Değerli dostlar,
Dersim Meclisi Avrupa ayağı kuruluşunu ilan ettikten sonra önüne Dersim Kongresi’ni toplama ve aynı zaman da Türkiye Dersim Daisporası ve Merkez Dersim Meclis çalışmalarına da katkıda bulunmak, yardımcı olmak, koordine etmek amacıyla, birden fazla komisyon ve atölye çalışma grupları oluşturulması kararı alınmıştı.
Önerilen o komisyonlardan biri de «Uluslararası İlişkiler-Diplomasi ve Hukuk Komisyonu» idi. Bu komisyon çalışmalarında benim de yer almam önerilmişti.
Uluslararası ilişkiler ve Hukuk Komisyonu’na ve Genel olarak meclis bünyesinde oluşturulacak diğer komisyonlara dair arkadaşlara bir çalışma planı önermiştim.
Bazı tartışmaların önünü açar düşüncesiyle Meclis Yürütme ve İdare Kuruluna önerdiğim o çalışma planını kamuoyuyla paylaşmak istedim.
Sevgiler, saygılar
Bana göre bu komisyonun asıl işi, her halk gibi Dersim Halkı’nın da doğuştan hak ettiği; ayrı bir dili, ayrı bir inancı, ayrı bir tarihi, ayrı bir ruhi şekillenmesi, üstünde asırlardır yaşadığı ayrı bir toprak parçası ve bu toprak parçası üzerinde belli bir nüfus bütünlüğünü koruyarak varlığını sürdürdüğü…, onun sahip olduğu etnik ve kültürel kimliğinin günlük yaşamdaki yerini araştırıp, yasal ve hukuki boyutlarını inceleyip, ulusal ve uluslararası anlaşmalardaki resmi dayanaklarını ortaya çıkarıp, insani boyutlarını önde tutup, gün yüzüne çıkarıp, herkes tarafından kabul görebilecek bir biçimde, ulusal ve uluslararası kamuoyuna sunmak olmalıdır.
Bu saydığım özelliklerin ispatı ve uluslararası boyutta kabulü ise, ancak inandırıcı ve reel bilgilerle ortaya konulacak raporlar ve savunma dosyalarıyla mümkün olacaktır.
Bunun en iyi şekilde yapılması da, ancak bu alanda çalışma yürüten veya uzun yıllardır bu konularda araştırma yapan ve uzmanlık düzeyinde bilgi sahibi olan kişilerin uğraş ve çabalarıyla mümkün olacaktır.
Komisyon, rapor niteliğinde, Dersim’e dair bilimsel kriterlere ve niteliklere sahip birçok alanda araştırmaya dayalı ciddi dosyalar hazırlaması gerekiyor. Bunları 4 ana ve 3 ek dosya biçiminde hazırlanmasını gerekli buluyorum.
Bu dosyaları önem sırasına göre şöyle özetleyebiliriz
1. Dersim’in Doğa ve Ekolojik Kültür Mirası’na dair Rapor
Dersim halkının ne zamandan beri bu topraklar üzerinde varlığını sürdürdüğünü, var olduğundan buyana , üzerinde yaşadığı bu doğa ve kültürü nasıl var ettiğini, nasıl koruduğunu dile getiren, Dersim’in doğa ve kültürel mirasının neler olduğunu, doğa ve kültürel mirastan ne anladığımızı, doğanın Dersim kültüründe ve Dersim Halkı’nın günlük yaşamında ne anlama geldiğini, doğanın dersim halkı üzerinde günlük hayatın akışı seyrinde, kuşaklara yayılarak ruhsal-psikolojik ve kişisel dengesini nasıl sağladığını veya etkileyip bozduğunu anlatmak.
Bunları sabit verilerle örnekleyerek, dile getiren, anlatan söyleşileri, fotoğrafları, mitolojik hikayeleri, periyodik ritüelleri ve etkinlikleri rapor eden bir dosyanın hazırlanması.
- Bu kültür ve doğa mirasına, merkezi veya yerel resmi devlet otoriteleri ya da başka güçler tarafından ilk saldırıların ne zamandan bu yana, nasıl ve ne gerekçelerle yapıldığını, hangi amaçlarla bu mirasın ve değerlerin tahrip edildiğini gösteren, ispatlayan, kanıtlayan resmi belge ve bilgilerin eklenip sunulması
- Milli parkların isimleri ve kabul-ilan tarihleri
- Bunların korunup korunmadığına dair bilgiler
- O bölgede var olan endemik bitki türleri ve hayvan çeşitleri
- Korunan ve kutsanan, göl, ırmak, çeşme, pınar, dağ, ağaç ve yer isimleri
- Tahrip edilen veya yok edilen tarihi köprü, bent, yol vs. yer isimleri
- Doğa tahribatına sebebiyet veren, işletilen veya işletmeye açılan barajlar, maden ocakları, fabrikalar, taş ocakları vs. işletmelerin, kurumların isimleri.
2. Dersim’in İtikat ve İnanç Kültürüne dair Rapor
Dersim halkının inanç ve itikat ritüellerini nasıl yaşadığını, itikat ve inanç önderleri diye adlandırdığı ruhani liderlerini nasıl seçtiğini, kıstas ve kriterlerin neler olduğunu, bunların görev ve sorunluluklarının nasıl ve kimler tarafından belirlendiğini ve hangi görevleri yerine getirmekle sorumlu olduklarını; mürşid, pir, dede, rayver, talıv, müsahip, kirve, ocak, aşiret ilişkisinin, görev ve sorumluluğunun, hiyerarşik mi dairesel mi, nasıl bir idare mekanizması içinde yaşadıklarını anlatan bir dosya hazırlanması.
- Dersim coğrafyasında eski haliyle görev ve sorumluluğunu yerine getiren, yürüten ve işleten inanç ve itikat önderleri hala var mıdır? Varsa bunlar nerelerde, hangi aşiret veya ocaklar içerisinde görevlerini yürütüyorlar? Eğer yoksa ne zamandan beri yok edildiklerini ve bunların yerine kimlerin getirildiğinin ve ne adına getirildiğinin açığa çıkarılması
- Dersim coğrafyasında (merkez ve civarında) ibadet merkezleri ve ritüellerin yaşandığı, var olduğu yerler, ziyaretler, türbe ve nişangah isimleri ve nerelerde bulunduğunun tespit edilmesi
- Bu ziyaret ve inanç merkezlerinin hangi tarihe kadar korunduğu, işlev gördüğü, ne zamandan sonra ve kimler tarafından işlevsiz hale getirildiği, yerine ne tür inanç ve ibadet biçiminin yerleştirildiğinin tespit edilmesi
- Dersimde ilk caminin ne zaman, nerde ve hangi hükümet tarafında inşa edildiğinin tespit edilmesi
- Dersimde en çok caminin hangi dönemde ve hangi siyasi iktidar tarafından yaptırıldığının tespit edilmesi.
3. Dersim Satüsüne dair uluslararası sözleşme ve anlaşmalar:
Üçüncü dosyamızın içeriğini; uluslararası sözleşme ve anlaşmaların incelenip, Dersim halkını ilgilendiren maddelerin neler olduğunun açığa çıkarıldığı bir dosya olması düşünülüyor. Bu dosya bize uluslararası kurum ve kuruluşlar nezdinde, Dersim halkının dil, inanç ve etnik-kültürel kimlik savunmasında hukuksal ve resmi bir dayanak sağlayacaktır.
- Başta Lozan anlaşması, Paris Barış Anlaşması ve Sevr Sözleşmesi olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti devleti adına uluslararası yetkili kurum ve ülkelerle yapılan bütün anlaşmaların incelenmesini
- Anadolu’da yaşayan, Türk ve Kürt milleti dışında kendini tanımlayan ve farklı bir dil konuşan, İslam ve Sünni inancı dışında farklı bir inanca ve kültürel özelliğe sahip olan azınlık haklarının neler olduğunun bilinmesini, bulunup ortaya çıkarılmasını.
