Kültür-sanat dünyamıza çağrı!
“Kültür dosdoğru yollar açar.”
Değerli kardeşler,
bilgi, inanç, ahlak, hukuk, gelenek ve bir toplumun üyesi olarak edindiğimiz her türlü yetenek ve alışkanlıkları içeren kültürümüzü üreten, besleyen ve geliştiren şair, müzisyen, edebiyatçı, ressam kısaca ‘kendi varlığı üzerine düşünen’ kardeşlerimiz;
Dersim Kongresi Örgütleme Kurulu olarak, özgün kültürümüzü bize miras bırakan, tez zaman kültür kurucuları, temsilcileri ve bugün aramızda olmayan Sey Qaji, Weliyê Wuşenê Yimami, Zarife Xatun ve Alişer Efendi, İvisê Sey Khali, Hesené Qaji, Firik Dede, Yılmaz Güney, Aşık Mahzuni Şerif, Davut Sulari, Ali Ekber Çiçek, Feyzullah Çınar… ve adını burada anamadığımız tarihi değerlerimizin hatırasına, sizleri 16-18 Kasım 2018 günü Almanya’nın Frankfurt şehrinde toplanacak Dersim Kongresi’ne davet ediyoruz. Bunu hiç birimizin siyasal eğilim ve pratik konumlanışını gözetmeden yaptığımızı ısrarla vurgulamak isteriz. Katkılarınız için daha şimdiden teşekkür ediyoruz.
Hep birlikte Dersimi yaşatmaya diyoruz.
30. Eylül 2018
Dersim Meclisi – Dersim Kongresi Örgütleme Komitesi
Dersim Meclisi’nden zorunlu açıklama
“Kam ke eslê xo yinkar keno, toz erzeno reça xo sono…”
Son yıllarda Alevilik hakkında yapılan tartışmalarda, kamuoyuna yönelik herhangi bir açıklaması olmamasına rağmen, Dersim Meclisi çok kasıtlı bir şekilde taraf olarak lanse ediliyor. Oysa Alevilik ekseninde yapılan tartışmalarda kuruluşundan bugüne Dersim Meclisi hiçbir zaman taraf olmadı. Bu durumunu her zaman da koruyacaktır.
Sey Rıza’nın “Evladê Kerbelayız”, Usenê Seyd’in “Na roza des u dı İmamuna”, Weliye Wuşene İmami’nin “Kamke a kora ma de mıreno raa Hz. İmam Uşeni de cae xo ceneto” söylemlerinde dile getirilen inanca saygılıyız.
Alevilik tartışmalarında taraf olmadığımızı tekrar vurgulamak istiyoruz. Dahası değişik içerik ve söylemlerde yürütülen tartışmaların Alevi kurumlarını yıprattığını, zayıflattığını düşünüyoruz. Alevi kurumları arasına nifak tohumları ekilmesini doğru bulmuyor, Alevi kurumlarını bölüp parçalamaya hizmet eden fikir ve söylemlere karşı azami hassasiyetin gösterilmesinin gerekliliğine inanıyoruz.
Biz tarihi Dersim coğrafyasına sahip çıkmak için yola çıktık. Tarihimizin, dilimizin, inancımız ve coğrafyamızın yok edilmesine itirazımız olduğu için birlikte yürüyoruz. Bu alanda itirazı olan her Dersimli ile birlikte yürüme çabamıza hep bağlı kalacağız.
Bugüne değin Dersim Meclisi’nin toplantıları, Dersimliler ve Dersim dostlarına açık yapılmıştır. Toplantılara katılan herkes söz hakkını kullanarak kendi görüşlerini dile getirmiştir. Bundan sonra da bu tutumuna bağlı kalacaktır.
24.09.2018
Dersim Meclisi – Yürütme Kurulu
Türkiye sınırları içinde yer alan 82 bin nüfuslu Dersim; (Tunceli) AKP hükümetinin kararıyla sistematik ve acımasız bir saldırıyla karşı karşıyadır.2018 yılının Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait helikopterlerden atılan bombalarla ormanlar ateşe verilmiştir. Dersim merkez ve 5 ilçesinde aylardır devam eden orman yangınlarının söndürülmesine AKP hükümetinin talimatıyla asker ve polis tarafından zor kullanılarak izin verilmemektedir. AKP hükümeti, mülki amirlikler ve kolluk güçleri aracılığıyla kentte yaşayan insanlar üzerinde büyük bir baskı uygulamaktadır. Dersim merkez ile ilçeleri, köyleri ve yaylaları, güvenlik güçleri tarafından kuşatmaya alınmıştır. Dağlar bombalanmakta, sivil insanlar zarar görmekte, hapse atılmakta ve özel güvenlik bölgeleri ilan edilerek göçe zorlanmaktadır. Dersim’de son üç ayda on binlerce hektarlık ormanın yandığı tahmin edilmektedir. Yangınlarda sadece ormanlar değil içinde barınan hayvanlar da yanarak can vermektedir.
Bu hayvanlar içinde soyu tükenmekle karşı karşıya olan ve koruma altına alınan vaşaklar da bulunmaktadır.
Dersim’de doğaya, insanlara ve canlılara karşı açık bir suç işlenmektedir. Dersim’de yanan sadece ormanlar değildir. Dersim inancının kutsal mekanları, mezarları, tarihi dünyanın gözü önünde yakılmaktadır. Kültür, tarih, doğa ve toplumsal hafıza yok edilmektedir. Dersim’in insanına, kutsal mekanlarına, ormanına, suyuna, doğasına, kurduna-kuşana ve tüm canlısına sahip çıkmak; insani, ahlaki ve vicdani sorumluluktur.
Bu nedenle bütün duyarlı toplumsal kesimleri, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB), Avrupa Konseyi (AK), UNICEF, Greenpeace ve çevreyi korumak için kurulmuş tüm sivil toplum örgütlerini ve yetkilileri sorumluluklarının gereğini yerine getirmeye davet ediyoruz.
Sorun, insanları öldürmekle, köyleri boşaltmakla, insanları göçe zorlamakla, ormanları yakmakla, doğaya zarar vermekle çözülmeyecektir. Tarih bu çözümsüz politikaların örnekleriyle doludur. Çözüm, barış, demokrasi ve özgürlüktedir. Bunun için de diyalog, en doğru yoldur.
Biz aşağıda imzası bulunan kurum ve kişiler olarak; Dersim’de insana, doğaya ve diğer canlılara karşı bu saldırıların derhal durdurulmasını ve ağır suçu işleyenlerin yargılanıp, cezalandırılmasını talep ediyoruz. Bu amaçla 10 Eylül 2018 tarihinde, Federal Almanya Cumhuriyeti Parlamentosu önünde, saat 13.00’da yazar, akademisyen, milletvekilleri, sivil toplum örgütü temsilcileri ve doğa aktivistlerinin de katılacağı bir basın açıklaması yapılacaktır. Berlin ve çevresinde yaşayan tüm Dersimlileri ve demokrasi güçlerini basın toplantısına katılmaya davet ediyoruz.
Çağrı yapanlar:
Prof. Normen Paech
Prof. Ronald Mönch
Prof. Axel Horn
Veterinar Dr. Gabriele Horn
Sezayi Temeli, HDP Vorsitzender/ Abgeordneter
Prof.Mithat Sancar, HDP MdB/Abgeordneter
Alican Önlü, HDP MdB/ Dersim Dersim Abgeordneter
Helin Baba, Abgeordnete
Gökay Akbulut, Abgeordneter/Linke
Sibel Yiğitalp, HDP Eski Diyarbakır Milletvekili)
Hakan Taş, Abgeordneter/Linke
Tobias Pflüger, MdB Die Linke
Doç. Dr. Çetin Gürer
Doç. Nevra Akdemir
Doç. Dr. Arzu Yılmaz
Dr. Muzaffer Kaya
Hayko Bağdat, Journalist
Doç.Dr. H.Eren Çelik, Schriftsteller/ Politikwisenschaftler
Necat Sunar, Journalist
Ferda Çetin, Journalist
Erk Acarer, Journalist
Günay Aslan, Journalist
Erdal Er, Journalist
Alican Kaya, Journalist
İrfan Cüre, Journalist
Can Kasapoğlu, journalist
Nuray Şahin, Regiseurin
Can Dündar, Schriftsteller
Kazım Gündoğan, Reggiseur/ Schriftsteller
Barış Pir Hasan, Reggiseur
Munzur Çem, Schriftsteller
Haydar ışık, Schriftsteller)
İsmail Özen, Sportler (Bokser)
Lütfü Doğan, Unternehmer
Ali Ertan Toprak, Vorsitzender Kurdische Gemeinde Deutschland
Fuat Kaplan, Pädagoge
Ali Çatakçın, Vorsitzender Dersim Gesellschaft für Wiederaufbau e.V.
İsmail Parmaksız, Vorsitzender Nav.DEM
Hüseyin Mat, Vorsitzender Alevitische Föderation Deutschland (AABF )
Metin Bozdağ, Vorsitzender der Föderation der Dersim Gemeinden in Europa (FDG
Kemal Karabulut, Generalsekretär der Föderation der Dersim Gemeinden in Europa (FDG)
Togay Işıklı, Vorstand Mitglied Alevitische Gemeinde Deutschland e.V.
