Meclis Girişimi 2. Toplantısına Giderken Dersimlilere Çağrımızdır!
Dêsim/Dersim Meclis Girişimi gibi bir çalışmaya ilişkin başlangıçtan bugüne kadar bir hayli şey söylendi ve yazıldı. Önemli görüşler ve öneriler dile getirildi. Yazılan ve söylenenlerde birbirleriyle çakışan ya da örtüşen önemli noktalar açığa çıktı. Yanı sıra önemli düşünce farklılıklarının olduğu da bir gerçek.
Önümüzdeki Kasım ayında Almanya’da yapılacak ikinci toplantıda bu oluşumun hedefleri, amaçları ve örgütlenme şekilleri vs. hakkında daha bir netleşmeye doğru ilerleme sağlanacağına inanıyoruz.
Dersim toplumunun kimlik tanımlanmasında önemli düşünce farklılıklarının olmasına karşın; geniş bir kara parçasına yayılmış bir toplumun, kendisini çevreleyen komşulardan farklı bir etnik-kültürel özellik gösterdiği genel kabul gören bir çerçeve oluyor. Dersim, tarihi, yaşam felsefesi, dili, inancı, kutsiyetleriyle ve bunların toplamı olan kültürü ile kendisi olan bir toplum.
Bütün bu özellikleriyle, tarih boyunca egemenlerin yüksek ilgisine mazhar olmuştur. Ama bu toplum, devasa asimetrik dengelere ve kendisinin kıt imkânlarına karşın, küçülerek ya da azalarak da olsa kendi varoluşsal orijinini korumayı ve sürdürmeyi mucizevi bir tarzda başarabilmiştir. Temel dert bunun korunması, geliştirilmesi ve yaşatılmasıdır.
Meclis Girişimi çalışmasının bir “ulus yaratma” amaç ve hedefleri yoktur. Bir soyutlama ile ‘Dersim’in özgürleşmesi’ni istemek ve bunun için çalışmak ‘yeni bir ulus yaratma’ olarak algılanmamalıdır.
Mevcut haliyle Dersim toplumunu nasıl tanımlarsak tanımlayalım bütün tanımlamaların buluştuğu/buluşacağı kavşak, onun ‘kendine özgü’ bir etno-kültürel kimliğe sahip olduğudur. Bu kimliğin korunması, yaşatılması ve geliştirilmesi bu çalışmanın temel amaç ve hedefidir.
Bu ana ekseni; son yarım asırda uygulanan yol, yöntem ve araçlarla korumak artık mümkün görünmüyor. Bunların önemli bir bölümü oynaması gereken tarihsel rolünü oynamış ve mutlaka geri çekilmeyi bekliyor. Miladını çoktan doldurmuş ve devamını Dêsım’in varoluşsal bağlamından tüketen yöntemler, artık onu yok etmeyi temel amaç edinen sömürgecilerin elindeki imkanlara dönüşme tehlikeleri göstermeye başlamış bulunmaktadır.
Dersim Meclis Girişimi, hayatın her günkü akışında, devlet ve egemenler ile Dêsım toplumu arasındaki ilişkilerde, en geniş Dersim insanı tarafından sözü muhatap alınan ve dinlenen bir konumu hedeflemektedir. Böyle derin ve kapsamlı bir düzeyin yakalanması, bu güne kadar yaşanan deneylerin sentezinden geçmektedir. Dersimli’nin değişik politik akımlar arasında bölünmüş olma gerçekliği, çok özel ve hassas araç ve yöntemleri dayatıyor. Dersim’in bugünü ve geleceği üzerinde bunlarla yapılan tartışma, en güçlü ve bilimsel inandırma argümanlarına dayanmak zorundadır. Bu, en başta en geniş Dersimli kesimleri inandırma açısından gereklidir.
Dersim Meclis Girişimi, geçmişten günümüze Dersim konusunda yapılan tüm çalışmaların mirası üzerinde yükselecektir. Ve ayrıca bu çalışmaların olumlu ve olumsuz boyutlarını irdeleyerek onlarla günümüz ihtiyaçlarının bir sentezini kurmayı hedeflemektedir.
Dersim’e ilişkin oluşturulan kurum ve bu kurumların yaptığı çalışmaların belli bir noktadan sonra iç çekişmelerden ötürü bir tıkanma ve dejenerasyon yaşadığı gerçeği önemle değerlendirilerek, iç sistemde ya da ilişkilerde yeni yollar ve yöntemler geliştirmek, bu çalışmanın selameti için yaşamsal bir önem göstermektedir.
Görüş farklılıklarının tartışılmasında, itham ve tanımlamalardan, ya da görüş ifade etme adına hakaret (bu kim olursa olsun) ve karalamalardan kaçınmayı temel bir prensip katına yükseltmeye çalışılacak. Bunların yerine, sorun neyse onun özü ve sınırları yapılan araştırmalar neticesinde elde edilen bilgiler ışığında ortaya konulacak. Karşı görüşü mahküm etme, çürütme değil, ikna çalışması esas alınacak. Dolayısıyla ispatlama ve inandırma temel metod olacak. Kısaca Dersimliler arası ilişkilerde ve yaşamda bir ‘yaratıcı yıkım’ gerçekleştirmek bu oluşumun uzun erimli muradı olacak.
