100 YILDIR SOYKIRIM 100 YILDIR İNKAR
Soykırım Kurbanlarına Saygı, Soykırım Mağduru Halklar için ADALET!
Soykırımı inkarın, soykırımın devamı olduğu gerçeğinin bilincindeyiz. Bu nedenle tarihimizin kanlı karanlık sayfaları ile yüzleşmek, mücadelemizin odak noktasındaki en temel gündemimiz olmaya devam edecektir. Ermeni, Asuri-Süryani soykırımını inkar eden Türkiye Cumhuriyeti devlet geleneği, bu halklarla aynı kaderi paylaşmış olan Pontos Helen halkına karşı işlemiş olduğu soykırım suçunu da inkar etmektedir. 1894 ve 1924 yılları sürecinde işlenen halklar cinayeti, sürgünler ve 100 yıldır devam eden inkar geleneği, sadece soykırım sabıklı bir devlet aygıtı yaratmakla kalmamış, aynı zamanda insanlığın ortak değerlerine sırtını dönmüş bir de Sünni İslam eksenli inkar toplumu yaratmıştır. O günlerden bu yana, tarih adına yalan ve iftira temelinde mağdur edilmiş halklara karşı propaganda, failin kurban, kurbanın katil yerine konması ve insanlığa karşı tekrar tekrar işlenen suçlar, sistemi ayakta tutmak için bir zorunluluk haline gelmiştir.
Osmanlı egemenliği ile başlayan baskı ve zulüm politikası, başta Ermeni halkı olmak üzere Küçük Asya Helenlerine, Süryanilere ve Ezidilere karşı, 1894, 1909, 1912 yılları itibariyle başlayan kitlesel katliamlar ve sürgünler, 1915 ve sonrasında tam bir soykırım faciasına dönüşmüştür. Pontos soykırımı, yenilgiye uğramış Osmanlının ve onun devamı olan TC devletinin, Birinci Dünya Savaşının galibi “uygar” devletlerin gözleri önünde işlediği büyük bir insanlık suçudur. Dersim Soykırımı ise sanki HOLOKOST için bir “önsöz”dür.
Hesabı sorulmayan, cezasız kalan soykırım suçları, sanki bir bumerang gibi insanlığa geri dönmüştür. Bu nedenle 20. Yüzyıl tam bir soykırımlar yüzyılı olmuştur. İnsanlık, tarihinin o güne kadar tanıdığı bütün toplu cinayetleri ve soykırımları gölgede bırakan Nazi karanlığının HOLOKOST barbarlığı ile tanışmıştır.
Soykırım inkar edildiği, kurbanları kanayan yaralarını hala ellerinde taşıdığı, ADALET’in devletlerin çıkarlarına kurban edildiği sürece, insanlık soykırım tehdidi altında yaşamaya devam edecektir. Bu gün soykırım sabıkalı devlet egemenliği altında asimilasyona direnen Kürt halkı ve Alevi inancı mensubu halklar, soykırım tehlikesinin odak noktasındadırlar.
Soykırım mağduru halklar için ADALET yoksa, Pontos Helenleri için ADALET yoksa, o zaman ADALET ayaklar altında demektir. İnkar, soykırım kurbanlarının geleceğe olan umudunu yıkma stratejisi, ortak yaşam atmosferini zehirleyerek imkansız hale getirme çabasıdır.
Bu nedenle bizler, Pontos Soykırımı Kurbanlarının Anılarına saygı, geride bıraktığı çocukları ve torunlarına yaşam hakkı, Pontos halkı için ADALET talep ediyoruz!
İnsan onuruna layık bir gelecek için, yeni soykırımları engellemek için kanlı karanlık geçmişimizle yüzleşmek istiyoruz.
Wiesbaden Mezopotamya Asuri Derneği, Soykırım Karşıtları Derneği, Pontos Soykırımının 100. yılı vesilesi ile 13 Nisanda düzenlemekte oldukları etkinliğe, insan hak ve özgürlüklerine saygılı insanları candan davet ederler.
Wiesbaden Mezopotamya Asuri Derneği
Soykırım Karşıtları Derneği (SKD)
Almanya Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG) üyesi Berlin Dersim Kültür Cemaati’nin 2015 yılında başlattığı çalışmayla gündeme alınan 1937-1938 Dersim Tertelesi’nde hayatını kaybedenlerin anısına Berlin’de bir anıt dikilmesinin nihai kararı 27 Mart 2019 tarihinde Friedrichshein-Kreuzberg Belediyesi tarafından verildi. Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD), Yeşiller ve Sol Parti’nin lehte oylarıyla alınan karar gereği, Berlin Dersim Kültür Cemaati binasının bulunduğu mekana yakın bir parkta ‘Nişangê Tertelê ‘38i’ Anıtı dikilecek.
Dersim ‘37-38 Soykırımı’nın dünya kamuoyuna duyurulması, gelecek kuşaklar için hafıza merkezlerinin yaratılması, her zaman FDG ve Berlin Dersim Kültür Cemaati’nin öncelikli görevleri arasında olmuştur. Bu bilinçle hareket eden cematimiz, 16 Ağustos 2015 tarihinde belediye meclisinde temsilcileri bulunan partilere müracaatta bulunarak “Nişangê Tertelê ‘38i” projesinin startını verdi.
B’90 DIE GRÜNEN (Yeşiller), SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) ve DIE LINKE (Sol Parti) kendi yönetim organlarında projeyi değerlendirerek destekleme kararı aldılar. Bu amaçla, Proje 16.12.2015 tarihinde SPD, B’90 Die Grünen, DIE LINKE partilerinin önergesi ve die Piraten Partisi’nin tam desteğiyle Belediye Meclisi’nin gündemine alındı. Bu toplantıda, CDU (Hıristiyan Demokratlar) dışındaki tüm meclis üyeleri projenin desteklenmesi doğrultusunda tavır belirlediler. Kamuoyuna açık gerçekleşen bu toplantıya katılan Türk ırkçıları, „1938’de Dersim’de soykırım olmadı, ayaklanma vardı, bastırıldı“ gibi bildik yalanlar öne sürerek, projenin reddedilmesi için baskı oluşturdular, toplantıda bulunan temsilci arkadaşımıza hakaret ve şiddete yeltendiler. Meclis, projenin Berlin kamuoyunda tartışılması, bilgilendirme çalışmalarının yapılması, Uyum, Kültür ve Tarihi Anıtlar Komisyonlarında tartışması gerekliliğine işaret etti.
Berlin derneğimiz bu aşamadan sonra yoğun bir bilgilendirme ve tanıtım çalışması başlattı. İlk etapta liseler başta olmak üzere, çeşitli okullar davet edilerek bilgilendirme toplantıları gerçekleştirildi. Benzeri çalışmalar üniversiteler, sosyologlar ve tarihçiler başta olmak üzere bilim insanları nezdinde devam ettirildi. Önergeyi veren partilerin de onayıyla Martin Düspohl, Dr. Wolfgang Lenck, Dip. Ing. Gülshah Stapel, Natalia Bayer, Rıza Baran ve Kemal Karabulut’tan oluşan bir komisyon oluşturuldu. Bu komisyonun girişimiyle 29-30 Kasım 2018 tarihlerinde Kültür Senatörlüğü’nün himayesinde uluslararası bir kolokyum (akademik toplantı) düzenlendi. İki gün süren kolokyumda kültür senatörü, uyum senatörü, projeyi destekleyen partilerin temsilcileri, sivil toplum örgüt temsilcileri, eski Belediye Başkanı Cornelia Reinauer, Berlin Teknik Üniversitesi’nden (Technische Universität Berlin) ve Berlin Hür Üniversitesi’nden (Freie Universität Berlin) bilim insanları konuyu değerlendiler. İki gün ‘Göç Toplumunda Hafıza Kültürü, Politikaları ve Sesler’ mottosu altında atölye çalışmaları yapıldı.
Tüm bu çalışma ve tanıtım girişimlerinden sonra, 19 Mart 2019 tarihinde proje Belediye Kültür Komisyonu’nda son bir kez daha gündeme alındı ve tartışıldı. 27 Mart 2019 tarihinde yeniden Belediye Meclisi oturumu gündemine alınarak, SPD, B’90 DIE GRÜNEN ve DIE LINKE partilerinin oylarıyla kabul edildi. Belediye Meclisi’nin CDU‘lu ve AfD’li üyeleri projenin alehine oy kullandılar.
Berlin Dersim Kültür Cemaati’miz başta olmak üzere FDG ve bileşenleri Dersimliler için tarihi bir adım atmış olmanın gururunu yaşamaktadırlar.
