Dersım mi, Dersim mi, Dêsım mi?[1]
’93 harbinde Osmanlı’nın bölgeden sorumlu Erzurum valisi, Dêsım aşiretlerine elçi yollar ve kendilerini bu zorlu şavaşta desteklemelerini rica eder.
Dêsım aşiretleri kendilerine şu cevabı veriler:
“Bu ara çok yoğunuz, tam iş-güç zamanı, biz gelemiyoruz. Arzu ederseniz payımıza düşen düşmanları buraya yollayın, biz burda onların hakkından gelelim.”
Anektodtan da anlaşılacağı gibi Dêsımliler yaşam tarzıyla farklı insanlar. Hiç bir zaman bir yerleri istila etme, devlet olma amacı gütmemiş, kendi halinden menun, özgürlüğüne düşkün olduklarından dolayı otonom bir coğrafyada yaşamayı tercih etmiş, mücadelesini vermiş ve bedelini fazlasıyla ödemişlerdir. Çevresindekiler ise hep Dêsım’i işgal etmek, yok etmek için çabalamışlardır. Bunu sadece fiziki olarak icra etme gayreti içinde kalmamış, aksine teorik alt yapısını oluşturma çabasına da yönelmişler. Bu durum özellikle de coğrafyanın adlandırılması babında hala güncelliğini korumaktadır.
Başlıkta belirtiğim adlandırmalarla ilgili aktaracaklarım ilk etapta kelime oyunu gibi algılansa da öyle değil. Asıl can alıcı nokta da burası. Çünkü her kesim illeri sürdüğü tezini bunun üzerine inşaa ediyor.
Dersım mi, Dersim mi?
Ne Dersım, ne de Dersim. Kelimenin Zazaca orjinal telafuz biçimi Dêsım‘dır. Yaşlılarımız ziyaretler ülkesini hala böyle telafuz etmektedirler.
Orjinal telafuz biçimi Dêsım olmasına rağmen Dersım veya Dersim’de ısrar neden?
Ayrıntılara geçmeden yanlışlığın asıl kaynağının ne olduğuna bakalım.
Bu değişimin nedenini sayın Mehmet Yıldırım[2], “Desim Nasıl Dersim Oldu?” başlığı altında Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ne dayanarak şöyle ifade etmektedir.
“Der-sim” adındaki “r” harfinin, 1847-48 yıllarında Sancak kurulduğunda katiplerin yanlış okuması ve yazması sonucu (Arapça harflerdeki “vav” ile “dal” harfinin ve “dal” ile “r” harfinin benzemesi sonucu) Desim’e eklendiği görülmektedir. (…) O günden itibaren resmiyette DeRsim kullanılırken, halk arasında DeSim kullanılagelmiştir.”
Dêsım “Dersım“dır diyenler Dêsım’i Kürdistan’ın yaylası olarak görüp adın iki kelimeden, yani “Der” ve “sım”den oluştuğunu iddia edenlerdir. Ve bunlar Baytar Nuri’nin illeri sürdüğü teze sahip çıkarlar.
Bunlara göre “Der” Kürtçe’de “kapı”, “sım” ise gümüş anlamına gelmektedir. Dolayısıyla “Dersım” de “gümüş kapı” demektir.
Dêsım’e “Dersim” diyenlerden bir kesim büyük Ermenistan emelini taşıyanlardır.
Onlara göre de Dêsım adı iki kelimeden oluşmakta ve bilge bir Ermeni keşiş olan “Der Simon”dan türetilmiştir.
Dêsım “Dersim”dir diyenlerin ikinci kesimi ise tarihi Dêsım coğrafyasını günümüz “Tunceli“sine indirgeyenlerdir. Yine “Gümüş Kapı” babında madenle bağdaştırılmış bir isim. Fakat bu ismin arka planını zülmün sembolü olan Türk’ün tunç-eli oluşturmaktadır.
Dêsım’in kamilleri söyleneni doğru bulmadıklarında “Xêyr efendım xêyr!” derlerdi.
Biz de öyle diyoruz,
“Xêyr efendım xêyr!”
