Arkadaşlar hepinize merhabalar. Benden önce konuşan arkadaşlar önemli bazı noktalara vurgular yaptılar ve ōnemli bilgiler verdiler, Yeni anekdotlar düştüler bu ilk gōrüșmemize.
Yada şöyle söylemek gerekir. Bu çok geç kalmış bir ilișki durumu, bizler soykırıma uğramıș halklar için bu Plattform olușmalıydı ve aynı Coğrafyada ki aynı acılar yașamıș halklar için, geç kalmış bir adımdır.
Nedenleri belki de, benim fikrimdir, bir boyutu ile herkes kendi acısıyla, kendi yaşadıklarıyla baş başa kalmış bir tür “içe kapanma hali” diyeceğimiz, bu durum aslında biz Dersimliler içinde geçerli bir psiko-sosyal durumdur, Yașanan acının büyüklüğü ve yıkıcılığı ile ilișkilendirmek de mümkündür, bu durumu.
Bir daralma yaşamışız, bu büyük felaketin, bu büyük yıkımına sonuçlarına bağlı olarak. Hepimizi aslında sosyo-psikolojik boyutuyla ciddi bir Travma ya, “iç çōküntü hali”ve bizi daralmaya soktuğunu gerçeği ile karșı karșıya olduğumuzu bilmeliyiz.
Çünkü çok büyük bir acıdır soykırım, kușaklar boyu sosyal, kültürel ve biyolojik aktarımları olan, süreklilik içeren bir insani fenomendir soykırım ve acısı normal bir acı da değildir. Bu acıdan nasıl kurtulur insan?… Bilinmiyor.
Başka bir tanım alanına ve yeni teorik sonuçlara ihtiyaç var ki, boyutları bugün ki hali ile veya bu alan ile ilgili bilimsel çalıșmaların sonuçlandırılmadığı, soykırımın yüzyıllarca etkisini sürdüreceği bir çok gri alan henüz açıklığa kavușmamıștır.
O yüzden bu adım önemli bir adım, karșılaștırmalı bir metod ile yeni șeyler ortaya da çıkabilir. Bilimsel alanda ki tartıșmaların da bize katkıları kesinlikle olacaktır. Bu ilișkiyi sürekli hale getirmek ileriye götürmek noktasında, diğer arkadaşların temennisini bende tekrarlayarak, aynı fikirde olduğumu söylemeliyim.
Bu birinci nokta.
Birbirimizi tanıma ve konușmalardan çıkardığı sonuçlar, bazı arkadașlarım konușmalarından çıkardığı sonuç birbirimizi çok da tanımıyoruz. Birbirimizin acılarını bilmiyoruz ve birbirimizin yaşadıklarını, çektiklerini bilmiyoruz.
Zannediyoruz ki bizim acımız, en büyük acı olduğunu düșünerek ve onunla birlikte yaşıyoruz. Şimdi buradan girmişken, Erdal arkadaş dört büyük soykırım dedi. Aslında beş büyük soykırım yașandı bizim coğrafıyada. Bakınız, ne büyük bir hüzündür ki Ezidileri unuttu, Oysa tarihin en büyük alçaklığıdır, bir halka yapılmıș olan…
Belki Coşkun tamamladı. Biz bu çalışmaya başladığımızda bir şeyi anladım ki, Bu konularda ne kadar yüzeysel bilgi sahibi olduğumuzu da gōrdüm.
Ezidilerin yașadıklarının çok farklı bir dram olduğunu ōğrendim, şu anlamda bizim hepimizin yaşadıklarından daha büyük bir acı yaşıyorlar. Daha fazla bir acı yaşıyorlar. Bunu șu anekdot ile aktarayım. Bir Ezidi olan Prof. Dr İlhan Kızılhan bu tartışmaya katılacaktı. Fakat, Duhok’ta bir travma merkezi kuruyorlar şu anda. Birleşmiş Milletlerin ve uluslararası insan hakları örgütlerinin, desteklediği bir travma merkezi kuruyorlar. Kendiside șu anda orada, ve çok yoğun bir çalışma içerisinde olduğunu ve bugünde Birleşmiş Milletlerden gelen bir heyetle toplantı ve akşam yemeğinde olduğunu, katılamayacağını söyledi. Bu konferansa katılsaydı, çok daha ōnemli bilgiler verme olanağı olurdu.