Dersimliler, Federasyonumuz tarafından başlatılan ve ilk aşaması başarıyla sonuçlanan Dersim 1937-1938 Dersim Sözlü Tarih Projesi (DSTP) ve Berlin’de „Nisangê 38´i” gibi tarihi öneme sahip çalışmalara imza atan kurumlarına sahip çıkmalıdırlar. Bu çalışmalara ve kurumlarımıza yönelen saldırıları geri püskürtmek için birleşmelidirler.
Berlin Dersim Kültür Cemaati’mizin üyeleri ve yöneticileri başta olmak üzere, ‘Nişangê Tertelê ‘38i’ Projesi çalışması sürecine destek veren herkese, projeyi önerge olarak Belediye Meclisi’ne sunan SPD, B’90 DIE GRÜNEN ve DIE LINKE partilerine, projenin geliştirilmesi ve gerçekleşmesi için Berlin Dersim Kültür Cemaati’miz ve federasyonumuz FDG adına özveriyle büyük bir caba harcayan Kemal Karabulut’a teşekkür ediyoruz.
Andan itibaren hep birlikte anıtı dikme sürecini tamamlama mücadelesiyle yolumuza devam edeceğiz. Bu anıt mücadelenin ve dayanışmanın eseridir. Tüm Dersimliler ve dostlarınındır.
1938 Soykırımı’nda yitirdiğimiz on binlerin anısına ve geride kalanların acılarına saygıyla…
30 Mart 2019
Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG)
Berlin Dersim Kültür Cemaati
2019 Yerel Seçimleri
Türkiye bir yerel seçim sürecini daha geride bıraktı. Öyle görünüyor ki, ortaya çıkan sonuçlar yerel idari politika sınırlarını aşan boyutlara sahip. Neticede Türkiye genelinde ortaya çıkan tablo AKP açısından sonun başlangıcı dedirtecek boyuttadır. Yapılan ittifakların, ‘bağrınıza taş basın, yaşadıklarınızı unutmayın, ama birazcık hatırım varsa faşizme karşı oy verin’, diyen HDP eski Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın takındığı ve seçmenleri tarafından kabul gören yaklaşımının da varılan sonuca etkisi olduğunun altı çizilmelidir.
Karanlığa ışık tutmak ittifakların nasıl şekilleneceğine bağlı olarak gelişecektir.
Dersim’de ise kazananın da, kaybedenin de dersler çıkaracakları bir seçim geride bırakıldı. Dersim Kongresi olarak Merkez Belediyesi seçimini kazanan sayın Mehmet Fatih Maçoğlu’na ve ilçelerde seçilen belediye başkanlarına başarılar diliyoruz.
Dersim halkının tercihleri saygıyla karşılanmalı, Dersim kültüründe ve inancında var olan hoşgörü çerçevesinde seçimlerin değerlendirilip kutuplaştırıcı ve ötekileştirici söylem ve tutumlardan uzak durulmalıdır.
Dersimlilerin özgür bir yerel yönetime çok daha fazla ihtiyacı var. Yerelin sorunlarına sahip çıkmak, buradaki halkın kültürel değerlerine karşı hassasiyet göstermek, örgüt ve partilerin dar menfaatlerinden uzak durarak şeffaf, saydam ve halka karşı sorumlu bir belediyecilik anlayışıyla hareket etmek elzemdir.
Yerel halkın dil, kültür, inanç, coğrafya ve tarihine karşı sorumluluk ve hassasiyet gösterilmeli; bu yönde çalışan sivil kurum ve kuruluşlara destek ve katkı sunulmalıdır.
Dersim’in tekrardan yaşanılır kılınması için yapılması gereken çalışmalarda hep beraber hareket etmek umuduyla başarılar dileriz.
01.04.2019
Dersim Kongresi Meclisi – Yürütme Kurulu
DERSİM’DE YEREL YÖNETİMLER (BELEDİYECİLİK) ÜZERİNE
“Yerel yönetim kuruluşları özgür halkların gerçek gücünü oluşturur, İlkokulların bilime katkısı ne ise yerel meclislerin de özgürlüğe katkısı odur…
Bir halk özgür bir yönetim kurabilir, ancak yerel yönetim olmadan özgürlüğün ruhuna sahip olamaz.”
(Alexis De Tocqueville)
Kuşkusuz Dersimlilerin özgür bir yerel yönetime çok daha ihtiyacı var. Bunun da yolu Dersimlilerin kendi geleceklerini kendi ellerine almaları; kendi hayatlarının içinden dışarıya bakmalarından geçer.
Bu şu anlama gelir:
[ss_social_share align=”left” shape=”rounded” size=”small” labels=”label” spacing=”1″ hide_on_mobile=”0″ total=”1″ all_networks=”1″]DERSİM’İN RESTORASYON SÜRECİ VE YEREL YÖNETIM POLITIKALARI
Selman Çiman
“Eğer yenilmişsek, yapmamız gereken tek şey, baştan başlamaktır” Engels
Sosyal bilim dünyası insanlarının en güzel yanı, bir konu hakkında, çeşitli teorik çıkarsamalar yaptıklarında, analiz sonuçlarına vardıklarında, hala bilgi eksikliğine, verilerin kognitif olup olmadıklarına duyulan şüpheye sahip olduklarını, itiraf etmek zorunda olmalarıdır. Bu nedenle geçen sürede yazdığım bir makalede(Risk Toplumu ve Geçmişten Geleceğe Dersim) Dersim’deki bu kaotik süreçten çıkmanın genel tanımını “yeniden inşa süreci” olarak tanımlamıştım. Bu tanımlamanın kavramsal olarak yanlış olduğunu düşünüyorum şimdi. Oysa önümüzdeki süreci kavramsal olarak “restorasyon süreci” olarak tanımlamanın daha doğru ve objektif olacağı kanısındayım. Kavramsal olarak doğru tanımlanmayan her sosyal-siyasal olgunun hipotezleri de doğru olamaz ve oluşturulamaz.
Bilim, doğruları araştırıyor ise, Sosyal bilimciler de, kurdukları teorilerinin mükemmel olmadığını ve yeniden düşünsel-kuramsal önermeler yapabilen ve endoktoryal olmak durumundadırlar. Bir diğer boyut da üretilen fikirler bilimsel olsa bile asıl sorulması gereken soru, temel kriter insanlığın etik değerlerine uygun olup olmadığıdır sorusuna verilen cevaplarla çok ilişkilidir. Bilimin temel amacı geleceğe dair öngörülerde bulunmak, spesifik düzlemde teoremler kurgulamak, hipotezler önermektir bu da ancak günümüzü anlamak-anlamlandırmak ile mümkündür. Genel olarak toplumsal davranışları değiştirmeyen bilginin hiçbir fonksiyonel değeri de yoktur. Ufkumuzu ve vizyonumuzu genişleterek, yeni ve bilinmeyen gelecek hayallerini kurmak, yeni bilinmeyen gelecekler yaratmaktır. Edgar. A. Poe’yi hatırlamak yerinde olacaktır, “Dünyanın gördüğü her büyük başarı, önce bir hayaldi”
Bizim toplumun en temel sorunu Siyaset Felsefesindeki deformasyon, çürüme ve yozlaşmadır. Bizde siyaset, felsefik olarak toplumdan uzaklaşarak bir tarikata dönüşmüştür.
Biz Dersimlilerin tarih bilinci, geçmişi tekrarlama üzerine kurulmuş, bilinç yanılgısından kaynaklı olarak, geleceğe dair perspektif konusunda bakar körlük yaşamaktayız. Oysa tarih bilinci, geçmişi tekrarlamak üzerine kurmak değil, aksine geçmişten kendimizi kurtarmak için bir bilinçtir.
Her toplumun olduğu gibi Dersim toplumunun da, bir kolektif hafızası, bilinci, davranışsal kalıpları ve travmaları vardır. Gelecek kurgusu da bu patoloji üzerinden şekillenir. Kendi siyasal tarihimizi, sorgulamadan ve gerçek anlamda bir hesaplaşma yaşanmadıkça, gelecekte bu sakat patolojinin bir “politik psişesi” ve kendisini sürekli üreterek devam edecektir. Politikadaki argümanlarımız da bu sakat patolojinin tekrarı ve “ideoloji” nin inşası seklinde boynumuzu sıkan bir kement gibi, entelektüel gelişimin, fikir üretiminin önündeki engeller olarak duracaktır. Gerçek durumu, klasik olarak tanımlanmış politik ve sosyal terminoloji ile şematize ederek, bugünki durumu paralize ederek “anlama”yı kesinlikle zorlaştırmaktadır. “Şimdinin anlaşılmaması kaçınılmaz bir şekilde geçmiş hakkındaki cehalleten kaynaklanmaktadır” diyor Marc Blach.