Memili Güngör, vorstand Mietglied Freiheit Initiative für Dersim
Süleyman Ates, Gewerkschafter
Gıyasettin Sayan, Politiker
Lerzan Jandil, Schriftsteller
Selim Fırat, Schriftsteller
Mehmet Aktaş, Regiseur
Recep Maraşlı, Schriftsteller
Hayri Ateş, Schriftsteller
Faruk Muhsinoğlu, Unternehmer
Cafer Tar, Schriftsteller
Hayri Ateş, Schriftsteller
Memo Şahin, Schriftsteller
Ahmet kahraman, Journalist/Schriftsteller
Hüseyin Narlı, Schriftsteller
Ozan Diyar, Musiker
Şiyar Munzur, Musiker
Ozan Serdar, Musiker
Hasan Sağlam, Musiker
Ali Ekber Aslaner, Vorstand Mitglied Dersim Gesellschaft für Wiederaufbau
Ayhan Yabatu, Vorstand Mitglied Dersim Gesellschaft für Wiederaufbau
Hasan Taş, Unternehmer
Veli Kaya, Vorsitzender Demokratische Alevitische Federation Deutschlan
Süleyman Seven, Vorsitzender Kurdische Gemeinde Stuttgart
Turan Tekin, Vorsitzender Verein Gegen Genozid
Elif Taş, Vorsitzender Verein Gegen Genozid
İnstitutionen
Dersim Kultur Gemeinde Köln e.V.
Dersim Gesellschaf für Wiederaufbau e.V.
Dêrsim Gemeinde Bonê Ma Rhein-Necker e.V.
Gesellschaft gegen Genozid in Dersim 1938 e. V.
Alevitische Föderation Deutschland (AABF )
Föderation der Dersim Gemeinden in Europa (FDG)
Demokratische Alevitische Föderation Deutschland (FEDA)
Mısletê Dêsımi- Dersim Meclisi (Zentralrat der Dersimer in Europa)
Kurdische Gemeinde Stuttgart
Dersim Kultur Gemeinde Berlin e.V.
Kurdische Gemeinde Deutschland
Freiheit für Dersim İnitiative e.V.
Dersim Gemeinde Westfalen e.V.
Linke Sozialist Partei Grüne
Dest DAN Berlin e.V.
NAV-DEM e.V. Berlin
CIK Berlin
Kurdische Gemeinde zu Berlin-Brandenburg e.V.
Kurdische Zentrum e.V.
YEKMAL e.V.
Dersim‘i yine yakıyorlar…
Hozat, Ovacık, Çemişgezek üçgeninde bir haftadır devam eden orman yangını genişleyerek devam ediyor.
Yangın bütün canlıları kavurucu tahribatıyla yok ediyor. Alevler dağ yamaçlarını sarmış, gökyüzü dumanla kaplı, devlet erki ise on gündür suskun ve keyifle seyrediyor.
Bu durum karşısında Dersim halkı, tarihten kaynaklı bahtına düşen travmalarının canlanmasıyla korku ve kaygı yaşıyor.
Dersim’i dörtbir yandan saran bu orman yangını, bölgeye özgü hayvan türleri ile yaşam alanlarının yok edilmesi demektir.
Ender bulunan bitki türlerinin kül olması bir doğa felaketidir.
Dersim’in ciğerlerini kavuran bu alevin, ülkenin batısına da bir nefes darlığı yaşatacağını başta müdahale etmeyen devlet ve sessiz-seyirci kalan insan evladı akıldan çıkarmamalıdır.
Gözü doymaz kar hırsıyla kontrolsüz, sorumsuz doğa tahribatlarıyla ve bu tür orman yangınlarıyla insan evladının kendi felaketini de kendisinin yarattığı unutulmamalıdır.
Ormanların korunmasını, orman alanlarının genişletilmesini, yanan orman alanlarına yeni orman yetiştirilmesini, ormanların gözetimini “Orman Kanunu” hükmünde belirlemiş olan devlet, bu görev ve sorumluluğuna ters orantılı bir tutum sergilememelidir.
Yasal olarak bütün ormanların mülkiyeti, işletmesi “Orman Kanunu” ile devlete devr edilmişse, devletin de Dersim’deki orman yangınlarına acilen müdahalesi yasal zorunluluk ve sorumluluğu gereğidir.
Yasal olarak bütün ormanların gözetimi devlete aitse, gereken acilen yapılmalıdır.
6831 sayılı Orman Kanunu ve 2872 sayılı Çevre Kanunu Hükümlerinin gereğini yerine getirilmemesiyle doğan bu hukuksuzluğa son vermelidir. Dersim’i yakıp kavuran orman yangınına acilen müdahale edilmelidir.
Cümle canlının yaşam hakkını savunan Raa Haq İnancı’nın Hardo Dewrêş olarak adlandırdığı coğrafyanın bireyleri olarak kültürel ve doğal varlıklarımıza yönelik her müdahaleye, tıpkı 2017 yılında Munzur Özgür Aksın Meclisi öncülüğünde yapıldığı gibi birbirimize kenetlenerek karşı koymamız gerekiyor.
Dersimliler olarak bu türden eylemlere katılmalı, katkı sunmalıyız.
16.08.2018
Dersim Meclisi – Yürütme Kurulu
Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG)
Farklılıklarımız zenginliğimizdir…
Dersim Meclisi, farklı fikirlere sahip, yaşamlarının bugüne kadarki kesitinde değişik tecrübeler edinmiş Dersimlilerden oluşan gönüllü bir yapılanmadır. Bu yapılanmada biraraya gelmiş olmaları, bu kişilerin her konuda hem fikir oldukları, dünya görüşlerinden feragat ettikleri anlamına gelmez. Meclis ve Kongre çalışması, Dersim toplumunun karşı karşıya bulunduğu sorunlara cevap olabilme gayretinin bugünkü somut bir adımıdır. Bu çalışmaya yön veren proğramsal ve güncel sorunlara ilişkin düşünceler, bu çalışmaya katılanların oluşturdukları ortak müştereklerdir. Bunlar, daha önce Dersim Meclisi adına kamuoyu ile paylaşılmıştır. Bunun dışında, kişinin konumu ve Dersim Meclisi ile ilişkisi ne olursa olsun, özellikle sosyal medya üzerinden yapılan açıklamalar veya yazılıp çizilenler bireylerin kendisini bağlar. Meclis çalışmasına katılmak da, bir süre sonra bu çalışmadan ayrılmak da tamamen bu çalışmaya katılan bireylerin tasarrufundadır.
Meclis yapısı içinde yer alsın ya da almasın her Dersimli, Dersim coğrafyasına ve toplumuna karşı vicdani bir sorumluluk hissetmek durumundadır. Her birey, kendisi dışındaki Dersimli kurumların ve bireylerin toplumsal çabalarını; bunlar arasındaki çelişkileri bu sorumluluk ölçüsünde değerlendirmeli ve buna göre tavır belirlemelidir. Dersim Meclisi ve Dersim Kongresi çalışmasını yürütenler, ayaklarımızın altındaki toprağın ateşe verildiği bir ortamda, farklı düşünce ve yaşam tarzına sahip Dersimlilerin en geniş eylemsel ve örgütsel birliğini sağlamayı amaç edinmişlerdir. „Zwingenberg Bildirgesi “, „Dersim Kongresi Sözleşme Taslağı“, „Dersim Meclisi’nin Dersimli Birey, Kurum, Kuruluş ve Örgütlerle İlişkisi Nedir, Nasıl Olmalı?“ gibi belgeler ve güncel toplumsal ve politik gelişmelerle ilgili yayımlanan bir çok açıklama bu birliğin düşünsel zeminini oluşturmakta, birlik seviyesini yansıtmaktadır. Bu birlik seviyesinin, bu çalışmada yer almayı kabul etmiş her bireyin önceliklerine cevap verememesi eşyanın tabiatı gereğidir. Sabah akşam sosyal medyada „Dersim Fikriyatı’nın“ ipotek sahibi rolünde kendisini övmek, ya da övdürmekle meşgul bazı Dersimlilerin bu gerçeği fırsat bilip, güç bela oluşturulmaya çalışılan birlik platformlarına saldırma hakkını kendilerinde görmeleri anlaşılır gibi değildir. Ne hikmetse bu arkadaşlar, Dersimlilerin kendi aralarındaki farklılıkları bir tarafa bırakıp birlikte birşeyler yapmaya niyetlendikleri zamanda sahneye çıkıyorlar, kendilerini ve kişisel önceliklerini dayatıp her iyi niyetli çabayı daha filiz vermeden sabote ediyorlar. Dersim Meclisi ve Dersim Kongresi somutunda yaptıkları da bundan farklı bir şey değildir. Meclis çalışanlarının, kudreti kendinden menkul dünyalarında kopardıkları fırtınalara karşı sessiz kalmalarını da „üstün akılları“yla uğraşılamayacağının kanıtı olarak sunmaya çalışıyorlar. Eyvallah. Biz, bunun takdirini kamuoyuna ve Dersim toplumunun vicdanına bırakıyorz. Dedikodunun, iftiranın, küfürün, ahlak dışı cinsiyetçi saldırıların ve toplumu zehirleyip birbirine düşüren düşmanca bir dilin hakim olduğu bu sahneyi gönüllü olarak bu şahıslara bırakıyoruz. Umarız hakettikleri sonuçları elde ederler.