Şimdi şöyle bakmanızı isterim. Onlarda yaklaşık beș bin kadın
İşid tarafından kaçırılıp, satılmış yada tecavüz edilmiş, bir kısmı da kayıp ve bu kadınlardan doğan yaklaşık 4500 çocuk var. Şöyle düşünün ki bu çocuklar Ezidi kültürüne ve inaçlarına gōre Ezidi kabul edimiyorlar…Ayrıca kadınlar da Ezidi olmayan biri ile birlikte oldukları için ailesi ve Ezidi toplumu tarafından dıșlanmaktadırlar. Öyle büyük bir travmatik durum ki, kadınları kaçırılmış, çocuklar doğmuş, kadınlar ve çocukların yașadığı bu büyük trajediden bașka daha korkunç ne olabilir? toplum korkunç bir yıkım yașamakdadır. Yani hepimizin yaşadığı büyük acılar var. Buradan Dersime dönmek istiyorum… Dersim soykırımı geç fark edilen, biz Dersimliler tarafından da geç anlaşılan, geç gündeme gelen yada geç gündeme getirdigimiz bir soykırımdır.
Son yirmi yılın tarih okuması ve bu eksenideki tartışmalarının sonucunda ve 37-38 de gerçekten neler oldu sorusuna verilen cevapların bir sonucu olarak, bunun bir soykırım olduğunu anladık ve halen de anlamayanlara anlatmaya çalıșan bir toplumuz… Bu gecikmenin iki nedeni vardır. Birinci neden, monieple edilmiș bir tarihi yazılımı vardı. Bu tarih yazılımını eleștirel bir süzgeçten geçirmeden okuyarak aslında hepimizin düşünsel dünyasını birbütün olarak domine eden, zehirleyen hatta felç eden bir rol oynadı, toplumsal aydınlanmamızı geciktirdi… bu tarih yazılımında ki kurgu irrealdi gerçeklerle bir ilișkiși de yoktur, Dersimde bir isyan olduğunu ve bir kürt devleti kurma girișiminin sonuçlarının yarattığı bir durumdan kaynaklandığını vs. böylesine sofistike hazırlanmış bir tarih kurgusu olușturulmuștu.
Baytar Nuri Dersimi’nin yazdığı bir tarihti. İkinci bir boyutuda bizim soykırımı yaşayan annelerimiz, babalarımız, dedelerimiz bizi bu işe hiç bulaştırmak istemiyorlardı. Biz 37-38 neler olduğuna dair sorularımıza, her defasında o konuyu bir șekilde kapatıyorlardı ve öğrenmemizi istemiyorlardı. En fazla bize şu öğütü yapıyorlardı. “Alevi kimliğinizi saklayın ve kendinizi koruyun bir yere gidince” șeklin de ki telkinlerde bulunuyorlardı. Yani kendinizi saklayın, bir şekilde, koruyun kendinizi. Bu bir șekli ile soykırım yașıyan toplumların hayat da kalmanın bir yolu olarak geliștirdikleri strateji…
Biz’deki gerçek bir aydınlanma, Avrupa ya gelen politik göçle birlikte, kimlik, dil, tarih, sosyoloji ve etnisite tartışmalarıyla beraber, ‘biz 37-38 de neyi yaşadık’ sorusuyla bu konu gündemimiz haline geldi.
Ne oldu? sorusuyla başlayan bir şey bu. Bu süreçte aynı zamanda “soykırım” kavramını tanıdık. Hatta bu kavramı așan bazı fazla yanlarını da gōrdük. Yani bugün Lemkin’in, tanımladığından fazlası olan bir soykırım, Raphael Lemkin’in tanımında bir etnik-kimlik tanımı var, aynı zamanda bir kabile yada bir aşiret için ölüm kararı çıkarıldığına dair bir
tanım yok. Mesela benim ailemde soykırıma uğrayanlardan, toplu bir yok etme var.