Çünkü bu söylemlerin tümü Dêsım’de meskün halka rağmen, onların telafuz ve adlandırmaları dikkate alınmandan üretilen yakıştırma ve teorilerdir.
Dêsım’de konuşulan Zazaca (Kırmancki) ve Kırdaşki’de kelimenin ortak telafuz şekli günümüze kadar da DÊSIM’dir.
Dêsım,
- kimliğiyle, inançlarıyla, farklı halk ve dilleri buluşturan coğrafyasıyla özgündür.
- Ne Kürdistan’ın yaylasıdır, ne de Büyük Ermenistan’ın bir parçasıdır.
- Anadolu ile Mezopotamya arasında yer alan otonom bir coğrafyadır.
- Dêsım, Kırmanc-Zazalar’ın, Khurmanci ve Türkçe konuşan Alevi Désımliler ile komşuları Dêsımli Ermeniler’in yurdudur.
Tunceli adı 1935’te çıkarılan “Tunceli Kanunu” ile günümüzde Tunceli-Merkez olarak bilinen Mamekiye Köyü’ne verilen addır.
Devletin dahi inkar edemediği bu soykırım amaçlı kanunu temel alarak “Dersim” adının Tunceli adı olduğunu idda etmek veya “Dersim” adını Tunceli’ye ad olarak geri istemek onların çirkin amaçlarına alet olmaktır.
6 Haziran 1936 tarihinde 4. Umum Müfetişliği dahi “Dersim Bölgesi”nin Tunceli, Elazığ ve Bingöl’ü kapsadığını belirtmektedir.
Osmanlı’dan bu yana devletin Dêsım’e bakış açısı o kutsal toprakları yok etme amaçlıdır. Tüm uygulamalar da bu doğrultudadır. Barajlar ve orman yakımları bunun bariz göstergeleridir.
Çok etnili, çok dilli, çok inançlı evrensel bir duruş ve yaşam tarzına sahip olan Dêsım, tek ulus, tek dil, tek din yaratma ülküsüne sahip olan Mustafa Kemal ve avanesinin de belirttiği gibi “kökünden kazılması gereken bir çıbandır”.
Bu nedenle o tarihi coğrafya defalarca ve nihayetinde 1937-38’de ki soykırımla günümüz Tunceli’sine indirgenmiştir.
Dêsım Kürt teorisyenlerinin iddia ettikleri gibi “Der-sım“ değildir.
Çünkü Dêsım’in dominant dili Zazaca’dır. Bu dilde de “der” kapı değil, “sım” gümüş değil. Zazaca’da “Çever” kapı, “şêm” gümüş anlamındadır; “sım” ise “sımé here, sımé astor u maine” örneklerinde olduğu gibi tek tırnaklı hayvanların toynağının adıdır.
Öyle, yani “Gümüş Kapı“ olmuş olsaydı “Çêvero Şêm”, ya da “Çêvero Şêmın” olarak söylenmesi gerekirdi.
Türk Tarih Kurumu’nun eski başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun “Dersimliler Ermeniler’in ardıllarıdır” iddiasına hizmet edecek olan Dêsım adı DER SİMON’dan[3] gelmedir iddiası da kendini yalanlayan bir iddiadan ibarettir.
Rivayete göre,
Celali saldırılarına karşı kendilerini korumak amacıyla dağ köylerinin Ermeniler’i, bilge keşişleri DER SİMON ‘un (Ter Simon) mevcut sıkıntılardan kurtulmak için, din değiştirme önerisini kabul eder ve Alevi olurlar.
Der Simon da adını Seyit Ali olarak değiştirir ve Alevi din adamlığı yapmaya devam eder. Kureyşanların Pir’inin az zaman sonra rahmetli olmasının ardından da Kureşanlar ocağının piri olur. Kısa süre sonra ise Ermeni ve Alevi din adamlarının kararı ile pire-piran (pirlerin şahı) mertebesine yükseltilir.
