DERSİM’DEN İÇ TOROSLARA
Kızılbaş-Alevilerde ‘Rıza Şehri’ ve Hakikatçılar
Komünar TV programında;Tele-Konferans Program yapımcısı İlyas Yer`in moderatörlüğünde araştırmacı yazar Abbas Tan ve aşık-ı sadık Tacım Baba (Yıldız) ile Kızılbaş-Alevilerde Rıza-şehri ve Hakikatçıları Konuştuk.
Bugün burada binlerce yıllık bir tarihe sahip Alevi-Kızılbaş toplumunda Rıza- Şehri ve hakikatçılığı ele alacağız.
Anadolu’nun kadim Alevi-Kızılbaş toplumun yaşantısını, kültürünü, sosyal ve siyasal yönünü özellikle de Rıza Şehri ve Hakikatçılar geleneğini bir nebze de olsa bilgilerinize sunmaya çalışacağız.
Araştırmacı-yazar Abbas Tan ile bu söyleşiyi gerçekleştireceğiz. Yine Alevi- Kızılbaş öğretisinde önemli bir yerde bulunan, Alevi -Kızılbaş öğretisini günümüze kadar taşıyan Aşık-ı sadıklarımız dan Tacım Baba’nın (Yıldız) deyişileri ile bu muhabbetimiz sürdürecegiz.
Araştırmacı-yazar Abbas Tan, uzun yıllara dayanan, Alevi-Kızılbaş öğretisini konu alan, çalışmaları ve kitapları bulunmaktadır. Uzun zamandır Alevi örgütlenmesi içerisinde bulunan, Alevi-Kızılbaş öğretisini çeşitli konferans ve paneller ile kamuoyunun dikkatine sunmuş ve bu yönde ciddi çalışmaları olan bir araştırmacı yazar.
Tacım Baba da Alevi -Kızılbaş öğretisinin bugünlere taşınmasında önemli bir hizmet gören ve Alevi-Kızılbaş öğretisini günümüze taşıyan sözlü gelenek temsilcilerinden bir aşı-kı sadıktır.
Tacim Baba (yıldız)bu alana 800 civarinda deyişi ile önemli katkıda bulunmuş bir Aşık-ı sadıktır.
Aşık-ı sadıklar Alevi-Kızılbaş toplumunun bir nevi hafızası durumundadırlar. Yazılı kaynakların ötesinde aşık-ı sadıklar, bin yıllık tarihsel tecrübeyi ve birikimi, kültürel mirası kendi deyişleri ile nefesleriyle bu güne taşımış yolun sürdürücüleridirler.
Aşık-ı sadıklar, Alevi-Kızılbaş toplumu içerisinde önemli bir yerde bulunurlar. Alevi toplumu açısından aşık-ı sadıklar, bir nevi Kızılbaş-Alevi toplumunun sözlü geleneginde, Alevi-Kızılbaşların ayaklı kütüphanesidir de denebilir.
Aşık-ı sadık Tacım Baba büyük Dersim coğrafyasında doğmuş, büyümüş ve yaşamakta olan bir aşık-ı sadıkımız. Bizler Dersim deyince bugünkü Tunceli İl sınırlarını kastetmiyoruz.
Tarihi büyük Dersim coğrafyasından bahsediyoruz. Bu coğrafyada diğer kadim toplulıkların yanısıra nufusununun genel çoğunluğunun Aevi-Kızılbaş oduğu ve bu Alevi-kızılbaş toplumun ana yurdu durumundaki büyük Dersim coğrafyasını anlamaktayız ve anlatmaktayız.
Aşık-ı sadık Tacım Baba’nın da ataları iç Dersim’den Malatya Kürecik,Adiyaman ve Oradan da bugünkü Elbistan`a yerleşmişlerdir. Aşık-ı sadık Tacım Baba’nın kısa biyografisini verdikten sonra onun bir nefesi ile muhabbetimizi sürdürelim:
Hakikat şehrine girip gezmenin
İnceden inceye yolları vardır
Üstadın dilinde lafı süzmenin
inceden inceye halleri vardır
Küre girmeyen demir hal almaz
Menzili bilmeyen yolcu yol bulmaz
Kokuyu almayan arı bal yapmaz
İnceden inceye halleri vardır
Tacım hakikata vermiş özünü
Marifet halinde söyler sözünü
Erenler yolunda bulmuş izini
inceden inceye yolları vardır
Şimdi muhabbetimizin bu bölümünü araştırmacı-yazar Abbas Tan ile sürdüreceğiz.
izleyicilerimiz ve okuyucularımız açısından Abbas Tan kimdir? Kısa bir biyografinizi aktarabilir misiniz?
Abbas Tan: Dersimliyim, ama Kayseri’nin Sarız ilçesine bağlı İncemağara diye bir köyünde doğdum büyüdüm. Aile yaklaşık 100-110 yıl eveli Dersim’den ayrılarak gelip Kayseri’ye yerleşmiş. Ve Kayseri de yaşamaktayım. 30 yıldır da Alevi Hareketi’nin içerisinde bu yolu öğrenmeye ve öğrendiklerimi de paylaşmaya çalışıyorum. Bu alan benim için gerçekten her geçen gün sevgiyle, saygıyla öğrenmeye çalıştığım bir yoldur. Bu yola hizmet etmeye çalışıyorum.
Kısaca böyle diyebilirim.
İlyas yer:
Şöyle tamamlaya bilirmiyiz? Abbas Tan Hozat`ın Ağzonik Köyü’nden Karabalı aşireti mensubu, Devriş Cemal Ocağı’na bağlı bir araştırmacı-yazar dostumuz. Hozatın Ağzonik Köyü 1938’de Dersim soykırımı döneminde orada yaşayanlar bir eve konularak gaz dökülerek yakılmış olan bir köydür. Yine o dönemde Sorpiyan ve Ergen köyleri de 1938’de yakılmış olan köylerimizdir. Ağzonik ve Sorpiyan köyleri üzerine yakılmış ağıtlarda mevcuttur.
Abbas Tan:
Konu Alevi- Kızılbaşlarda Rıza Şehri ve Hakikatçılar olunca, tabii ki uzun bir konu, çok geniş bir yelpazeyi kapsıyor.
Bunu birkaç cümleye ile bir kaç programa sığdırmak mümkün değildir. Öncelikli olarak Rıza Şehri nedir? Alevilikteki Rıza Şehri ne demektir? Bunu anlatmak gerekmektedir.
Ne yazık ki ülkemizde, Türkiye’de hala Alevilik devlet tarafından bir inanç olarak kabul görmüyor. Hal böyle olunca Alevilik Türkiye’de yokmuş gibi görülüyor. Bu durum da biz Alevileri sıkıntıya sokmaktadır. Ama buna rağmen Devlet Aleviliği kabul etmese de, bizi yok saymış olsa da, biz Aleviyiz ve bu yolda yürümeye ve bu öğreti içerisinde yaşamaya devam edeceğiz. Buna da hiç kimse engel olamaz, ancak ne yazık ki devletin, özellikle de cumhuriyetin kuruluşundan sonra çıkan bazı yasalarla, ki bunların başında 677 sayılı tekke ve zaviyelerin sedine dair yasadır.
Bu yasa ile Alevilik yasaklanmış. Hal böyle olunca Aleviler kendilerini ifade etmekten zorlanmışlar. Kendi değerlerini ön plana çıkarmakta zorlanmışlardır. Sıkıntılar yaşamışlardır. Ekranda görüyoruz. Tacım Baba’nın arkasındaki sazlardan, bağlamalardan ve aslında alevilikte olmazsa olmaz o muhteşem bağlamalarda, solda en küçük cura var. Bu curanın gelişine baktığınızda yasaklı Alevilerin, pirlerin, aşıkların sadıkların, rayberlerin, kullandığı o cura bile bir çok şeyi anlatıyor.
Gittiğimiz toplantılarda, panellerde, Konferanslarda insanlar bize sormaktadırlar:
Alevilik nedir?
Kamil insan nedir?
Rıza Şehri nedir?
Bunlara birkaç kelime ile cevap vermekte insan zorlanıyor, hakikaten zorlanıyoruz. Niye zorlanıyoruz? Genelde insanlar en son duymaları gerekeni ilk önce duymak istemektedirler.
O cevabı hemen almak istiyorlar. Böyle olunca da yeterli derecede anlatmak imkanı ortadan kalkıyor. İnsanlar sizin anlatıklarınızdan da tatmin olmuyorlar. Şimdi Rıza Şehri nedir? sorusunu şöyle cevaplayabiliriz:
Rıza Şehri bir yaşam biçimidir, birbirinden farklı yaşam biçimleri vardır. Rıza Şehri yaşam biçimini anlatmadan önce Aleviliği açıklamak gerekmektedir.
Alevilik inançsal, ekonomik , sosyalojik, siyasal, kültürel , bilimsel bir bütünsellik arz eden, günün şartlarına göre de kendisini yenileyebilen bir doğa inancıdır. Doğayı ve canlıyı incitmeden onlarla birlikte yaşamaya biz Alevilik diyoruz. Aleviliği günümüzde bir yol olarak değerlendiriyoruz. Yani Alevilik bir yoldur. Aleviler bu yolun yolcuları, yolun sonu Rıza Şehridir. Böyle tarif edersek biraz daha anlaşılır kılmış oluruz diye düşünüyorum.
Farklı bir örnek verecek olursak:
Her inançta bir hedef vardır, bu hedefe ulaşabilmek için çeşitli ritüeller vardır. Bütün inançlarda bu böyledir. O ritüelleri yerine getirerek insanlar bu hedefe ulaşabilirler.
Türkiye’de genelde çok sık sorulur ve örnekler verilir. Biz örnekler verirken genelde Müslümanlarla iç içe yaşadığımız için İslamiyetten örnekler veririz.
Bunu bir ayrıcalık, inancımızın ilerisinde veya gerisinde gördüğümüzden dolayı ifade etmiyoruz. İçiçe yaşadığımızdan hep mukayese edilmesi istenir.
Hatta ve hatta bir çok yerde Aleviliği islamiyet’in bir alt kolu olarak gördükleri için, ya da öyle görmek istedikleri için farklı tarifler yapıyorlar.
Bizde o yüzden ısrarla Rıza Şehrini anlatırken şunu söylüyoruz:
İslamiyet’de bir hedef vardır. Nedir bu hedef?
Öldükten sonra cennete gitmektir. Bir Müslümanın cennete gidebilmesi için Allah’ın emirlerini yerine getirmesi gerekiyor. Yani Allah’ın emirleri dediğinizde İslam’ın kutsal kitabı olarak kabul edilen Kur’an-ı Kerim’de yazılı olanları Müslümanların harfiyen yerine getirmeleri gerekmektedir. Muhammed peygamberin söylediklerini uygulamak durumundadırlar. Bunları yerine getirirlerse öldükten sonra cennete gideceklerine inanırlar.
Biz buna inanmasak da saygı duyarız. Bu örneği vermem de ki neden inançta bir hedef var olmasındandır.
Alevilikte de hedef doğayı ve canlıyı incitmeden onlarla birlikte yaşayarak Kamil insan olup Rıza Şehrine gitmektir. Yani Rıza Şehri dediğimiz bir yaşam biçimidir. Rıza Şehrine gidebilmek için Aleviler, binlerce yıldır yaşadıklarından örnekler alarak kendilerine göre ritüeller oluşturmuşlardır. Bir gelenek oluşturmuşlardır, bir kültür oluşturmuşlardır. Ve onları yaşamayı hedeflemişlerdir. Günümüzde de Rıza Şehri’ne ulaşabilmek için dört kapı da geçmek gerekir denilmiş.
Bu dört kapı dendiğinde günümüzdeki anlamıyla söylersek, biz bu biçimiyle söylediğimizde zaman zaman tepkide alıyoruz, ama günümüzdeki anlamıyla söylersek bunlar şöyledir:
Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat diye dört kapı söylenmiş.
Şeriat bir hukuk kapısıdır. Bir yola giriştir. Şeriat kapısı dediğimiz, Alevilik’te yola girişte bir yaşantı şekli vardır. Biz bunu ikrar vermekle ve görgüden geçmekle başlatıyoruz.
Tarikat , Marifet ve Hakikata geçtiğimizde biraz daha bunu açacağız.
Hakikat anlayışı insanların yaşantısının son noktasıdır, ki biz buna Rıza Şehri yaşantısı diyoruz.
Kısaca bunu böyle belirteyim. Siz sorduğunuz da yeniden cevaplandırayım.
İlyas Yer: Tabii ki Rıza Şehri’nin günümüze aktarımında mitolojik bir aktarım da mevcuttur. Bunu çeşitli mitolojik söylencelerle günümüze aktarmışlardır. Bu aktarımları benim buradan uzun uzadıya aktarmam bir zorunluluk değildir. Fakat siz isterseniz bunu aktarabilirsiniz.
Ben Rıza Şehri’nin şifrelerini şair kutubi`nin bir şiiriyle aktarmaya çalışacağım.
Şair Kutubi bu şiirinde Rıza Şehri’ni şöyle aktarmaktadır:
Rıza Şehri
Ve bir tabak dolusu nar sundu
Rıza Şehri yabancısı sofu
İstedi ki Gönül Sarayı’nın Sultanı da ondan hoşnut olsundu
lakin, nerden bilsindi ki, burası Şehr-i Rıza iydi.
Ver rıza, al rızalık işler idi.
Bu gönül şehrinin yarenleri
Aşkın narina tutuşup yanar idiler
Değil idi gözlerinde sofunun tabağındakiler
Onlardan var idi ağaçlar dolusu nar
Yoktu önünde bekçisi
Bilirlerdi yangın yeri bahçesi yürekleri
Bilirlerdi, aşkın narında harareti
Daldaki narın kızıllığında değil
Rıza idi tohumu bu narın sebilen
Rızalık idi dem-i mekanda serpilen
Sevgi idi meyvesi bu narın-ortakça sunulan
Rıza ile ateşine yanıp kül olunan
Çün burası Şehri- Rıza idi
Gönül işleri böyle idi
Şair Ktubi`nin bu şiiri bizlere Rıza Şehri’nin şifrelerini vermektedir. Rıza Şehri’nin yaşam biçimine ilişkin ve Alevi-Kızılbaş öğretisinde Rıza Şehri’nin nasıl bir yaşam modeli ortaya koyduğuna dair yeterince veri sunmaktadır.
Size şu soruları yöneltmek isterim:
Rıza Şehri tarihsel bir gerçeklik mi, ütopya mı? Tarihin herhangi bir evresinde yaşandı mı? Kızılbaş-Alevilerde Rıza Şehri bir hakikat mıdır? Rıza Şehri’nin ekonomik temeli nedir, hukuk nasıl işler?
Bunu sormamın nedeni Anadolu’da veya bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nde bu hukuk sistemi bir referans olabilir mi? Bir örnek teşkil edebilir mi?
Abbas Tan: Önce şunu söyleyeyim: Rıza Şehri mitolojik bir bilgi, bir ütopya değildir. Geçmişte binlerce yıl verilen mücadelelerle bu Rıza Şehri anlayışı Aleviler tarafından yaşatılmıştır. Ama günümüz ekonomik şartlarında bunun yaşatılması gerçekten çok zor.
