Dersım mi, Dersim mi, Dêsım mi?[1]
’93 harbinde Osmanlı’nın bölgeden sorumlu Erzurum valisi, Dêsım aşiretlerine elçi yollar ve kendilerini bu zorlu şavaşta desteklemelerini rica eder.
Dêsım aşiretleri kendilerine şu cevabı veriler:
“Bu ara çok yoğunuz, tam iş-güç zamanı, biz gelemiyoruz. Arzu ederseniz payımıza düşen düşmanları buraya yollayın, biz burda onların hakkından gelelim.”
Anektodtan da anlaşılacağı gibi Dêsımliler yaşam tarzıyla farklı insanlar. Hiç bir zaman bir yerleri istila etme, devlet olma amacı gütmemiş, kendi halinden menun, özgürlüğüne düşkün olduklarından dolayı otonom bir coğrafyada yaşamayı tercih etmiş, mücadelesini vermiş ve bedelini fazlasıyla ödemişlerdir. Çevresindekiler ise hep Dêsım’i işgal etmek, yok etmek için çabalamışlardır. Bunu sadece fiziki olarak icra etme gayreti içinde kalmamış, aksine teorik alt yapısını oluşturma çabasına da yönelmişler. Bu durum özellikle de coğrafyanın adlandırılması babında hala güncelliğini korumaktadır.
Başlıkta belirtiğim adlandırmalarla ilgili aktaracaklarım ilk etapta kelime oyunu gibi algılansa da öyle değil. Asıl can alıcı nokta da burası. Çünkü her kesim illeri sürdüğü tezini bunun üzerine inşaa ediyor.
Dersım mi, Dersim mi?
Ne Dersım, ne de Dersim. Kelimenin Zazaca orjinal telafuz biçimi Dêsım‘dır. Yaşlılarımız ziyaretler ülkesini hala böyle telafuz etmektedirler.
Orjinal telafuz biçimi Dêsım olmasına rağmen Dersım veya Dersim’de ısrar neden?
Ayrıntılara geçmeden yanlışlığın asıl kaynağının ne olduğuna bakalım.
Bu değişimin nedenini sayın Mehmet Yıldırım[2], “Desim Nasıl Dersim Oldu?” başlığı altında Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ne dayanarak şöyle ifade etmektedir.
“Der-sim” adındaki “r” harfinin, 1847-48 yıllarında Sancak kurulduğunda katiplerin yanlış okuması ve yazması sonucu (Arapça harflerdeki “vav” ile “dal” harfinin ve “dal” ile “r” harfinin benzemesi sonucu) Desim’e eklendiği görülmektedir. (…) O günden itibaren resmiyette DeRsim kullanılırken, halk arasında DeSim kullanılagelmiştir.”
Dêsım “Dersım“dır diyenler Dêsım’i Kürdistan’ın yaylası olarak görüp adın iki kelimeden, yani “Der” ve “sım”den oluştuğunu iddia edenlerdir. Ve bunlar Baytar Nuri’nin illeri sürdüğü teze sahip çıkarlar.
Bunlara göre “Der” Kürtçe’de “kapı”, “sım” ise gümüş anlamına gelmektedir. Dolayısıyla “Dersım” de “gümüş kapı” demektir.
Dêsım’e “Dersim” diyenlerden bir kesim büyük Ermenistan emelini taşıyanlardır.
Onlara göre de Dêsım adı iki kelimeden oluşmakta ve bilge bir Ermeni keşiş olan “Der Simon”dan türetilmiştir.
Dêsım “Dersim”dir diyenlerin ikinci kesimi ise tarihi Dêsım coğrafyasını günümüz “Tunceli“sine indirgeyenlerdir. Yine “Gümüş Kapı” babında madenle bağdaştırılmış bir isim. Fakat bu ismin arka planını zülmün sembolü olan Türk’ün tunç-eli oluşturmaktadır.
Dêsım’in kamilleri söyleneni doğru bulmadıklarında “Xêyr efendım xêyr!” derlerdi.
Biz de öyle diyoruz,
“Xêyr efendım xêyr!”
Çünkü bu söylemlerin tümü Dêsım’de meskün halka rağmen, onların telafuz ve adlandırmaları dikkate alınmandan üretilen yakıştırma ve teorilerdir.
Dêsım’de konuşulan Zazaca (Kırmancki) ve Kırdaşki’de kelimenin ortak telafuz şekli günümüze kadar da DÊSIM’dir.
Dêsım,
- kimliğiyle, inançlarıyla, farklı halk ve dilleri buluşturan coğrafyasıyla özgündür.
- Ne Kürdistan’ın yaylasıdır, ne de Büyük Ermenistan’ın bir parçasıdır.
- Anadolu ile Mezopotamya arasında yer alan otonom bir coğrafyadır.
- Dêsım, Kırmanc-Zazalar’ın, Khurmanci ve Türkçe konuşan Alevi Désımliler ile komşuları Dêsımli Ermeniler’in yurdudur.
Tunceli adı 1935’te çıkarılan “Tunceli Kanunu” ile günümüzde Tunceli-Merkez olarak bilinen Mamekiye Köyü’ne verilen addır.
Devletin dahi inkar edemediği bu soykırım amaçlı kanunu temel alarak “Dersim” adının Tunceli adı olduğunu idda etmek veya “Dersim” adını Tunceli’ye ad olarak geri istemek onların çirkin amaçlarına alet olmaktır.
6 Haziran 1936 tarihinde 4. Umum Müfetişliği dahi “Dersim Bölgesi”nin Tunceli, Elazığ ve Bingöl’ü kapsadığını belirtmektedir.
Osmanlı’dan bu yana devletin Dêsım’e bakış açısı o kutsal toprakları yok etme amaçlıdır. Tüm uygulamalar da bu doğrultudadır. Barajlar ve orman yakımları bunun bariz göstergeleridir.
Çok etnili, çok dilli, çok inançlı evrensel bir duruş ve yaşam tarzına sahip olan Dêsım, tek ulus, tek dil, tek din yaratma ülküsüne sahip olan Mustafa Kemal ve avanesinin de belirttiği gibi “kökünden kazılması gereken bir çıbandır”.
Bu nedenle o tarihi coğrafya defalarca ve nihayetinde 1937-38’de ki soykırımla günümüz Tunceli’sine indirgenmiştir.
Dêsım Kürt teorisyenlerinin iddia ettikleri gibi “Der-sım“ değildir.
Çünkü Dêsım’in dominant dili Zazaca’dır. Bu dilde de “der” kapı değil, “sım” gümüş değil. Zazaca’da “Çever” kapı, “şêm” gümüş anlamındadır; “sım” ise “sımé here, sımé astor u maine” örneklerinde olduğu gibi tek tırnaklı hayvanların toynağının adıdır.
Öyle, yani “Gümüş Kapı“ olmuş olsaydı “Çêvero Şêm”, ya da “Çêvero Şêmın” olarak söylenmesi gerekirdi.
Türk Tarih Kurumu’nun eski başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun “Dersimliler Ermeniler’in ardıllarıdır” iddiasına hizmet edecek olan Dêsım adı DER SİMON’dan[3] gelmedir iddiası da kendini yalanlayan bir iddiadan ibarettir.
Rivayete göre,
Celali saldırılarına karşı kendilerini korumak amacıyla dağ köylerinin Ermeniler’i, bilge keşişleri DER SİMON ‘un (Ter Simon) mevcut sıkıntılardan kurtulmak için, din değiştirme önerisini kabul eder ve Alevi olurlar.
Der Simon da adını Seyit Ali olarak değiştirir ve Alevi din adamlığı yapmaya devam eder. Kureyşanların Pir’inin az zaman sonra rahmetli olmasının ardından da Kureşanlar ocağının piri olur. Kısa süre sonra ise Ermeni ve Alevi din adamlarının kararı ile pire-piran (pirlerin şahı) mertebesine yükseltilir.
Devamında bu bilgilerin ceylan derisi üzerine yazılı olduğu illeri sürülür. Oysa vurulması günah sayılan malê Xızıri (ceylan v.s.) derisi üzerine hem de pirêpiran mertebesine yükselmiş birinin eşliğinde yazılmış olması Raa Heq olarak adlandırılan Désım İnancı’nda kabul edilemez bir durum. İlginç olanı ise bu bilgilerin komuoyuna açıklanmaması için bulunan kılıftır. Bu manada şöyle denmektedir:
“Bu söylencenin kaynağı olan toplantının tutanakları, tüm detayı ile, ceylan derisinin parşömenleri üzerine yazılmıştır ve kutsal emanetler olarak pire-piranın varisleri tarafından korunmaktadır. Bu emanetler dokunulmazdır ve pire-piranın büyük erkek varisinden başka kimse el süremez. Varis, pir babasından veya dedesinden devraldığı bu kutsal emanetlere ihanet etmiyeceğine, içeriği hakkında kimseye bir şey söylemiyeceğine dair yemin etmiştir.“
Hikaye bu!..
Anlaşıldığı gibi söyleseler, tılsımı bozulacak! Rivayetin yaşatılması için açıklanmaması lazım!
Ne güzel değil mi? Minareyi çalan, kılıfını uydurur” derler ya, tam da öyle bir şey. Bir rivayet uydur, belgesi var de ve belge açıklanamaz diye” de buyur!
Bunun rivayetlerde dile getirildiği gibi olmadığını, Ermeni ruhban ve yazarların olguları kendi lehlerine abartıklarını en güzel Britanya başkonsolosu Taylor[4] yazmaktadır. 1861’de Dersim’e giden Britanya başkonsolosu Taylor, aynı dönemde kendisiyle Fransa’yı Diyarbakır’da temsil eden Frank Anori’ya bir mektup yazar ve şöyle der:
“Ben onların pagan olduğunu düşünüyorum, Mamikyanlar bizim Osip Efendi’nin (Osip o zamanlar Diyarbakır Belediye Başkanı olan Ermeni, aynı zamanda hukukçu) dediği gibi değil, sanki onlar bu eski Pagan inançtan Hıristiyanlığa geçmişler. Ayinleri kilise ayinlerine benzemiyor…”
Ayrıca daha önce Dersim ile ilgili yazdığı 376 sayfalık raporda da geçen şu tanıklığı aktarır:
“Erzincan tarafında II. Şah Hüseyin Efendi’nin evinde kaldım, sabah, güneş yeni yeni doğuyordu. Evin penceresinden tarlada toplanmış insanlara baktım. Güneş doğdu, kimisi işaret parmağını dudaklarına götürüp öptü, kimi eğilip taşlardan kelamını aldı. İyi gün dileklerinde bulundular güneşe, dağlara. Bunu hiç görmemiştim, Türk desem Türk değiller, Kürt desem Kürt değiller, Hıristiyan değiller, ama Müslüman hiç değiller…”
Yukarıdaki tespiti Antranik[5] de şöyle doğrular:
“Dersimliler’in kendine özgü, hiç bir kitaba bağlı kalmadan, sözlü olarak aktardıkları bir dinleri vardır. Ama bu dine ne ad verilir bilemiyoruz. Ne Hıristiyan, ne Müslüman, ne de Musevi.”
Antranik’in adını bilmediği Désım İnancı’nı Désımliler Raa Heqi olarak adlandırır ve hiç bir tek tanrılı dine sığmayacak kadar özgündür.
Désımliler’in Ermeni olduğu tezinin ne kadar asılsız olduğunu Ermeniler’in Osmanlı’nın Désim’e karşı uyguladığı şiddet ve katliamlardaki tavrında da görebiliriz. Nitekim bütün bu uygulamalar karşısında Ermeniler tarafsız kalıp, zanaatlarını icra edebilmişlerdir. Hal böyle iken neden topluca din değiştirip Alevi olsunlar ki?
Osmanlı döneminde Ermeniler Anadolu’nun farklı şehir ve kasabalarında bir nevi özerk yaşarlarken, Aleviler Osmanlı kılıcından korunmak için dağlara sığınmışlardır. Ermeniler, “kılıç zoruyla”, yani korkudan din değiştirmiş olsalardı dominant din olan Müslümanlığı seçmeleri gerekmez miydi?
Dêsımliler kendilerine karşı yapılan ardıarkası kesilmeyen zülüm karşısında ‘denize düşen yılana sarılır’ minvalinden hareketle,
- sözde laiklik ve benzeri adımlarından dolayı CHP’yi,
- tekçi zihniyete karşı ulusal mücadele veren Kürtleri ve
- ütopik de olsa getireceği eşitlik ve kardeşlik düşüncelerinden dolayı solu desteklediğinden,
Baskın Oran’ın da belirtiği gibi her kesim tarafından kendilerine “Tek Taraflı Aşk” ilan edilmiş ve kendisinden uzaklaşması için
- kimi kesim tarafından “Zazacılık bölücülüktür”le suçlanmış,
- kimi kesim tarafından da kendilerine zorla cami yaptırılmış,
- kimi kesim tarafından da inanç kurumları hiçe sayılmıştır.
“Dêsım ve Aleviler çantada keklik” olarak görülmüştür.
Dêsım,
Azra Erhat’ın hazırladığı ‘Mitoloji Sözlüğünde’[6] Anadolu coğrafyasının hangi tarihe ait olduğu bilinmeyen en eski tanrıçası dediği “Ma” ve “Homa” adlı tanrılarıyla daha geniş bir coğrafyayı kapsamış olmalı.
Fakat, özellikle tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasıyla birlikte fermanı çıkartılan Dêsım, çeşitli kıyım ve soykırımlardan geçirilerek sınırları daraltılmış ve muhtemelen 1514 Çaldıran Şavaşı’na kadar Kayseri-Sarız’dan Muş-Varto’ya; Gümüşhane’den Maraş-Pazarcık’a kadar olan coğrafyayı kapsamıştır.
Dêsım tarihsel olarak Daylem ile ilişkilendirilir.
Ünlü İranolog Prof. V. Minorsky[7], coğrafi bölge olarak Daylam için, “Gilan’ın dağlık kesimidir “. (…) “Çağlar boyunca Daylamit boylarının yerleştiği alanlar, oldukça geniş bir alanı kapsar” der ve “Özellikle belirtmekte yarar var; Agathias III, 17’de Lasica’da savaşan Dilimnitai askerlerinden bahsederken onların yurtlarının Orta Dicle havzasında Fars topraklarına komşu topraklarda olduğunu söylemektedir. Yani (eğer Dicle, Safid-rûd yerine yanlışlıkla kullanılmıyorsa) Zazalar’ın bugün yaşadıkları bölgedir bu” vurgusunu yaptıktan sonra “Urmiye gölünün kuzeybatısı, yani Salmas’ın merkezi çok yakın zamanlara kadar Dilmakan diye adlandırılmakta” olduğunu belirtir.
Dımli-Deylem bağlantısına 1901’de ilk işaret eden kişi, Ermeni yazarlardan Antranik’tir. Antranik bu tezini F. C. Andreas “Diyarbakır’ın kuzeyinden Palu ve Dersim’e kadar uzanan bölgede yaşayan ve bugün hala İran kökenli bir dil konuşan “Zaza”lar kendilerine Dımli demektedirler”, ifadesiyle destekler ve Minorsky “(…) bu durumu, Daylam benzerliğine yoruyor” diye belirtir.
Anlaşılacağı gibi “tarihi Desım coğrafyası” kimilerin ifade ettiği gibi sadece Kırmanciye denilen İç-Dersim’den, yani Mamekiye/Tunceli’den de ibaret değildir. Tarihi Desım coğrafyası bir yandan Zazaca konuşulan, öte yandan Raa Heqi İnancı’nın hüküm sürdüğü toprakları kapsar. Zira Dêsım aynı zamanda Raa Heqi İnancı’nın (Alevi ocakları) da merkezidir.
Zonê Xızıri artı mekanê Xızıri eşittir tarihi Dêsım coğrafyası.
Bu bağlamda günümüz Tunceli ili coğrafik olarak tarihi Dersim’i tarif etmekten çok uzaktır. Bu tarihi Dersim coğrafyasının inkarıdır ve hatta cumhuriyet ideologlarının dahi gerisine düşmektir.
CHP’nin tek parti iktidarının yayın organı Cumhuriyet Gazetesi’nin yazarı Yusuf Mazhar Aren[8] Dêsım hakkında 29 Haziran 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde şöyle diyor:
“Ben Dersim´i herkesin anladığı gibi anlamam, benim nazarımda:
Bir çekirdek Dersim,
bir et Dersim,
bir kabuk Dersim
vardır ki, hücre böyle hayatlanmış, Dersimli böyle canlanmıştı. Halbuki herkes yalnız çekirdeğe Dersim diyor…
Maahaza (bununla beraber) çekirdek kırılırsa et çürür, kabuk kurur…
Ben, Kuruçay´da, Kemah´ın bazı köylerinde, hatta Refahiye ve Zara´da, Akçadağ´da Dersim zarfını (kabuğunu) seçtim ve Kuzucan ve Tercan, Palu ve Çapakçur´da… ilah (tartışmasız) Dersim´in etine değdim.”
Kaynaklarda tarihçi ve yazar olarak da geçen, özel harpçi, Dêsım Düşmanı Albay Nazmi Sevgen[9] dahi o kutsal coğrafyayı şöyle tarif eder:
“(Bingöl)lerden daha Garp’taki (Zara)ya,
(Munzur)dan Cenup’taki (Samsat)a kadar uzayan sahada otururlar…“
Ermeni yazar Garo Sasuni Alevi Zazalar hakkında “15.Yuzyıldan Günümüze Ermeni-Kürt ilişkileri[10]” adlı kitabında şöyle der:
“Kızılbaşlar’ın en büyük merkezleri Dersim, Harput ve Sıvas’tır. Bu yörelerde Zaza dilini konuşan tüm aşiretlere ‘Dimbilli’ adı verilir. Varto ve Genc’ten başlayarak Fırat boyunu takip edip Harput’a kadar yayılmış ve kalabalık bir şekilde Dersim dağlarına yerleşmişlerdir. Tomaschek, Heartman, Noldeke vb. bilginlere göre Zazaca konuşanlar o yörelere çok eski dönemlerde yerleşmişlerdir.
Kızılbaşlar, Kürtler’den ayrı olarak kendilerini korumak için Osmanlı idaresine karşı kanlı bir mücadeleye giriştiler. Sıvas, Harput, Malatya, Erzincan yöreleri 1535-1690 yılları arasında 155 yıllık çok fırtınalı bir dönem yaşadı. Kızılbaşlar sadece kendi yöresel bağımsızlıklarını korumak ve Osmanlı idaresinin bölgede yerleşmesini durdurmak amacındaydı. Kürt beylikleri ise bu yüzyıllık devrede dikkatlerini Kızılbaş hareketine çevirmediler, aksine onları ezmek için bazen Osmanlılar’a bile yardım ettiler. Yalnız Dersim güçlü direnişi ile kendi küçük yöresel bagımsızlığını 18. yuzyıl ortalarına kadar korumaya muvaffak olabilmişti”
İkisi Türk, biri Ermeni üç yazarın Dêsım hakkındaki düşüncelerinin yanı sıra, “Dêsımliler ya da Zazalar Kürttür” veya “Zazaca Kürtçe’nin bir şivesidir” iddialarının bilimdışı ve siyasi amaçlı olduğunu onaylayan bir kaç Kürt kaynağını da örnek vermek elzemdir.
Bitlisli Şeref Han, 1597’de bitirdiği Şerefname[11] adlı eserinde, Kürt lehçelerini sıralarken, Zazaca’dan bahs etmez ve o coğrafyanın kadim halkı olan Désımliler’i nasıl kırdıklarını gururla yazar.
Sorbon Üniversitesi Kürdoloji Bölümü Başkanlığını yapan Kürt dili uzmanı Prof. Dr. Kamuran Ali Bedirhan (1895-1978)[12], Kürt lehçelerine ilişkin yaptığı tasnife Zazaca’yı dahil etmez.
Paris Kürt Enstitüsü’nün kurucularından ünlü Kürt aydını Cîgerxwîn[13], gayet açık bir şekilde, “Lori, Hewrami ve Zazaca’nın Kürtçe ile ilgisinin olmadığını” ifade eder.
Paris Kürt Enstitüsü’nde başkanlık da yapmış olan, Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Enstitüsü”nün ilk Fransız araştırmacılarından Prof. Dr. Joyce Blau daha açık bir dille Zaza ve Goranlar’ın Kürt olmadığını ve bunların Kürtler tarafından asimile edildiğini izah eder[14]:
“Gorani ve Zazaca’nın aynı kökenden geldiklerini biliyoruz. Muhtemelen bu diller Kürtçe’den önce bu bölgede konuşuluyordu. Bu bölge birçok İran ve Türk saldırısına uğradı. İranlılar bu bölgeye dalga dalga geldiler. Muhtemelen Gorani ve Zazaca’nın mazisi Kürtçe’ninkinden daha eskidir. Kürtler, Zazalar’ın ve Goranlar’ın çoğunu asimile ettiler fakat hepsini edemediler.”
Bütün bunların yanısıra bir de Dêsım’i “Kırmanciye” olarak adlandıran ve sadece günümüzde Kırmanclar’ın (Alevi Zazalar’ın) yaşadığı bölgeden ibaret olduğunu ileri sürenler var.
Kırmanciya Belekê Dergisi yazarlarından Silvanus Alamut “Dersimlilerin kimlik tanımlamasında gerçekleri örten bir kavram: zaza” başlıklı yazısında “Kırmanc kavramı etno-dini bir tanımlamadır. Kırmanc olarak tanımlanan bir insanın aynı zamanda bir Kızılbaş olduğunu da biliriz…
Zira başta da belirttiğimiz gibi Kırmanc etno-dini bir kavram olarak inancı da kapsamaktadır.” demekte. O halde, Şırnaklılar da Kızılbaş mı? sorusunu sormak gerek mezmi?
Bu tarif tarihi Dêsım coğrafyası realitesinden uzak bir tarif ve oldukça muğlak bir adlandırma. İç-Désim’de bu kavram böyle anlaşılmakla birlikte kuzey ve güney Kürtçe’sini konuşan Kürtler arasında Müslüman Kürtler’i adlandırmak için de kullanılmaktadır. Buna verilebilecek en iyi örnek Şırnaktır. Çünkü Alevi olmayan Şırnaklılar kendilerine Kırmanc derler.
Bu tabir Ortadoğu’da göçebelikten yerleşik hayata geçen tüm halkları ifade etmek için kullanılmıştır.
Muzaffer Erdost Şemdinli yöresiyle ilgili bir araştırmasında şöyle der:
“(…) Başka mirlerin yönetiminden çıkarak, başka aşiret reislerinin baskısından kaçarak, bir aşiret içine gelerek yerleşmiş üyeler, aileler ve kabileler, yeni geldikleri aşiret ile zamanla kaynaşırlar ve bunlar da zamanla aşiret üyesi sayılırlar; ama aşiretin kanını taşımadıkları için ayrı ve düşük bir tabaka muamelesi görürler, bunlara Kırmanç denir.”
Bu yaklaşım özellikle Kurêşanlı dedelerin Dêsım ocakzadelerini ifade biçimlerinde de görülür. Onlar, mesele kendi aralarındaki tasnif olunca, kendilerini Kırmanc olarak görmez, Dêsım’in ocak sahibi olmayan halkına Kırmanc derler; “Ma Kırmanc nime, ewladé Resulime, xasime; qomo xam Kırmanco” derler.
Dêsımliler’in birden fazla olan adlandırmalarından özellikle Kırmanc adını sahiplenenler, bu adlandırmayı kendilerini köken olarak aynı olan Zazalar’dan ayırmak için üzerine basa basa kullanmaktalar. Aradan geçen uzun süreç kültürel ve inançsal farklılıklara yol açmış olsa da aynı etnik kökenden gelen ve aynı dili konuşan Müslüman kesimimize düşmanca tavır takınmak ahlaki değildir.
Ovada kalan Zazalar, Yavuz Sultan Selim’in hışmına uğrayıp kılıç zoruyla inancını değiştirmek zorunda kalmalarına rağmen, bir takım ananelerini ve dillerini günümüze kadar korumuşlardır. Bu durumu özellikle yer ve ziyaret adlarında saptamak mümkün. Mesela bir Piran adının pirlerin şehri anlamında kullanıldığını, Lınga Dundule, Ziyara Phaçkıne gibi ziyaret adlarının hala onlar tarafından da kutsandığı bilinmelidir.
Ayrıca onların bir çok köyüne de 12 Eylül 1980 sonrası zorla cami yaptırıldığını belirtmekte yarar var…
Yanısıra şu iki reportajdan bahsetmek anlaşılmayı kolaylaştıracaktır:
Hasan Kıyafet, Mahpus Yılmaz Güney[15] adlı kitabında şöyle der:
Biraz geç de olsa Yılmaz’ı özkaynağında yakalama, araştırma fırsatını buldum. Tarih 20 Ekim 1988. Ve ver elini Siverek deyip “Özdiyarbakır” otobüsüne atladım…
Siverek halkı genelde Zaza imiş. Söylendiğine göre Zazalar da çok inatçı olurmuş…
Sonunda gerçek akrabalarından bir kaçını buldum:
“Adım Hacı Pütün. Desman köyündenim. Yılmaz’ın babası Hamit amcam babamın büyük kardeşidir. Kan davasından Adana’ya göçmüş… Evlerimiz (eski Desman’dakiler yıkıldı. Köyü sonradan daha düz, daha iyi yere taşıdılar)… Yılmaz’ın babası Hamit amcamın ilk karısı Guley ‘Güllü’ bacım Muşlu’ydu… He, o da Zaza’ydı, bizim Desman köyünün aslını sorarsanız hepimiz Dersimliyiz. Dedelerimizi buraya sürgün etmişler. Onun için bizlere Desman Aşireti derler.
Siverekli Necmettin Büyükkaya[16] da dedesi Xelilê Nofeli’yle yaptığı reportajda dedesinin bu konu hakkında şöyle dediğini belirtiyor:
„(…) Suwar ve Demen kardeştirler. Kewanlılar Demenanlı‘dır, Suwarlar da bizleriz”.
Dêsman’ın İç-Dêsım’de kullanılan Dêsmu telafuzuna ne kadar yakın olduğu da ortada.
Bu konuda sayın Seyfi Cengiz[17] ise “Tarih bizi Mansur Kılacaktır!” adlı makalesinde şöyle yazmaktadır:
“Yani Dersim adı, Sin (Tzan/Mamakan) ve Zaza (Sasani) adını taşıyan toplulukların büyük olasılıkla bir ve aynı halk olmaları nedeniyle, bana öyle geliyor ki, gerçekte Zaza ülkesi demektir.”
Dês Zazaca’da duvar demektir. İç-Dêsım ise etrafı sıradağlarla çevirili bir mekan. Etrafının geçit vermeyen kale duvarları gibi sıradağlarla çevirili olması, “Dês-duvar” benzetmesinden hareketle, bu coğrafyaya Dêsım denildiği kanatindeyim.
Anlaşılacağı gibi Dêsım adı üst kimlik olarak bir konsesüstür. Kırmanc terimi ise böylesi bir işlevden uzaktır.
Dêsım, Kırmanc-Zazalar’ın, Khurmanci ve Türkçe konuşan Alevi Désımliler ile komşuları Dêsımli Ermeniler’in üzerinde yaşadıkları coğrafyanın ortak adıdır.
Sonuç olarak
Tarihi Dêsım coğrafyası günümüzün siyasi haritasıyla şu yerleşim yerlerini kapsamaktaydı.
- Mamekiye, Çemişgezek, Xozat, Mazgerd, Nazımiye, Wacuğe, Pertage, Pulêmuriye.
- Diyarbekir, Çermuge, Melkis, Çüngüş, Piran (Dicle), Gêl (Eğil), Ergani, Hêni, Hazro, Karaz, Qulp, Lice.
- Sêvaz, Kangal, Hafik, Suşehri, Zara, Ulaş, İmranlı, Divriği.
- Xarpêt, Maden, Weşın (Arıcak), Palu, Mezra Qasıman (Kovancılar), Sivrice, Guleman (Alacakaya).
- Erzıngan, Çayırlı, İliç, Kemah, Tercan.
- Çolig, Azaxpert (Adaklı), Dara Hini (Genç), Karlıova (Bingol), Geği, Solxan, Holhol (Yayladere), Çerme (Yedisu).
- Meletiye, Pütürge, Arguvan, Arapgir, Doğanyol, Kürecik.
- Erzurum, Aşqala, Çat, Tekmane, Çullu (Karayazı), Xunıs.
- Gümüşxana, Kelkit, Şiran.
- Urfa, Soyrege.
- Muş, Gımgım (Varto).
- Semsur (Adıyaman), Gerger, Samsat.
- Meraş, Afşin, Elbistan, Göksun, Nurhak, Pazarcık, Eloğlu
- Bitlis, Mutki, Tatvan.
- Siert, Sason.
Amaç
Bu coğrafyanın bir bütünlük içerisinde ele alınması, Türk-İslam ve büyük ulus olma emelleri peşinde koşanlar tarafından tar u mar edilmesini önlemek, mozaikte hak ettiği yeri tekrardan almasını sağlamaktır.
Kim kendini hangi kimlikte görüyorsa odur.
X. Çelker
30.08.2014
[1] Dêsım Gemeinde – Bonê Ma Rhein-Neckar e.V.’nun Mannheim-Almanya’da 30.11.2013 tarihinde düzenlediği Désım konulu seminer sunumu.
[2].http://www.gomemis.com/portal/haberdetay.asp?ID=284
[3] Sarkis HATSPANIAN, Dersim Gizemi, Yerevan, 21 Mart 2012, http://sarkishatspanian.wordpress.com/tag/sarkis-hatspanian/
Bu makale baz alınarak birçok kişi tarafından internet sitelerine aktarılan bolca yazı mevcut.
[4] Taylor, Mösyö Anori’ye mektup, Londra, Fribourg İslam bilimleri arşivi.
[5] Antranik, Dersim (Seyhatname), Aras Yayıncılık, 2012, İstanbul.
[6] Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 1984, İstanbul.
[7] DAYLAM (Deylemliler), V. Minorsky, http://www.zazaki.de/turkce/makaleler/deylemliler.htm
[8] Y. Mazhar Aren, Tunceli (Dersim) meselesinde hakikatle yüzyüze, 1995, Raştiye, sayı 9.
[9] Nazmi Sevgen, Zazalar ve Kızılbaşlar, Kalan Yayınları, Ankara, 1999.
[10] Ziya Baran, Alevi Zazalar ve “Büyük Ermenistan” Hayali, Alevi Forumu, 2000.
[11] Şerefname, Çev. M. E. Bozarslan, İstanbul 1971, s.20) Cîgerxwîn, Tarîxa Kurdistan-I, Stockholm 1985, s.14-15.
[12] Çiya Dergisi, 1965, Sayı:1, s.11.
[13] Cîgerxwîn, Tarîxa Kurdistan-I, Stockholm 1985, s.14-15.
[14] Roja Teze, yıl 1, sayı 28, 14 Ocak 2000.
[15] Hasan Kıyafet, Mahpus Yılmaz Güney, İnsanca Yayınevi, 1988, İstanbul.
[16] Kalemimden sayfalar, Necmettin Büyükkaya, APEC-TRYCK & FÖRLAG Yayınları, Ağustos 1992, S. 189.
[17] Seyfi Cengiz, Tarih bizi Mansur Kılacaktır!, http://mamekiye.de/08/1118175669/1128638102/index_html?dateiname=1128638070
DERSİM Belediye Meclisi 22 Mayıs tarihinde Tunceli Belediyesi yerine ismini Dersim Belediyesi olarak değiştirdi.
Belediye Meclisi’nin aldığı bu karar haklı bir karardır.
Zaten kayyumdan önceki Belediye de Dersim ismini kullanıyordu.
Dêsım/Dersim geçmişte idari ve coğrafi olarak daha geniş bir bölgeyi kapsıyordu.
Etnik ve kültürel olarak bugünkü Tunceli’den daha geniş bir coğrafyadır.
Dêsım köklü inanç, etnik, sosyal, tarihi geçmişi olan bir yurttur.
Tunceli ismi dışarıdan, zorla, zulümle verilmiştir.
Fevzi Çakmak’ın „Dersim sömürge gibi yönetilmelidir“ dediği anlayış, 1936’da kanunlaşmış ve Dersim ismi yerine Tunceli geçirilmiştir.
Tunceli Kanunu 1935 yılı 2884 ve 2885 sayılı kararlarla çıkarılmış, Ocak 1936’da yürürlüğe girmiş, 1 Ocak 1947’de de yürürlükten kalkmış.
Şimdiki tartışma ve saldırılar bir kez daha gösteriyor ki, Tunceli Kanunu hala yürürlüktedir.
Tunceli ’37-38 Tertele’nin/Soykırımı’nın adıdır.
Bize yabancıdır. Bir geçmişi, kültürel, sosyal dayanağı yoktur.
Red ediyoruz, red edilmelidir.
Aldığı bu haklı karardan dolayı Dersim Belediye Meclisi, azılı ırkçı-faşist cephenin saldırıları karşısında geri adım atmamalıdır.
Saldırılara barışçıl, demokratik mevzide cevap vermeliyiz.
Belediye Meclisi aynı tarihte, “İlimizde yaşayanların Türkçe’nin yanı sıra çoğunluğunun Zazaca ve Kürtçe konuştuğu göz önünde bulundurularak belediye hizmetlerinin, ilde yaşayanların ihtiyaçları doğrultusunda Zazaca ve Kürtçe dillerinde de yürütülmesi oy çoğunluğu ile kabul edildi” kararını alması da son derece olumludur.
Belediye bu kararını hayata geçirmeli, çocuk yuvalarında ana dilde eğitim olanakları yaratılmalıdır.
Tunceli, inkar, kırım ve asimilasyon demektir.
Devletin tekçi politikaları Dersim toplumuna büyük acılar çektirmiştir. Türkiye’nin demokratik güçleri ırkçıların ve dincilerin tekçi zihniyetine karşı demokratik, onurlu bir duruş göstererek resmi tarih ve resmi ideolojiyle hesaplaşmalı, yüzleşmelidirler. Dersim tarihine, kültürüne ve kararlarına saygı göstermelidirler.
Tunceli adı, şiddet, kırım, korku, sürgündür.
Dêsım/Dersim, tarih, kültür, doğa ve hafızadır; barış, güven ve huzurdur.
24.05.2019
Dersim Kongresi Meclisi – Yürütme Kurulu
Almanya Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG) üyesi Berlin Dersim Kültür Cemaati’nin 2015 yılında başlattığı çalışmayla gündeme alınan 1937-1938 Dersim Tertelesi’nde hayatını kaybedenlerin anısına Berlin’de bir anıt dikilmesinin nihai kararı 27 Mart 2019 tarihinde Friedrichshein-Kreuzberg Belediyesi tarafından verildi. Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD), Yeşiller ve Sol Parti’nin lehte oylarıyla alınan karar gereği, Berlin Dersim Kültür Cemaati binasının bulunduğu mekana yakın bir parkta ‘Nişangê Tertelê ‘38i’ Anıtı dikilecek.
Dersim ‘37-38 Soykırımı’nın dünya kamuoyuna duyurulması, gelecek kuşaklar için hafıza merkezlerinin yaratılması, her zaman FDG ve Berlin Dersim Kültür Cemaati’nin öncelikli görevleri arasında olmuştur. Bu bilinçle hareket eden cematimiz, 16 Ağustos 2015 tarihinde belediye meclisinde temsilcileri bulunan partilere müracaatta bulunarak “Nişangê Tertelê ‘38i” projesinin startını verdi.
B’90 DIE GRÜNEN (Yeşiller), SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) ve DIE LINKE (Sol Parti) kendi yönetim organlarında projeyi değerlendirerek destekleme kararı aldılar. Bu amaçla, Proje 16.12.2015 tarihinde SPD, B’90 Die Grünen, DIE LINKE partilerinin önergesi ve die Piraten Partisi’nin tam desteğiyle Belediye Meclisi’nin gündemine alındı. Bu toplantıda, CDU (Hıristiyan Demokratlar) dışındaki tüm meclis üyeleri projenin desteklenmesi doğrultusunda tavır belirlediler. Kamuoyuna açık gerçekleşen bu toplantıya katılan Türk ırkçıları, „1938’de Dersim’de soykırım olmadı, ayaklanma vardı, bastırıldı“ gibi bildik yalanlar öne sürerek, projenin reddedilmesi için baskı oluşturdular, toplantıda bulunan temsilci arkadaşımıza hakaret ve şiddete yeltendiler. Meclis, projenin Berlin kamuoyunda tartışılması, bilgilendirme çalışmalarının yapılması, Uyum, Kültür ve Tarihi Anıtlar Komisyonlarında tartışması gerekliliğine işaret etti.
Berlin derneğimiz bu aşamadan sonra yoğun bir bilgilendirme ve tanıtım çalışması başlattı. İlk etapta liseler başta olmak üzere, çeşitli okullar davet edilerek bilgilendirme toplantıları gerçekleştirildi. Benzeri çalışmalar üniversiteler, sosyologlar ve tarihçiler başta olmak üzere bilim insanları nezdinde devam ettirildi. Önergeyi veren partilerin de onayıyla Martin Düspohl, Dr. Wolfgang Lenck, Dip. Ing. Gülshah Stapel, Natalia Bayer, Rıza Baran ve Kemal Karabulut’tan oluşan bir komisyon oluşturuldu. Bu komisyonun girişimiyle 29-30 Kasım 2018 tarihlerinde Kültür Senatörlüğü’nün himayesinde uluslararası bir kolokyum (akademik toplantı) düzenlendi. İki gün süren kolokyumda kültür senatörü, uyum senatörü, projeyi destekleyen partilerin temsilcileri, sivil toplum örgüt temsilcileri, eski Belediye Başkanı Cornelia Reinauer, Berlin Teknik Üniversitesi’nden (Technische Universität Berlin) ve Berlin Hür Üniversitesi’nden (Freie Universität Berlin) bilim insanları konuyu değerlendiler. İki gün ‘Göç Toplumunda Hafıza Kültürü, Politikaları ve Sesler’ mottosu altında atölye çalışmaları yapıldı.
Tüm bu çalışma ve tanıtım girişimlerinden sonra, 19 Mart 2019 tarihinde proje Belediye Kültür Komisyonu’nda son bir kez daha gündeme alındı ve tartışıldı. 27 Mart 2019 tarihinde yeniden Belediye Meclisi oturumu gündemine alınarak, SPD, B’90 DIE GRÜNEN ve DIE LINKE partilerinin oylarıyla kabul edildi. Belediye Meclisi’nin CDU‘lu ve AfD’li üyeleri projenin alehine oy kullandılar.
Berlin Dersim Kültür Cemaati’miz başta olmak üzere FDG ve bileşenleri Dersimliler için tarihi bir adım atmış olmanın gururunu yaşamaktadırlar.
Dersimliler, Federasyonumuz tarafından başlatılan ve ilk aşaması başarıyla sonuçlanan Dersim 1937-1938 Dersim Sözlü Tarih Projesi (DSTP) ve Berlin’de „Nisangê 38´i” gibi tarihi öneme sahip çalışmalara imza atan kurumlarına sahip çıkmalıdırlar. Bu çalışmalara ve kurumlarımıza yönelen saldırıları geri püskürtmek için birleşmelidirler.
Berlin Dersim Kültür Cemaati’mizin üyeleri ve yöneticileri başta olmak üzere, ‘Nişangê Tertelê ‘38i’ Projesi çalışması sürecine destek veren herkese, projeyi önerge olarak Belediye Meclisi’ne sunan SPD, B’90 DIE GRÜNEN ve DIE LINKE partilerine, projenin geliştirilmesi ve gerçekleşmesi için Berlin Dersim Kültür Cemaati’miz ve federasyonumuz FDG adına özveriyle büyük bir caba harcayan Kemal Karabulut’a teşekkür ediyoruz.
Andan itibaren hep birlikte anıtı dikme sürecini tamamlama mücadelesiyle yolumuza devam edeceğiz. Bu anıt mücadelenin ve dayanışmanın eseridir. Tüm Dersimliler ve dostlarınındır.
1938 Soykırımı’nda yitirdiğimiz on binlerin anısına ve geride kalanların acılarına saygıyla…
30 Mart 2019
Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG)
Berlin Dersim Kültür Cemaati
Türkiye sınırları içinde yer alan 82 bin nüfuslu Dersim; (Tunceli) AKP hükümetinin kararıyla sistematik ve acımasız bir saldırıyla karşı karşıyadır.2018 yılının Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait helikopterlerden atılan bombalarla ormanlar ateşe verilmiştir. Dersim merkez ve 5 ilçesinde aylardır devam eden orman yangınlarının söndürülmesine AKP hükümetinin talimatıyla asker ve polis tarafından zor kullanılarak izin verilmemektedir. AKP hükümeti, mülki amirlikler ve kolluk güçleri aracılığıyla kentte yaşayan insanlar üzerinde büyük bir baskı uygulamaktadır. Dersim merkez ile ilçeleri, köyleri ve yaylaları, güvenlik güçleri tarafından kuşatmaya alınmıştır. Dağlar bombalanmakta, sivil insanlar zarar görmekte, hapse atılmakta ve özel güvenlik bölgeleri ilan edilerek göçe zorlanmaktadır. Dersim’de son üç ayda on binlerce hektarlık ormanın yandığı tahmin edilmektedir. Yangınlarda sadece ormanlar değil içinde barınan hayvanlar da yanarak can vermektedir.
Bu hayvanlar içinde soyu tükenmekle karşı karşıya olan ve koruma altına alınan vaşaklar da bulunmaktadır.
Dersim’de doğaya, insanlara ve canlılara karşı açık bir suç işlenmektedir. Dersim’de yanan sadece ormanlar değildir. Dersim inancının kutsal mekanları, mezarları, tarihi dünyanın gözü önünde yakılmaktadır. Kültür, tarih, doğa ve toplumsal hafıza yok edilmektedir. Dersim’in insanına, kutsal mekanlarına, ormanına, suyuna, doğasına, kurduna-kuşana ve tüm canlısına sahip çıkmak; insani, ahlaki ve vicdani sorumluluktur.
Bu nedenle bütün duyarlı toplumsal kesimleri, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB), Avrupa Konseyi (AK), UNICEF, Greenpeace ve çevreyi korumak için kurulmuş tüm sivil toplum örgütlerini ve yetkilileri sorumluluklarının gereğini yerine getirmeye davet ediyoruz.
Sorun, insanları öldürmekle, köyleri boşaltmakla, insanları göçe zorlamakla, ormanları yakmakla, doğaya zarar vermekle çözülmeyecektir. Tarih bu çözümsüz politikaların örnekleriyle doludur. Çözüm, barış, demokrasi ve özgürlüktedir. Bunun için de diyalog, en doğru yoldur.
Biz aşağıda imzası bulunan kurum ve kişiler olarak; Dersim’de insana, doğaya ve diğer canlılara karşı bu saldırıların derhal durdurulmasını ve ağır suçu işleyenlerin yargılanıp, cezalandırılmasını talep ediyoruz. Bu amaçla 10 Eylül 2018 tarihinde, Federal Almanya Cumhuriyeti Parlamentosu önünde, saat 13.00’da yazar, akademisyen, milletvekilleri, sivil toplum örgütü temsilcileri ve doğa aktivistlerinin de katılacağı bir basın açıklaması yapılacaktır. Berlin ve çevresinde yaşayan tüm Dersimlileri ve demokrasi güçlerini basın toplantısına katılmaya davet ediyoruz.
Çağrı yapanlar:
Prof. Normen Paech
Prof. Ronald Mönch
Prof. Axel Horn
Veterinar Dr. Gabriele Horn
Sezayi Temeli, HDP Vorsitzender/ Abgeordneter
Prof.Mithat Sancar, HDP MdB/Abgeordneter
Alican Önlü, HDP MdB/ Dersim Dersim Abgeordneter
Helin Baba, Abgeordnete
Gökay Akbulut, Abgeordneter/Linke
Sibel Yiğitalp, HDP Eski Diyarbakır Milletvekili)
Hakan Taş, Abgeordneter/Linke
Tobias Pflüger, MdB Die Linke
Doç. Dr. Çetin Gürer
Doç. Nevra Akdemir
Doç. Dr. Arzu Yılmaz
Dr. Muzaffer Kaya
Hayko Bağdat, Journalist
Doç.Dr. H.Eren Çelik, Schriftsteller/ Politikwisenschaftler
Necat Sunar, Journalist
Ferda Çetin, Journalist
Erk Acarer, Journalist
Günay Aslan, Journalist
Erdal Er, Journalist
Alican Kaya, Journalist
İrfan Cüre, Journalist
Can Kasapoğlu, journalist
Nuray Şahin, Regiseurin
Can Dündar, Schriftsteller
Kazım Gündoğan, Reggiseur/ Schriftsteller
Barış Pir Hasan, Reggiseur
Munzur Çem, Schriftsteller
Haydar ışık, Schriftsteller)
İsmail Özen, Sportler (Bokser)
Lütfü Doğan, Unternehmer
Ali Ertan Toprak, Vorsitzender Kurdische Gemeinde Deutschland
Fuat Kaplan, Pädagoge
Ali Çatakçın, Vorsitzender Dersim Gesellschaft für Wiederaufbau e.V.
İsmail Parmaksız, Vorsitzender Nav.DEM
Hüseyin Mat, Vorsitzender Alevitische Föderation Deutschland (AABF )
Metin Bozdağ, Vorsitzender der Föderation der Dersim Gemeinden in Europa (FDG
Kemal Karabulut, Generalsekretär der Föderation der Dersim Gemeinden in Europa (FDG)
Togay Işıklı, Vorstand Mitglied Alevitische Gemeinde Deutschland e.V.
Memili Güngör, vorstand Mietglied Freiheit Initiative für Dersim
Süleyman Ates, Gewerkschafter
Gıyasettin Sayan, Politiker
Lerzan Jandil, Schriftsteller
Selim Fırat, Schriftsteller
Mehmet Aktaş, Regiseur
Recep Maraşlı, Schriftsteller
Hayri Ateş, Schriftsteller
Faruk Muhsinoğlu, Unternehmer
Cafer Tar, Schriftsteller
Hayri Ateş, Schriftsteller
Memo Şahin, Schriftsteller
Ahmet kahraman, Journalist/Schriftsteller
Hüseyin Narlı, Schriftsteller
Ozan Diyar, Musiker
Şiyar Munzur, Musiker
Ozan Serdar, Musiker
Hasan Sağlam, Musiker
Ali Ekber Aslaner, Vorstand Mitglied Dersim Gesellschaft für Wiederaufbau
Ayhan Yabatu, Vorstand Mitglied Dersim Gesellschaft für Wiederaufbau
Hasan Taş, Unternehmer
Veli Kaya, Vorsitzender Demokratische Alevitische Federation Deutschlan
Süleyman Seven, Vorsitzender Kurdische Gemeinde Stuttgart
Turan Tekin, Vorsitzender Verein Gegen Genozid
Elif Taş, Vorsitzender Verein Gegen Genozid
İnstitutionen
Dersim Kultur Gemeinde Köln e.V.
Dersim Gesellschaf für Wiederaufbau e.V.
Dêrsim Gemeinde Bonê Ma Rhein-Necker e.V.
Gesellschaft gegen Genozid in Dersim 1938 e. V.
Alevitische Föderation Deutschland (AABF )
Föderation der Dersim Gemeinden in Europa (FDG)
Demokratische Alevitische Föderation Deutschland (FEDA)
Mısletê Dêsımi- Dersim Meclisi (Zentralrat der Dersimer in Europa)
Kurdische Gemeinde Stuttgart
Dersim Kultur Gemeinde Berlin e.V.
Kurdische Gemeinde Deutschland
Freiheit für Dersim İnitiative e.V.
Dersim Gemeinde Westfalen e.V.
Linke Sozialist Partei Grüne
Dest DAN Berlin e.V.
NAV-DEM e.V. Berlin
CIK Berlin
Kurdische Gemeinde zu Berlin-Brandenburg e.V.
Kurdische Zentrum e.V.
YEKMAL e.V.
Dersim‘i yine yakıyorlar…
Hozat, Ovacık, Çemişgezek üçgeninde bir haftadır devam eden orman yangını genişleyerek devam ediyor.
Yangın bütün canlıları kavurucu tahribatıyla yok ediyor. Alevler dağ yamaçlarını sarmış, gökyüzü dumanla kaplı, devlet erki ise on gündür suskun ve keyifle seyrediyor.
Bu durum karşısında Dersim halkı, tarihten kaynaklı bahtına düşen travmalarının canlanmasıyla korku ve kaygı yaşıyor.
Dersim’i dörtbir yandan saran bu orman yangını, bölgeye özgü hayvan türleri ile yaşam alanlarının yok edilmesi demektir.
Ender bulunan bitki türlerinin kül olması bir doğa felaketidir.
Dersim’in ciğerlerini kavuran bu alevin, ülkenin batısına da bir nefes darlığı yaşatacağını başta müdahale etmeyen devlet ve sessiz-seyirci kalan insan evladı akıldan çıkarmamalıdır.
Gözü doymaz kar hırsıyla kontrolsüz, sorumsuz doğa tahribatlarıyla ve bu tür orman yangınlarıyla insan evladının kendi felaketini de kendisinin yarattığı unutulmamalıdır.
Ormanların korunmasını, orman alanlarının genişletilmesini, yanan orman alanlarına yeni orman yetiştirilmesini, ormanların gözetimini “Orman Kanunu” hükmünde belirlemiş olan devlet, bu görev ve sorumluluğuna ters orantılı bir tutum sergilememelidir.
Yasal olarak bütün ormanların mülkiyeti, işletmesi “Orman Kanunu” ile devlete devr edilmişse, devletin de Dersim’deki orman yangınlarına acilen müdahalesi yasal zorunluluk ve sorumluluğu gereğidir.
Yasal olarak bütün ormanların gözetimi devlete aitse, gereken acilen yapılmalıdır.
6831 sayılı Orman Kanunu ve 2872 sayılı Çevre Kanunu Hükümlerinin gereğini yerine getirilmemesiyle doğan bu hukuksuzluğa son vermelidir. Dersim’i yakıp kavuran orman yangınına acilen müdahale edilmelidir.
Cümle canlının yaşam hakkını savunan Raa Haq İnancı’nın Hardo Dewrêş olarak adlandırdığı coğrafyanın bireyleri olarak kültürel ve doğal varlıklarımıza yönelik her müdahaleye, tıpkı 2017 yılında Munzur Özgür Aksın Meclisi öncülüğünde yapıldığı gibi birbirimize kenetlenerek karşı koymamız gerekiyor.
Dersimliler olarak bu türden eylemlere katılmalı, katkı sunmalıyız.
16.08.2018
Dersim Meclisi – Yürütme Kurulu
Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG)
DERSİM TOPLUMUNA AÇIKLAMAMIZDIR.
Bilimsel araştırmalar yapılmamış ve çözümler üretilmemiş tarihsel ve toplumsal konular-sorunlar hakkında konuşurken ölçülü olmak, tartışmaları yapıcı ve toplumsal iç barış dinamiklerini zedelemeden yürütmek gerekir.
Dersim konusu ve Dersimlilerin sorunlarını bu yaklaşımla ele alırsak çözüme katkı sunmuş oluruz. Bir sorunun çözümüne katkı sunamıyorsak yeni sorunlara neden olacak davranışlardan kaçınmak ahlaki bir tutumdur. Toptancı yaklaşımlar, negatif dil ve söylem, sıfatlandırmalar, yargılayan ve ötekileştiren bir tarzın hiçbir sorunun anlaşılmasına ve çözümüne katkı sunmadığını biliyor ve görüyoruz…
Dersimliler ağır tarihsel, toplumsal, kültürel ve siyasal sorunları olan bir toplumdur. Böyle bir toplumun bireyleri olarak hiç şüphesiz ki bu ağır durumdan çeşitli biçimlerde etkilenmekteyiz.
Bu nedenlerle tarihsel sorunlarda olduğu gibi güncel sorunlar karşısın da çoğu zaman nesnel davranamayabilir, hatalar ve yanlışlar yapabiliriz. Öncelikle bu nesnel gerçekliği tespit etmekte yarar var. Zira düşünce dünyası parçalı, duygu dünyası yaralı, ağır süreçlerden geçmiş, acılar yaşamış bir toplumun çocuklarıyız.
Böyle olunca konular ve sorunlar genellikle analitik, yapıcı ve çözüm odaklı bir yöntemle değil, reaksiyonel ve ideolojik bir yöntemle ele alınmakta ve bu nedenle de çözümsüzlükle sonuçlanmaktadır. Bu tarz yaklaşımların çoğunlukla konuların anlaşılmasını ve sorunların çözümünü zorlaştırdığını söylemek ve kabul etmek durumundayız. Oysa kendi gerçekliğimizle yüzleşmeli ve serinkanlı çözümlere odaklanmalıyız…
Sorunlar doğru ele alınmadığı ve tartışılmadığı için herhangi bir konuya dair söylenenler hemen sertleşiyor ve toplumda derin ayrışmalara neden oluyor. Bu son derece endişe verici bir durumdur…
Bizler, Dersimlilerin parçalı ve kutuplaşmış bir toplum haline getirilmesinden üzüntü ve rahatsızlık duyuyoruz. Dersimlilerin birliğini ve ortak değerlerini yeniden inşa etmenin yaşamsal bir öneme sahip olduğuna inanıyoruz. Asimilasyona tabi tutulmuş dilleri, kültürleri ve inancının korunması ve geliştirilmesi için; göç, doğal tahribat, eğitim, ekonomik sorunları temelinde ortak bir akla ve mücadele birliğine ihtiyaç olduğunu ön görüyoruz. Ortak aklın ve ortak değerlerin oluşumu sürecinden rahatsız olan bazı çevreler sürekli olarak provokasyonlar yaratarak toplumu gerdiklerini; kutuplaşmayı daha da derinleştirdiklerini görüyoruz. Sosyal medya üzerinden yarattıkları kirlilikle Dersimlileri etnik ve inanç kimlikleri veya siyasi düşünceleri nedeniyle ötekileştirmekte, birbirine karşı kışkırtmakta olduklarını, adeta nefret suçu işlediklerine tanık olmaktayız. Yaptıkları her açıklama nefret, tahrik ve kirlilik üretmektedir. Bizler her koşulda ahlaki değerlerimizi, vicdan ve adalet duygumuzu koruyarak sorunları ele alacağız…
Bilinmesini isteriz ki; ürettikleri kirliliklerle Dersimlilerin düşün ve duygu dünyalarını zehirlemelerine, değerlerini kirletmelerine de tavırsız kalmayacağız…
Güncel bir durum olarak…
Dersim Mazgirt Belediyesi ve Muzaffer Oruçoğlu hakkında yapılan tartışmanın nasıl bir kirlilik, zehirlenme yarattığını ve nefret ürettiğini üzüntüyle takip ettik…
Mazgirt Belediyesi 3 yıl önce Muzaffer Oruçoğlu’nun ismini yetkisini kullanarak bir parka vermiş, Mazgirt halkının oylarıyla demokratik biçimde seçilmiş bir yerel yönetim ve Belediye Başkanı. Böyle bir kararı almaya hem hakkı, hem yetkisi var… Ama bireylerin, sivil toplum kurumlarının, siyasi veya mesleki örgütlerin ya da kamuoyunun itiraz, eleştiri ve karşı çıkma hakları da var… Bu da demokratik bir haktır ve demokrasi kültürü de böyle gelişir.
Dersim herhangi bir coğrafya, Dersimliler de herhangi bir toplum değildir. Tertele (Soykırım) yaşamış ve travmaları henüz tedavi edilememiş, yüzleşme süreçleri yaşanmamış toplumların özgünlükleri ve hassasiyetleri vardır. Başta yerel yönetimler olmak üzere Dersim’de düşünce üreten, siyaset yapan her kurum ve bireyin bunu bilince çıkarması ve toplumun hassasiyetlerini gözden uzak tutmaması da gereklidir.
Ne yazık ki; genel de olduğu gibi Dersim’de de yerel yönetimler çoğunlukla toplumsal ve kültürel dokuyu anlayarak ona uygun yerel-idari politikalar değil; siyasi grup çıkarlarını ön planda tutmaktadırlar. Oysa ki yerel yönetim politikasının asıl niteliği ve ekseni, grupsal siyaset değil, toplumsal siyaseti esas alan kültürel-tarihsel dokuya uygun politikalar üretmektir. Aksi durum sürekli sorun üretir. Bir grup/parti için iyi olan semboller, sonradan seçilecek olan başka siyasi grup/parti için iyi olmayabiliyor. O da kendisi için iyi olan sembolü tercih edebiliyor. Bu durum toplumun ortak belleğinin oluşmasına değil, parçalanması ve toplumun kutuplaşmasına neden olmaktadır.
Yerel yönetimlerin görevi sadece hizmet üretmek değildir. Toplumun tarihsel, toplumsal, kültürel değerlerini ve doğasını korumanın yanı sıra ortak bir toplumsal bilinç oluşturmaktır. Kültür sanat mekanları, yaşam alanları önemli birer hafıza mekanlarıdır. Buralarda ki hafıza sembolleri toplumun asgari ortak kültürel ve etik değerlerini yansıtabilmelidir.
Çağımız da ortak aklı, ortak etik değerleri, ortak hafızası ve ortak sembolleri olmayan toplumların toplum olma vasfı tartışılmaktadır.
Mazgirt Belediyesi yapılan eleştirilere yanıt verirken ilçede yaptıkları mekanlara verdikleri isimleri de açıklamış: “Dersim 38 Katliam Anıtı, Hüseyin Cevahir Gençlik ve Çocuk Parkı, Ahmet Arif Gençlik Parkı, Zarife Ana Kadın Kolektif Yaşam Evi, Cumartesi Anneleri Çeşmesi, Özgecan Aslan Parkı, Muzaffer Oruçoğlu Özgürlük ve Demokrasi Parkı ve Kütüphanesi, Nazım Hikmet Halk Kütüphanesi, Gezi Şehitliği; Berkin Elvan, İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş adına yapılan Gezi Şehitliği-Fidanlığı gibi…”
Bu tabloda ki isimleri tek başına tartışmak hakikati karartır ve bizi adalet duygusundan uzaklaştırır. Bu tabloda Dersim Tertelesi’nden 68 devrimci hareketine, 90’lı yılların gözaltında kaybedilenlerin anneleri olan Cumartesi Annelerine, Gezi Direnişin de yaşamını kaybedenler ve tecavüz cinayetlerinin sembol isimlerine kadar geniş bir yelpaze var. Bu isimler ezilen ve haksızlığa uğrayan ilerici insanlığın değerleridir. Bunu tartışmak Dersim toplumunu ilerici insanlık ailesinden uzaklaştırır ve çok geriye düşürür.
Bu tablo da eksiklikler var. Görüldüğü kadarıyla “yerel değerler” ikincil plana itilmiş, daha çok “evrensel değerler”e öncelik verilmiştir. Bu bir problem ve siyasi bir yanılgı olarak görünmektedir. Yerel değerleri evrensel değerlere feda etmek ciddi bir sorundur. Yerel halkların dilleri, kültürleri, inançlarına hak ettiği değeri vermemek aslında evrensel değerleri de doğru anlamamaktır. Yerel değerlerden kopmak köksüzlüğe, evrenselden değerlerden kopmak gericiliğe götürme risklerini taşımaktadır. Oysa yerel ile evrenselin ilerici değerlerini sentezleyerek demokratik, özgürlükçü bir sentez üretilebilir…
Bu anlamda yerel yönetimler/yöneticiler kendi toplumlarının ortak yerel değerlerini korumaya-yaşatmaya öncelik vermelidirler. Ama yerele de saplanıp sırtını evrensel değerlere dönmemelidir. Ancak bu ilişki doğru ve dengeli bir şekilde kurulamasa “mutlak yerelcilik” mikro milliyetçiliğe, “mutlak evrenselcilik” inkarcılık ve asimilasyona götürür…
21. yüzyılda Dersim toplumunu ilerici insanlık ailesinden koparıp sadece yerel değerlerle var etme çabası hem doğru değil, hem de sosyal yaşamda karşılığı olmayan bir çabadır… Elbette evrensel değerlerle ilişkisini kesip tamamen yerel değerlerle yaşamak isteyenler varsa onlara bir şey denilemez. Ancak bir toplum adına bu tür iddialarda bulunmak sınırları zorlamaktır. Tüm toplumlar gibi Dersim toplumu da homojen bir toplum değildir. Kimse kimseye kendi düşüncelerini dayatmadan barış içinde bir arada yaşamanın olanaklarını geliştirmeliyiz.
Mazgirt Belediyesi’ni (bu konuda Pülümür, Nazimiye, Pertek, Çemişgezek, Ovacık, Hozat belediyelerinde ki durum hakkında da bir değerlendirme yapma ihtiyacı vardır…) yerel değerlere yeterince önem vermediği konusunda eleştirebiliriz elbet. Bu öncelikli olarak Mazgirtlilerin, Dersimlilerin ve her demokrat insanın demokratik hakkıdır. Ya da verilen isimlere yönelik eleştirilerimiz de olabilir. Ancak demokratik haklarımızı kullanırken adalet, vicdan ve etik değerler konusunda azami hassasiyet göstermek durumundayız. Eleştiri adı altında insanları linç etmeyi, değerleri kirletmeyi kimse kendinde hak olarak görmemelidir. Gerçekliği bütünlüklü olarak kabul etmek ve eleştirimizi yapıcı, geliştirici, toplumu aydınlatıcı bir tarzda yapmanın ahlaki sorumluluğundan uzaklaşarak olmamalıdır.
Mazgirt Belediyesi’ni (tabi diğer belediyeleri de) yerel değerler konusunda ki eksikliklerini, umursamazlıklarını eleştirmek de bir haktır ve doğrudur da. Bu eleştirilerin karşılık bulmasını ümit ediyoruz. Görüldüğü gibi ötekileştirici, yargılayıcı, düşmanlaştırıcı bir dil ve tarz eksikliği gidermediği gibi Dersim toplumunu kutuplaştıran, parçalayan bir rol oynamaktadır. Öte yandan tüm yanlış yöntemlere rağmen bir “eleştiri” yapılmış ise onu dikkate almak, kimin yaptığıyla değil, doğru ve haklı olup olmadığıyla değerlendirmenin doğru olacağına inanıyoruz. Eleştiriyi doğru değerlendiren, tepkiyi yatıştıran, konuyu irade savaşına dönüştürüp “karşı saldırı”ya geçmeden de düşünceler açıklanabilir.
Mazgirt Belediyesi ve M. Oruçoğlu tartışmalarında bazı kurumlar adına yapılan açıklamalar da sorunu düşünsel ve mekansal zeminden uzaklaştırmakta ve yeni sorunların zemininin oluşmasına hizmet etmektedir. Her eleştiri yapanı “düşman” görmek, aşağılamak ve tehdit etmek hastalığının da demokrasi kültürü konusunda ne kadar sorunlu olduğumuzun bir kanıtıdır.
Hem andaki hem de geçmiş tartışma süreçlerinde Dersimli kadınlara yapılan cinsiyetçi saldırıları kınadığımızı özellikle vurgulamak istiyoruz. Kimden kaynaklanırsa kaynaklansın, bu ataerkil mantalite, tarihi, toplumsal yaşam kültürümüze tezattır ve toplum vicdanını yaralamaktır.
Toplum adına söz söyleme hakkına sahip olduğunu düşünen tüm kurum, kuruluş ve bireyleri sorumluluğa, etik değerlere saygıya davet ediyoruz. Hiç kimse toplumu parçalama, düşmanlaştırma ve kendi çıkarları için zehirleme hakkını kendisinde görmemeli, bu hakkı kendinde görenlere de Dersim toplumu sessiz ve tavırsız kalmamalıdır.
Özgür, barış içinde yaşayan, demokratik bir Dersim’in, hepimizin hayali olduğunu biliyoruz…
Büyük bir aile olmalıyız, çünkü biz bir ailenin çocuklarıyız.
30.07.2018
DERSİM MECLİSİ YÜRÜTME KURULU
Cumhuriyet döneminde Dersim üzerinde yapılan ameliyat, labaratuvar çalışmalarına göndermeler yapıp, günümüzdeki Dersim’in – ki ben onu bitkisel hayattaki insana benzetiyorum- halini resmettikten sonra bu bitkisel hayattaki hastanın yaşama döndürülme olanaklarını tartışmak istiyordum.
Olmadı, araya oldukca uzun bir zaman girdi.
Dersim’in günümüzdeki haline yeri geldiğinde göndermeler yapıp bitkisel hayattaki Dersim’in hayata döndürülme olasılıkları üzerinde yoğunlasmaya çalışacağım.
Dersim tanımlamasını tarihsel Dersim anlamında kullaniyorum, kullanıyoruz ancak nesnel davranacak olursak bu tarihsel Dersim’in yerinde yeller esiyor. Bu gerçekliğe gözümüzü kapatamayız.
Kendi öznel istemlerimizi mevcut gercekliğin yerine ikame etme durumunda da degiliz. Ceviz metaforu ile açıklıyacak olursak tarihsel Dersim’i çevreleyen yeşil kabuk yoktur artik. Dil, inanc ve kültür formasyonu başkalaşmıştır. Süphesiz ki izler vardır eskiye dair, ancak onu kendi kılan özellikler yitirilmiştir. Kabuk-kakıl- sert kabuk kırılmıştır. Çekirdeği koruma özelliğini önemli ölçüde yitirmiştir. Dolayısı ile iç çekirdek küflenmeye kurtlanmaya yatkın hale getirilmiştir. Ne zaman mı?
Şimdi resimlere bakalım.
1900-1950’li yılar!
„Gayri Müslüm“ tebanın zenginliklerine el koymuş bir Türkiye. Devlet eli ile palazlanmış bir ticaret burjuvazisi. Devletçi kapitalizm, köklerinden koparılmış, kitlesel katliama ve soykırıma uğramış Ermeni, Süryani, Yahudi, Pontus vs., kontrol altına alınmış toplumsal muhalefet, bastırılmış Kürt kalkışmaları, yönlendirilen kemalist TKP, Çakmak, Bardakçı, Öngören, İnönü’nün Dersim raporları ve labaratuvar çalışmaları, ameliyat edilecek Dersim’e yönelik her türlü planlı hazırlık-devlet aklı denen şeyin ne olduğunu bilmek istiyenler bütün bu sürece göz atmalılar-1935 Tunceli Kanunu ve 37, 38-39 Soykırımı’nın pratikleşmesi. Yakılan yıkılan köyler, boşaltılan kocaman cografya… Burda bitmiyor. Kayıp çocuklar ve mecburi iskan, köklerinden koparılarak zoraki türkleştirme, müslümanlastırma amacına hasıl uygulamalar… Tekrar olmasın diye detayları atlıyorum.
Kocaman bir puzzle, her bir parçası kitaplara sığmayacak ölçüde elbet. Egemen sınıflar arasındaki iktidar dalaşması ki kökleri ta Hürriyet ve İtilaf fıkrası ile İttahat ve Tarakki’ye uzanan, Serbest Fıkra’da kendini dışa vuran TC’nin kurucu unsurları arasında da süregelen ve sonraları DP, AP ve ardıllarında ifadesini bulan ve günümüzde değişik şekillerde zuhur etmeye devam eden o dalaşma…
1946 seçimleri ve ana muhalefet DP tolumsal muhalefetin ruzgarını arkasına alarak iktidar olan Menderes-Bayar kligi…
‘46 affi ile Dersimliler yurtlarına dönme olanağı buldular. Dersimliler döndüler dönmesine de “yasak mıntıka” olarak adledilen iç Dersim’deki aşiretler toprağina yerleşemediler. Köylerine peyder pey yerleşmeleri elli yıllarini buldu, bu dört yıllık süre içinde Dersim’in değişik yerlerinde kışlacı olarak hayata tutunmaya çalıştılar. Kimisi yerleştikleri alanda kalıcı oldular ama ana gövde yine yerleşkelrini yurt edindi.
Özellikle 40 ve 60 li yılların Dersim’ini analiz etmek çok önemlidir. Nasıl bir hayat yaşadılar? Soykırımın acıları ile nasıl yüzlestiler? Travmayı yenebildiler mi? Bugünü analiz ederken, anlamaya çalışırken o yıllardan öğrenilecek çok şey var diye düsünüyorum. Kendi tanıklıklarım ve gözlemlerimden yola çıkarak sunu cok net olarak söyleyebilirim.Dersimliler, soykırımi yasarken düsman ile isbirligi icinde olan aşiret bireylerine karsi öcalma duygusu ile hareket etmediler.Her ortamda bu ihaneti lanetlediler elbet.En cokta cem cemaat ortamlarinda bunu acı ile dillendirdiler.pir, rayber, saygin insanlarin ziyaretlerinin degismez temalarindan biriydi adeta.Kendi iclerinde tolumsal barisi yeniden insaa etmeye odaklandilar.Kirvelik, ikrar, evlilikler ile olusan akrabalik baglari ile pekistirdiler bunu.Bu durum üstünden atlanilacak şey degil.Benim annne anne tarafindan kirkin üstünde kadin ve çocuklaardan olusan kafile çocukarin en büyügü 14 yasinda kil deresinde süngülenerek katledilediler.alan aşiret ine siginmislardi, siginma aşiret erkeklerinin karari idi, cember daralmisti dagda ne saklana bilme ne direnebilme olanagi kalmisti, kaledileceklerini biliyorlardi bari hci değilse kadınlar ve çocuklar kurtulsun saiki ile alınmıştı karar. İhbar edildiler, devlete teslim edildiler, yanlarındaki her şeye el konuldu. Moro Şiya ziyareti de dahil. Buna rağmen sürgün dönüşü yeniden bir biçimde barışı inşaa ettiler; dostluğu, öfke ile bilenmış düşmanlığı ve öç almayı değil.
Viran olmuş evlerini bin bir güçlük ile yaptılar, dayanışarak sıfırdan bir hayatı inşaa ettiler. Kendilerince çıkardıkları sonuçlar vardı. Ne pahasına olursa olsun çocuklarını okutacaklardı, öyle de yaptılar. Elimde veriler yok ama Dersimlilerin yüksek öğrenime atılma oranlarını mukayese etmek lazim. 50’li yıllarda Dersimli ögrencileri metropollerde görüyoruz. Şöyle diyebiliriz 45-60’lı yıllar Dersim’in en sakin yıllarıdır, hayatlarını kurmaya odaklanmışlardır. Yeni nesili koruma güdüsü çok güçlüdür. Yaşadıklarını çocuklarına direkt aktarmamalarının altındaki tolumsal psikoloji budur. Öğrenciler, yaşamın tüm zorluklarına rağmen adeta özel bir statüye sahipler. Köy hayatının zorlu işlerinde çalıştırılmadıklarını görüyoruz. Her şeyin kol gucü ile yürütüldüğü, emek yoğunlukla bu yaşamda olmuştur. Üstelik bunlara yapılan telkinler, okuyun devlette yer edinin yönündedir. Yaşama şablonlar ve ezberler ile yaklaşanlar bu sosyolojik hali anlamadılar, ona başka başka izahlar buldular. REHABİLİTE OLMUŞLUK, kemalistleşme, türkleşme, sindirilme, teslim olma vs. gibi.
Peki hakikat neydi?
Dersimlinin inanç şeklinde köklü bir degişiklik olmuşmuydu? Hayır. Dersimli eskiden olduğu gibi kutsal adedtiklerine aynı bağlılıkla yaşamını sürdürdü. Cem, cemaat eksilmedi hayatlarından, hatta yeni hayatın kurulmasında dayanışmacı roller üstlendi. Günlük yaşamda egemen dil konustukları Kırmancki, Kırdaski idi. Türkçe sadece devlet dairelerinde konuşuluyordu, jandarma dili idi. Asliını inkar eğilimleri tiye alınıyordu, bu konuda çokca bilinen iki örnek vereyim.
Adamın biri Elazığ’da çalışmaya gider ve uzun kalır. Çatpat Türkçe bilmektedir. Kendine şehirli esbabı edinmiştir, bir de kravat üzerinde eğreti duruyor. O bunun ayrıdında olmasa da köye döner. Evin önün de hane halki ile oturmaktalar karşıdan bir keçi gelmektedir. Bizimki, bu keçi olmasına keçi de kafasının üstündekiler nedir, der. bu kendi değerlerine yabancılaşma olarak hep anlatılırdı. Başka benzer anlatılar da var.
Garpte Türkçe ögrenen bir kişi uyanik devlet memurları ile iyi ilişkiler kurup bir statü elde etmeye şüphesizki yönelmiştir. Bundan doğal ne varki, sonuçta heterojen bir toplum. Farklı katmanları olan ve çıkarları siyasi partilerin taşra örgütlerinde rol alan kesim, daha çok doğal olarak ticaret ile uğraşan esnaf ve avukat, mütehahit gibi kesim bunlar bütün tolumların sosyolojik hayatında çokca gördüğümüz şeyler. Siyaset alanındaki yarışlarda rol oynayan faktörlere baktığımızda yine sosyolojik
doneler görürüz. Aşiret yapılanmasının sosyolojik bir vakka olduğu tolumsal bir yapıda aşiretçi faktörlerin öne çıkması anormal degil. Sonucta bir köylü toplumu. Ancak uyumlu bir tolumsal yaşam var karşımızda, ötekileştirmenin, uçlaşmanın olmadığı zamanlardır bunlar dersimlinin hayatında. Yaşadığı ağır travmayı bir nebze atlattığını düşündüğü yıllar. Yeni bir yaşam kurulmuştur zorluklarına rağmen, çocuklar başarılı bir okul yaşamına sahip. İkrar, pir, rayber, kutsallara adanan adaklar ile akıp giden bir hayat.
Devlet ne yapmıştır bu yıllarda? Boş durmadiği açık. Kim bilir ne kadar rapor vardır kozmik odalarda, bunlara ulaşmak bugün için olası degil. Ancak devlet aklı süreklidir, bunu biliyoruz. Kominizmle mücadele dernekleri serüveni dahilinde Dersim’de adam devşirdiklerini de biliyoruz. Konjuktür, devletin çıplak şiddet uygulamasını gerektirmiyor, daha çok manipulativ çabalar var. Dersim tüm yok edilme siyasetine rağmen hala aleviliğin kalbi ve merkezi, çevre Alevi yerleşkeleri ile süren canlı, düzenli ilişkileri devam ediyor. Pirlerin ziyareti Maraş’a, Erzurum’a, Varto’ya, Erzincan’a, Sivas’a devam ediyor. Kuruluş felsefesi Türk-İslam sentezi olan devletin bunu görmezden gelmesi beklenemez. Zaman altmışlı yıllara evrildiginde hz. Ali methiyeleri köylerde elden ele dolaşıyor. İslam dahilinde bir Alevilik propağandası yapıldığı oldukçada yaygın görülüyor. Asıl türklük söylencesi daha çok bu yıllarda kabul görüyor. Ehlibeyt Dergisi ve Birlik Partisi deneyimi ile çakışan süreçtir bu aynı zamanda. Ve en önemlisi bu yıllarda Dersim’de her evde bir kara çarsaf var. Günlük yaşamda kullanılmıyor ama şehre inildiginde ya da çevre uzak köylere misafirliğe gidildiğinde mutlak süretle giyıliyor. Soraları lacivert renge bürünürek biraz estetize oluyor yetmişli yılların başında kendiliğinden sönümleniyor.
Çok kabaca resim bu.
Şimdi sonraki resme bakalım.
1960-1980
27 Mayıs darbesi ile DP iktidari son bulmustur. TİP gelen yılarda mecliste 15 miletvekili ile temsil olanağı bulmustur. TİP Dersim’de miletvekili seçimini kıl payı kacırmıştır.
Av. Kemal Burkay Dersim’de tanınan önemli politik bir figürdür. Devlet aba altındaki sopayı yavaş yavaş çıkarır ve TİP aktivistleri Ali Gültekin, Terzi İsmail, Gavur Ali, Ali İşçi vb. ikide bir gözaltına alınırlar…
12 Mart Muhtırası ile birlikte devletin Dersim’deki baskıcı yanı giderek öne çıkar. Metropollerde Dev Genc ve TİP içinde çalışan bir kısım Dersimli üniveriste ögrencisi aranır duruma düşer ve memleketlerinde saklanmaya başlar. Bir kısmı ise hapistedir. H. Cevair Maltepe’de katledilir. Sosyalist sol, Sosyalist Devrim ve MDD ekseninde bölünür önce. Sonra sosyalist sol silahlı devrim ekseninde yapılanır, devletin artan baskılarına koşut olarak radikaleşirler. Amerika’nın “bizim çocukları” darbe yapmıştır 12 Mart 71’de. Sonuca ulaşmadan derin devlet bir dizi provakativ eylemde yapmıştır, ya da mizansen eylem hazırlıkları ve bunlar basın aracılığı ile halkı manüpule etmede kullanılmıştır. Sabotaj Davası-Bogaz Köprüsü’üne sabotaj, Haliç vapurununa sabotaj vb. eylemlilikler ya da eylem hazırlıkları dava konusudur (Bombalı olaylar davasi vb. gibi). 9 Mart darbecileri Madanoğlu ve grubu tasfiye edilir, yargılanır. Bunlar içinde İlhan Selcuk, Ugur Mumcu, Avcioglu, Ali Sirmen vb. burjuva liberal aydınlar tutuklanır, yargılanır.
Bu yazi yakın tarih çalışmasi değil, sadece Dersim’deki gidişatı dönemsel olarak fotoğraflarken kısa değinmeler içeriyor. Çünkü Dersim ayrı bir galakside değil. Bugünkü Dersim’e nasıl gelindiye cevap ararken, fotoğraflara bakma ihtiyacı var. Zira devletin ve yönlendirdiği yapıların yarattığı bilgi kirliliği manüpülasyon tüm resimleri flulaştırmış. Kendine aklın alamıyacağı kadar yabancılaşmanın sırrı burda saklı.
Bu döneme ait fotografa bakmaya devam edelim.
1971 yılında Dersim merkezde resmi MİT binası açılmıştır.
Dersim’e ilk gelen devrimcilerden Adil Ovalıoglu örgütü tarafında çok canice İstanbul’da katledilimiştir, kayitlara sandık cinayeti olarak geçmistir. Son derece marjinal bir gruptur. Caru Mazumdarcı olduğu hep dillendirilmistir, biran önce kırlardan halk savaşı baslatılmalıdır fikriyatina sahiptir.
Kaypakkaya ve Oruçoğlu zeten TİKP’in Dogu Anadolu Bölge komitesi üyeleri ve faaliyet alanları Dersim, Malatya ve Siverek, Diyarbakır’dır. Bu alanlar üç aşagı beş yukarı sonradan da devam etmiş ya da devam ettirillmeye çalışılmıştır ama sonucta Dersim’de yoğunlaşmışlardır.
Nurhakta THKO vurulan darbe ile çökertilmistir, denizler idam edilmiş; Kızıldere’de ise THKPC örgütsel olarak sonlandırılmıştır.Toplumsal muhalefet tümü ile çökertilmiş TÖS, İsci Partisi vb. Kapatılmış, üyeleri hapse tıkılmış. Sendikalar etkisizlestirilmiş sisteme muhalif ne varsa’72 ortalarına gelindiğinde bitirilmistir. TKP/ML bu koşullarda Dersim’de Çin devrimini ve pratiğini doğmatik bir kavrayış ile Dersim’de pratikleştirmeye kalkmış, aklın sınırlarını zorlayan eylemlilik grişimleri ile etrafındaki cçemberin iyice daralmasına yol açmış, Vartinik baskını ile çökme sürecine girmiştir. Kaypakkaya ele geçirilmış beyin dumura uğratılmıştır, ardından İstanbul’da son nokta konmustur. Ali Haydar Yıldız katledilmiştir. Bostancı Köyü’nde Süleyman Nakış ve kızı yaralanmış ve sayıları 60’ı bulan Dersimli işkenceden geçirilerek hapsedilmiştir.
1974 Ecevit-Erbakan hükümetinin gündemleştirdiği af ile birlikte siyasi tutsakların önemli bir bölümü özgürlüğüne kavauşur.
Bahse konu dönemde Cevahir ve Ali Haydar Yıldız katledilmistir.
TKP/ML davasında Süleyman Yeşil, Hasan İlter, Hüseyin Tekin, H. İbrahim Akyol, Baki İşçi, Musa Söğüt, Ali Yıldız, Hüseyin Soroğlu, Hüşeyin Acıkgöz, Kemal Bozdağ, Mehmet Çiçek, Ali İşçi, İsmail Erdogan, Hayrettin İpek, Munzur Yıldız, Ziya Aydın, Hıdır Sarıkaya ve Işık ailesinden iki köylü-Bagırbaşlı-Hamza Eroğlu, Niyazi Hoca, Hasan Gülmez gözaltına alınıp sorgulananlardan hatırladıklarım Kenan Kaşar, İbrahim Şahin ve başkalrı. Murat Aydın, Kamer Özkan, Erdogan Aktaş, Necati Şahin ise aranır duruma düşmüştür.
Aydınlık davasında, Ziya ulusoy, bedri gültekin, musa tanrı kulu, kazım koyun.Devgenc ve thko davasında metin Güngörmüş, yılmaz merkit, Ali kırmızı cicek… thk c davasında Yüzbaşı haldun yeşil, metin bozdağ tutuklanan dersimliler arsındadadır. DDko davsında ali kılıc var o dönem dersimliler kürt hareketine mesafeliler. Dr şıvan ve brusk ayrı elbette. Burkay ise sürıyeye gitmiştir.
‘74-76 yılları Türkiye ve Kürt solunun toparlanma ve yeniden inşaa dönemi olarak adlandıra biliriz. Cezaevlerinde yapılan muhasebeler ekseninde yeni gruplaşmalar ve eğeilimler şekillenir. Bunların her biri ayrı bir örgüt olarak süreç içinde ortaya çıkar. Bu yıllar yasal olanakların elverişliğinden kaynaklanan kitleselleşmenin olduğu yıllardır. Ancak sınıf ile bir türlü fiili bağlar kurulamaz pek çok siyasal örgüt öğrenci gençlik, köylü gençlik ve aydınlar arsında güç bulur.
Bu süreçde dikkat çeken ve üzerinde düşünülmesi gereken iki şey var. Birincisi Aydınlık-Perinçek . Aydınlık, sahada militant, mücadeleci pozlarda ve sosyal emeryalizm tezinin hızlı savunucusu. Bu savunu sovyet çizgisindeki gruplar ile çatışmaya evrilecektir zamanla. Maocu bozkurtlar, sosyal faşitler söylemi çatışmanın vardığı noktadır. Perinçek halkın yolu grubunun kurucu kadrolarını maocu ve üc dünyacı teori ile kafalar, Necmi Demir, İlkay Demir, Kamil Dede, Necati Sağer gibi kurucu insanları saflarına katarak bölünmenin kapısını aralar dersimliler. Bu ayrışmadan sonar bu grup içinde öne çıkar. Daralarak Dersim’i bir yapıya dönüşür adeta. İddilari büyüktür elbet, ama fiili durum budur. Yine Doğu Perinçek mahareti ile THKO içinden Osman Bahadır üç dünyacı olur. THKO bir çok parçaya bölünür. Türk devriminin yolu, TDK, Işık Grubu.
İkincisi, Apocuların sahne almasıdır. İşin bu kısmı herkesçe biliniyor. ‘76’da TKP/ML de bölünür. Partizan ve Halkın Birliği olarak. Bir çok yerde olduğu gibi Dersim’de de güç mücadelesi kıyasıya yürür. Alan kapma mücadelesi kısa sürede örgütler arası çatışmaya dönüşür. Apocular sahnededir. İlk cinayetler işlenmeye başlar. Hasan Kuş şaibeli bir şekilde öldürülür. Hıdır Çiçek cinayeti işlenir güpe gündüz. Ardınadan Adil Turan vurulur. Adil önceleri aydınlıkcı, sonra Kava’ya geçmiş sıkı bir üç dünyacıdır. Ve devam ile Halkın Kurtuluşu – Apocu çatışması onun üzerinde siyasi cinayet. Vuran da, vurulan da Dersimlidir. Halk benimsemez bu çatışmaları, ama dinliyen kim. ‘78’de Kava ve Halkın Yolu çatşıması ve bir kişi ölür. Dersim’de halktan bir kısım insan yeter artık deyip halk komitesi kurar, devrimci örgütlere çağrı yapar, şiddete son verin der. Ama etkisizleştirilir, çatışan gruplar adeta birleşerek komiteyi lince tabii tutar, işbirlikci hain vs. ilan edilir. Bu konuda Arkadaş Sineması’nda yapılan tolantı tam bir drama idi. O sahneleri hiç unutamıyorum.
‘78 yazında Mazgirt’e Dev Yol taraftarı bir öğretmen işkence edierek TİKKO’cu Levent Beğen tarafından öldürülür. M. Biter ve S. Cihan’ın sağduyulu çabaları ile örgütler arsı çatışma engellenir. Engelenmesine engellenir de Beğen’in bu cinayeti hangi saikler ile işledigi, kendi başına mı yaptığı inandırıcı olarak izah edilemez. Birileri tarfından korunur, yurt dışına çıkarılır, şansı yaver gitmez Yunanistan’a iade edilir. İlginç olan koruma şemsiyesi örgütün kendidir ve yine aynı dönemde PKK – Tekoşin çatışmaşı başlar Dersim’de.
12 Eylül darbesi giderek yoğunlaşma trendinde olan bu çatışmalrın sonlanmasını sağlar. Dersimliler Türkiye’nin kodeslerinde buluşur. Kimisi işkencede katledilir, kimisi sakat kalır, kimisi uzn süren esaret yılları yaşar. Nispeten rahat koşullarda halk savaşı diyenler soluğu yurt dışında alır. Dersim’de şiddet giderek daha çok halka yönelir.
1980’den günümüze Dersim
’80 sonrası Dersim’de askeri birlikler yığılır. Türkiye’nin önemli komando tugayları Bolu, Kayseri sırası ile Dersim’de köy ve dağları didik didik eder. Pusularda yüzlerce kişi kaledilir. Köylüler ağır işkencelerden gecirilir. Artık Dersim yaşanılır halden çıkmıştır. Halk iki ateş arasında kalmıştır, ezeli düşmani devletin baskılarına katlanır bir bicimde de kendi kurtarıcılarının şiddet ve baskısını anlamaz. Sonrası biliniyor PKK’nın uygulamaya koyduğu zorunlu askerlik vergisi, okul yakmalar, öğretmen öldürmeler ve başka güçlere yönelen yok etme pratiği. Parmaksız Zeki’nin alanda olması ve Suriyeli Kürtlerin hakimiyeti. Apo’nun o meşhur Dersimlileri aşağılama zırvaları, kişiliksizleştirerek teslim alma bunda başarılı olunuyor. Ve paralel olarak Dersimlilerin örgüt içinde katledilerek tasfiyesi. Ve devam ile 4oo’ün üzerinde köyün yakılması; göç, göç. Örgütlerin göçüne eklemlenen devletin zorunlu göç uygulaması. Ve artık siyasi örgütlerin cıplak zoru. Düşmanlarına benzeşmesi…
Bu kısa özetlerden sonar günümüzdeki resme bakalım.
Nufusu şiddet sarmalı içinde süreç içinde yüzde elinin üstüne varan bir azalma. Köyleri yakılmış –yıkılmış, virane olmuş askeri yasak alan edilmiş bir Dersim. Boşaltılan köyler. Üç beş çaresiz yaşlının kaldığı okulsuz, yolsuz, hizmet alamıyan köyler, köy denebilirse tabiiki. Muhtarlık statusü olmayan köyler. Kalekollar. Biteviye tahrip edilen doğa, orman yangınları, devletin her türden politikasını denediği bir labaratuvar ve kadavra olan Dersim. 12 Eylülde sunilestirme ve türkleştirme polıtikasının tutmamayışının sonucu devreye sokulan başka uygulamalar; fethocu yurtlar, aleviliğin içinin boşaltılması, baraj sularına boğarak kutsalların yokedilmesi, yeni bir tüketim kültürü, uyuşturucu bağımlılığını teşvik, rantcı eğlimleri güclendirme. Bir toplumu ayakta tuatan birleştirici tüm öğeleri tahrip etme, insansızlaştırma ve demografik yapının değişimine zemin hazırlama, yabancıların mülk alma zeminine hazırlık, bitirilen dil, degişen kültür farmasyonu, genleri ile oynanmış inanc kimligi… Saymak ile bitemaz planlı proğramli saldırılar…
Ve sonuç bitkisel hayattaki Dersim!
Bu satırları büyük acılar duyumsayarak yazdım. Niyetim yanlızca tüm Dersimlilerin bir kez daha düşünmelerine, kendilerine ve yaşanılanlara soru sormalrının kapısını aralamaktır. Bu vicdanlara yapılan bir cağrıdır aynı zamanda. Süre giden ‘38 Soykırımı’ndan daha kapsamlı, daha ince planlanmış bir nevi zamana yayılmış düşük yoğunluklu soykırımdır. Başarı ile sürdürülüyor. Zira Dersim insanı kendini var eden bütün temel özellliklerinden soyutlandırılmıştır. Bu soyutlama öyle kısa bir zaman dilimine sığdırılan bir şey degildi. Yazıyı ayrıntılara boğmamak için düşünmeyi sağlama adına kısa özetler ile yetindim.
Devletin Dersim ile işinin bitmediğini ‘38 Soykırımı sonrası yürüttügü politikalardan biliyoruz. Özelliklen 80 sonrası bir kadavra gibi üzerinde her türlü deneyi yaptığını da. Hangi birini sayalım? Köylere zorla yapılan camileri mi, toplatılan koçbaşlı mezar taşlarını mı, bombalanan ormanları, dagları, yerleşim yerlerini mi, sürgünleri mi, karneye bağlanan yiyecek alımını mı, yargızıs infazları mı, işkenceleri mi, faili mechül cinayetleri mi, toplatılıp kuran kurslarına yollanan akibetleri mechül çocukları mı, yasak mıntıkalrı mı, göçleri mi, hangi birini saymalı…
Bunca zülme karşı çıkmak adına dağların yolunu tutan yirmili yaşlardaki gencecik insanların kahpe pusularda durmaksızın katledilmesini mi?
Açık bir labaratuvar…
Dersim, çok kan kaybetti, direnme var olma direncini yitirdi. Başkalaştı, önemli ölcüde degerlerinden uzaklaştırıldı, inanç kimliğinin içi boşaltıldı, boşaltılıyor. Dilini yitiren bir lala dönüştü. Çok yönlü planlı bir kuşatmaya alınarak ölüme terkedildi. BU gidişatı farkeden Avrupadaki Dersimli aydınlar sürece müdahale ettiler. Ablukayı yenmek için Dersim festivalini gündemleştirdiler. Yüzünü kendi gerçekliğine dönerek kendileri ile yüzleşme süreci yaşadılar. Avrupa’da dernekleşerek örgütlenmeye çalıştılar. Ülkede dernek örgütlenmesinin önünü açtılar. Toplumun sözlü hafızasınıdaki tüm bilgileri kayıt altına alma yoluna gittiler. Dergiler çıkarttılar, dil ve gramer çalışması yaptılar. Bu çabalar bir çeyrek asırdır sürüyor. Arzu ettiğimiz noktada mıyız? Şüphesizki hayır. Nedenlerine bakmak lazım. Dersim tarihi seksen yıllık manipülatif yalanlar ile kirtetilmiş. BU kirletilmişlikten arınma son derece zor bir uğraşı gerektiriyordu. Bunların bir kısmı bugün aşılmış durumda. Yöntem olarak bardağın yanlızca boş ya da dolu yanına bakmamamız gerekiyor. Nesneyi olduğu gibi tarif etmek durumundayız. Bizi ileri noktalara ulaştıracak yöntem budur. Yukarıda kısmen özet olarak sıraladım çeyrek asırlık çabaların sonuçlarını. Bugün sayıları küçümsenmiyecek kendi dilinde okuyan, yaza bilen, eser üreten bir kesim var. Eksikliklerine rağmen sözlükler var, gramer var, alfabe var… Yazılı hale getirilmış meseller, Dersim türküleri, hikayeler, atasözleri, dualar vs., tarih çalışmaları, roman denemelri, şiir kitaplar gibi bir külliyat var. Belgeseller, kısa film çalışmaları, tiyatro. Her şeyden önemlisi oluşan kurumlar, dernekler, vakıflar vs..
Öteki kazanımlarımız katliam söyleminden vazgeçiş, soykırım tanımlamasında ortak konsesüs, lehçe söyleminin dilbilimsel veriler ile çökertilmesi, kendine özgü dil gerçekliğinin ve tarihsel arka perdesinin kültürel formasyonun bilince çıkarılması. Bu noktalarda ortak aklın oluşması son derece önemsenmesi gereken kazanımlardır. Dersim halk gerçekliğinde Aleviliğin temel tutkal olduğu da bilince çıkarılmıştır. Dersim’in 400 yıldır katliamlara uğramasının, ötekileştirilmesinin altındaki gerçekliğin bu kimlik olgusu olduğu daha çok bilince çıkarılmıştır. Bütün bu sonuçlara ortaklaşmaya kolay varılmamıştır. Bir dizi bilinç kirlenmeleri veriler ile açığa çıkarılarak zorlu uzun soluklu çabalr ile sağlanmıştır; bu kiymetli bir çabadır, asla küçümsenmemelidir. Her şeyden önemlisi katliamcıların bilinçli manüpülasyonu olan isyan söyleminin somut tarihsel veriler ve sözlü tarih aktarımları ile açığa çıkarılmış olmasıdır. Her ne kadar sol jargon adına birileri hala proağanda adına bunu kulanıyor olsa da esasta bu yalan deşifre edilmiştir. Bu söylemdeki israr sefil bir akıl tutulmasıdır.
Dersimliler her geçen gün daha bir yüzlerini kendi tarihine, değerlerine dönüyor, yaşadıkları ile yüzleşiyor. Ancak hala çok esksiklikler var. Soykırımı uluslararası arenda yeterince gündemleştiremediler. Bu konudaki girişimler Dersimlilerin müzdarip oldukları kişilik proplemlerinden dolayı hep akame uğradı. Daha profesyonel kurumlaşma sağlanabilmiş değil. Dersim tolumu olması gerekenden fazla politikleşmiş bir toplum, bu kulağa hoş gelse de beraberinde getirdiği bir dizi hastalık ve alışkanlıklar var. Bunlar alt başlıklar altında ele alınması gereken şeyler. Dersimliler bu konuda yüzleşmeyi başaramazlarsa bitkiesel yaşama düşmüş hastayı kurtarma şansına sahip olamazlar. Bu ağır bir vebaldir. Yeni kuşaklara aktarılamayan bir dil yok olmaktan kurtarılamaz. Bugüne kadar bu alanda yapılan çalışmalar hastanın ömrünü uzatmıştır, ama onu tamamen hayta döndürmeye yetmiyebilir. Toprak yani yurt ile bağı koparılmış bir dil gercekliği hayata tutunmaya yetmez. İnsansızlaştırma, barajlara boğarak göçertme, şiddet sarmalının devamını sağlayarak coğrafyanın tümü ile bitirilmesi eğemenlerin siyasetinin ana eksenidir. Burada her kesin bildiği bir bilgiyi hatırlatmak yeterli olsa gerek. “cözüm“ sürecinde Kürt Ulusal Hareketi güçlerini dışarı çektiğinde devlet ne istemisti? Tek başına bu örnek her şeyi anlatmıyor mu? Dünyanın en ceberrut çıplak terör siddetini savunan devletleri bile neden meşruluk zeminine ihtiyaç duyarlar? Halkları yalanlar ile mqanüpüle ederler. Dersim’de silahlı şiddeti bir yol olarak gören Dersimliler her şey bir yana bu gerçekliğe nasıl gözlerini kaparlar. Niyetlerden bağımsız olarak bunları bilince çıkarmayan her kes suça ortak olamaktan kurtulamaz, bu vebalin altında kalır.
Dersim aydınlanmasının emeklemeden ayakları üzerine dikilerek yürümeye geçmesi kaçınılamaz, ertelenemez bir zarurettir.
Bu zaruretin oluşmasında handikap Dersim’in şiddet sarmalından çıkmasının yolunun bulunamamsıdır. Şiddet sarmalı sonlanmadan Dersim’de yaşamın yeniden inşaası son derece zor, hatta imkansızdır. Şiddetin aslı faili devleti teşhir etmek ona karşı durmak bunu sağlamada Dersimlilerin seferber olamsı zor değil. Ancak şiddet sarmalının öteki müesiplerini eleştirmek bile çoğu kez mümkün olmuyor. Feveran kokuyor, ötekileştirme, itham ve bazen tehditler başını alıp gidiyor. Dersim’de sayıları bini bulan iç infazlar, ve halka yönelik şiddet gerçekliği yok sayılamaz. Toplumun dokusu altüst edilmistir. Burda sorgulanan niyetler değil objektif sonuçlardır ve buna kaynaklık eden siyaset tarzıdır.
Toplum ideolojik tahaküm ve zorla yönetilemez, yönetilse bile daha büyük sorunlara ve yıkıma sebebiyet verir. Bir tane Dersim var ve hepimize lazım. Onu yitirmek üzeresiniz bu gercekliğe ne zamana kadar gözlerinizi kapayacaksınız. Dersim’e güzelleme yapmak ile onu kurtaramazsınız. Hiç bir Dersimlinin, hiç bir aydının bu çığlığa kulağını tıkaması kabul edilemez.
Parçalanmış Dersim gerçekliğinden, DERSİM KONGRESİNE!
Parçalanmış Dersim, pek çok şeyi analatıyor. Bitirilmiş köyler, şehir ve kasabalara haps edilmış 6o bin civarindaki bir nufusu, yok edilmış tarım, hayvancılık, üretemeyen tüketime mahküm edilmiş, gelecek perspektifi olmayan bir ruh hali. Bölünmüş kişilik travmaları… Depresiv, kıskaca alınmış ateş çemberindeki akrep gibi kendini zehirlemeye yatkın psikolojik sendrom… Dünyanın her tarafında oluşmuş diaspora. İdeolojik bölünme, yönlendirilen düşün biçimi vb. değerlerinden kopuş, kendine karşı mazoşist, el kapısında kul kişiliği… Proplem olan Dersimli insanların farklı düşüncelere sahip olması değildir. Düşün tarzlarının kendi halk gerçekliğinden kopuk, kendi toplumsal değerleri ile örtüşmüyor olmasıdır. Siyasal tercihlerinden bağımsız olarak her Dersimli yok olan bir dili ve onun dolayımladığı kültürel formasyonu, başkalaştırılan inanç kimliğini ve en önemlisi insansızlastırılarak yokedilmek istenen yurt mefumunu görmezden gelme lüksüne sahi p olmamalıdır.
Dersim kongresi, bu nesnel gerçekliğin bilince çıkarılmasının bir tazahurudur. Duruma müdahale etme ihtiyacından kaynaklı bir çabadır. En başından bütün Dersimli bireylerin katılımını kendine dert ve amaç edinmiştir. En geniş temsiliyete sürekli ve ısrarla vurgu yapmıştır. Kongre, parcalanmış Dersim toplumsal hafızasını yeniden kurmayı amaçlıyor aynı zamanda. Yakın ve uzun vadeli sorunlarını güçlü bir zeminde gündemleştirerek iç ve uluslararası kamuoyu oluşturmayı amaçlıyor. Tüm birikimleri ihtisas kurumları kanalı ile ses getirici güce dönüstürmeyi amaçlar.
Kongreye çağrı metni, kapsayıcı ve esnektir. Bu metin bir nevi Dersim Kongresi’nin mutabakat sözleşşme taslağıdır. Son şekli açıktırki kongre verecektir.
Kongre, bana göre doğrudan seçim esasına göre toplanmalıdır. Kongre çağrı taslağını esasta benimsiyen her Dersimli kongreye katılma, seçme ve seçilme hakkına sahip olmalıdır. Ayda on euro gibi bir sembolik aidat yükümlülüğü eklenmelidir.
Seçilmış belediye başkanları, vekiller doğal delege olarak katılmalıdır. Türkiye’den sivil toplum örgütleri -dernekler, vakıflar vb.- delege gönderme hakkına sahip olmalılar. Avrupa’da her birey doğrudan katılmalıdır, hiç bir dernek, vakıf delege hakkına sahip olmamalıdır. Çünkü doğrudan katılım delegeliği gereksiz kılar. Amerika, Kanada, Avusturalya gibi uzak alanlardan varsa kurumlar istisna olarak delegelik sistemini kullanabilir.
Sayisal olarak 80 ile 100 kişilik bir yönetim hedeflenebilir. Kongre tanıtım konferansları zaman kaybedilmeden organize edilmelidir. Kongreyi itibarsızlaştırma çabaları boşa düşürülmelidir.
Belirlenen zamanda kongre yapılmalıdır. Sürgit erteleme doğru degildir. Ancak kongre örgütleme komitesi de işini ciddiyete almalıdır, planlı bir çalışma yapmalı, ulaşılması gerekli herkese ulaşmanın yolunu bulmalıdır. Fikre karşı çıkma argümanları yok, fakat pek çok kesim görmezden gelme tavrı ile etkisizlestirme siyaseti güdüyor çünkü.
Yazıyı sonlarken kimi serzenislerimi ifade etmek durumundayım. Vitrinde olma tavrı terkedilmelidir. Kongreyi örgütleyecek komite ağır sorumluluk altındadır, görevini layıkı ile yapmalıdır, yapamayanlar yerini başka arkadaşlara bırakmalı.