Devamında bu bilgilerin ceylan derisi üzerine yazılı olduğu illeri sürülür. Oysa vurulması günah sayılan malê Xızıri (ceylan v.s.) derisi üzerine hem de pirêpiran mertebesine yükselmiş birinin eşliğinde yazılmış olması Raa Heq olarak adlandırılan Désım İnancı’nda kabul edilemez bir durum. İlginç olanı ise bu bilgilerin komuoyuna açıklanmaması için bulunan kılıftır. Bu manada şöyle denmektedir:
“Bu söylencenin kaynağı olan toplantının tutanakları, tüm detayı ile, ceylan derisinin parşömenleri üzerine yazılmıştır ve kutsal emanetler olarak pire-piranın varisleri tarafından korunmaktadır. Bu emanetler dokunulmazdır ve pire-piranın büyük erkek varisinden başka kimse el süremez. Varis, pir babasından veya dedesinden devraldığı bu kutsal emanetlere ihanet etmiyeceğine, içeriği hakkında kimseye bir şey söylemiyeceğine dair yemin etmiştir.“
Hikaye bu!..
Anlaşıldığı gibi söyleseler, tılsımı bozulacak! Rivayetin yaşatılması için açıklanmaması lazım!
Ne güzel değil mi? Minareyi çalan, kılıfını uydurur” derler ya, tam da öyle bir şey. Bir rivayet uydur, belgesi var de ve belge açıklanamaz diye” de buyur!
Bunun rivayetlerde dile getirildiği gibi olmadığını, Ermeni ruhban ve yazarların olguları kendi lehlerine abartıklarını en güzel Britanya başkonsolosu Taylor[4] yazmaktadır. 1861’de Dersim’e giden Britanya başkonsolosu Taylor, aynı dönemde kendisiyle Fransa’yı Diyarbakır’da temsil eden Frank Anori’ya bir mektup yazar ve şöyle der:
“Ben onların pagan olduğunu düşünüyorum, Mamikyanlar bizim Osip Efendi’nin (Osip o zamanlar Diyarbakır Belediye Başkanı olan Ermeni, aynı zamanda hukukçu) dediği gibi değil, sanki onlar bu eski Pagan inançtan Hıristiyanlığa geçmişler. Ayinleri kilise ayinlerine benzemiyor…”
Ayrıca daha önce Dersim ile ilgili yazdığı 376 sayfalık raporda da geçen şu tanıklığı aktarır:
“Erzincan tarafında II. Şah Hüseyin Efendi’nin evinde kaldım, sabah, güneş yeni yeni doğuyordu. Evin penceresinden tarlada toplanmış insanlara baktım. Güneş doğdu, kimisi işaret parmağını dudaklarına götürüp öptü, kimi eğilip taşlardan kelamını aldı. İyi gün dileklerinde bulundular güneşe, dağlara. Bunu hiç görmemiştim, Türk desem Türk değiller, Kürt desem Kürt değiller, Hıristiyan değiller, ama Müslüman hiç değiller…”
Yukarıdaki tespiti Antranik[5] de şöyle doğrular:
“Dersimliler’in kendine özgü, hiç bir kitaba bağlı kalmadan, sözlü olarak aktardıkları bir dinleri vardır. Ama bu dine ne ad verilir bilemiyoruz. Ne Hıristiyan, ne Müslüman, ne de Musevi.”
Antranik’in adını bilmediği Désım İnancı’nı Désımliler Raa Heqi olarak adlandırır ve hiç bir tek tanrılı dine sığmayacak kadar özgündür.
Désımliler’in Ermeni olduğu tezinin ne kadar asılsız olduğunu Ermeniler’in Osmanlı’nın Désim’e karşı uyguladığı şiddet ve katliamlardaki tavrında da görebiliriz. Nitekim bütün bu uygulamalar karşısında Ermeniler tarafsız kalıp, zanaatlarını icra edebilmişlerdir. Hal böyle iken neden topluca din değiştirip Alevi olsunlar ki?
Osmanlı döneminde Ermeniler Anadolu’nun farklı şehir ve kasabalarında bir nevi özerk yaşarlarken, Aleviler Osmanlı kılıcından korunmak için dağlara sığınmışlardır. Ermeniler, “kılıç zoruyla”, yani korkudan din değiştirmiş olsalardı dominant din olan Müslümanlığı seçmeleri gerekmez miydi?