Bu konuda Bir çalışma yapmıştım. Biritanya’da Alevi Federasyonu adına bir çocuk kitabı hazırlamıştık, birkaç arkadaşla birlikte. Bir çocuk kitabı, Türkçe ve İngilizce hazırlanan resimlerle beslenen bir çocuk kitabı idi. Belki de Alevilik adına hazırlanan ilk çocuk kitabıydı. Burada Aleviliği değil, Rıza Şehri’ni çocuklara anlatmayı hedeflemiştik. İngilizceden sonra Fransızca’ya da çevrildi. Bu çalışmayı daha daha genişleteceğiz.
Rıza Şehri anlayışı gerçekten de dünyada eşi benzeri olmayan bir inanç biçimidir. Şimdi Rıza Şehri derken biz Rıza Şehri’ndeki yaşantıyı anlatmaya çalışıyoruz. Bunun için az önce ifade etmeye çalıştım bu dört kapı anlayışını insanların bilmesi gerekiyor.
Ne yapıyorsunuz nasıl bir şey istiyorsun ona göre söyleyeyim. Şeriat, tarikat. marifet ve hakikat diye adlandırılan bu kapılar Alevilik’de daha değişik biçimlerde de anlatılıyor.
Rıza Şehrine gitmek için bir eğitim gerekiyor. Ondan dolayıdır ki, biz dört kapıyı tarif ederken diyoruz:
Şeriat ilkokul, tarikat ortaokul, marifet lise, hakikat da üniversitedir. Bu eğitimi aldıktan sonra bir insan ancak ihtisas sahibi olabilir. Olgunlaşır. Biz olgunlaşmaya kamil insan diyoruz. Kamil insanın yaşantısı da işte Rıza Şehri’dir.
Şeriat aşaması dediğimiz ilk aşamayı Alevilik’de şöyle bir örnekle ifade edebiliriz:
Herkes çalışacak, aldığını hak edecek, hak ettiğini de alacak. Buna razı olacak, şeriat aşamasında. Böyle bir yaşam biçimi vardır şeriatta.
Şeriat Alevilik’te şeri at, kötülükleri at anlamında kullanılmıştır.
Tarikat: Tarık eski anlamda yol demektir. Kendi yolunu seç demektir. Kendi yolunu belirlemektir.
Marifet eski dilde Maarif; eğitim demektir. Çok yakın zamana kadar Milli Eğitim Bakanlığı’na Maarif Bakanlığı deniyordu. Milli Eğitim Müdürlüğü Maarif Müdürlüğü deniyordu bizim zamanımızda. Maarif kendini eğitmektir.
Hakikat ise Hakk’la hak olmaktır.,
Biraz önce de belirttiğim gibi şeriat dediğimizde gerici, bağnaz anlamda görülmemesi gerekir. Şeriat aşamasında herkes kendisi çalışacak, kazancını kendisi yiyecek ve başkasının malından mülkünden gözü olmayacak. Böyle bir anlayıştır.
Tarikata geldiğinizde, Aleviliğin İkinci aşamasıdır, bu aşamada musahiplik, yol kardeşliği gerekiyor. Bizim pirlerimiz, mürşitlerimiz bize böyle öğretmişlerdi. Herkes çalışacak iki müsaip iki kardeş çalışacak birbirlerinin eksiklerini tamamlayacaklardır. Birbirlerinin yanlışlıklarını düzelteceklerdir. Birinin hatasında aynı zamanda diğeri de sorumlu olacaktır. Anlayışın bu kadar doruk noktasına çıktığı bir durum.
Üçüncü aşama, marifet aşamasında ise herkes çalışacak kazanacak. Kazancını getirip ortaya koyacak ve eşit pay edecek. Yani ortak üretip eşit pay etme anlayışı vardır. Bu anlayış sadece Alevilerde değil dünyada bir çok siyasi düşünce de vardır, ki özellikle sosyalizmin temel ilkesine baktığınızda hedef ortak üretim, eşit paylaşımdır.
Alevilik bununla da yetinmemektedir. Alevilik ortak üretim eşit paylaşımı dahi adil görmemektedir.
Dördüncü aşama dediğimiz sırrı hakikata erişildiğinde herkes yapabileceği işi yapacak, elde ettiği ürünü ortaya koyacak ve ihtiyacı olan ihtiyacı kadar alacak.
Şimdi Rıza Şehri’nin, sizin de biraz önce nar örneğinde değindiğiniz gibi, özü bu. Bu yaşam geçmişte Alevilerin kırsalda yaşantılarında net bir örnektir. Öyle insanlar bir arada yaşarlar. Biribirlerinin dertlerini, sorunlarını bilirler. Birbirlerinin yanlışlarını görürler. Birbirlerinin eksikliklerini tamamlamak yönünde.
Alevilerin bağlı oldukları Ocak anlayışı, ki o da ayrı bir tartışma konusu, tartışma dediğimiz de muhabbeti zaman zaman o yöne de götürmek gerekiyor, Alevilerin eğitmeni durumunda olan rehberler, pirler, mürşitler bu yolu anlatırlarken bu örnekleri çok net bir şekilde veriyorlardı. Köydeki insanlar ürettiklerini getirip ortaya koyduklarında ve ihtiyaçları kadar olanı aldıklarında depolamaya gerek kalmıyordu.
O zaman paraya pula gerek kalmıyor. Niye? Çünkü herkes üretip ortaya koyuyor, insan ihtiyacını alırsa ondan fazlasına gerek var mı? Yok deniyordu. Böyle bir anlayıştır, işte bu anlayışın adı Rıza Şehridir.
Çok daha değişik şekillerde örneklerle anlatilabilinir Ama daha fazla sıkmadan anlatabilmek için öyle bir örnek gösterdim. Bu anlayış, sınırsız bir dünya oluşturuyor kendiliğinden. İnsanlar köyde çalışırlarken tarla takım derdi olmayacak, sınırlar ortadan kalkmış olacak. Bunları ortada kaldırdığınız vakit, sermayenin inanca da, yaşama da bir etkisi olmayacak.
Ama günümüz şartlarında her şey değişti. Sermayenin dünyada ekonomik politikası bizim işimizi zora soktu, eğer bizim hedefimiz Rıza Şehri ise, Kamil insan olmak ise, hak hukuk adalet anlayışını biz burada hayata geçirebilirsek dünyada ender görülebilecek bir hukuk sistemi, Alevi hukuk sistemi kendiliğinden ortaya çıkmış olacak.
Böylece yasama, yürütme, yargıyı kendi içinde barındıran, siyasetini de, ekonomisine de kültürünü de, sosyolojik yapısını da, darı – didarı kendi içerisinde barındıran bir hukuk sistemi oluşacak.
Dünyadaki bütün ülkelerin kendilerine göre bir hukuk sistemleri vardır. Bu hukuk sistemleri içersinde yaşarlar. Ama Aleviler günümüzde dünyanın her tarafına dağılmışlar, tüm ülkelerde Aleviler vardır. Aleviler dünyanın dört bir yanında kendi aralarında, kendi Alevi hukuk sistemini devletin hukuk sistemi ile karıştırmadan yaşatabilirler.
İlyas Yer: Siz burda bir kısacık soluklanın. Aşık Fuzuli der ki,
Mende Mecnûn’dan fuzûn âşıklık işti’dâdi var
Aşık-ı sâdik menem Mecnûn’un ancak adı var
Aşık-ı sadık Tacım Baba da şöyle der:
Her can çekemez cefayı
Bu bir haldır be güzel dost
Harabat sürmez sefayı
Bu bir haldır be güzel dost
Haram almaz eliyle
Gıyabet edemez diliyle
Yanlış yapmaz beliyle
Bu bir haldır be güzel dost
Her can bu hala gelmez
Hakikat yolun sürmez
İnsani kamil olamaz
Bu bir haldır be güzel dost
Tacımam özüm yanıyor
Kamıl insanı anıyor
Toprak anaya dönüyor
Bu bir haldır be güzel dost
Mesele Rıza Şehri olunca işleyiş açısından hukuk akla geliyor. Hukuk sistemi önemli bir toplumsal mutabakattır. Bu hukuk sistemi Alevi-Kızılbaş toplumda nasıl işliyordu?
Alevi hukuk sistemini acaba bugün yaşamış olduğumuz Türkiye’ye bir referans olarak sunabilir miyiz?
Modern toplumlar, Avrupa toplumları kendi anayasalarında ölüm kavramını, yani idamı daha yeni kaldırdılar. Burada şiddet demeyelim de, bir insanın yaşamının sonlandırılması daha yeni bu modern toplumlarda, bahsetmiş olduğumuz Avrupa ülkelerinin anayasalarında kaldırıldı. Oysa ki Alevi-Kızılbaş topluluğu bundan binlerce yıl evvel bir cana kıymayı kendi hukuk sistemlerinde kaldırıp atmışlardı. Alevi-Kızılbaş toplumunun hukuk sistemine bakıldığında en ağır cezai müeyyide yol düşkünlüğü biçimindeki cezayı uygulamadır.
Alevi-Kızılbaş Toplumu bir cana kıymayı yasaklamıştır. En ağır cezayı müeyyide olan yol düşkünlüğü herhangi bir kimse ağır suç işlemişse, kendisine bu ceza veriliyordu. Tabii ki bu cezaya uğramış herhangi bir kimse yine de gözetleniyordu. Bu kişi kendi toplumu içerisinde tecrite tabi tutulmasına karşın, gözetlenir, onun yeniden topluma kazandırılması ve yol düşkünlüğünden kaldırılma biçiminde uygulanıyordu.
Uyguladıkları cezalarda şiddeti, bir canı ortadan kaldırmayı içermiyordu.
Alevi-Kızılbaş toplumundaki bu hukuk sistemi hangi ekonomik sistem üzerinden kurulmuştu ve bu nasıl sürdürüldü? Lütfen bunu açar mısınız?
Abbas Tan: Birincisi Aleviler binlerce yıldır kırsalda yaşamışlardır. Ve o yaşamış oldukları coğrafyada coğrafi şartlar bunları bir arada yaşamasını zorunlu kılmış. Ve diğer topluluklarda olduğu gibi Aleviler de bir arada yaşarken kendilerine göre yaşamın içerisinde koşullar oluşturmuşlar. Ki bunlara günümüzde biz gelenek diyoruz, ritüel diyoruz, töreler vb. değişik ifadelerle anlatmaya çalışıyoruz. Aleviler kendi içlerinde yaşarlarken bir yandan da ne şekilde yaşamaları gerektiğini ve bunu nasıl hayata geçirebilirler, bunun örneklerini de yaşamın içinde bulmuşlardır.
Az önce saydığım gibi o dört kapı dediğim eğitim aşaması çok uzun yıllar ve deneyimlerden sonra oluşmuş. Kırsalda küçük topluluklar halinde yaşadıkları için Aleviler biribirlerini tanıyor. Bu yaşamları içerisinde kendi içlerinde eğitmenler seçmişler. Bu Yolu anlatabilecek izah edebilecek İnsanlara kendi içlerinde görev vermişler. Biz bunlara günümüzde rehber, pir, mürşit diyoruz. Bunlar Günümüzde çok farklı anlatılıyor ama özünde budur.
Rehberlerimiz, pirlerimiz, mürşitlerimize bir başka ifade ile ocakzade diyoruz. Ocak bilginin kaynağı demektir. Ateşin, duman’ın tuttuğu yer, ateşin yandığı yer, ısıtılan yer demektir.
Ocak anlayışı Alevilerde son derece önemlidir. Ocak anlayışında ocakzadeler, bulundukları yerlerde, kasabada, köyde ya da mezrada, bir arada yaşayan insanları kendi yöntemleri ile eğitiyorlar.
Bu eğitim içerisinde de nelerin yapılması, nelerin yapılmaması gerektiğini az evvel söylemiş olduğumuz hukuk çerçevesi içerisinde belirlemiş oluyorlar. Ki her yapılan yanlışın karşılığına bir yaptırım koyuyorlar.
Günümüzde buna ceza diyorlar, ama Aleviler ceza sözcüğünün kullanmazlar. Bu yaptırımların o günkü şartlarda yerine getirilmesi gerekir. Ancak yapılan hatanın, yapılan yanlışın tekrarlanmaması için de cemlerde (yapılan toplu ibadetlere cem deniyor) önce o yola girerken birbirine ikrar vermesi gerekiyor. Yani söz vermesi gerekiyordu. Bu yolun kurallarına göre yaşamayı kabul ediyorum demekti. Toplumun huzurunda bu sözü veriyordu.
Her Alevi bulunmuş olduğu toplumun huzurunda görgüden geçiriliyordu. Geçmiş bir yılın hesabını veriyordu. Hiçbir başka toplumda görünmeyen uygulanmayan, bir uygulamadır. Bir insan bir yıllık zaman dilimi içerisinde gelip kendisini topluma sunuyor. kendisini topluluğun huzurunda hesap vermeye hazırlıyor. Orada yapılan yanlışlardan dolayı yaptırımların karşılığında iki tane affı olmayan, bugünkü ifade ile ceza uygulanıyordu. Bunlardan biri cana kıymak, diğeri ise zina yapmaktır.
Alevilik’te çok eşlilik de zina sayılıyordu. Nasıl ki bir kadın birden çok eşle bir arada olamayacağı gibi, bir erkeğin de birden çok kadınla birlikte yaşamasının Alevi öğretisinde yeri yoktur. Ki buna günümüz ifadesi ile zina deniyordu.
Alevi öğretisinde yeri olmayan ikincisi bir durum ise belirttiğim gibi cana kıymaktır. Aleviliğin en ağır yaptırımı zina ve cana kıymaya yöneliktir. Böyle bir anlayış hala günümüz öğretisinde devam ettirilmeye çalışılıyor.
Ama az önce ifade ettiğimiz gibi Aleviler dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Kendi inançlarını kendi kültürlerini köydeki gibi, kırsaldaki gibi, kentteki gibi yaşayamadıkları için değişik güçler bunu da dejenere etmeye çalışıyorlar. Aslında asimilasyon politikasının örneklerinden birisi de budur. Ama biz Aleviler bunun aşmaya çalışıyoruz.
Yine kendi yolumuzun kurallarını yürütebilmek için de mücadele veriyoruz. Günümüzde de inancımız gereği cana kıyılmaz. Bu anlayış özellikle devlet dini olan inançların kendi kuralları içerisinde yaptırımlar ile karşı karşıya getiriyor Aleviliği.
Ama Alevilikte kesinlikle ve kesinlikle cana kıyma yoktur. O yüzden de diğer ülkelerdeki idamlara karşı Aleviler her zaman karşı olmuşlardır. Bu doğanın kanunlarına bile aykırıdır. İdam veya cana kıymak doğanın kanunlarına bir defa aykırıdır. Devletlerin yasalarına değil, doğanın yasalarına aykırıdır. Alevilik bir doğa inancı olduğu için de doğaya karşı yapılan her şeyi suç kabul eder. Kısaca böyle ifade edebilirim.
İlyas Yer: Tabii ki Kızılbaş-Alevi toplumunun Binlerce yıl yaşamış olduğunu yaşattığı bu yaşantıyı hukuk sistemini kısa bir zaman dilimi içerisinde burada aktarmak mümkün değildir. Amacımız bu mevzuyu yeniden gündeme getirerek toplumun gündemine sunmak, bu meseleyi gözler önüne sermektedir.
