Şiddet kavramı düşmanlığı içinde barındırır ve besler, düşmanlık ise şeddeti beraberinde getirir. Bireyde varolan bu duygu dürtüsü, düşmanlık beslediği kişiye her türülü zararı vermeye müsahit hale getirir. Gerektiğinde onun canına dahi kıyabilir. Bu kadar tehlikeli ve hastalıklı olan bir düşünce-davranış hali Dersimliler arasında kanıksanmış ve nerdeyse doğal bir duygu biçimi haline dönüşmüş. Tıpta bu psikolojik davranış bozukluğu olarak adlandırılır. Bu tür davranış bozukluğu gösteren bireyler ise, toplumsal tehlike potansiyeli bırındırdıkları gerekçesiyle güvenlik güçleri tarafından sağlık merkezlerinde kontrol altına alınırlar, alanın uzmanları tararfından tıbbi tedaviye tabi tutulurlar.
Eğer bu davranış biçimi toplumun bir bütününe yayılmış bir hal almış ise, o toplum kollektif bir şiddet ve travmanın içine yuvarlanmış demektir. Böylesi durumlar ise genelde sivil savaş ortamlarında görülen özelliklerdir. Bunun tedavisi ise çok uzun yılları alır, bazen imkansız bir duruma da dönüşebilir. O toplumun tamamen yok olmasına da sebep olabilir. Günümüz dünyasın da benzeri durumu yaşayan topluluklar kimlerdi diye soracak olursak; ilk aklımıza gelen Ermeniler ve Yahudiler olur. Yanısıra Keldaniler, Süryaniler ve Yezidiler diyebiliriz. Bütün bunların benzerini ve daha da sistematiğini en uzun süre, zamana yayarak (yüz yıllar boyu) yaşayanlar ise, Anadolu topraklarında bulunan Aleviler oldu…
Ermeniler yaşadıkları bu hastalığı, kollektif travmayı bir süre sonra, kendilerine yurt edindikleri kara parçasında bir araya gelerek atlatıp yeniden kendilerini varetmeyi başarabildiler. Yahudiler keza öyle, onlar da yüz yılları alan sürgün, göç, savaş ve maruz kaldıkları soykırımdan sonra, ancak kendi yurtlarına kavuştuktan itibaren bu hastalığın üstesinde gelmesini becerebildiler. Keldaniler, Süryaniler ve Yezidiler ise hala o travma ve dıramın acısıyla kıvranıyorlar. Geride kalanlar, kalabildileri kadarıyla ayakta durmaya çalışıyorlar, varlıklarından çok yoklukları konuşuluyor.
Anadolu Alevilerinin dıramı ve kıyım hikayesi Yahudi toplumu kadar eskiye dayanır, ama onlar yaşadıkları şiddet ve düşmanlığın panzehirini sevgi ve dostluk kültürünü besleyerek oluşturdular. Şiddet, düşmanlık ve savaş kültürünün karşısına dostluğu, kardeşliği ve insanı sevmenin felsefesini koyarak, o felsefeyle kendilerini besleyip geliştirerek tedavi oldular. Hacı Bektaşı Veli’yi sembolize eden bir koltuğun da aslan, diğerin de ceylan görüntüsü öylesine yaratılmış bir simge değildir. Tam da şiddet kültürünü, düşmanlık kültürünü, kin ve nefreti besleyen savaş kültürünü rededen bir felsefeyi temel alan anlayışın görüntüsüdür. Maruz kaldıkları şiddete karşılık, birliklerini, beraberliklerini ve varlıklarını ancak böyle koruyabildiler.
Kısacası; Osmanlı’da Aleviler alehine yaratılan Sünnü ve Şafi İslam İnancı’nın beslediği şiddet ve düşmanlık kültürüne karşılık, Aleviler ölümü değil yaşamı, yok etmeyi değil, var etmeyi, insanlığın geleceğini temsil eden hoşgörü, sevgi ve saygı kültürünü savundular; bu felsefeyi ve kültürü besleyip geliştirdiler.
Dersim toplumu şiddet ve düşmanlık hastalığına, bu kültüre nasıl ve ne zaman yakalandı?
