Haydar Karatas Dersim Meclisi´nin Kongre çaĝrısı ile ilgili iki bölümlük yazı yayınladı. Üçüncü bölümünü de yazacaĝını söylemiş.
Söylenecek çok söz var, ama kısa tutmak daha iyi.
Zira biz Dersimliler sözü uzatmayı sever hale geldik.
Haydar Karataş iyi bir yazar. Hayalleri geniş, kalemi güçlü. Akıcı bir dili var. Masalların dilini günümüze taşımış desem abartmış olmam. Edebiyat hayal işidir. Olanı deĝil, olmayanı, olmamışı anlatırsınız ve eĝer iyi bir yazarsanız yazdıĝınız hikaye, kurduĝunuz hayali dünya okuyucuya sahici gelir. Yazarın görevi var olanı yazmak deĝil, olmayanı, birgün olabileceĝi yazmaktır. Gerçeĝi yeniden yaratmaktır. Kafka gibi insanı böceĝe çevirebilirsiniz, insanı uçurabilir, öldürüp diriltebilir, kahramanınızı yedi orduya karşı hep zaferle çıkartabilirsiniz.
Ama eĝer somut bir olay üzerine, belli bir yazı, belge, toplantı üzerine konuşuyorsanız, hayallerinizle deĝil, var olan bilgilere göre konuşup yazmalısınız. Karataş´ın yaptıĝı şey bu deĝil. Kafasında yarattıĝı hayale göre yazısını kurgulamış.
İlgisi olmayan, biraraya getirilmesi mümkün olmayan konuları-kişileri Kongre metinine getirdiĝi eleştirilere ilave etmiş. Sırrı Abi´si ile ilgili eleştirilerinin bizimle ilgisi ne? Ya da Kürt ve Sol örgütlerin yaptıklarına yönelttiĝi eleştirinin Kongre çaĝrı metni ile ilişkisi ne?
Benim bildiĝim en az 25 yıldır bu pratiĝe yöneltilen eleştiriler var. Eleştirilerin düzeyi, biçimi farklı olsa da Meclis Girişimi´ndeki insanlar bu kültürden geliyorlar. Sadece devlet şiddetine deĝil, örgütlerin şiddetine, yaptıkları haksızlıĝa, zorbalıĝa, sivilleri katletmelerine de karşı çıktılar, tavır aldılar. İsteyen internetden bu yazıları bulabilir. Meclis Girişimi ilk toplantısında bunu dile getirdi. Bu biliniyor. Belgeli. Ve Sol bir örgüt „ajan“dır diye bir sivili katlettiĝinde, bunu açıkça lanetledi. (http://dersimmeclisi.com/…/riza-orukun-oldurulmesini-kiniyo…) Nitekim Ali Haydar takma ismini kullanan birisi, ismi Osman ya da Mewran da olabilir, Meclis´i hedef aldı. Merak edenlere linkini veriyorum. (http://www.avrupahaber3.org/dersimde-gercekler-tarihsel-haf… )
Karataş´ın yaptıĝı bir nevi algı operasyonu. Algı operasyonu olduĝu için, durumdan vazife çıkartanlar saldırıya geçtiler. İzler birbirine karıştı. Son kırk yılın günahı-vebalini üstümüze yıkmak isteyenler çıktı. Ne diyelim? Her kesin işi kendine göre.
„Dersim Kongresi, Şiddetin Felsefesini yapmaktadır!“, aynen böyle yazmışsınız. Şaşırmadım desem, yalan olur. Bu fikrinize gerekçe olarak, „sizin maşallahınız var, program taslağınız benzine ateşle gidiyor ve buna da “her türlü şiddetten arınmış Dersim,” diyor. Birader şiddetin felsefesi zaten bu.“ dememizi göstermişsiniz.
Deĝerli kardeşim, devlet örgütlü şiddettir. Şiddeti nasıl kullanacaĝı kanunlarında yazılıdır. Hırsızlık yapanı yakalayıp mahkemeye çıkartır, adam öldüreni hakim karşısına çıkartır, kendini savunma imkanı verir, öldürenin suçsuzluĝunu kanıtlaması gerekmez, mahkemenin suçu kanıtlaması gerekir. Ama sizin de bir başka yazınızda belirttiĝiniz gibi, „uyuşturucu ticaretini yapanı“ dahi sokak ortasında öldürmez. Öldürmemesi gerekir. Devlet eĝer silahlı örgütleri bahane edip köylerimizi yakarsa, ormanlarımızı yakarsa, insanlarımızi sürgün ederse…… saymıyayım, liste uzun buna karşı çıkarız. Bu devlet şiddetidir. Dahası var, devlet, normal, yasalarla kendini sınırlamış, uluslararası antlaşmalara baĝlı bir devlet kendisine silah çekeni de öldürmesi gerekmiyor. Onu yakalayıp mahkemeye çıkartması gerekiyor.
Ve devletin, Kürt ve Türk Sol örgütlerinin Dersim´i kendileri için bir hesaplaşma alanına çevirmelerini de redediyoruz. Bu şiddet, bu savaş coĝrafyamızı, insanlarımızı, kültürümüzü bitiriyor. Evet bu iki şiddete de karşı çıkıyoruz. Ama siz insafı elden bırakarak,“ Sömürgecilik Dersim için abartılı olur… kogrenizin bildirgesi şiddeti Dersim’de kalıcılaştırmaktadır. Proğmanızın PKK ve bölgede faaliyet yürüten sol illegal örgütlerin proğramlarından daha katı ve daha tehlikeli.“ diyebilmektesiniz. Ne diyeceĝimi bilemiyorum. Siz yazdıklarınızı yeniden okuyor musunuz?
Sömürge tartışmalarına girmeden, Fevzi Çakmak´ın „Dersim sömürge gibi yöneltilmelidir“ sözünü hatırlatıp geçeyim.
Madenlerle ilgili söyledikleriniz ise tamamen hikaye. Kardeşim, elektrik kullanıyorum diye atom santrallerine karşı çıkmıyayım mı? Coĝrafyayı bitiren, iklimi deĝiştiren barajları mı savunayım? Maden işletmeciliĝi dünyanın her yerinde sorun. Maden çıkartmak adına ormanları ortadan kaldırıyorlar, yeraltı sularını zehirliyorlar, ırmaklar ölü sulara dönüşüyor, uluslararası tekeller kar için her şeyi yapıyor. Dersim´i kendine sorun gören yönetim de savaşla yapamadıĝını barajla yapıyor. Uluslararası tekellerin taraf olduĝu maden projelerinden bahsediliyor. Bunlara karşı çıkmayalım mı? Ufak bir azınlık para kazansın diye topragımız yaĝmalasın mı? „Taş ocağı işletilecek diye insanlar toplanıp yürüdü“ demişsiniz? Neden yürümesinler? O dinamitler yaşam alanlarını tehtid ediyorsa, bölgedeki hayvancılıĝa, tarıma zarar veriyorsa neden karşı çıkmasınlar? Demokratik ülkelerde halka soruluyor. Projeler denetleniyor. İtirazlar alınıyor. Para için, kalkınma denilen modeller için doĝa, kültür, tarih tahrip ediliyorsa, bunlara itirazlar olacaktır.
„Dersim’e “komşu halklar” (Maddi 5) belirlemesi yaparak yöreyi etnik kimlik olarak Türkiye ve Kürt elinden ayırmaktasınız. Kültürünün devamını sağlamak değil, etnik ayrımdan bahsediyorum…“
Türkiye denilen coĝrafyada etnik aidiyetler var. Farklı kimlikler var. Ne yapacaĝız? Devlet buna karşı çıkıyor, tek dil, tek din, tek millet diyor diye, bunun deĝişmesini istemiyecek miyiz? Bu devlet, zorla her kesi bir kalıba koymak istedi, istiyor. Sorun da burdan çıkıyor. Dersimlilerin etnik aidiyeti de çok tartışılan bir konu. Hepimizin kendine göre bir etnik tanımlamamız var. Ama var. Meclis kimseye kimlik dayatmıyor. Ben mesela kendimi Zaza görüyorum. Başka bir arkadaş Kürt diyor. Kimisi sadece Kırmanc diyor. Diyelim, bu bizim gerçekliĝimiz. Bu farklılıĝımıza raĝmen ortak bir coĝrafyamız, kültürel aidiyetimiz var. Kürtle, Zazayla, Alevi ile benzerliklerimiz, ayrılıklarımız dışında, Dersim denilen bir coĝrafya, tarih ve kültür var. Bunun tüm renkleri ile özgürce yaşaması gerekiyor. Bu anlamda Dersim´in komşuları var. Bunun neresi yanlış?
Benim sizin yazınızdan çıkarttıĝım, sizin bugünkü statükoyu kabullenmenizdir. Bu statüko haksızdır, deĝişmesi gerekiyor. Çok etnili üniter devletler deĝişiyor. Deĝişmeyenler yıkılıyor. Parçalanıyor.
Zazaca´ya pozitif ayrım yapılmasına da karşı çıkmışsınız. Êşitlik yeter diyorsunuz. Şöyle diyeyim. Hasta bir insanla, saĝlıklı birisini yarışa sokuyorsunuz. Hastanız ölüm döşeginde ve bunun hakaniyetli olduĝunu düşünüyorsunuz. Cesaret isteyen bir görüş. Bu görüşünüze de alkış alıyor ve taraftar buluyorsunuz ya, diyecek bir söz bulamyorum.
“Ben Zürih Yüksek Mahkemesinde çalışırım, mahkemenin yargı dosyalarını çeviririm. Sizin programınız bir savcıya gelse kongrenizin üyeleri bölücülükten, devlet hukukunu tanımadığı için haklarında dava açılabilir. Böylesine bilinmez bir iş yapmaktasınız. Hayat inşasını bir bağımsızlık bildirgesi olarak yazarsanız siyasi partilerin yapması gereken rolü almış olursunuz ki, bu sakıncalıdır.“
Deĝerli kardeşim boş zaman bulursanız bildirgeyi Yüksek Mahkemeye çevirin. İsviçre´de yaşayan arkadaşlar var. Gelsinler mahkemede kendilerini savunsunlar.
„Ben yazarım, yazarlar katılımcı değil gözlemcidir. Fikir beyan ederiz, bu fikirler beyan edilirken linç edilmek de var, alkış almak da…“
Sizi kimse linç edemez. Yazınız Meclis´in sayfasında yayınlandı. Eleştirilerinize cevap vermek, eleştirdiĝiniz kişilerin hakkı olmalı. Bu tavrınızı biraz ön savunma, gelebilecek eleştirileri sınırlama olarak algıladım. Kendinizi sadece „fikir beyan“ etmekle sınırlamanız da doĝru deĝil. Yazarlar yaşadıkları toplumdan, çevreden ayrı insanlar deĝiller ki.
Uzatmıyayım dedim, uzadı.
Kazın ayaĝı dediĝiniz gibi deĝil, serçenin de kanadı kırık.
Bizi kurda-kuşa yem etmeyin.
Raa to rê roşti, qelema to rê qewete bo!
Bir süreden beri Dersim Meclisi oluşumu ve oluşumun meşruyeti üzerine tartışılıyor.
Tartışmalarda öne çıkan temel vurgu kimilerine göre böylesi bir oluşumun Dersim’in
“… geleceğin(in) felaketinin yeni adı” olacağı ve dahası henüz bir oluşum aşamasında bulunan bir girişime “Dersim Kongresi, Şiddetin Felsefesini yapmaktadır!” tespiti iyi niyetle yapılmış bir eleştiri olsa bile Dersimli kurum ve bireyler arasındaki diyaloğu başından bitirerek, birlikte çalışmanın önünü tıkamaktadır. Bu durumda getirilen diğer eleştiriler haklı da olsa, eleştiri sahibini haksız bir zemine iterek, yapılan eleştiri ve önerileri anlamsızlaştırmaktadır.