Alevi-Kızılbaş toplumunun bu hukuk sisteminin nasıl uygulandığı, uygulandığını uygulamalarını yeniden güncelleyerek topluma bir referans yolu gösteriyoruz. Kaynak gösteriyoruz. Bu meselelerle ilgilenmek isteyenler ilgilenebilirler. Yaşamış olduğumuz Avrupa toplum aydınları açısndan, aslında burada konuştuklarımız her bir mevzu birer tezdir, üzerinde düşünülmesi ve tez konusu yapılması gerekmektedir. Avrupalılar kendi dışındaki toplulukları ilgiyle izler ve gelirler onların yaşantıları, hukuk sistemleri ve geçmişleri üzerine tez hazırlarlar.
Maalesef bizim coğrafyada bu yok. Buna ilgi duymazlar. Hatta bu toplumu tanımak istemezler. Bu denli kör bir toplum. Kapı komşusunu tanımıyor. Bu toplum nasıl yaşıyor? Onun uygulamaları nedir? Kültürü nedir? Bu toplumun doğrudan tanımayı bir tarafa bırakalım, hatta bu toplum için farklı algılar içerisindedirler.
Bizim, tabii ki bu kısacık zaman dilimi içerisinde, binlerce yıl kendi kültürel varlığı ve hukuk sistemi ile yaşamış bir toplumu anlatmamız mümkün değildir. Bu kısacık zaman dilimi içerisinde bir öğrettiyi dinlendirilmiş oluyoruz. Burada bu topluma bir ışık olabilir mi? Bu Kızılbaş-Alevi toplumunun Riya Heq dedikleri, yolun, gerçeğin peşindekiler. Türkçe’ye tam olarak çevirirsek Aydınlık Yol, Gerçeğin Peşindekileri anlamak isteyenler bu mevzu ile İlgilenebilirler, biz ilgilenmek isteyenlerin dikkatine bir nebze de olsa sunmaya çalıştık.
Tekrardan bizim aşık-ı Sadık Tacım Baba’ya dönelim. Bakalım kendi bağlamasın da ve deyişlerinde bize ne okuyacak?
Hak yolu bir nurdur sönmez
Kimler ne der ise desin
Hakikati varan dönmez
Kimler ne der ise desin
Dört nesneye inananın
Hakikata güvenenin
insanlıkla sevinenin
Kimler ne der ise desin
Bu dogada vardır yerim
İnsani kamiller pirim
Der Tacımem doğa kerim
kimler ne der ise desin
Bu coğrafyada yaşayan bu kadim toplumun özelliklerini anlattıktan sonra Hakikatçılar mevzusuna girelim. Tabii ki Hakikatçılar konusu da başlı başına bir konu, bu meseleyi de kısacık zaman dilimi içerisinde aktarmak, konuşmak mümkün değildir. Biz dilimiz döndükçe ana başlıklar halinde Kızılbaş-Alevi toplumunda Hakikatçıları anlatmaya çalışalım. Yakın tarihimizde yaşanan, öyle çok da uzak bir tarih değil, Alevi-Kızılbaş topluluğu içerisinde Hakikatçılar grubu oluşmuş ve bu yolu sürdürmüşlerdir. Program konuğumuz aşık-ı Sadık Tacım Baba’da Hakikatçılar yolunun sürdürücülerindendir. Bu yolu takip eden aşık-ı sadıklarımızdandır. 1800’lerin ortalarından 1800’lerin sonlarına doğru yine büyük Dersim coğrafyasında ortaya çıkmış ve iç toroslara doğru yayılan, yaşayan tanıklarıyla bu yolu sürdüren bir yaşam biçimi. Buna akılcı bir yaşam da diyebiliriz. Alevi-Kızılbaş inancı içerisinde en yüksek mertebeye varmış bir yaşam da diyebiliriz. Buradan size şöyle bir soru yöneltmek isterim.
Hakikatçılar ne demek?
Hakikatçılar nereden doğdu?
Tam olarak yaşayan kişileri, yaşatan kişileri isimleri ile bize aktarabilir misiniz?
Abbas Tan: Biraz evvel yaptığım açıklama bu soruya cevap niteliğindeydi. Çünkü Hakikatçıların yaşantısına biz Rıza Şehri diyoruz.
Rıza Şehri’ne sizin de başta söylediğiniz gibi bir gezginin gidip orada ‘nar alması’ mitolojik bir bilgiyle küçük bir mesajdır. Bu olgunluğa ulaşılmadan, kamil insan olunmadan Rıza Şehrine gidilemiyor. Hakikatçı olunamıyor. O yüzden bize de zaman zaman soruyorlar. Hakikatçı nasıl olunur? Rıza Şehri’ne nasıl gidilir?
Ben de bu soruya cevap ararken kendimce şöyle bir cevap buldum:
Rıza Şehri denen kente
Yol bilmeyen gidemezmiş
Edep erkan yol bilmeyen
Kamil insan olamazmış
Elin, dilin, belin olsun
İnsanlıkta gözün olsun
Meclislerde yüzün olsun
Kalmak için girmek gerek
Para yoktur, pul gerekmez
Muhabbette usanılmaz
Büyük ve küçük aranmaz
Girmesini bilmek gerek.
Üretenler paylaşırlar
Mutluluktan uçuşurlar
Üzüldükçe gülüşürler
Gülmesini bilmek gerek
Çarşı pazar gezilirken
Güzellikler sergilenir
Var olanla yetinilir
Yetinmeyi bilmek gerek
Kazancımız hepimizin
Sergilenmiş gönlümüzün
Çiçek açmış bahçemizin
Güllerini bilmek gerek
Abbas Tan kamil olsaydı
O mekanı bir görseydi
İnsan kıymeti bilseydi
Kıymet ile gitmek gerek
Rıza Şehri’ni her Alevi kendisine göre İfade eder, tarif etmeye çalışır. Tabii ki Hakikatçı anlayış, kamil olma anlayışı Alevilikte doruk noktasına ulaşmaktır.
Az önce söylemeye çalıştığımızı yeniden tekrarlamak gerekirse Hakikatçılıktan mal mülk ortadan kalkmış oluyor. Ki biz bunu geçmişte Alevilerin, Alevi İnanç önderlerinin, kanaat önderlerinin, aşıkların, aşık-ı sadıkların sözlerinden de anlıyoruz.
Yakın tarih dediğimiz günümüzde, sizin de belirttiğiniz 150-200 sene evveline baktığımızda Börklüce’nin, Şeyh Bedreddin’in, Torlak Kemal’in verdikleri mücadeleye baktığımızda görüyoruz ki, orada da yapılan bir haksızlığın ortadan kaldırılmasım mücadelesidir. Yani birlikteliğin, eşitliğin olması için bunlar canlarıyla bedel ödemişler.
O dönemde bir mücadele verilmiştir. Ondan evvel Hallacı Mansur’un verdiği mücadeleye baktığınızda inançsal bir mücadeleden ziyade ekonomik ve sosyolojik, kültürel bir mücadeledir. Yani Hakikatçılar mücadelesi binlerce yıl evveline dayanmaktadır. Ama özellikle son dönemlerde 1850’lerden sonra sizin de ifade ettiğiniz gibi, Dersim’den bir Baba Mansur ocağı mensubu Süleyman Araboğlu bu bölgede (Sivas, Kayseri, Malatya, Maraş) bir mücadele verir.
O günkü Dersim’de ocakların kendi içindeki sorun ve sıkıntılardan kaynaklı olmalı ki orada barınamaz. Ve bu düşünceyi hayata geçirmekte zorlanınca Sivas’a gelir. Sivas’ın Kangal İlçesi’nde Mescid diye bir köye yerleşir. Ve o bölgede bu çalışmayı başlatır. Yeni, yeni insanlar bir takım mal mülk sahibi olmaya başlamışken, yani mesele mal mülk, üretim takımlarının ortadan kaldırılması olunca Süleyman Araboğlu’nun Hakikatçı anlayışı tepki alır. Ve yeni, yeni zengin olmaya başlayan (o günün şartları itibariyle söylersek) Aleviler tepki gösterirler, Arapoğlu Kangal’ın Mescit Köyü’nü terk etmek zorunda kalır. Kardeşi ile birlikte Sivas’ın Gürün ilçesine gelir. Gürün İlçesi’nde çok yakın olduğundan dolayı Kayseri’nin Sarız İlçesi’ne bağlı olan Kırkısrak Köyü’ne gelir, yerleşir.
Bu anlayış bir taraftan Sarız’ın Kırkısrak, Dallıkavak, Örtülü, Söbeçimen köylerinden yavaş, yavaş gelişirken, diğer taraftan yine Gürün’den daha doğuya doğru gittiğimizde Malatya-Akçadağ bölgesine doğru da bu öğreti yayılmaya başlar. Ve Ali Dumke denilen, ki o gün o bölgenin sayılı kişilerinden biri, bu anlayışı kamuoyuyla paylaşmaya çalışır. Akçadağ’ın Dumuklu Köyü var. O köyde başlar çalışmaya. O bölgede de bir taraftan bu yaşam biçimi geliştirimeye çalışılır. Tabii ki Sarız’ın Kırkısrak Köyü’nde ekonomik gücü de yerinde olan Şıxhmamo, diğer bir adıyla Memkê Kose kendi akrabalarıyla aralarındaki tarla takımı kaldırmakla başlar bu işe. Hayvanlarını biribirine karıştırırlar, artık senin benim değil, herkesindir. Kendi aralarında iş bölümüne giderler, imkanı olan tarımla uğraşır, imkanı olan hayvancılıkla uğraşır, becerebilen koyunları otlatırken, diğeri kuzuları otlatır. Ev yapılacaksa ustalar gelir evi yapar, diğerleri işçiliğini yaparlar ve o ev ortaklaşa yapılır. Ve bu anlayış giderek gelişmeye başlar.
Hemen yakınlarında Dallıkavak Köyü var. O köylüler bu işe girer, yine Sarız’ın Örtülü ve Söbençimen köylerindeki insanlar bu işe girerler. O dönemde Sakallı Haydar Bayrak Dallı Kavak’tan bu işin son dönemlerdeki öncülerinden olur. Söbecimen’de Ap Seydo vardı, Kırkısrak’ta Kino, Kiso gibi insanlar var. Bunlar geliştirmeye çalışırlar bu hayatı, bu yaşam tarzını.
Diğer taraftan da o bölgede mal mülk sahibi olanlar, yeni, yeni zenginleşenler bu anlayışa karşı gelmeye baslarlar. Hakikatçıların bu anlayışının gelişmemesi için önlerini kesmeye çalışırlar. Fakat bu öğreti Sarızla sınırlı kalmaz. Ve daha güneye doğru Kahramanmaraş’ın Göksun, Afşin ilçelerine ve oradan Elbistan, Nurhak`tan Maraş Pazarcık`a kadar uzanır.
Ve Pazarcık’tan Türkoğlu’na , Hatay’ın Kırıkhan İlçesi’ne kadar oldukça geniş bir yelpazede bu mücadele verilir. Bu belli bir süre gider. Özellikle Pazarcıklı Ali, ki Kahramanmaraş’ın Pazarcık İlçesi’nin Çigli Köyü’nde büyük bir mücadele verilir. Değişik köylerde mücadele yürütülür. Mücadelelerle hayat bulmaya çalışırlar. Daha sonraki dönemlerde Elbistan bölgesinde Ali Hakiki çıkar, sonra Melülü çıkar (O bölgede Karaca Amca). Yine Sarız’da son dönemde ismini çok bildiğimiz, duyduğumuz Aşık İIbreti vardır. İbrahim Erdem bu yolun devaminda söz sahibi olanlardandır, Sakallı İbiş, ki ben bunların tamamına yakınını (Ali Haki Baba’yı) bilmiyorum, ama onun dışında Melüli, İbreti, ibrahim Erdem, Sakkali İbis, Mücrimi bunların hepsi evimize mihman olduar, hizmet ettim. Küçük Haydar Bayrak, Hacı Bayrak iyi bir ağabeyimiz dostumuzdu, bunlarla bir arada olduk.
Bu anlayış ne yazık ki günümüzde yürütülemedi. Niye yürütülemedi?
Az önce ifade etmeye çalıştık. Bir yandan mal mülk sahibi olunur iken, öte taraftan şehirlere doğru, şehirlerden başka ülkelere yayılma başlayınca sermaye, ekonomik güç bu yaşantının engelleyicisi oldu. O yüzden de hayat bulmadı, devam ettirilemedi. Günümüzde birçok insan Alevi Hakikatçılığını benimsemiş, ama büyük bir kısmı için (beni bağışlasınlar) sözde Hakikatçılardır.
Çünkü Hakikatçılık ben Hakikatçılığı seçtim demekle olmuyor. Biraz önce de ifade etmeye çalıştım, o temel eğitimi almadan, Alevi hukukunu yeterince bilmeden Hakikatçı olunmaz. Daha ileriye gittiğinizde Aleviliği bilmeden olmaz. Şimdi zaman zaman bizim aşıklarımız, sadıklarımızın okudukları nefeslere baktığımızda Alevilikten o kadar çok uzaklaştılar ki, Aleviler Alevilikten uzaklaştırıldı. Bu sistemin bir dayatmasıydı. Bizler de Aleviliği yeterince anlayamadık. Alevi-Kızılbaş toplumunun ritüelleri değiştirildi. Yani hakka yürüme erkanları, cenaze namazlarına dönüştürülünce, Hakk anlayışı, Tanrı anlayışına, oradan da Allah anlayışına dönüştürüldü. Bunların hepsi konuşulması gereken konular olduğuna inanıyorum.
Nefeslerimiz de bakıyorum zaman zaman en yakın dostlarımız dahi “halla halla” ile “Allah Allah”ı biri birbirinden ayırt edemiyorlar. Beni bağışlasınlar, ben Hakikatçıyım demelerine üzülüyorum. Aleviliğin bu kadar önemli saydığı bir konuyu, Hakikatçılığı bu kadar basite indirgememek gerekiyor.
İlyas Yer: Tabiki Alevi-Kızılbaş toplumunun yığınla sorunu vardır. Geçmişten günümüze uzanan sorunları. En az Yavuz’dan bu yana süren ciddi sorunları vardır. Bu topraklarda ciddi soykırımlar yaşamış bir Alevi-Kızılbaş topluluk. Dağlara sürülmüş, nefes aldırılamamış bir toplumdan bahsediyoruz. Aslında bugün de hala bu sürdürülmektedir.
Sistem tarafından paramparça edilmiş onun değerleri ile oynanmış, asimilasyona tabi tutulmuş, bu nedenle de yığınla sorunları olan bir toplum. Alevi-Kızılbaş toplumunu bugüne taşıyan ocak sistemi kendisini zor koşullarda var edebilmiş ve bu nedenle de sorunlar yaşamaktadır. Bu nedenle de Alevi-Kızılbaş toplumunun kültürel yapısı ciddi bir revizyona uğramıştır. Alevi-Kızılbaş toplumunun ritüellerinden tutalım da kullanmış olduğu kavramlara kadar değişime uğramıştır.
Büyük Dersim coğrafyasından bahsediyoruz. Kızılbaş-Alevi toplumunun ana yurdundan.
Gelişmiş Avrupa ülkelerinde henüz iltica yasası çıkmadan Alevi-Kızılbaş toplumunun ana yurdunda iltica yasası uygulanmış. Kendisine sığınan başka toplulukları, başka insanları korumuş ve onları iade etmemiştir. Bext dediğimiz kavram Kızılbaş-Alevi toplumunun iltica kavramıdır. Görülüyor ki Kızılbaş-Alevi toplumunun kendi hukuk sistemi içerisine ta o dönemde Bext/iltica yasasını koymuş görünüyor ve bunu uygulamış da. Tarihte sayısız örnekleri mevcuttur. Kızılbaş-Alevi toplumunun bext’e gireni, sığınanı bu toplum vermemiş, iade etmemiştir.
