dersim meselesi diyoruz. Alevi meselesi diyoruz, ama aslında bu Dersim meselesi, Alevi meselesi değil. Bunu bir İslam meselesi olarak görmek gerek. yok İslam ve diğer inançlar İslam ve diğer toplumlar Cumhuriyet sürecine gelindiğinde de Cumhuriyet sürecini değerlendirdi ırka dayalı ulus-devlet Devletleri’nin kuruluş sürecinde bunun bir Türklük meselesi olduğunu Yani Kürt meselesi, Ermeni meselesi diğer etnik kimlikler meselesi olarak tanımladığımız bu şeylerin Aslında egemenliği elinde bulunduran gücün problemleri olarak değerlendirmesi gerekiyor. Bu bakımdan Dersim meselesi İslami -Türk bir devlet eseri.
Daha önce özellikle Bu Devletin kuruluş felsefesinde ki Türkçülüğün 1950’lerden itibaren nasıl şekillendiğini en rafine edilmiş örneklerinden biri 1914-15 Süryani Ermeni Soykırımı devamında Pontus daha sonra 1921’de Koçgiri katliamı ve devamında Kürtlerin kendi demokratik haklarını ulusal demokratik haklarını talep etmesi ile birlikte 1923’ün Lozan Antlaşması’ndan sonra Kürtlerin 25’ten başlayan 30’lara kadar devam eden kütlenin tanımı bartech değiştirici ev politikanın eseridir bu.
Burada tabii Dersim’in özel olarak seçilmesinin ve daha sonra Kemalist devletin oraya yönelik çok sistemli bir plan hazırlanmasının birkaç nedeni var. Bir Öncelikle ırka dayalı etnik kimliğe dayalı devletin inşasında bir dönem Ermenilerin, Rumların, Suriyelilerin problemi vardı. Onları çözdükten sonra da talebi ile birlikte bir biçimde cumhuriyet kuranlara göre Cumhuriyeti benimseyen Dersimde Alevilerin ama Cumhuriyet Devleti tarafından yine de bir soykırıma uğratılması başlı başına üzerinde durulması gereken bir mesele bu arada bir isyanın olmadığını İsyan olanaklarını da olmadığını ve toplumun Aslında Cumhuriyeti benimsediğini.
Bu nedenle Mehmet Ali başka Bütün her birinin kendi alanında adeta yerel iktidar olduğu ve her birinin denetiminde yüzlerce silahlı insanın olabileceği ve toparlanması durumunda 30-40 bin organize edilebileceği Dersim’de ama Dersimliler bunu tercih etmiyor.
Çünkü dersim özellikle 1920’de meclisin açılışının bileşenlerine baktığımızda oraya 5 mebusu göndermiş olması ve bu 5 Mebus bu son da hemen hemen dersim toplumunun yüzde sekseni ne denk geliyor olması üzerinde düşünülmesi gereken bir durum.
İsyan etmek isteyen Cumhuriyeti benimsemek istemeyen bir toplum neden meclise kurucu irade neden kendi temsilcilerini göndersin.
Daha sonra yanı başında Şey Sait gibi biri dini yönleri olsa da esasta ulusal niteliği olan bir ulusal hareketin kurma projesi ya da Kürdistan özelliği oluşturma gibi bir projesi olan bir hareketi neden desteklenmemiş olsunlar.
O zaman Dersimlilerin elindeki silahların toplatılması kararında Jandarma Komutanlığı’nın bilmem kaç silahın ne kadardır ama biz henüz yani ezilenler olarak inanç kimlikleri olarak ya da siyasal kesimler düşünceye sahip kesimler olarak ezilenlerin tarihini objektif tarihini alternatif tarihini yazamadığımız için henüz ne yazık ki resmi tarih hala geçerliliğini koruyor.
Bu bakımdan burada Betül hanımın üzerinde durduğu travma toplumu toplum bireylerinin düşünüş tarzı üzerinde biraz düşünmemiz gerekiyor. Böyle olunca bu taramalı toplumların Hayli bu kadar ağır şiddet ve parçalanma durumu yaşayan toplumun strateji oluşturmaması sorunu var, birlikte olamama sorunu var.
Dolayısıyla kendi meselelerine tarihsel bağlamından kopararak günü birlik Şuradaki şu mesele burada ki bu mesele gibi ya da senin aşiretin benim aşiretim seni siyasetin benim siyasetim nedenlerinden biri de bu.
Dramatik düşünme Duygu Dünyamızın en çok problemli olmasındandır bugün toplumun düşünen insanları sorgulayan insanları araştıran insanları olarak Bizlerin bu soruna dair bazı çözümler üretmesi gerekiyor artık.
Yani sürekli ağlayan sürekli ağıt yakan sürekli kalu-bela’dan beri bir hale getirdiği bu acı ve yas toplumundan çıkıp meseleleri birer olguya dönüştürmek lazım. Acıyı biraz olguya dönüştürmek lazım olguya dönüştürücünün de akıl devreye girer ve sorgulama devreye girer dolayısı ile toplum kendi düşüncesini kendi stratejisini oluşturabilir.
Elbette ki bu acıları ortaya koymak kayıt altına almak önemli ama bunun nedenleri ile birlikte şekillendirdiğimiz de dünyanın neresinde olursa olsun Bütün bu benzer acılar yaşamış toplumlardan birlikte düşünmek ve onlarla birlikte mücadele etmenin gerekliliğini inanmak lazım İkincisi ise Dünyada ve Türkiye’de bu resmi tarih yalanlarının resmi kesimlerin mutlaka bu kendi alanlarıyla kendi yanlış tarihleri ile yüzleşmesini sağlayabilecek çalışmalar yapmak lazım oralara dönük. Çalışmalar ve projeler üretmek gerekiyor ki bu mesele sadece Dersim meselesi değil mesele insanlığa karşı suç insanlığa karşı işlenmiş suç olması nedeniyle tüm insanlığın sorunudur. ve Faşizme karşı diktatörlere karşı zorbalığa karşı olan insan hak ve özgürlükler mücadelesinde düşünen sorgulayan herkesin dünyasına herkesin dikkatine taşımak gerekiyor.