Dersim Meclisi girişimini başlatan arkadaşlar ise son bir kaç yıldan beri „Dersim Meclisi“ adı altında oluşturmaya çalıştıkları ve bu yılın sonunda yapmayı düşündükleri Dersim Kongresi’ni, bu oluşumun Dersim’in kültürel, siyasal ve ekonomik yok oluşuna karşı bir ihtiyaçtan doğduğunu ve kurumsal bir örgütlenmenin geç kalınmış bir girişim olduğuna dikkat çekmektedirler.
Tartışmalarda bir çok konu ele alınmasına rağmen esas olarak üzerinde durmak istediğim devlet ve iktidarlara karşı mücadelenin meşru olup olmadığı üzerinedir. Elbette mücadele biçimleri ve yöntemleri üzerinde tartışılır ve tartışılmalıdır. Geçmişte ve günümüzde örgütler adına işlenen cinayetler meşru olmadığı gibi bu tür eylemlere karşı en sert bir şekilde kitlesel tepki de gösterilmelidir. Tam da bu noktada Dersim bileşenlerinin birlikte ve birada olmaları gerekiyor. Dersim’i gelecek felaketlerden korumanın yolu, yerelde (Dersim coğrafyası) kitlelerle bütünleşmiş ve diaspora’da (Türkiye ve Avrupa) yaşıyan Dersimlilerin sorunlarını da dikkate alan ortak akıldan geçer.
Her siyasi duruşun kendisine göre haklı yönleri olmakla birlikte yapılan tartışmalar kavramlar üzerine sürdürüldüğünde bizleri yanlış sonuçlara sürüklemekte ve sonuç itibariyle yanlış anlaşmalara ve daha doğrusu Dersim’in kaybolmak üzere olan kültürel kimliğinin ve inancının yaşatılması mücadelesi veren kurum ve bireylerin yıpratılmasına ve itibarsızlaştırılmalarına yol açmaktadır.
Kullandığımız kavramları seçerken onların ne anlama geldiğini ve neyi ifade ettiğine biraz daha özen göstermemiz olaylara daha doğru ve sağlıklı yaklaşmamızı sağlar.
Bu tartışmalarda kullanılan „Meşru“ ve „Meşruyet“ kavramları neyi ifade ediyor?
Meşru kavramının Fransızca anlamı légitimement, Latincesi legittime, Almancası Legitim ve aynı zamanda Türkçe’de de çoğu zaman meşru yerine leğitim olarak kullanılmaktadır.
Meşruyet ise Franzsızca’da légitimation olarak kullanılmaktadır. Bu kavram hemen hemen dünya konuşulan birçok dilde yer edinmiştir. Türkçe’de de leğitimasyon olarak kullanılıyor.
Peki ‚Meşru‘ ve ‚Meşruyet‘ kelimeleri ne anlama geliyor?
Bu iki kelime daha çok hukuki ve siyasal kavramlar olarak kullanılıyor ve özellikle de siyasal ve uluslararası ilişkilerde devletlerin, toplulukların, kurum ve bireylerin hak talepleri ve kullanacakları yetkilerin sınırlarını belirlemekte ve onlara tanınma yetkisi sağlamaktadır.
Politik bilimlerde bir çok devletin oluşumu ve meşruluğu hep tartışılmıştır. Örneğin İsrail Devleti’nin oluşumu meşru mudur? sorusu tartışmalı bir sorudur. 1948 Bileşmiş Milletler üyesi birçok devlet İsrail’i devlet olarak tanıyarak, 1948 yılında çizilen sınırlara batılı devletler tarfından meşruyet kazandırılmıştır. Ama Filistin halkına göre meşru değildir ve Filistin halkından İsrail Devleti’ni meşru görmeleri beklenemez. Bu diktatörlükler ve kimi iktidarlar için de geçerlidir. 1933 sonrası Hitler’in iktidara geliş biçimi meşru olmamakla birlikte Hitler, baskı ve zorbalıkla buna Alman halkının büyük bir kısmının nezdinde meşruyet kazandırmıştır. Hitlere karşı mücadele ise meşruydu. Bu soru bugün Erdoğan’ın oluşturduğu, adım adım meşrulaştırmaya çalıştığı ve devletin totaliter bir biçimde yapılandırılarak kurulan tek adam diktatörlüğü içinde geçerlidir.
„Meşru“ ve „Meşruyet“ hukuki kavramlar olarak devletler hukukunda Napolyon’un Avrupa‘daki hakkimiyeti sonrası 18 Eylül 1814 tarihinde toplanan Viyana Kongresi’nde Avrupa’da sınırların yeniden çizilmesi ve Fransızların 1789 Fransız Devrimi sonrasında 1792 yılından itibaren Avrupa’nın diğer devletlerine karşı sürdürdüğü savaş sonrası gelişen özgürlük ideali ve ulusal devletler oluşumuna hukuki bir tanım getirmek ve Avrupa’da devletler arası sınırların çizilmesi için kullanılmıştır. Viyana Konferansı’nda alınan birbirlerini karşılıklı tanıma anlaşması 9 Haziran 1815’ten itibaren kısmen uygulanmış ve bugünkü sınırların temeli o günden beri (birinci ve ikinci dünya savaşları ve Sovyetler’in dağılması sonrası Doğu Avrupa’da 90’lı yıllarda sınırların yeniden çizilmesi hariç) kısmen de olsa uygulanmıştır.
„Meşru“ ve „Meşruyet“ kavramı tarihsel olarak Osmanlı imparatorluğu ve sonrası Orta Doğu‘da büyük güçler (İngiliz ve Fransızlar) tarafından birinci dünya savaşı sonrası oluşturulan devletler ve çizilen sınırlar için de geçerlidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve çizilen sınırlar bu çoğrafyada yaşıyan etnik ve kültürel kimliklerin varlığı dikkate alınmadan yapılmıştır. Kurulan Türkiye Cumhuriyeti Kürtler için ne kadar meşrudur? Kürtleri bir yana bırakırsak kültürel kimliklerin harmanlaştığı çok kültürlü, çok inançlı ve çok dilli Dersim coğrafyasında yok olmakla karşı karşıya bulunan bizler, bireyler olarak, bizleri yok olmakla karşı karşıya getiren, asimilayonun yetmediği alanlarda şiddet ve güç kullanarak (1937/1938 Dersim Tertelesi) yok etmeyi hedefleyen bir devlet meşru mudur? Değilse buna karşı mücadele de bir o kadar meşrudur. Fakat meşru olan her mücadele şiddeti temel almaz, almamalıdır. Barışçıl ve sivil örgütlenmeler de bir mücadele biçimidir. Pasif bir oturma eylemi, Dünya’ya duyurulan her çığlık bir direniştir. Yok olmamak için girişilen her eylem ve bir ihtiyaç olarak ortaya çıkan her oluşum meşrudur. Önemli olan oluşturulan örgütlenmelerin kitleler tarafından meşru görülmesidir. Meşruyeti sağlamak ise bu oluşumda rol alan birey ve bileşenlerin sorumluluğundadır. Her oluşum sancılı doğar. Sancısız doğumlar sağlıklı da değildir. Bu yönüyle oluşturulan bir Dersim Meclisi ve Kongre çağrısı geçmişte örgütlerin ve bireylerin birbirlerine karşı kullandığı şiddet ve baskı yöntemlerinden uzaklaşarak, barışçıl ama eleştirel yeni bir siyasal hoşgörü kültürünün yaratılmasına bir araç olabilir.
Bunu yaparken elbette aynı zamanda siyasal iktidarlara karşı da Dersim coğrafyasında yapılan barajlarla doğanın yok edilmesine, kültürel ve inançsal asimilasyona ve sürdürülen her türlü savaşa karşı şiddeti temel almayan direniş biçimleri geliştirilir ve geliştirilmelidir.
Sonuç olarak çizilen Türkiye Cumhuriyeti Devlet’i sınırları içinde azınlıklara, etnik ve kültürel kimliklere yaşam hakkı tanımayan bir devlet meşru değildir ve meşruyeti tartışmalıdır.
Bu aynı zamanda örgüt, kurumlar ve bireyler içinde geçerli bir kuraldır. Bugün kendisinden başka hiç bir düşünceyi dikkate almayan, kendisi dışında her oluşuma ve bireye yaşam hakkı tanımıyan kurum ve hareketler de meşru değildir.
„Daha çok Demokrasi için” direnmek bir haktır. (Willy Brandt) Almanya Sosyal Demokrat Partisinin (SPD) 1945 yıllarından sonraki döneminin en önemli siyasi kişiliklerinden biri olan Willy Brandt’ın yukardaki sözleri demokrasi isteyen ve demokrasiyle yönetilmek isteyen tüm toplumlar için bir yol göstergesidir. Willy Brandt’ın savaş sonrası Almanya’sının demokratik kurumlarının inşaası ve demokrasi kültürünün geliştirilerek desteklemesi için 1969 yılında Federal Almanya Cumhuriyeti’nin ilk sosyal demokrat Başbakanı olarak parlamentoda Alman halkına yaptığı bu çağrı bugünkü Türkiye toplumu ve bizler için daha da anlamlıdır.
Buğün gelinen bu süreçte sınırları değiştirmek ve yeniden çizmek hedeflerimiz arasında olmadığına göre, yaşadığımız coğrafya’da kültürel kimliğimizi dikkate alan, bizlere özgür demokratik anayasal bir toplumda eşit şartlarda yaşam hakkı tanıyan örgütlenmelerden uzak durmamakla birlikte, kendimize özgü kurumları yaratmak zorundayız.
Mart 2018
Herhangi bir süreci doğru anlamak, onun bütün yanlarını takip etmekle olanaklıdır. Böyle bir yöntem bize doğru eleştiri ve çıkarsama, öneri sunma olanağı sunar. Amaç, bir sürece, düşün biçimine katkı sunmak ve onu doğru yönlere kanalize etmek ise eğer, öncelikle muhatap kişi ve grupların tam olarak ne düşündüğünü bilme zorunluluğu vardır. Her somut organizasyonun ve düşüncenin bir evrimleşme süreci vardır aynı zamanda. Bunu gözden ırak tutamayız. Hakkaniyet, toplumsal örgütlemelerde son derece önemlidir. Kalemi kırmak, geri dönüşü olmayan tutumlar takınmak, kamil insanın işi olamaz.