Bunu uygulayan bir toplumdan bahsediyoruz. Tabii ki bu toplumun son derece ciddi problemleri ve sıkıntıları bulunmaktadır. Elbette ki bu sorunları aşmak bir yönüyle mümkündür. Alevi-Kızılbaş toplumunun ileri gelenleri ocak sahipliği, kanaat önderliği, entellektüelleri, akademisyenleri bir araya gelerek bir konsensüs yoluyla bu sorunlarını aşabilirler. Kızılbaş-Alevi toplumunun aydınları, yol hizmetçileri, düşünürleri sanırım bu sorunlarına kafa yoruyorlardır. Bizim ve bizim gibi kimselerin yıllarca birikmiş sorunları ekranlarda masaya yatırabilmemizin olanakları bulunmamaktadır.
Belkide ilerki dönemlerde Alevi-Kızılbaş toplumunun akademisyen dünyasındaki ileri gelenlerini bu ekranlara konuk edeceğiz. Özellikle Alevi-Kızılbaş toplumunun ocak sistemine ilişkin Turabı Saltık dostumuzun ciddi çalışmaları söz konusudur. Bir nebze katkı olması açısından Turabı Saltık canımızla da Kızılbaş-Alevilerde ocak sistemine ilişkin bir program yapmayı düşünmekteyiz. Kendisi de Sarı Saltuk ocağına bağlı önemli bir aydın yazar dostumuzdur.
Önümüzdeki dönemde yeniden sizi Komünar-TV ekranlarına konuk ederek Alevi-Kızılbaş toplumunda ocak sistemi üzerine bir söyleşi düzenleyebiliriz.
Çünkü bakıldığında büyük Alevi-Kızılbaş toplumunun tüm ocakları Dersim coğrafyasında bulunmaktadır. Ve bu mesele önem arz etmektedir. O açıdan Alevi-Kızılbaş toplumunu bin yıllardan bu yana Alevi-Kızılbaş toplumunu bugünlere taşıyan bu ocak sistemini konuşmadan olmaz.
Hatta şöyle diyebilirim: Büyük Dersim coğrafyası öyle bir alan ki, Alevi-Kızılbaş toplumuna ilişkin bir şey aranmak istenirse, o coğrafyada bulmak mümkündür. Alevi-Kızılbaş toplumunda Kırklar Semahı, Kırklar Cemi önemli bir Semahtır. Bazı kimseler Kırklar Semahı’nın döndüğü yeri başka coğrafyalarda aramaktadırlar. Halbu ki, Dersim coğrafyasında Kırklar Dağı vardır. Bu dağa bu ismin verilmesi sebepsiz değildir. Bunu söylememin sebebi, Anadolu’ya dağılmış, serpilmiş, aslında bugün dünyaya yayılmış Alevi-Kızılbaş topluluğun ana köklerine, ana yurduna yoğunlaşması ve kendi köklerini arayabilecekleri bir alan olması açısından dikkat çekiyoruz.
Bu coğrafyada bulunan Kırklar Dağı’nı anlatığımız vakit Kırklar Semahı’nın belki de bu coğrafyada vukku bulduğunu göreceğiz.
Demek istiyorum ki, özünü arayanların, hakikatin peşindekilerin yoğunlaşması gereken bir büyük Dersim coğrafyası orta yerde duruyor. Bu alan üzerinden yoğunlaşabilirler. Ana başlıklar üzerinden topluluğa bir mesaj vermeye çalışıyoruz. Toplumun dikkatine sunuyoruz.
Buradan tekrar aşık-ı Sadık Tacım Baba’ya dönelim, onun nefesinden bağlanmasından bir Alevi-Kızılbaş nefesi dinleyelim:
Gelin Doğayı yormayın
Hesabını sorar bir gün
Börtü böceği öldürmeyin
Hesabını sorar bir gün
Börtü böceği kırmayın
hesabını sorar bir gün
Yaşam bir Doğa kuralı
Derdi dermanı sıralı
Orman kuşları Yaralı
Hesabını sorar bir gün
Tacım Baba böyle inanır
Doğan her güne güvenir
Doğru olanı savunur
hesabını sorar bir gün
Doğa hesabını sorar bir gün
Kızılbaş-Alevi toplumunun aşıkları konuştuğu zaman önemli mesajlar verirler. Bugün dünyamız ekolojik sorunlarla cebelleşmek de. Bugün dünyada doğa meselesi, ekoloji meselesi gündemin birinci sırasını işgal etmektedir. Burada da görüldüğü gibi Alevi-Kızılbaş toplumu kendi inanç sistemi içerisinde doğaya karşı hoşgörülü, börtü böceğe dokunmayan bir anlayış içerisindedir. Doğasına ve börtü böceğine kutsallık ad etmiştir.
Burada bir anekdotu anlatmama müsaade edin lütfen.
“Büyüklerimiz biz çocukken bize derlerdi ki, perşembe akşamı balıklara dokunmayın onlar Munzur’da Sema dönüyorlar.”
Burada da görüleceği üzere Alevi-Kızılbaş inancında yeni doğmuş bir çocuğa bu eğitim verilmektedir ve o çocuk bu eğitimi alarak büyür. Burada da görüleceği üzere Alevi-Kızılbaş topluluğu canlıya bir kutsallık atf ederek aslında onu korumaya alıyor, onu koruyor.
Kendi inanç sistemi içerisinde doğaya, börtü böceğe karşı saygılı olmayı getirmiştir. Bir doğa inancı olmasının temeli de burada yatmaktadır.
Aşık-ı sadık Tacım Baba da okumuş olduğu bu güzel nefeste bu inancın doğaya karşı korumacı yaklaşımını bir şekilde ifade etmiştir.
Bugün dünyamız ciddi ekolojik sorunlarla karşı karşıyadır. Doğayı çok ciddi tahrip ettiler. Halbuki bu meseleye binlerce yıl evvel dikkat çekmiş o coğrafyanın çok kadim bir topluluğu olan Alevi-Kızılbaş topluluğu. Aslında devletler, toplumlar öğrenmek istemiş olsalar uzak değil, yanıbaşındaki Alevi-Kızılbaş toplumunun binlerce yıl evvel bu meselelere işaret ettiğini görebilir. Aslında Alevi-Kızılbaş toplumunun yaşantısında, anlatımında, felsefesinde kültüründe birçok şey gizlidir, yani başındaki topluluklar bu alana, bu topluluğun kültürel yapısına başvurmak istedikleri zaman, bu alanda, bu toplulukta çok şey öğrenmiş olacaklardır.
Bulunmuş olduğumuz Avrupa ülkelerinde 68 kuşağının aydınlarının, düşün insanlarının 1973 senesinden bu yana Avrupa’nın birçok ülkesinde komün köyleri oluşturmuşlar, kurmuşlar. Ben de bu kurulan köylerden birkaçını gezdim. Kendi gözlerimle gördüm, yaşantılarına tanıklık ettim. Tabii ki müthiş bir şey. Orada uygulamada ortak üretim, ortak paylaşım söz konusudur. Bir de kendilerinin oluşturmuş oldukları hukuk sistemi içerisinde alacakları veya uygulayacakları kararları bir konsensüs ile alırlar.
Konsensüs sağlanmadan hiç bir karar almamaktadırlar. Çoğunluğun kararına baş vurmazlar ve çoğunluğun kararını uygulamaya koymazlar. Konsensüsün sağlanması için uzun süreli ikna metoduna başvururlar. Alacakları herhangi bir karara itiraz eden üyenin de mutlaka onayını almaya çalışırlar, onun onayını almadan uygulamaya koymazlar. Böyle bir uygulama bu komün köylerinde sürdürülmektedir. Bu da tabii ki günümüz koşullarında uygulanıyor olması dikkate deger bir durumdur. Başlı başına konuşulması gereken bir konudur.
Şunu sormak isterim:
O tarımsal dönemde (henüz ortada gelişmiş modern tarım araç ve gereçlerin olmadığı bir ortamda) Alevi-Kızılbaş toplumu ve hakikatçıların mücadelesi bugünkü modern komün toplumuna tekabül ediyor. Anlatımlarınızdan bu anlaşılmaktadır.
Şuraya gelmek istiyorum. Yine aynı topraklarda, aynı coğrafyada yakın zamanda Ovacık deneyi olarak kamuoyunun da ilgisini intikal eden deneyi siz nereye koyuyorsunuz?
Bunun geçmiş ilişkilerle bir bağlantısı var mıdır?
Çünkü yine aynı coğrafyada, aynı topraklar üzerinden kurulduğu ve etkisi bu alanlar üzerinden dışa yansıdı. Ovacık deneyinde de ortakça üretim, ortakça paylaşım, sağlıklı gıda gibi temel meseleler işlendi ve bunu önemsiyorlar. İmece usulü bir çıkış gerçekleştirdiler. Yine aslında kökleri bakımından aynı toprakların insanları, ama bu sefer emek üzerinden böyle bir girişimde buluna bildiler. Buradaki bu uygulamaya baktığınızda Alevi-Kızılbaş toplumunda süregelen bu anlayışın etkileri sizce de olmuş mudur?
Buradan topluma nasıl bir mesaj verebiliriz, vermek istersiniz?
Abbas Tan:
Tabii ki her şeyden önce Ovacık’ta yapılan örnek alınacak bir davranış, bir uygulamadır. Tabii ki bu uygulama geçmişte bu anlayışa sahip olanlar tarafından da sempati ile karşılandı. Kooperatifçiliğe baktığınızda dayanışmaya, köylerde ki imeceye baktığımızda , Aleviliğin olmazsa olmazlarından bakılarak hayata geçirilmiştir. Doğrudur. özellikle Dersim’de, Ovacık’ta tarımsal alanda bu birlikteliğin başlatılmış olması öğreticidir. İyi bir karardır bunun sadece Dersim’de, Ovacık’la sınırlı kalmaması lazım. Ben hasbelkader bir çalışma yaptım. Türkiye Alevi Köyleri diye bir çalışmam var. Türkiye’de 73 vilayette 4708 tane Alevi köyü tespit etmiştim, o kitabımı da yayınladım. Ve bu köylerin büyük bir kısmını da gezdim. Gezip gördüğüm köylerde Alevilerin yaşantılarını gördüm. O yaşantıda nelerden alınarak bu hale geldiklerini de gördüm. Demek ki Alevi öğretisi az evvel söylediğimiz çerçeve içerisinde yasama-yürütme-yargıyı kendi içerisinde barındırırken hem sevgiyi hem muhabbeti, doğayı hepsini birden bir potada eritmiş, teke indirmiştir .
O yüzden Aleviliğin bir doğa inancı olduğunu söyledim. Alevilik’te az önce söylediğim üzere ritüeller değiştirildi derken oraya da değinmek istemiştim, Alevilik’te bir defa devriye anlayışı vardır. o yüzden börtü böcek, doğa canlı Aleviler için birdir.
Aleviler varlığını birliğini temel esas almışlardır. O yüzden yaşam hakkı açısından hayvanla insan arasında bir fark yoktur. Büyükle küçük arasında bir fark yoktur. Bunu aşıklar, sadıklar kendi deyişlerinde, nefeslerinde hep dinlendirmişlerdir. Ama zaman çok fazla olmadığından bunu şu an dillendiremiyoruz. Zamanı çok iyi kullanmak gerekiyor. Ama bizim aşıklarımız, sadıklarımız söyledikleri nefeslerin içerisinde her şeyi anlatıyorlar. Biraz evvel Tacım Baba’nın anlattığı gibi. Çünkü bizde devriye vardır, o devriyde de Devri daim, Devrin asan olma düşüncesinin sadece Alevilere değil, bütün insanlığa anlatılması gerekiyor. Eğer bir devri dayım anlayışını, varlığın birliğini, ya da vardan varoluşçuluğu çok iyi kavrarsak, o zaman insanlar arasındaki bu ayrımı da kaldırmış oluruz. Ve o Hakikatçıların sınırsız bir dünyada sınırsız bir toplum mücadelesi anlayışını siyasiler elimizden aldı, kullanıyorlar. Dünyanın her tarafına dağılmış Aleviler Aleviliği hukuk sistemini gittikleri her yerde yaşatmaya çalışıyorlarsa bizim dememiz gereken bir şey vardır. Dünya benim ülkem, tüm insanlar kardeşimdir sloganımız daha iyi yerini bulur. Bunu bizim dervişlerimiz gezdikleri yerlerden öğrendiklerini bir başkalarına anlattılar. Ben de dedim ki, keşke ben de derviş olsam:
Derviş olsan bir gün yollara düşsem
Dertli olanların derdini deşsem
Derde derman olan ilacı bilsem
Dervişlik hırkamı alır yürürüm
Mutlu olup gökyüzünde dolaşsam
Yağmur olup yeryüzünü ıslatsam
Bitki olup insanları beslesem
Dervişlik hırkamı alır yürürüm
Güneş olup her tarafı parlatsam
Ateş olup üşüyeni ısıtsam
Hastalara deva şifa dağıtsam
Dervişlik hırka mı alır yürürüm
Temiz hava alıp akıl dağıtsam
Beyinle yüreği harman eylesem
Rıza Şehri diye yolu gözetsem
Dervişlik Hırkamı alır yürürüm
Sevgiyi satacak dükkan eylesem
Bilgiyi alana kelam söylesem
Abbas Tan bu yolu hedef eylesem
Dervişlik hırkamı alır yürürüm
Bu yürüyüşüm benim yaşamım boyunca devam edecektir. Umarım Tacım Baba’nın sözleri ile bütünleşir. Ve ben de bizi izleyen tüm canlara, tüm dostlara Alevice bir yaşam diliyorum.
Aşk olsun bizi dinleyenlere.
Aşk olsun size.
Aşk olsun hepimize.
Tacım Baba
Hava ile toprak anam
Çözün canlar manasını
Su ile güneştir babam
Çözün canlar manasını
Zaten vardan var olmuşuz
Nice evrimler görmüşüz
Sıfatı insan bulmuşuz
Çözün canlar manasını
Der Tacımam amman amman
Cehaletle halim yaman
Doğadır sahibi zaman
Çözün bunun manasını
Aşk ile.
20 Ekim 2020
İlyas Yer
Düzgün Baba Mekanı ve dikilen/sökülen(!) Hasret Gültekin anıtı tartışmaları üzerine
Dersim kültür coğrafyasında yaşanan Raa Haq/ Alevi-Kızılbaş İnancı, ocak sistemi üzerine kurulu talip-pir-mürşid, mısayıp, kirva kurumsallıkları üzerinden yürüyen bir sosyal sistem olarak bugüne kadar gelmiştir. Kemerê Duzgıni (Duzgı Bava) gibi kutsal mekanlarda yürütülen inanç ve ibadet, tarih boyunca bu sosyal dokunun hukuk sistemine göre yürütülmüş, düğünü, cenazesi, kavgası, barışı aklınıza gelebilecek her sosyal eylemi böylesi bir hukuk sistemi çerçevesinde yaşanmıştır.
