Yazarlarımızdan, “Ve Suyu Ateşe Verdiler„ kitabının yazarı sayın Haydar Beltan´a sözü bırakmak istiyorum.
İyi Akşamlar hepinize. Güzel sohbetli bir akşam diliyorum. Bağlantıda bir sorun yaşadığım için ancak Kazım’ın konuşmasının bir kısmını dinleyebildim. Diğer arkadaşları dinleme imkanı bulamadım. Yine de kısaca görüşlerimi belirtmek istiyorum.
Bugün tartışacağımız konu, insanlık açısından ebetteki çok önemli bir konu olan, Dersim Tertelesi ve Sürgünlerdir. Tertele ve sürgünler tabi ki Dersim ile özdeşleşmiştir bizim açımızdan. Bu özdeşlik içimize kilitlenen bir acıdır aynı zamanda.
Dersim denildiğinde bir coğrafya akla gelir. İç ve Dış Dersim olarak adlandırılan bu coğrafya, tarihiyle, inancıyla, diliyle, kültürel ve etnik yapısıyla, komşularından farklı bir coğrafya. Bu farklılıktan dolayı, merkezi otorite, Dersim’e karşı hep mesafeli durmuş ve çözülmesi gereken bir sorun, mutlak deşilmesi gereken bir çıvan olarak görmüştür.
Dersim de kendi farklılıklarını korumak için merkezi otoriteye karşı sürekli mesafeli durmuş, kendi farklılıklarını koruma güdüsüyle hep uzak durmuş, kendisini koruma altına almıştır.
Hem Osmanlı döneminde hem Cumhuriyet döneminde, Dersim’i yola getirmek için onlarca rapor hazırlanmış ve hazırlanan raporlar ışığında yine onlarca kez saldırılar düzenlenmiştir.
Osmanlı döneminde Dersim’e bakış ile, Cumhuriyet döneminde Dersim’e bakış arasında herhangi bir fark söz konusu değildir. Bir paralellik ve aynı düzlemde bir sürekliliğe sahiptir.
Osmanlıya göre, “Dersim’in ekseriyeti nüfusunu teşkil eden ve fenalıkların da amili olan Şiiler… halkın maneviyatına hakim olan dede ve seyitlerle halkın dünyevi umuruna hakim, ruhu şekavetle meful, ikiyüzlü ve müfsit olan ağalar elindedir.”
Cumhuriyete göre de “Dersim, seyit ve ağaların çok zalimane tasallut ve tecavüzü altındadır… Dersim, cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıbanın üzerinde kati bir ameliye yapmak gerekir.”
1926 yılında, Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in Raporunda, “Dersim Hükümeti, Cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kati bir ameliyat yapmak gerekir… Dersim, Türkiye için cehalet, maişet darlığı, dahili ve harici tesvilat ve tehlikeli bir çıbandır. Bu çıbanın kati bir ameliyeye tabi tutulması lazımdır.” denilmektedir.
Yine, 1926 tarihli Vali Cemal Bey’in raporunda, “… Dört yüz seneden beri Dersim’e hükümet nüfuzu girmemiş, ilmi mana ve şumuluyla bir otorite teessüs etmemiştir….”
1930 1. Umumi Müfettişlik Raporunda, “Dersim’e yapılacak olan sınırlı ve zayıf bir hareket, zararlı sonuçlar doğurur. Dersim’in terbiye edilmesi için şunlar yapılmalı… Yüksek idare memurlarına, adeta koloni idarelerindeki salahiyet verilmelidir…
Dersim’i abluka altına almak suretiyle saldırılarda bulunmasını ve ticaret yapmasını engellemek, zamanla aç kalacak olan halkın kendiliğinden teslim olmasını sağlamak ve bu suretle Dersim’i fena insanlardan temizlemek,
Dersim’i sıkı bir kuşatmaya aldıktan sonra çemberi tedricen daraltmak suretiyle yakalanan insanları derhal batıya sürgün etmek…”
1930 Halis Paşa’nın Raporunda, “Yavuz Selim’in Trabzon’da Vali olduğu günden beri, kırk defa kılıçla tedip ve tenkil yapılmış ancak eşkıyalık önlenememiştir…”
1930 Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın Raporunda, “Köylülere vergi ve asker vermeleri, silahlarını teslim etmeleri bildirilecektir. Olumsuz bir sonuç alınması halinde, bütün Kürt köylerine saldırarak tahrip edilecektir.
1935 İsmet İnönü’nün Raporunda, “Dersim Vilayetini yeni usule göre teşkil edeceğiz.