Dersim Meclisi Girişimi iki yıldır çalışıyor. Kongreyi toplama tarihine hesaplarsak üç yıllıkk bir süreç eder bu. Bu çabaya dahil olan herkesin ortak derdi, en geniş temsiliyeti sağlamak oldu öteden beri. Bunun nasıl sağlanabilineceği hemen hemen her toplantının değişmez gündem maddesi oldu. Önaçıcı her görüş ve öneri sahiplenilmiştir. Somut donelere dayanmıyan, önyargılı, ötekileştirici, ayrıştırıcı, bu anlamda birleştirici değil yıkıcı eleştirilere doğal olarak değer verilmemiştir, bu tür eleştiri sahipleri ile polemik yapılmaktandan kaçınılmıştır. Bu, söylenecek sözümüz olmadığından değil, minder dışına çekilmeye karşı doğru bir duruştur. Polemikler üzerinden kendimizi ifade etmemek, düşüncelerimiz üzerinden kendimizi anlatmak doğru olan tutumdu, böylece de devam edilmelidir. Bu meyanda açıktır ki, sosyal medya üzerinden yapılan itibarsızlaştırmanın, sahiplerine de, Dersim toplumuna da bir getirisi yoktur. Biz, herhalükarda, bunu yapan arkadaslarimızın da yanlışlarının ayırdına vararak bir şekilde sürece dahil olup, katılım sağlayacakları beklentisi içinde olduk. Lafı çok uzatmadan toparlayacak olursam, söyleyeceğim şudur:
Bireylerin kendi özgün düşünceleri üzerinden, bütün toplumun var ya da yokoluş sorunu ile doğrudan ilintili olan bir paradigmayı itibarsızlaştırma çabası, kötü niyet değilse eğer, akıl tutulmasıdır. Dersim Meclisi ya da Dersim Kongresi çalışması içinde olan her Dersimli bireyin kendince bir siyasal gecmişi, geldiği „gelenek“ vardır. Bu realitemizden dolayı kimsenin kimseyi Fizan‘a sürme hakkı yoktur. Dersim‘in dertlerine derman arayacak olanlar da sonuçta yine Dersimliler olacaktır. Şüphesiz ki, her bireyin kendince yanlış bulduğu siyasi düşünce ve eğilimleri eleştirme hakkı vardır. Ancak bu hak kindar bir şekilde kullanılmamalıdır.
Dersim Kongresi, sınıf çelişkileri üzerine oturan bir örgütlenme değildir. Bilinen anlamıyla ulusal bir örgütlenme de değildir. Bu anlamda, birtakım semboller üzerinden kendini ifade etme yolunu seç-memiştir. Bu meyanda, „Dersim Kongresi felakete çağrıdır“ kurgusu üzerine bina edilmeye çalışılan fikrin ne hakkaniyet ile ilgisi var, ne de somut verilere dayanıyor. „FELAKET“ kurgusu üzerine şekillenen bu fikrin sahipleri, önce empati kurmayı, dinlemeyi ve anlamayı denemelidirler derim. Bu yetiyi edinemeyenlerin söyledikleri, ya da söylemeye çalıştıkları doğrular, kalem kırdıkları hüküm kararlarının gölgesinde yok olur. Haklı olarak „öfke baldan tatlıdır“ sözüne sürekli vurgu yapan dost-larımız, öfkelerine yenik düşüyor ne yazikki. Bu, üzücü bir durumdur.
Dersim‘in özgünlüğünü, farklılığını baz alan, bunun neden ve niçinlerini bütün yanları ile ifade etmeye çalışan bir çabadır söz konusu olan. Ve bu çabanın çeyrek asırlık bir evveliyatı vardır. Bu çabaya omuz veren yüzlerce insanın emeği üzerinde şekilleniyor sonuçta her şey. Bütün bu çabalar kiymetlidir. Biri diğerini tamamlamıştır, tamamlayacaktır. Bunu, en iyi nehir metaforu ile açıklayabiliriz. Maharet, bilgelik nehiri görmek değildir. Nehiri oluşturan küçük dereleri, çeşmeleri, yağmuru, seli hatta çiy tanelerini görebilmektir. Her biri ötekine hayat kazandırır. Ancak ne yazık ki, hayatı kendi ile başlatıp, kendi ile bitiren hastalıklı bakış açıları bu basit gerçeği içselleştiremiyor, bunu bir davranış ve düşünüş normuna dönüştüremiyor. Yol ayrımlarındaki kimi ayrı düşüşler, bu bakış açısını karartmamalı oysa. Hayat, bize o yol ayrımlarınn başka momentlerde yeni buluşmalara, kesişmelere dönüştüğünü çokca göstermiştir halbuki.
Tekrarların bıktırıcı olduğunu biliyorum. Ama görünen o ki, bazen bunu yapmak bir zorunluluk oluyor. Yaklaşık bir milyon Dersimli dünya ve Türkiye diyasporasında yaşıyor. Rakamlar neredeyse yarı yarıya, yarımşar milyon yani. Bu durumun yolaçtığı, henüz tam görünür olmayan, ama zaman içinde iyice görünür hale gelecek yığınca toplumsal proplem ile yüzyüze kalacaktır Dersim insanı. Biz bunlar üzerine kafa yormuyoruz. Sorunun vahametinin anlaşılması için burada bir parentez açarak bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Göçmen işçi ve özgün örgütlenmesi tartışmalarını hatırlayın. Her şey bir yana, tek başına bu durum bile diyasporada Dersimlilerin kendi sorunlarına yüzünü çevirmelerini gerektimiyor mu?
İç Dersim’de, yani Mameki’yede, en iyimser rakama göre sayısı 40 bin olan, kasabalara hapsedilmiş bir nüfus gerçekliğinden bahsediyoruz. Bahsediyoruz da, buna karşın ne öneriyoruz? Dersim Kongresi fikrine karşı olanların elle tutulur bir önerileri var mı? Olguları alt alta sıralamakla yetinmek, hangi derde devadır? Herkesin gördüğü ve her fırsatta dillendirdiği şiddet sarmalını dile peleseng etmekle yetinmek neyi çözecek? Dersim Meclisi, çok net bir şekilde şiddet sarmalının son bulması gerektiğıni ikirciksiz bir tarzda defalarca ifade etmiştir. Tüm Dersimli bireylerin kendileri ile yüzleşmesi gerektiği son derece açıktır. Bu bir vicdan muhasebesidir. Bu muhasebenin tam olarak yapilabilirliği de bir aydınlanma süreci ile doğrudan ilintilidir. Şöyle bir derdimiz var. Bununla ilgilenmek önceliğimiz değil midir? Parçalanan toplumsal birliği tarihsel ve kültürürel değerlerimizde varolan normlar üzerinde yeniden inşaa etmek. Öyle ise, buna denk düşen yol ve yöntemler geliştirmek zarrureti yok mu? Peki bu nasıl olacak? Bunu, farklılıklarımızı birbirimize tahammül ederek tartışma kültürü edinerek, hep acaba sorusunu sorarak, kapıyı kapamadan yapmak dışında bir yol var mı? Yok. Vallahi, kuru ajitasyon, tumturaklı “ben” ile kurulup “ben” ile biten cümlelerle bunu kimse başaramaz. Sırf kendine demokrat olmakla hele hiç olamaz. Zehir akan kalemler, egolarını tatmin eder belki, ama birleştirici, yapıcı, tolumsal dokuyu onarıcı rol oynayamazlar. Kerameti kendinden menkul davranış normlarından kaçınmak Dersim’e yaplacak en iyi hayırdır. Dersim’in bir tek canı dahi kaybetmeye tahammülü yoktur. Buna odaklanmak durumundayız. O topraklarda her tür düşünce biçiminin özgürce, hiç bir mahalle baskısı hissetmeden kendini ifade etmesinin iklimini yaratma gibi ağır bir sorumluluk altındayız. Dersim Meclisi ve Dersim Kongresi bu ihtiyacın bir tezahürüdür aynı zamanda. Başarılı olmasının kolay olmadığı açıktır, ancak başkaca da seçenek yoktur.
Dersim’de İstihdam Nasıl Gerçekleşir?
Kimi çevreler sırf Dersim Kongresi‘ne karşı olma adına aklın sınırlarını zorluyor. Dersim Meclisi‘nin mutakabat metinlerinde ifade edilmeyen kurgu ve düşünceler ona malediliyor önce, sonra da bunun üzerinden eleştiri bina ediliyor. Her şeyden önce etik bir tutum değil bu. „Bence şöyle olmalı“ diye başlayan cümleler kurarak fikir ifade etseler sorun yok. Yanlış önermeler olsa bile ağırlığı olur ve çıkarsama yapma olanağı sunar okuyucuya. Örneğin, Tunceli Barosu Başkanı Barış Yıldırım, çok nazikce, ön görülen maden çıkarma metodlarının çevreye nasıl zarar vereceğine dair konu uzmanlarının raporları ve görüşleri olduğunu hatırlatıyordu haklı olarak. Dersim Kongresi Sözleşme Taslağı’nda da buna ilişkin kısa atıflar var. Şimdi, yağma ve talan ekonomisinin tüm ülkeyi ne hale soktuğuna gözümüzü kapayarak, olan biteni yok sayarak, vehme kapılarak yürütülen eleştirinin kıymeti var mı? HES projelerinin yolaçtığı yıkımı sağır sultan bile duydu. Barajların yapımını iptal eden mahkeme kararlarına rağmen bunda ısrar nedir? Barajların yapılmasındaki ısrar, bölgeyi insansızlaştırma politikasının bir versiyonu degil de nedir? “Sol da baraj yapımına karşı duruyor” diye mi bu kadar alerji? Sahi nereye koşuyoruz? Bu cümleleri içim acıyarak kuruyorum. İtham olarak anlaşılmamalı ama, bu savrulmayı da izah etmek gerekiyor. Merkeze bağlı Sanu (Sinan) köyünde, mevcut yasalara aykırı bir şekilde, tas ocağı açılmak isteniyor. Mevcut yasalar, böyle bir işletme için yerleşim alanından en az 25 km uzaklık şartı öngörüyor. Orada yaşayan insanların, yerleşim alanlarının yanıbaşında yasadışı olarak gerçekleştirilmek istenen bu işe karşı çıkışlarını, hak arayışlarını istihdama karşı olmak olarak mı anlamalıyız? Toprağı, havayı, suyu kirleten yatırım biçimlerine karşı olmak ne zamandan beri istihdama karşı olmak oldu, bilen var mı? Bu söylem bana yabancı değil ama, nereden yabancı olamdığını söylemiyeyim en iyisi. İstihdam mı istiyorsunuz? Tonlarca yolu var bunun. Organik tarım, hayvancılık, pilger (inanç) turizmi, profesyonel su sporları tesisleri, dağcılık tesisleri, dinlenme merkezleri, kayak turizmi, tarihsel mekanların değerlendirilmesi, sebze ve meyve üretimi, arıcılık, et ve süt ürünleri konbinaları, tekstil atölyeleri vb. gibi. Ancak, sonuçta sermaye yatırımıdır bunlar ve güvenli siyasal ortam arayışı ile doğrudan ilintilidir. Bu siyasal iklimin yaratılmasında Dersimliler olarak nasıl davranmalıyı elbetteki konuşmalıyız. Bana göre, Dersim Kongresi aynı zamanda bu kanalları açan bir işlev de üstlenebilir. Bu elbette kolay olmayacaktır. Felaket senoryaları üreterek, vur abalıya tavrı ile olmaz bu işler. Utangaç baraj savunuculuğunu, renksiz şekilsiz liberalizmi her şeyin yerine ikame ederek hele hiç olmaz. Toplumsal sivil bir örgütlenme çabasını, aşağıdan, doğrudan katılımı esas alan, her türlü manipülasyonun örtük bir şiddeti içerdiğinin ayırdında olan, gün görmüş, bu anlamda söylediği her cümleyi defalarca düşünen insanları, vicdana sığmayan, yaralayıcı bir tarzla itham eden subjektiv bir yöntemle olmaz. Soyut tartışmalar bize yol aldırmaz. Kendimizi dışarıya anlatmada zorlanmıyoruz. Biribirimize anlatmada zorlanıyoruz. Bunun nedenlerini sorgulama ihtiyacı duymalıyız. Ortak bilinç ve bellek oluşuyor bir çok konuda. Konuyu dağıtmamak adına sıralamıyorum bunları ama, kimi dostlarımız Amerika’yı yeniden keşfetme edasında. Sanıyorlarki, kendileri dışında bunları kimse bilmiyor. Ve bunları büyük bir gururla gözümüze sokmanın dayanılmaz hafifliği modundalar. Ne diyeyim, travma toplumuyuz. Artık bu kadarını da hoş görüyoruz ama, müsadenizle bir serzeniş hakkımız da olsun. Yapmayın, günahtır diyelim bari.