Biz, öncelikli olarak, Dersim’in ekolojik yapısıyla birlikte nasıl korunacağı, yerleşim ve yaşam alanı olarak nasıl yeniden inşaa edileceği, Dersimlinin “toprağıyla buluşması ve kendisiyle yüzleşmesi”nin nasıl sağlanabileceği, bu sefer ki kopuşun/terkedişin geri dönüşünün ne tür projelerle mümkün olacağı gibi sorulara cevap olmakla meşgulüz. Şu anda Meclis ve Kongre çalışması dışında kalanlar da dahil, her Dersimli aydın bu sorulara cevap aramalıdır ve özgünlüğünü koruyarak bu çalışmaya katılmalıdır. Tarihi toplumsal hafızası sıfırlanmış, diline, inancına, kültürel değerlerine yabancılaştırılmış ve sosyo-demografik yapısı değiştirilmiş bir coğrafya durumuna getirilmiş bir Dersim, „Doğunun Paris’i“ olsa bile Dersimliye ne faydası olacak?
Mevcut olanın sınırlarını aşmak bir zorunluluktur!
Mıslet/Meclis oluşturma ve Kongre toplama çalışmaları Dersimliler için bir ilktir. Mevcut durumda kullanabileceğimiz dolaysız tarihi ve toplumsal bir tecrübemiz yoktur. Elbetteki başka toplumların benzeri tecrübelerine başvurulabilir. Fakat bu yapılırken, hem tecrübelerine baş vurulan toplumların, hem de kendi toplumumuzun özgün, tarihsel ve toplumsal dinamikleri hiç bir zaman gözardı edilmemelidir. Bir nevi el yordamıyla yol alıyoruz. Dinliyoruz, fikir beyan ediyoruz, tartışıyoruz; bazen birbirimizi de kırıyoruz. Fakat birey olarak kendimize dönebiliyor ve özümüzü dara çekebiliyoruz. Ancak bu şekilde her CANımızı kapsayabilecek ortak iradeyi bulabiliyoruz. Gelişmenin ancak çelişkilerle cebelleşme yoluyla olabileceğinin farkındayız. Dersim’in ve Dersimli toplumun içinde bulunduğu sosyal, ekonomik ve siyasal durumun, yani mevcut şartların her yönüyle aleyhimize olduğunun farkındayız. Ve yine mevcut olanın sınırlarını aşma cüretini gösteremeden, mevcut olanı dönüştürmek ve onun ilerisinde bir gelişme sağlamanın mümkün olmadığının da bilincindeyiz. Dersim Meclisi ve Dersim Kongresi çalışmaları, senaryosu önceden yazılmış; defalarca provası yapılmış bir sahne oyunu değildir. Dolayısıyla bu çalışmanın inişli çıkışlı olması, arzu edilmeyen adımların atılması, yanlışların yapılması gayet anlaşılır bir durumdur. Bu gerçek, sabahtan akşama kadar kendisini övmekle meşgul olan dostlarımızın, bir kaç meclis çalışanının muhtemel hatalarını da kullanarak, meclise ve kongre çalışmalarına karşı saldırı üzerine saldırı düzenlemelerinin sebebi olabilir mi? Haydi diyelim Dersim Meclisi sabote edildi ve Dersim Kongresi de engellendi. Bu arkadaşların eline ne geçecek?
Dersim Meclisi’inin Dersimlileri birarada tutabilme becerisini gösterebilmesi bu Dersimli „aydın“ları neden bu kadar rahatsız ediyor?
Her Dersimli Meclis ve Kongre çalışmasının öznesidir!
Bu çalışmadaki hiçbir bireyin kapasitesi ve tecrübesi yalnız başına bu kongre sürecine cevap olamayacaktır. Bunun için, irili ufaklı her katkının tarihsel önemi vardır. Hiçbirimizin Meclis ve Kongre çalışmasına en ufak bir katkı sunma arzusunu bile küçümseme, dikkate almama lüksü ve hakkı yoktur. Farklı politik yapılar ve geleneklerden gelip bu çalışmaya katılan Dersimliler, tarihlerinde ilk DERSİM KONGRESİ‘ni toplama iddiasındalar. İlk defa kendileri olarak bunu yapmaya çalışıyorlar. Herhangi bir parti adına değil, kendisi olmayan başka herhangi bir toplum adına değil, ilk defa DERSİM’İ VE DERSİMLİLERİ ÖNCELEYEN bir kongre amaçlanmaktadır. Dersimliler 37-38 Tertele’sinden sonra ilk defa kendileri için kapsamlı bir güç olarak ortaya çıkma cüretini gösteriyorlar. Böylesi hassas bir dönemde, bireysel ihtiraslar, megalomanik, narsist eğilimler, kişisel sürtüşmeler, politik ve bireysel hesaplar, sosyal-siyasal klik oluşturma girişimleri, bireyler ve toplumsal gruplar (aşiretler, inanç ve etnik gruplar, politik parti ve örgütler vb.) arasındaki çelişkileri kızıştırmak, bundan çıkar sağlama beklentisi içine girmek gibi tutumlar, kongre çalışmasının sabote edilmesi ve başarısızlığı için bulunmaz nimetlerdir. Umut ediyoruz ki, kongre çalışmasına katılmaya rıza göstermiş her birey, bütün önyargılarından arınmış, „sıradanlaşmış“ ve kelimenin tam anlamıyla derviş ruhunu kuşanmış bir vaziyette bu eşikten ayağını içeri atmış olsun. Dersimliler, bu süreçte ayrılıklarına değil, ortak noktalarına yoğunlaşmalıdır. Eleştiri kisvesi altında birbirlerini karalamaktan, linç etmekten vazgeçmeliler. Emin olun ki, dünya buna rağmen dönmeye devam edecektir…
Kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız
Dersim Meclisi, yeni bir toplumsal „BİZ“ olma bilincini oluşturmayı öncelikli görevleri arasında görür. Toplumumuzdaki iç kavgaların, bireysel ve grupsal düşmanlıkların, birbirini çekememezliğin, her önüne gelenin, toplumumuzun özellikle inanç değerlerini kullanarak kendisine toplum lideri payesi biçmesini, bu toplumsal aidiyet bilinci eksikliğiyle de ilgisinin olduğunu düşünüyoruz. Soykırımdan geçirilmiş, kimliğinin her ögesi tarumar edilmiş yaralı bir toplumun bireyleriyiz. Hemen hemen eli kalem tutan her Dersimli, toplumumuzun travmalı yapısına dikkat çeker. Dolayısıyla hiçbirimiz, kendimizi bu yaralı sosyo-piskolojik durumun dışında konumlandıramayız. Dersimlilerin birbirleriyle ilişki süreci ve tarzı aynı zamanda bu yaralarını tedavi süreci ve tarzı olmak zorundadır. Çünkü, toplumsal ve bireysel travmanın tespiti, aynı zamanda travmanın tedavi yollarını da içermek zorundadır. Bu yapılamıyorsa travmanın depreşmesi ve sonraki kuşaklara aktarılması kaçınılmaz olur.
Maalesef, Dersimliler bugüne kadar travmalarının teşhisi ve tedavisi için hekimi hep dışarıda aradılar. Buna hiçbir zaman inanmadılar. Oysa hastalığın teşhisini koyacak, tedavisini yapacak hekimin de kendileri olmak zorunda olduklarını kabullenmeliler. Bu anlamda Dersim Meclisi ve Dersim Kongresi, toplum olarak travmamızı tedavi etmenin ve tarih sahnesine „BİZ“ olarak çıkmanın araçlarıdır.
Bir daha belirtmekte fayda var:
Dersim Meclisi, yatay örgütlenme biçimini kendisine eksen almış olduğundan, emir-komuta ile hareket eden bir yapılanma değil. Bu yapılanma içinde her birey kendi fikrini özgürce ifade edebilme hakkına sahiptir. Önemli olan uslup ve seviyedir.
Biz farklılıklarımıza rağmen biraradayız, bunu önemsiyoruz.
15.08.2018
Dersim Meclisi – Yürütme Kurulu
DERSİM TOPLUMUNA AÇIKLAMAMIZDIR.
Bilimsel araştırmalar yapılmamış ve çözümler üretilmemiş tarihsel ve toplumsal konular-sorunlar hakkında konuşurken ölçülü olmak, tartışmaları yapıcı ve toplumsal iç barış dinamiklerini zedelemeden yürütmek gerekir.
Dersim konusu ve Dersimlilerin sorunlarını bu yaklaşımla ele alırsak çözüme katkı sunmuş oluruz. Bir sorunun çözümüne katkı sunamıyorsak yeni sorunlara neden olacak davranışlardan kaçınmak ahlaki bir tutumdur. Toptancı yaklaşımlar, negatif dil ve söylem, sıfatlandırmalar, yargılayan ve ötekileştiren bir tarzın hiçbir sorunun anlaşılmasına ve çözümüne katkı sunmadığını biliyor ve görüyoruz…
Dersimliler ağır tarihsel, toplumsal, kültürel ve siyasal sorunları olan bir toplumdur. Böyle bir toplumun bireyleri olarak hiç şüphesiz ki bu ağır durumdan çeşitli biçimlerde etkilenmekteyiz.