Dêsımliler kendilerine karşı yapılan ardıarkası kesilmeyen zülüm karşısında ‘denize düşen yılana sarılır’ minvalinden hareketle,
- sözde laiklik ve benzeri adımlarından dolayı CHP’yi,
- tekçi zihniyete karşı ulusal mücadele veren Kürtleri ve
- ütopik de olsa getireceği eşitlik ve kardeşlik düşüncelerinden dolayı solu desteklediğinden,
Baskın Oran’ın da belirtiği gibi her kesim tarafından kendilerine “Tek Taraflı Aşk” ilan edilmiş ve kendisinden uzaklaşması için
- kimi kesim tarafından “Zazacılık bölücülüktür”le suçlanmış,
- kimi kesim tarafından da kendilerine zorla cami yaptırılmış,
- kimi kesim tarafından da inanç kurumları hiçe sayılmıştır.
“Dêsım ve Aleviler çantada keklik” olarak görülmüştür.
Dêsım,
Azra Erhat’ın hazırladığı ‘Mitoloji Sözlüğünde’[6] Anadolu coğrafyasının hangi tarihe ait olduğu bilinmeyen en eski tanrıçası dediği “Ma” ve “Homa” adlı tanrılarıyla daha geniş bir coğrafyayı kapsamış olmalı.
Fakat, özellikle tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasıyla birlikte fermanı çıkartılan Dêsım, çeşitli kıyım ve soykırımlardan geçirilerek sınırları daraltılmış ve muhtemelen 1514 Çaldıran Şavaşı’na kadar Kayseri-Sarız’dan Muş-Varto’ya; Gümüşhane’den Maraş-Pazarcık’a kadar olan coğrafyayı kapsamıştır.
Dêsım tarihsel olarak Daylem ile ilişkilendirilir.
Ünlü İranolog Prof. V. Minorsky[7], coğrafi bölge olarak Daylam için, “Gilan’ın dağlık kesimidir “. (…) “Çağlar boyunca Daylamit boylarının yerleştiği alanlar, oldukça geniş bir alanı kapsar” der ve “Özellikle belirtmekte yarar var; Agathias III, 17’de Lasica’da savaşan Dilimnitai askerlerinden bahsederken onların yurtlarının Orta Dicle havzasında Fars topraklarına komşu topraklarda olduğunu söylemektedir. Yani (eğer Dicle, Safid-rûd yerine yanlışlıkla kullanılmıyorsa) Zazalar’ın bugün yaşadıkları bölgedir bu” vurgusunu yaptıktan sonra “Urmiye gölünün kuzeybatısı, yani Salmas’ın merkezi çok yakın zamanlara kadar Dilmakan diye adlandırılmakta” olduğunu belirtir.
Dımli-Deylem bağlantısına 1901’de ilk işaret eden kişi, Ermeni yazarlardan Antranik’tir. Antranik bu tezini F. C. Andreas “Diyarbakır’ın kuzeyinden Palu ve Dersim’e kadar uzanan bölgede yaşayan ve bugün hala İran kökenli bir dil konuşan “Zaza”lar kendilerine Dımli demektedirler”, ifadesiyle destekler ve Minorsky “(…) bu durumu, Daylam benzerliğine yoruyor” diye belirtir.
Anlaşılacağı gibi “tarihi Desım coğrafyası” kimilerin ifade ettiği gibi sadece Kırmanciye denilen İç-Dersim’den, yani Mamekiye/Tunceli’den de ibaret değildir. Tarihi Desım coğrafyası bir yandan Zazaca konuşulan, öte yandan Raa Heqi İnancı’nın hüküm sürdüğü toprakları kapsar. Zira Dêsım aynı zamanda Raa Heqi İnancı’nın (Alevi ocakları) da merkezidir.
Zonê Xızıri artı mekanê Xızıri eşittir tarihi Dêsım coğrafyası.