İslamcılığın ve Türkçülüğün saldırıları altında, katliamlar, savaşlar arasında ayakta kalmaya çalışan Dersim, son yüzyılda büyük tahribatlara uğramış,´38 öncesi başlayan çözülme ´80 sonrası ivmelenerek sürmüştür. Günümüz de ise artık bu sistemin, yani Kırmanciye sosyal isteminin ekseni önemli ölçüde çözülmüş, Ocakların ve diğer yol taşıyıcılarının yaptırım gücü önemli ölçüde yitirilmiştir. İnanç mekanları zamanla Raa Haq mana dünyasının dışındaki politik güçlerin toplum üzerinde etki sağlama mücadelesinin ve şahsi çıkar peşinde koşan çevrelerin rant ve prestij elde etme alanları haline getirilmiştir. Raa Haq inanç sistemine dayalı hukukun en güçlü ayağı olan rızalık mercii de el değiştimiş, ocakların yerini ideolojik-politik yapılanmalar, siyasi partiler ve bunların etki çemberi içindeki dernekler, iş adamları vb. almıştır. “Rızalık” artık bu çevrelerden sorulur ve alınır hale gelmiştir.
Sivas Katliamı şehitlerini temsilen Duzgı Bava Mekanı´ında dikilmek istenen Hasret Gültekin anıtı olayının da bu bağlamda ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Son günlerdeki talihsiz gelişmeler ve bunları takip eden tartışmalar, inanç mekanlarını idaere ettiğini iddia edenlerin Raa Haq İanç bütünselliğinin manasıyla aralarındaki mesafenin ne ölçüde açıldığını da su yüzüne çıkarmıştır. Karar vericiler (Cem Evi yönetimi ve anıt projesinin sahipleri) Kemerê Duzgı gibi mekanların Dersimlilerin ve diğer Alevilerin manevi dünyasındaki önemini idrak edememiş, bu kutsal mekanın inanç bütünselliğı içindeki doğallığına aykırı atılan her adımın er ya da geç geri tepeceğini, insanların yüreğinde nasıl bir yara açabileceğini idrak edmemiştir. Projeye onay vermesiyle Düzgün Baba Cem Evi Dernek Yönetimi yanlış bir karar almıştır. Projenin hayata geçirilmesi sürecindeki tutumu verdiği kararla uyumluluk arzetmektedir. “Haberimiz yoktu, bizden önceki yönetim tasarrufuydu” gibi açıklamalar gelişmelerin seyri takip edildiğinde inandırıcı gelmiyor. Kaldi ki, yeni yönetim aynı kurumun yönetimini devralıyor ve kurumsal devamlılığın sağlanmasından da sorumludur.
Cem Evi yönetimi daha sonra kararının arkasında duramamış, hangi sebepten olursa olsun, anıtı kaldırmıştır. Anıtın apar topar kaldırılması hem Hasret Gültekin’in yakınlarını ve Hasret Gültekin de dahil Sivas’ta devletin örgütleyip harekete geçirdiği yobazlığın ateşinde yanan diğer canlarımızın acısını yüreğinde hisseden her Aleviyi rencide etmiştir, üzmüştür. Bu üzüntüyü heykel projesini onaylayan ve onaylamayan her Alevi yüreğinde hissetmiştir. Düzgün Baba Cem Evi Derneği yönetiminin, Alevilere ve dostlarına bu üzüntüyü ve acıyı reva görme hakkı yoktur. Onları, hepimizin ortak değeri ve yürek yarası olan Hasret Gültekin canın heykelinin diklimesi mi, sökülmesi mi doğru gibi absürd bir tartışmayla yüz yüze getirmiş olmasının vebalini taşıdığını unutmamalıdır. İnanç mekanları olması gereken cem evlerinin sıradan bir dernek gibi yönetilmesini ve bunun da “toplumun iradesi” olarak yansıtılmasını kabullenmek mümkün değildir.Hatalarını örtbas etme telaşı içinde Cem Evi Derneği yöneticilerinin, kamuoyuna açıklamasından dolayı Yeter Gültekin’i, Dersim’li iş insanı Sinan Samat’ı ve eşini, tutumlarındaki çelişkiyi dile getiren başkalarını suçlamaları doğru değildir.
Gelişmelerin seyri içinde bir çok Alevi kurumunun ve kurum yöneticisinin yaptıği açıklamalar sorunun çözümüne değil, çözümsüzlüğüne katkı sunmuştur. Yaptıkları hatanın ağırlığına rağmen Düzgün Baba Cem Evi’nin yöneticilerini ve aynı doğrultuda hareket eden herkesi Madımak yangını canileriyle ve Zini Gediğı Anıtı’nı tahrip edenlerle eş anlamlı tutmanın anlaşılır bir tarafı yoktur. Böylesi tutumlar, Alevileri ve demokrasi güçlerini biribirine düşürmek için fırsat kollayan, provokasyon peşinde olan malum güçlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir fonksiyon göremez.
Alevileri temsil ettiğini söyleyen kişiler ve kurum temsilcileri ve diğer Yol ileri gelenleri inanç mekanları meselelerini, modernist ve pozitivist bakış açısından uzak, Yol’un bütünsellik manası içinde ele alıp çözüm arayışına girmeliler. Politik partiler ve örgütler, Raa Haq Alevi inanç meseleleriyle ilgili olmayan sivil toplum kurumları ve şahsiyetler Kemerê Duzgıni/Düzgün Bava gibi ziyaret mekanalarını dizayn etmeye calışmaktan vazgeçmeliler. Alevi İnancı`nı ilgilendiren konular, bu inancı kendi içinde nacizane yaşayan yol ehillerine bırakılmalıdır.
Dersim Meclisi Kongresi | 22 Temmuz 2020
Alevilik İslam içi mi, dışı mı tartışmaları, Alevi Hareketi’ni tehdit edici bir boyutta, son hızla devam ediyor. Ocakzadeler ve kurum yöneticileri de dahil, Alevi Toplumu neredeyse ortadan ikiye bölünmüş durumda. Bir delinin kuyuya attığı taşı çıkaracaklar diye kırk akıllının birbirine ettiğini kimse azılı düşmanına bile reva görmez.
Tarafların edep-erkan edebiyatı bir yana, tartışmaların andaki haliyle devam etmesi, bin bir süreğiyle kadim Alevi İnancı’na indirilmek istenen nihai darbeye hizmet sunmaktan başka pek bir işe yaramıyor.
Tartışmaya “sol”dan iştirak edenlerin tutumuna ilişkin bir kaç noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Tartışmada konunun bilimsellik boyutu ve teolojik boyutu kesinlikle birbirinden ayrıştırılmalıdır. “Yol”da ve süreklerde bir reform, ya da İslam öncesi “Raa Haq” inanışına bir rücu gerekiyorsa, bunu sağlamak yol/inanç önderlerinin ve Alevi/Raa Haq İnancı’na bağlı entelektüellerin işidir. İnançlar ve dinler tarihine diyalektik tarihi materyalist dünya görüşü ekseninde baktıklarını iddia edenler, Alevi İnancı’na karşı başlatılan kötü niyetli kampanyalara “bilimsellik” adına alet olmamalıdırlar.
Asırlar boyu toplumsal altüst oluşlardan etkilenerek bugünkü şeklini almış Alevi İnancı’na yeni format vermek bilim dünyasının işi değildir. Alevi/Raa Haq inanç dünyasının bu “yeni bilimsel” önermeleri kabul etmelerinin sosyal ve kültürel şartları da mevcut değildir. Aleviler, yaşadıkları her coğrafyada tarihte insanlığın aydınlık yüzü olmuşlardır ve bunun için soykırımlara varan bedeller ödemişlerdir. Bunu, başkalarının dışarıdan kendilerine empoze etmeye çalıştığı kimlikle değil, “KENDİ” Alevi/ Raa Haq inanç kimliğiyle yapmışlardır. Alevi/Raa Haq İnancı’nın değişik tarihi dönemlerdeki her ritüeli, sembolü ve kutsal saydığı kişisi bu o andaki “KENDİ” olma halinin bileşenidir. Bilimsellik adına bunları “özüne uygun” ve “özüne aykırı” zıtlıklar diye tasniflemek ve bundan dolayı Alevi/Raa Haq yol/inanç önderlerini gericilikle suçlamanın mazur görülecek tarafı olamaz.
Bilimde “tartışılamaz” diye bir konu yoktur. Her inanç, her dogma, her bilimsel bulgu tartışılabilir ve edilen tecrübeler ışığında tashih edilebilir. Ne var ki, bilimsel bulgular ve tarihi gerçekler bugün artık yeni bir din ya da inanç yaratmak için kullanılamaz, inanç ritüellerinin yerine ikame edilemez. Alevilerden/Raa Haq inanç sahiplerinden, yüzyıllardır uyguladıkları inanış pratiklerini ve ritüellerini terk edip, İslam öncesi inanç dünyasına rücu etmelerini beklemenin hiçbir bilimselliği yoktur. Sosyal bilimciler, diyalektik ve tarihi materyalist araştırmacılar, ateist solcu yazar ve aydınlar “Aleviliği/Raa Haq İnancı’nı takkiyeden arındırma” ve Alevileri/Raa Haq inanç sahiplerini asırlardır uyguladıkları, içselleştirdikleri inanış ritüellerinden vazgeçirme çabalarından uzak durmalılar. Böyle davranmakla hem kendilerine hem de Alevi inanç dünyasına zarar vermektedirler.
Aleviliğin tarihten gelen, zulme ve haksızlığa karşı direniş geleneği damarına atıf yaparak Aleviliğe/Raa Haq İnancı’na toplumsal kurtuluş felsefesi misyonunu yüklemek de günümüz şartlarında doğru değildir. Örneğin, toplumsal ve siyasal kurtuluş vaat eden Türkiye sol hareketinin çıkmazı, Aleviliğin/Raa Haq İnancı’nın “takkiyeden arındırılarak özüne kavuşturulması”ıyla da tazmin edilemez. Türkiye’de Aleviliğe karşı ciddi oyunların sahnelendiği ve Alevi kitlelerin büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğu bir gerçektir. Ne var ki, bu tehlikeleri savmak için, Aleviler dışındaki toplumsal güçleri de kapsayan ciddi politik örgütlenmeler gerekiyor. Sadece Alevi/Raa Haq inanç sistemi içinde bu devası saldırılara karşı çözüm bulmaya çalışmak beyhude bir çabadır.
Alevi inanç dünyası, kendi iç sorunlarını tartışırken, düşmanlarının Alevilere ve diğer mazlumlara karşı kullandıkları metotları ve dili birbirine karşı kullanmaktan imtina etmelidir. Alevilerin ve dostlarının birbirine karşı kışkırtılmalarına karşı her kes uyanık olmak zorundadır. Devletin böl-parçala-yönet politikası hepimizin malumu. Bunu böl-parçala-yok et olarak da okuyabiliriz.
Kimse aklından çıkarmasın: Aleviler, solcular, ateistler de dahil, mazlumlar cephesinin her rengi bu yok etme eyleminin hedefidir.
30.12.2018
Her yıl olduğu gibi bu yıl da Aleviler Sivas ve Çorum anmalarından sonra Hacıbektaş’a gitti. Burada bulunan Garip Dede Cemevinde gerçekleşen toplantıda altında birçok dede ve aydının imzasının bulunduğu Alevi yolu ve Erkanı üzerine hazırlanan geniş kapsamlı bir bildiri okundu. Alevilik yaşayan bir inançtır, Alevilik semavi dinlerden farklıdır, Alevilik tek bir millete ait değildir, Alevi-Kızılbaş-Bektaşi inancı ekolojik yaşamı önemser ve savunur, Barış talebimiz inancımız gereğidir gibi başlıkların olduğu bildiri metnini Araştırmacı/Yazar Abbas Tan okudu.
Toplantı Mehmet Tural Dede’nin verdiği gulbang ile başladı.
Açıklama öncesi divan başkanı Hatice Çevik kısa bir konuşma yaptı. Alevi yolu ve Erkanı üzerine bir çalışma yürüttüklerini ve 6 çalıştay sonrası burada sonucu paylaştıklarını belirten Çevik “Bu sunum cümle cana yazılmış. Tüm canlara ışık olsun” dedi.
Açıklamaya İnanç Kurulu Başkanları ve üyeleri, ABF Genel Başkanı Muhittin Yıldız, AKD Genel Başkanı Doğan Demir, Britanya Alevi Federasyonu Başkanı İsrafil Erbil, Avrupa Alevi Federasyonu Başkanı Hüseyin Mat, Avusturya Alevi Federasyonu Başkanı Erdal Kılıçkaya, HDP MYK üyesi Çilem Küçükkeleş ve çok sayıda kurum temsilcisi katıldı.
Abbas Tan, Ali Köylüce, Ali İnan, Aysel Kılavuz, Bekir Özgür, Bese Aslan, Cemal Şahin, Efe Engin, Erdoğan Sevim, Esat Korkmaz, Gani Pekşen, Hamza Takmaz, Hasan Kılavuz, Hasan Harmancı, Hatice Çevik, Haydar Arkovan, Haydar Selçuk, Hıdır Çam, Hüseyin Gazi Metin, Hüseyin Serdar Tanal, Mehmet Turan, Mehmet Tural, Nurettin Aksoy, Piri Er, Seval Şahin, Sevim Savunmaz, Süleyman Zaman, Süleyman Deprem, Tacım Taşdan, Yaşar Yılmaz, Yüksel Özdemir ve Zihni Çabuk’un altında imzasının bulunduğu bildiyi Araştırmacı/Yazar Abbas Tan okudu.
Metnin tamamını olduğu gibi yayınlıyoruz.
Değerli Canlar,
Davetimizi kabul edip gelen tüm canlara aşkı niyaz olsun. Çağrımıza karşılık ses verenlere aşkı niyaz olsun..
Alevilere yıllardır yapılan baskı ve yok etme politikaları karşısında suskun kalmanın, suç ortağı sayılacağı düşüncesi ile duyarlılık gösterme ihtiyacımız doğmuştur. Bu nedenle Alevilerin günümüzde yaşadığı ve gittikçe derinleşen sıkıntılara kayıtsız kalmayı reddeden pirler (ana-dede), araştırmacı, yazar, sanatçı ve aydınlar olarak bir araya geldik. Statü ve ünvanlarımızdan bağımsız Alevi-Kızılbaş-Bektaşiler olarak ‘gönül kalsın yol kalmasın şiarıyla bir çalışma yürüttük. Birçok nedene bağlı olan asimilasyonun kaygı verici bir noktaya gelmesine ve sonucunda Alevilerin hızla özlerinden uzaklaşıyor olmasına dikkat çekmek ve özüne bağlanmaları için çözüm önerileri üzerine tartışmaların yapıldığı ve 3 yıla yakın bir zaman alan çalıştaylar gerçekleştirdik.
Yüzyıllardır asimile edilmeye çalışılan, kadim ve özgün bir inanç olan Alevilik (“inanç, yol ve erkân”ı), son dönemlerde sadece dışarıdan değil, içeriden de başlatılan asimilasyon politikaları ile var olduğundan bu yana en tehlikeli süreci yaşamaktadır.
Alevilik inancının; önce içini boşaltmaya, sonra başka bir inancın içinde eritip yok etmeye yönelik bu sinsi planın her gün biraz daha acımasızca hayata geçirildiğini ve bunun sonucu olarak da Alevilere her türlü baskı-zülüm -ayırımcılık yapıldığını görüp sessiz kalmak, suça ortak olmaktır.
