Muhtesem Yüzyıl dizisinde Alevilerin katli, malı, namusu helaldir diye fetva veren Ebussuud’u büyük alim gibi gösterdiler. Tuncel Kurtiz gibi alevilerin sevdiği sol tandaslı bir ismin bu rolü canlandırmasıyla Aleviler de dahil tarih bilincinden yoksun çoğunluğun gözünde Ebussuud sempatikleştirilerek aklandı. Böylece yeni dimağlara temiz bir tarih sayfası açıldı.
Kösem Sultan dizisinde Alevileri ve düzen karşıtlarını canlı canlı veya keserek kuyulara gömen toplumsal hafızaya cellad olarak geçen Kuyucu Murat karakterini, Cihan Ünal’a oynatarak büyük siyaset adamı, vezir diye sundular.
Dirilis Ertuğrul dizisinde atalarını, Hakk adına düzen kurmakla ve bunu rededip kendi inancından caymayan halkları yok etmekle görevli, kutsal davanın savaşçıları olarak dimağlara yerleştirip kabul ettirdiler.
Bugün Uyanış Büyük Selçuklu dizisinde yine aynı algı operasyonları çerçevesinde, Hasan Sabbah üzerinden Batiniler kötü ve hain ama Selçuklular melaike, Allah’ın yeryüzünde emrettiği düzenini kurmakla görevli kulları ve devleti olarak gösterip yeni beyinlere bu biçimde işliyorlar.
“Baba” akım medya yani Türk medyası sinema-film sektörünün toplumlar üzerindeki gücünün de farkındalığıyla diziler üzerinden “şanlı Türk tarihini” bir daha yazıyor, türkçülüğün silindir gibi ezip geçtiği halklara ve açıldığı dünya pazarına biz yaptığımız her şeyde haklıydık, iyiydik, güzeldik, Hakk yolunda öldük-öldürdük sübliminal mesajını veriyor.
Tüm bunları bizim Alevi ve sol camianın gerici, aptal, bir şey bilmeyen, cahil olarak gördüğü sağın kalemşörleri ve ideologları yapıyor. Devlet ve medyası sistemin ve çağın imkanlarını kendi lehine en profesyonel biçimde kullanırken, sadece güdümünde olan büyük çoğunluğun tarih bilincini çarpıtmakla kalmayıp karşıt olarak gördüğü kesimi de kazanmak amaçlı bir çeşit psikolojik savaş da veriyor. Tarihten, hakikatten, meselelerin aslından bihaber yeni nesillerimizi ya kazanıyorlar ya da şüphe içinde bırakıyorlar. Hileli işleri sayesindedir ki zaten bu hile fitratlarında var. Sonuçta takiyye ehlinden oldukları tecrübeyle bugün de sabittir.
Peki biz Aleviler, muhalifler ve solcular ne yapıyoruz bu durumda?
Her gün yeni bir tartışma çıkarıp birbirimizin gözünü oyuyoruz. Oltaya takılan her yeme atlıyoruz.
Kabül etmediğimiz, rızalık vermediğimiz bu düzenin sahipleri, zor, zorbalık, hırsızlık, talan ile yazdığı yalan tarihini, çalıp param-parça ettiği kültürlerimiz üzerinden sunup Türkiye’de ve dünyada kendilerini sevdirmeye, tanıtmaya ugraşırken; bizler ise Hakk ve hakikat yolunda ödediğimiz bedelleri, bize reva görülen katliamları, haksızlıklarla dolu yüzlerce yıllık bir gecmişi, inanç öğretimizi, insani değerlerimizi sahiplenmekten, yaşamaktan uzak bir acz içindeyiz.
Kendimizi dünyaya anlatmak da şurda dursun. Bir yanlışlık, hata, kusur, haksızlık olduğunda önce kendimize bakmamız gerektiğini unuttuk Kızılbaşlık, Raa Haqi, Alevilik adı ne olursa olsun inancımız hakkında sosyal medya hesaplarında her gün yeni bir polemiğe daha dogrusu bir kirli sanal savaşa tanık oluyoruz. Bunu biz yapıyoruz başkaları değil.