Bu nedenlerle tarihsel sorunlarda olduğu gibi güncel sorunlar karşısın da çoğu zaman nesnel davranamayabilir, hatalar ve yanlışlar yapabiliriz. Öncelikle bu nesnel gerçekliği tespit etmekte yarar var. Zira düşünce dünyası parçalı, duygu dünyası yaralı, ağır süreçlerden geçmiş, acılar yaşamış bir toplumun çocuklarıyız.
Böyle olunca konular ve sorunlar genellikle analitik, yapıcı ve çözüm odaklı bir yöntemle değil, reaksiyonel ve ideolojik bir yöntemle ele alınmakta ve bu nedenle de çözümsüzlükle sonuçlanmaktadır. Bu tarz yaklaşımların çoğunlukla konuların anlaşılmasını ve sorunların çözümünü zorlaştırdığını söylemek ve kabul etmek durumundayız. Oysa kendi gerçekliğimizle yüzleşmeli ve serinkanlı çözümlere odaklanmalıyız…
Sorunlar doğru ele alınmadığı ve tartışılmadığı için herhangi bir konuya dair söylenenler hemen sertleşiyor ve toplumda derin ayrışmalara neden oluyor. Bu son derece endişe verici bir durumdur…
Bizler, Dersimlilerin parçalı ve kutuplaşmış bir toplum haline getirilmesinden üzüntü ve rahatsızlık duyuyoruz. Dersimlilerin birliğini ve ortak değerlerini yeniden inşa etmenin yaşamsal bir öneme sahip olduğuna inanıyoruz. Asimilasyona tabi tutulmuş dilleri, kültürleri ve inancının korunması ve geliştirilmesi için; göç, doğal tahribat, eğitim, ekonomik sorunları temelinde ortak bir akla ve mücadele birliğine ihtiyaç olduğunu ön görüyoruz. Ortak aklın ve ortak değerlerin oluşumu sürecinden rahatsız olan bazı çevreler sürekli olarak provokasyonlar yaratarak toplumu gerdiklerini; kutuplaşmayı daha da derinleştirdiklerini görüyoruz. Sosyal medya üzerinden yarattıkları kirlilikle Dersimlileri etnik ve inanç kimlikleri veya siyasi düşünceleri nedeniyle ötekileştirmekte, birbirine karşı kışkırtmakta olduklarını, adeta nefret suçu işlediklerine tanık olmaktayız. Yaptıkları her açıklama nefret, tahrik ve kirlilik üretmektedir. Bizler her koşulda ahlaki değerlerimizi, vicdan ve adalet duygumuzu koruyarak sorunları ele alacağız…
Bilinmesini isteriz ki; ürettikleri kirliliklerle Dersimlilerin düşün ve duygu dünyalarını zehirlemelerine, değerlerini kirletmelerine de tavırsız kalmayacağız…
Güncel bir durum olarak…
Dersim Mazgirt Belediyesi ve Muzaffer Oruçoğlu hakkında yapılan tartışmanın nasıl bir kirlilik, zehirlenme yarattığını ve nefret ürettiğini üzüntüyle takip ettik…
Mazgirt Belediyesi 3 yıl önce Muzaffer Oruçoğlu’nun ismini yetkisini kullanarak bir parka vermiş, Mazgirt halkının oylarıyla demokratik biçimde seçilmiş bir yerel yönetim ve Belediye Başkanı. Böyle bir kararı almaya hem hakkı, hem yetkisi var… Ama bireylerin, sivil toplum kurumlarının, siyasi veya mesleki örgütlerin ya da kamuoyunun itiraz, eleştiri ve karşı çıkma hakları da var… Bu da demokratik bir haktır ve demokrasi kültürü de böyle gelişir.
Dersim herhangi bir coğrafya, Dersimliler de herhangi bir toplum değildir. Tertele (Soykırım) yaşamış ve travmaları henüz tedavi edilememiş, yüzleşme süreçleri yaşanmamış toplumların özgünlükleri ve hassasiyetleri vardır. Başta yerel yönetimler olmak üzere Dersim’de düşünce üreten, siyaset yapan her kurum ve bireyin bunu bilince çıkarması ve toplumun hassasiyetlerini gözden uzak tutmaması da gereklidir.
Ne yazık ki; genel de olduğu gibi Dersim’de de yerel yönetimler çoğunlukla toplumsal ve kültürel dokuyu anlayarak ona uygun yerel-idari politikalar değil; siyasi grup çıkarlarını ön planda tutmaktadırlar. Oysa ki yerel yönetim politikasının asıl niteliği ve ekseni, grupsal siyaset değil, toplumsal siyaseti esas alan kültürel-tarihsel dokuya uygun politikalar üretmektir. Aksi durum sürekli sorun üretir. Bir grup/parti için iyi olan semboller, sonradan seçilecek olan başka siyasi grup/parti için iyi olmayabiliyor. O da kendisi için iyi olan sembolü tercih edebiliyor. Bu durum toplumun ortak belleğinin oluşmasına değil, parçalanması ve toplumun kutuplaşmasına neden olmaktadır.
Yerel yönetimlerin görevi sadece hizmet üretmek değildir. Toplumun tarihsel, toplumsal, kültürel değerlerini ve doğasını korumanın yanı sıra ortak bir toplumsal bilinç oluşturmaktır. Kültür sanat mekanları, yaşam alanları önemli birer hafıza mekanlarıdır. Buralarda ki hafıza sembolleri toplumun asgari ortak kültürel ve etik değerlerini yansıtabilmelidir.
Çağımız da ortak aklı, ortak etik değerleri, ortak hafızası ve ortak sembolleri olmayan toplumların toplum olma vasfı tartışılmaktadır.
Mazgirt Belediyesi yapılan eleştirilere yanıt verirken ilçede yaptıkları mekanlara verdikleri isimleri de açıklamış: “Dersim 38 Katliam Anıtı, Hüseyin Cevahir Gençlik ve Çocuk Parkı, Ahmet Arif Gençlik Parkı, Zarife Ana Kadın Kolektif Yaşam Evi, Cumartesi Anneleri Çeşmesi, Özgecan Aslan Parkı, Muzaffer Oruçoğlu Özgürlük ve Demokrasi Parkı ve Kütüphanesi, Nazım Hikmet Halk Kütüphanesi, Gezi Şehitliği; Berkin Elvan, İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş adına yapılan Gezi Şehitliği-Fidanlığı gibi…”
Bu tabloda ki isimleri tek başına tartışmak hakikati karartır ve bizi adalet duygusundan uzaklaştırır. Bu tabloda Dersim Tertelesi’nden 68 devrimci hareketine, 90’lı yılların gözaltında kaybedilenlerin anneleri olan Cumartesi Annelerine, Gezi Direnişin de yaşamını kaybedenler ve tecavüz cinayetlerinin sembol isimlerine kadar geniş bir yelpaze var. Bu isimler ezilen ve haksızlığa uğrayan ilerici insanlığın değerleridir. Bunu tartışmak Dersim toplumunu ilerici insanlık ailesinden uzaklaştırır ve çok geriye düşürür.
Bu tablo da eksiklikler var. Görüldüğü kadarıyla “yerel değerler” ikincil plana itilmiş, daha çok “evrensel değerler”e öncelik verilmiştir. Bu bir problem ve siyasi bir yanılgı olarak görünmektedir. Yerel değerleri evrensel değerlere feda etmek ciddi bir sorundur. Yerel halkların dilleri, kültürleri, inançlarına hak ettiği değeri vermemek aslında evrensel değerleri de doğru anlamamaktır. Yerel değerlerden kopmak köksüzlüğe, evrenselden değerlerden kopmak gericiliğe götürme risklerini taşımaktadır. Oysa yerel ile evrenselin ilerici değerlerini sentezleyerek demokratik, özgürlükçü bir sentez üretilebilir…
Bu anlamda yerel yönetimler/yöneticiler kendi toplumlarının ortak yerel değerlerini korumaya-yaşatmaya öncelik vermelidirler. Ama yerele de saplanıp sırtını evrensel değerlere dönmemelidir. Ancak bu ilişki doğru ve dengeli bir şekilde kurulamasa “mutlak yerelcilik” mikro milliyetçiliğe, “mutlak evrenselcilik” inkarcılık ve asimilasyona götürür…
21. yüzyılda Dersim toplumunu ilerici insanlık ailesinden koparıp sadece yerel değerlerle var etme çabası hem doğru değil, hem de sosyal yaşamda karşılığı olmayan bir çabadır… Elbette evrensel değerlerle ilişkisini kesip tamamen yerel değerlerle yaşamak isteyenler varsa onlara bir şey denilemez. Ancak bir toplum adına bu tür iddialarda bulunmak sınırları zorlamaktır. Tüm toplumlar gibi Dersim toplumu da homojen bir toplum değildir. Kimse kimseye kendi düşüncelerini dayatmadan barış içinde bir arada yaşamanın olanaklarını geliştirmeliyiz.