Şavaş sonuçları son derece ağır ve muaazzam bir bataklık, ayrıca telafisi belki de mümkün olmayan, insan, adalet, bilinç, ahlak, kültür kaybı demektir. Ayrıca ekonomik ve sosyal kalıcı tahribatlar yaratacağını bilmekte yarar vardır. Bu durumun sosyopsikolojik nedenselliğinin nosyografik bakımdan analizi yapılmadan, sosyal bilimler açısından da semptomolojik dengeleri kurmak için kritisizme ihtiyaç duyacağımız, bir sosyal komplikasyon ile karşı karşıyayız.
Fizikçi Max Planck’ ın dediği gibi “bilim cenazeden cenazeye ilerler.” toplumsal değişimde de bu kural geçerlidir. Yeni teoriler gelişmeden de toplumun köhnemiş düşünce mekanizmaları da değişmeyecektir.
Bizim toplumun en temel sorunu Siyaset Felsefesindeki deformasyon, çürüme ve yozlaşmadır. Bizde siyaset, felsefik olarak toplumdan uzaklaşarak bir tarikata dönüşmüştür. İngiliz düşünür ve filozof, Jeremy Bentham’a göre insanın siyasetin eyleminin nedenini ve en yüce değerin “çoğunluğun mutluluğu” olduğunu söylemektedir, Benthamın halefi John Stuart Mill ise bir adım daha ileri giderek mutluluğu “acının yokluğu” olarak anlaşılması gerektiğine vurgu yaparak tanımlar. Michel Foucault`a göre de siyaset felsefesi “Gerçek vatan, insanın ayağını basabileceği tek toprak, başını sokabileceği sığınabileceği tek ev, çocukluğundan itibaren öğrendiği dildir” Coğrafyamızda bir dogmaya dönüşen siyaset felsefesi, aklın üretim(sizliğini) paradigmik dogma halinden kurtarma, toplumcu düşünce felsefesi ile yeniden bağını kurmak, toplumsal ve siyasal sorunlara “eleştirel teori” ile şekillendirmek, yeni bir yol bulmamız için yegane yöntemdir. Marcuse’ nin işaret ettiği hali ile “siyasal kültür endüstrisi”nin ürettiği tek tip düşünmeden kurtulup, postmodernizmin yapısal sorunlarına belki de kafa yormaya başlayacağız. Bütün bu durumda alternatifler yaratmak mümkündür. Ancak geleneksel temel düşünsel dayanakların ve sistemin genel eleştirisi üzerinde şekillenecek yeni perspektifler ve kavramlara ihtiyaç vardır. Halen dünyanın “düşüncenin ilk ortaya çıkış formu”(Adorno)şeklinde döndüğüne inanan çok sayıda insanın olması şaşırtıcı değil midir?
Bir fikrin, teorinin doğruluğu veya yeni olması toplumda hemen karşılık bulacağı, rahat kabulleneceği anlamına gelmez, aynı zamanda doğru bir yöntemle anlatılması da teorinin kendisi kadar önemli bir konudur. Tarihsel süreç içerisinde oluşan katı fikirsel kalıplar her zaman, entelektüel gelişime, toplumsal bilinç sıçramalarına karşı birer bariyer görevi görmüşlerdir. Savundukları, inandıkları fikrin sonuçları nedeni ile hayal kırıklıkları toplumu enkaz altında kalmış gibi bir duygusal anafora sokmuşsa durum daha da kaotik ve karmaşıktır. Bu durum bazen büyük bedellere karşılık düşebilir.
Dersim toplumun bugünki durumunu açıklamak o kadar zor ki hangi olguları hangi olgularla bağlayacağımızı, kesişim noktalarını nasıl kuracağımızı bilmiyor olmaktan dolayı, gerçekten zorlanacağımız bir durumdur. Toplum analizinde de sosyal bilimlerin bütün alanları arasındaki ilişki ve geçişgenliği kullanmak, rasyonel bir denklem kurmak zorundayız,
İnsanlar bilinmeyenden korktukları için değişime açık değildirler. Yeni fikirlerin topluma taşınacağı da bir yöntem sorunu olarak, sosyal bir dönüşüm süreci olarak kurgulanan bir şey olduğunu, kitle kültür endüstrisinin manipülasyonuna açık hale geldiği gerçeğinden hareketle doğruların her zaman kabul göremeyeceğini bilmek gerekir. Spinoza bu durum için şunu söyler, “Bir fikrin doğru ve geçerli olması yetmez, fikrin gücü doğru bir yöntemle anlatılmasıdır”
Bizim cehpemizden de sorunlar yok mu? Yeni bir fikri savunanlar, aynı zamanda yeni bir davranış formu, yeni bir tarza ihtiyaç olduğu bilincinin evrimsel dönüşümünü tamamlamış mı? Oysa yeni bir fikir her boyutu ile değişimdir. Zihinsel, normatif ve entelektüel değişimin yapısal doğal sonuçları olarak fikir yeni tarz ve jargon eski olamaz. ”Yeni hedefler, yeni yöntemler gerektirir” Pyotr Kropotkin’in işaret ettiği gibi.
Ayrıca yeni bir fikirteori yeni bir dil kurmanıza niteliksel strüktürel yapısalsöküm değişimine de ihtiyaç duyar. Bu durum düşünsel evrimin başlangıç parametresidir. Ama günümüzün kronik problemi, entelektüel ve zihinsel kirliliğin yarattığı deformasyondan kaynaklı olarak, siyasetin dili, “sokağın dil”i kavramları ile doludur ve popilisttir. Entelektüel üretim ve tartışma çıtasının düştüğü bir coğrafyada, bilgi ve analizle yoğrulmuş teoriler üretmek hem riskli hem de anlaşılması uzun bir süreç alabilir ve entelektüel olarak, kavramların yarattığı kaosun enkazı altında kalmış gibiyiz.
İnsanlık, büyük emek ve mücadele ile ürettiği bütün iyi değerler her geçen gün daha da dejenere edilmektedir. Adeta kuralsızlık herkesin kanıksadığı bir çürüme sürecine hızla ilerliyoruz veya “R-Kompleks“ini yaşıyoruz gibiyiz. (R-Kompleks, sosyalpiskoloji de “sürüngen beyin bölgesi“ olarak da tanımlanan, kitlelerin ilkel içgüdüleri aktive ederek mantıklı düşünmesini baskılamak olarak tanımlanır. Alman Faşizmi üzerine Frankfurt Okulunun yaptığı çalışmalardan sonra düşünsel manipülasyonun sistematik olarak medya aygıtları ile yapılmasından sonra toplumların mantıklı davranış göstermeyeceği tezini oluşturdular. Max Horkheimer bunu “kitlesel akıl tutulması” olarak tanımlar.)
Yeniden şekillenen bu düzensizlik, ahlaksal çöküşüne, retoriksizliğine karşı düzenin ezberlerini bozacak ne entelektüel bir direnç ne de siyasal bir hareket henüz yoktur. Bütün dünyayı derin bir çürümeye doğru sürükleyen, yanılgılar-yalanlar zincirini içselleştirerek-kanıksayarak toplumsal moral değerleri “organik yalancılık”(Max Scheler) ile inşa edilmektedir. Bugün dünyanın üçte ikis, bu yalanı üreten otoriter, kültürsüz, maço ve saldırgan liderler yönetmektedir ve insanlığın tarih boyunca büyük emek ve mücadele ile ürettiği değerler büyük bir tehdit altındadır.