Bu bağlamda günümüz Tunceli ili coğrafik olarak tarihi Dersim’i tarif etmekten çok uzaktır. Bu tarihi Dersim coğrafyasının inkarıdır ve hatta cumhuriyet ideologlarının dahi gerisine düşmektir.
CHP’nin tek parti iktidarının yayın organı Cumhuriyet Gazetesi’nin yazarı Yusuf Mazhar Aren[8] Dêsım hakkında 29 Haziran 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde şöyle diyor:
“Ben Dersim´i herkesin anladığı gibi anlamam, benim nazarımda:
Bir çekirdek Dersim,
bir et Dersim,
bir kabuk Dersim
vardır ki, hücre böyle hayatlanmış, Dersimli böyle canlanmıştı. Halbuki herkes yalnız çekirdeğe Dersim diyor…
Maahaza (bununla beraber) çekirdek kırılırsa et çürür, kabuk kurur…
Ben, Kuruçay´da, Kemah´ın bazı köylerinde, hatta Refahiye ve Zara´da, Akçadağ´da Dersim zarfını (kabuğunu) seçtim ve Kuzucan ve Tercan, Palu ve Çapakçur´da… ilah (tartışmasız) Dersim´in etine değdim.”
Kaynaklarda tarihçi ve yazar olarak da geçen, özel harpçi, Dêsım Düşmanı Albay Nazmi Sevgen[9] dahi o kutsal coğrafyayı şöyle tarif eder:
“(Bingöl)lerden daha Garp’taki (Zara)ya,
(Munzur)dan Cenup’taki (Samsat)a kadar uzayan sahada otururlar…“
Ermeni yazar Garo Sasuni Alevi Zazalar hakkında “15.Yuzyıldan Günümüze Ermeni-Kürt ilişkileri[10]” adlı kitabında şöyle der:
“Kızılbaşlar’ın en büyük merkezleri Dersim, Harput ve Sıvas’tır. Bu yörelerde Zaza dilini konuşan tüm aşiretlere ‘Dimbilli’ adı verilir. Varto ve Genc’ten başlayarak Fırat boyunu takip edip Harput’a kadar yayılmış ve kalabalık bir şekilde Dersim dağlarına yerleşmişlerdir. Tomaschek, Heartman, Noldeke vb. bilginlere göre Zazaca konuşanlar o yörelere çok eski dönemlerde yerleşmişlerdir.
Kızılbaşlar, Kürtler’den ayrı olarak kendilerini korumak için Osmanlı idaresine karşı kanlı bir mücadeleye giriştiler. Sıvas, Harput, Malatya, Erzincan yöreleri 1535-1690 yılları arasında 155 yıllık çok fırtınalı bir dönem yaşadı. Kızılbaşlar sadece kendi yöresel bağımsızlıklarını korumak ve Osmanlı idaresinin bölgede yerleşmesini durdurmak amacındaydı. Kürt beylikleri ise bu yüzyıllık devrede dikkatlerini Kızılbaş hareketine çevirmediler, aksine onları ezmek için bazen Osmanlılar’a bile yardım ettiler. Yalnız Dersim güçlü direnişi ile kendi küçük yöresel bagımsızlığını 18. yuzyıl ortalarına kadar korumaya muvaffak olabilmişti”
İkisi Türk, biri Ermeni üç yazarın Dêsım hakkındaki düşüncelerinin yanı sıra, “Dêsımliler ya da Zazalar Kürttür” veya “Zazaca Kürtçe’nin bir şivesidir” iddialarının bilimdışı ve siyasi amaçlı olduğunu onaylayan bir kaç Kürt kaynağını da örnek vermek elzemdir.
Bitlisli Şeref Han, 1597’de bitirdiği Şerefname[11] adlı eserinde, Kürt lehçelerini sıralarken, Zazaca’dan bahs etmez ve o coğrafyanın kadim halkı olan Désımliler’i nasıl kırdıklarını gururla yazar.
Sorbon Üniversitesi Kürdoloji Bölümü Başkanlığını yapan Kürt dili uzmanı Prof. Dr. Kamuran Ali Bedirhan (1895-1978)[12], Kürt lehçelerine ilişkin yaptığı tasnife Zazaca’yı dahil etmez.