Öyle yapabilirsek biz bu soykırımla hesaplaşabiliriz. Dolayısıyla hesaplaşırken aynı zamanda bu toplumun kendi yanlışları ile yüzleşmesi.
Dolayısıyla bizim de kendi eksikliklerimizle Yüzleşme süreci de Bunun içerisinde gerçekleşmiş olur ve bir Hesaplaşma Yüzleşme Dolayısıyla travmanın iyileşmesi süreç.
Böyle gerçekleşmiş olur bir Hesaplaşma ile Yüzleşme süreci mücadelesi sistemli bir biçimde verir ne diyor zaman bu öyle yüzyıllar daha böyle devam eder gider ve kuşaktan kuşağa biz bu travmaları aktarmaya devam ederiz.
Bu bakımdan bu tür çalışmalar programlar ezilenlerin travma yaşayan toplumların travmayı yaratan zihniyetle hesaplaşma süreci de daha kolektif düşünen daha stratejik bir akıl oluşturan bir yaklaşımı ön plana çıkarmakta yarar var diye düşünüyorum. Dersim tartışmasız bir soykırımdır.
Birkaç yıl önce İngiltere parlamentosunda bizim ay zaman belgesel filmimizi gösterdiğimizde orada dersimi hiç bilmeyen Alevileri neredeyse hiç bilmeyen bir tarih profesörü filmi izledikten sonra dedi ki ben „dersimi ne olduğunu Alevilerin kim olduğunu çok genel anlamda biliyorum ama sırf bu film bile orada bir soykırım olduğunu anlatıyor 1948 Birleşmiş Milletler soykırım kriterlerine baktığımızda onların hepsini ben bu filmde görebiliyorum„ dedi.
O zaman bu toplum neden bunun mücadelesini uluslararası alana taşımıyor? biz neden şimdi öğreniyoruz? bunu biliyoruz şimdi. Dolayısıyla bu tür çalışmalar yani hafızayı onun olguya dönüştüren veriye dönüştüren stratejik bir akıllan bizim bunu uluslararası alanda da Türkiye’de de düşün dünyasına aşmamız lazım artık.
Duygu dünyasından çıkarmamız gerekiyor bu toplum aslında çok şey konuşmuş. Ne ile konuşmuş kendi değil edilen konuşmuş. Çığlık atmış ama bunu anlayan Bunu duyan olmadığı için aslında konuşmamış gibi duruyor Onlar belki politik kavramlarla bu süreçleri ifade etmediler ama öyle büyük zorluklar var ki öyle o ağıtların her birinin dinlediğinizde öyle gerçekten derinden tarihten gelen çocuklar var ki şimdi işte bizim bunu adım adım Elbette ki onlar bir bellektir o kağıtların her biri birer bellektir onlar bize yani ağıttan dinlediğin zaman orada nasıl bir soykırım olduğunu, baba babanın kat edilmesine dair dinlediğimizde aşiretler arasındaki ilişkilerin problemleri ne olduğunu görebiliyoruz.
devletin orada ne tür oyunlar oynadığını görebiliyoruz devlet bu sürece çok planlı bir biçimde örgütleri ve 1925 den 1947 ye kadar devam eden bir süreçtir hazırlıklar raporlar planlamalar 34 İskan kanunu 35 dersim kanunu 36 -37- 38 -39 ve daha sonra kalanlarına asimilasyonu projesi hem Sürgünde Hem orada yatılı Okullar aracılığı ile başka planları aracılığıyla bu süreç böyle devam etti ve bir şeyin daha altını çizmek gerekiyor ki gerçekten Bu öylesine bir soyut soykırım ki adeta yani devletler arasında sürdürülen bir savaş konsepti ile dünyanın ilk kadın pilotu dünyanın savaş kadın pilotu diye geçen bir Sabiha Gökçen var dünyanın ilk kadın Savaş pilotu.
Hangi savaşa katılmış Dersim Savaşı’na katılmış. Dersim Soykırımı ile katılmış Siz bu tanımlama ve Burası üzerinden pek çok şey üretilebilir öte yandan 2013 yılında hay way zaman belgesel filmimizde orada zehirli gazların kullanıldığını belgesi belgelerini Ortaya koydum hem Abdullah Alp Doğan’ın ortaya koyduğu yazışmalarda hem yerel gazetelerde hem Muhsin batur’un kendi anlatmaktan imtina ettiği çalışmalarında bütün bunları ile ortaya koyduk ve son zamanlarda araştırmalar merkezinden arkadaşların ortaya çıkardığı bir belge ile de bu gazın Almanya’dan 1937 yılında uçakların tankların en ağır silahların kullanıldığı bir soykırımdan bahsediyoruz.
Bu bakımdan bunları bu biçimiyle belgeleri daha fazla üzerinde çalışarak bilimsel yöntemlerle uluslararası standartlarda Bu çalışmaları sürdürmekten başka bir yolumuz yöntemimiz yok bunun için Herkesin kendi etnik kimliği ilk kürtmüdür Zaza mıdır ermenimidir ne derse desin alevi midir işte çok özür dilerim herkesin kendini ifade etme hakkı ve özgürlüğü var. ama hiçbiri kendini var ederken kendi etnik kimliğine var ederken bir başka etnik kimliği yok ederek kendini var etmemeli .bu işte o çocuk olur O yüzden biz yere taşıma maliyeti bilmem ne değil ortak özellik onların Kızılbaş oluşudur .orada var Bunlar edilmedi bak orada kalmış bunlar aynı zamanda Türkiye’de Türkmen olarak bilinen ama Alevi olarak yaşayan insanlar hemen yanı başında çevresinde Erzincan’da Zini gediğinde 93 kişi Hiç alakası yoktur 90 kişi katledildi Bunlar hepsi oradaki işte ya da Dolayısıyla bu bir mesele Oradaki Osmanlı’dan 500 yıllık bir mesele meselesi ile cumhuriyetin kuruluşu ya da ulusal devletin kuruluşu ile birlikte buradan bir etnik kimlik meselesidir.