Dersimi bugünkü hali ile çok boyutlu, geometrik olarak “şekilsiz” bir cisime benzetebiliriz. Nasıl ki şekilsiz cisimlerle ilgili hesaplarda yüksek matematiğin birçok teoremi ve alanlarını (integral, tregrometri) kapsayan kompleks bir yöntemle doğru sonuçlar almak mümkündür. Descartes in deyimi ile “Hatalı şekiller üzerinde , doğru akıl yürütmek esastır” Bu teorem, geometride simetrik olamayan durumların temel mantığını oluşturan çözüm metodolojisini oluşturur. Pozitif bilimleri, Sosyal bilimlere uyarlayarak bazı sonuçların alınması, ya da “işin matematigi“ diye de söylenen, toplum mühendisliği kavramını vulgarize etmeden, dengeli ilişki-denklemparalizasiyonu kurmak gerklidir. (Dünyanın en ünlü matematik kuramcısı John Nash, Bilgi Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada şu ünlü cümleyi kurmuştur. “İyi matematik bilmeyen toplumlarda adelet yoktur” Dersim toplumun bugünki durumunu açıklamak o kadar zor ki hangi olguları hangi olgularla bağlayacağımızı, kesişim noktalarını nasıl kuracağımızı bilmiyor olmaktan dolayı, gerçekten zorlanacağımız bir durumdur. Toplum analizinde de sosyal bilimlerin bütün alanları arasındaki ilişki ve geçişgenliği kullanmak, rasyonel bir denklem kurmak zorundayız, teorik önermelerimizi ve toplumsal sorunları eleştirel teorinin verilerine dayandırmalıyız ancak bu yöntemle şekillendirebiliriz. “Eger gerçek diye bir kavram varsa, son derece komplekstir ve bir bütün oluşturacak şekilde kavranması imkansızdır” Bu konudaJacques Lacan`nin ünlü teorik çıkarsaması bizi düşündürmelidir.
Bütün dünyayı etkisi altına alan, çağın en hızlı kitleselleşen büyük hastalığı, çekilmez meşurluk arzusu, “histeriye” dönüşmüş popilizm, insanlığın bu pop-kültür haline “Meşhuriyet Çağı” da denilebilinir. Andy Warhol’a babanın ceddine rahmet dedirtecek şekilde, görsel kitle kültürünün anaforuna, illüzyonuna, narkotik etkisine kaptırmışız ki, hepimiz, kızgın yağın olduğu tavaya düşmek için can atan damlalar haline geliyoruz. İngiltere’ de 2002 de milen-yumun en parlak zekasına sahip çocuk diye açıklanan on yaşındaki Laura Hibbert, büyüdüğünde ne olmak istiyorsun sorusuna verdiği cevabı “meşhur” olmak istiyorum. Dünyanın içine girdiği bu yeni girdapdan bizim Çemişgezek li TEOG Türkiye birincisi olan ve astro-fizik uzmanı olmak isteyen Berdan Teloğlu’ nun henüz sanırsam haberi yok.
Modernitenin yarattığı bütün bu gerginlik ve karmaşa, günlük yaşamımızda her tür riski göze almamızı, bizim daha fazlasını istememizi her koşulda özendiren ve binlerce yıldır oluşan değerler-normlar deforme olmaktadır. “Sebepleri” ve “sonuçları” açıklamak için karmaşık ve sınırları zor çizilen bir fenomen olarak “Küreselleşme” kavramı günümüzde meydana gelen bütün siyasal, sosyal iktisadi kültürel ve uluslararası düzeydeki gelişmeleri açıklamak-tanımlamak için temel referans olarak kullanılmaktadır. Bu süreç şekilsiz, renksiz, biçimsiz geri dönüşü imkansız gibi görünen yerküresini tehdit eden karanlık bir tünele doğru yol alıyoruz.
Dersim, yerkürenin “Dezavantajlı Guruplar“ toplumsal kümelerinden birini oluşturmaktadır ve yerel iktidarın her türlü saldırıları dışında, küreseleşmenin yarattığı yıkımın kurbanı olabilecek bir toplumdur. Yeraltı zenginliklerin talanını yapan, baraj yapımındaki finansal fonlar, doğal zenginliklerini gasp eden de küresel sermayenin tekeller oligarşisidir.
Dersim’ de dünyaya soldan bakan politizasyon Latin Amerika deneyimlerinden çok şey öğrenmesi gerekli olduğu bilinci ile “yerellleşme” ve evrensel değerler ile denklemini her boyutu ile kurarak “yeni toplumsal hareketler” teorik-fiziki dinamikleri üzerine ancak şekillenebilir. Sosyal, siyasal hareketleri de tarihsel evrimini açıklayan bir sosyopiskolojik teorem olarak “gittiğin noktadan daha ileriye gidemiyorsan en iyi yöntem başlangıç noktasınına tekrardan dönerek yeniden başlamaktır”
Siyaset ham aklın bilgi-bileşim faktörü ile efektif kullanılmasıdır. Her toplumsal değişimin, bir de karşı dirençleri olduğunu unutmamak gerekir. Sosyal dinamiklerin doğru analizi, çatışma kırılma noktaları, duyarlılıkları, uygulanılan politikalar yerel kültürel doku ve özgünlükleri normatif bir paralelelik göstermelidir. Solljenitsin Ruslar için “Tanrı Ruslar’a sadece akıl verdi, ama başka da bir şey vermedi” Durum onu gösteriyor ki biz Dersimlilere de sadece akıl verdi, ama “kullanmama” ve “biraraya gelmemek” şartı ile verdiği kesindir. 21.yy da bireyin rolü toplumsal gelişimde gittikçe azalmaktadır, kişinin girişimleri, yetenekleri değil, onun kolektif eylemi olarak hayatın seyrini değiştirecektir.
Tarih de bir araya gelen ve sonrasında dağılan deneyim olarak bilince çıkarılması gereken bir süreçtir, tekerrürden ibaret olması da tekrar eden “aptallığın sürekliliği”dir. (Burda aslında 1937 nin baharındaki Halvori aşiretler cemaatini anlatmak gerekiyor, konu çok uzun olduğundan yazmak mümkün değil) bugün içinde bulunduğumuz çalışmayı anlamayanlar (Dersim Kongresi). Y. Noah Harari‘nin dedigi gibi “Tarihin sadece teknoloji, siyaset ve toplumla degil, aynı zamanda düşüncelerimizi, korkularımızı ve rüyalarımızı şekilendirdiğini unuturuz” 1776 da iç savaşta on binlerce insanın öldüğü bir yerde, Thomas Jefferson ve arkadaşlarının Amerikan Bağımsızlık Bildirgesini yayınlamaları ile dünyanın kaderini son iki yüzeli yıldır nasıl değiştirdiklerini hiç bir zaman anlamayacaklardır.
Son on yılda asgari anlamda adalet duygusu olarak tanımlanan demokrasinin yerel yönetim boyutu ile Dersim’de hiç bir pratik uygulaması ve eylemi olmadı. Bizim toplumda yerel yönetim politikası tartışılmıyor, yapılan aslında bir tartışma da degil, “siyasal aptallaşma”nın bütün verilerini ve politik diskurun bütün absürtlüğünü bulmak mümkündür.
Devletin “sosyal-siyasal dışlanma”yı (Rene Lenoir) her alanda uyguladığı Dersim toplumu genel olarak da Aleviler sivil, siyasi, ekonomik, ve sosyal olarak ayrımcılığa uğrayan, vatandaşlık-yurttaşlık haklarından önemli oranda mahrum bırakılan, bir tür kolektif cezalandırma “açık ayrımcılık”uygulamasının dinamik süreçleri ile dezavantajlı toplumun bireyleri olarak hayata başlıyoruz.
Savaş baltalarının toprağa gömülmediği bir toplumda normal şeyler olmasını beklenemez. Doğru bir yön bulmak zaten mümkün de değil. Günümüzün sorunlarını, farklılıklarımızı çatışma ve ayrışmanın potansiyeli olarak kullanmaktan artık vazgeçmenin yakıcı bir döneminden geçtiğimiz bilinci ve birlikte çalışmanın zeminini oluşturmanın,
politik vizyonu, geleceğimizi şekillendirebilir. Bu toplumsal dinamiği göremeyen ya da anlamayan bir sürü “rant siyasetçisi” var ve bu çatışmadan rant devşirmeye çalışmaktadır. Otoriter dikta rejimlerinin kullandıkları en önemli kitle manipülasyon propaganda araçlarından biri “mağduriyet teorisi”dir. Bugün de Dersim’ de yapılan bu olmak ile birlikte, erk oluşturmak sürecinde kitleyi en kolay aldatmak için kullanılan enstrümanlardandır. Dersim ile ilgili bütün bu itirazın temel dinamiği son beş yüz yıllık hegemonya kurmak isteyenlere karşı gelişen siyasal-sosyolojik bilincin tarihsel aktarımın genetik kodlarında saklıdır. Otorite kurmak isteyenlerin anlaması gereken, itirazın toplumsal enerjisinin dinamiği “otonom olma refleksi“ bu bilinçtir ve kolektif adalet duygusunun harekete geçmesi halidir. Tarihleri bu suçun ceremesi ile dolu olan Dersimliler bugün “itaatsizlik” gibi ağır bir suçu bir daha işlemektedirler. Dersim toplumu aydınlanma ve “akıl çağı”na dogru bir evrim geçiriyor, bu durum bireysel planda da “servis dışı” kalmış mantığın tekrardan aktive edilmesi şeklinde işlemektedir. Dersimli Kürt milliyetçilerinin ortak refleksleri ve düşünsel davranışlarından “protez aklın” bütün semptomlarını hemen hemen görmek mümkündür ve fikir üretiminin “fabrikasyon” olduğu hemen görülebilir. Bu evrim hiç kuşkusuz “vesayet sistemi”ne karşı itiraz ile başlamaktadır. İmmanuel Kant bu aydınlanmayı şöyle tanımlamaktadır, “İnsanlığın kendi girdiği vesayetten kurtulması” yani anlamayanlar için Türkçesi ne şah ne de sultan takarım kültürü ve idam esnasında kendi sehpasını kendisi tekmeleyenlerin bir toplumu olan Dersim‘i hala tanımamış olmanın cehaletidir. Bu tartışmaların anlamsızlığını “iktidar zehirlemesi“nin yaratığı “suçun transferi”(Jung) olarak okumak gerekir.
