Ölümü Dahi Utandıran Tarifsiz Bir Utanç…
Acılar vardır öldürmez de, öldürmekten bin beter eder. Ruhu ağacın kurtçuğu gibi kemirir, yavaş yavaş, çıldırta çıldırta tüketir insanı.
Ecelsiz ölümler ikliminde çocuğunu toprağa vermek zorunda kalan her anne-baba yaşayan birer ölüdür, artık. İstese de düşler kurarak, umutlar besleyerek, baharın deminde yarınlar hayal ederek yaşayamaz. Ne de olsa anne-babaların her şeyi çocuklarına dairdir. Çocuklarına dair çalınmış düşleriyle birlikte hayatları da çalınmıştır artık.
Bu acıların yaşanmasını engelleyememektir, kefareti olmayan utancımız.
Bugün bu utançla öldüğümüz gündür. Bu paklanamaz utanca batarken tepeden tırnağa, temmuz güneşi altına kar gibi eriyip hiçliğe karıştık.
Duygu kimi zaman temmuz sıcağında insan yüreğinin dağlarına karlar yağdıran, yaz yangını içinde zemheri ayazını yaşatan garip bir şeydir. Zemheri ayazında buz kesmiş bir göl gibi, kala kaldığımız gündür, bu gün.
İsyanı büyük, tarifi güçtür yaşanılanın. Savaşsız bir dünya düşlerken, savaş tanrılarına çocukları kurban vermek, nasıl bir utançtır? Bu utancı hangi zemzem suyu paklar?
Nupelda ve Ayaz’ın akıbetinden sonra, hangi çocuğun gözlerine bakabiliriz utanmadan!
Velhasıl bugün ölümün de bir kez daha utandığı gündür, her çocuğun ecelsiz ölümünde olduğu gibi.