Bu nedenle dünden bugüne, gelmiş geçmiş tüm Analarımızın, Pirlerimizin, Ulu ozanlarımızın, Doğudan batıya tüm ocaklarımızın manevi ikliminde yaptığımız çalıştaylar sonucunda, mevcut büyük tehlike karşısında, susmak-seyretmek-kabullenmek yerine; haykırmak-direnmek-mücadele etmek yolunu seçiyoruz.
Takiye yapmanın değil, gerçeği haykırmanın zamanı gelmiştir.
Üç yılı aşkın bir sürede yürüttüğümüz tartışmalar sonucunda vardığımız sonuçları ve acil uygulanması gereken çözüm önerilerimizi tüm canlara sunuyoruz.
ALEVİLİK YAŞAYAN BİR İNANÇTIR!
Alevilik bir din değil inançtır, yaşam biçimidir.
Bu yaşama biçimi Hak-Muhammet-Ali belirlemesini doğurmuştur. Zahirde sır Batında ayandır. Ulu ozanlarımızdan geçmişten bugüne aktarılan nefes ve deyişlere bakıldığında bu birlemenin nasıl olduğu açıkça görülmektedir.
Alevilik Hakk ve hakikat yoludur.
Aleviliğin inançsal, toplumsal ve kültürel boyutu vardır.
Doğanın dilini çözen ve insan yaşamını bu bütünün içinde ele alan felsefeye sahip bir inançtır.
Alevilik: Hak-Evren-İnsan birliğini, varlığın birliği temelinde bir bütün olarak gören, toplumsal yaşamı insan hakkı, eşitlik ve etno-kültürel çeşitlilik içinde birlik temelinde düzenleyen; tarihini, kültürel ve inançsal varlığını insanlık tarihi ve kadim uygarlıklardan alan, ekolojik sistemin sürdürülmesini öncelikli gören bir ekonomik ve felsefi düşüncesi ırklar üstü nitelikli evrensel bir yaşama biçimidir.
Bu nedenle Alevilik binlerce yıldır var olarak bugüne gelmiştir. Alevilik ve Aleviler geçmişten günümüze kadar semavi (İbrahimi) dinlerle etkileşim içerisinde olmuştur. Birçok din ve inançla yolu kesişmesine rağmen özünü korumuştur. Özellikle incelendiğinde birçok dine de katkı sağlamıştır.
ALEVİLİK, SEMAVİ (İBRAHİMİ) DİNLERDEN FARKLIDIR!
Semavi (İbrahimi) dinler olarak bilinen; Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet ile Aleviliğin temel kabulleri tamamen farklıdır.
Semavi (İbrahimi) dinlerin 4 temel kitabına baktığımızda vahiye dayalıdır peygamberler aracılığı ile toplum üzerinde kendini buna göre tamamlar. Semavi (İbrahimi) dinlerin şartları ve cezaları vardır.
Alevi-Kızılbaş-Bektaşi yaşam felsefesine, öğretilerine baktığımızda insana, akla ve doğaya dayalı olduğunu görüyoruz. Kamil insanı kendi içinde çıkaran bir inançtır. Okunulacak kitap olarak insanı görmüştür. Bu saz ve deyişlerle gelecek kuşaklara sözlü olarak aktarılmıştır. Alevi inancında insanı fiziki ve manevi anlamda yok edici, aşağılayıcı ve korkuya dayalı cezalar yoktur. Düşkünlük olduğunda toplumdan uzaklaştırılır ancak can’ın tekrar topluma geri kazanılması esastır.
Tanrı, Evren ve İnsan tasarımı diğer inançlardan tamamen farklıdır. Bir varoluş felsefesi ile olayları değerlendirir.
İSLAM ALEVİLİĞİN İÇİNE GİRMİŞTİR!
Özellikle tarihsel süreçte Aleviliğin İslamiyet’le ilişkisi yoğun olarak gözlenmiştir. Aleviliğin İslam’la karşılaşması ile Alevi inancı ve Aleviler İslamlaştırılmaya çalışılmıştır. İslam’ın cihad, korku ile dayatmacı, yayılmacı politikası Aleviler için geçmişte de bugün de tehdit niteliğindedir. İslami unsurlar bugün Aleviliğin içine girmiş ve özünden uzaklaşmasına neden olmuştur. Bu değişim ve dönüşüm geçmişte korku vb. nedenlerle takiye olsa da bugün artık Alevliği kendi özünden uzaklaştırarak yok etme noktasına getirmiştir. Sünnileştirme asimilasyon politikalarının bir ürünüdür. Bu İslami yayma süreciyle başlamış kimi zaman zorlama ve katliamlarla devam etmiştir. Aleviliğin tasavvuf üzerinden İslamiyet’e bağlanması bir zorlamadır. Bu zorlama bugün artarak devam etmektedir.
Alevi inancını yok etmek için birçok söylence ve mit yaratılmıştır. Bu asimilasyon sadece devlet eliyle değil kimi Alevi dedeleri tarafından da yapılmaktadır. Alevilik İslam içinde gösterilerek dinsel bir unsur yaratılmaya çalışılmaktadır.
ALEVİ-KIZILBAŞ-BEKTAŞİ İNANCI
Alevilik Hak ve Hakikat Yoludur.
Bütün yönleri ile Aleviliğin (Yol ve Erkân’ı, felsefesi, kültürü, geleneği/yaşama biçimi) kendine özgü temel ilkeleri ve kuralları vardır.
Aleviliğin Tanrı tasarımı, Evren Tasarımı, İnsan tasarımı tamamen kendine özgüdür ve semavi dinlerden tamamen farklıdır.
Evrendeki her şeyin (inançlar dahil) kemale ermesi için; değişimini, ilerleyişini, döngüsünü kabul eder. Aklidir, doğmayı ret eder.
Alevilikte Devriye inancı vardır. Yani Ahiret (Cennet-Cehennem) olgusunu kabul etmez. Ölüm yoktur don değiştirme, devr-i daim vardır.
Alevi-Kızılbaş-Bektaşi İnancının temelinde; Cem, Semah, Bağlama, İkrar, Sorgu-Görgü, Musahiplik, Talip-Rehber (Rayber)-Pir-Mürşit ilişkisini belirleyen Erkân’lar vardır. Bağlama, semah ve deyişlerle erkanlar yapılır.
4 kapı 40 makamdan geçip Kamil insan olmayı ve Rıza Şehrini kurmayı hedefler.
Alevilikteki inanç ritüelleri, oruç günleri ve sayıları, toplantı mekânları ve adları, Kutsal kabul edilen mekân ve yerleri (ziyaret, türbe, dergâh, ocak vs) kendine hastır.
Alevilikte kadın ve erkek eşittir, her insan bir CANdır.
Cem, Semah, Bağlama, Musahiplik, Talip-Rehber (Rayber)-Pir-Mürşid ilişkileri, Hızır Kültü, 4 Kapı 40 Makam, Rıza Şehri, Kamil İnsan anlayışı gibi değerlere sahiptir.
‘’Dört Kapı Kırk Makamı’’n anlaşılır, öğretilebilinir ve yaşama taşınabilir olması konusunda Dergah ve Ocaklarımızda çalışma yapılarak, öncelikle Şeriat kapısındaki anlayışın yaşama taşınabilir bir şekilde anlatılması ve uygulanması sağlanmalıdır.
Kadimden gelen ve kadim uygarlıklardan beslenerek yolculuğuna devam eden Aleviliği kendisinin dışında herhangi bir inancın ya da dinin şemsiyesi altına koyma çabaları, Aleviliğin asimilasyonuna ve yok edilme çabalarına hizmet eder. Bu kabul edilemez. Alevilik diğer din ve inançlarla çatışmadan yol öğretisi ile bugüne kadar var olmuştur, sonsuza kadar da var olacaktır.
İnancımızın adı; Alevilik-Kızılbaşlık-Bektaşiliktir. Yaşadığımız topraklarda adımız; Alevi, Kızılbaş, Işık insanı, Ehli Hak, Şabak, Kakai, Yaresan, Aliilahi, Arap Alevisi, Torlak, Kalenderi, Haydari, Abdal, Tahtacı, Çepni, Bektaşi, Çelebi olarak anılmaktadır. İbadet yerimiz; Cemevidir. İbadetimiz şeklimiz; Cem ve Semahtır. Yaşam felsefemiz; cümle cana muhabbet, saygı ve sevgidir.
ALEVİLİK TEK BİR MİLLETE AİT DEĞİLDİR!
Alevi-Kızılbaş-Bektaşi inancı Anadolu ve Mezopotamya kaynaklı olup Balkanlardan, Hindistan’a, Ortadoğu’da ve Alevilerin göç-göçertme sonucu gittiği dünyanın her yerinde hala yaşamaktadır. Hak Yolu olan Aleviliğin yürütülmesinde tarihi ve coğrafyanın özelliklerinden kaynaklı ritüeller farklılık gösterebilmektedir. Alevilikte yol bir, sürek bin birdir, bu nedenle Alevilik yüzyıllardır vardır. Alevilik 72 millete aynı nazarda bakmaktadır. Alevilik her türlü milliyetçiliği reddeder. Hiç bir inancın ulus kimliği yoktur. Kadim inanç tek millete özgü değildir, Milli bir dili yoktur. Her halk Erkanlarını kendi anadilinde yapmaktadır ve yapmalıdır. Ortak dilimiz Alevi dilidir. Alevilik Osmanlı’da ittihat ve terakki ile başlayan ve cumhuriyet dönemi ile devam eden milliyetçi bir kimlikle anılmaya çalışılmıştır. Halklar ve inançlar arasında bir çatışma yaratılmak istenmiştir.
Alevilik; Halkların birlikte yaşamasını esas alır, hiç birinin inancını, dinini ve dilini reddetmez. Diğer halklara ve inançlara baskı, dayatma uygulamaz. Bulunduğu coğrafyada halkların var olma ve yaşama hakkını tanır, birbirlerine üstün olarak görmez eşitliğini savunur.
Uluslararası düşünce ve etki kuruluşları ile iktidardaki hükümetlerin çok yönlü çalışmaları sonucunda Aleviler aleyhine oyunlar oynanmakta, bizler için karanlık projeler üretilerek yaşama geçirilmeye çalışılmaktadır. Aleviler tüm bu etki ve belirleyiciliğin yarattığı oyunların farkındadır. Alevilerin örgütlü kurum ve kuruluşlarının yanı sıra ülkenin tüm sisteme karşı muhalifleri bu karanlık oyunlar karşısında direniş ve dayanışma içerisinde olmalıdırlar.
Alevi-Kızılbaş-Bektaşi inancı sadece ütopik bir dünya tezahürü ile hareket etmeyip dün olduğu gibi bugün de var olan hayatın sorunları ve çözüm yolları konusunda mücadele ederek kendini tarih sahnesinde göstermiştir. Bundan kaynaklı olarak coğrafyamızda dayatılan tek tipçi anlayışlara karşı bütün ezilenlerle ortak hareket etmeyi hedefleyerek hangi din, dil, etnik kimlik ve inanca sahip olursa olsun ayrım yapmadan, ötekileştirmeden, ezilenlerle ortak zeminde buluşarak, kendi ilkelerinden ödün vermeden dayanışma içerisinde yer alır.
ALEVİ-KIZILBAŞ-BEKTAŞİ İNANCI EKOLOJİK YAŞAMI ÖNEMSER VE SAVUNUR!
Aleviler; dünyamızda yaşanan sağlık, çevre ve doğa sorunları konusunda Alevi öğretisinin sunduğu yaşama biçimine hızla adapte olmalıdır. Dünyamızın yaşanabilir olması için Alevi inancının öngördüğü biçimde insana, doğaya, bütün tabiat varlıklarına sahip çıkmak, koruyup kollamak inanç ve öğretimizin gereğidir. Aleviler bu düşünceyi savunan, eylem ve söylemlerinde sahiplenen her kesimle dayanışma ve ittifak içinde olmalıdır. Biz Aleviler bu düşünceyi ibadetimizin bir parçası olarak kabul ederiz.
Baraj ve Hes projeleri inancımızca kutsal kabul edilen ziyaret yerlerini ve yaşam alanlarını yok etmektedir. Bu ziyaret yerlerimizin yok edilmesine ve kıyımına karşı birlikte ses çıkartmalı ve dayanışma içinde olmalıyız. İnanç alanlarımızı sahiplenmek yolumuzun devamlılığı için önemlidir.
HIZIR
Hızır’la ilgili Cem ve ritüeller, doğayı ve insanı birbirinden ayırmadan güçlendiren ve insanlık için bereket yaratan düşüncemizdir. Hızır; hayat takvimimizde canlılığı başlatan, yoksulların carına yetişen ve “her an her yerde hazır ve nazır” olan yoldaşımızdır. Aleviler Tanrı misyonunu Hızır’a yüklemişlerdir.
Hızır’la ilgili erkân ve uygulamalara dikkat çekilmesi, geliştirilmesi, hatırlanması ve yabancı inanç unsurlarından ayıklanması için çaba gösterilmelidir.
RIZALIK
Rıza Şehri, Alevilere göre toplumsal eşitliğin, barışın, kardeşliğin ortak üretim ve bölüşümün öne çıktığı bir dünya tasarımıdır. Rıza Şehri ütopyamızın anlaşılması ve insanlığa örnek rol model olarak sunulması için çaba harcanmalıdır.
Rızalık düşüncemizin, gelenek, ritüel, felsefe ve ahlaki değerlerimizin başta çocuklarımız ve gençlerimiz olmak üzere tüm canların eğitimi ve yetiştirilmesi amacıyla anlatılması ve canlandırılması için projeler hazırlanmalıdır.
ALEVİLİK HAK VE HAKİKAT YOLUDUR VE YOLUN NASIL YÜRÜTÜLECEĞİ ERKÂNLARLA BELİRLENMİŞTİR.
Yol ve Erkân, Alevi-Kızılbaş-Bektaşi inancının belirleyicisidir.
Alevi inancı her zaman çağdaş ve kendini yenileyen bir inançtır, devamlılığı esastır. Günümüze kadar da bu şekilde devam etmiştir.
Erkânname bir anlamda Alevi-Kızılbaş-Bektaşiler’in anayasasıdır.
Doğumdan Hakka yürüyene kadar bir canın içinde bulunduğu toplum düzenini sağlayan Erkânlar, yol yürütücüsü pirlerin (ana-dede) ve taliplerin rehberi niteliğindedir.
Bugüne kadar sözlü gelenek şeklinde uygulana gelmiştir, aktarımı da bu şekilde yapılmıştır. Bu nedenle Erkânname çağın gereksinimlerine göre yeniden düzenlenmeli, güncellenmelidir. Geçmişteki bazı ritüelleri bugün artık yürütmek mümkün değildir. Bazı Pirlerin kendini güncelleyememesi ve asimile edilmeleri nedeni ile Erkân konusunda farklılıklar yaşanmaktadır. Ayrıca İslami içerikli Erkânname Alevi inancında karşılık bulamaz, bulmamalıdır. Alevilik, evreni varoluşsal yapısı ve işleyiş düzeniyle toplumsal bir yaşam biçimi olarak kavratan inanç, öğreti ve ritüeller bütünüdür.
Bugüne kadar yapılan; HBVAK Vakfı, Hünkar Vakfı, ABF (Türkiye), AABF (Avrupa) ve Bağımsız Erkânname çalışmalarının olduğunu biliyor, bu Erkânnameleri önemsiyor ve değerli buluyoruz.