gündeme geliyor Dolayısıyla o meseleyi daha da ağırlaştırıyor raporlardaki türkleşiyor gibi yani tamam Bunlar Alevi Kızılbaş böyle ama biz bunları idare edebiliyoruz edilebiliyor ama ulusal bilinç gelişirse Bu ikisi başa bela olur yönünde sürekli vurgular var ve bu anlamda da bu toplumun kendi iradesiyle kendi kültürü ile değerleriyle var olmaması için ki otantik erisinde değişik biçimlerde değişik kanallarda İslam mı Entegre edilmiş İslam’dan bağlantısı kurup kurulmuş faaliyete Ama dersimdikilerin böyle bir bağlantısının kurulması nedeniyle de her kuramıyorsak bunları yok edelim. Geride kalanlar da sünilestirelim değiştirelim Geride kalanlar da bu yolla İslam’a dahil edelim yaklaşımı orada çok büyük bir çok acı bir politikanın ve çok vahşi bir katliamın gerçekleşmesine neden olmuştur diye düşünüyorum.
tesekkürler kazim
kazim gündogan sürgünler
çalışmalarda çok daha özgür yanı oluşturuyor biliyorduk nereden kaynaklandığını ve nasıl geliştiğini araştırmaya çalışırken Aslında birkaç yıllık bir çalışmadan sonra tanıkların doğrudan anlatımıyla bunun bir isyan değil bir katliam olduğu sonucuna bağırdığımızda biraz Dünya literatürüne hangi Politikalar izlenmiş asimilasyon hangi yöntemlerle gerçekleştirilmiş özellikle 1948 Birleşmiş Milletler’de soykırım kriterlerinde gerçekleştirilenler ve kabul edilenler dersinde nasıl karşılık buluyor Devleti’nin siyasi belgeleri Tüm bunları incelediğimizde şunu gördük ki aslında bütün raporlarda 1925 yılından itibaren daha sistemli halde hazırlanan raporlarda uzun hepsinde ötekileştirme bir nefret söylemi toplumu görme ıslah edilmesi gereken medenileştirmesi gereken bir toplum bir inanç bir kültür olduğu yönünde şimdi bu kavramların kullanıldığı her yerde büyük katliamlar büyük soykırımlar olur yani devletler herhangi bir toplumu herhangi bir grubu Eğer toptan ihmal etmek istiyorsa kültürel yaşamlarında toplum siyasi literatüründeki en ağır kavramlarla en insanlık dışı kavramlarla onları tanımlarlar işte Hitler’in Yahudileri ya da gece kolay tanımlaması gibi Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti de yani Osman da bunları işte rafizi gibi tanımlamalarla devlete Hedef gösterirken hedefe koyarken e-devlet’te işte Bunları özellikle Hamdi Bey’in raporunda cisimle Şen tanımlamayla olarak tanımladı ve bu kişi bana kökünden kesip atılması gerektiği yönünde bir çözüm uygulanması
aşamasında aslında bir toplumun çocuklarını zorla başka bir topluluğa nakletmek 48 sözleşmesindeki 5 litre su araştırma sürecinde bu durumla karşılaştığımızda bunun ani ortada kalan çocukların sahip gelmiştir ya da işte koruma altına Almıştır O nedenle bu çocukları götürmüştür diye düşündük sonra birbirleriyle yani Bu katliama askerler ejderha o çocuğu o Bunlar açmışlardır ve o nedenle ortada kalan çocukları sahiplenmiş Değerdir gibi düşündük sonra tabii biraz daha çalışma derin düşünce pek çok tane ulaşınca Erzincan’da ve Elazığ’da kurulan 2 toplama merkezinde Bu çocukların sadece ortada kalanlar aileleri ölenler değil aynı zamanda aileleri yaşayanların zorla alındığını öğrendik ve o ara İçişleri Bakanı Şükrü Kaya nın Milli Eğitim ve Bir ulus-devlet yaratıyoruz ulusun inşası da ayda çok önemlidir ailede kadının önemli bir yeri vardır eğitici ve dönüştürücü nedeniyle o anlamda bunların çocuklarını şimdiden yatılı okulları yerleştirmek bir kısmı da işte cumhuriyetçi ailelere vermek yönünde bu Kadınlar çocuklar üzerinden asimilasyonun belgesi ydy bunu görünce gerçekten karşılığını aramaya başladık ve Türkiye’nin 30 ilinde en çok ilçesinde Avrupa’da 5 yıl boyunca araştırma yaptık ve yüzlerce kız çocuğunun bir politika dahilinde ailelerinden zorla alındı yani annelerinin kuşaklarından alınan işte amcalarının yanında olan yanında olan çocuklar şey de şöyle Sağlıklı ve güzel kız çocuklarının alınması Erzincan en çok takip ettiğimizde oradan batıya kadar Her istasyonda 12 kız çocuğu traktörler ve sağlıklı güzel kız çocuğunu da oradaki esnaflara oradaki bürokratlara veriyorlar ona da Betül hanımın dediği gibi gerçekten sizin için yani tanımlamakta zorlanıyorum çünkü bu konu Yani tarih boyunca evlatlıktan üzerine çalışma yapan Türkiye’de çok önemli profesörler evi var onlarla birlikte çalıştığımız da bu durumu Çünkü bu Politik bir şey yani Yok gerçek anlamda alan aile tarafından kendi ine takip etmediklerim hemen hemen hiç verilmemiş Öncelikle saçları kesiliyor kıyafetleri değiştiriyor yani o aslında kökünden koparmak tarihinden kültüründen koparmaktır onun yerine o toplum ilkel ve medeniyet dışı görüldüğü için medeniyetin sembolü olan kıyafetler giyilir