- Bu etnik-azınlıklara tanınan insan hak ve özgürlüklerini, öngörülen etnik ve kültürel hakların neler olduğunu açığa çıkaran bir dosya.
4. Dersim’in Son 40-45 Yılını Kapsayan Siyasi Rapor
Dördüncü ve son ana dosyanın Dersim’de yaşanan son 40-45 yıllık yakın siyasi tarihin incelenmesine ayrılması gerekir. Dersim’de son 40 yılın siyasi mücadelesinin getirisi ve götürüsünü bağımsız ve objektif bir gözle ele alıp irdeleyen, sosyolojik ve politik analize dayalı bir rapor olması arzulanıyor.
Bugün gelinen aşamada, özellikle merkezi Dersim coğrafyasında ve Dersim halkı üzerinde yürütülen siyasetin ve var olan yapılanmaların bir muhasebesinin yapılması şart gibi gözüküyor. Yapılması öngörülen bu muhasebe, bir nevi Dersimlinin iç ve dış siyasi hesaplaşmasını, özeleştirisini içermeli. Hazırlayacağımız bu politik rapor, kendimizle halkımız arasında bir yüzleşme niteliğini taşımalı.
A) Dersimliler arasında yürütülen politik çalışmalar hangi koşullarda, hangi amaçlarla başlatıldı, nasıl bir süreç ve biçim aldı?
- 1970’lerden itibaren, devlet yanlısı ya da devlet karşıtı var olan ilk parti, örgüt veya siyasi oluşumlar hangileriydi?
- Türkiye diasporasında bulunan ya da Türkiye’nin farklı kentlerine sürgün edilen, göç eden, ya da ekonomik sebeplerden dolayı geçici süreler için Dersim’den ayrılan bireylerin veya nüfusun tekrar Dersime dönüşüyle mi bu siyasi oluşumlar başlatıldı, yoksa Dersim’de yaşayan bireylerin kendi özgün uğraş ve çabalarıyla mı başlatıldı?
- Dersim’de ilk siyasi hareket ve oluşumlar hangi kesim içerisinde, hangi eksende başlatıldı, ilgi ve kabul gördü, destek ve nüfus buldu.
Genç kesim içerisinde mi, memur kesim içerisinde mi, köylü kesim içerisinde mi, ücretli çalışan işçi kesim içerisinde mi, emek sermaye çelişkisinin yarattığı toplumsal ve sınıfsal kamplaşma ve kutuplaşmanın mı yol açtığı bir ilgiydi?
- Dersim halkının politikaya ilgi duyması hangi talepler ekseninde baş gösterdi?
- Kimlik veya etnik sorunlar ekseninde mi (Alevilik, Kürtlük, Türklük, Zazalık vs.)
- Geçmişe dayalı tarihi bir hesaplaşma eksenli miydi? (Dersim 38 veya daha öncesi vs.)
B) Bu politik faaliyetin Dersim halkı üzerinde yarattığı etki ve yol açtığı sonuçlar nelerdi? Bu süreçte elde ettiğimiz etnik kimlik ve kültürel haklar, ekonomik, siyasi kazanım ve mevzilerimiz neler oldu?
- Devlete karşı verilen mücadelenin Dersim halkına sağladığı avantajlar neler oldu?
- Bu politik mücadele sonucunda resmi devlet yapısının Dersim halkının hak talebi karşısında gerilediği alanlar oldu mu, olduysa nerelerde geriledi?
- Dersim halkının sağladığı kazanımlar oldu mu, olduysa hangi alanlarda oldu ve bunlar nelerdir?
C) Dersim’de ihlal edilen İnsan Hak ve Özgürlüklerine dair neler yaşandı?
- Son 40 yılda Dersim nüfusunun artışı veya eksilmesinin boyutu hangi düzeyde oldu?
- Son 40 yılda Dersim nüfusunun göç oranı neydi, bunun artış gösterdiği özel dönemler hangi tarihlere tekabül ediyor?
- O dönemden günümüze, Dersim’de boşaltılan köy sayısı ve kalan köy sayısı ne düzeyde?
- Devlet güçleri tarafından katledilen veya kaybedilen sivil Dersimli insan sayısı ne kadar?
- Siyasi yapılar içerisinde yer alıp, devlet güçleri tarafından öldürülerek kaybettiğimiz örgüt mensubu Dersimli insan sayısı ne düzeydedir?
- Ayrıca şu veya bu sebeplerden dolayı çeşitli örgüt veya partiler tarafından öldürülen veya infaz edilen insan sayısı ne kadardır?
Yukarda yapılmasını önderdiğim 4 ana dosyanın dışında ayrıca ek olarak 3 dosya çalışması daha öneriyorum.
1. Zazaca diline dair ve Dersim’in bir kesmi tarafından ve esas olarak ta Koçgirililer tarafından konuşulan Kırdaşki (Kurmanci) dediğimiz her iki dile dair raporun hazırlanması.
- Şu an Zazaca (Kırmançki) konuşan nüfus sayısı ve bölgelere göre dağılımı nedir?
- Dersim-Memekiye’de ve Koçgiri’de Kırdaşki (Kurmanci) konuşan nufus sayısı nedir?
- Zazaca dil eğitimi veren resmi kurum ve kuruluşlar hangileridir ve nerde bu hizmeti veriyorlar?
- Dersim’in Kırdaşki dilinde dil kursu veren bir kurum ve kuruluş var mıdır?
- Bu kurslara veya eğitime giden öğrenci sayısı ne kadardır?
- Zazaca süreli veya farklı periyodlarla yayın yapan gazete, dergi, radyo, televizyon var mıdır, varsa hangileri ve ne kadardır?
- Devletin bu eğitime veya kurslara bir desteği, yardımı ya da engeli var mıdır?
- Zazaca dilinden veya başka dillerde Zaza diline dair yazılan ve çıkarılan sözlük, kitap, araştırma, ders kitapları ve kaynakları nelerdir.
2. Dersimin etnik-kültürel kimliğine dair yapılan çalışma ve araştırmaların bir dökümü ve sonuç raporu.
- Dersime dayatılan kimlik sayısı
- Dersim kimliğinin tanımı üzerinde yapılan tahribatların başlangıcı ve kökeni
- Dersimlilere dışarda giydirilen kimliklerin politik ve ideolojik kaynakları
- Dersimin kendi kendini adlandırması ve kimliğini tanımlama biçimi.
3. Avrupa-Diasporasın’da yaşayan Dersimlilerin azınlık haklarına dair bir dosya.
- Genelinde Avrupa’da, özelinde Almanya’da bulunan Dersimlilerin göç hikayesi.
- Avrupa’da yaşayan Dersimlilerin ülkelere göre genel nüfus sayısı.
- Avrupa’da ilk Dersimli dernek vb. oluşumları ne zamandan itibaren kuruldu?
- Dersimlilerin yaşadıkları ülkelerde elde ettikleri kültürel ve etnik hakları var mıdır, varsa bunlar nelerdir ve hangi ülkelerde elde edildi?
- Avrupada yaşayan Avrupalı Dersimliler ne tür haklar talep etmeliler, ediyorlar?
18 Aralık 2016
Şiddet kavramı düşmanlığı içinde barındırır ve besler, düşmanlık ise şeddeti beraberinde getirir. Bireyde varolan bu duygu dürtüsü, düşmanlık beslediği kişiye her türülü zararı vermeye müsahit hale getirir. Gerektiğinde onun canına dahi kıyabilir. Bu kadar tehlikeli ve hastalıklı olan bir düşünce-davranış hali Dersimliler arasında kanıksanmış ve nerdeyse doğal bir duygu biçimi haline dönüşmüş. Tıpta bu psikolojik davranış bozukluğu olarak adlandırılır. Bu tür davranış bozukluğu gösteren bireyler ise, toplumsal tehlike potansiyeli bırındırdıkları gerekçesiyle güvenlik güçleri tarafından sağlık merkezlerinde kontrol altına alınırlar, alanın uzmanları tararfından tıbbi tedaviye tabi tutulurlar.