Yürütülen tartışmalar sonucunda Alevi toplumunun elinde bulunan ve Alevilerin inancına ve yaşama tarzlarına yön veren “Erkânname”lerin, yaşadığımız zaman diliminin ihtiyaçlarını karşılamakta ve sorunlarını çözmekte bazılarının eksik kaldığı veya yetersiz olduğu görülmüştür. Bu tespitin gereği olarak; Erkânname’lerin ‘derlenmesi ve güncellenmesi’ ile ilgili çalışma ve yöntemlerinin belirlenmesi uygun görülmüştür.
Erkânnamenin; Alevi inancına, felsefesine uygun ve Alevi dili esas alınarak güncellenmesi zorunlu bir ihtiyaçtır. Musahiplik, Kirvelik, Cem, Gulbanglar, Doğum ve Ad verilmesi, Evlenme, Görgü, Hakka yürüme vb konularda çağa uygun Alevi-Kızılbaş-Bektaşi inancıyla çelişmeyecek düzenlemeler gerekmektedir. Alevi inancının insana, doğaya, dünyaya bakışı ve sevgi anlayışı belirleyici olmalıdır.
Erkânnameler; Pirler (ana-dede) ve Alevi araştırmacıları, aydınları, kuruluşlarından oluşacak komisyon ile bir araya gelerek ortak bir şekilde yeniden hazırlanmalıdır. Bu konuda çalışma yapan ve yapmak isteyen kurum ve komisyonlar var ise bunlar ile de temas kurularak çalışmaların ortaklaştırılması kararı alınmıştır.
ERKÂNLARIN DİLİ ALEVİ-KIZILBAŞ-BEKTAŞİ FELSEFESİNE UYGUN OLMALIDIR!
Erkânların dili kesinlikle ALEVİCE olmalıdır. Erkânların Alevi dili, terminolojisi ve felsefesi temelinde aslına uygun olarak asimilasyonun etkilerinden arındırılarak yeniden yapılandırılması gerekliliği vardır.
Bu çalışma toplumumuzda karşılığını bulacaktır. Gülbanglarda; Bismişah, Gerçeğe Hü, Gerçeğin Demine Hü terimlerinin başlangıç ve bitimde kullanılmasına özen gösterilmelidir.
Alevi topluluklarının etnik farklılığı gözetilerek Hakk’a Yürüme Erkânı başta olmak üzere, Erkânların Alevi diline sadık kalarak farklı dil ve lehçelerde yazılması desteklenmelidir.
KİRVELİK ERKÂNI
Kirvelik, Alevilerin kutsallık yükledikleri en büyük sosyal kurumdur. Bu kurumun özü sulandırılmadan korunmalı ve yaşatılmalıdır. Toplum bireylerinin aralarındaki sevgi ve dayanışma bağı ikrar ile pekiştirilmeli, tıpkı yüzyıllardan beri geldiği özüne uygun korunmalıdır.
Ancak sosyal bir kurum olarak sünnete bağlı bir İkrar erkânı olarak Kirveliğin özendirilmesi ve uygulanır olması sağlanmalıdır.
NİKÂH ERKANI
Nikâh Erkânı Alevi diline uygun bir şekilde gerçekleştirilmeli ikrar, rızalık olmalıdır.
MUSAHİPLİK ERKÂNI
Musahiplik, Alevi-Kızılbaş-Bektaşi edep-erkânının vazgeçilmez kurumudur. Alevilik inancı gereği canlar arasında öğretimize uygun yaşamı düzenleyen, toplumda barış, maddi ve manevi dayanışma, sevgi ve rızalık ilişkilerini denetleyerek farklı inanç ve modern yapılar karşısında özgünlüğümüzü sağlar. Bu nedenle Musahipliğin özendirilmesi, bu amaçla Cemlerde buna özen gösterilmesi, duyarlılığın arttırılması için çaba harcanması gerekmektedir.
Musahiplik uygulamalarının günümüz gerçeği göz önüne alınarak, çiftler üzerinden yürütülmesi yanında, tek tek canların karşılıklı rızalıklarıyla Musahip olmaları yükümlülüğünün desteklenmelidir.
Musahiplik kurumunun çağımızın toplumsal yapılanması içinde yaşatılmasını sağlayabilmek için, bu kurumun ‘yol kardeşliği’ temelinde geliştirilmesi, farklı inanç, etnik yapı ve kültürlerin bir arada yaşamasına katkı sağlaması özendirilmelidir. Alevi yaşamının önemli kurumsal geçişi olan “ikrar alma” ve “yol kardeşliği” geleneklerinin özendirilmeli, topluluğumuz bu konuda bilgilendirilmelidir.
HAKK’A YÜRÜME ERKÂNI
Bu konuda yapılan çalışmaların, diğer inançların etki alanından kurtarılarak Alevi-Kızılbaş-Bektaşi inancının özgünlüğüne ve diline yaraşır nitelikte birleştirilmesi, geliştirilip ortaklaştırılması için çaba harcanması ve erkân uygulamalarının hayat bulması gerekmektedir.
Alevi-Kızılbaş-Bektaşi inancında ölüm yoktur Hakk’a Yürüme vardır. Gömmek yoktur toprakla sırlamak vardır.
Hakk’a Yürüme Erkânında öncelikle yıkama ve ritüel işlemlerine katılanlara hijyen ve bulaşıcı hastalıklar konusunda tıbbi bilgi ve destek sağlanmalıdır.
Alevi Hakk’a Yürüme Erkânlarında yer almayan ve toplumumuzu yaşam tarzından uzaklaştıran erkân sırasında ve mezarlıkta ifade edilen dualar ve gulbanglar Alevi inanç ve ibadetin özüne uygun olmalı, konuşulan dil herkesçe anlaşılmalıdır.
Alevi geleneklerinin bölgesel uygulamalarına bağlı olarak Hakk’a Yürüme Erkânlarında bağlama eşliğinde duruma uygun nefes, mersiye ve duazlar okunması konusunda, ailelerin de rızası alınarak, öncü olmak konusunda uygulamaların yaygınlaştırılması sağlanmalıdır.
Yine bölgesel uygulamalar da dikkate alınarak, Hakk’a Yürüyen can’ın tabutla taşınmasına, tabutun başının batıya gelmesine, tabutla sırlanmasına, tabutlar üzerinde yer alacak örtülerde Yol’a uygun olmayan yazı ve simgelere fırsat verilmemelidir. Bu amaçla hazırlanacak olan örtülerin üzerine Yol ulularımızın nefes, hikmet ve duruma uygun sözlerine yer verilmelidir. Bu halde sırlanmasına ya da döşek, sevdiği giysilerle uğurlanmasına özen gösterilmesine ve sırlama sırasında bölgesel uygulamalara bağlı olarak mezarlarda baş bölümlerinin kapatılması sırasında tahta ile kapatılmasına özen gösterilmelidir.
Kapalı alanlarda Hakk’a Yürüme Erkânı düzenlenmesi sırasında erkân gereği çerağ/delil uyandırılmasına, açık alanda erkân yapılması sırasında koşula bağlı olarak çerağ uyandırılması uygulamasına sadık kalınmasına dikkat edilmeli, koşulun uygun olmaması durumunda zorlamaya gidilmemelidir.
Türkiye’de uygulama sorunları yaşanması nedeniyle, dileyen canlarımızın bulundukları ülkelerde cesetlerinin yakılmasını isteyebilmesinin önü açılmalıdır.
ORGAN BAĞIŞI TEŞVİK EDİLMELİDİR !
Hakk’a Yürüyen Can’ın yaşarken organ bağışında bulunabilmesi, vasiyette bulunamaması durumunda ailesi tarafından organ bağışının gerçekleştirilmesi önemsenmelidir. Hakka yürüdükten sonra sırlama ile toprağa, havaya, suya karışmak nedir bilimsel olarak anlatılmalıdır. Canların yaşarken edindikleri bu bilinç organ bağışının önemsenmesini sağlayacaktır.
ALEVİ-KIZILBAŞ-BEKTAŞİ İNANCINDA MEZAR
Alevi mezar geleneğinin geçmişte olduğu gibi Alevi kültür ve inançlarını yansıtan ortak simge ve tasarımlarla yapılmasının özendirilmelidir.
Aleviliğin varlık alanına karşıt olan ve felsefemizle zıt bir anlam içeren mezar taşlarına Fatiha sözü yerine Alevi Ulularının beyitleri ve dörtlükleri deyişleri yazılmalıdır.
Mezar taşlarında ayak taşı ve baş taşına ayrı ayrı uygulamaya gidilmelidir. Ayak taşına genellikle servi ağacı (Can’ın Hakk’a kavuştuğunu simgeler) kabartması yapılmasına: Gerek görülmesi durumunda, uygun düşen bir şiir dörtlüğü veya hikmet anlamlı sözlere yer verilmesi; geleneklerimizde simge konumunda olan güneş, ay, yıldız, şamdan, nilüfer, lotus çiçeği, lale, çeşitli bitki dal ve yaprakları (akantus vb), buket çiçekler, kandil, açılmış gül (özellikle kadın mezar taşlarında), aslan, sarmaşık hayat ağacı, asa, kozmik diyagram, ibrik, kaz ayağı (Tahtacı, Çepni vb.), asma, üzüm salkımı, teslim taşı, çeşitli taçlar (Bektaşi mezar taşlarında), bağlama simgelerine yer verilmesi; yapılacak lahitlerde de benzer bezeme, işleme ve kabartmalara yer verilmesi, Taşlarda Hakk’a Yürüyen can’ın, doğum-ölüm tarihlerine, mesleğine, hayat gayesine, mizacına vs. yer verilmesi, mezar taşlarının çoğunlukla nefeslerle bezenmiş bir kitabe tarzında hazırlanması, öte yandan bu tür simgesel ya da nesnel süslemelerin çağımıza göre yenilenebilme özelliği göz önüne alınarak genişletilmesi uygun olacaktır. Koşulları uygun olan ülke ve bölgelerde ALEVİ MEZARLIĞI oluşturulması teşvik edilmelidir.
CEM ERKÂNI
Alevi-Kızılbaş-Bektaşi inancının temelinde Cem olmak vardır. Canların bir araya gelmesi ile yapılan cemler, erkanların uygulanması olmakla beraber eğitim öğretimin gerçekleştiği ve inancın yaşatılmasında en önemli erkandır. Cem Erkanı kullanılan dil, uygulamalarda Alevi-Kızılbaş-Bektaşi inanç ve yaşam felsefesine göre gerçekleştirilmelidir. İslami dua vb ritüeller uygulamamalıdır. Cemi yürüten Pir ve Analar uygulamalar hakkında açıklayıcı bilgiler vererek canların bilinçlenmesini sağlamalıdır. Yürütülen hizmetlerde rızalık esasına uygun davranılmalıdır. Cemde ve Cemevlerinde hizmet yürütenlere rehberlik hizmeti sağlanmalıdır.
CEM EVLERİ NASIL OLMALIDIR?
Alevilerin Ocak ve Dergah, (Tekke, Zaviye, Hangah), Cemevi, modern dernek ve vakıfları kendilerini yenileyememeleri nedeniyle Alevilerin inançsal ve sosyal ihtiyacını karşılamaktan ne yazık ki uzaklaşmıştır. Bu nedenle ihtiyaç ve beklentilerimiz doğrultusunda yeniden yapılanarak Alevice özgünlüğünden taviz vermeden günün koşullarına uygun hale getirilmelidirler. Aynı zamanda Ocak, Dergah, Dernek ve Vakıflarımızda hizmet yürüten canlarımızın kişisel beklenti, kariyer, statü kaygılarını bir kenara bırakarak Alevi-Kızılbaş-Bektaşi İnancımızın özünü İslami dil ifade ve uygulamalardan korkusuzca arındırılmış, ilkeli bir şekilde savunmalı ve yaşatmalıdır.
Dergâh, hangâh, tekke, cemevi, ziyaretgâh, kültür merkezi, dernek ve vakıflarımızda Alevi felsefesine uygun kitap, doküman, sancak, simge, hikmet ve söylemler dışında bulunan görsel ya da yazılı herhangi bir simge ve bilgiye yer verilmemesi için çaba harcanmalıdır.
Bağımsız Cemevlerimizin yerel geleneklerin uygulanması konusunda özgünlük ve hassasiyet içinde olmalarının özendirilmesine ve desteklenmesine ancak, örgütlü Alevi dernek ya da vakıflarına bağlanmaları konusunda çaba gösterilmelidir.
Cemevi mimari ve tasarımları açısından gözden geçirilerek Alevi geleneklerine uygun sanatsal ve simgesel düzenlenmesine destek olunmalıdır. Cami tarzı cemevi yapılmasının önüne geçilmelidir.
Hiçbir semavi dinin ibadet yeri ile birlikte tasarlanıp inşa edilmemelidir.
Cemevlerinin resmi olarak tanınması için; Anayasa ve uluslararası sözleşmelerden kaynaklı elde edilen hakların ihlalinin devam ettirilmesi nedeniyle Demokratik mücadelenin daha ileri bir noktaya taşınması gerekmektedir.
ÂŞIKLIK, ZAKİRLİK ve SÖZLÜ GELENEK
Alevi-Kızılbaş-Bektaşi edebiyatının yarattığı düşünce ve sanatlar üzerinde durulması, farklı dil, yöresel lehçeler ve kültürler temelinde âşıklık ve ozanlık geleneklerinin sürdürülmesi, tarihsel boyutuyla ele alınarak kayıt altına alınması sağlanmalıdır.
Zakirlik hizmetinin cemlerimizdeki yerinin ve öneminin güçlendirilerek, ihtiyacımız olan zakir yetiştirme programlarının projelendirilmesi teşvik edilmelidir.
Zakirlik hizmetinin icrasına yönelik çalışmalar yapılmasına, bu yönde gelişmeye açık canlarımızın dernek, vakıf ve Yol ehillerine yönlendirilmesi ve desteklenmesine özen gösterilmelidir.
Sözlü gelenek unsurlarının somut olmayan kültürel unsurlar çerçevesinde derlenmesi amacıyla tüm dernek, vakıf ve uluslararası projelerle acil olarak desteklenmeli, bu yönlü dernek ya da vakıf çalışmalarına destek verilmelidir.
ALEVİLİK VE GENÇLİK
Alevi-Kızılbaş-Bektaşi inancında insan hangi yaşta ve cinsiyette olursa olsun candır. İnancımızın ve varlık mücadelemizin sürdürülebilmesi için çocuklara ve gençlere özen gösterilmelidir. İnancımızı ve yaşam felsefemizi öğrenebilmeleri için dernek ve kurumlarımızda, çocuklara ve gençlere yönelik eğitim ve öğretim programları yapılmalı, özendirici projelerle desteklenmelidir. Özellikle gençlerin dernek ve kurumlarda temsiliyetine olanak verilmeli çalışmalara aktif olarak katılmaları sağlanmalıdır.
ALEVİLİK VE KADIN
Alevilikte kadının konumu kentleşme ile birlikte farklı inançların baskısı, inançsal etkisi altında kalmaya başlamıştır. Erkek egemen yaşamın bu dinsel ilişki ve yaptırımlarla birlikte Alevi yaşamına da taşınmıştır. Alevi yaşam biçimine uymayan bu toplumsal konumundan kaynaklı sorunların aşılabilmesi, Alevice hayata katılımı konusundaki çalışmaların cinsiyet ayrımı olmaksızın ancak kadınlar açısından pozitif ayrımcılık gözetilerek çalışmalar yapılması sağlanmalıdır. Alevi kadınının Ocaklardaki ve erkân hizmetlerindeki konumunun cinsiyet ayrımcılığına son verilerek, Ocaklardaki Pir Ana/Dede statüsünün bir ve eşit olduğu, hizmetlerde cinsiyetlere göre hizmet düzenlenmesinin yapılamayacağına önemle dikkat çekilmelidir.