Paris Kürt Enstitüsü’nün kurucularından ünlü Kürt aydını Cîgerxwîn[13], gayet açık bir şekilde, “Lori, Hewrami ve Zazaca’nın Kürtçe ile ilgisinin olmadığını” ifade eder.
Paris Kürt Enstitüsü’nde başkanlık da yapmış olan, Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Enstitüsü”nün ilk Fransız araştırmacılarından Prof. Dr. Joyce Blau daha açık bir dille Zaza ve Goranlar’ın Kürt olmadığını ve bunların Kürtler tarafından asimile edildiğini izah eder[14]:
“Gorani ve Zazaca’nın aynı kökenden geldiklerini biliyoruz. Muhtemelen bu diller Kürtçe’den önce bu bölgede konuşuluyordu. Bu bölge birçok İran ve Türk saldırısına uğradı. İranlılar bu bölgeye dalga dalga geldiler. Muhtemelen Gorani ve Zazaca’nın mazisi Kürtçe’ninkinden daha eskidir. Kürtler, Zazalar’ın ve Goranlar’ın çoğunu asimile ettiler fakat hepsini edemediler.”
Bütün bunların yanısıra bir de Dêsım’i “Kırmanciye” olarak adlandıran ve sadece günümüzde Kırmanclar’ın (Alevi Zazalar’ın) yaşadığı bölgeden ibaret olduğunu ileri sürenler var.
Kırmanciya Belekê Dergisi yazarlarından Silvanus Alamut “Dersimlilerin kimlik tanımlamasında gerçekleri örten bir kavram: zaza” başlıklı yazısında “Kırmanc kavramı etno-dini bir tanımlamadır. Kırmanc olarak tanımlanan bir insanın aynı zamanda bir Kızılbaş olduğunu da biliriz…
Zira başta da belirttiğimiz gibi Kırmanc etno-dini bir kavram olarak inancı da kapsamaktadır.” demekte. O halde, Şırnaklılar da Kızılbaş mı? sorusunu sormak gerek mezmi?
Bu tarif tarihi Dêsım coğrafyası realitesinden uzak bir tarif ve oldukça muğlak bir adlandırma. İç-Désim’de bu kavram böyle anlaşılmakla birlikte kuzey ve güney Kürtçe’sini konuşan Kürtler arasında Müslüman Kürtler’i adlandırmak için de kullanılmaktadır. Buna verilebilecek en iyi örnek Şırnaktır. Çünkü Alevi olmayan Şırnaklılar kendilerine Kırmanc derler.
Bu tabir Ortadoğu’da göçebelikten yerleşik hayata geçen tüm halkları ifade etmek için kullanılmıştır.
Muzaffer Erdost Şemdinli yöresiyle ilgili bir araştırmasında şöyle der:
“(…) Başka mirlerin yönetiminden çıkarak, başka aşiret reislerinin baskısından kaçarak, bir aşiret içine gelerek yerleşmiş üyeler, aileler ve kabileler, yeni geldikleri aşiret ile zamanla kaynaşırlar ve bunlar da zamanla aşiret üyesi sayılırlar; ama aşiretin kanını taşımadıkları için ayrı ve düşük bir tabaka muamelesi görürler, bunlara Kırmanç denir.”
Bu yaklaşım özellikle Kurêşanlı dedelerin Dêsım ocakzadelerini ifade biçimlerinde de görülür. Onlar, mesele kendi aralarındaki tasnif olunca, kendilerini Kırmanc olarak görmez, Dêsım’in ocak sahibi olmayan halkına Kırmanc derler; “Ma Kırmanc nime, ewladé Resulime, xasime; qomo xam Kırmanco” derler.
Dêsımliler’in birden fazla olan adlandırmalarından özellikle Kırmanc adını sahiplenenler, bu adlandırmayı kendilerini köken olarak aynı olan Zazalar’dan ayırmak için üzerine basa basa kullanmaktalar. Aradan geçen uzun süreç kültürel ve inançsal farklılıklara yol açmış olsa da aynı etnik kökenden gelen ve aynı dili konuşan Müslüman kesimimize düşmanca tavır takınmak ahlaki değildir.