Ak saçlı bir kardeşimiz de her zamanki gibi racon kesiyor ve devamla Dersim Meclisini mağdurlar kursun önerisi getiriyor. KARGADAN BAŞKA KUŞ TANIMIYORUM havasında. Şunu diyor: Geçmişte sol gelenekte yer almış olanlar olmasın! Bilmiyen de sanirki, arkadaşımız ebediyen başka galakside yaşamış. O, hep doğru, hiç yanlış yapmamış sütten cıkmış ak kaşık. Peki, arkadaşımızın bahsettiği Dersim’de ki şidettin mağdurları neden Dersim Kongresi’nde yer almasın? Buna engel olan bir tutum ve anlayış mı var? Yok. Ama birileri, parçlanmış Dersim birliğini kaşıyarak istikbal arıyor. Mesela Hakis’li bir Dersimlinin Meclis toplantılarına katılarak, maruz kaldığı zoru dillendirdiğini bilmiyor arkadaşlarımız. Toplantıya katılan diğer insanların konuşma hakkından feragat ederek bu insanımızı can kulağı ile dinlediğini de bilmez bu arkadaşlar. Çünkü, onlar önyargılarını kusmaktan başka bir iş yapmıyorlar. Yine, Dersim’de şiddete ve zora maruz kalan ve mağdur olanların tespiti için bir alan calışmasının gerkliliğinin defalarca dile getirildiğini de bilmezler, ya da bilmemezlikten gelir bu arkadaşlarımız. Yaşama hakkının kutsallığına yapılan vurguların da önemi yoktur bu arkadaşlarımız için. Ne yapalım peki? Kalemimizi kılıç keskinliğinde bileyip, kamplaştırıcı cepheler mi açalım? “Milis torunları” gibi ucube genellemeler mi yapalım? Beğenmediğimiz insanları, aşiret mensubiyetinden yola kalkarak sizin gibi linçe mi tabi tutalım?
Hayır, sizin gibi yapmayacağız. Bedel edebiyatı da yapmayacağız. Dernek koltuklarına yapışıp kalmayı varlık yokluk meselesi yapma geleneğini de kıracağız. Üzerine oturulan o vazgeçilmez meret koltuklar altından da olsa sonucta oraya kıçımız ile oturuyoruz. Kimse kimseden üstün değildir. Aslolan söz ve davranış bütünlüğüdür, gerisi teferuattır. Farklılıklar, aykırılıklar zenginliğimizdir. Niyet okuma gibi bir tutumumuz olmadı, olmayacaktır da. Gölgesi ile kavga edenler devam etsinler. Bütün fikirlere önerilere değer verdiğimiz ortadır. Aleni bir faaliyet yürütüyoruz. İnsanlarımızın kapısına kadar gidiyoruz, düşünceleri toplayıp harmanlama çabası içindeyiz. Yayın ilkelerimizi aşmayan her türlü yazıyı yayınlıyoruz, bu yazılara dip notlar düşmeyi bile zul sayıyoruz. Kendimizi her defasında kollektiv olarak sorguluyoruz. Neden, niçin sorusunu çok şükür yazın ve düşün soframızdan eksik etmemeye çalışıyoruz. Basit karşıtlıklar üzerinden düşünce üretmenin yıkıcılığının farkındayız. Ne yapalım? Toplumsal hayatta emeklenmeden yürünmüyor. Genelleme yapmamaya itina gösteriyoruz. Anların gerekli kıldığı düşün tarzını olmazsa olmazımız yapmaya özen gösteriyoruz.
Toparlayacak olurasak:
Eleştirilerin dayandığı argümanlar olmalı. Sözün ağırlığı ve karşılığı olmalı, “Xişto’nun da hançeri var “desinler diye yazılmaz.
27 Şubat 2018
Dersim, farklılıkları zenginlik olarak gören, bahtına düşenleri canı pahasına koruyan bir bölge. İçinde faklı grupların barınmasını sağlayan bu yaşam tarzı, Hardo Dewrêş’in hem kültürel zenginliğine katkı sunmuş, hem de çok dilli, çok etnili olmasını sağlamış.
Bir yanda Dersimlilerin demokrasi ve insan hakları mücadelesinde yer almalarına, öte yanda ise farklı örgüt ve çevrelerde mücadele ederken ‘kendi adına hareket edecek ve kendi toplumsal çıkarlarını önde tutacak söz, yetki ve karar sahibi olma’ becerisinden yoksun kalmalarına sebep olmuş. Bunu da verdikleri mücadelenin kazanımları sonucu, yani ulusların kader tayın hakkıyla elde edeceklerine inanarak yapmışlar.
Böylece ‘Dersimliler hep başkaları için var olan, ama kendileri için varlık gösteremeyen bir toplum’ olmuş.
Ve yakın tarihte, evrenselden yerele yönelen mücadelenin başarıya ulaşmasının zaman almasından kaynaklı olarak, dil, kültür, inanç ve kimlik gibi dersimi değerlerin yitip gittiğine şahit olduk. Bu durum Dersimliler arasında güçbirliğinin sağlanması ve dersimi değerlerin önceliklenmesini kaçınılmaz kıldı. Kendi siyasal kaderini serbestçe tayin etme hakkını elde etme aşamasına gelinceye kadar değerlerimizin yok olacağı, somutta yaşatabilecek değerlerden bir şey kalmayacağı bilinciyle yerelden evrensele bir mücadele öncelikledik. Gönüllü bir birlikteliğin eşit bireyleri olarak bizi ayrıştıracak ve somutumuzdan uzaklaşmamıza neden olacak teorik tartışmaları bir kenara bırakarak, ortak değerlerimizi yaşatmak amacıyla küçük de olsa karınca kararınca pratik işler yapmaya yöneldik.
Böylece Ocak 2016 tarhinde 5 kişinin imzasıyla ilk çağrı bildirisini yayınlayarak Dersim Meclisi Girişimi’ni başlatık.
“Dersimliler arasında var olan ve uzun bir zamana yayılan bir ayrışma ve kamplaşmanın yol açtığı parçalanmaya ve dağılmaya bir son vermek, sorunlarımızı birlikte ‘cemat’ edebiyle konuşmak ve çözüm yolları bulma”ya kuyulduk.
Dersim Meclisi,
- bunun ilk adımını Şubat 2016’da Zwingenberg toplantısını yaparak attı. O çağrı başlangıç itibarıyla bir girişim niteliğindeydi. Avrupa, Dersim ve Türkiye olmak üzere üç ayaklı bir örgütlenmeyi esas alıyordu.
- Daha sonra 11-13 Kasım 2016 tarihinde Almanya’nın Dortmundşehrinde Dersim Meclis Girişimi’nin 2. genel toplantısı yapıldı. Toplantı, altyapısının oluşturulması amacıyla DERSİM MECLİSİ-AVRUPA ayağının kuruluşunu ilan edip hedefine önümüzdeki süreçte DERSİM KONGRESİ’ni toplama görevini koydu.
- 30 Nisan 2017 tarihli Oppenau toplantısı ile şartlardan kaynaklı olarak Avrupa, Dersim ve Türkiye’de yapılan çalışmaların ortaklaştırılması kararı alındı.
- 09 Eylül 2017 Dersim Meclisi-Avrupa Genel Kurul Gustavsburg Toplantısı’nda tartışmaya açılan Dersim Kongresi Sözleşme Taslağı’na 08-10.12.2017 tarihinde yapılan Weinheim Toplantısı’yla son şekli verildi. Kongre Örgütleme Komisyonu ile kongre çalışmalarının ilk adımı da böylece atıldı. Kongre tarihi olarak Kasım 2018 belirledi.
Farklı örgüt ve çevrelerde mücadele eden Dersimlilerin asgari müşterekler etrafında hareket ederek, yok edilmeye çalışılan coğrafyamızın ekolojik dengesi, kültürel ve tarihi değerleri, dili-dilleri, inancı, kimlilğinin korunması ve yaşanabilir bir Dersim için birleşip birlikte hareket etmenin bir zorunluluk haline geldiği gerçeği bizleri birbirimize daha da kenetledi.
Dersim Meclisi, bünyesinde Dersim kimliği etrafında kendini Kırmanc, Zaza, Alevi, Dersimli Kürt veya Ermeni ifade eden her kesi siyasi farklılıklarına rağmen buluşturmayı hedefine koydu.
Bu da kimi zaman bir çatı örgütü olduğu şeklinde anlaşıldı. Oysa Dersim Meclisi örgüt ve kurumlardan oluşan bir federasyon veya konfederasyon değildir.
“Hiç bir siyasi partinin, akımın, örgütün, kurumun veya çevrenin güdümünde, ya da onların yönlendirdiği bir yapı değildir. Tüm kurumlara eşit mesefade durur, Dersim’e dair en küçük olumlu çabayı ve emeği önemser, teşvik eder, olanakları dahilinde destek olur ve her şeyden önce tüm bu emeklerin toplumsal değer olarak ortaklaştırılması için çaba harcar.”
Tüm bu gelişmeler ışığında savunmasız ve dağılmış olan Dersimlilerin, farklılıklarını koruyarak biraraya gelmesi, acilen güçlerini birleştirmesi, en az zararla bu koşullardan nasıl kurtulacağı tartışılarak, Dersimlilerin ortak aklının oluşturulması, Dersim’in bir temsiliyete ve özerkliğe kavuşturulması fikri ortak görüş olarak kabul edildi.
Asgari müşterekler olarak belirlenen “Dersim toplumunun acil, önemli sorunları ve talepler var. Dersim Meclisi, bu ihitiyaç ve talepler etrafında örgütlenen, bu ihitiyaç ve talepleri dile getirmek için oluşturulan, bütün kurum, kuruluş, örgüt, yapı ve şahsiyetlerle birlikte çalışmayı amaç edinmiştir. Bu amaçlar doğrultusunda yürütlen çalışmaları koordine etmeyi, birleştirmeyi, bir merkezde toplamayı, Dersim’in çıkarlarını temel alacak ortak bir akıl yaratıp, toplumsal bir konsensüs oluşturarak, onunla hareket etmeyi amaçlayan bir araca ihtiyaç vardı”.
“Dersim Meclisi bu ihtiyaca cevaben oluşturulan aracın ta kendisidir”.
Dersimi yaşanılır kılmak için, öküz altında buzağı aramaya yönelmeden, birlikte hareket etmeye ihtiyacımız var. Bu değerli çalışmaya katkı sunmak tüm Dersimlilerin görevidir.
Bütün bu güzelliklere birlikte ulaşmak dileğiyle Hızır yar ve yardımcımız olsun.
27.02.2018
Türkçe’de felaket, „büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yıkım, bela“ anlamına geliyor. Haydar Karataş da Dersim Kongresi’ne çaĝrı olarak sunulan metni felaket olarak görüyor.
Çaĝrı metni bir taslak. Tartışmaya sunulmuş. Bu anlamda Haydar Karataş’ın eleştirmesi çok normal. Bazı Dersim aydınlarının ilgisizliĝi karşısında olumlu bir adım. En azından taraf oluyor. Tartışmaya katılıyor.