diyor işte kısa etek şapka bilmem böyle like bunları medenileştirme Ama bu medenileştirme İyi de özellikle türkü ailelerin yanında birer besleme statüsünde yani besleme hizmetçi var kız çocukları o subayları baba demek zorunda kalıyorlar ona Aile demek zorunda kalıyorlar onların evlendirilmeli evden evde yaşadıkları hacizlerde başka başka daha ağır şeyler pek çok Öykü bu Dersim’in Kayıp Kızları filminde dtd152 ölçüsünü topladığımız Dersim’in Kayıp Kızları kitabında çok daha sistemli bir biçimde bunların yaşadıklarını anlatmaya çalıştık ve bu çalışma hala devam ediyor Biz Bir film yapalım bir kitap yazalım hedefi ile yola çıkmadık bir tarihin hakikatin ortaya çıkaralım ve kayıt altına alalım ve bugüne kadar neredeyse 300’e yakın Öykü topladık kız çocuklarının kayıp öyküsü bir kısmını 80 yıl sonra aileleriyle buluştu Digiturk brüt böyle yani 80 yıl sonra bir araya geldiklerinde ortak hiçbir şey kalmamıştı Sadece birbirlerine benziyorlar the ne demek ki sen benim ailemsin Demek ki sen benim neyimsin değil ama yani işte biz Alevi’yiz diyeyim ki dersinde biz Alevi’yiz O da diyor biz müslümanız size ne dedi ki Tamam siz de öylesiniz ama ne yapalım işte gibi böyle inanılmaz o diyalog daha çok daha bizim için 60’lı 70’li yıllarda Yalnızlık içinde yaşayan 1960’lı 70’li yıllarda aramaya çıkan hiçbir biçimde oradaki kültüre dahil olmayan köklerini aramaya çıkan ve dersinde şu veya bu biçimde ailelerini bulan kızların öyküsüne de kızlar 30’lu yaşlarda kadınlar Oraya gittiklerinde büyük bir hayal kırıklığı bir daha hiç içinde yaşayan babasıyla kardeşleriyle bir aile ilişkisi düşününce soykırım 30 yıl sonra ailesini ailesinin bulduğunda amcaları bu geldi şimdi işte araziye ortak ol oradan da Yaşamını hasretle o şeyle yaşamını yitiren öyküler kendi kültürünü hiç unutmayan yani 9 yaşında çocuğun kızları unutmaması yıllar sonra gerçekten çok sıkıcıydı Yani hala Hızır Hızır diye gizli gizli yani namaz kılarken dua eden şeyler bunlar içerisinde hacca giden ve hiçbir biçimde bizimle görüşmek istemeyen insanlar var çok önemli yerlerde çocukları torunları olanlar 14.11 MHP’li meclis başkan vekili Ömer üzgünüm eşidir parçalı da olsa katkıda bulunmak aslında bellektir bellek oluşumudur aynı zamanda Çünkü aslında bir toplumun tarihi kültürü yok etmeye çalışırken en önemli Dolayısıyla sembolleri en önemli en güçlü belge insanın kendisidir insanlar belgeleri belgelenmesi gibi belgelenmesi gibi birçok arkadaşımızın işte ben sana orada en son kitabıyla çok önemli çok önemli bir sürecin hem Dersim aşiretleri ilişkileri çelişkileri devletten olan ilişkileri inanç vesaire bunları son kitabında çok iyi bir biçimde toparladı Bunların hepsi kıymetli çalışmalar akademik düzeyde kültürde sanatta Siyasette çok iyi şeyler yapamıyorlar Tabii ki de Siyasette başkasına başkalarına çok hizmet ediyorlar çok acı olmuş vaziyette hani orada olabilirler problem yok ama gerçekten senin kendine Bu kadar yalancılar yabancı ulaşarak devlete hizmet ediyor olması başkasının sarı hizmet ediyor olması herhalde bir şey konusu uzmanlık gerektiren bir problem.
tesekkür ediyorum
Devlet özrünün hukuki sonuçlarını beklerken Dersim katliamı hakkında, sözlü tarih çalışmalarıyla bu işin peşine düşen Cemal Taş’a sorduk:
HAZAL ÖZVARIŞ-T24
Dersim katliamı, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “devlet adına” dilediği özür ve CHP-AKP tartışmasının ardından hiç olmadığı biçimde gündeme gelmiş bulunuyor.
İletişim Yayınları, 1930’larda yaşanan ve açık bir sırra dönüşen facia konusunda Kurtuluş Savaşı komutanlarından Orgeneralİzzettin Çalışlar’ın kitaplığından çıkan ve sadece 100 nüsha olan “Dersim Raporu” da dâhil olmak üzere özel kitaplar yayımladı. Bu kitaplardan biri de Cemal Taş’ın hazırladığı “Dağların Kayıp Anahtarı”ydı.
Dersim doğumlu Cemal Taş, bir sözlü tarihçi. Yıllardır hem projeler, hem de kişisel çabalarla Dersim katliamı tanıklarıyla görüşen Taş, konuştuğu kişiler arasında 12 tanığın hikâyesini seçerek “Dağların Kayıp Anahtarı”nda yayımladı. Biz de devlet özrünün hukuki sonuçlarını beklerken Dersim katliamı hakkında, sözlü tarih çalışmalarıyla bu işin peşine düşen Cemal Taş’a sorduk:
Toplu mezarlar nerede? Dersim’de evlatlık verilen kızların listesi Genelkurmay Başkanlığı arşivinde mi? Kenan Evren’in eşi Sekine Evren Dersim’in kayıp kızlarından mıydı? Harekâtta Alevi askerler de var mıydı? Katliama katılan askerler yaşananları nasıl anlatıyor? Seyit Rıza, öne sürüldüğü gibi bir kukla mıydı? Dersimli CHP milletvekili Kamer Genç katliamı neden reddediyor? Ve Dersimliler neden hâlâ önemli oranda CHP’li?