Fakat, Demenanların erkeklerinin hepsinin öldürülmesi ve her öldürülen erkek için ödül konulması, para ōdülü karşılığı her erkeğin öldürülmesi kararıda var. Yani fazlası dediğim kısmı bu. Bazı insanlar kadınları öldürüp, saçlarını kesip erkek diye ödül alıyorlarmış. Böyle vahși durumlar da var Dersim Soykırımın da. Çok açık bir soykırım. Yani bütçesi devlet tarafından hazırlanmış, devlet hazinesinden bütçeye para aktarılmış bu soykırım için, süvari birliklerinin atların ne kadar yem yiyeceği bile hesaplanan bir soykırımdır. Kimin nereye sürgün edilecegine dair yol planları yapılmıș. Dersim 37-38, bütün boyutları ile planlanmıș, bir toplumu yok etmek için uygulanmıș İnsanlığa karșı bir suçdur.
Bunları burada söylerken iki konuşmacı arkadaşım, Hosvep ve galiba birde Tamer arkadaşlar, Kürt kimligi vurgusunu sık sık yaptılar, Dersim için. Bu sōylemlerde şu anlașılıyor ki, Dersimlilerin etno-kimlik tartıșmalarından çok haberdar olmadıklarını söylemeliyim. Bu da birbirimizi gerçekten tanımıyoruz, sonucuna beni gōtürdü tekrardan. Dersimlilerin, Kürt kimliğine karşı bir itirazı var. Ve çok ciddi ve güçlü bir itirazdır. Bunun bir çok nedeni ve bir çok siyasal, sosyal ve sosyolojik parametresi var. Tarihsel boyutu var, dil boyutu var, inanç boyutu var, konu bu olmadığı için, detay yapmayı da doğru bulmuyorum. Bizim de için de olduğumuz, Dersim Kongresi diye bir süreç var. Bu Kongre sözleşmesin de Kürt kavramı hiçbir yerde geçmiyor. O yüzden Dersim Kürt resmi tarih gözüyle, ezber ve ōğretilmiș hali ile Kürt soykırımı, Kürt İsyanı gibi değerlendirmek, bir yanlıștır, nesnel hiç değil.
Hüseyin Çelik adlı hukukçu arkadaşımızın söylediği gibi tarihsel okumalar, tarihsel yanılgılar ve tarihsel ezberlerin yarattığı tahrifatlar, bizim sağlıklı ve sonuç alıcı yol almamız ōnünde ki en büyük engellerdir. Mesela ben şöyle desem yada şöyle öğrendiğimiz hali ile ‘Karadenizin hepsi lazdır’.
Tamer arkadaşım, hemen itiraz edecektir. Aynı şey Dersimliler içinde geçerlidir. Aynı șey, Dersim tarihi içinde geçerli. 500 yıl boyunca bu coğrafyada, kendini koruyan, barbarlığa direnen, kendi kimliğiyle yașayan bir toplum olarak var olmuș. Birinci meclis’te de
Dersim milletvekilleri olarak varlar. Ve bir tarafta da Kürdistan milletvekilleri var. Ayrıca bu günkü konumuz olan soykırımlar da Kürtlerin yaptıklarını da doğru konușmalıyız, Suryanileri kesen “Seyfo” (Kılıç) kimin elindeki kılıçtır? Bedirxanların yaptıklarını açık bir șekilde konușmalıyız. Tarihde ki Ezidi katliamlarının çoğunu kim yaptı? Hamidiye Alayları kimlerdi ve Ermeni Soykırımında yaptıkları da biliniyor.