Eğer bu davranış biçimi toplumun bir bütününe yayılmış bir hal almış ise, o toplum kollektif bir şiddet ve travmanın içine yuvarlanmış demektir. Böylesi durumlar ise genelde sivil savaş ortamlarında görülen özelliklerdir. Bunun tedavisi ise çok uzun yılları alır, bazen imkansız bir duruma da dönüşebilir. O toplumun tamamen yok olmasına da sebep olabilir. Günümüz dünyasın da benzeri durumu yaşayan topluluklar kimlerdi diye soracak olursak; ilk aklımıza gelen Ermeniler ve Yahudiler olur. Yanısıra Keldaniler, Süryaniler ve Yezidiler diyebiliriz. Bütün bunların benzerini ve daha da sistematiğini en uzun süre, zamana yayarak (yüz yıllar boyu) yaşayanlar ise, Anadolu topraklarında bulunan Aleviler oldu…
Ermeniler yaşadıkları bu hastalığı, kollektif travmayı bir süre sonra, kendilerine yurt edindikleri kara parçasında bir araya gelerek atlatıp yeniden kendilerini varetmeyi başarabildiler. Yahudiler keza öyle, onlar da yüz yılları alan sürgün, göç, savaş ve maruz kaldıkları soykırımdan sonra, ancak kendi yurtlarına kavuştuktan itibaren bu hastalığın üstesinde gelmesini becerebildiler. Keldaniler, Süryaniler ve Yezidiler ise hala o travma ve dıramın acısıyla kıvranıyorlar. Geride kalanlar, kalabildileri kadarıyla ayakta durmaya çalışıyorlar, varlıklarından çok yoklukları konuşuluyor.
Anadolu Alevilerinin dıramı ve kıyım hikayesi Yahudi toplumu kadar eskiye dayanır, ama onlar yaşadıkları şiddet ve düşmanlığın panzehirini sevgi ve dostluk kültürünü besleyerek oluşturdular. Şiddet, düşmanlık ve savaş kültürünün karşısına dostluğu, kardeşliği ve insanı sevmenin felsefesini koyarak, o felsefeyle kendilerini besleyip geliştirerek tedavi oldular. Hacı Bektaşı Veli’yi sembolize eden bir koltuğun da aslan, diğerin de ceylan görüntüsü öylesine yaratılmış bir simge değildir. Tam da şiddet kültürünü, düşmanlık kültürünü, kin ve nefreti besleyen savaş kültürünü rededen bir felsefeyi temel alan anlayışın görüntüsüdür. Maruz kaldıkları şiddete karşılık, birliklerini, beraberliklerini ve varlıklarını ancak böyle koruyabildiler.
Kısacası; Osmanlı’da Aleviler alehine yaratılan Sünnü ve Şafi İslam İnancı’nın beslediği şiddet ve düşmanlık kültürüne karşılık, Aleviler ölümü değil yaşamı, yok etmeyi değil, var etmeyi, insanlığın geleceğini temsil eden hoşgörü, sevgi ve saygı kültürünü savundular; bu felsefeyi ve kültürü besleyip geliştirdiler.
Dersim toplumu şiddet ve düşmanlık hastalığına, bu kültüre nasıl ve ne zaman yakalandı?
Dersim toplumunun bugün yaşadığı ve içinde bulunduğu bütün felaketlerin kaynağının veya miladının ‘38 Soykırımı’yla başladığı zanedilir. ‘37-38 Soykırımı o toplum için bir felaket olduğu vazgeçilmez mutlak doğrudur elbetteki, ama onun öncesi de vardır. Oraya gelme sürecinde, Dersim halkının içine sürüklendiği kaosun ne olduğu, nerden kaynaklandığı sorgulanmadığı gibi, adı dahi anılmaz. Kimse zahmet edip Dersim ‘38 öncesinde bu halkın iç barışı veya toplumsal ilişkisi nasıldı, toplumun kendi arasındaki huzuru, yaşam tarzı, ilişkisi ne düzeydeydi diye sormadı ve kimse de zahmet edip sorgulamadı.
1900’lere kadar Anadolu’da yaşayan Alevilerin Osmanlı’nın tehdit ve şiddetinden kaçarak, huzur ve barış içinde, hayatlarını garantide his ettikleri tek sığınağı Dersim’di. O yüzden de Osmanlı ordusu o kaleyi zaptetmek için defalarca seferler düzenlemiştir, ama buna rağmen başarı elde edememiştir. Dersim toplumu kendi iç huzurunu ve birliğini, kendi hukuğunu yaratarak, kendi sosyal ilişkisini, kendi iç örgütlenmesini organize ederek, kendi savunma güçünü var ederek, kendi komşularıyla barış içinde saygın bir dengeyi oluşturarak yüzyıllarca varlığını sürdürebilmiştir.
1900 ila 1935 arasında bölgede yaşanan alt üst oluşlar; Osmanlı’nın çöküşü, Ermenilerin kıyımdan geçirilmesi, gayrı Müslümlerin Anadolu topraklarından kovulması, 1. Dünya Harbi, Rus İşgalı ve sonrası… Bütün bu olaylar Dersim bölgesini ve halkını da derinden etkilemiştir. Bu süre zarfında iç ve dış Dersim’in, merkezi hükümet tarafından tamamen abluka altına alınması, açlık ve kıtlığın baş göstermesine neden olur. Toplum içinde varolan sosyal ilişkilerin, doğal hukuğun ve değerlerin kaybolması da bu sürece tekabul eder. Yerini orman yasası diyebileceğimiz, gücü gücü yetene bir ilişki tarzı alır. Dersim halkı toplumsal kaos diye bileceğimiz bir sürece sürüklenir. Dersimliler arasında varolan ve olmazsa olmazlarından olan hoşgörü, saygınlık ve huzur kültürü de bu süreçte alt üst olur.
1937-38 Soykırımı’nın planlayıcıları bu dağınıklıktan ve toplumsal huzursuzluktan, aşiretler arası çelişkilerden, kişiler arası hüsümetten, kavgalardan, aynı aile ve aynı kabile arasında dahi düşmanlığa kadar giden çatışmalardan yararlanmasını iyi becerir. Dersim halkı arasında, toplumsal anlamda ilk düşmanlık, şiddet ve kavga kültürü, birbirine karşı beslenen kin ve nefret duygusunun kaynağı bu yaşanmışlıklarla beslenir. Bu hastalık kendisini ‘38 Soykırımı sürecinde ve sonrasında da devam ettirir… Kısaca bu durum 1970’lere kadar sürer.
1970 sonrasında ise başka bir süreç başlar. Sol dalgayla birlikte, toplum içerindeki varolan aşiretsel, ailevi, kabile ve kişisel düşmanlıklar, birbirlerine karşı besledikleri kin, nefret ve şiddet duygusu, dönemin sol militanları tarafından devlete karşı yönlendirilmesi gerektiği fikri işlenmeye çalışılır. Bu düşünce hakim kılınmaya ve toplum içerisinde oturtulmaya çalışılır. Ama toplum içerisinde varolan kin, düşmanlık ve şiddet duygusu değişmez. Aşiretsel, ailesel, kişisel ve kabile çelişkileri-düşmanlıkları yerini, siyasileşmiş politik şiddete bırakır. Toplumun ilerigelenlerinin, aşiretlerin, ocakların, pirlerin, dedelerin söz ve hukuğun yerine, örgütlerin ve siyasi grup önderlerinin, militanlarının, yetkililerin hakimiyeti eğemenlik kazanır. Bir süre sonra da, bu toplumsal çelişki, şiddet ve düşmanlık kültürü, örgütler arası çelişki, şiddet ve düşmanlığa dönüşür; örgütlerden ise halka yansır. Onlarca yılı kapsayan bütün bu çekişme ve çatışmanın en ağır bedelini ise Dersim halkı öder. Geleneklerini, kültürlerini, dillerini, tarihlerini, yaşam alanlarını, mallarını, varlıklarını, çocuklarını, canlarını yurtlarını kaybederler…
14 Mart 2018
Avrupa, Türkiye ve Dersim’deki Çalışmalar -1-
Önümde iki fotoğraf duruyor: Biri 1926’sının Türkiye’sin de çekilmiş, diğeri ise tam 90 yıl aradan sonra, 2016’da Almanya’da çekilmiş.