Mazgirt Belediyesi’ni (bu konuda Pülümür, Nazimiye, Pertek, Çemişgezek, Ovacık, Hozat belediyelerinde ki durum hakkında da bir değerlendirme yapma ihtiyacı vardır…) yerel değerlere yeterince önem vermediği konusunda eleştirebiliriz elbet. Bu öncelikli olarak Mazgirtlilerin, Dersimlilerin ve her demokrat insanın demokratik hakkıdır. Ya da verilen isimlere yönelik eleştirilerimiz de olabilir. Ancak demokratik haklarımızı kullanırken adalet, vicdan ve etik değerler konusunda azami hassasiyet göstermek durumundayız. Eleştiri adı altında insanları linç etmeyi, değerleri kirletmeyi kimse kendinde hak olarak görmemelidir. Gerçekliği bütünlüklü olarak kabul etmek ve eleştirimizi yapıcı, geliştirici, toplumu aydınlatıcı bir tarzda yapmanın ahlaki sorumluluğundan uzaklaşarak olmamalıdır.
Mazgirt Belediyesi’ni (tabi diğer belediyeleri de) yerel değerler konusunda ki eksikliklerini, umursamazlıklarını eleştirmek de bir haktır ve doğrudur da. Bu eleştirilerin karşılık bulmasını ümit ediyoruz. Görüldüğü gibi ötekileştirici, yargılayıcı, düşmanlaştırıcı bir dil ve tarz eksikliği gidermediği gibi Dersim toplumunu kutuplaştıran, parçalayan bir rol oynamaktadır. Öte yandan tüm yanlış yöntemlere rağmen bir “eleştiri” yapılmış ise onu dikkate almak, kimin yaptığıyla değil, doğru ve haklı olup olmadığıyla değerlendirmenin doğru olacağına inanıyoruz. Eleştiriyi doğru değerlendiren, tepkiyi yatıştıran, konuyu irade savaşına dönüştürüp “karşı saldırı”ya geçmeden de düşünceler açıklanabilir.
Mazgirt Belediyesi ve M. Oruçoğlu tartışmalarında bazı kurumlar adına yapılan açıklamalar da sorunu düşünsel ve mekansal zeminden uzaklaştırmakta ve yeni sorunların zemininin oluşmasına hizmet etmektedir. Her eleştiri yapanı “düşman” görmek, aşağılamak ve tehdit etmek hastalığının da demokrasi kültürü konusunda ne kadar sorunlu olduğumuzun bir kanıtıdır.
Hem andaki hem de geçmiş tartışma süreçlerinde Dersimli kadınlara yapılan cinsiyetçi saldırıları kınadığımızı özellikle vurgulamak istiyoruz. Kimden kaynaklanırsa kaynaklansın, bu ataerkil mantalite, tarihi, toplumsal yaşam kültürümüze tezattır ve toplum vicdanını yaralamaktır.
Toplum adına söz söyleme hakkına sahip olduğunu düşünen tüm kurum, kuruluş ve bireyleri sorumluluğa, etik değerlere saygıya davet ediyoruz. Hiç kimse toplumu parçalama, düşmanlaştırma ve kendi çıkarları için zehirleme hakkını kendisinde görmemeli, bu hakkı kendinde görenlere de Dersim toplumu sessiz ve tavırsız kalmamalıdır.
Özgür, barış içinde yaşayan, demokratik bir Dersim’in, hepimizin hayali olduğunu biliyoruz…
Büyük bir aile olmalıyız, çünkü biz bir ailenin çocuklarıyız.
30.07.2018
DERSİM MECLİSİ YÜRÜTME KURULU
Risk Toplumu ve Geçmişten Geleceğe Dersim
Selman Çiman
“Evrende en büyük ziyan, sorgulama yetenegini yitirmiş bir beyindir” (Einstein)
Konu başlığına bakıldığında, birçok sosyal-siyasal bilimleri ve disiplini kapsayan, karmaşık-kompilike bir durum olarak anlaşılabilinir. Oysa çok iddalı olmamak koşulu ile bugünün Dersimini anlamak, bütün bu konuları üstten bir bakış ile analiz etmek, geçişkenlik içeren, birçok konuyu birbiri ile ilişkilendirmek toplu bir fotoğrafı çıkarmak açısından gerekli gibi gürülmektedir.
Dersimliler, 1970’li yıllarda arkaplanda 37-38’de uğradıkları büyük vahşetin psikolojik motivasyonu ile çok hızlı bir şekilde politize oldular. Bir şekilde öç almak refleksi olarak da tanımlanacak bu süreç büyük bir yıkım ile sonuçlandı.
Meydanların kültürel-politik ve tarihsel hafızanın oluşmasında ciddi birer imge oluşturabilirler. Hatta bazen toplumların tarihin birim aşamasının da başlangıç noktaları olabilecekleri gibi, değişimin sembolleri; bazen de bir bütün olarak retoriksel söyleme anlamlar yükleyebileceğini görüyoruz. Yetmişli yıllarda Palavra Meydanı ile başlayan politik dinamizm kendine özgü bir tarz ve semboller yarattı. Erkeklerin bıyıklarını Marx’ın “M” si faullerini de Lenin’in “L” şeklinde kestiği, Amerikan parkasının politik olmanın kesin bir kanıtı olduğu; kadınların kot pantolon üzerine uzun çiçekli elbiseler giyindiği, yüksek sesle konuşmaların yapıldığı, herkesin koltuk altında tuğla kalınlığında düz renklerden kitaplar taşıdığı, “süreç-mekan sembolik hafızasını” ve “kültür kodlarını” oluşturmaktaydı.
Dersimliler, 1970’li yıllarda arkaplanda 37-38’de uğradıkları büyük vahşetin psikolojik motivasyonu ile çok hızlı bir şekilde politize oldular. Bir şekilde öç almak refleksi olarak da tanımlanacak bu süreç büyük bir yıkım ile sonuçlandı. Tarihsel kültürün bir mirası olan iç çatışmalar, cinayetler ve büyük trajedilerin de tekrarı oldu. Sonrasında, onbinlerce insanın büyük acılar çektiği büyük bir enkaz ve yıkım.
Bugün Dersim toplumunun kalbi başka bir meydanda, Seyit Rıza Meydanında atıyor. (meydanda bulunan Seyit Rıza heykeli kültürel-kimlik bilinci oluşmasında bir ortak sembolik anlam bile yaratamıyor, her birey farklı anlamlar yüklemektedir. Kimisi onun bir isyanın önderi, kimisi bir aşiretin lideri, kimisi bir direniş önderi, hatta bir devrimci önder olarak da görenler bile var) Bu meydanda bulunan erkelerin hipp-star tarzı sakalları, kadınların geleneksel şalvar giyindiği, yüz topografyasından kimlik tespiti yapan dört kamera tarafından izlenen ve herkesin sessiz konuştuğu, tedirgin, umutsuz, korkan ve kötü şeylerin her an olabileceği bir toplum haline gelmiş bulunmaktayız. (Öyle ki, erkeklerin, arpanın veya buğdayın hangi mevsim de ekildiğini; kadınların ise yoğurt mayalamayı bilmediği bir kuşak).
Sistemin yeni rantçıları, dışında herkesin göç etmek üzerine kaldığı; etno-coğrafik kimlik dinamikleri dağılmış, kültürel değerleri silikleşmiş, hiç kimsenin kalıcı bir şeyler yapmadığı bir coğrafya. Diasporadan gidenlerin onları anlamadığı ya da anlatamadığı, onların da diasporadan gelenleri anlamadığı; bir kaç hafta yaşadıktan sonra, insana boğulma hissi veren ve hızla insansızlaşan ve her yerinden acı akan bir coğrafıya. (Göç, gidenlerin kurtulduğu, rahat bir hayat sürdükleri, hiçbir sorun yaşamadıkları mitosu üzerine kurulan bir fenomen. Bu düşünsel yanılgı ve yanılsama göçün hızlanmasını tetiklemektedir ve süreklileşmesini sağlamaktadır.)
Bu değişim sadece mekansal bir değişim ve taşınma değil, aynı zamanda kültürel, sosyolojik bir değişimi de beraberinde getirmiştir. Değişmeyen tek bir şey varki o da “şiddet”in sürekliliği ve bunun yaratığı toplumsal çöküntü-çürüme. Bu durumu “anlamak” ve “anlamdırmak” bugünün en temel sorunu ya da sorusudur. Kimsenin kimseyi anlamadığı, ortak bir hafızası olmayan, epistomolojik olarak aynı dili konuşmadığı, en genel kavramlara bile aynı anlamlar yüklemediğimiz, düşünsel olarak parçalanmış, mantık bütünlüğü dağılmış, idealleri konusunda bütünsellikleri olmayan, değer-norm çatışması yaşayan kaotik bir toplum haline gelmiş bulunmaktayız. Adeta Dostoyevski‘nin Budala’sı döneminin bütün kişilik karakteristik özellikerini taşıyan insan tipi ve devrine dönmüş bir durumadayız. Onun deyimiyle “Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı, duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak istiyen bir kuşağın devridir.”