– Semah bizim inancımızın bir ritüelidir, seyirlik değildir diyen yol sahiplerine inat, düğünden cenazeye, festivallere, barlara kadar folklor seviyesine düşüren biz değil miyiz?
– Her biri ilim, felsefe, inanç deryası olan deyişlerimizi, klamlarımızı türkü barlarda eğlence mezesi yapan, işkence ve sürgün türküleriyle düğünlerde halay çeken bizler değil miyiz?
– Büyüklerimizin uğradığı katliamları, kıyımları unutup anmadan anmaya hatırlayan, bir daha olmaması için hiçbir hazırlığı olmayan, sadece dostlar mecliste görsün diye rahatını bozan bizler değil miyiz?
– Egzotik, ezoterik, mitolojik, başka din veya felsefelerden ne bulduysak inancımıza, kültürümüze kafadan ekleyerek yeni bir Alevilik-Kızılbaşlık-Raa Haqi yaratmaya çalışan onlarca yazar-çizer, dede- çakma dede, sanatçı, tarihçi, akademisyeni kim varsa hepsine sözde yenilik ve değişim adına eyvallah diyen biz değil miyiz?
– 72’den artırılarak 73’e dahil olan buçuğu içinde ihtiva ettiğini söyleyen Raa Haqi ögretisine, tamamen zıt olan modern milliyetçilik anlayışını dayatarak Guruhu Naciye evlatlarını insanlık seviyesinden millet seviyesine düşürenlere cevaz veren biz değil miyiz?
– Bizden çok evvel yol süren büyüklerimizin yezid diye lanetlediklerini cemevlerinde pir postuna oturtan, çocuklarını onların tarikat okullarında okutan biz değil miyiz?
– Bu kadim inancın, kültürün serçeşmesi Dersim’i, hardo dewres’i baraj için satan, evliyalarının mekanlarına, jiyarlarına zarar verenleri savunup sahip çıkan, kutsal Munzur’u eğlence mekanına dönüştüren, lağım akıtan, mesire yeri yapan biz değil miyiz?
Liste daha cok uzar, ama gerek yok. Meramım odur ki bütün bunları yapanda, izin verendedir kabahat.
Yani bizde…
Onlar yanlarına kâr kalan kötülüklerini “şanlı tarih” diye pazarladılar. Biz ise iyiliğimizi, haklılığımızı ve suçsuzluğumuzu bile unuttuk.
Bu durumu görüp, kabullenir ve samimiyetle çözüm ararsak, kendimizi tanırsak, bilirsek bitmeyiz. Hakikatimizi devraldığımız gibi koruyup yaşayarak muhafaza edersek, dün olduğu gibi bugün de, yarın da var oluruz. Ama bu halimizle devam edersek bir müddet daha bu parçalanmışlığımızdan, kafa karışıklığımızdan sadece egemenler faydalanacak. En sonunda varlığımız sona erince de ileri bir zamanda Amerikan yerlilerine yaptıkları gibi yeniden kültürümüzü, inancımızı keşfederek (!) aa bakın bir zamanlar böyle humanist, doğa dostu bir toplum yaşıyormuş diye filmlerimizi de yine onlar çekecek, kültürümüzü de hediyelik eşya yapıp dünyaya satacaklar.
Sonuçta kaybedeceğiz.
Bizim kaybımız onların zaferi olacak. Bu zafer bin yıldır ensemizde boza pişiren ortodoks devlet geleneğinin zor, şiddet ve hile ile kazandığı bir zafer değil, aksine bizim acizliğimiz, yola olan güvensizliğimiz, yolumuzu tartışma konusu yapmamız, kendimizi birey olarak her şeyden önde görmemiz, çok bildiğimizi sanmamız ve tüm bu hastalıklar sonucunda birbirimize ve cümle aleme karşı duyduğumuz sevgisizliğimizin sebep olduğu bir mağlubiyet olacaktır.
Çünkü Alevi inancının dayandığı tek hakikat Sevgidir. Sevgi bitmişse inanç da bitmiştir.
Yoksa gerisi siyasettir.
Aşk ile…