İlkin de yüzleri tam seçilmeyen ve siyah beyaz olan bir kare. Dersim’in önde gelen bir çok yaşlı aşiret liderinin bir arada olduğu, aralarında Vali.. vb, devlet erkanını temsilen şahsiyetlerin de bulunduğu, Mustafa Kemal’in 1926’da Ankara’ya davet ettiği heyetin fotoğrafı. İkinci fotoğraftakiler ise; rengarenk giysiler içinde ki güler yüzlerden oluşan, aralarında bayanların da olduğu, Avrupa Diasporasın da ve Türkiye Diasporasın da yaşayan bir grup Dersimli’nin daveti üzerine, Almanya-Dortmund’a, Kasım 2016’da bir araya gelen, 1938’in cesetleri altında sağ kurtulanların, veya Türkiye’nin farklı bölgelerine sürgün edilenlerin ayakta kalan torunları.
Bir araya gelen bu grubun üyeleri; ait oldukları aşiretleri, veya mensubu oldukları ocakları temsilen buluşmadılar. Onlar atalarıyla, geçmişleriyle gurur ve onur duymalarına rağmen, kendilerini ait oldukları aşiretlerin, veya mensubu oldukları ocakların evlatlerı olarak tanıtmadılar, yada toplum nezdindeki o prestiji kullanmaya kalkışmadılar. Onlar için insani, bireysel ve entelektüel sorumluluk gereği , daha çok; zamanında savundukları, içinde yer aldıkları parti, örgüt ve çevrelerden geliyor olmaları ve bugün de Dersim toplumunun etnik ve kültürel kimliğinin özerkliğini savunmaları, bu değerli görüşleriyle toplum nezdinde kabul görüyor olmaları yeterliydi.
Mehmet Bayrağ’ın hazırladığı Baytar Nuri’nin “HATIRATIM” adlı kitabında aldığımız, siyah beyaz olan ilk fotoğrafın altına düşülen notta anladığımız kadarıyla; Mustafa Kemal’in daveti üzerine 1926’da Ankara’ya giden heyet üyelerin bir çoğu, 1938’de imha edilmiştir. O heyette sağ kalan ise; Malatya Valisi Bozan Bey, Elazığ Valisi Ali Cemal Bardakcı ve bir de Suriye’ye kaçan Baytar Nuri’dir.
İkinci fotoğrafta gördüklerimiz ise, kuruluşu henüz ilan edilen Avrupa-Dersim Meclis üyelerinin bir kısmı. 1926’da ki heyetin uğraş ve çabaları Dersimi, kıyımdan, idamdan ve sürgünden kurtaramadı. Heyet üyeleri de dahil olmak üzere Dersimlilerin birçoğunun sonu ya ip, ya sürgün, yada toplu imha oldu… 90 yıl sonra oluşturulan, 2016’daki heyettin başına neler geleceğini ise henüz bilemiyoruz, yaşayıp göreceğiz.
Peki Dersim’in veya Dersimlilerin 38’ gibi bi felaketi bir daha yaşamaları mümkün mü? Yada öyle bir felaket bir daha yaşanır mı acaba? Evet bence yaşanır, üstelik bu defa daha beteri de yaşanır. Yani Dersim’e bu vuruş son vuruş da olabilir. Türkiye ve Ortadoğu’da yaşananlar, yakın gelecekte Alevileri ve özelde Dersimlileri büyük felaketlerin beklediğinin açık işaretlerini veriyor. Fethullah Gülen yıllar önce İslam düşmanı olarak, ilk Dersim Alevilerini hedef göstermişti zaten. Yavuz’dan günümüze, Ortadoğu’daki Sünni-İslam itiffakını okuyan herkes, bugünün ve geleceğin Türkiye’sini de okuyabilir demektir.
Dersim 38’in parke taşları 1908’den itibaren döşenmişti. Çünki Anadolu’da bir “Ulus devlet-Etat nation” yapılanmasını inşa etme fikri o zamandan itibaren gündeme gelmişti. Bunu da ilk kez Jön Türkler savunmuşlardı. “Jön Türk” hareketi Anadolu da “Ulus devlet” fikrinin ilk kadrolarıdır. Ulus temeli üzerinde inşa edilecek devlet fikrinin ana ülkesi Fransaydı. 1789 Fransız Devrimi’nden sonra icad edilmiş ve inşa edilmiş bir yönetim biçimidir. Kırallık ve imparatorluğa karşı ulus devleti savunanlar, Fransa’yı örnek almışlardı. Jön Türkler (yani Genç Türkler) de Fransa’da eğitim gören dönemin Osmanlı Beyleri’nin çocuklarıydı. Dolayısıyla bu fikri Anadolu topraklarına taşıyan Jön Türkler (Genç Türkler) idi. Bu hareketin savunucuları için Anadolu’da ulus devletin kurulması önünde iki büyük engel vardı. Ayrı bir millet olan Ermeniler ve Müslüman olmayan “gayri Müslim” dedikleri diğer topluluklar. Yani Süryaniler, Keldaniler, Rumlar ve bunlara Alevi –Kızılbaşlar da dahil.
Niye bu etnik topluluklar engel olarak görülür? Çünki ulus adına kuracağın bir devletin iki ana özelliğe, iki temel direğe sahip olması gerekir. Birincisi halkın konuşup anlaştığı ortak bir dili, ikincisi o halkın sahip çıkacağı ortak bir dini-inancı olması gerekir. Yani ”tek dil ve tek din” teorisi burdan geliyor. Bu düşünceye karşı çıkanlar ise, o dönemin sosyalistleri ve komünistleriydi.
1895-1915 arasında Ermenilere uygulanan kıyımla, Ulus devlet kurmak isteyen Jön Türkler, “sorunun” büyük bir kısmını hal etmiş olduklarını düşünürler. Süryani-Keldani kıyımıyla Ermeni kıyımının aynı döneme denk getirilmesi de bu yüzdendir. Çünkü bu topluluklar Sünni-İslam’ın dışında başka bir dini inancın mensubu yani “gayrı Müslim” olup, Türkçe’nin dışında başka bir dili konuşan topluluklardı.
Mustafa Kemal’in 1923’te kurduğu genç “ulus” devletine gelindiğinde, Cumhuriyetciler için birinci derecede tehlike teşkil eden “gayrı Müslim” topluluklar değildi artık. Tehlike; Türk veya Kürt olupta Ermeniler’e, Keldaniler’e ve Süryaniler’e karşı şaha kalkan, 1895-1915 arası kıyımlarda İttihat ve Terakicilerin kullandığı Sünni ve Şaffi İslamcı Müslüman güçlerdi. Çünki o İslamcı fanatik çevreler; Ermeniler’i, Keldaniler’i, Süryaniler’i “ulus devleti veya Cumhuriyet’i” kurmak için kesmediler. Onlar Anadolu ve Doğu Anadolu’yu « gayri Müslimler”den temizleyip, topraklarına, mallarına el koyduktan sonra, Sünni-Şaffi-İslam eğemenliğinde bir düzen kurmak için bunu yaptılar.
Mustafa Kemal de, Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarında bu güçlerle itiffak içerisinde hareket etti. Daha sonra , 1925’ten 1935’e, yani “Tunceli Kanunu” çıkarılan süreçe kadar da, bu fanatik İslamcı güçlerle savaştı.