Babaların gençliğinde savunduğu ve bugün çocuklarının gittigi yolun yanlış ve tehlikeli olduğunu, büyük bir çaresizlikle anlatmaya çalıştığı dehşet acılara tanıklık etmiş, yeryüzünün bu “özel” coğrafıyası elimizden kayıp gidiyor. Politik aktörlerin dağlarda onar-onbeşer halinde cesetleri insansız hava araçlarından atılan füzelerle paramparça edilmiş her biri “zeka küpü” (dünyada doğan her yüz çocuktan altısı süper zeki olarak doğmaktadır, bu oran Türkiyede yüzde üç, Dersim’de ciddi bir araştırma ile yüzde ona yakın bir rakamdır) bu genç-çocukların cenazelerinde, boyun damarları çatlarcasına Hamas şefleri gibi bağıran, “şehit-şaahadet“ (bu iki kavram da Dersim kültür geleneği kolleksiyonunda olmayan kavramlar. İslamik-faşizmin katilleri motive etmek için cennet motivasiyon kavramlarıdır) kavramlarının bolca dağıtıldığı, dağ yerine neden üniversitelere gitmediklerini sorgulamayan bu ortamda bu “katran” sürekli kaynamaktadır-kaynatılmaktadır. Bu “katranı sürekli kaynatarak sonuçta şeker elde edeceğini” düşünenlerin akıl tutulması yaşıyor olmalarıyla karşı karşıyayız. Oysa dünyanın gittiği yönü anlamak hiç de zor bir durum değil, endüstüride 5-0 tasarlanırken, iletişimde inovasiyon teknolojisinin vardığı boyut, siyaset ve felsefede post-modernizmi tartışırken, demokraside yerel-direk yönetimi öngörürken, biz ise nohut-fasulye ekmenin ne kadar önemli bir şey olduğunu birbirimize anlatıyoruz.
Dünyada yaklaşık ikiyüz yıllık siyasi yönetim biçimi olan “özerklik” kavramının başına “demokratik” geçirilmiş hali ile ne kadar önemli bir teori olduğunu söyler dururuz. Ama dünya kültür mirası, insanlığın ortak malı, yeryüzünde az kalan temiz su kaynağı, ruhsal dünyamızda da manevi değeri olan, Munzur Nehri’nin kaynağının hemen yanında olan Ovacık’ın kanalizasiyonu neden akmaktadır, sorusunu soramıyoruz kendimize.
Bütün bunlarla birlikte, etki yaratmak ve toplumsal dönüşümün kesinlikle birincil yolu düşünsel paradiğma eleştirisi, kalıp ezberlerden kurtulmak en önemlisi de aklın özgürleşmesinin dinamiğini oluşturmak ve buradan çıkacak aydınlanmadır. Bakınız aydınlanma konusunda, Alman felsefesinin kurucularından, Immanuel Kant’ın iki asır önce söylediğine tekrardan gitmek gerekiyor: “Aydınlanma, kişinin kendi aklını kullanmaya cesaret etmesidir.”
Ortaya çıkan küresel çatışmanın yaratığı risk haritasının ve hayatımızın her alanını etkisi altına almış çatışma dinamiklerinin tam ortasında olmamız nedeniyle, doğru sorular soran ve nedensel hipotezlerini düşüncenin spekulatif gücünün ancak bir ampirizm dahilinde, nesnel durumla “gerçeklikle” ilişkilendiren bir bakış açısına ihtiyaç olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Günümüz dünyasında “bilgi” yeni bir siyasi anlam yaratıyor. Bununla bağlantılı olarak risk toplumunun siyasi potansiyelini ve gücünü, toplumun karşı karşıya olduğu riskler hakkındaki bilginin kökeni ile çok ilişkilidir. Yani yaşanan toplumsal felaketin siyasi potansiyelini görerek, doğru bir makro eylem planı, “yerelleşme” (local politics), “yenilenme” (policy renaissance) ve siyasetin rasyonalleşmesi gerekmektedir. Yerelleşme siyasetinin global boyutunu, önemini anlamayanlar “mikro miliyetçilik” gibi negatif bir kavramın arkasına saklanmaktadırlar. Oysa bugünün dünyasında, evrensel değerlere ve projeksiyona sahip olmayanlar, yerel değerleri de üretemez ve yerel değerleri koruyamazlar.
Ortaya çıkan küresel çatışmanın yaratığı risk haritasının ve hayatımızın her alanını etkisi altına almış çatışma dinamiklerinin tam ortasında olmamız nedeniyle, doğru sorular soran ve nedensel hipotezlerini düşüncenin spekulatif gücünün ancak bir ampirizm dahilinde, nesnel durumla “gerçeklikle” ilişkilendiren bir bakış açısına ihtiyaç olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Siyaset, demagoji ve anlamsız hayallerin savunusu veya eylemi kesinlikle değildir. Aksine hayatı analitik çerçevede kıyaslamak aklını esas alır ve dürüstlük gerektirir. Siyaset toplumsal sorunların çözümü ve hayat kalitesini her açıdan arttırmak için yapılan bilinçli “nesnel karşılığı” olan bir eylemdir.
Dersim toplumu olarak son elli yıldır, “travmatik süreklilik” gibi psikopatolojik bir toplumsal fenomenle karşı karşıyadır. Buna Dersim 37-38 Soykırımı’nın genetik mutasyon yolu ile aktarılmış soykırım travmasının etkilerini de eklersek durumun ne kadar komplike ve karmaşık olduğunu anlamış oluruz. (New York’daki Mount Sinai hastahanesinden Prof. Rachel Yehuda başkanlığında ki ekibi, Nazi döneminde soykırıma tanıklık etmiş Yahudiler üzerinde yaptığı çalışmada tarvmanın genetik aktarımla yapıldığını tespit ettiler.-bbc news)
Bu ağır kaotik şartlar Dersim’i, çoğunlukla ütopyaları nesnel olarak değişmiş, birçok negatif imgelerle şekilenmiş gelecek perspektifsizliği, sosyal hayatın rasyonaliziminden uzaklaşarak “kriz toplumu” haline gelmiştir.
“Savaş bunalımı” bütün toplumu adeta çürümenin eşiğine getirmiş, savaştan kaynaklı nevrotik durum üniter bir sendrom olarak sürekli tetiklenmekte, bir bütün olarak doğal gelişim rezonanslarını felç etmiş, realitesini ve kültürel normlarını kaybetmiş, adeta “Posttravmatik stres bozukluğu” sendromunun ciddi septomlarını taşıyan bir toplum haline gelmiş bulunmaktayız. (Posttravmatik stres bozukluğu-savaş, kaza, tecavüz, katliam ve feci şekilde ölüme tanıklık gibi durumlar sonrası travma yaratan bir olayın yaşanmasında, kişilerde bu gibi olaydan uzun zaman geçtikten sonra kalıcı bir travmatik sendromlar yaşaması durumudur. 1970’lerde ABD’de Viyetnam Savaşı’ndan dönen askerlerde savaşta karşılaştıkları sinir bozucu olayların tekrar yaşandığı, olayları hatırlatan durumlardan şiddetle kaçınma, uyumakta zorlanma, arkadaş ve aile ilişkilerinde sorunlar yaşama, dikkat dağınıklığı ve öfkelenme egilimi gösterdikleri, olayı hatırlatan durumdan kaçınmaya yol açan aşırı uyarlanmışlık, kaygı ve kolayca irkilmeyi içermektedir. Psikiyatri disiplini, mental bir anksiyete bozukluğu olarak tanımlamaktadır.)
Bu patolojik durumun daha önemli bir noktası da, sadece “savaş-şok”larının toplumdaki çok boyutlu etkilerinin ürettiği ve savaş yükü ile bağlantılı etiyolojik faktörlerin görüldüğünden çok daha karmaşık olmasıdır. Uzun süreli şavaşın ürettiği dehşet, kaygı ve öfke, ayrıca fiili olaylara tekabül eden temsiller, toplumun bütün bireylerinde analitik algının dağılmasına, toplumsal olarak ruhsal çöküntüye yol açmıştır. Bu durum bireylerde utanma ve mahçubiyet duygusunun yıpranmasına, hiç farkında olmadan, sosyal-adalet duygusunun da yitirmesine neden olmaktadır.
Bu ağır kaotik şartlar Dersim’i, çoğunlukla ütopyaları nesnel olarak değişmiş, birçok negatif imgelerle şekilenmiş gelecek perspektifsizliği, sosyal hayatın rasyonaliziminden uzaklaşarak “kriz toplumu” haline gelmiştir. Bir toplum rasyonalitesini nasıl kaybeder ve bu durum nasıl sonuçlar doğurur? Bu durum intikam duygusunu sürekli doğuran bir toplum olarak kini ve şiddetti politize ederek, şiddetin günlük hayata girmesinin normalleşmesi algısının yerleşmesine ve kalıcılaşmasını sağlar. Ayrıca bur durum, farklı formlarda, sürekli yeni araçlarla kendisini ürettirerek pratik “şiddet kültürü”nün yaygınlaşmasına bir sosyo-patolojiye dönüşmesine yol açmaktadır.
Şiddet ve şiddetten sakınmak da toplumsal olarak öğrenilen bir şeydir. Bu kadar şiddetle yoğrulmuş bir ortamada, kişi hiç farkında olmadan sosyal problemlerini şiddetle çözebileceğini öğreniyor. Bu “öğrenmeyi” kırmak ve normaleşmesini sağlamak için çok zor ve uzun eğitim-rehabilite süreçleri gereklidir. Hatta bu durumlar için insan üstü bir çaba da gerekebilir. Yetersizlik, başarısızlık, değersizlik duygusu toplumda inanılmaz boyutlarda yer etmiş ve bununla başa çıkmak için çoğunlukla bireysel planda “tükenmişlik sendromu”nun etkisiyle tam tersini yapmaya çalışıyoruz.