Dersim toplumunun bugün yaşadığı ve içinde bulunduğu bütün felaketlerin kaynağının veya miladının ‘38 Soykırımı’yla başladığı zanedilir. ‘37-38 Soykırımı o toplum için bir felaket olduğu vazgeçilmez mutlak doğrudur elbetteki, ama onun öncesi de vardır. Oraya gelme sürecinde, Dersim halkının içine sürüklendiği kaosun ne olduğu, nerden kaynaklandığı sorgulanmadığı gibi, adı dahi anılmaz. Kimse zahmet edip Dersim ‘38 öncesinde bu halkın iç barışı veya toplumsal ilişkisi nasıldı, toplumun kendi arasındaki huzuru, yaşam tarzı, ilişkisi ne düzeydeydi diye sormadı ve kimse de zahmet edip sorgulamadı.
1900’lere kadar Anadolu’da yaşayan Alevilerin Osmanlı’nın tehdit ve şiddetinden kaçarak, huzur ve barış içinde, hayatlarını garantide his ettikleri tek sığınağı Dersim’di. O yüzden de Osmanlı ordusu o kaleyi zaptetmek için defalarca seferler düzenlemiştir, ama buna rağmen başarı elde edememiştir. Dersim toplumu kendi iç huzurunu ve birliğini, kendi hukuğunu yaratarak, kendi sosyal ilişkisini, kendi iç örgütlenmesini organize ederek, kendi savunma güçünü var ederek, kendi komşularıyla barış içinde saygın bir dengeyi oluşturarak yüzyıllarca varlığını sürdürebilmiştir.
1900 ila 1935 arasında bölgede yaşanan alt üst oluşlar; Osmanlı’nın çöküşü, Ermenilerin kıyımdan geçirilmesi, gayrı Müslümlerin Anadolu topraklarından kovulması, 1. Dünya Harbi, Rus İşgalı ve sonrası… Bütün bu olaylar Dersim bölgesini ve halkını da derinden etkilemiştir. Bu süre zarfında iç ve dış Dersim’in, merkezi hükümet tarafından tamamen abluka altına alınması, açlık ve kıtlığın baş göstermesine neden olur. Toplum içinde varolan sosyal ilişkilerin, doğal hukuğun ve değerlerin kaybolması da bu sürece tekabul eder. Yerini orman yasası diyebileceğimiz, gücü gücü yetene bir ilişki tarzı alır. Dersim halkı toplumsal kaos diye bileceğimiz bir sürece sürüklenir. Dersimliler arasında varolan ve olmazsa olmazlarından olan hoşgörü, saygınlık ve huzur kültürü de bu süreçte alt üst olur.
1937-38 Soykırımı’nın planlayıcıları bu dağınıklıktan ve toplumsal huzursuzluktan, aşiretler arası çelişkilerden, kişiler arası hüsümetten, kavgalardan, aynı aile ve aynı kabile arasında dahi düşmanlığa kadar giden çatışmalardan yararlanmasını iyi becerir. Dersim halkı arasında, toplumsal anlamda ilk düşmanlık, şiddet ve kavga kültürü, birbirine karşı beslenen kin ve nefret duygusunun kaynağı bu yaşanmışlıklarla beslenir. Bu hastalık kendisini ‘38 Soykırımı sürecinde ve sonrasında da devam ettirir… Kısaca bu durum 1970’lere kadar sürer.
1970 sonrasında ise başka bir süreç başlar. Sol dalgayla birlikte, toplum içerindeki varolan aşiretsel, ailevi, kabile ve kişisel düşmanlıklar, birbirlerine karşı besledikleri kin, nefret ve şiddet duygusu, dönemin sol militanları tarafından devlete karşı yönlendirilmesi gerektiği fikri işlenmeye çalışılır. Bu düşünce hakim kılınmaya ve toplum içerisinde oturtulmaya çalışılır. Ama toplum içerisinde varolan kin, düşmanlık ve şiddet duygusu değişmez. Aşiretsel, ailesel, kişisel ve kabile çelişkileri-düşmanlıkları yerini, siyasileşmiş politik şiddete bırakır. Toplumun ilerigelenlerinin, aşiretlerin, ocakların, pirlerin, dedelerin söz ve hukuğun yerine, örgütlerin ve siyasi grup önderlerinin, militanlarının, yetkililerin hakimiyeti eğemenlik kazanır. Bir süre sonra da, bu toplumsal çelişki, şiddet ve düşmanlık kültürü, örgütler arası çelişki, şiddet ve düşmanlığa dönüşür; örgütlerden ise halka yansır. Onlarca yılı kapsayan bütün bu çekişme ve çatışmanın en ağır bedelini ise Dersim halkı öder. Geleneklerini, kültürlerini, dillerini, tarihlerini, yaşam alanlarını, mallarını, varlıklarını, çocuklarını, canlarını yurtlarını kaybederler…
14 Mart 2018