Alevi inancının yürütüldüğü Cemevleri, kurumlar ve çeşitli alanlarda erkek dili ve hakimiyetinin cinsiyetçi, erkek egemen bir dilden eşitlikçi bir sınıra çekilerek kadınlarla hayatın her alanında öğretisel ilkeler gözetilerek Aleviliğin “Can” düsturuna uyulmalıdır.
ALEVİ ÖRGÜTLERİNİN KONUMU ve YÖNETİCİLER
Değerlerimizin yaşayabilmesi, mücadelemizin amacına ulaşabilmesi ile gerçekleşebilir. Bu amaçla insanlığa yaraşır, evrensel değerleri kabul eden, farklılıkları zenginlik sayan, adaletli ve özgürlükçü bir Anayasa’nın hazırlanabilmesi kurumlarımızın ortak hareket etmesi ile mümkündür. Bunun gerçekleştirilebilmesi amacıyla örgütlerimizin organize olarak harekete geçirilmesi ve ortak öneriler ile güç birliğinin önünü açacak çabalarda bulunulmalıdır.
Bu amaçla evrensel güç birliğinin daha da yükseltilebilmesi amacıyla Avrupa ve Türkiye’deki Demokratik Alevi örgütlülüğünün içindeki dağınıklığın bir an önce giderilmesi, birlikte hareket etme potansiyelinin güçlendirilmesi, ilişkilerin belli bir protokole bağlanması gerekmektedir.
Alevi-Kızılbaş-Bektaşilerin kendi tarih, kültür ve doğa mirasına sahip çıkmaları, sosyal ve siyasal değerlerin korunabilmesi ve kimlik mücadelesinden vazgeçilmemesi için örgütsel sorunlarımızın öncelikle Alevi kurumları arasında tartışılması, ortak bir akıl ve irade oluşturulması sağlanmalıdır. Dergahlar ve Alevi mirası restorasyon adı altında inançtan uzaklaştırılmaya çalışılıyor buna karşı mirasımıza sahip çıkmalıyız.
Alevi kurumlarına yönelik sözlü ve şiddet içerikli saldırılar son yıllarda bilinçli olarak örgütlenerek pratiğe dökülmekte ve Ortadoğu’da yaşanan vahşi din savaşlarının kurbanı olmamız için çaba harcanmaktadır. Bu şiddeti engelleyecek ya da tasfiye edecek herhangi bir caydırıcı etki görülmemektedir ve bulunmamaktadır. Yasaların bu tür şiddet ve baskı içinde bulunanları engelleyecek güçte olmadığı zaman zaman resmi devlet yetkilileri tarafından dile getirilmiştir. Bu nedenle örgütlerimizde bu tür durumlarda neler yapılabileceğinin üzerinde acilen durulmalıdır.
Alevi kurumsallığında, eşitlik ilkesi değerlerimize uygun olarak başta Alevilikte varolan kadın-erkek ve genel olarak bütün insanların eşitliğinin güncel hayatımızda ve kurumlarımızda etkin hale getirilmesi, örgütlerimizde kadın temsiliyetinin genişletilerek özendirilmesi gerekmektedir.
Farklı toplumsal kesimlerin şekillenmesinde, yaşam kalitelerinin belirlenmesinde, hak ve hukuklarının verilmesi ya da gasp edilmesinde temel işleve sahip olan şey, siyaset kurumudur. Bu sebeple Alevilerin siyasi mücadele alanında söz sahibi olmaları gerekli ve zorunludur. Fakat siyasette söz sahibi olmak – yer almak; siyasi alana malzeme olmak değil, siyaseti ve kurumlarını genelde; bütün ezilmişler, ötekileştirilmişler, yoksullar ve ezilenler lehine kullanmak, özelde de Alevilerin sorunlarının çözümü konusunda iyi değerlendirebilmektir.
Alevilerin kendileri dışında, kendi düşünce ve inançları ile örtüşen siyasi kurumlar ile Demokratik kitle örgütleri ile Emek örgütleri ile, ötekileştirilmiş farklı toplumsal kesim ve inanç kurumları ile ilkeli işbirliklerini güçlendirmesi zorunlu görülmektedir.
Alevi kurumları, partilerin içinde mücadele eden bireylerin peşine düşmek yerine, toplumun genel gelişimi üzerine siyasetler üretip, kendilerine uygun toplumsal gelişmelere hizmet edecek bir yol izlemelidirler. Demokratik kitle örgütlerinin bu anlamda milliyetçi politikalar izleyip buna göre bölünmesi yanlıştır, Aleviler bu oyuna gelmemelidirler.
Dernek ve kurumlarda görev alan tüm canların Alevi-Kızılbaş-Bektaşi inancına göre İkrarlı olması gerekmektedir. Bu inancın felsefe öğretisini biliyor ve uyguluyor olmasına önem verilmelidir. Ayrıca dernek ve kurum seçimleri de Aleviliğe uygun şekilde yapılmalıdır.
DEMOKRATİK ANAYASA TALEBİMİZ
Demokratik anayasanın en kısa sürede oluşturularak toplumun tüm kesimlerinin hak arayışlarının karşılanmasına; etnik ve dini ayrımların son bularak, ülkemizde laikliğin geliştirilmesine ve insan haklarının evrensel seviyeye taşınmasına, parlamenter rejimin yoksulluk politikaları izleyerek insanımızın yaşam koşulunun yükseltilmesi için çaba harcanması sağlanmalıdır.
Eşit bir yurttaşlık hakkı olan nitelikli eğitime erişimin önündeki engellerin kaldırılması, devletin en temel yükümlülüklerindendir. Örgün eğitimden başlayarak, tüm eğitim kademelerinde toplumun din ve inanç özelliklerinin farklılığı yok sayılarak Sünni İslam eğitimi esas alınmaktadır. Din dersi saatinin arttırılması ve imam hatiplerin arttırılmasına odaklanan eğitim politikalarının sorunları gidermek bir yana daha da derinleştirdiği açıktır.
Gerek ana dilde eğitimin önündeki engeller, gerekse eğitimin dini bir yapı kazanmaya zorlanmasının bir uzantısı olarak, zorunlu din derslerinin devam ediyor olması, Alevilerin eşit ve demokratik eğitim hakkı önündeki en temel engeller arasındadır.
Öte yandan eğitimde, hükümetin “Müslüman muhafazakar bir nesil yetiştireceğiz” söylemiyle başlattığı uygulamalar ise farklı inançlardaki yurttaşların eğitim hakkı önünde dışlayıcı biçimler kazanmaktadır. Yapılan eşitsiz yatırımların sonucunda, İmam Hatip Liseleri var olan talebin çok ötesinde bir sayıya yükselirken, bilimsel-laik eğitim veren liselerin sayısı bilinçli olarak talebin altında tutulmaktadır. Bunun sonucunda Alevi vatandaşlarımız lise eğitimi almak üzere İmam Hatip Liselerine yönlendirilmek gibi bir durumla karşı karşıya bırakılmaktadırlar. Zorunlu din derslerinin devam ediyor olması; zorunlu-seçmeli “peygamber sevgisi” ve “Kuran-ı Kerim eğitimi” gibi derslerin müfredata sokulması gibi uygulamalar ise örgün eğitim içinde diğer inanç gruplarının tanınmadıklarının ve eşit yurttaşlar olarak algılanmadıklarının açık göstergeleridir.
Bugün uygulanması gereken en temel politika zorunlu din derslerinin kaldırılması ve laik eğitim anlayışının tam olarak uygulamaya başlanması olacaktır.
Bu nedenle tüm Alevi dernek ve kurumları, siyasetçileri, sanatçıları, aydınları ortak mücadele yürütmelidirler.
BARIŞ TALEBİMİZ İNANCIMIZ GEREĞİDİR!
Alevi-Kızılbaş-Bektaşi İnancı ve felsefesi 72 millete bir nazarda bakar, toplumsal barış ve her cana duyulan sevgi yolumuzun belirleyicisidir.
Bu nedenle biz Aleviler; coğrafyamızda yaşanan her türlü baskı, şiddet, katliam, adaletsizlik, sömürü ve ötekileştirmeye karşı toplumsal muhalefetin içinde etkin bir şekilde örgütlenmesinde yer alarak halklar arasındaki barış ve huzurun sağlanması için gerekli çaba ve çalışma içerisinde olduk ve daima olmak zorundayız.
Sessiz ve örgütsüz kesimlerin yığınlaştırılarak sömürülmesine, kent, ilçe, köy ve mahalleler arasında politik ve ekonomik ayrımlar yapılarak sindirilmesinin önüne geçilmesine, halkımıza yönelik provakasyon ve katliam çabalarına karşı uyanık olunmasına, çok yönlü korunma yöntemlerinin ve stratejilerin geliştirilmesine ve uygulanmasına, yaşanan en küçük bir provokasyon ya da tehdit karşısında dahi güçlü ve örgütlü irade gösterilmesine çaba sarf etmeliyiz.
Pirha
Gelin şu iki söylemi hep beraber yorumlayalım, biraz da üstüne kafa yoralım. Olmaz mı?
Nasıl yani?
Şöyle ki: Birinci söylemde ki “Qereçarseme”‘ demekle, kişi Kara Çarşamba mı demek istiyor acaba? Veya insan bunu şöyle de algılar, “Fukara Kara Çarşamba diyeceğine, dili tam dönmediği için “Qereçarseme” diyor.
Şimdi gelelim ikinci söyleme. Yani “QERA ÇHAR SEMI”ye:
Bir kere “qer” dilimizde bir renk adıdır. Anlamı da esmer demektir. Aynı zamanda hem kızlara ve hem de erkek çoçuklara koşulan bir isimdir. Sözgelimi bayan ise Qere, (çêneka Qere / esmer kız); erkek ise Qer (laceko – layıko qer / esmer oğlan) deriz.
Türkçe’deki kara renge ise biz kendi dilimizle “şa” deriz.
Qera Çhar Semı(ye) söylemimizi açmaya devam edelim. Biz, “Qera dı çıme” dediğimizde ne anlyoruz? İki gözlü esmer (kadın-kız) anlamıyor muyuz? Evet öyle. Peki, biz “Qera çhar mêrdiye” dediğimizde ne anlarız? “Dört kocalı esmer” (kadın) anlamış olmuyor muyuz?
Devam edelim, “çhar” dilimizde dört (4) rakamı demektir.
“Semı / seme” bizde hem bir kız, kadın ismidir, hem de haftanın günlerinden Cumartesi günün ismidir. Aynı zamanda mitilojik anlamda tanrıçadır.
“Sêm,”veya “Sem” ise bir erkek ismidir, aynı zamanda gümüş ve İran’i halklarda adını haftanın beş gününe veren Güneş Tanrısı’dır, gökyüzünde durur.
Seme/Semı: Cumartesi
Bazar: Pazar
Dı-seme: Pazartesi
Sê-seme: Salı
Çhar-seme: Çarşamba
Phonc-seme: Perşembe
Yêne: Cuma
Pêyêni: Cumartesi
Söylemimizi bir kez daha yazalım: “Qera Çhar Semı(ye) veya Qera Çhar Seme(y)”.
Anlamı dört (4) Pazarlı, dört Pazar’a ait, dört defa Tanrı Sema (Tanırıya) ait esmer demek değil midir?
Bu çağrışımda ben, esmer Seme ile Sêm’ın çiftleşmelerini anlıyorum:
Bizim kutsal saydığımız Hautamalo Qıc (hautê Marti) ile Hautamalo Pil’de doğamız döllenir, doğa tüm canlılarıyla birlikte tazelenir, yeni bir hayat başlar.
Börtü böcekler “mor u mulawıni lona xora vecinê teber”, büyük- küçük baş hayvanlar doğurur, ağaçlara su girer. Çeşme suları bollaşır, günler uzar. Gök şimşek çakar, yağmurlar toprak anaya düşer, otlar, çiçekler yeşerir. Kuşlar yuva yapar, yumurtalarını bırakırlar.
Daha ne olur?
- Çeşme suları oluk oluk akar, bollaşır. Kışın sonu geldiği, baharın başladığını çağrıştırır. Leylekler gelir görünürler. Suquling (turnalar) gelir.
- Havaya cemre düşer (tani kona howa).
- Toprağa cemre düşer (tani kona hard).
- Suya cemre düşer (tani kona awe).
Qera Çhar Semı(ye) söylemi bana doğanın döllenme, döllendirme, doğuran ve doğurtan olayını çağrıştırır.
Döllenen kim? Qere. Yani Toprak Ana. Toprak rengi nasıl? Qer-esmer, esmer bayana benzetiliyor.
Dölleyen kim? Sem veya Sêm’dır. Kimi döllüyor? Toprak Ana’yı, yani Qere’yi.
Ne ile döllüyor?
Havaya, suya, toprağa bıraktığı ısısıyla (cemreyle). Başka neyle döllüyor? Gökyüzünden toprağa bıraktığı yağmuruyla. Sem veya Sêm nerde duruyordu? Mitolojiye göre gökte duruyor. Ve Güneş tanrısıydı. Benzetme manasında köyde analarımız bile kendi aralarında şöyle dediklerine şahit olmadık mı? “Ciniye herda, cüamerd asmeno”. Burda ki söylemden kadın için asla ve asla aşağılayıcı bir anlam çıkarılmamalı. Burda kadın döllenen, doğurandır; erkek ise dölleyendir.
Söylemimizin neresine bakarsak bakalım, “QERA ÇHAR SEME(y)”denilen şey doğanın döllenmesi ve doğurması demektir; QERE ÇARSEME, yani Kara Çarşamba değildir. Bana göre doğrusu QERA ÇHAR SEME(y)’dir. Veya şunu “QERÉ ÇHAR SEME(y)” şeklinde formüle etsek dahi dört esmer (bayan) sahibi “Qer” anlamı çıkar. Bu da demektir ki, dünyamız dört pazar günü boyunca dölleniyor.
Ben köyde yaşadığım müdetçe Hautemalo Qıc’ı ve Hautomalo Pil’i hep kutlardık. Ölüler adına her ev gücüne göre ziyafet çekerdi, komşular gider yerlerdi. Ölü kaldıran mılayı getirir, dua okuturdu. Sabah erken çeşmeye gider taze su getirir eve serperlerdi. Senenin ilk gök gürlemesi olduğunda “serrı kota buria ver / sene doğum sancısı çekiyor” derlerdi. İlk yağmur yağdığı zaman, “ya Rama Usari, to hometa xorê rıskê de xer neşib ke”, der ve dua ederlerdi.
Annem bize “lacêm sodır lêl ra, dar u berê abani eno secde. Kam kı rew ravezo, sero leçega xo berco gılê darı ser, çı dilegê xo kı bıbe, dilegê xo qebul benê. Çı mıradê xo kı bıbê, mıradê xo enê hurendi”, derdi. (…)
Atalarımız bize Hautemal’ı anlatırlardı. Newrozu bilmezlerdi.
Hautemalê sarê ma Bımbarek bo.