İşte Cemal Taş’ın www.t24.com.tr‘nin sorularına verdiği cevaplar:
‘En az 30 toplu mezar, 100 katliam noktası var’
– Toplu mezarlar nerede?
Dersim coğrafyasının her bir kilometresinde neredeyse bir katliam yeri var. Küçüklükten beri bildiğimiz yerler vardı. Son yıllarda, bilmediğimiz noktaları da, hâlâ devam eden Dersim 1937-38 Sözlü Tarih çalışmaları çerçevesinde köy köy gezerek katliam tanıklarına sorduk. Bize göstermelerini rica ettik, onlar da gösterdi. Dersim dağlık bölge olduğu için, tanıklar sadece yaşadıkları yerleşim yerlerini değil, dağın karşı tarafında yapılan katliam bölgelerini de gösterebiliyor. Ya olay esnasında görmüşler, ya silah sesleri duymuşlar ya da sonrasında cesetleri görmüşler. Benim yaklaşık 100 noktaya gitmişliğim var. Birçok yerde toplu mezar yeri var, insan kemiklerini bulduk.
– Yani Dersim’de 100 toplu mezar yeri mi var?
Gördüğüm her katliam yeri şu an toplu mezar olmasa da 100 tane katliam noktası biliyorum. Katliam noktalarından en azından 30’unda toplu mezar var. Toplu mezar olmayan yerler, nehir yatağı veya dere kenarlarıdır. Bunlar kanıt bırakmamak için bilinçli seçilen mekânlar. İnsanlar katledildikten sonra ya suya atılmış ya da kuşlar, kurtlar yesin diye açık alanda bırakılmış. Açıkta kalan cesetler çevreye dayanılmaz koku yaymış günlerce. İnsan cesetlerini yiyen köpekler kudurmuş.
‘Toplu mezarları savcılara gösterebilirim’
– Savcılar toplu mezar yerlerini göstermenizi isterse bunu yapar mısınız?
Tabii ki gösteririm. Ayrıca, sözlü tarih çalışmalarını yaparken katliamda ölen insanların isimlerini de tespit ediyoruz. Bir film çalışmamız olduğundan şimdilik kamuoyu ile paylaşmasak da, elimizde kısmen de olsa katledilenlerin bir listesi de var.
– Kaç isim var elinizde?
Binlercesine ulaşamıyoruz, çünkü katliamın ertesinde ailesinden geriye kalmayanlar oldu. Ama elimizde yüzlerce isim var. İsimlerinin yanında cinsiyet, yaş gibi detayları da belirtmeye çalışıyoruz. Yürüttüğümüz Dersim 1937-38 Sözlü Tarih Projesi kapsamında imkânlarımız olursa en son tanığa kadar gitmeyi planlıyoruz.
Kenan Evren’in eşi Dersim’in kayıp kızlarından mı?
– Proje için bugüne kadar maddi desteği kim sağladı?
Yurtdışında yaşayan Dersimlilerin kurduğu Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG) proje yürütücüsü oldu. Dersimlilerin katkıları ve federasyon üyelerinin proje için yaptığı etkinliklerden elde edilen gelir ve bağışlardan toplanan mütevazı kaynaklarla finanse edildi. Çalışanların hepsi gönüllü çalışıyor. Şu ana kadar hiçbir kurum ve fondan kaynak başvurusu yapılmadı. Ancak asıl kaynak bundan sonra lazım olacak.
– Kenan Evren’in eşi Sekine Evren’in Dersim’in kayıp kızlarından olduğu iddia ediliyor. Çalışmalarınız bunu doğruluyor mu?
Bunu iddiayı destekleyen kaynaklardan biri (gazeteci) Yavuz Semerci‘nin amcası Hayri Koç’tu. “Herkesin Bildiği Sır: Dersim” kitabında da yayımlandığı üzere, Koç, “Amcamın Cemile adında bir kızı, Cemile’nin Sakine adında bir kızı vardı. Yani amcamın torunu. Benim yaşlarımdaydı. Sakine hakkında bir iddia çıktı, hatta gazeteler de yazdı. Dersim’den evlatlık alınmış diye. O bir söylenti değil, gerçektir. Çünkü eşimi evlatlık alan subay, Elazığ Dişili nahiyesinde açıkladı. Gerçekten de adı Sakine’ydi. Kaynanam, Mehmed Ali Kankotan‘ın kızıydı. Sakine de Mehmet Ali Kankotan’ın kızıdır” dedi. Elimde konuşmanın görüntülü kaydı var.
– Eğer iddia doğruysa, Kenan Evren neden kabul etmiyor?
Bunu anlatan kaynak şu an yaşamıyor. Ancak Kenan Evren’den tersi bir açıklama gelmediğine göre de iddia hâlâ geçerli sayılır.
‘80 yaşındaki amcamda süngü izleri hâlâ duruyor’
– Siz bu araştırmaya neden başladınız?
Ben doğduğum topraklarda folklorik alan araştırmalarına başladım. 80’li ve 90’lı yıllarda geleneksel müzik ve mitoloji üzerine kayıtlar yaparken gördüm ki, her bir bireyin Dersim ‘38 ile kesişen ortak bir hayat hikâyesi var. Yaşlılara yaşını sorduğunuzda bile, yaşlarını ‘38 öncesi ve sonrasına göre hesaplıyor. ‘38 herkes için bir milat. Ayrıca, katliamda benim ailemden de 20 kişilik bir kafilenin süngülenerek öldürüldüğünü sonradan öğrendim. Evlerinden alınıp götürülen o kafileden 7 yaşındaki bir çocuk olan Sedali amcam yaralı olarak kurtulmuş. O amcam şimdi 80 yaşında, İstanbul’da yaşamını sürdürüyor. Vücudunda o zamanın süngü izlerini taşıyor. Bu olaydan sonra dedem kahrından ölüyor. Sürgün kararı çıkan halam sürgüne gitmektense intiharı tercih ediyor. Ailemin diğer fertleri ormana kaçarak kurtulmuş. Bu yaşananları dinlemek de beni tetikledi.