Ama neyi eleştirdiĝi tam olarak belli deĝil. Daha sonra yazacaĝını söylüyor. Karşı çıktıĝı noktaları söylemeden „felaket“ haberini de vermiş.
Şimdilik karşı çıktıĝı FDG’nin bazı Kürt ve Sol eĝilimli derneklerle Festival yapması. İyi de eleştirisi haklı veya haksız da olsa adres yanlış.
Ne Meclis-Kongre girişimi FDG’nin örgütsel devamı ne de FDG Meclis’in bir bileşeni. Bu anlamda baştan teknik olarak da yanlış bir eleştiri. Bu ama, sayın Karataş’ın Dersimlilere uzak olduĝu anlamına da geliyor. En azından yanlış bilgilere sahip.
Bana kalırsa farklı eĝilimlerdeki Dersimlilerin ortak eylemlilikler-örgütlenmeler düzenlemeleri doĝrudur. Elbet de birlikte hareket etmenin zemini, sonuçları iyi düşünülmeli, tek taraflı dayatmalara karşı dikkat edilmelidir. Neticede biz aynı toplumun fertleriyiz. Sorunlarımız ortak. Şu veya bu görüşte olabiliriz, temel sorunlarda „milli refleks“ gösterebilmeliyiz. Dahası söz konusu çevreler, dernekler yasal derneklerdir. Avrupa yasalarına göre çalışan kitle örgütleridir. FDG’nin bu çevrelerle ortak zemin bulmaya çalışması çok normaldır. Benim hatırladıĝım kadarıyla önceki yönetim de buna benzer etkinlikler yapmıştı. Şimdi rakip ve rekabet anlayışı ile bu konuda „fırtına“ kopartmaları inandırıcı deĝildir.
Karataş’ın eleştirdiĝi noktalardan birisi de „her türlü şiddete karşı olmak“ anlayışıdır.
Benim Meclis tartışmalarından anladıĝım şu. Dersim yok olma ile yüz yüze. Coĝrafyası, demografisi, kültürü yok olmanın eşiginde, bu anlamda şiddeti, savaşı kaldıracak gücü yok. Küçük bir coĝrafya ve kültür çevresi. Kürtlerin, Türklerin ve hatta Zazaların, Ermenilerin, Alevilerin yüzlerce yıllık problemleri Dersim’de, Dersimlilerle çözülemez. Savaş doĝrudur, yanlıştır tartışmaları yapılabilinir. Ama Dersim’in buna ne zamanı ve ne de gücü var. Taraflara, savaşanlara bu anlamda çaĝrı yapılıyor. Kendi sorunlarınızı, yüzlerce yıllık problemlerinizi Dersim’de çözmeye çalışmayın. Siz problemlerinizi çözmek isterken, bizim toplumumuz bitiyor. Tarihi Dersim, çekirdek Dersim biterse, başka bir yerde kendini yeniden ikame edemez.
Bu çaĝrı her şeyden önce devlet için geçerlidir. Elbet de, aynı ölçüde örgütlere de çaĝrıdır.
Karataş’ın devlete silah çekilirse, devlet bölgeyi boşaltır ve bu uluslararası kuraldır, mealindeki görüşü de yanlıştır.
Birincisi, devletin görevi şiddeti engellemektir. Şiddet bahane edilerek sivil halk cezalandırılamaz.
İkincisi, burda söz konusu olan bireysel şiddet deĝil, uzun yıllara dayanan toplumsal bir anlaşmazlıktır. Türk Sol örgütleri, Kürt örgütleri yaklaşık elli yıldır silahlı mücadele yürütüyorlar. Karşılıklı olarak binlerce insan hayatını kaybetmiş. Onbinlerce insan tutuklanmış, yerleşim yerleri boşaltılmış. Ve bu savaşın bitmesi de mümkün deĝil. Çözüm savaşda deĝil, politik açılımlarla mümkün. Nitekim Kuzey İrlanda’da, İspanya’da, Kampoçya’da, Nepal’de savaşın dışında çözümler bulunmuş.
Bu anlamda devletin yakarım-yıkarım yolu yanlış bir yol…
Meclis-Kongre girişiminin iki tarafa da politik çözüm, barış masasını önermesi, en azından ben böyle anlıyorum, doĝru bir yaklaşım.
Ama „felaket“ den tek dil-tek din- tek millet anlayışının deĝiştirilmesi talebimiz anlaşılıyorsa, onu da tartışabiliriz.
Mevcut statüko haksızdır, meşru deĝildir, dünya konjokturüne de uymuyor.
Deĝiştirilmesini talep etmek demokratik bir haktır.
“Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Dersimliler, Dersimlileri yeni bir çatı altında örgütlemek için yola çıkmışlar. Başlangıçta Dersim Meclisini toplama faaliyeti olan çalışmalarını kongre toplama noktasına getirmişler. Bu vesile ile Dersim-i Kurumlarla, yazar ve sanatçılarla görüşüyorlar, fikir alıyorlar. Bu vesile ile beni de ziyaret ettiler. Ziyaretçilerden biri 68 kuşağından İbrahim Kaypakkaya ve Oruçoğlu’ların arkadaşı Baki İşçi.
Baki İşçi, hala on altı yaşında ve hala Ali Haydar Yıldız, Kaypakkaya ve dönemin arkadaşlarıyla Vartinik Mezrasından o dağlara bakar gibi. Ağlıyor ölen arkadaşlarına ama onlardan hep gururla bahsediyor. İyi çok iyi insanlardı, yiğitlerdi, ama ekliyor şartlar, hayat değişti, Dersim yenildi yeniden inşa etmeliyiz, bunun için buradayız diyor.
Diğer ziyaretçi Hasan Dursun’du. Hasan Dursun’u Xal Çelker adıyla Zazaca dilinde yazdığı masal derlemeleri ve öykülerinden tanırdım. Dursun akıllı, meselelere kafa yoran, konuşurken ‘bunları hiç düşünmemiştik’ diyebilecek bir alçak gönüllüğe sahip. İsviçre Dersim Cemaatinden çok sevdiğim Hüseyin Sevinç vardı. Arkadaşım Ergül Dede, Zürich Üniversitesinden Dr. Ali Demir vardı.
Misafirlere akşam yemeği hazırlamıştım. Ergül çok iyi şaraplar getirmişti, mumlar yaktık ve ağlarmış gibi konuştuk. Çünkü hepimizin doğduğu topraklarda acı, gözyaşı, keder sel olmuştu. İnsanlar mutsuz, genç kadınlar çaresiz, çocuklar geleceksiz ve yaşlılar, hele yaşlı anne babalarımız sahipsiz kalmıştı. Bir el, içinde doğup büyüdüğümüz, masalımızın yeşerdiği anıları yıkmıştı. Kültürümüzün var olduğu toprak alt-üst olmuş, bin yılın masal sesi geleneklerimizin bir sonraki kuşağa aktarılması kesintiye uğramıştı.
Bunu yeniden sağlamak istiyorlar. Haksızlar mı, değiller. Tepeden inmeci hiç değiller, başkalarını duymak, fikir almak istiyorlar. İyi de dedim, niyetiniz güzel ama size bir soru sorayım.
Sorun dediler.
“Hepiniz Avrupa’nın bir ülkesinde yaşıyorsunuz. Farz edelim Bavyera ormanında köylüler silahlı bir unsur gördü. Alman devleti ne yapar? O silahlı unsuru etkisiz hale getirinceye kadar, değil o ormanlık alana insanın girmesini koyun ve ineğin girmesine dahi izin vermez. Her ülkede bu böyledir. Uluslar arası hukukun devletlere tanıdığı güvenlik yetkisidir bu.” Anlaşılması için ve doğrudan memleket meselesi ile ilgili olduğu için başka bir örnek verdim.
“Farz edelim Berlin’de iki kalanşnikovlu insan sokağı tutmuş. Çöp kamyonunu yan çevirmiş, biri sokağın bir başında diğeri öte başında caddeyi kontrol ediyor. Ne olur? Devlet bölgeyi aşamalı boşaltır, direniş sürüyorsa bombalar… size bunu neden anlatıyorum biliyor musunuz?”
Dersim dağında silahlı militanlar var ve devletler uluslararası hukukun kendilerine tanıdığı yetki çerçevesinde bölgeyi insansızlaştırma hakkını kendilerinde görüyorlar. Almanya gibi devletler dahi göstereceği bu tutumun daha katmerlisini anti-demokratik olan Türk Devleti hayli hayli yapar. Dağdaki direnişi mazaret kabul eden devlet yurdunuzu yok etti. Orada silahlı unsur oldukça bu yok etmeye devam edebilirler.
Ve bir örnek verdim. Davutoğlu Türkiye dışişleri bakanı iken, 2 Kasım 2013 tarihinde MİT müsteşarı Hakan Fidan ile Ankara’da toplantı halindedir. Ve aşağında meraklılarına linkini vereceğim bu toplantıyı Cemaat gizliden kayıt edip kamuoyuna sızdırdı. Davutoğlu, Suriye’yi işgal etmek istiyordu ancak haklı bir gerekçe arıyordu. MİT müsteşarına soruyordu nasıl olabilir diye. Hakan Fidan:
“O işin en kolay yanı, karşı (yani Suriye tarafı demek istiyor) taraftan iki roket attırırız haklı zemin oluşur…” Sordum, haklı gerekçeden bahsedilen nedir arkadaşlar? Uluslar arası hukuk her ülkenin iç ve dış güvenliğini, sınır güvenliği tehdit altında ise oraya müdahale etme hakkını o devlete vermektedir.
Sizler Dersim insansızlaştırdı diyorsunuz, devlet boşaltı. İyi de hukuk bu. Sosyalist Partiler, topraklarınızda hakim olan siyasi illegal örgütler dahi kendi dernek tüzüğüne uymayan, örgütlerinin programını kabul etmeyen, isyan edenleri örgütlerinden atıyorlar, atmıyorlar mı? Hatta örgütüne başkaldırmış, öldürülmüş nice Dersimli genç var. İşte devletler de aynen bunu yapmaktadırlar… unutmayalım bu dünyanın kanununu zalimler koymaktadır. Dersim dağında silahlı unsurlar var ve Davutoğlu’nun Suriye’ye müdahale etmek için aradığı meşru zemini kendi elinizle devletin silahlı unsurlarına sağlanmaktasınız. Dağdaki o gençler davlarında haklı olabilir, benim bahsini ettiğim bundan öte bir şey.
Ve sıraladım, madem geldiniz ifade edeyim.
1. Kongrenizin çağrı metninde yer alan amaç ve hedefler diye sıraladığınız maddeler devletin kalan Dersim’i boşaltması için bulunmaz kaftan bir nimet. (bunu ikinci yazıda örnekleri ile açıklayacağım)
2. Her türlü şiddete karşıyız diyorsunuz, iyi ama öte taraftan:
a) Dersim dağlarında silahlı faaliyet yürüten, ayrı bir devlet kurmak isteyen örgütlere Avrupa’da lojistik destek toplayan yan kuruluşlarla ortak Dersim Festivali yaptınız. Festivalden elde edilen geliri de bunlarla paylaştınız ve ilan ettiniz. Dersimlileri davet ediyorsunuz, benden aldığınız parayla şehitlik yapıyorsunuz, o olmasa silah alınacak. Dersim değerlerini koruyalım diyorsunuz. Avrupa’da yaşıyorsunuz, Berlin, Paris, Londra’da bu devletlere karşı savaşan silahlı militanlar için şehitlik açabilir mi? Paris’i bombalayan İslamcı Militanlara kalkıp şehitlik açılsa ne olur? Yer yerinden oynar. Bizi kandırdılar diyebilirsiniz, ortada kandırma yok. Ortak festivaller, faaliyetler yaparsanız, ortağınız kendi payına düşen parayı amacı için kullanma hakkına sahiptir. Ve Davutoğlu’nun Suriye için aradığı haklı zemin oluşur. Bu dünya kurtla kuzu misalidir.