Muvazzaf bir kolordu kumandanı vali ve üniformalı muvazzaf zabitler kaza kaymakamı olacaklardır. Memurların hiçbiri yerli olmayacaktır.
İdama kadar infaz, İl baylıkta bitecektir. Adliye usulü basit, hususi ve kesin olacaktır. Bundan sonra Dersim’e verilecek şeklin safhası başlayacaktır. Bütün bu tasavvurlar gizlidir.”
Bütün bu raporların ortaya koyduğu gerçek şudur; “Dersim, 1514 Çaldıran Savaşı’ndan beri Şiiliğin Kaynağıdır” tespitinden sonra, Cumhuriyetin Dersim’de yapmak istediği icraatlar sürekli görüşülüp, tartışılmakta, Dersim’e kalıcı ve son darbeyi vurucu hareketin planları yapılmaktadır. Yani Dersim’in inançsal, kültürel ve dilsel kimliği Cumhuriyet tarafından büyük bir rahatsızlığa neden olmakta ve ortadan kaldırılması ta başından beri istenmektedir.
Tüm bunlardan dolayı, 1927 yılında 1. Umum Müfettişliği Kanunu, 1934 yılında İskan Kanunu, 1935’te Tunceli Kanunu çıkarılır.
Dersim ise, 1916 yılında Galatalı Şevket Bey komutasında yapılan tedip hareketinden sonra, 1926 yılına kadar denilebilir ki sessiz bir dönem yaşar. Rus işgaline karşı direnmeleri sonunda elde ettikleri başarı ve hükümetin övgülerini kazanmış olmaları ve cumhuriyete karşı hayır hah bir tavır takınmaları bunda önemli bir rol oynamıştır. Bunun içindir ki, komutanlarla, hükümet temsilcileriyle yapılan görüşmeler sıklaşmış, çözüm arayışları yaygınlaşmıştır.
1926 Koçuşağı Tedibi Hareketi ve 1930 Pülümür Hareketi‘ne kadar bu durum böyle devam etmiştir. Bu hareketlerin amacı da Dersim’in Hükümetin otoritesini tanımamak, çapulculuk yapmak olarak açıklanmıştır. Bunun için de sivil-silahlı ayırımı yapılmadan topluca cezalandırılmış, köyleri bombalanıp yakılmış ve hayvanlarıyla kaçarlarken uçaklarla bombalanmış, ekinleri yakılmış ve ganimetlere el konulmuştur.
Devlet, Dersim ile sürekli savaş halinde olduğundan, normal idari ilişkilerin kurulması mümkün olamamıştır. Normal devlet bölge ya da vatandaş ilişkisi bir türlü yaratılamamıştır. Çünkü devletin gözünde Dersim, tedip edilmesi gereken bir bölge olarak görülmüştür.
Amaç ve hedef belli olduğu için öncelikle, isyan ettiler onun için bu hareketleri yaptık bahaneleri arkasına sığınarak, bir lider yaratmaları gerekiyordu ve bu da Sey Rıza olacaktı. Sey Rıza, kendi halinde, aşiretini ve ailesini idare etmeye çalışırken, yeğeni vasıtasıyla içten çökertilerek etkisizleştirilmeye çalışıldı. Aşiretler arası kavgalar kışkırtıldı. Karakollar basıldı, askerler öldürüldü, telefon telleri kesildi, hep Sey Rıza üzerine atıldı. Artık önder hazırdı, İsyan yaptılar oyununu oynayabilirlerdi.
Önce görüşmeler yapıldı, Dersim Aşiret liderleri Ankara’ya kadar gittiler. Silah istediler, silahlarını teslim ettiler. Vergi istediler, vergilerini esas olarak ödediler. Okullar açıldı, çocuklarını okullara gönderdiler. Askere istediler, askere gittiler. Yollar yapıldı, karın tokluğuna yollarda çalıştılar. Köprüler yapıldı, çalıştılar. Muhtar oldular, Nahiye Müdürü oldular. Tahsildarlık yaptılar. Daha ne yapsınlar!
Planlar adım adım gerçekleştiriliyor. Lider tamam. Şimdi sıra isyan ettirmekte. 21 Mart 1937 gecesi Gaxmut Köprüsü yakılır. 27 Mart 1937 gecesi, Sin karakolu basılır, telefon telleri kesilir. İsyan bahanesiyle Dersim hareketi resmen başlatılmış olur. Halbuki köprü yakılması da Sin karakolu baskını da yerli milisler tarafından hükümetle koordineli bir biçimde yaptırtılır. Suç Dersimlilerin üzerine atılır ve isyan ettiler bahanesiyle, işi halletmenin taşları döşenir.