Kendi dilim ile yazı yazma hissiyatı buna benzer yaşanmışlıkları kayıt altına almamı destekledi. Bu çalışmaları kişisel çabalarla ‘90lı yıllarda yapmaya başladım. Son iki yıldır da akademik bir çalışma olan Dersim 1937-38 Sözlü Tarih Projesi ile devam ediyorum. Bu proje kapsamında 250 tanık ile görüştük. Şimdilik bu projenin Türkiye ayağından sorumluyum. Tunceli’de bir büro kurduk, ’38 tanıklarıyla görüşmelere devam ediyoruz. Mayıs ayında projenin çalışma raporunun bir kitapçık halinde basılarak kamuoyu ile paylaşılmasını hedefliyoruz. 4 Mayıs tarihi aynı zamanda TBMM tarafından onaylanan Tunceli tenkil harekâtına dair Bakanlar Kurulu kararının verildiği tarihtir. Bu tarihi bilinçli olarak belirledik.
~
‘Çocuğunu boğan bir annenin itirafının ses kaydı var’
– Süreç içerisinde sizi en çok etkileyen ne oldu?
Her hayat hikâyesi genelde benzerlik taşısa da, özelde detaylarda çok ayrıntılar gizli ve her bir dram insanın içini burkuyor. Ancak en ağır olanları çocuk ve kadın hikâyeleridir. Subaylar tarafından evlatlık alınmak için annelerin koynundan alınan kız çocukları, yetim olarak sürgüne gönderilenler, askerin eline düşmektense kayalıklardan ve uçurumlardan kendini atan genç kadınlar, ağlamaların sesi askerlerce duyulmasın diye annelerin çocuklarını elleriyle boğmaları… İnanılmaz gibi gelebilir, ancak bende bunu itiraf eden bir annenin ses kaydı var. Nasıl yapabildin diye sorunca, “yüz kişi öldürüleceğine bir, iki çocuk feda edilirdi” diye açıkladı.
Askerlerin hamile kadınların karnındaki cenininin cinsiyeti üzerinde bahis tutulmaları, karnı süngü ile deşilme canilikleri… Bu süngülemeler sırasında yaralı kurutulan insanlar oluyor ve günlerce yapayalnız, cesetler içerisinde kalakalıyorlar. Ormana yaralı kaçıp kurutulanlar da var. Yemek ve su ihtiyaçları için köylere inmek istiyorlar, ama ortada kalan cesetleri yiyen köpekler kudurduğundan, köye inemiyor ve açlıktan ölüyorlar. Bütün bunarlı tanıklar anlattı.
‘Asker anlattı: Kurşuna dizip gaz dökerek yaktılar’
– Harekâta katılan askerlerle de görüştünüz mü?
İki askerle görüştük. Bunlardan biri şöyle anlattı: “37 kişiyi evlerden topladık götürdük, başka bir bölüğe teslim ettik. Gözlerimizin önünde kurşuna dizdiler. Sonra altına bir sıra odun, üstüne insanlar ve üstlerine tekrar bir sıra odun koydular, tost gibi yaptılar. En son gaz döktüler ve yaktılar. Sonra yakılan kafilenin içinden bir çocuk fırladı. Askerlerden biri koştu, süngüyle yakalayıp tekrar ateşin içine attı.”
‘Harekâta katılan Alevi askerler travma yaşıyor’
– Bu iki asker ne durumda?
İlginçtir, ama ikisinin de ortak paydası Alevi olmaları. Biri yaşananları şöyle anlatıyor: “Bizi oraya götürdüklerinde ‘Biliyor musun? Bunlar Kızılbaş’tır.” Diğeri de “Ermeni saklamış Dersimliler” dediklerini aktarıyor. Demek ki katliama giden askerleri motive etmeye çalışmışlar. Mehmet Ali Çavuş adındaki tanık “Öldürülmek için içtima edilen insanlar, salâvat getirirken yer gök inliyordu, ‘ya Hızır’ diye bağırıyorlardı” diye aktarıyor. Bu asker, ayağına diken batan kadın yere çökünce ağlamaya başlamış. Komutan, “Neden ağlıyorsun?” diye sorunca “Annem aklıma geldi” demiş. Komutan adamın duygusallığını fark edince “Sen artık mağaradan adam toplamaya gelmeyeceksin” demiş. Diğer asker Haydar Dede de “Çocukları öldürdükleri zaman ağladım. Komutan, ‘neden ağlıyorsun’ dediğinde belli etmemek için ‘çocuklarımı özlediğim için ağlıyorum’ dedim” diyerek anlattı olanları. Onların da bizim yaşadıklarımız gibi travmalar yaşadıkları açık.
– Çocuklarına anlatabiliyorlar mı?
Anlatmış olmalılar, çünkü onlarla iletişim, torun veya çocukları aracılığıyla başladı.
‘Seyit Rıza uydurulan senaryonun lideridir’
– Sizce Dersim katliamı neden yapıldı?
Sebebi isyan değildi. İsyan, Dersim’de yapılan katliamın meşrulaştırılması için kullanıldı. Ulus-devlet projesi, yani tek dil, tek din, tek kimlik anlayışı. Dersim meselesi halledildikten sonra da gayrimüslimler ve diğer azınlıklara da inkâr ve dışlama planları uygulandı. Sözlü tarih araştırmacısı olarak Dersim’e yapılan harekâtla ilgili şunu söyleyebilirim:
Dersim, uzun yıllar Osmanlı’yla mezhepsel ve farklı nedenlerle uyum sorunları yaşamıştır. 4. Ordu Komutanı Zeki Paşa’nın kaleminden çıkmış 1896 tarihli, “Dersim Islahatı Hakkında Babıali’ye Takdim Olunan Mayıs 1312 Tarihli Layihadır” başlıklı rapor bugüne ulaşan Dersim konulu en eski layihalardan biridir. Osmanlı’dan Cumhuriyet dönemine 30’a yakın harekât yaşandı. Cumhuriyet döneminde 1935 yılında çıkarılan Tunceli Vilâyetinin İdaresi Hakkında Kanun ile Osmanlı dönemi lahiyaları arasında öz anlamda bir benzerlik söz konusu. Yani Cumhuriyet bir anlamda yarım kalan bir hesabın rövanşını iştahla yapmış.