Ve b) Her türlü şiddet diye bir kavram yoktur, Avrupa’da yaşıyorsunuz, sokakta polis dışında hiç kimse size kimlik soramaz, devletin kolluk kuvveti dışında kimse silah taşıyamaz. Yol kesemez, kimlik soramaz, vergi toplayamaz. Bunu yapan olursa değil Türkiye’nin müdahalesi dış devletlerin dahi müdahele hakkı çıkabilir. Suriye’de olduğu gibi. Devlete güvenliği sağla, biz sana yetki verdik derler. İyi de devlet şiddeti ne olacak diyeceksiniz. Devleti kontrol edilebilir hale getirmek lazım, bunun yolu sözdür, demokratik yollardır, devlet şiddetinin orantılı olması, yersiz kullanıldığında hesap verilir olması dünyanın her yerinde tartışma konusudur. Bunun için mücadele edilir, ancak bu mücadele onun şiddetini meşrulaştırmak için olmamalıdır. Şiddete başvuran, bir canavar olan ve gücünü ispatlamak için fırsat kollayan devlete meşruluk zemini sunar. Yurtlar boşalır, insanlık tarumar olur. Eline silah alan, MİT müsteşarının sınırın diğer yakasından iki roket attırırız rolünü almış olur. Dersimliler devletle baş eder, Ovacık belediyesinin toplumda uyandırdığı sempati büyük bir çıkış olmalıdır…
Öyle ise, Dersim örgütlemelerinde bunu açıklıkla söylemelisiniz. Gerekirse bedel ödemelisiniz, onlara haklı olabilirsiniz, düşüncelerinizin bir amacı olabilir ancak Dersim’de devlet baskısı, köylerin boşaltılmasının nedeni dağdaki silahlı unsurdur, diyerek söze başlamalısınız. Siz olduğunuz sürece biz yurdumuzu kuramayız, demelisiniz. Bunu derseniz ortak festivalleriniz biter, demiyorsunuz, aksine onlarla aynı fikri savunduğunuzu sizin programınızdan örnekler vererek anlatmak isterim.
Ve c) en önemlisi, kogrenizin bildirgesi şiddeti Dersim’de kalıcılaştırmaktadır. Proğmanızın PKK ve bölgede faaliyet yürüten sol illegal örgütlerin proğramlarından daha katı ve daha tehlikeli. Unutulmamalıdır, Türkiye Cumhureyiti uluslar arası anlaşmalar çerçevesinde kurulmuş, sınırları kabul edilmiş bir devlettir. Siz şiddete karşıyız diyorsunuz, ama devleti tanımayız, devlet Dersim’de faaliyet yürütemez demektesiniz. Bu nasıl olabilir, nasıl denebilir. Ben Zürih Yüksek Mahkemesinde çalışırım, mahkemenin yargı dosyalarını çeviririm. Sizin programınız bir savcıya gelse kongrenizin üyeleri bölücülükten, devlet hukukunu tanımadığı için haklarında dava açılabilir. Böylesine bilinmez bir iş yapmaktasınız. Hayat inşasını bir bağımsızlık bildirgesi olarak yazarsanız siyasi partilerin yapması gereken rolü almış olursunuz ki, bu sakıncalıdır.
Neden öyle olduğunu, tek tek maddelerin ne anlama geldiğini açıklamaya çalıştım.
Ancak şimdi Pazar kahvaltısına gideceğim. Bu tartışmaya katılmak isteyen arkadaşlar sorularını, fikirlerini mail adresime gönderebilirler. Makalenin altına ekleyeceğim. Görülen o ki, bir Dersim kongresi toplanacak bir programı olacak, işte bu yanlışa not düşmeliyiz, kendi gerçek adınızla, nasıl bir Dersim istiyorsunuz, ne olmalı, bir iki cümle ila ifade edin? Bu benim Dersim tartışmalarına dair söyleyeceğim son sözdür.
Eğer, gelen bu iyi insanlar Dersim Kongresi’nin çağrı taslağı için, ‘ biz yeni illegal bir örgüt kuruyoruz’ şeklinde olsaydı, elbette diyecek şey olmazdı. Siyasi oluşumlar, davaları için kim ne olmuş, insan mı ölmüş pek önemli değil. Aksine dava için ölen büyük bir propaganda malzemesi, köyler mi boşaltılmış o da propaganda, acı ekilecek ki insan dağa çıksın. Acı olacak ki militan mutlu, huzur içinde ölebilsin. Ancak burada sivil, meşru ve yasadışı iş yapmayacağını beyan eden bir oluşumdan bahsediyoruz. Öyle denmekte ama içerik topraklarımızda yeni bir kavga döğüşü önermektedir. Bu, hem o topraklara ve hem de iyi bir iş yapmak isteyen bu insanların acısına acı ekler… Bir yazar olarak bunları söylemek zorundayım, hani laf aramızda bu meselelere çekildikçe dışlanmakta ve her geçen gün daha bir yalnızlaşmaktayım. Belki de her romancı, köyünü kendi hayal dünyasında kurmalıdır, doğrusu o ya…
Ve Bir Not: Bu eleştirileri okuyup hayal kırıklığına uğramayın, olur, önemli olan ne yaptığımızı bilmek. Kafa yormak, bir gelecek hazırlamaktır. Hiç bir şey değişmez değil, hele tabu hiç değil, bu işler yap boz misalidir. Olmamış denir yeni metinler yazılır. Gördüğüm bu üç ziyaretçi bunu yapacak niyette ve cesaretteler.
İletişim: karatas.h20@gmail.com
Not: Davutoğlu ve MİT Müsteşarına ait kayıt: https://www.youtube.com/watch?v=crqZhK0BFSc
– K a m u o y u n a –
AFRİN’E (EFRİN) KARŞI BAŞLATILAN SALDIRI DERHAL DURDURLMALIDIR!
SAVAŞA HAYIR!
TÜM DEMOKRATİK KURUMLARA ORTAK DAYANIŞMA ÇAĞRISI
Cumhurbaşkanlığı, Türk hükümet yetkilileri ve devlet güdümlü basın tarafından günlerdir telallığı yapılan işgal girişimi 20 Ocak Cumartesi günü Türk savaş uçaklarının Afrin şehir merkezini, Raco, Şera, Şerawa ve Bılbıla ilçelerini bombalamasıyla başladı. CHP, MHP, İYİ PARTİ gibi „muhalefet“ partilerinin de destek sunmada birbirleriyle yarıştıkları Türk ordusunun bu işgal harekatı, sadece Kürtlerin ve öz yönetimlerinin imhasını hedeflemekle yetinmeyecek, Türk halkı da dahil, bölgenin bütün halklarına sefaletten, zulümden başka bir şey getirmeyecektir. Irkçılık, milliyetçilik ve selefist dini bağnazcılık zehiriyle, bölgede yaşayan ve özünde kendisiyle aynı kaderi paylaşan Alevilere, Kürtlere, Kırmançlara-Zazalara ve diğer halklara karşı kışkırtılan Türk halkı bu gerçeği özellikle unutmamalıdır.
İç politikada gelecek seçim yatırımı, ekonomik çöküşü ve nepotist kirli çıkar ilişkilerini perdeleme aracı, OHAL sürecini sürekli hale getirip demokrasi güçlerini kriminalize ve tasfiye etme gerekçesi olarak da görülebilecek bu saldırıyı, Ortadoğu’da etkin olan büyük güçlerle birlikte koordine etmeden gerçekleştirmek elbetteki Türk yetkilerinin harcı değildir. Genel Kurmay Başkanı Hulisi Akar ve MİT Müşteşarı Hakan Fidan‘ın Rusya, Dişişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu‘nun Almanya ve Cumhur Başkanı Erdoğan’ın Fransa gezilerinde gerekli icazetler alındı. Amerikan hükümet ve Pentagon sözcülerinin „Afrin müttefik güçlerinin alanına girmiyor, biz bu meselenin dışındayız“ teminatından sonra askeri operasyona yeşil ışık yakıldı. Rusya’nın kendi kontrolündeki hava sahasını Türk savaş uçaklarının uçuşuna açmasıyla birlikte saldırı fiilen başladı.
Bugün, Türkiye gibi orta ölçekli güçleri destabilize etme hesapları da dahil, Ortadoğu Bölgesi hızlı bir şekilde yeniden dizayn ediliyor. Amerika, Rusya, Avrupa Birliği (Almanya, İngiltere, Fransa başta olmak üzere) ve Çin gibi büyük güçler, hem birlbirleriyle dalaş, hem de yeri geldiğinde ittifak halinde bölgede yeni güç dengeleri oluşturma peşindeler. Kartlar, şekillenen güç ilişkilerine göre yeniden karıştırılıp dağıtılıyor. Uluslararası hukuk büyük güçlerin ihtiyaçlarına uygun olarak eğilip bükülüyor. Güçlü olanın borusu ötecek algısı yerleştirilmeye çalışılıyor. Bölge insanı, „bizden yana saf tutmanızdan başka çareniz yok“ seçeneği empoze edilerek sindirilmeye çalışılıyor. Andaki şartlarda bu güçlerden herhangi birisinin, ya da kendileri bu emperyal çıkar sarmalının parçları haline getirilmiş bölge devletlerinin planlarına tabi hareket etmenin ne Kürtlere, ne de diğer halklara bir yararı olmayacaktır. Demokrasi güçleri, sivil toplum örgütleri, Türk halkı ve bölgenin diğer halkları savaş politikası aracı haline getirilmelerini reddetmelidir.
Türkiye de dahil, bölge bir bütün olarak bir ateş topu haline getirilmektedir. Bu ateş bölgede yaşayan hiç kimsenin evinin dışında değildir. Bölge halklarının kaderi içiçe geçmiştir. Geleceklerini de, bölgeyi ızdırap merkezi haline getirenlerin maddi ve manevi silahlarıyla birbirlerini boğazlamakla değil, her toplumun demokrasi ve insan haklarına riayet ekseninde kendisini ifade edebileceği yaşanabilir şartları birlikte yaratmakla ancak teminat altına alabilirler. Türk ordusunun Afrin harekatı aynı zamanda bölgede yasayan Kürtler ve Alevilere yönelik bir imha harekatıdır. “YA YIKILSIN, YA YAKILSIN” mantığıyla hayata geçirilen bu faşizan ve ırkçı iktidar politikalarına karşı bütün etnik ve inanç topluluklarının birlikte karşı duruş sergilemeleri elzemdir.
Savaş tamtamlarına karşı inatla birarada barış içinde yaşamayı savunmalıyız.
AVRUPA DERSİM DERNEKLERİ FEDERASYONU (FDG)
DERSİM MECLİSİ – MISLETÊ DÊSIMİ
Milattan Önce altı bin yıllarında yaşamış olan Luvilere MA halkı denirdi. Bu halkın inancı IŞIK, NUR’du. Bu ışık inancı zamanla İran’dan, Dersim’den İtalya’ya, Akdeniz çevresine kadar değişik kavimlerin arasında çok geniş bölgeye yayıldı. Osmanlının ilk dönemlerinde ise Kızılbaşlara ışık taifesi deniliyordu.