Kısacası bu tarihin biz Dersimliler ile bir ilișkisi yoktur, bu șuçların da ortağı hiç degiliz. Ortak tarihi olmayan farklı halklardan sōz ediyoruz. Dersim kimligi bu tarihsel arkaplan nedeni ile bir kimliktir. Kendi kimliğine bağlılığını sürdüren kadim bir coğrafya. Yine arkadaşım Hüseyin Sevinç, birkaç rapordan alıntılar yaptı. Bu raporlar gösteriyor ki bu coğrafyanın kendine özgü, kendi kimliği, kendi duruşu, kendi yaşam tarzı, kendine ait bir otonomisi, kendi hukuku olmuștur. Bugün kü siyasal bilim de ki karșılığı olarak söylersek, tanımlayabileceğimiz bir “otonom bölge” oluşturduğunu görebiliriz.
Bilmiyorum zamanımı aştım mı? Birkaç şey daha söyleylemek isterim. Hiçbir soykırım kendi kendine başlamaz, onun yapılması için de devletler psikolojik, kültürel boyutunu ōnceden hazırlarlar. Soykırımı yapanlar uygulayacağı toplumu bu soykırımın meșruluğuna da hazırlarlar. Kafa yorduğum meselelerden bir tanesi de, soykırım teorisini-fikrinin ittihat terakkiciler mi ilk böyle bir şeyi düşündükleri, yani bir toplumu komple ortadan kaldırmak gibi böyle korkunç ve dehșet fikrin üretimi ittihat terakkinin eserimidir? Yoksa Almanların empoze ettiği bir fikir mi? Bu konuda aslında bilgisizim. Ama maalesef ki coğrafyamızda bu fikrin devamcıları bugün halen iktidardalar. Halen bu fikri savunan fașizan bir sistemle karşı karşıyayız. Bu soykırımlar hepsi bir psikolojik, kültürel arkaplan üzerine inșaa edildiklerini gōrüyoruz. Bugün de bu șekli ile devam etmektedir. Hüseyin Sevinç arkadaşın, söylediği gibi Dersimlileri insan göremeyen, vahși, barbar ve kesinlikle öldürülmesi gerektiğinde bir sorun olmayacak varlıklar olarak gören ve propaganda eden, bu diğer etnik gruplar, diğer inanç grupları içinde geçerli bir yōntem olarak yapılmıș.
Ermeniler, Ezidiler, Asuriler içinde aynı kavramlar kullanılmıştır, hala da söylenmektedir.
Soykırımı sadece bir toplumun fiziki olarak yok etme üzerinden inșaa eden çok kaba bir bakış açısı var genel anlamda. Oysa ki, Soykırıma uğrayan toplumlar ve kimlikler darbeli kimliklerdir. Şiddet gören kimliklerdir ve travmalı kimliklerdir. O yüzden iç bütünlüklerini olușturması, ortak refleks göstermeleri, ortak davranış göstermeleri çok zordur, nedeni ise bütűn toplumsal gelișim dinamikleri kırılmıștır. Uğradıkları şiddet öyle ağır, öyle yıkıcıdır ki birbirine karşı şiddet kullanmaya çok açık bir duruma gelebilirler, “șiddettin içe dōnme” hali durumu bir sosyal fenomen degil, realite olarak da karșımıza çıkabilir. Dersimlilerde bugün yaşanan da birazda böyle bir durum, bunun üzerinden biraz da bakmak gerekir diye düșünüyorum.