Ovada kalan Zazalar, Yavuz Sultan Selim’in hışmına uğrayıp kılıç zoruyla inancını değiştirmek zorunda kalmalarına rağmen, bir takım ananelerini ve dillerini günümüze kadar korumuşlardır. Bu durumu özellikle yer ve ziyaret adlarında saptamak mümkün. Mesela bir Piran adının pirlerin şehri anlamında kullanıldığını, Lınga Dundule, Ziyara Phaçkıne gibi ziyaret adlarının hala onlar tarafından da kutsandığı bilinmelidir.
Ayrıca onların bir çok köyüne de 12 Eylül 1980 sonrası zorla cami yaptırıldığını belirtmekte yarar var…
Yanısıra şu iki reportajdan bahsetmek anlaşılmayı kolaylaştıracaktır:
Hasan Kıyafet, Mahpus Yılmaz Güney[15] adlı kitabında şöyle der:
Biraz geç de olsa Yılmaz’ı özkaynağında yakalama, araştırma fırsatını buldum. Tarih 20 Ekim 1988. Ve ver elini Siverek deyip “Özdiyarbakır” otobüsüne atladım…
Siverek halkı genelde Zaza imiş. Söylendiğine göre Zazalar da çok inatçı olurmuş…
Sonunda gerçek akrabalarından bir kaçını buldum:
“Adım Hacı Pütün. Desman köyündenim. Yılmaz’ın babası Hamit amcam babamın büyük kardeşidir. Kan davasından Adana’ya göçmüş… Evlerimiz (eski Desman’dakiler yıkıldı. Köyü sonradan daha düz, daha iyi yere taşıdılar)… Yılmaz’ın babası Hamit amcamın ilk karısı Guley ‘Güllü’ bacım Muşlu’ydu… He, o da Zaza’ydı, bizim Desman köyünün aslını sorarsanız hepimiz Dersimliyiz. Dedelerimizi buraya sürgün etmişler. Onun için bizlere Desman Aşireti derler.
Siverekli Necmettin Büyükkaya[16] da dedesi Xelilê Nofeli’yle yaptığı reportajda dedesinin bu konu hakkında şöyle dediğini belirtiyor:
„(…) Suwar ve Demen kardeştirler. Kewanlılar Demenanlı‘dır, Suwarlar da bizleriz”.
Dêsman’ın İç-Dêsım’de kullanılan Dêsmu telafuzuna ne kadar yakın olduğu da ortada.
Bu konuda sayın Seyfi Cengiz[17] ise “Tarih bizi Mansur Kılacaktır!” adlı makalesinde şöyle yazmaktadır:
“Yani Dersim adı, Sin (Tzan/Mamakan) ve Zaza (Sasani) adını taşıyan toplulukların büyük olasılıkla bir ve aynı halk olmaları nedeniyle, bana öyle geliyor ki, gerçekte Zaza ülkesi demektir.”
Dês Zazaca’da duvar demektir. İç-Dêsım ise etrafı sıradağlarla çevirili bir mekan. Etrafının geçit vermeyen kale duvarları gibi sıradağlarla çevirili olması, “Dês-duvar” benzetmesinden hareketle, bu coğrafyaya Dêsım denildiği kanatindeyim.
Anlaşılacağı gibi Dêsım adı üst kimlik olarak bir konsesüstür. Kırmanc terimi ise böylesi bir işlevden uzaktır.
Dêsım, Kırmanc-Zazalar’ın, Khurmanci ve Türkçe konuşan Alevi Désımliler ile komşuları Dêsımli Ermeniler’in üzerinde yaşadıkları coğrafyanın ortak adıdır.
Sonuç olarak
Tarihi Dêsım coğrafyası günümüzün siyasi haritasıyla şu yerleşim yerlerini kapsamaktaydı.
- Mamekiye, Çemişgezek, Xozat, Mazgerd, Nazımiye, Wacuğe, Pertage, Pulêmuriye.