Son on yılda asgari anlamda adalet duygusu olarak tanımlanan demokrasinin yerel yönetim boyutu ile Dersim’de hiç bir pratik uygulaması ve eylemi olmadı. Bizim toplumda yerel yönetim politikası tartışılmıyor, yapılan aslında bir tartışma da degil, “siyasal aptallaşma”nın bütün verilerini ve politik diskurun bütün absürtlüğünü bulmak mümkündür. Bu duruma, Dersimlilerin bu haline en çok da Frantz Fanon gülmektedir, bir daha haklı çıkmanın aragantlığı ile piskopapatolojideki bu kültürel çürümenin boyutunu bir kez daha görecek ve bu cümleleri bir daha tekrarlayacaktır mutlaka. “Kimsenin elleri temiz değil, hepimiz ellerimizi toprağımızın bataklıklarında ve beyinlerimizin korkunç boşluğunda kirletme sürecindeyiz…” Burdan çıkarılması gereken ders, anlaşılması gereken konu, şidddet görenlerin şiddet uygulamaya da eğilimli oldukları gerçeğidir. Karşıya benzediği, aynı yöntemleri kullandıkları bilinen bir olgudur. Zalim ile mazlum konumlarının geçişli ve birbirinin simetriği olduğu, bunu engelleyecek tek faktörün de öznel bilinçlenme ve demokrasi kültürünü içselleştirmektir. Bu yeni toplumsal hareketin dinamikleri, siyasal dip dalgası doğru okunmaz ise heba edilmiş bir son şans olarak tarihe geçecektir ve Dersim’de gelişen bu hareket bütün alevi hareketini kapsayan ve cendereden çıkmasını sağlayan bir dalgaya dönüşebilme imkanlarını kendisinde barındırmaktadır. Eğer Dersim’ deki bu bodrumkatın`da toplananlar “işçi sınıfı öncülüğü” ham hayali ile kendini kandırmazlar ise veya Mao`nun “kültür devrimi” deli gömleğini bir daha, zavallı Dersim’in başına bela etmezler ise…..
BİR SOSYAL POLİTİKA OLARAK YEREL YÖNETİM
Yerel yönetim politikasının en genel anlamı sosyalpolitika olarak tanımlanır. Latince socius ve poli kavramların birleştirilmesi ile bir disiplin haline gelen genel politikaların tümüdür ve yerel yönetimi de kapsamaktadır. Yerel yönetim, genel anlamı ile insanların refahına yönelik olarak aldığı kararlar ve sürdürdüğü uygulamaların bütünüdür. En genel anlamda insanın sağlığı eğitimi, ulaşımı, güvenliği, beslenmesi, korunması, barınması ve istihdamının sağlanması yerel yönetimin makro düzeyindeki vizyonu sosyal politika alanıdır. İç barış ve sosyal adalet dengesini de gözeten bir çerçeve oluşturmak toplumsal refahı sosyal sorunların kapsamı ile paralellik gösteren ekonomik politikaları da dengeleyen ve sosyal boyutunu her zaman gözeten etik ve toplumsal adalet değerlerin korunması, güçlenmesi için azami bir rol oynar.
Bir sosyal ve kültürel risk toplumsal gurubu olarak sorunlu ve yetersiz yaşam koşulları içinde negatif bir süreklilik ile demografik değişim yaşayan Dersim toplumu fizyolojik, pskolojik, sosyal, sağlık, ekonomik, siyasal ve kültürel açılardan çağdaş normlara yakın bir kamusal politikanın geliştirilmesi, yerel yönetimin temel bir görevidir. Bu politikalar ve uygulamalar bölgenin ve şehrin kimlik kültür dokusuna uygun olması gerekir. Bugün Dersim’de ihtiyaç olan bu politikaların oluşması için yerel yönetimlere bilimsel ve akademik düzeyde bilgi üreten bir “Sosyal Bilimler Akademisi”ne ihtiyaç vardır. Restorasyon da ancak bu regenaratif(onarıcı) politikalar ve uygulamaları geliştirmek ile ancak sağlanabilinir.. Bu regenaratif politikalar, ekonomik gelişim ile sosyal gelişim arasında paralellik sağlayan, bütünleştiren ve bölgesel düzeyde çevrenin korunması perspektifini esas alan, bölgenin ekonomik ve sosyal dinamiklerin sürdürebilir bir gelişim projeksiyonu ile mümkündür.. Bu politikalar fırsat eşitliği sağlayan, partizanca yönetim anlayışından arınmış, etkin ve adil bir yönetim anlayışı ile sivil toplumcu, diyaloğa açık mekanizmaları oluşturan bir model olmalıdır.
Yerel Yönetimin temel perspektifi, toplumda bireylerin karşılaşabileceği tüm sosyal olumsuzluklara-sorunlara karşı korunmalarını, öngören kamusal karar ve uygulamalara konu olan sosyal-toplumsal politikaları geliştirmektir. Toplumun yaşadığı sorunlar ile bu sorunları çözmek için uygulanan politikalar arasında doğru bir korelasyon sağlanmak durumundadır. Hebermas`ın konu ettigi, “Kamusallığın Yapısal Dönüşümü“ eserindeki hali ile, “Vatandaşlar arasında şeffaf, açık, ve akılcı tartışmaya dayalı olarak oluşturulan” diye tanımladığı, kamu yararı ve kamusal sorunların çözümüne ilişkin politikalar oluşturmak “ideolojik nosyonlar” ile değil, ancak özgürlükçü, eşitlikçi, eleştirel akılcı bilgiyi esas alan, çoğulcu katılımcı demokratik bir yerel yönetim için vazgeçilmez tek yöntemdir.
Sosyal politika oluşturulurken, toplumsal refahı artırmak için, ekonomik, sosyal ve siyasal tehlikelere karşı politikaların oluşumunda sivil toplum kurumları, üniversiteler, meslek örgütleri, sendikalar, çok önemli bir rol oynayabilirler.
Dersim de insan türüne tapmanın ideolojisini, yani “Hümanizm“i coğrafyamızda egemen kılabiliriz ve yeryüzünde bu “din”e inanan tek toplum olma şansımıza sıkıca sarılarak, biz de insanlık değerleri vadisi olabiliriz.
Yerel yönetimin kurumsal işlevi ve pratikleri konusunda bilgi birikimine sahip olmayan yöneticilerin iktidar eleştirisini tutarlı bir zemine oturtamazlar ve karşı direniş-direnç mekanizmaları da oluşturmazlar. Bu nedenle yerel yönetim sürecinde olan kişilerin, entelektüel ve yenilikçi politikalara açık olması ve demokratik katılımcı süreçlerini işleten kapasiteleri taşıması gereklidir. Dersim toplumunun tarihi hafızası, toplumsal karakteri, siyasal kimliği ve kültürel dokusunu hiç bilmeyen yerel yöneticilerin toplumsal sorunları çözmesi mümkün mü? Kentlerin de birer kimliklerinin olduğunu, bu kimlik oluşumun etnik yapı, kültürel ve tarihsel etmenlerden oluştuğunun bilinmesi, entelektüel olarak anlaşılması gereklidir. Kentin kültürünü sadece dikey yapılaşma(beton ve asfalt olarak anlayan bir sosyoloji) estetik ve otantik dokunun kaybolduğu rant eksenli bir yıkım ve çürüme egemen olmuştur Siyasetde sorunları çözerken, siyaseten bir algoritma kurmak durumundayız. Algoritma kurmadan sorunları çözmek bir sonuca varmak imkansızdır. Amaca varmak için kullanılan bir dizi sosyal-kültürel ve politik parametreleri görmek ve metodolejik adımlar atmak ve hesap yöntemleri geliştirmek durumundayız. Alışılmış uygulama ve politikalar dışında sorunlara kalıcı çözümler üreten bir yöntem ile toplumsal sorunlara yaklaşan bir politik anlayışda olmalıyız. Örneğin yoksul bireylere yardımı esas alan bir yaklaşımla değil, yoksulluğu ortadan kaldıracak kalıcı üretim model ve uygulamaları esas alan politikalar geliştirmek olmalıdır.