Aslında Ezidiler ile benzer bir kaderi paylaşıyoruz, ve aynı siyasal girdabın yaratığı kaos da boğuluyoruz. Ezidiler bir yandan uğradıkları katliamı, Soykırımı Ezidi Soykırımı olarak tanımlamak istiyorlar. Doğru olan da bu degil mi? Ama Kürt hareketi ile politik iliskiden kaynaklı bir kesim de kürt katliamı olarak tanımlamak istiyor. Dersimlilerdede aynı durum, çok açık sōylemeliyim ki, burdan hiç bir şey de çıkmaz kesinlikle…
Bu aslında birbirinin önünü kesen, bazen doğru yol yürümesini bile engelleyen bir durumdur. Bir örnek vereyim. Dersim Kongresi Meclisi olarak bizim bir çalışmamız vardı. Dersimde kullanılan kimyasal silahlarla ilgili. Birkaç belgede elde ettik. Ama bu çalışmamızı duyan bu çevreler bu şekilde alman parlamentosuna taşıdı. Toplumların acılarını Politik rant alanı olarak görmenin bir refksinden hareketle. Alman parlamentosuna, Kürt soykırımı, diye bir önerge verdiler. İnanırmısınız, parlamento kayıtlarına Dersim soykırımı değil, Dersim İsyanı diye geçti. Bu durum neye maloldu biliyormusunuz. Bizim çalışmamızı engelleyen, onu bloke eden, hatta bazı belgelere ulaşmamızı engelleyen bir duruma geldi. Bu, durumu kısmen bu gün Süryanilerde yaşıyor. Ezidiler çok daha yakıcı helde yaşıyorlar şimdi.
Dersimliler bu durum ile şu an cebelleşiyorlar, enerjisini boș yere tüketmek böyle bir șey. Yani bir yandan kürt kimliği dayatması, bir yandan bağımsız dersim kimliğinin üzerinden şekillenen tarihi okuması, geçmiş sorgulaması ve gelecek perspektifi konusunda ciddi problemler yaşıyoruz.
Uzattımsa burda bitirebilirim, bir kaç cümle daha söyleyelim zaman var ise.
Önerilerim; Aslında arkadaşlar ōneriler yaptılar, tekrarlamak da istemiyorum.
Birincisi şöyle yapsak çok iyi olur. Bir kere birbirimizi tanıma konusunda bir zemin oluşturalım, birbirimizi anlamaya çalışalım.
Birbirimizin acılarından öteye birbirimizin tarihsel sürecleri konusunda aydınlatalım, yaşadıklarını ve gelecek perspektifi konusunda birlikte neler yapabiliriz. Bölgemizde çok açıktır ki, bir çatışma alanı ve savaş bölgesel niteliktedir. Bu süreç hepimiz için büyük riskler, felaketler taşıyor. Çok büyük bir buhranın kapısındayız, hatta toplum olarak yok olmamıza da sebep olabilir. Bundan dolayı hem uluslararası
boyutta, hem yerel ölçekte bir konsensüs politikası, bir gelecek perspektifine hepimizin ihtiyacı var, bunu oluşturabiliriz. Bu birinci olabilir. İkincisi bu soykırımlar konusunda Erdal arkadaşın söylediği gibi bazı girişimlerde bulunabiliriz. Yani bu bazı hukuksal otoriteleri zorlayan süreçleri gündeme getirebiliriz. Bence bu anlamlı diyaloğu sürdürelim. Bu çalışmayı sistemli hale getirmek için öneriler yapalım. Sadece bunları söyleyebilirim.
Bir şey daha, birkaç, cümle daha kurayım. Hüseyin Sevinç bilir. 20 yıl önce 2000 yılı olmalıydı bir araya gelmiștik ve 20 kişiydik. 4 Mayıs tarihini Dersim Soykırımı günü olarak karar almıştık. Düşünün ki 20 yıl önce 20 kişi bu toplumun soykırıma uğradığına inaniyordu. Ve bu bir bakanlar kurulu kararı olan ve altında Atatürk imzası olan. Öyle bir sorun ile karşı karşıyayız ki birimizin katili, birimiz için idol olabiliyor. Bunu neden söylüyorum. dersimlilerin içerisinde de çok ciddi bir sorun ama son yirmi yıldır bu çalışmalarla beraber epey aşıldı. Düşünün. Bize soykırım yapan biri. Ama başka etnik bir grup için idol olabiliyor. Bunu sosyal medyada ki profil analizlerinden anlamak mümkündür. Kaos ve yıkım en çok da bilginin kirletilmiș hali ile bizi vuruyor. Hepinize teşekkür ediyorum, dinledigimiz için .
Saygılar sunuyorum.