21 Mart 1937 tarihinde başlayan Tedip Hareketi ile birlikte, 30 Mart 1937 tarihinde Tunceli Valisi Alpdoğan Başbakanlığa bir yazı yazarak, “Tayyare Alay Komutanlığından, yangın ve Milli Müdafaadan, yakıcı ve boğucu gaz bombaları” talebinde bulunur. Tunceli Tenkil Hareketi, 4 Mayıs 1937 Tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’yla Resmiyet kazanarak ilerler.
1937 yılında, öncelikle Dersim’in ileri gelenleri ya öldürülür ya da etkisiz hale getirilir. “İsyanın lideri” ile birlikte 7 kişi idam edilir. Khureyşan aşiretinden Aliyé Gaxi ve Hesen Efendi, aileleriyle birlikte katledilir. Alan Aşiret liderleri aileleriyle birlikte Katledilir. Alişer ve Zarife Hatun’un kelleleri kesilir. Sahan Ağa’nın kellesi alınır. Yusufan Aşiret Reisi Qemer Ağa, Demenan Aşiret Reisleri Cıvrail Ağa va Cıvé Khéji aileleriyle birlikte teslim olurlar. Yani aşiretler başsız, lidersiz kalmışlardır.
Geride kalan Dersimliler, yaşlı kadın, erkek, çoluk çocuk, kaçarak mağaralara, ormanlık alanlara sığınır. Sığındıkları mağaralar bombalanır. Boğucu gaz bombaları ile binlercesi katledilir. Ormanlar, ekinler yakılır. Hayvanlar ya telef edilir ya da bir ganimet olarak el konulur. Sağ olarak yakalananlar, sizi sürgün edeceğiz bahanesiyle götürülüp, muhtelif yerlerde kurşuna dizilerek katledilir. Bunun için 1937-1938 hareketi, sistematik bir sivil katliam hareketidir. On binlerce insan ya katledildi ya da toprağından kopartılarak sürgüne gönderildi.
1938 yılında yapılan büyük hareket, Dersim’i kapsayan toplu ve yaygın bir kıyımla sonuçlandı.
Biz, uzun yıllar şu iki temel görüşün etkisinde kaldık, 1.’si, Dersimliler köprü yakıp, karakol basıp, askerlerimizi öldürüp isyan etti, dolayısıyla da biz bu isyanı bastırdık” türünden resmi devlet söylemi; 2.’si de “Özerk ve otonom Dersim, devletin baskısına karşı isyan etti” türünden, Baytar Nuri patentli yine resmi sol ve Kürt söylemi.
Bu iki yanlış söylem, aslında Dersim’de yapılan soykırımı gizleyen ve inkar eden söylemlerdi. Bunu geç fark ettik ve geç anladık. Dersim’de yaşadığı müddetçe devletin sözünden çıkmayan, Dersim’i terk ettiğinde ise, durumu abartarak anlatan Baytar Nuri, hem kendi durumunu gizlemekte ve aklamakta hem de dünya kamuoyunu yanıltmaktaydı.
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim, Dersim isyan etmedi, isyan etti bahanesiyle soykırımdan geçirildi. İdam edilen, katledilen, uzun yıllar cezaevinde yatıp, sağ çıkamayan Dersim ileri gelenlerinin hiç biri, 50 kişilik bir silahlı grup kurarak, devlete karşı savaşmamışlardır. Sadece kendilerini korumuş, saklanmış, zorunlu kalmadıkça, askere kurşun dahi sıkmamıştır.
Mecburiyetten dolayı kaçıp Laç mağaralarına sığınan, 20-25 Demenan ve Haydaran yiğitleri, kendilerini ve mağaralarda kalan yüzlerce Dersimli silahsız muhtaç kişileri korumak için silah kullanmış ve direnmişlerdir.
Peki bütün bu olan bitenlerden sonra, biz buna soykırım diyebilir miyiz? Ya da isyan ettiler, sonuçta bu kadar ölüm normaldir. Buna soykırım diyemeyiz! mi demeliyiz.
O zaman BM’nin soykırım tanımına bir bakalım. BM tarafından 9 Aralık 1948’ kabul edilip, 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren Soykırım Sözleşmesi’nin ana maddeleri Şunlardır:
Madde 1: Sözleşmeci devletler… bunu kabul eder,
Madde 2 : Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak,
- a) Gruba mensup olanların öldürülmesi,
- b) Grubun mensuplarına, ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi,
- c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığının ortadan kaldırılacağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek,
- d) Grup içinde, doğumları engellemek amacıyla tedbir almak,
- e) Gruba mensup çocukları, zorla bir başka gruba nakletmek.