1935’te “Tünceli” Kanunu’nu gündeme getirenlerin mantığı, 1895-1915 Ermeni, Keldani-Süryani Kıyımı’nı uygulayan mantığın aynısıydı ve hatta o politikanın devamıydı. Onlar için Dersim dedikleri bölge de, Sünni ve Şaffi İslamın kurallarına uymayan Alevi-Kızılbaşların yaşadığı bir bölgeydi. Yani yine Fetullah Gülen’in deyimiyle “aslen Nusayri olan, yani Müslüman olarak görülmeyen” Ermeni, Süryani, veya “gayrı Müslim”lerden pek de farklı olmayan, hatta daha da fazla bir tehlike teşkil eden bir topluluk . 1935’te çıkarılan “Tunceli Kanunu”nun özünde bu anlayış yatmaktaydı. Onlar için “inançsız Kızılbaşların diyarı Dersim’i bertaraf etmek ve Dersimlileri Anadolu topraklarından kazıyıp ortadan kaldırmak gerekiyordu.”
Bu planı 1905’ten itibaren Dersim’e karşı devreye sokarlar. Bölgeye uygulanan izolasyon, baskı ve yapılan askeri seferler, aşiretler arasında kışkırtılan ve çıkarılan kavgalar; Dersim halkını açlığa, yoksulluğa mahküm edip, bölgeyi terk etmek zorunda bıraktırıp göçe zorlamışlardır. Bir çok aşiret ilk göçü o yıllar da vermiştir. Mazgirt’in, Pertek’in, Hozat’ın önemli Aşiret ve Ocak önderleri açıktan tehdit edilip Dersim’i terk etmeye zorlanmışlardır. Bavamansurların, Pilwenk-Xelifanların, Sarısaltıkların, Dervişcemallerin Dersimdeki göçleri o döneme denk gelir. Toplumsal iç huzur yerini aşiretler, kabileler, ezbetler arası kavgaya bırakmıştır. Komşuluk ilişkisi sıfır, iç huzur sıfır, aşiret, kabile, ocak , dede-pir, rayver bağı zayıflamış, birçok yerde sıfırlanmış durumdadır.
Kısacası 1905’den 1935’e gelendiğinde, Dersim’de artık ne birlik, ne dirlik ne de huzur kalmıştır. Dersim-38 felaketine bu şartlarda gidilmiş, kıyımlar bu kuşullar altında yaşanmıştır. 1937’de devlet Dersim’e vurduğunda, Dersim’in artık ayakta kalacak morali, gücü ve takati hemen hemen kalmamıştır. Halkın birlikte hareket edecek ne birliği, ne iradesi ve ne de gücü kalmıştır.
2016’dayız. Arada 80-90, hatta 100 yıllık bir süre geçmiştir. Şimdilk sadece şunu diyebilirim:
Dersim hala birliğini, dirliğini ve huzurunu arıyor. Bir dahaki bölümde bu ve benzeri soruları ve sorunları irdeliyeceğiz…
23 Ocak 2017
Dersim Meclisi’nin Toplumsal ve Tarihsel Rolü Nedir ? Siyasal ve Örgütsel Biçimi Nasıl Olmalı?
“Dersim Meclisi” nedir? Nerden icab etti? Hangi ihtiyacın cevabıydı? Meclis nasıl oluşturulmalı? Nerde kurulmalı? Nasıl bir işlevi olmalı? vb, soruları irdeleyen bir yazı kaleme almayı planlamıştım.
Yazının GİRİŞ bölümünü yazıp yayımladıktan sonra farkettim ki, bazıları tarafından yazı hiç alakası olmayan başka yerlere (FDG’de taraf-tarafsızlık meselesine) indirgenmiş ve asıl konuşulması-tartışılması gerekli olan Meclis meselesi ise „güme“ gitmiş, görülmez olmuş. Bu yüzden de yazının gerisini getirmekten vazgeçtim… Yayınlanan o giriş yazısın da, nerden böyle bir sonuç çıkardılarını sonra anladım.
Dersim Meclisi’nin oluşum sürecini anlatmaya çalışırken, FDG (Avrupa-Dersim Dernekleri Federasyonu) de ki yaşanan son çelişkilere ve krize değinmiştim. Dersimliler arasında “Meclis” oluşturma fikrinin yeniden gündeme gelmesinin (daha önce de benzeri „Meclis“, „Mıslet“ isimleri altında iki girişim olduğunu biliyoruz) ve bu olaya yeniden vesile olan hadiseyi kısaca anlatmaya çalışmam, bazı arkadaşlar da sıkıntı yarattı. Yanlış anlaşılmaları önlemek, art niyetli kara propagandacıları durdurmak için yazının devamını yazmaktan bir süreliğine vazgeçtim, şimdi o yazının yeniden yazılıp sonuçlandırılmasının zamanı geldi.
——————————
İnsan yaşamın da icad edilen, inşa edilen, oluşturulan, değiştirilin, dönüştürülen her şeyin, insanın bireysel veya toplumsal (kollektif) ihtiyaçından kaynaklandığını, bireysel veya toplumsal ihtiyaçlara cevap vermek, karşılamak için icad edildiğini hepimiz biliyoruz. Burda kimsenin kimseye tarih ve toplum bilgisi dersi vermesine, yada kimseden almasına gerek yok. Hepimiz de bu alanda yeterli bilgiye ve birikime sahibiz… Fakat işin şöyle bir tarafı var; meseleyi sadece bilmek yetmiyor. Asıl mesele bu bildiklerimizi, biriktirdiklerimizi nasıl bir araçla ve hangi yöntemle hayata geçirebilme becerisini gösterip gösterememe meselesidir.
“Dersim Meclis Girişimi”nin Zwingenberg toplantısına katılan arkadaşlar hatırlıyacaklardır. “Araç ve amaç” meselesine dair kısa bir örnek vermiştim ve demiştim ki; oluşturulan her araç amacına hizmet etmek zorundadır. Ama aracın işlev göreblimesi, amacına hizmet edebilmesi için de, sadeca amacı belirlemek yetmiyor. Kullanılacak araç, amacın bütün özelliklerini de kendi içinde barındırmak ve taşımak zorunda olmalı ki, ancak o zaman aracımız gerçek anlamda işlevlini görebilsin. Yani « taşı kırmak için en az taş kadar sert bir araca » sahip olmamız gerektiğini hatırlatmıştım…
Şimdi bizim „Meclis“ meselesine gelelim:
Dersim Meclis fikri hangi ihtiyaça cevaben ortaya çıktığını, işlevinin ne olması gerektiğini, ne tür özellikler bünyesinde taşıması gerektiğini, hangi özelliklere sahip olması gerektiğini anlamak ve anlatmak zorundayız.
1.) Dersim/Désım Meclis’in de Ne Anladığımız Sorusu:
Dersim halkının kültürel, inançsal ve etnik farklılığını; hem onu cevreleyen ve kuşatan komşu halklar tarafından biliniyor, hemde toplumun kendi fertleri(Dersimliler olarak) sahip oldukları tarihsel, inançsal, kültürel ve etnik farklılığın farkında oldukları biliniyor.
Dersim’in ve Dersimlilerin varolan bu farklılığı; 1071’den günümüze gerek merkezi devlet otoritesi ve siyasal yapısının, tarihte günümüze Dersim halkına karşı aldığı tutumla anlaşılmıştır, gerekse de Dersimlinin merkezi devlet (Beylik, Kırallık, İmparatorluk) otoritesine ve onun siyasi yapısına karşı aldığı mesafeyle net olarak ortaya çıkmıştır…
Bu tarihsel ve toplumsal farklılığın iki temel sebebi vardır:
Birinci sebep; Dersimlinin kendisiyle doğa-insan-ölüm yaşam ilişkisini tarif ederken, sahip olduğu inanç farklılığıdır. ikinci sebep ise, Dersim halkı’nın kendini ifade ederken diğer halklardan değişik olarak kullandığı dil farklılığıdır.