SONUÇ OLARAK
Dersim`i eşsiz olma, benzersiz olma(singularity) durumundaki bir yeryüzü fenomeni haline dönüştürebiliz. Silikon vadisi, nasıl bilimin, teknolojik gelişmenin ismi ise, Dersim de insan türüne tapmanın ideolojisini, yani “Hümanizm“i coğrafyamızda egemen kılabiliriz ve yeryüzünde bu “din”e inanan tek toplum olma şansımıza sıkıca sarılarak, biz de insanlık değerleri vadisi olabiliriz. İnsanlığın ortak değerleri kendisinde toplayan bir ada olmayı düşlemek bilim, sanat, politika ve felsefe alanlarında katkı sunmuş bütün insanların heykellerinin olduğu ve eserlerinin sergilendiği dünyanın en muhteşem açık hava müzesine dönüştürebiliriz. Ayrıca yeryüzünün baskı gören bütün ilerici insanların sığınacakları bir insanlık cenneti, sürgün edilen zorla göçertilen Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin ve Ezidilerin geriye döneceği huzurun ve kardeşliğin toprağı, tarihi kültürel renkliliğimizi yeniden kazanan bir Dersim yaratabiliriz. İnsanlığın ilerici değerlerinin yaşatıldığı evrensel bir “marka” olabiliriz.
Andaki zamanda ve yerinde kullanılmayan bir “doğru” şüphesiz ki daha sonraki bütün süreçlerde “yanlış” olarak kayıtlı kalacaktır. Dersim toplumunun içinde bulunduğu durum, bize kesinlikle doğruyu yapmayı zorunlu kılmaktadır, yoksa bütün gelecek tarihimizi belirleyecek bir yanlışın sonuçlarının yaratacağı felaketle uğraşmak zorunda kalabiliriz.
Bugün tam da eleştirel düşüncenin öncülerinden yapısökücü (dekonstrüksion), Jacques Derrida nın durduğu noktadayız, “Sistemi çözdüğünüzde ya teslim olursun, ya da direnir kendin olursun“ Bizden bir daha direnmemizi istiyorlar… Bizim tercihimiz direnmek olmalıdır ki, direnenlerin kazanmaları için bir şansı var ki direnmeyenlerin zaten hiç bir şansı yoktur. Ama bu sefer; “stratejik düşünme yöntemi” çerçevesinde “akılın-bilim yolu” ve “diplomasi” ile mümkündür. Antik Yunan düşünür Epikür der ki “Tanrılara inanmak zaman kaybıdır” ki biz Dersimlilerin doğru dürüst bir tanrımız da zaten yok. Bugün artık ”Komünist bir cennet” de şimdilik mümkün gibi görünmüyor ise…
Engels ile başladık, tabi ki son söz de onundur… Bizim de azalan yanımızı söylediği için…
“Her şeyin başı dürüstlüktür.” Engels
Okuyucuya Not: Geçen dönem yazdığım (Risk Toplumu ve Geçmişten Geleceğe Dersim) adlı makalede, Risk Toplumu kavramının kime ait olduğunu belirtmeyi bir ihmal olarak değerlendirmenizi… risk toplumu kavramını birçok sosyal bilimci (gramsci, giddens, pierson, beck) kullanmıştır. Ama bu kavramı sosyoloji alanına sokan Ulrich Beck dir…
Türkiye’de son yirmi yıllık süreç içinde derin devletin işlediği ve çoğu da henüz aydınlatılmamış cinayetlerin mahkeme süreçlerinde avukatlık yapan Avukat Erdal Doğan, sosyal medya ve basın üzerinden yaptığı açıklamada fiziki bir tehdit ile karşı karşıya olduğunu ve can güvenliği sorunu yaşadığını açıkladı. Hrant Dink davası, Malatya Zirve Kitabevi’nde işlenen üç cinayet davalarının avukatlığını yaparken onlarca kez sözlü ve yazılı tehditlerle karşılaşmıştır. Son yaşadığı somut tehditten sonra, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na durum hakkında bilgi vermiş ve koruma talebinde bulunmuştur. Erdal Doğan yirmi yıldır İstanbul Barosu’na kayıtlı olarak avukatlık yapmaktadır. Bütün bu tehditler ve can güvenliği endişesi ile mesleğini yapamayacak ve normal yaşam koşullarını sürdüremeyecek duruma gelmiştir.
Avukat Erdal Doğan, azınlık hakları konusunda duyarlı, insan hakları savunucusu bir hukukçu. 1937-38 Soykırımı’nda Dersim’de işlenen insanlığa karşı suçlar hakkında hukukçu olarak çalışmalarda bulunmuştur. Son dönemlerde bürosunun bulunduğu iş hanının girişindeki danışma görevlisinden, tanımadığı iki şüpheli şahsın, kendisi hakkında özel bilgiler sorduklarını ve bu tanımadığı kişilerin devletin paramiliter kadroları olduklarını söylemektedir.
Türkiye’de binlerce aydın yazar, akademisyen, gazeteci, sanatçı, politikacı ve avukat tehdit edilmekte, haklarında davalar açılmakta ve tutuklanmaktadır. Her geçen gün otoriterleşen iktidar aygıtları, demokratik hak ve özgürlükleri rafa kaldıran bir rejim haline gelmiştir. Bir korku toplumu yaratmak için devlet her türlü terör ve baskı yöntemlerini kullanmaktadır ve çok rahatlıkla insanların yaşam haklarını ortadan kaldırmaktadır.
Bu nedenlerden dolayı, bizler de Avukat Erdal Doğan’ın içinde bulunduğu bu durumdan kaygı duymaktayız. Onun can güvenliğinin sağlanması ve kişisel hak ve özgürlüklerin kullanması önündeki engellerin kaldırılması ve mesleğini yapabilmenin olağan koşullarının sağlanması gerekmektedir.
Bizler, Erdal Doğan’ın karşı karşıya bulunduğu bu durumdan dolayı ve onun can güvenliğini tehdit eden bu zorlu hayat koşullarından çıkması ve mesleğini yapabilmesi için ilgili Uluslararası İnsan Hakları Kuruluşlarını, parlamentoları, basın ve yayın kuruluşlarını, baroları ve kamuoyunu duyarlı olmaya çağırıyoruz.
12 Ocak 2019
Dersim Kongresi Meclisi – Yürütme Kurulu
Zazaki – Türkçe
Qeseykerdena Kongra Dêsımi, 16-18.11.2018, Frankfurt am Main.
Video: https://youtu.be/fteIXJuObrE
Gelê xweng u bırezê me ye delal, nas u dostê me ye hêja hun xêr hatın.
Liebe Gäste ich heiße Sie/Euch im Namen der Zentralrat der Dersimer willkommen und begrüße Sie/Euch alle sehr herzlich.
Mave xêr qomê Dêsımi,
Mave xêr nas u dostê Dêsımi,
şıma xêr amê! Rınd ke estê, rınd ke amê.
Şıma hondê raa duri gureta xo çım, gınê rau ra amê. Amê ke neçariya hometa marê derman bê; zon, kultur, itıqat u welatê ma Dêsımi rê wair veciyê, tenga homete werte ra wedardaene rê çıla bê, roşt bê.
Guman kena ke no emegê şıma, ra u rêça eraxoamaena Dêsımıca rê bıbo çığır. Çığır bo ke endi kes toz meerzo rêça xo, kes eslê xo inkar mekero, bılbılê zonê xo bo, wairê war u wêrtê xo bo.
Çı rınd ke, ma pêro pia ewro ebe Kongra Dêsımi xorê wairêni kenime,
wairêni re welatê xo kenime.
Çı rınd ke, wairê heqa xo vecime, waşten u watenenê xo anime ra zon.
Bızanê ke ma ita teyna nime. Ne ke şarê Dêsımi, têde isanê ke wairê heq u huquqiyê ewro fêl u roê xora lewê ma derê, lewê u zerrê na Kongra Dêsimi derê.