Moderleşme, şiddetin ve savaşın yaratığı zorunlu göçün ve savaşın bütün toplumu çürüttüğü gibi, kültürel normları dejenere ettiği; kişilikli insan yetişmesinin bütün zeminini de yok etmektedir. Özgür bireylerde kişilik gelişir, baskı altındaki bireyler, doğru bildiği gibi değil, kendisinden istendiği gibi davranmak zorurda kalır. Uzun süreli savaşlarda, yeni yetişen jenerasyonda bu davranış ve kültürel kalıplar itrazsız ve normalmiş gibi kabul edilir. Savaşan güçlerin fiili, fiziki baskısı ve uyguladıkları “duygusal şiddetin” etkisi ile nasıl kişilikli davranabilir ki insan. Çok doğaldır ki, bireyler kişilik parçalanması yaşayacaktır. Esasında bu durum toplumun bir bütün olarak realite kaybı yaşamasına ve “sosyal şizofreni”ye sürüklenmesine yol açmıştır.
Dersim, kendisine benzeyen, kendi kültürel kodları ile dünyada hetrodoksi denilebilenecek ve “Dünya Kültür Mirası“nın her boyutu ile korumaya alacağı uluslarası ve insanlığın ortak kültürel mirası olarak kabul edileceği bir topluluktur. Dersim, bu koruma kriterlerini fazlası ile taşımaktadır. Dersim toplumunun içinde bulunduğu objektif durumu, herşeyi ile tehdit altında olan bir “Risk Toplumu” olarak tanımlamak gerekir.
Kanıksanan ve içselleştirilen bu durum, genel anlamda sosyolojik ve psikolojik düzlemde davranışsal bozukluk, norm dejenarasyonu, ahlaki çöküntü ve süreç içerisinde kültürel kodları yaratan referans çerçevesinin kırılmasına, silikleşmesine yol açar. Patolojik bir eylemsellik olarak şiddet ve şiddetin üretimi, çoğunlukla uygulayan ve mağdurlar arasında bir süre sonra asimetrik bir güç ve otorite ilişkisi oluşmaya başlar. Örgütlü Bir şiddet aygıtı olarak devletin, potansiyel olarak yok edilmesi gereken bir toplum olarak gördüğü Dersim toplumu, giderek devlete tersten benzeyen siyasal örgütlerin şiddeti de eklenince bu noktaya geldi.
Şayet normalizasyon koşulları tekrardan sağlanamazsa, toplum ya çökecek veya anormalleşmeyi büyütecek ölümcül bir tercih ile karşı karşıya kalacaktır. Eğer yeniden rasyonalite kazanma seçenekleri dışarda bırakılırsa toplum, geçmişte yaşadıklarından dolayı geleceği düşünme enerjisini tüketmiş, sürekli krizler yaşayan bir topluma dönüşmüş, sürekli tekrarlanan döngüsel bir anafora sürüklenecektir.
Dersim, kendisine benzeyen, kendi kültürel kodları ile dünyada hetrodoksi denilebilenecek ve “Dünya Kültür Mirası“nın her boyutu ile korumaya alacağı uluslarası ve insanlığın ortak kültürel mirası olarak kabul edileceği bir topluluktur. Dersim, bu koruma kriterlerini fazlası ile taşımaktadır. Dersim toplumunun içinde bulunduğu objektif durumu, herşeyi ile tehdit altında olan bir “Risk Toplumu” olarak tanımlamak gerekir.
Risk Toplumu aynı zamanda bir normatif özeleştiri toplumu olmalıdır ki riskleri ve toplumu tehdit eden potansiyelleri anlama konusunda nesnel sonuçları algılanabilsin ve karşı koymanın fiziksel dinamiklerini oluşturmanın nesnel zemini yaratabilsin.
Risk toplumunun kurtuluşu için politik epistomolojinin parametreleri olarak gerçek bir siyasi hareket ve aydınların yaratacağı güven hareketidir. Bütün bu riskleri toplumsal bakımdan tanıma, önleyici konseptlerin bilimsel bilgi ve siyasi eylemi ile arasındaki diyalektik bir denklem kurulursa, toplum sosyal-politik önleyici eylemi ile risk süreçlerinden çıkarılabilinir.
Dersim toplumun bir bütün olarak etno-kültürel, etno-politik, etno-demoğrafik ve etno-coğrafik yapısını tehdit eden birçok veri tabiki sunulabilinir.
Konu uzayacağından ben sadece bunun bir boyutu olan etno-coğrafik risklerin büyüklügünü görmek açısından coğrafyamızda yaşam alanlarının nasıl ortadan kaldırıldığının ve etnik yoğunluğumuzun tahrip edildiğinin; kültürel dokunun ortadan kaldırıldığının kanıtı niteliğindeki barajlar örneğini belirtmekle yetineyim.
“Munzur havzasına 4 baraj ve 5 HES projesi planlanmış, 1985’de yapılan Mercan HES kaçak olarak yapılmış. Peri suyu üzerinde 3 baraj kaçak ve hukuksuz yapılmış. Çemizgezek Tağar suyu üzerine HES projesi, 1967’de planlanan Gökçek Köyü İnderesi HES projesi. Pertek-Singeç 2 HES projesi-Çobanyünak-. Dinar deresi HES, Uzunçayır barajı, Pülümür vadisi1-2 Regülatörü ve HES projeleri, Hakis deresi HES projesi. Haskar deresi HES projesi. Kutuderesi HES projesi ve Derman HES projesi, Karasu üzerinde Sansa ve Armağan HES projeleri, ayrıca 3 baraj, Pülümür-Abdalan HES projesi, Kiği-Yedisu 6 HES pojesi (3’ü yapılmış durumda), Tercan’da 2 HES projesi, Elbistan’da 1 HES projesi. 145 maden çıkarma projesi bulunmaktadır ve bu projelerin taahhütname ve sözleşmeleri yapılmıştır. Bu projelerin en büyük ve yıkıcı olan ilk 3’ünü sıralarsak;
- 43 bin hektarlık alanı kapsayan Merkez-Geyiksu dan başlayıp Munzur vadisine paralel ve güneyde Yılan dağı olmak üzere Munzur gözelerine kadar ki bölge Altın Madeni çıkarılmak için Çalık Holding lisans ve sözleşmeler yapılmıştır. Bu projenin ölümcül etki alanı yaklaşık 250 kilemetrekaredir.
- Mercan dağlarında krom çıkarılması-işletilmesi.
- Pertek-Vaskürt (Çakırözü) Mermer çıkarma alanı.”
(Kaynak: Dersim Barosu ve Sanayi ve Ticaret Odası)
Risk toplumunun kurtuluşu için politik epistomolojinin parametreleri olarak gerçek bir siyasi hareket ve aydınların yaratacağı güven hareketidir. Bütün bu riskleri toplumsal bakımdan tanıma, önleyici konseptlerin bilimsel bilgi ve siyasi eylemi ile arasındaki diyalektik bir denklem kurulursa, toplum sosyal-politik önleyici eylemi ile risk süreçlerinden çıkarılabilinir. Rasyonal bir siyasetin, öngörüleri ve sonuçları analitik bir mantık çerçevesinde açıklayamayan her politik hareket, çözümler de üretemez. Ayrıca bizim coğrafyamızda bu hareketler fiilen miadını doldurmuş, sorunun birer parçaları haline gelmişlerdir.
Soruların nasıl sorulduğu, nedensel hipotezlerin nasıl oluştuğu, bizi doğru bir çözüme götürecek tek yol olarak duruyor. Suriye’deki şavaşla birlikte devlet ve iktidar erki sürekli ve sistemetik olarak “alevi fobisi” propagandası ile Alevileri bir bütün olarak kamusal alanın dışına çıkardı. Alevilere karşı yapılacak bir “soykırım”ın fiziki-piskolojik arkaplanını ve motivasiyonunu oluşturmuş durumdadır. (1915 öncesinde, Ermeni aydınları büyük bir yanılgı yaşadılar. Bu yanılgı ve öngörüsüzlük büyük bir felaketle sonuçlanıdı. Oysa önleyici mekanizmalar geliştirebilirlerdi.)
Türk Devletindeki niteliksel-yapısal değişiklikten sonra, Alevi toplumu potansiyel ve içdüşman kateğorisine alındı ve İran’nın nüfus alanı olarak tanımlandı; bölgesel çatışmanın temel ekseni olarak da böyle şekillendi.
Soğuk savaşın kilit ülkesi Türkiye’de dört ana sorunlu alan olarak tanımlanan, Karadenizdeki Laz etnik yapısı, Hatay’daki Arap-Alevi stoku, Kürt etnik nüfusu ve coğrafyası ve Alevilerin yoğun yaşadığı coğrafya (Hatay’dan başlayıp Varto’da son bulan Alevi yayı).
Devlet açısından bu asimetrik savaş stratejinin birçok parametresi ve boyutları kesinlikle vardır ve normal durumda yapamayacağı birçok politik hedefi, bu savaşı gerekçe göstererek, devlet terörünü meşrulaştırarak, yerel ve uluslararası tepkileri-itrazları tolere etmektedir.