Dersim toplumunun son bin yılllık tarihinde; merkezi otoriteyle bu farklılığı yüzünde yaşadığı çatışmaların binlerce kanıtı ve ispatı vardır. Dersim toplumu kendisiyle, doğa arasındaki dengeyi, kendisiyle komşu halklar arasındaki dengeyi, kendisiyle yakını arasındaki dengeyi, kendisiyle ailesi, eşi, akrabası arasındaki dengeyi; sahip olduğu inançı ve konuştuğu dili vasıtasıyla yaşamıştır, korumuştur ve yaşatmıştır.
Sahip olduğu Alevi (Raa-Rea Heq)inancı ve konuştuğu (Kırmançki/Zazaki ve Kırdaşki-Kurmanci) dili; Dersim toplumunu bütün tarihi süresince çevre topluluklarla kendi arasında kurduğu ilşkilerin ayıracı, veya birleştirici temel ilkesi olmuştur.
Dilini konuştuğu ve anlaşabildiği insanlarla dost, inancını kabul ettiği ve paylaştığı insanlarla da akraba olmuştur. Bu iki özelliğe sahip olan insanların barındığı ve yaşadığı topraklara da Dersim/Désım, Welaté Kirmanciye, Herd u Dewreş, Jiar u Diyar demiştir.
Dersim toplumu idare (adalat) biçimi olarakta tarih boyunca, gerek kendi iç sorunlarının çözümü için, gerekse de komşu halklarla olan çelişkilerin çözümü için başvurduğu tek yetkili organ ve mecri ise; Aşiret ve Ocak ilişkisi üzerinde inşa edip kurduğu Meclis-Mıslet “yapılanmaları-kurumları” olmuştur. Toplumsal işlevi olan bu yapılara bugünkü dille “kurum” diyoruz. Ama gerçek işlevi ise; toplumsal hukuğun ve barışın sağlandığı, ortak bir sözleşmenin varolduğu, ortak kararların herkesin razılığı ile alındığı, alınan kararlara da istisnasız herkesin uyduğu, bir bireyin, bir aşiretin veya bir kabilenin çıkarını değil, bütünün çıkarlarını gözeten, koruyan, sağlayan sosyal ve hukuki idare mekanizmalarıydı.
Dersim toplumu gerek çekirdek Dersim‘de, gerekse de onu çevreleyen kabuk Dersim’de ortalama 50 yıl öncesine kadar, kendi içinde kurduğu bu toplumsal sistem ve mekanizmayla günlük yaşamını idare ediyor ve sürdürüyordu. Bu nedenle de Dersim halkı arasında Meclis-Mislet kavramının karşılığı vardır, kökü çok eskilere dayanır, Meclis-Mısletın Dersim toplumun da tarihsel bir geçmişi vardır.
İşte asıl olarak bizim arzuladığımız “ Dersim Meclis-Mısleti “ buna tekabul etmelidir. Dersim toplumu içerisin de izleri ve karşılığı olan, bu toplumsal sözleşmenin modern bir hale dönüştürülmesi, günümüz ihtiyaç ve sorunlarına göre yeniden reorganize edip, ona yeni işlevler kazandıracağımız ve hayata geçireceğimiz bir mekanizma olmalı, Dersim toplumu arasında toplumsal konsansüsün sağlandığı, bir uzlaşma merkezi olmalıdır. Bu temelde inşa edeceğimiz bir Dersim Meclisi, Aleviler için de bir idare modeli olabilir ve olmalıdır da.
2.) Nasıl Bir Dersim Meclisi Arzuladığımız.
Günümüz Dersim toplumu çoğrafik olarak çok dağanık olduğu gibi, örgütsel olarakta çok başlı bir toplum haline dönüşmüştür. Her nekadar Dersimli bireyler, diğer toplulukların-halkların fertlerine göre daha örgütlü bir tolum gibi görünse de, Dersim toplumu’nun gerçeği; başkası için hertürlü örgütlülüğün ve riskin en başında, önünde yer alırken, kendisi için örgütlülüğü yok denecek kadar zayıf, örgütsüz bir halk konumunda olmasıdır. Türkiye’nin en büyük resmi muhalefet partisinden başlayıp, bütün Sol-Sosyalist ve Kürt ulusal hareketilerin birinci veya ikinci adamının Dersimli olması veya Dersim kökenli birinin seçilmesi tesadüf değildir, diğer taraftan Dersim halkının kendi geleceği içinse bukadar dağınık ve parçalı halde olması tam anlamıyla, traji komik bir haldir.
Bu dağınıklığın ve parçalanmışlığın temelinde bin yıllık bir geçmiş vardır elbetteki. En bilinen tarihi 1500’lü yılların başlangıcıdır.
Merkezi Osmanlı yönetimi yaptığı seferlerle, Dersim halkını göçe zorlarken, bir taraftan da dışardan sürekli farklı inanç ve farklı dilleri konuşan toplulukları getirip Dersime yerleştirmenin yollarını aramışıtr. Örneğin bugün Siverek vb, civar bölgeler de Kırmançki-Zazaki konuşan ama inanç olarak Sünnileşen Zazaların 1500’lü yıllarda Dersim’de göç ettirildikleri.. Yanısıra Erzurum, Bingöl, Muş, Malatya, Elbistan, Kayseri, Sivas, Erzincan bölgelerinde yüzlerce, ve hatta binlerce yerleşim alanın Dersim kökenlilerden oluştuğu, Etnolojik ve Antropolojik araştırmalarla da kanıtlanan bir gerçektir artık.
Diğer taraftan bugün Pertek, Mazgirt, Çamişgezek vb, yerleşim yerlerin de yaşayan birçoğunun (Türkçe veya Kürtçe konuşan) dışardan getirilip Dersim’e yerleştirildikleri tarihi bir sır olmaktan çıkıp, doğruluğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir artık.
Kısacası Cumhuiyet dönemi de dahil olmak üzere, Merkezi Osmanlı idare biçimi; yüzyılardır Dersim Halkı’nın kimliğini, inancını, dilini, kültürel ve etnik demografik yapısını içerden ve dışardan çökertmek için her türülü yol ve yöntemi denemiştir. Uyguladığı yöntemlerin birçoğunda da başarılı sonuçlar elde etmiştir.
Dersim çoğrafyasında yaşanan son yüzyıllık olaylara baktığımızda; tükenmek ve yok olmak üzere olan bir kültürün, inancın, dilin ve halkın son demlerini yaşadığını görürüz. 1900’lerden buyana Dersim çoğrafyasın da yaşananlara bir bütün olarak baktığımızda; yapılanların Kırmançki-Kırdaşki konuşan Alevi-Kızılbaş bir halkın bütün izleriyle tarihte silmenin son vuruşları olduğuna tanık oluyoruz.
1900’lerden başlayarak 1915 Ermeni kıyımıyla devam eden süre, Dersimdeki göçü hızlandırmış. Fakat esas olarak 1938’deki yaşanan kıyımla bu göç stratejisi doruğa çıkmıştır. Dersimliler daha önceki (1900 öncesi) göçlerde, Merkezi Dersim çoğrafyasının yakın sınır bölgelerine gidip sığınırken, 1938 göçü ve sürgünü Dersimlileri Türkiye’nin hertarafına dağılmasına yolaçmıştır. 1970-80’li yıllardan sonra ise buna Avrupa boyutu da eklenince, Dersimliler Dünyanın heryerine dağılmış oldular..