- Diyarbekir, Çermuge, Melkis, Çüngüş, Piran (Dicle), Gêl (Eğil), Ergani, Hêni, Hazro, Karaz, Qulp, Lice.
- Sêvaz, Kangal, Hafik, Suşehri, Zara, Ulaş, İmranlı, Divriği.
- Xarpêt, Maden, Weşın (Arıcak), Palu, Mezra Qasıman (Kovancılar), Sivrice, Guleman (Alacakaya).
- Erzıngan, Çayırlı, İliç, Kemah, Tercan.
- Çolig, Azaxpert (Adaklı), Dara Hini (Genç), Karlıova (Bingol), Geği, Solxan, Holhol (Yayladere), Çerme (Yedisu).
- Meletiye, Pütürge, Arguvan, Arapgir, Doğanyol, Kürecik.
- Erzurum, Aşqala, Çat, Tekmane, Çullu (Karayazı), Xunıs.
- Gümüşxana, Kelkit, Şiran.
- Urfa, Soyrege.
- Muş, Gımgım (Varto).
- Semsur (Adıyaman), Gerger, Samsat.
- Meraş, Afşin, Elbistan, Göksun, Nurhak, Pazarcık, Eloğlu
- Bitlis, Mutki, Tatvan.
- Siert, Sason.
Amaç
Bu coğrafyanın bir bütünlük içerisinde ele alınması, Türk-İslam ve büyük ulus olma emelleri peşinde koşanlar tarafından tar u mar edilmesini önlemek, mozaikte hak ettiği yeri tekrardan almasını sağlamaktır.
Kim kendini hangi kimlikte görüyorsa odur.
X. Çelker
30.08.2014
[1] Dêsım Gemeinde – Bonê Ma Rhein-Neckar e.V.’nun Mannheim-Almanya’da 30.11.2013 tarihinde düzenlediği Désım konulu seminer sunumu.
[2].http://www.gomemis.com/portal/haberdetay.asp?ID=284
[3] Sarkis HATSPANIAN, Dersim Gizemi, Yerevan, 21 Mart 2012, http://sarkishatspanian.wordpress.com/tag/sarkis-hatspanian/
Bu makale baz alınarak birçok kişi tarafından internet sitelerine aktarılan bolca yazı mevcut.
[4] Taylor, Mösyö Anori’ye mektup, Londra, Fribourg İslam bilimleri arşivi.
[5] Antranik, Dersim (Seyhatname), Aras Yayıncılık, 2012, İstanbul.
[6] Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 1984, İstanbul.
[7] DAYLAM (Deylemliler), V. Minorsky, http://www.zazaki.de/turkce/makaleler/deylemliler.htm
[8] Y. Mazhar Aren, Tunceli (Dersim) meselesinde hakikatle yüzyüze, 1995, Raştiye, sayı 9.
[9] Nazmi Sevgen, Zazalar ve Kızılbaşlar, Kalan Yayınları, Ankara, 1999.
[10] Ziya Baran, Alevi Zazalar ve “Büyük Ermenistan” Hayali, Alevi Forumu, 2000.
[11] Şerefname, Çev. M. E. Bozarslan, İstanbul 1971, s.20) Cîgerxwîn, Tarîxa Kurdistan-I, Stockholm 1985, s.14-15.
[12] Çiya Dergisi, 1965, Sayı:1, s.11.
[13] Cîgerxwîn, Tarîxa Kurdistan-I, Stockholm 1985, s.14-15.
[14] Roja Teze, yıl 1, sayı 28, 14 Ocak 2000.
[15] Hasan Kıyafet, Mahpus Yılmaz Güney, İnsanca Yayınevi, 1988, İstanbul.
[16] Kalemimden sayfalar, Necmettin Büyükkaya, APEC-TRYCK & FÖRLAG Yayınları, Ağustos 1992, S. 189.
[17] Seyfi Cengiz, Tarih bizi Mansur Kılacaktır!, http://mamekiye.de/08/1118175669/1128638102/index_html?dateiname=1128638070