Luviler döneminden kalma nur veya güneş kültü Dersim İnancı’nda hala yaşıyor ve MA kelimesi güncel hayatta sık sık kullanılıyor. Osmanlı döneminde beş asır boyunca atalarımız dağlık Dersim’deki ‘otonom-özerk’ yapısını korumak için “Zonê MA, İtıqatê MA, Tarıxê MA, Kulturê MA, Mıllete MA, Hometa MA, Hardê MA, Welatê MA,” diyerek direndi. MA, MARAO gibi kelimelere sarılarak varlığını, yarı özerk yapısını beş yüzyıl korudu. Bundan dolayı Dersim’de MA ve MARAO kelimeleri çok anlamlı ve önemli bir yere sahiptir.
Dersim, Osmanlı’nın askeri saldırılarına karşı aşiret sistemine dayanan doğal önderlikler sayesinde savunma yapmış ve kendi kendini beş asır yönetmişti. Özgür dağlık Dersim’in beş asırlık özerk döneminde sürekli ve düzenli yürütülen cem ve cemaatlerle atalarımız Dersim tarihi, itikat ve kültürünü SÖZLÜ olarak gelecek nesillere aktarıyordu. Lisanımız yaygınca kullanılıyor, Dersim’in çocukları ana lisanıyla konuşarak ve kültürünü öğrenerek büyüyordu. Bu otonom yapı ve kültürel mirasın sonraki nesillere aktarımı Cumhuriyet devrinin ilk yıllarına kadar devam etti.
1938 yılında Dersim zaptı rap altına alındı. Yakıldı yıkıldı. Toplu katliamlardan sonra bir yarısı sürüldü. Dersim’e yol gösteren doğal önderlikler yok edildi. Dersim’in otonom yapısı bu tarihte kesintiye uğradı. Kırmancki-Zazaki dilinden ve kültüründen kopuş bu acı yenilgiyle başladı.
1938’de sürgün edilen Dersimliler on yıl sonra tekrar geriye döndüler. Uzun yılların özlemi ve hasretiyle tekrar anavatana kavuşan sürgünlerin çoğu; “Hardo Dewres’e, Hardê Ma diyerek yerlere kapanıp kutsal topraklarını öptüler.
1950-65 arasında Dersim’de nispeten sakin bir dönem vardı. Geri dönüşün oluşturduğu güçle Dersim tekrar yaralarını sarmaya başladı. Bu dönemde Dersim’de nüfus da artıyordu. Ama baskılar da devam ediyordu. Bu baskılar nedeniyle Dersimliler kendi tarihi, lisanı ve kültürüyle ilgilenmiyor veya ilgilenemiyordu.
Atalarımız 1940’lardan önce kuş uçmaz kervan geçmez dağlık bölgelerde bulunan içe kapalı köylerde kendi diliyle konuşuyor; itikatını cem cemaatla bil fiil yaşıyordu. Bu cemlerde tarih ve kültürünü sözlü anlatımlarla yeni nesillere aktarıyordu. Oysa Cumhuriyet döneminde Alevi dergahları yasaklandı. Bu yasaklara rağmen bazı itikat önderleri görevlerini gizlice yapmaya çalışıyordu. Ama halkımızın çoğunluğu Alevi olduğunu bile gizliyordu. Bu döneminin en zayıf tarafı aşırı baskılar ve yasaklar nedeniyle cemlerimiz-dinsel törenlerimiz çok azalmıştı. Ana dilimizle sokaklarda konuşulmuyordu. Cemlerle devam eden sözlü kültürel ve tarihsel aktarımlar da durmuştu. Tarih ve kültürel mirasımızı yeni kuşaklara anlatan, aktaran ‘gizli veya açık’ YAZILI kaynaklar da bulunmuyordu. Bu dönemde Dersimlilerin yayınladığı bir dergi, bir gazete bile yoktu.
Artık atalarımız “Zonê-MA, Welatê-Ma” diyerek kendi kültürünü yeni nesillere ‘ana lisanıyla’ aktarmıyor veya aktaramıyordu. Hem aşırı baskıdan, hem de aydınların da ve aydınlanmanın da olmadığından (Dersimlilik bilinci kesintiye uğradığından) Dersim’in geleceğini düşünenler yok gibiydi.
Dersim tarihini düşünen ve merak eden belki sayısı bir elin parmakları kadar olan Dersimliler ise ilk başlarda Dersim tarihini askeri raporlardan, asker kökenli yazarlardan, yani Dersim karşıtlarının yazdıklarından öğrenmeye çalışıyordu. Baytar Nuri gibilerinin elimize geçen yazılı çalışmaları ise çarpıtmalarla, palavralarla doluydu. Baytar Nuri Suriye’ye gidince kendi halkına ve kültürüne yabancılaşmıştı veya yabancılaştırılmıştı.
TERTELEYİ UNUTMA VE YABANCILAŞMA DÖNEMİ
Çocuklarına zarar gelmesin diye atalarımız, 38’de yaşanan en ağır acıları hiç yaşanmamış, kırım olmamış gibi davranıyordu. 1940’lardan sonra yeni nesillere TERTELE’den hiç bahsedilmiyordu. TERTELE’yi yaşamış olan büyüklerimiz çocuklarına, “Gidin Türk okullarında okuyun adam olun”, diyorlardı.
Dersim gençleri bu dönemde okumaya yöneldi. 1960-80 yıllarında Dersimliler arasında tahsili, diplomalı bir kuşak yetişti. Elbette ki pozitif ve toplumsal bilimleri (psikoloji, sosyoloji, antrapoloji) öğrenmek çok önemliydi. Bilimsel formata sahip olan bu yeni kuşak Dersim’e 5 asır saldırılar yapan Osmanlı tarihini, kültürünü de öğrenmişti. Her ne hikmetse bu tahsilli kuşak kendi tarihini ve kültürünü bilmiyordu. Dersim’in 60, 70, 80 kuşakları kendi tarihi, kendi itiqatı ve kültürü hakkında bilgi sahibi olamadı. Irkçı ve tekçi devlet bilinçli olarak bunu engelledi. Atalarımız da yeni nesillere tarih ve kültürünü yazılı ve sözlü yollardan anlatmadı. Kültürel mirası, tarihimizi genç nesillere anlatacak bir teşkilatı veya eğitimli güçleri de yoktu. Devlet okullarında yetişen tahsilli gençlerin çoğu bu dönemde ana lisanını bile unuttular.
Tertele sonrasında doğup büyüyen aydın genç neslin bir kısmı 1938’de Dersim’in yakılıp yıkıldığını, kırımlar yapıldığını, Dersimlilerin bir yarısının sürgüne gönderildiğini bazı kamillerimizden gizli gizli öğreniyordu. Bu TERTELEYİ, vahşeti, bu faciayı duyan yeni aydın kuşağın çoğunluğu ta çocukluğundan beri anti-militer duygular içinde büyüdü. Bu anti-militer duygular yeni nesillerin düşünsel dünyalarını aşırı etkiledi.
1965’lerde tüm dünya ve Türkiye’de çok güçlü esen sosyalist fırtına, sosyalist hareketler, anti militer duygularla büyüyen bu tahsilli Dersimli gençlerin arasında kolayca ve fazlaca taraftar buldu. Gençlerimiz çağın ruhuna göre güçlü esen sosyalist fırtınaya kapılarak dünya devrimcilerinin yolunu takip ettiler. Dersim’e yabancılaşan bu yeni nesil kendi kültürünü ve itikat önderlerini küçümsüyordu. Bu tavırlarıyla itiqat önderlerinin çalışmalarına, Dersim kültürünün gelişmesine zarar verdiler.
Sosyalist hareketlerin en ön saflarında yer alan 60, 70, 80 kuşağından olan biz Dersimli gençler 100 yıl, 200 yıl sonra dünyanın nereye evrileceğini tartışıyorduk ama her ne hikmetse Dersim’in sorunlarını unuttuk…
Kendi evimizdeki yangını, 38-TERTELESİNİ unuttuk…
38’de arşa yükselen çığlıkları unuttuk.
Halkımızı her yönüyle ihmal ettik…
Atalarımızın sık sık kullandığı MA ve MARAO kelimelerini unuttuk.
Anadilin anlam ve önemini unuttuk…
Maalesef kültürümüze ve halkımıza ters düştük… Yabancılaştık…
Dersim’de güçlü bir ekonomik yapının olmayışının üstüne bu yabancılaşma da eklenince tarihimiz, itikatımız, ana lisanımız, kültürümüz giderek zayıflıyor, yok oluyordu.
İşte Dersim’de bu TEHLİKELİ GİDİŞİN farkına varan BİZ DERSİMLİLER; ÖZÜMÜZÜ DARA çekerek diyoruz ki; bizler dünyanın tüm sorunlarını çözmek için tam 40 yıldır en ön saflarda yer aldık. CAN VERDİK, KAN KAYBETTİK. Ama Dersim’e yeterince sahip çıkamadık.
Çin’de ve Küba’da dört beş yıl içinde devrim başarıya ulaşmıştı; Türkiye’de 40,50 yıldır niçin başarı sağlanmıyor? Başarıya ulaşan ülkeler şu anda ne durumdadır? Biz başkalarına üst perdeden akıl verme niyetinde değiliz. Bizim önerimiz bu çok önemli soruları artık her devrimci hareket kendi içinde tartışmalı ve bu 40-50 yıllın bilimsel metotlarla muhasebesini yapmalıdır.
Zararın neresinden dönülse kardır denilir. Artık gelin hep birlikte özümüze dönelim diyoruz. Gelin atalarımız gibi “Zonê MA, İtıqatê MA, Tarıxê MA, Kulturê MA, Mılletê MA, Hometa Ma, Hardê MA, Welatê MA” diyerek bu güzel değerlerimizi yaşatma yöntemlerini araştıralım. Hep birlikte sorunlarımıza çözümler arayalım. Çünkü her halk kendi sorunlarını çözerse tüm DÜNYA güzelleşir.
DERSİM’DE SON YILLARDA NELER OLUYOR?
1938’de halkımıza büyük acılar yaşatanların torunları bu gün sinsice Dersim’i yok etmeye çalışıyorlar:
- 1994’te köylerimiz, evlerimiz yıkıldı ve halkımız sürgün edildi.
- Ormanlarımız yakılıyor, korku ve baskılarla insanlar göçe zorlanıyor.
- Yapılan barajlarla Dersim’in bir bölümü sular altına gömülüyor.
- Dersim’de ekolojik tahribat devam ediyor.
- Dışardan Dersim’e insan taşınarak; Dersimliler azınlığa düşürülmek isteniyor.
- Asimilasyon çalışmaları sistematik olarak uygulanıyor.
- Son 40-50 yıldır DERSİM şiddet ve savaş sarmalında boğulup yok edilmek isteniyor.
EĞER bu şiddet, baskı ve korku ortamına son verilmezse; eğer bu göçlere engel olunamazsa; Dersim 20-30 yıl içinde BİTECEK. Dersim YOK olacak… Dersim yok olacak söylemi yüreğimizi kor gibi yakan çok acı bir söylemdir! Ama aynı zamanda bir GERÇEKTİR. Bazı Dersimli kurumlar ve kişiler hala bu acı gerçeğin, bu büyük TEHLİKENİN, bu yok oluşun farkında bile değiller. Farkına varanlar ise güçlerini birleştiremiyorlar…
Evet, Dersim’in Tertele ve özerklik gibi çok ağır sorunları vardır. Bunlar uzun dönemde çözülebilir. Ama ‘öze dönüşcülere’ göre şu anda Dersim’in en önemli sorunu göçlerin sürekli devam etmesi ve Dersim’de nüfusun sürekli azalmasıdır.