Dolayısıyla Dersimliler, yada Dersim nufusu bugün en çok nerde yoğundur diye baktığımız da veya sorduğumuz da, doğal olarak ilk akla gelecek yer Mamekiye(Tunceli) dir. Fakat bu asıl gerçeği artık yansıtmıyor. Örneğin sadece İstanbul’da en az Mamekiye (Tunceli) nufusu kadar Dersimlinin yaşadığın biliyoruz. Buda demek oluyor ki, Osmanlı’dan günümüze Ermeniler’den sonra Türkiye çoğrafyasın da Derimliler kadar kitlesel göç veren ve Diasporalarda yaşayan başka hiç bir halk yoktur. Bunun sebebiyse, birinin Hırıstiyan diğerinin Alevi-Kızılbaş olmasıdır.
İşte benim arzuladığım DERSİM MECLİSİ; ana yurtlarında kopup farklı dönemler de, farklı zamanalar da, farklı bölgelere sürgün edilen, göç eden, Türkiye’nin ve Dünya’nın değişik yerlerine dağılan ne kadar Alevi-Kızılbaş Dersimli varsa, kendilerini bu yapı içerisin de temsil etmeli, yok olmak üzere olan bir halkın yeniden dirilişini-rönesansını sağlayan bir araç niteliğini taşımalıdır. Kaybolmakla yüzyüze olan bu halkın sesi, soluğu kulağı, nefesi, dili, kimliği olacak bir Dersim Meclisi-Mısleti arzuluyorum.
3.) Dersim Meclis Çalışmaları Nasıl Örgütlenmeli:
Bir önceki ara başlıkta belirtiğim gibi ; Dersim toplumu çoğrafik olarak çok dağanık olduğu gibi, örgütsel olarakta çok başlı bir toplum haline dönüşmüştür.
Aslında Dersim toplumunun yönetici-idare, lider-önder, örgüt geleneği ve toplumsal örgütlenme biçimi Ocaklar yapısındaki işleyiş sisteminde mevcuttur. Dersim kökenli bütün aşiretlerin bağlı oldukları bir Ocağı, Ocakların da birbirine bağlı oldukları dairesel-çember (piramitsel değil) şeklinde yürüyen bir yapısı vardı. Hirarşiyi, otoritenin denetimini red eden, tek şefliliği kabul etmeyen, bütün ocakların birbirini denetlediği, birbirine bağlı olduğukları ve birbirine danışarak yürüttükleri bir sistemdi, Dersimdeki eski ocaklar-aşiretler sistemi.
Peki Ocak dediğimiz sistemin görev ve yetki sınırı da şuydu: Dersim halkının toplumsal barışını ve idaresini örgütlemek, birey ve aile üzerinde ahlaki, kültürel değer sistemini sağlamak. Yani bireyin, ailenin ve toplumun günlük hayatını organize ederken, bağlı olduğu ve mensubu olduğu aşretin bütün yetkilerini birara da topladığı ve merkezileştirdiği en üst otoriteydi ocak sistemi.
Organik olarak, her ailenin bağlı olduğu bir ezbeti vardı, her ezbetin bağlı olduğu bir aşireti, her aşiretin bağlı olduğu bir ocağı, her ocağın bağlı olduğu bir Piri-Dedesi, her Pirin-Dedenin de bağlı olduğu bir Mürşidi vardı. Mürşitlerin de birbirine karşı sorumlu oldukları ve bağlı oldukları Serçeşmeleri vardı. Dersim toplumu, sosyal, hukuksal, kültürel, yönetim ve idare biçimini yüzlerce, hatta binlerce yıl bu sistemle yürütmüşlerdir. Dersimin, despotik Osmanlı otoritesine ve yapısına karşın, kendisini ve otonom yapısını işte böyle bir idare sistemiyle yönetmiş ve bu yönetim sistemiyle kendini koruyup, 1900’lerin ortalarına kadar getirmiştir.
Bu örgütsel ve idare sistemi ilk büyük darbeyi 1938’de almıştır. Ulus-Devlet (Etat-Nation) temeli üzerinde inşa edilmeye çalışılan ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti’nin 1938’deki ana hedefi; en başta Dersimdeki ve bir bütün olarak Alevi-Kızılbaş toplumu arasında varolan bu idare sistemini ortadan kaldırmak, ulus temeli ürende inşaa edilen merkezi devlet yapısının idare biçimini empoze edip, Ulus (millet) devlet hukuğunu topluma dayatmak oldu.
1938’de aldığı bu büyük darbe sonrasında, içte ve dışta dağılmakla yüzyüze kalan Dersim toplumu, daha sonraki yıllar da hernekadar kendini yeniden toplarlayıp, varolan eski sistemi yeniden örgütlemeye ve ayağa kalkmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Toplumun bel kemiği olan Ocak ve aşiretlerin önde gelen büyük bir kitlesini, 38 gibi bir felaket aldı götürdü. Usene Seyid’in deyimiyle “kiminin sonu ip, kiminin de sürgün de ölüm” oldu. Yüzyılar boyunca Ocakları, Pirleri, Dedeleri, Mürşidleri tarafında yönetilmiş bir toplum, birden kendini sahipsiz, başsız, rehpersiz terk edilmiş, ortada bırakılmış “anasız-babasız” öksüz bir vaziyette buldu…
1938 sonrasındaki süreci hepimiz biliyoruz. 1940-50’lili yıllar da doğan ve yetişen kuşak; 1970’lerde Türkiye’yi sarmalayan, toplumun bütün etnik, sosyal, kültürel ve inançsal katmanlarını etkileyen, alternatif idare yönetim modelleri öneren, hu alternatif toplum iddaleri için mücadele eden muhalefetin içinde kendini buldu. Dersim gençliğinin ve şehirli aydın kuşağının o dönem başka da bir alternatif yoktu zaten. Dersim gençliği, kendi yaşam felsefesiyle de uyuşan; eşitlikci, barışcıl hakka niyetli yeni bir dünya ve toplum modeli için mücadele etmekten pekte haksız sayılmazdı. Dönemin Türkiyesin de, toplumsal halk muhalefinin savunduğu eşitlik, özgürlük, adalet ve bağamsızlık talebi; Alevi-Kızlbaş Dersim halkının da genel talebleri sayılırdı. Ayrıca Dersimliler için, Dersim 38 gibi henüz taze olan, kapanmamış kanayan derin birde yaraları vardı. Ayrıca bu yarayı açan siyasi devlet otoriteden sorulması gereken bir hesabı vardı. Dersim halkı ve toplumu o hesabı sorma amacıyla, kendisini içinde bulduğu politik atmosferden bir daha sıyıramadı, hesap sorma fikri Dersim toplumu için birnevi tuzağa dönüştü.
Burda sorun; Dersim halkının ve gençliğinin politize olması, yada politikaya ilgi duyması meselesi değildir elbetteki. Günümüz endüstriel kapitalist modern toplumlar da, bir halkın politize olması, o toplumun bir eksiği veya yanlışı değildir.Tam tersine toplum için o durum büyük bir avantaj sayılır. Bütün mesele toplumun birey ve fertleri, o politik durumu-avantajı kendi halkının lehine çevirebilme beçerisini gösterip gösterememesinden yatmaktadır. Bu becerilmediği taktirde o avantaj konumundaki politik atmosfer, toplum için dezavantaja dönüşebilir ve bir halkın tamamen bitmesine de sebep olabilir.
Dersim halkı ve toplumu için malesef olan da bu son olasılık oldu. Dersim Meclisi oluşturulduğunda, dezavantaja dönüşen bu durum, ciddi bir şekildi tekrar Dersimliler için avantaja dönüştürüle bilinir.
4.) Dersim Meclisi’nin; Varolan Federasyon, Örgüt, Parti..vb, Dersimli siyasi yapılarla ilişkisi nasıl olmalı.
Dersim halkının politize ve örgütlü bir halk olduğunu herkes, hepimiz artık biliyoruz. Evet Dersimliler örgütlü bir haktır! Ama sorun; yukarda da söylediğim gibi bu halk, bu örgütlü gücü ve politikayı kendi lehine dönüştürmüyor, yada dönüştüremiyor. Asıl sorun da kendisi için, kendi çıkarları için politika yapmamasında kaynaklanıyor. Bu yüzden de o politik avantaj kendi alehine, yani bir dezavantaja dönüşüyor.