Bu maddeler ışığında, Dersim’de yaşananlara bakıldığında, açık olarak bir soykırım uygulandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Aslında, devletin resmi belgeleri, öldürülenlerin çekilen resimleri, kesik başların arkasında verilen pozlar, öldürülenlerin askerler için “Hatıra Resim” olarak kart gibi paylaşılması bile olayı izaha yetmektedir.
Ve esas olarak, Dersim Ağıtları incelendiğinde bile, hiç bir ek izaha gerek kalmadan, Dersimlilere yapılanın açık bir Soykırım olduğu anlaşılmaktadır.
Uzattım kusura bakmayın. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Haydar Beltan, ikinci bölüm konumuz sürgünler. Kısaca görüşlerini alabilir miyim. Buyurun.
Birinci bölümde işaret ettiğim gibi, Dersi Tertelesi, planlı programlı bir Terteledir. Yani önceden çerçevesi çizilmiş, raporları hazırlanmış, özel kanunları çıkarılmış, provokasyon biçimleri hazırlanmış ve geleceği de planlanmış büyük bir kırımdır.
Mesela 1934 yılında çıkarılan İskan Kanunu, Dersim coğrafyası için ırkçı bir kanun niteliği taşımaktadır. Kanun un amacı şu şekilde ifade edilmektedir.
Amacı: “Nüfusun Türk kültürüne bağlılık esasına göre, oturuş ve yayılışını, Hükümet tarafından yapılacak bir Programı dahilinde düzenlemek” olduğu açıklandı. Ve üç bölgeye ayrılarak ayrıntıları belirlendi. Bu bölgeler şunlardır:
- Bölge: Türk Kültürü ve nüfusunun yoğunlaştırılması istenen bölgeler,
- Bölge: Türk Kültürüne katılması istenilen nüfusun nakli ve iskanına ayrılan Bölge,
- Bölge: Boşaltılması istenen ve iskan ve ikamete yasak edilen bölgeler.
Yani, 1, Dersim boşaltılıp oraya yoğun Türk nüfusu yerleştirilip, raporlarda vurgulandığı gibi, bölge Türkleştirilip, Müslümanlaştırılacak,
2, Terteleden sonra, sağ kalanların Türk kültürünün yoğun olduğu bölgelere naklederek yani sürgün ederek Türkleştirmek,
3, Dersim terteleden sonra boşaltılacak ve boşaltılan alanın önemli bir bölümü isken ve ikamete yasak bölge olarak ilan edilecek.
Anlaşılıyor ki, Dersim hareketinin çerçevesi çizilmiş ve planı önceden yapılmıştır. İsyan uyduruk ve bahane. Peşinden 1935 yılında çıkarılan Tunceli Kanunu ile bu hareketin yasal zemini hazırlanmış oldu.
Hemen tertelenin akabinde, resmi rakamlara göre, 2.907 aileden toplam olarak 14.411 kişi, Türkiye’nin 32 İline sürgün edildi. Bunların hepsi önceden planlanmıştı. 32 İl hazırdı sürgünler için. İllerin ilçeleri, köyleri ve hane sayısı planlandığı gibiydi. Sürgün edilen aileler dahi parçalanmış ve her biri ayrı yere yerleştirilmiştir.
Dersimliler, dillerini bilmedikleri, kültürlerine yabancı oldukları yerlere sürülmüşlerdi. Amaç, Türkleştirmekti. Genel olarak büyük zorluklarla karşılaştılar. Uyum sağlamakta zorlandılar. Sürgün edildikleri için kendilerini şanslı hissediyorlardı. Sürgün, ölmekten iyiydi ama geleceklerinden büyük kaygı duyuyorlardı. Dersim özlemi kendilerinden hiç ayrılmadı. Bir dönem sonra, çıkan afla birlikte yeniden Dersim’e dönenler olduğu gibi, kalanlar da oldu.
14 bin 411 kişi, dile kolay. Her bir sürgünün ayrı bir hikayesi vardır. Bu hikayeler hala anlatılır. Anlatıldıkça, insan bu anlatıları duydukça, tüyleri diken olmaktadır.
Demem o ki bu kadar insanın yerinden yurdundan kopartılarak, hiç bilmediği yerlere sürüp onları Türkleştirme politikası, açıktan bir insan hakkı ihlalidir ve sonuçta bu Soykırımdır.
Teşekkür ederim…