Kar u lecê Kongra Dêsımi ma u dina alemi rê xêr bo. Xızır daim car u indadê made bıreso.
Qomê Dêsımi, Kongra Dêsımi waşten u itaciya qomê Dêsımi ra veciye werte.
Berê pêro pia, ma, namê xora, seba xora, seba welatê xora, seba hardê dewreşi ra, seba ewlad u tewladê xora, seba çel u çukê xora thalê xuyê kori bıçarnime, ebe na Kongra gırê kori bıqurfnime, game raveri berzime. Ma ke pêro pia bıwazime, bilganê xo jü kerime, çiyo ke nêbeno, nêmaneno.
Kongra Dêsımi ebe dest u pa, fêl u emelê pil u qıc be cêni u cüamerdi ra, qom u qebili ra ama huzbar. Coka ke, weşiye u tarixê qomê made, gamê de hewl u gırsa.
Eşq bo şımarê, şıma rê eşq bo ke, şıma wair u şahadê na roc u na satê.
Kongra Dêsımi wa qom u hardê marê, qomanê Anadoliye u Mezopotamya rê, dina u dare rê, xêr u xeratiye, weşiye u haştiye biaro.
Ma çı wazenime?
Ma,
huquq u qanun de têdustiye,
heqa xuya isani u isantiye,
heqa xuya kamiyê u xoseriye,
heqa zagon u kulturê xo,
heqa zonanê xo wazenime.
Dêsım, Hardo Dewrêş de zaf zoni qesey bene. Hama, ma zanime ke wertê ni zonanê made Kırmancki/Zazaki hedê vindibiyaene dero. Coka ma gereke gıraniya xo bıdêrime Kırmancki/Zazaki ser. Naê wa u bıraê maê Kırdaşi/Khurmanci marê zede nêvinenê. Ê ki zanenê ke Kirdaşki/Khurmanci de devadev 70ê qanalê Televizyoni estê. Ê ki zanenê ke Khurmanci 4-5 dugela de qesey beno, zonê mektebo.
Hama Kırmancki/Zazaki tık u teyna Dêsım de qesey beno. Eke welatê xora qurifiya pay ra mendena xo, ajo newe resnaena xo bena çetın. No zono delal, zonê Xızıri beno vindi şono.
Qomo delal,
Dêsımi rê serfiraziye u xoseriye,
Tırkiya rê demokrasi u hukuk wazenime.
Bê xoseriya jü be jü isani,
bê xoseriya jü be jü qomi
Bê xoseriya jü be jü itıqati,
Bê xosriya jü be jü zoni
dina nêbena xoser.
Ma haştiye wazenime, xorê;
ma haştiye wazenime, welate xorê, harde xorê.
Ma haştiye wazenime, her kok u bınge ra têde qomunê Anadoliye u Mezopotamya rê.
Ma haştiye wazenime, dina u alemi rê…
Hardê dina serro ne waxtê de, ne ki caê de herb u perodaiş u çheka nêwazenime.
İlam ke hardê zereweşiyê, Hardê Dêsımi sero qe nêwazenime. Dêsım u Dêsımıca de endi ne fırre, ne ki teqate menda.
İta ra veng danime. İlam ke vengê dezge u örgüte ke cebr u zor xorê bınge cênê, veng re ina kenime. Vanime, bêrê ma ebe qeyde u usılê haştiye u zerrewesiye ra Dêsımi rêyna şên kerime.
Hazır u nazırê qedırgırani,
Bızanê ke, ma koti bime Dêsım ocaro, çıke o zerrrê madero.
Xovira mekerê ke ita, na salone de zerriya Dêsımi erzena…
Weş bo Dêsım.
Weş bo Kongra Dêsımi.
Dersim Kongresi Açılış Konuşması, 16-18.11.2018, Frankıfurt am Main
Merhaba canlar.
Sizleri, Almanya’nın Frankfurt şehrinde, bir çoğunuza aşina olan bu salonda, Dersim kamillerinin sabah güneşine yüzlerini dönerek secde ederken dile getirdikleri şu minnet ile selamlamak istiyorum:
“Ey kutsal Güneş
İlkin cana ve tene
Bacı ile kardeşe
Amca, dayı ve yeğene
Ağaca, taşa, toprağa
Yabandaki kurda, kuşa
Kapı komşuya
Hayırlı bir kapı aç
Bizi de onların hatırına bağışla…”
Bizi de Dersim uğruna verilen emeklerin yüzü, suyu hürmetine bağışlasın.
Dostlar,
Dersim Meclisi ve Dersim Kongresi hakkında söze başlamadan önce, konumuzla alakalı olduğu için size kısaca, bizi oraya götüren süreçten söz etmek istiyorum.
Kiminizin bildiği gibi Dersim Dernekleri Federasyonu FDG içinde uzunca bir zamana mal olan olumsuz gelişmeler oldu ve FDG içinde bölünmeye yol açtı. Çokça emekle kurulan ve Dersim’e yönelik iyi işler yapan bu kurumumuzdaki bölünmeyi gidermek amacıyla bir heyet kurulması kararlaştırıldı. Epey bir zaman alan ve maalesef istenilen sonuca varamayan heyet çalışmaları sonrası, oluşan potansiyeli değerlendirmek, Dersim’e nasıl daha iyi katkımız olur; Dersimlileri tüm farklılıklarına rağmen nasıl bir araya getirebiliriz sorularına cevap olmak için çalışmanın boyutu değiştirildi. Ve geniş kapsamlı bir toplantı organize edilmesi kararlaştırıldı. Akabinde 19-21 Şubat 2016 tarihleri arasında Almanya’nın Zwingenberg kasabasında Dersim Meclis Girişimi’nin ilk toplantısı organize edilerek ilk adım da atıldı. O günden bugüne yaklaşık üç yıl geçti. Verilen her çaba ile çalışma olgunlaşarak kongre aşamasına geldi.
Huzurunuzda ilk adımın atıldığı andan bugüne, Dersim Meclisi ve onun hazırlamış olduğu Dersim Kongresine, emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkür etmek istiyoruz.
Değerli canlar,
’38 Soykırımı, 1994 köy yakmaları, göçe zorlama, yerleşim birimlerimizin demografisini değiştirme, baraj yapma, siyanür ile altın arama, ormanlarımızı yakma gibi fiziksel soykırımın yanısıra yatılı okulları açıp dillerimizi unutturma, Raa Heq İnancı’nı yasaklama, onu asimile etme amacıyla da zihinsel soykırım uygulandı, programlı bu vahşet hala sürmektedir.
Bildiğiniz gibi son yıllarda Türkiye ve Dersim’de baskı ve sindirme politikalarından dolayı neredeyse kimse bir şey yapamaz duruma gelmiştir. Bu nedenle yurtdışında yapılan çalışmalar daha da önem kazanmaktadır. Orada yaşayanların gözü, kulağı bizlerdedir. Bunu dikkate almamız gerekiyor.
Canlar,
Dersim denilince akla ilk gelen sanırım siyasettir ve siyasi mücadeledir. Dersimliler hemen hemen her örgütün ya kurucuları ya da taşıyıcılarıdır. Bu durumun garipsenecek bir yanı yoktur. Objektif gerçekliğin ta kendisidir.
Durum böyle olmakla beraber biz, kendimizi var eden gerçekliği göremedik. Kendimizi var eden değerlerimize yeterince sahip çıkamadık. Hep bir başkası olduk, kendimiz olmayı bir türlü beceremedik. Bundan dolayı varlığımızın sebebi olan değerlerimize zaman zaman zararlar da verdik. Yani dil, kültür, inanç ve kimlik gibi Dersimi Dersim yapan değerlerden epeyce uzaklaştık. Tarihi Dersim coğrafyasını devletin bize dayattığı şekli ile Mamekiye/Tunceli içine hapsettik ve ’37-38’de uygulanan soykırıma karşı yapılan meşru müdafaayı “isyan” olarak lanse ettik.
Oysa ki tarihi Dersim coğrafyasını Cumhuriyet ideologları dahi “Kabuk Dersim, et Dersim, çekirdek Dersim” olarak görebilmişlerdir. Bir yandan Koçgirili Alişer Efendi’nin şiirlerini, öte taraftan Vartolu Dewrêş Baba’nın yanık ezgisi “Mı va, hewri veciyay hewrê siay, diyarê Dêsımi sero bı vılay“ı içselleştirebilseydik tarihi Dersim coğrafyasının ruhi birlikteliğini yakalayabilme şansımız da olabilirdi.