ÖZE DÖNEN DERSİMLİLER NELER YAPTILAR?
Dersim’de uygulanan bu sinsi planların ve bu tehlikeli gidişin farkına varan Dersimliler, 1985’lerden itibaren aralarında toplantılar tertip ederek Dersim’in ağır ve acil sorunlarına çözümler aramaya, Dersim’e sahip çıkmaya başladılar.
- Sayıca çok az olan bu insanların dayanışmasıyla ilk başlarda bazı dergiler, gazeteler çıkarıldı.
- Lisanımızın “alfabesi” ve gramatik kuralları yazıldı.
- Ana dilimizdeki kelimeler derlenerek çok büyük lügatler-sözlükler yayınlandı.
- Dersim tarihini, itikatını, kültürünü, Terteleyi anlatan bir çok kitap yazıldı. Bu kitapların bazıları yabancı dillere çevrildi.
- Yayınlanan kitaplar ve dergilerde Dersim’in tarihini çarpıtan tüm inkarcılara cevaplar verildi.
- Öze dönenlerin çoğalmasıyla Avrupa’da bazı bölgelerde Dersim dernekleri kuruldu. Ve bu dernekler birleşerek FDG (Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu) kuruldu.
- Toplantılar ve uzun tartışmalar sonucunda 4 Mayıs TERTELEYİ anma günü olarak belirlendi.
- Acılarımızı dillendiren filmler yapıldı.
- Reisicumhur Abdullah Gül’ün Dersim’i ziyaret ettiği 2009’un 5 Kasım günü TERTELE üzerine dağıtılan bildiriyle 1938 ‘faciası’ soykırımı ilk defa Merkez medyanın gündemine oturdu.
- Dersim ‘38 Sözlü Tarih Projesi ile alan çalışmaları yapıldı ve 38 TERTELES,’ni yaşayan şahitlerin anlatımları CD’lere kaydedildi.
Bu çalışmaların çoğu ilk başlarda diasporada yapıldı. Örneğin FDG de bir diaspora örgütüdür…
Biraz geç de olsa Türkiye’nin büyük şehirlerindeki bazı dernekler de Dersim’in sorunlarına eğilmeye başladılar. Ayrıca ana vatan Dersim’de de kitle ve meslek örgütlerimiz bulunuyor…
DERSİMLİLER NELER YAPABİLİR?
1985’lerden beri oluşan güçbirliğinin ve kültürel alandaki bu başarıların hepsi olumlu ve yararlı gelişmelerdir. Şimdi sıra Dersim’de, Türkiye’de ve diasporadaki tüm bu olumlu gelişmelerin örgütlenmesine, bir çatı altında birleştirilmesine geldi. Dersimliler artık tüm Dersimli güçlerin birleşeceği yeni ÖRGÜTLENME aşamasına geçmek zorundadır. Ana vatan ve dünyadaki tüm Dersimlileri bir çatı altında birleştirmek; DÜNYA çapında BİRLİK VE DAYANIŞMAYI oluşturmak zorundayız. ÖZE DÖNÜŞCÜLERİN bu güne kadar yaptıkları işler tüm güçlerini birleştirdiği zaman gelecekte elbirliğiyle neler yapacağının da göstergesi ve teminatı olacaktır. İlk adım birliğin sağlanması ve tüm güçlerin büyük ortak amaç için seferber edilmesidir.
İşte DM (Dersim Meclisi) ülke ve dünyada Dersim Davası’na sahip çıkan tüm demokrat, illerici, yurtsever ve sol kesimiden Dersimliler arasında BİRLİK VE DAYANIŞMAYI sağlamak için yola çıktı.
DM diyor ki, artık birinci görevimiz de, ikici görevimiz de; üçüncü görevimizde Dersim halkının sorunlarıdır.
Atalarımız: “Zonê MA, İtıqatê MA, Tarixê MA, Kulturê MA, Millete MA, Hometa Ma, Hardê MA, Welatê MA” diyerek 5 asır direndi demiştim. Kırdaşlarımızı da kapsayan MA ve MARAO kelimeleri asırlardan beri Dersim’in gizemidir, sırrıdır, birliğimizin parolasıdır.
Dersim Meclisi “KONGRE ÖRGÜTLENME KOMİSYONU” Kasım 2018’de MA ve MARAO diyen her Dersimlinin katılacağı bir DERSİM KONGRESİ organize ediyor… Bu KONGRE Dersim tarihinde İLK DERSİM KONGRESİ olması nedeniyle çok değerli ve önemlidir…
Yurt içi ve yurt dışındaki tüm Dersim’i kurumların Dersim Davası’nı, tarihini, lisanını, itiqat ve kültürünü savunan tüm derneklerin, sendikaların, işçi ve işveren örgütlerinin, Barolar Birliği’nin, uzmanların, aydınların, sanatkarların, gençlerin, belediye temsilcilerinin, muhtarların, itikat önderlerinin, cemevleri temsilcilerinin ve Dersim halk önderlerinin sözle değil, özüyle bu kongreye katılması çok önemlidir. Dersim Meclisi, asgari müşterekler etrafında kenetlenen her kesimin katılmasını ilke edindiği bu büyük kongrenin demokratik ve barışçı birliğini sağlamak istiyor.
İki gün sürecek olan DERSİM KONGRESİ’NDE Dersim’in tüm sorunları masaya yatırılacak ve uzmanlar tarafından çözümler üretilecektir.
BU DERSİM KONGRESİ ile Dersimlilerin birliği, ortak aklının oluşması, Dersim Fikriyatı’nın daha da güçleneceğine inanıyoruz.
Biliyoruz ki, MA ve MARAO diyen Dersimliler için ikinci bir Dersim yoktur. Bu nedenlerden dolayı ısrarla Dersim’e sahip çıkmak, bu güzel tabiatı korumak zorundayız. Çünkü Dersim yok olursa Dersim Halkı vatansız göçmenler durumuna düşer.
İnanın ki vatansız kalmak dünyanın en büyük acılarındandır. Vatansız kalan GÖÇMEN HALKLARIN ne zulümler, ne çileler, ne acılar çektiklerini TV’lerden seyrediyoruz, gözlerimizle görüyoruz. Eğer Dersim halkı vatansız kalan halkların feci durumuna düşmek istemiyorsa; Dersim’e ve DERSİM KONGRESİNE sahip çıkmalıdır.
İnanın ki; aleyhimizde yapılan tüm sinsi planlar ancak tüm halkımızın, tüm aydınlarımızın birlikte sabırlı çalışmalarıyla engellenebilir…
Her çağın bir ruhu, bir trendi vardır. Çağımızın ruhu çoğulcu demokrasi ve seküler sistemdir. Dersimliler; çağın ruhuna, evrensel insan haklarına uygun olarak çoğulcu demokratik bir sistem içinde yaşamak istiyorlar.
Bu istem gayet doğal ve haklı bir istemdir. Haklı bir taleptir.
İnanın ki, her başarı önce beyinlerdeki hayallerle başlar.
İkna olan beyinlerin dünyada çözemeyeceği bir sorun yoktur.
Bazıları diyebilir ki hayaller kuruyorsunuz.
Hayel kuramayanlar, hayalleri için mücadele vermeden teslim olan umutsuzlar, zaten davayı baştan kaybederler. Oysa mücadele edenlerin en azından davayı kazanma olasılığı vardır.
Evet, bizler hayaller kuranlardan ve bu hayalleri uğruna mücadele edenlerden yanayız.
Çünkü; ata yurdumuza sahip çıkmak istiyoruz.
Çünkü; çocuklarımızı “CİHADÇI” yobazlardan korumak istiyoruz.
Çünkü; çocuklarımıza yaşanacak güzel bir Dersim bırakmak istiyoruz.
Çünkü; ileride vicdan azabı çekmemek için görevlerimizi ifa etmek istiyoruz.
Son olarak atalarımızın bazı vecizelerini hatırlatmak istiyorum:
“Her theyr zonê xode waneno
Her vas koka xo ser roeno
Kam ke aslê xo inkar keno
Toz erceno rêça xo, sono.”
(Sey Qaji)
- Kemere caê xode gırana.
- Xo bızane ke şar to bızano.
Öyleyse önce kendi aramızda safları sıklaştırmamız ve birliğimizi kuvvetlendirip güçlendirmemiz lazım.
Bir olalım, iri ve diri olalım ki dertlerimize derman olalım.
Halk TV’de Uğur Dündar’ın yönetiminde yayınlanan 1 Aralık 2017 tarihli Halk Arenası Didim proğramına Ümit Kocasakal, Metin Uca ve Haluk Pekşen konuk olarak katılmışlar. İstanbul Barosu eski başkanı Ümit Kocasakal, programın son bölümünde Atatürk ve Atatürkçülüğü överken, “Türk Devrimi ve İstikbali’nin düşmanları olan Saidi Nursi, Şıh Sait, Mustafa Sabri ve Seyit Rızalar ile Atatürk yan yana olamazlar. Atatürk’ün olduğu yerde bu vatan hainleri olmaz, bu vatan hainlerinin olduğu yerde Atatürk olmaz” demiştir.
Ümit Kocasakal Seyid Rıza ve diğer şahsiyetleri “vatan haini” ilan ederken çok bilmişlik taslayan Uğur Dündar da “bravo” diyerek alkışlamış, izleyicilere de alkışlatmıştır.
CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu öncülüğünde yapılmış olan “Adalet Yürüyüşü”nü dahi “ülkenin bölünmez bütünlüğüyle sorunu olanlarla yürümem“ diye eleştirip desteklemeyen ırkçı Ümit Kocasakal’a, 74 yaşında olan Seyid Rıza’nın yaşı küçültülerek, 16 yaşında olan oğlu Resık Usên’in ise yaşı büyütülerek Dersim ileri gelenlerinden Usenê Seydi, Fındıq Ağa (Qemer oğlu Fındık), Ali Ağa (Aliyê Mirzaliyê Sıli), Hesen Ağa ve Hesenê İvraimê Qıji ile birlikte bir Pazar akşamı araba farları eşliğinde kendilerini savunma imkanı dahi tanınmadan yargılanıp infaz edildiklerinde kendilerine uygulanan adaleti(!) hatırlatmak istiyoruz.
Ümit Kocasakal ve benzeri ulusalcı, ırkçı ve şovenistlerin faşizan tutumlarına ‘‘bravo‘‘ diyerek alkış tutan Uğur Dündar’a, Dersim’de Atatürk’ün emriyle devletin 1937-38’de uyguladığı vahşet sonucu savunmasız onbinlerce Dersimlinin kadın, çocuk, yaşlı ayırım yapmaksızın katledildiğini, onbinlercesinin de batı illerine sürgün edildiğini; binlerce erkek ve kız çucuğun da subay ve Türk ailelerine zorla evlatlık verildiğini hatırlatıp ne denli adaletli(!) olduklarını hatırlatmak istiyoruz.
Mesele “Milli Misaki veya Türk-İslam Sentezi” olunca her şeyi mübah gören, kendi belgeleriyle ıspatlanan soykırım ve katliamların dahi inkarına giden, üç maymunları oynayan vicdan yoksunu zihniyetler ile adalet sağlanamaz.
Tırpanın ucunda mahkemesini kuran, kararını veren adalet adil olamaz. Terazisi güçlüye göre şekil alır.
Fakat unutulmamalıdır ki “Adalet bir gün herkese lazım olur”.
06.12.2017
Dersim Meclisi – Avrupa
FDG – Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu