İnsanlar yaşadığı coğrafyanın kültüründen gıdasını alır, ondan beslenerek karekter kazanırlar. O kültürün doğal sıcaklığıyla ruhen gelişirler. Bu ruhi şekillenişte çekici güç, o coğrafyanın doğal kültürüdür. Tıpkı yeni doğan bir bebeğin annesinin sıcaklığı hissetmesi misali…
Sonra bu çekici sıcaklığa, gıdasını aldığı kültürel kaynağa dışarıdan aktarma, yabancı kültür ve ideolojiler müdehale ederler. Doğal gelişim sürecindeki çocuk, ona yabancı olan bu ithal kültür ve ideolojilerin hükmü altında büyür. Onun insani yanını kemiren, gıdasını aldığı kaynağı kirleten, zehirleyen, onu tepeleyen, inciten, acıtan kültür ve ideolojilerin etkisiyle kendisine yabancılaşır. Derken genç şaşar kalır ve ardından daha olumsuz sonuçlanabilecek ihtimaller…
Çünkü bebeği annesine çeken doğal sıcaklık artık buza cevrilmiştir. Ve derken hırpalamalar, incitmeler ve zehirlemeler sonrası ruhları kirlenmiş bir nesil yetişir.
Eliniz, vücudunuz kirlenince yıkar, yıkanır temizlenirsiniz. Fakat insanın ruhunun kirlenmesi bambaşka bir şey. Temizlenmesi imkansız değil, ama çok çok zor…
İşte DERSİM MECLİSİ Projesi içinde yer alan bizler bu zoru başarmayı hedeflemişiz. “Meyvesi olmayan ağaç taşlanmaz”, derler. Son zamanlarda bu iş meyve taşlamaktan öteye gitmeye ve kötü kokmaya başladı…
Genel anlamda bakıldığında, dünyada silah ve şiddet sektörünün hükmü sürüyor. Dersim fotoğrafı da maalesef bu genel gerçekliğin küçük bir karesi. Silahlı güçlerin adaleti, hakkı-hukuku belindeki kütüklükte asılı, sıra sıra şarjüre dizili..
İnsanın yaşam hakkı namluya sürülü bir mermi, eller tetikte, silahların gölgesinde. İnsansız savaş araçlarıyla havadan tek tek sayıları, yerleri belirlenebilir bir imha tekniği karşısında, savunmasız zavallı insanlar ihbarcı yapılıp katlediliyor. Ve bazı “akıllılarımız” da genel olarak insanların katledilmesine karşı çıkacağına, “ihbarcılığı kanıtlanmamış”la başlayan ifadelerle, “ihbarcılığı kanıtlanmış”ların katli vermanına okey vermiş oluyorlar.
Evet, bir yanda savaş-şiddet-kin ve kanla beslenen devlet, karşısında ise silaha silah, şddete şiddet mantığı. Sektör işliyor. Savaştan, kandan, kaostan beslenen devlet, karşısındaki silahlı güçlerin varlığına sebeb olmasının yanı sıra bu durumdan yararlanıyor. Onunla çatışacak ortam yaratıyor. Uzun vadeli hedeflerine varıncaya kadar da onların varlığını bir lütuf olarak kabul ediyor, fırsata dönüştürüyor ve adım adım hedefine ilerliyor.
İşte tam da bu noktada, Dersim yakılıp yıkılıyor, siz de birlikte yanacaksınız, yangın yerini terkedin, canınızı kurtarın; devletin Dersim’i insansızlaştırma hedefine karşı verdiğimiz mücadelede işimizi kolaylaştırmış olursunuz diyoruz, “devletin ağzıyla konuşuyorsunuz” deniliyor.
Silahlı hukusuzluğunuz, ölümlü yargılamalarınız Dersim coğrafyasına yabancı, pis kokuyor diyoruz, Şahan Ağa, Qopo vb. olayları örnek göstererek Dersim kültürüne nasıl yabacılaştıklarını ele vermiş oluyorlar.
Bazı dosların “buna deymez” şeklinde uyarılarına rağmen Ali olduğu da, Haydar olduğu da, Munzur olduğu da bir muama isim altında sarfedilenlere kısaca değinmeden geçemiyorum. Bu muamma isim, “devletin payandası”, “eski Dersimli devrimci renksiz bir grup”, “geçmişin günahkarları”, “karıştırıcı-kışkırtıcı”, “elleri devrimci ve yoldaşlarının kanına bulaşmış günahkarlar” gibi suçlamalardan sonra, “siz ortalığı bulandıran ‘elitler’ bilin ve unutmayın, …devlet ağzıyla konuşarak, yazarak yarattığınız güvensizliğin hesabını halkımıza vereceksiniz” diye kükremiş ve yazısını tehditle noktalamış.
“Eski devrimci” tanımına takıldım. Bu yaygın bir tanım. Eski, eskimiş olandır. Yani demode. Eskiyi muhafaza eden muhafazakar, yani eskiyi savunan, kalıpçı, şabloncu… Yeniyi, gelişimi, değişimi ve moderiniteyi, çağa uyanını tercih ise eskinin karşıtı. Bu çok net anlaşılır bir şey.
Fakat burdaki ölçü başka. Eskimemenin ölçütü olarak tarikat bağlılığıyla bağlanmış olduğun örgütten ayrı düşmemektir. Örgütle yollarını ayırmışsan yandın. “Bitmiş-tükenmiş”sin. Eskimişsin. Ölmüşsen “kahraman-şehit”, kazara sağ kurtulmuş örgütten uzaklaşmışsan “korkaksın”. İşkencelerde ağzını tutmuş kimsenin canını yakmamışsan da farketmez. Yazdığın, söylediğin her şeyin karşılığı hazır: “Devletin ağzıyla konuşuyorsun.”
Örgüt adına yazılan bildirilerin, yazıların içeriğini ve özellikle sonuçta yazılı “ölülerimizle kazanacağız” sıloganlarını hatırlayın. “Ölüm hoş gelmiş sefa gelmiş”, “ölümüne kavga”, “uğruna ölüm” şiir dizeleri ve ölümü kutsayan ajitasyonlar… Peki bu mentalitenin “allah şehtliği herkese nasip etsin inşallah” kör inanış ifade tarzından özde ne farkı var?
Şiddeti, silahı-savaşı redediyor, çağdaş hukuku savunuyoruz. İnsana, doğamıza, doğadaki her canlıya değer veriyoruz. Dersim coğrafyasının zerreweşiye kültürünün, itikatının kirletilip zehirlenmesine karşı çıkıyoruz. Yok edilmek istenen, yok sayılan Kırmanc/ Zaza dilimizin tekrar yaşama kazandırılmasını istiyoruz. Dörtyüz sayfalık kongre belgelerinizde adını bile anmadığınız Dersim’in yakılıp yıkılmasına engel olmaya çalışıyoruz. Dersim’de şiddet ve ölüm hukuksuzluğuyla yaratılan korku çemberini kırmaya çalışıyoruz. Bunlar “sol silahlı güçlere karşı Dersim halkını kışkırtmak” mı oluyor?
Tek silahımız aklımız, fikrimiz, düşüncemiz. Gücümüz ise haklılığımızdan geliyor. Ne istediğimiz ve kim olduğumuz da açık ve net. Bunu çok önemsiyoruz. Geçmişinin hata ve sevaplarının farkında olan, onlardan öğrenen, dersler çıkaran, bilimi-bilgiyi kendine kılavuz edinmiş, bilgisi-birikimi olan, tabir caizse feleğin çemberinden geçmiş devrimci insanlarız. Bunu içindir ki, bizi, “Dersim halkını devrimcilere karşı kışkırtan renksiz ve telden tele oynayan” lar olarak itham edenlerin panikatak kaygılarını anlıyoruz.
Dersimli çok insanımız, yazarlarımız, aydınlarımız, edebiyatçı ve sanatçılarımız geçmişten bu yana hep tehdit edile gelmişlerdir. Değerli dostumuz Haydar Karataş, Dersim coğrafyasının gerçeklerini yazar-edebiyatçı sorumluluğuyla dile getiriyor. Sana uymuyor diye olmayan aklını sürüyorsun namluya, zehir zembelek tehditler… Hüseyin Dedesoy Apo’dan aktarma yapıyor, ne diyorsunuz diye gölgesini yitirmiş sol’a soruyor, hemen harekete geçiyor sanal alanın tetikçileri. Düşünme yetisine sahip olsalar, aktarılan şeyin Dedesoy’a deği de Öcalan’a ait olduğunu anlayacak hiddetlenmeyecekler.
Biz Dersimli edebiyatçılarımıza, yazarlarımıza, sanatçılarımıza ve tüm canlarımıza sahip çıkıyoruz. İki ayağı üzerine durma evrimini başarmış, fakat insan olmaya aday aşamasına bile gelememiş unsurların kuru tehditleri bizi bildiğimiz doğru yoldan alıkoyamaz.
Biz, bütün dikkatimizi, enerjimizi Dersim’in üstüne çökmüş siyasi-ideolojik sisin dağıtılmasına, Dersim’i nefes alamaz hale sokan orman yakmalarına, derelerimiz ve akarsularımızın kurutulması ile barajları engellemeye odaklamış durumdayız. Kimseyle atışıp zaman kaybetme niyetimiz ve lüksümüz yok.
Şu sis bi dağılmaya dursun, Dersimli, gökyüzünde yıldızları, maviyi görecektir umuduyla…
01 Ekim 2017
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devlet, özel yasalarla uyguladığı şiddet, ’38 Soykırımı, 12 Eylül ‘80 darbesi, 1994 köy yakma ve boşaltılmaları ile kalmamış, barajlar vb. çalışmalarla doğasını da tahrip etmiş, her tür baskı ve zorbalığa başvurarak Dersimlileri yerinden, yurdundan çıkarmaya zorlamıştır. Devlet, göç ettirilen Dersimlilerin tekrar o kutsal topraklara dönmesini ve o topraklarda barınmasını engellemek, Dersim’i insansızlaştırmak için her yolu fütursuzca denemiş ve denemektedir.
Raa Heq İnancı gereği karıncayı dahi incitmeyen, tabiatla barışık yaşamasını bilen, ağır bir suç işlenmesi halinde dahi kişiye “düşkünlük” cezasını uygulayan, cana kıymanın günah olduğunu kabul eden bu toplumda Veli Sarısaltık, Erkan Doğan, Necmettin Yılmaz ve Rıza Örük vakalarında olduğu gibi örgütlerce yapılan infazlar da Dersim’i yaşanılır kılmaktan uzaklaştırıyor.
Dersim’de demografik yapı değişiyor. Dersim’i yaşanır kılmanın yolu Dersim’de hatrı sayılır bir nufüsun barınmasından geçer. Bu da ancak Dersimliler’in kendi aralarında barışık olmaları, farklılıklarına rağmen birbirlerini kabullenmeleri, şiddetten uzak durmalarıyla mümkündür.
En kutsal değer yaşam hakkıdır. Bir insanın hayatına son vermek insanlık suçudur. Gerekçesi ne olursa olsun sivil bir insanın bu şekilde öldürülmesi kabul edilemez. Daha önceki benzer olaylarda hayatına son verip sonra “özür” dileyip hata olduğunu belirtmek de kabul edilir bir davranış değildir. Dersim’in son yüzyıllık tarihinde aşiretlerarası kavgalardaki ölümler dışında bir toplumsal mekanizma kararı ile verilen “ölüm cezası” yoktur. Tecrit ve yanlız bırakılma cezası, özelliği gereği en ağır cezadır. Son otuz yılda Dersim’de bir çok insan haksız olarak “ölümle” cezalandırıldı. Ortada adil olması bir yana, bir yargılama bile sözkonusu olmamıştır. Bu tür eylemleri şidetle kınıyoruz.
Daha önce de belirttiğimiz gibi içinde bulunduğumuz konjonktürde şiddetin her türlüsü, varlık yokluk meselesi ile cebelleşen, Dersim ve Dersimliler’in zararınadır. Dersim toplumu, kendisini kuşatan şiddet/savaş sarmalında boğulup yok edilme tehlikesi ile yüz yüzedir. Toplumuzun daha fazla şiddet ve savaş ortamını kaldırabilecek mecali kalmamıştır.
Dersimlilerin veya gençlerimizin daha fazla ölmesini istemiyoruz. İnsanın yaşam hakkı kutsaldır, ona dokunulamaz. Dersim’de yargısız-savunmasız şekilde sivillerin katledilmesini insani ve vicdani bulmuyor, tüm bu şiddet olaylarının özellikle de o kutsal topraklarımızda artık son bulmasını bekliyoruz.
Bu nedenle silahlanmaya, şiddetin örgütlenmesine hayır diyor, başta Dersim ve bölgemiz olmak üzere çeşitli coğrafyalarda sürdürülen savaşların son bulmasını istiyoruz.
26.09.2017
Dersim Meclisi – Avrupa