Neden mi böyle oluyor?
Anlatayım: Kendi geleceği ve kendi çıkarı, kendi talepleri ve ihtiyacı için örgütlenmeyen bir halk, kendi ihtiyaçlarına cevap verecek örgütlü yapılar oluşturmayan, o araçlara sahip olmayan bir halk, kendisi için işlevi olmayan örgütler içinde yeralan bir halk , başkasının politikasına alet olmaktan, başkası tarafından kullanılmaktan, başkasının maşası olmaktan, başkası için politika yapmaktan, başkası için varolmaktan kendisini alıkoyamaz.
Ama kendisi için örgütlü olabilmesi ve kendi geleceği için politika yapabilmesinin yolu da, o halkın, o toplumun kendisine dair gelecek toplum projesine sahip olması gerekiyor.
Dersim Meclisinin işi işte tamda burda başlayacaktır, Meclise burda ihitiyaç duyulacaktır, yada Dersim Meclisi tamda burda devreye girecektir.
Nasıl mı olacaktır?
Onu da anlatayım: Geçenlerde Türkiye’de Meclis çalışmalarına ilgi duyan ve destek veren bir dostumuzdan bir mesaj aldım. Bana gelen o mesajı ve kendisine verdiğim cevabı sizinle kabaca paylaşmak istiyorum. Gelen mesajda sorulan soru şuydu: Diyordu ki ; “Neredeyse her ilde, Dersime ait bir dernek var. Bu derneklerin de bir federasyonu var. Bu federasyon çıkar derse ki: “Biz Türkiye’nin her yerinde örgütlüyüz ve Dersim’in sorunlarını dile getiriyoruz, çözüm arıyoruz. Barajlara tepki koyduk, HES’lere tepki koyduk. Bir çok davayı kazandık. Dersim’in ekolojisi ile de çalışıyoruz. Bizim yapmadığımız neyi yapacaksınız?” derlerse, “Haksızsınız” diyemeyiz. Ne diyeceğiz, meclis çalışanları ne diyecek bu durumda?”
Cevabım şu oldu : « Sen de haklısın. Onlar da haklı, aynen öyle derler ve diyecekler de : Birincisi bir defa Dersim Meclisi tam da o yapmakla görevli oldukları ve « yapacağız » dedikleri, Dersimliler tarafında sahip çıkılıp savunulan talepleri yapıyorlarmış gibi gözküp yapmadıkları zaman, onlara o işleri yaptıracak bir mecri olacak. İkincisi Dersim Meclisi onların göremedikleri, yada görüpte üstünde duramadıkları sorunları, onlara göstermek ve anlatmak, onların önüne yeni işler çıkaracak, onlara yeni işler önerecek, onlar tarafından yapımı dahi tasarlanmayan ve düşünemedikleri işler koyacak bir merkez olacak. Bu işleri yapıyoruz diyen o dernek, federasyon, örgüt, parti vs, o işleri sadece yapıyor görünüyorlar, kenarında köşesinde tutuyorlar, hatta dah açık konuşmak gerekirse, Dersimin gerçek sorunlarının çözümünde, adam gibi iş yapan birkaç dernek dışında ortada fazlada yapılan bişey yok aslında…
Çünkü genel olarak bu dernek, federasyon, örgüt ve partilerin asıl işi ; Dersim’in dilini, kültürünü, doğasını, inancını, geleceğini, geçmişini kurtarmak, korumak falan değildir. Bunu sen de biliyorsun, ben de biliyorum, herkeste böyle olduğunu çok iyi biliyor. Hatta hepimiz de biliyoruz ki, onların asıl işi Dersim değil, devrim yapıp memleketi kurtarmaktır.. Kendilerince çokta haklılar da aslında. Sorun onalrın sorunu değil. Onların amacı ve asıl görevi, arzuladıkları iktidarlarını, devletlerini kurmaktır. Kurmak istedikleri bu devletin adı Sosyalist Halklar Cumhuriyeti olur, Kürdistan olur, Türkistan olur, fark etmez adı önemli değil. Ama bu arada Dersim sorunu Türkiye devletinin hem bugününü ve hem de geçmişini ilgilendiren çok önemli bir mesle olduğu için, yara çok eski ve derin olduğu için, Dersimliler içerisinde bu yönlü bir yakınmanın ve dövünmenin varolduğunu farkettikleri için, onların talepleriyle de ilgileniyorlar, işte o ilgilenme de ancak bukadarlık bir ilgilenme oluyor. Ne yazıkki sonrasında gerisi gelmiyor…
Bu durum aslında bir bakıma sorun da değil artık. Şimdiye kadar biz onlarla hep bu mesele yüzünde kavga ettik; “siz Dersimlilere yalan söylüyorsunuz, Dersimin sorunlarını ve çıkarlarını gerçekten savunmuorsunuz” dedik. Onlara bir çok şey söyledik, yazdık, eleştirdik. Onlar da bizim için çok şey söylediler…. Ama bundan böyle artık birbirmizle kavga etmeyeceğiz ve etmemeliyiz de. Tamam diyeceğiz, madem siz de bu talepleri savunuyorsunuz biz de savunuyoruz, o halde buyrun beraber bu işleri yapalım diyeceğiz. Gerçekten Dersim’in sorunları ve meseleleriyle ilgileneceksiniz; o halde buyrun hep beraber yapalım, hoydur meydan diyeceğiz…
Bunu başara bilmemizi için ayrıca şöyle bir avantajımız var: Dersimlier bütün siyasi parti, örgüt ve yapılar içerisinde varlar ve örgütlüler demiştik. Devletin resmi ana muhalef partisinden tutalım da, Devletle 30-40 yıldır dişe diş çatışan silahlı örgüt ve yapılara kadar. Türkiye Marksist Sosyalist-sol hareketlerden tutalım da, Ulusal Kürt hareketlere kadar; istisnasız hepisin de ama hepisin de Dersimlileri bulmak mümkündür.
Bu örgüt, parti ve yapılar içerisinde varolan, örgütlü olan, yetkili olan Dersimlilerin şimdiye kadar yaptıkları şey şu oldu; İçinde yeraldıkları siyasi parti, örgüt, hareket ve yapıların, politikalarını, siyasi proğramlarını Dersimlilere empoze etmek oldu. O parti ve yapıların politikalarını Dersimlilere kabul ettirmek oldu. Şimdi ise bu işi artık tersine çevirmek gerektiğini düşünüyorum. Yani bundan sonra o örgüt , parti ve yapılar içerisinde yeralan, varolan Dersimliler, Dersimin çıkarlarını ve geleceğini savunan politikaları, düşünceleri o örgütsel yapılara taşımalıdırlar, o örgütler, partiler içinde Dersimin sorunlarını tartışmak, kabul ettirmek ve eylem planları, kararları çıkartmak olmalıdır. Dersim Meclisi, o siyasi örgüt, parti ve yapılarala kavga etmek yerine, onların içinde yeralan Dersimlilerin vasıtasıyla, onlarla birlikte iş yapmayı planlamalı, Dersim davasını savunup başarmalıdır.
Özet olarak Dersim Meclisi; varolan örgütlere, yapılara, partilere alternatif bir yapı, bir oluşum değildir ve olmamalı. Dersim Meclisi varolan o politik ve sivil yapılar içirisin de Dersim politikasını savunan bireylerin, çevrelerin, grupların toplamı, bileşeni olmalı.
İşte Dersim Meclisinde anladığım budur benim ve böyle bir Meclis arzuluyoruz. Bu Dersimliler için bir rönesans olacaktır, Aleviler içinse bir model olabilir.
Sevgi ve saygılarımla
24 Nisan 2016
Hüseyin Dedesoy