Karadeniz de 1980lerde başlayan ve derin-devletin planlı milliyetçi hareketi güçlendirme, Hatay da sistematik şekilde sürdürülen ve demografik yapıyı bozmak için nüfus transferleri, yabancı ülkelerden gelenlerin zorunlu iskanı ile etnik yapısı değiştirildi. Asıl sorun ise Kürt sorunu ve Alevi sorunudur. Hem iç içe geçen hem de ayrı yanları olan, fizikte ki birleşik kaplardaki ilişki gibi tanımlanacak bir durum gibi. Devletin en büyük korkusu, bu iki güçlü muhalefetin potansiyelinin birlikteliğidir.
Bir Pentagon stratejisi olarak bilinen ve Türkiye’nin de Osmanlı’dan devir aldığı politika ile sentezlenen etnik temelli düşük yoğunluklu savaş politikasının labutuvarı hiç kuşku yok ki son kırk yıldır Dersimdir.
Devlet açısından bu asimetrik savaş stratejinin birçok parametresi ve boyutları kesinlikle vardır ve normal durumda yapamayacağı birçok politik hedefi, bu savaşı gerekçe göstererek, devlet terörünü meşrulaştırarak, yerel ve uluslararası tepkileri-itrazları tolere etmektedir. Bu gerekçe ile köyleri yakmakta, göç hareketini hızlandırmaktadır. Devlet, özel güvenlik alanları oluşturarak bölgeyi insandan arındırma, toplu katliamlar yaparak, demokratik-hukuksal işleyişin bir bütün olarak ortada kaldırıldığı kendisi için ideal bir ortam yaratmış olmaktadır.
Bölgede bulunan silahlı hareketler ya direk ya da dolaylı olarak bu politik stratejinin sürmesinde temel rol oynadıkları bir varsayım değil. Her yıl dalları budanan ve bir sonraki yıla tekrar filiz verecek şekilde bırakılan, Dersimlilerin “bizim çocuklar” dedikleri kesimin bu durumu anlamaları zaten mümkün değil. Çünkü “konuyu” bilmiyorlar.
Ama Kürt hareketinin son yirmi yıllık pratiği “hizmete hazırım” ile başlayan süreç bu denklem üzerine oturmaktadır. Bu denklemi doğru çözenler, bu kirli siyasetin labirentlerinden çıkmak için okun yönünü doğru takip edenler, tarihin en büyük trajedisini görebilirler. En azında kısa dönemi anlamak için Selahattin Demirtaş’ın neden cezaevinde olduğunu, Roboski davasının neden AHİM’e taşınmadığını, ya da Kürt şehirlerinin nasıl yerle bir edildiğini ve binlerce gencin bodrumlarda napalm bombaları ile kül edildiğini anlayabilmek için aşağıda verdiğim alıntı bu perspektifle okunursa anlaşılır:
“Bakın, bunlar ben olmasam orda çoktan ABD-İsrail ittifakına yem olmuşlardı. Siyaset bilmiyorlar, Dersimden çekilme kararı aldılar. Dersim bırakılır mı, böyle şey yapılır mı? Bana hemen bildirdiler, Sayın Ecevit’e de bu konuda mektup yazdım. Dedim burdan çekilme olmaz, bir iki birlik sayıları 200-300 geçmeyecek bir gücü orda tutmak lazım. Burda (Dersim) ortaya çıkacak bir boşluk başkaları tarafından doldurulur. Biliyorlar, Sayın Atasagun (MİT Müşteşarı) bildirmiş, demiş biz de istemiyoruz o bölgeden tamamen çekilmesine” (Öcalan’ın Avukat Görüşme Notları. Yeni Özgür Politka)
Tarihsel olarak siyaset bilinci ve eylemi, kendisi ile ve iktidar arasındaki muhalefet üzerine kurulmuş toplumun en temel sorunları siyasetin konusu olamamıştır. Bir siyaset projesi olarak “Dersim Meclisi” ne karşı yapılan itirazların veya engellemelerin Dersimlilerden gelmesi kronik bir durumun göstergeleridir.
Dersimliler, tarih boyunca ve gerekse yakın tarihte kendileri için “Dersim Siyaseti” ile bağlantılı siyaset yapmanın herhangi bir parametresini oluşturacak hiçbir eylem yaratamadılar. Ne kendilerinin farkındalığının farkında oldular ne de toplumsal sorunları konusunda kollektif bir ortak hafıza ve stratejik bir eylem planına dönüşecek ortak aklı yaratabildiler.
Bunun bir çok nedeni var elbette. Başlıca iki temel faktör, kendi olma bilinci, kendi kendini yönetme kapasitesinden yoksun görme ve iktidar kurma kültürü konusundaki tarihsel mirastan yoksunluk ya da iktidar olma bilincinin olmaması.
Tarihsel olarak siyaset bilinci ve eylemi, kendisi ile ve iktidar arasındaki muhalefet üzerine kurulmuş toplumun en temel sorunları siyasetin konusu olamamıştır. Bir siyaset projesi olarak “Dersim Meclisi” ne karşı yapılan itirazların veya engellemelerin Dersimlilerden gelmesi kronik bir durumun göstergeleridir. Oysa “öteki”lerin itirazları olması gerekirken, Dersimlilerin itirazı paradoksal bir durumdur.
Bizim kuşak (50-70 arası) abartısız söylemek gerekirse tarihsel bir görev ve ağır bir sorumlulukla ile karşı karşıyadır. Bu durumun oluşmasında kısmen payı olan bizler, toplumun içine girdigi bu ölümcül girdaptan çıkması için bir çığır açmamız olanaklı görülüyor. Daha doğrusu bunu yapmak zorundayız.
Bunun için düşünsel alışkanlıklarımızı ve siyaset yapma tarzımızdan köklü bir kopuşla ve paradigma değiştirerek, ezberlerimizi bozduğumuz ve sorunların kollektif aklın oluşması ile aşılabileceğini veya bu yönde bir bilincin oluşması ile mümkün olacağını anlamak ilk aşamadır.
Bu siyasi akıl, Dersimi kendisine eksen alan; toplumun karşı karşıya bulunduğu bu ağır duruma ve sorunlara akılcı-analitik ve nesnel öneriler de bulunan bir “Dersim Siyaseti” olmalıdır. Biz Dersimliler bu son şansı kullanmak durumu ile yüz yüze olmanın ciddiyetini ve sorumluluğu ile hareket etmeliyiz.
Modern örgütlenmelerin parametrelerini oluşturmak, bugün olanaklı değilse bile bu konuda miras bırakmak, bizden sonraki kuşaklara fundament tarih ve bilinci oluşturmak açısından önem arzetmektedir. Bu depolitizasyonu fırsat bilen bazı çıkar grupları, Avrupa’nın ortasında dini ve siyasi güç devşirmek isteyenler, aşiret toplantıları organize etmektedirler. Viktor Hugo dediği tam da bu durumu anlatır, “Din, hırsızlar ve kalpazanlar için mükkemel bir araçtır”
Biz modern toplumun siyasal mekanizmalarını, dünyadaki insanlığın ileri değerleri, evrimsel dönüşümleri, çağın gelişmelerini iyi okuyan bir “siyaset vizyonu” ile “toplumsal konsensüs hareketi” yaratarak oluşturabiliriz. Makro düzeyde oluşturulacak bir siyasetle, toplumun bütün sorunlarına çözümler ve yol haritası oluşturan ve yeniden inşaasını şekillendiren “yerel yönetim politikası” ile ancak bir kalkınma yaratılabilinir, risk toplumu olmaktan çıkarılabilinir.
Bir Fransız atasözüdür, “Kurt postu içinde ölür”. Durum gösteriyor ki Dersim’de bir süre sonra hiçbir kurt postunda ölmeyecek. Tarih bir kez daha Bertholt Brechht ’i haklı çıkardı, “Her savaşta geriye üç ordu kalır, ölüler ordusu, yas tutanlar ordusu, hırsızlar ordusu”. Dersimdeki durum ne yazık ki, bugün budur…
Toplumun Theodor Herzl gibi idealistlere, Che Guevara gibi romantiklere, Jean Paul Sartre gibi kişilikli aydınlara, isim listesi çok uzun olan, herbiri ile büyük onur duyduğumuz, Dersimin yiğit insanlarına, bugün daha cok ihtiyaç var kesinlikle…
“Düşünmeyi ögrenmiş hiç kimse, bir şeye körü körüne inanmaz.” (Tolstoy)
YAZARIN DİP NOTU: Bu yazının asıl konusu Dersim’de yapılan ve bir alan çalısmasını kapsayan travma ve savaş şartlarında doğmuş, büyümüş 18-25 yaş kuşağının “psiko-sosyal durumu” ve “risk toplumu analizi”ni anlamak için kognitif veriler elde etmek amacıyla yapılandırmış bir kontex içindeki sorulara cevaplar aramak ve nesnel bulgular elde etmek konulu araştırmadan oluşmaktadır. Bazı sorularda kontex dışında, görüşme esnasında sorulma tekniğinden yararlanılanarak yapılandırılmıştır. Bu çalışma 2017 yılının Aralık ayın da “ülkeye süresiz giriş yasağı” konulduğu için tamamlanamadı. Ama bu yarım kalmış çalışmada, “Munzur suyunun ışıltılarını” görür gibi olanlar kesinlikle yanılmıyorlar.