Buna rağmen Dersimlilik bilincini bir çeşit unutmadık, unutturmadık. Eksik ve yanlışlarımıza rağmen, Dersim davasını sürdürdük. Kalbimiz hep Dersim’den yana attı.
Dersimliler olarak bizi etkileyen, kendisine endekslediğimiz, yaşamımızda hayati önem taşıyan meselelerden birisi elbette de Dersim fikriyatıdır, Dersim davasıdır.
Çoğumuz, 38 anlatılarıyla büyüdüğümüz için, tedavisi zor travmalar yaşadık.
Bütün bunlar göz önün alındığında, Dersim davasının bizim açımızdan neden hayati önem taşıdığı rahatça anlaşılır.
Durum böyle olunca mücadele de kaçınılmaz olur. Özellikle 12 Eylül 1980 darbesinden sonra birçok Dersimli de yurtdışına çıktı. Yurtdışında ilk zamanlar dil kültür, daha sonraları inanç ve kimlik ağırlıklı çalışmalar yapıldı.
On yıllardır bu dava uğruna mücadele verilmektedir. Geride bırakılan bu mücadele süreci içerisinde karşılaştığımız en büyük sorun Dersim’in temsiliyet sorunudur. Neden Dersim Meclisi, neden Dersim Kongresi sorusunun cevabı tam da bu temsiliyet sorununda yatmaktadır.
Meclis bağlamında yürütülen çalışmalarda önemli düşünce farklılıklarının olduğunu tespit etmemize rağmen, Dersim toplumunun kimlik tanımlaması, kendisini çevreleyen komşulardan farklı bir etnik-kültürel özellik gösterdiği, coğrafyası, tarihi, yaşam felsefesi, dili, inancı, kutsiyetleri ve bunların bileşeni olan kültürü ile özgün bir toplum olduğu gerçeği birlikte çalışmamızın zeminini oluşturdu.
Evet, 1980’li yıllardan bu yana Kürt, Kırmanc/Zaza eksenli çalışmalar yapan dergi, kültür çevreleri, siyasi örgütlenmeler, federasyonlar oldu ve bazılarının çalışmaları hala devam ediyor. Fakat temsiliyet anlamında meşruluğu tartışma götürmeyecek Dersimi bir yapılanma maalesef olmadı. Bahsi geçen çalışmalar ya Kürtçülük ya Kırmanciyecilik ya Zazaistancılık ya da Merkez Dersim’i baz alan, tarihi Dersim coğrafyasının bütünlüğünden yoksun, ya da siyasi formatı Dersim’i kapsamaktan uzak çalışmalardı.
Dersim Fikriyatı’nın Temel kriteri Dersimliliktir; tarihi Dersim coğrafyası temel alınarak, bu coğrafya üzerindeki tüm kimliklerin kabullenilmesidir. Üzerinde konsensüs sağlanabilecek olan asgari müştereklerdir.
Nedir bu asgari müşterekler?
Bunları tarihi Dersim coğrafyasının korunması, Dersim’in dilleri, inancı, kimliği ve kültürü olarak sıralayabiliriz.
Dersim Meclisi ve Dersim Kongresi çalışması sürecinde şu sorularla karşılaştık:
- Neden Dersim Meclisi’ne gerek duyuyorsunuz?
- Dersim Meclis’i, bugüne kadar kurulmuş yapılanmalardan farklı ne yapacak?
- Dersim Kongresi toplamanın şartları var mı?
- Nasıl kendinizde meclis, ya da kongre kurma hakkını görüyorsunuz?
Bu sorular ve meclis çalışmasını gereksiz görme duruşu esas olarak kendisini sol, devrimci olarak tanımlayan çevrelerden geliyor. Kendisini Dersim’in kahyası olarak gören birkaç kişi ise, Dersimli kurum ve şahıslar arasındaki her çelişkiyi ve farklılığı da kullanarak, başından beri bu çalışmaya milis torunları, örgütlüler, karanlık kişiler babında düşmanca bir tutum içine girdi. Özellikle sosyal medyada iğrenç bir saldır kampanyası yürüten bu şahısların sayısı bir elin beş parmağını geçmez.
Evet, neden bir Dersim Kongresi?
- Dersim’in farklılığı gerçeğini aslında her siyasi ideolojik akım şu ya da bu şekilde kabul eder. Örneğin, Kürt Hareketi, sol cephe, (iktidar, muhalefet uyum içinde Dersim’i koparılıp atılması gereken bir çıban olarak görmekle beraber) devlet cephesi…
- Her kesim, bu farklılığı kendi “bütününün parçası”, genel programlarının hizmetinde, ona bağlı ele alınması gereken bir sorun olarak görür.
Dersim Meclis’i ve Dersim Kongresi, toplumun sosyolojik, sosyo-psikolojik ve politik-ideolojik parçalanmışlığını dikkate alarak, Dersimli aidiyet duygusunda bir rönesans, yeniden canlanma zorunluluğuna dikkat çeker.
Başka halklar gibi Dersimlilerin de kendisi olmaya, kendisini kendi kurumları aracılığıyla temsil etmeye, kendi BÜTÜNÜ ekseninden dünyaya kendi penceresinden bakmaya hakkı ve ihtiyacı vardır.
Canlar,
- Var olan ideolojik yapılanmaların güçleri tek başına toplumsal meseleleri çözmeye yetmez.
- Mesailerinin ağırlığı çözüm üretmeye yönelik değil, birbirini yerme ağırlıklıdır.
- Dersim tarihine ve Dersim sorunun geneline siyasi-ideolojik programlarına kullanacakları malzeme tedarik etme perspektifinden bakıyorlar. Dersim sorununu, kendi “bütünün” hizmetinde, her an bu bütüne feda edilebilecek bir alt kategori unsuru olarak görürler. Dersim gerektiğinde “bütüne” feda edilebilir.
Dersim Meclis’i/Dersim Kongresi’nin “Bütünü” Dersim’dir, Dersim meselesidir.
Bu bütün sağdan sola bir yelpazeyi içinde barındırır.
Tüm kimliklere eşit mesafede durarak Dersimlilik bilinci ve aidiyetini yeniden yeşertmeyi amaçlar.
Sonuç olarak:
Dersim Sorunu her Dersimlinin, hatta etnik kökeninden bağımsız olarak her Alevi’nin bireysel sorunudur. Negatif süreci, tersine çevirmek için her Dersimli birey sorumluluk üstlenmek zorundadır.
Dersimlilerin bugüne kadar Kongre ya da Meclis oluşturma gibi deneyleri olamamıştır.
“Mıslet/Meclis oluşturma ve Kongre toplama çalışmaları Dersimliler için bir ilktir. Mevcut durumda kullanabileceğimiz tarihi ve toplumsal bir tecrübemiz yoktur. Bir nevi el yordamıyla yol alıyoruz. Dinliyoruz, fikir beyan ediyoruz, tartışıyoruz, bazen birbirimizi de kırıyoruz. Fakat birey olarak kendimize dönebiliyor ve özümüzü dara çekebiliyoruz. Ancak bu şekilde her CANımızı kapsayabilecek ortak iradeyi bulabiliyoruz. Gelişmenin ancak çelişkilerle cebelleşme yoluyla olabileceğinin farkındayız. Dersim’in ve Dersimli toplumun içinde bulunduğu sosyal, ekonomik ve siyasal durumun, yani mevcut şartların her yönüyle aleyhimize olduğunun farkındayız. Ve yine mevcut olanın sınırlarını aşma cüretini gösteremeden, mevcut olanı dönüştürmek ve onun ilerisinde bir gelişme sağlamanın da mümkün olmadığının bilincindeyiz.
Dersim Meclisi ve Dersim Kongresi çalışmaları, senaryosu önceden yazılmış, defalarca provası yapılmış bir sahne oyunu değildir. Dolayısıyla bu çalışmanın inişli çıkışlı olması, arzu edilmeyen adımların atılması, yanlışların yapılması gayet anlaşılır bir durumdur. Dersimli bireylerin birbiriyle geçimsizliği ortak karakteristik özellikleridir. Buna rağmen farklı düşünen ve hareket eden insanları bir arada tutma becerisini göstermeliyiz, içselleştirmeliyiz.
Canlar,
«Şimdi Dersimli olma zamanı» şiarıyla hepinizi tekrar yürekten selamlıyor ve kongrenin başarılı geçmesi diliyorum.
Cümlemize kolay gelsin.
17.11.2018
Hasan Dursun