– Dersimliler, özerk olmak istiyorlar mıydı?
Özerk yaşama istekleri var. Bunu Osmanlılara karşı direnişlerinde görüyoruz. İnanç kimliğine karşı bağlılıkları öne çıkıyor. Ama Dersim’de bir tek inanç ve etnik kimlikten bahsetmek karşılığını bulmuyor.
– Birçok kaynakta iddia edildiği üzere idam edilen Seyit Rıza’nın İngiltere’nin kuklası olduğu ne kadar doğru?
Uydurdukları isyanın başına bir lider gerekiyordu. Seyit Rıza bu senaryonun lideridir. Bir de bu liderin ihanet senaryosu gerekiyordu. Bu filme yabancı değiliz… İstanbul’daki gayrimüslimler için linç girişimi gerekçesi “Selanik’te Atatürk’ün evini yaktılar”, Maraş için “Aleviler camiye bomba attılar” , Sivas’ta 37 aydın yakıldığında da “Allahsızlar Tanı’ya laf uzattılar” denilmemiş miydi? Provokatif linçler hâlâ belleklerde… Dersim’de bir tek aşiret yok ki Seyit Rıza lider olsun. Her aşiretin bir lideri var ve her aşiretin etkinlik alanı farklı. Varsayalım lider Seyit Rıza idi. Neden 7 aşiret lideri 1937’da Elazığ’da idam edildi ve 70 küsuru da ağır hapis ile cezalandırıldı?
– Özerklik isteği Cumhuriyet döneminde de sürdü mü?
Kızılbaşlar için bir endişe kaynağı olan Osmanlı’nın Cumhuriyet’e evrilmesi daha kabul edilir bulunuyor. Sıcak bakılıyor. Hatta görüşmelerde otonomi vaatleri verildiği biliniyor. Bu anlamda Osmanlı, Cumhuriyet’e göre daha geri bulunuyor.
Dersimlilerin CHP ile bağını koparmamasının iki nedeni
– Dersimliler tüm yaşananlara rağmen CHP’yle bağları koparmadı. Stockholm sendromu Türkçeleştirerek yöneltilen “Dersimliler neden cellatlarına âşık” sorularına ne diyorsunuz?
Gerçekten âşıklar mı, değiller mi, bir araştırma konusu olabilir. Katliamdan kurtulanların çoğuna, “Atatürk, Fevzi Çakmak olmasaydı, siz ölecektiniz. Onların haberi yoktu, katliamı öğrenince onlar sizi kurtardı” diyorlar. Bu propagandanın uzun yıllar etkileri olabilir. Ayrıca, 1938’den itibaren tek partili bir dönem var. CHP dışında düşünebilecekleri başka bir seçenek yok. Ama çok partili dönemin ardından 1960’larda yaşanan aydınlanma süreci ve sonrasında Dersimlilerin CHP’den çok, daha radikal sola eğilimli olduğu görülüyor. Ama genelde CHP’ye yönelen bu eğilim, CHP’nin alternatifi parlamentodaki diğer partilerin hâlâ sağ ve Şafi-Sünni mezhebinin temsilcileri olmasından kaynaklanıyor. Bu son seçimlerde de Erdoğan, sürekli Kılıçdaroğlu’nu etnik ve inançsal kimliğinden vurmaya başladı. AKP’nin bu politikası Dersimlileri Kılıçdaroğlu’na yönlendirdi.
~
‘Kamer Genç katliamı onaylıyorsa Dersimlilerin kanında eli var’
– Özür için Kemal Kılıçdaroğlu önce “Topluma nefret tohumları ekildi” dedi, bir gün sonra da taleplerden bahsetti. Dersimliler açısından bu tutum ne ifade ediyor?
Kılıçdaroğlu, kendi partisi içindeki muhalif sesleri memnun edeyim derken önce Erdoğan’ı Dersim özrü konusunda bölücülükle suçladı. Ertesi gün Erdoğan’dan daha geri ifadelerde bulunduğunu fark edince çark etti ve sürgünlere toprakların iadesi gibi taleplerden söz etmeye başladı.
Ancak bu konuda devlette bir süreklilik söz konusu. AKP, bu işi CHP’ye yükleyerek sıyrılamaz. CHP ise hâlâ 30’lu yılların CHP’si olduğunu ispatladı. Geçmiş misyonuna sahip çıkarak hâlâ ulusal bir çizgide ısrar ettiği, İnönü’nün torununun açıklamalarında da ifadesini buldu. Kılıçdaroğlu, “Dersim’de bir isyan olabileceği için harekât yapıldı, sonra bir isyan çıktığı için bu isyan bastırıldı. Dersim olayı münferit bir olaydı” dememiş miydi?
– CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç, “Dersim’e durup dururken harekât diye bir şey söz konusu değildir. Derebeyleri ta Osmanlı döneminden beri bölgede devleti tanımıyor, vergi vermiyor, askere gitmiyor. Atatürk bunlara karşı önce ikna yöntemini kullandı. Sonuç alamayınca harekât kaçınılmaz oldu” dedi ve “katliam” kelimesinin yeni icat edildiğini söyledi. Başbakan özür dilerken, Dersimli Genç’in sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kamer Genç, TBMM’de kaç dönemdir milletvekilliği yapan bir Dersimli. Eğer Kamer Genç, bu katliamı yapan zihniyeti onaylıyorsa onun da Dersimlilerin kanında eli var demektir. O suça ortak olmak demektir. Genç, seçimler sürecinde de yaptığı açıklamalarda “Dersimliler halis muhlis Türk’” dedi. Elbette Dersim’de Türkler de var, ama ben Dersim katliamında öldürülen on binlerce kişi arasında bir Türk ismi duymadım.
– Kamer Genç, bir dahaki seçimlerde Tunceli’den Meclis’e girebilir mi?
Sanmıyorum.… Zaten katıldığı bir televizyon programında “Dersim meselesini gündeme ilk getiren benim” iddialarında bulundu. Sizin hatırlattığınız cümleleri şimdiden unutmuş gözüküyor.
‘Kılıçdaroğlu dürüst biri, ama söylediklerine inanamıyorum’
– Kılıçdaroğlu’na karşı bu kadar sert değilsiniz…
Zaten keskin cümlelere gerek yok. Kılıçdaroğlu kişisel olarak dürüst kimliğiyle tanınır. İdeolojik tercihine bir şey demiyorum, ancak Dersim konusunda politikaya ilk atıldığında da “Münferit bir olaydır” demişti. Ancak kendisi de bir Dersimli olmasına rağmen Başbakan’ın yarım ağız özrü üzerine ifade ettiği cümlelere inanamıyorum. Şaşkınım. Başbakan’a bundan dolayı “bölücü” dedi. Bu duruşu ne ona sevgi besleyen Dersimlilerin gönlünde yer yapacak, ne de genel başkanı olduğu partiye yaranacak … Bence bir Dersimli olmasa da Dersim konusunda devleti daha ileri şeyler yapmaya zorlamalı. Eğer siyasal hayatındaki konumunu kaybederse, önerim politikaya atılmadan önce ilgi duyduğu Dersim davasına hizmet etmeli.
‘Genelkurmay’da Dersim bombardımanı görüntüleri olabilir’
– Dersimliler, özürden sonra AKP oy verir mi?
Sanmıyorum. Birincisi özür, devlet adına verilir. İkincisi AKP zihniyetinin, Maraş, Çorum, Sivas olaylarında sicili temiz değil. AKP, Kürt açılımı ve Alevi çalıştayında da sınıfta kaldı. AKP’nin samimi olabilmesi için onunda kendi tarihiyle yüzleşmesi gerekiyor.
– Açılması beklenen Genelkurmay arşivlerinden ne çıkması bekleniyor?
Kaç kişinin öldürüldüğünün, hangi ailenin nereye sürgün edildiğinin ve birbirinden ayrılan ailelerin, evlatlık verilen kızların kimlere verildiğinin listesi mutlaka vardır. Görüşme yaptığımız bir tanık, kendi kız kardeşini bulmak için Genelkurmay’a başvurduğunu ve orada olan bir defterden bakılarak kız kardeşinin verildiği aileye ulaştığını belirtti. En önemlisi de, uçaklarla yapılan bombalama görüntülerinin olabileceği ihtimali var. Bir de Dersimli ailelerden gasp edilen paraların kimlerce gasp edildiği açıklanmalı. “Dersim zenginleri” diye tabir edilen kişiler var.
Ordunun kimyasal gaz kullandığını, Dışişleri Bakanlığı yapmış İhsan Sabri Çağlayangil itiraf etti. Dersim trajedisinin boyutlarını gerek tanık anlatımları gerek dönemin resmi ağızlarının anı ve yayınlanan resmi raporlardan az çok biliyoruz. Ancak, arşivler açıklanırsa devletin asıl niyeti ve uygulanma tarzını kamuoyu öğrenmiş olacak. Mağdurların taleplerinde haklı olduğu anlaşılacak. İnsanların bir daha böyle acılar yaşamasının önüne geçilecek, kardeşçe yaşamanın yolu açılmış olacak. Yüzleşme demek, tekrarı önlemek demektir.
Taha Baran, İletişim Yayınları tarafından yayımlanan ‘1937-1938 Yılları Arasında Basında Dersim’ kitabında dönemin medyasını inceliyor. Agos gazetesi kendisiyle 21.11.2014 tarihinde yaptığı röportaj’dan bir bölüm:
-
Devletin tüm şiddetiyle Dersim’e saldırdığını biliyoruz, fakat dönemin basını devlet şefkatinden bahsediyor. İnsanların öldürülmesinden bahsederken, şefkatten söz etmek gerçekten inandırıcı mı?
İnandırıcı olup olmadığını ölçmek güç, fakat inandırmak istedikleri açık. Bu sorunun yanıtını dönem medyasının söylemsel yapılarının nasıl işlediğini bilirsek anlayacağımızı düşünüyorum. Basın pratikleri, Dersim olaylarını sunarken yapısal olarak şu dörtlüyü kullanıyor: Siyasal otorite hakkında olumlu şeyleri vurgula, Dersim hakkında olumlu şeyleri vurgulama, siyasal otorite hakkında olumsuz şeyleri vurgulama ve Dersim hakkında olumlu şeyleri vurgulama. Bu çerçeveden bakıldığında, medya, Dersimlilerin ölümlerini sunarken, ölü sayısını azaltma, ölümlerde siyasal otoritenin sorumluluğunu gizleme, ölümlerin nedenini Dersimlilerin karakterinde bulma ve ölümünün şiddetini çeşitli söylemlerle yumuşatma yollarını seçiyor. Dolayısıyla medyanın Dersim Katliamı gerçeğini kurguladığını görüyoruz. Şefkat içinse basın pratiklerinde durum, siyasal otoritenin pozisyonunu vurgulamaktan başka bir şey değil. Şefkat öğesi olarak mesela iş vermek, öldürmemek, ekmek vermek gibi eylemler kullanılıyor. Şefkat ve ölüm ikilemi, bu yapısal kurguyla sunulduğunda tutarsızlığın böyle uzlaştırılmaya çalışıldığını söyleyebiliriz.
Yazının tümü: http://www.agos.com.tr/tr/yazi/8499/dersim-katliamini-medya-kurguladi