Dersim Meclis Girişimi son tahlilde siyasal bir oluşumdur. Tarih boyunca bu toplumun kendi kimliği için atmaya çalıştığı her adım devletçe acımasız bir şiddetle bastırılmıştır. Bugün de bu temelde atılacak her adım, Dersim toplumunun etnik-kültürel kimliği bağlamındaki her istemin muhatabı doğrudan Türkiye Cumhuriyeti devleti olacaktır. Dolayısıyla örgütlenmenin kapsamı bu zeminde yükselmek durumundadır.
Bu oluşum, Dersim – Türkiye’nin batısı – Avrupa olarak üç saç ayağı üzerinde gelişmeyi hedeflemelidir. Bu üç alandaki her kol ya da şubenin örgütlenme biçimleri, çalışma tarzları ve hedeflerinin kendine özgü farklılıkları olacaktır. Bu üç alan arasındaki akış-geçiş ve çalışmaların toplamının hedefi, Dersim toplumu nazarında saygın bir yer tutmak olacaktır. Sözüne başvurulmadan edilemeyecek bir oluşum düzeyine çıkmak güncel çalışmaların temel sorunu olmalı.
Buradan baktığımızda, bu oluşumun Dersim ve batı metropollerindeki örgütlenme ve çalışma tarzı ve hedefleri gibi boyutların daha bir hayli tartışmaya ihtiyaç duyduğu bir gerçektir.
Avrupa’da ikinci toplantısını gerçekleştireceğimiz oluşum, bir tür Dersim diasporasıdır. Temel hedefi, Avrupa’ya dağılmış Dersimliler’in en geniş kesimlerini kapsamak ve onlar nezdinde sözü önemsenen bir kimliğe kavuşmak olacaktır. Bir diğer temel eksen, insan hakları vb. sorunları dert edinmiş uluslararası kurumlarca tanınma çalışması çerçevesinde kalacak. Uluslararası hukuk kapsamında, uluslararası kurumlarda temsil hakkı kazanmak önemli bir mevzi olacak. Dil, tarih, sanat vb. kültürel çalışma görevlerini de vurgulamak gerekiyor.
Dêsım/Dersim Meclis Girişimi, söz konusu yaptığımız üç alandaki çalışma ve örgütlenmesi arzulanan hedeflere yaklaşsa bile, yakın ve orta vadede klasik bir parlamento olmayacaktır. Yani yasalar çıkarma, uygulama gibi ‘yasama görevleri’ olmayacak. Bunlar çok uzun erimli bir geleceğin sorunları olacak. Türkiye rejimi ve sömürgeci sistemdeki genel gidişat ve değişim durumuna göre değişiklikler gösterebilir.
Biz, Dersim Meclis Girişimi’nin bu ikinci toplantısını organize etmeye çalışırken, ancak Dersimliler’in çok sınırlı bir kesimine ulaşma imkanı bulabildik. Oysa temel kaygımız, Dersimliler’in en geniş kesimlerine ulaşmak ve onlarla birlikte bu çalışmayı ilerletmektir. Bu nedenle Dersim davasına ilgi duyan ve bu çalışmanın ilerletilmesine katkıda bulunmak isteyen dostların bizimle ilişkiye geçmelerini özellikle istiyor ve arzuluyoruz.
İletişim:
http://dersimmeclisi.com/iletisim/ Eposta: desimmeclisi2016@gmail.com
Dersim Meclis Girişimi Yürütme Komitesi
26 Eylül 2016
DERSİM’de Kimlik Çatışmaları
Sevdiklerinin, gün içinde selamlaştıklarının, misafir ettiklerinin, ekmeğini, suyunu paylaştıklarının, yan yana evlerde komşuluk ettiklerinin kurşuna dizilmeleri, katledilmeleri, açlığa sefalete mahkum edilmeleri insan canını ve ruhunu yaralayacak en büyük acılardır. On binlerce, yüz binlerce insandan geriye bir avuç insan da kalsa, kalanların geleceği hep vardır. Kendi değerleriyle, kendi özleriyle yaşayabilecekleri bir gelecek hep vardır. Acılarını yüreklerine gömerek, yeni kuşakları kendi dilleriyle, kendi inançlarıyla, kendi kültürleriyle yaşatarak geleceğe taşınabilirler.
Bir toplum için en büyük felaket, kendi kimliklerini, kişiliklerini var eden değerleri yitirmeleridir. En büyük refah düzeyinde de yaşatsanız, bir toplumun inancını, dilini, yaşamı tanımlamaya ve anlamlandırmaya yarayan değerlerini unutturduğunuzda o toplumu yok etmiş olursunuz. O toplum yerine, hafızası boşalmış, dilediğiniz gibi, kendi çıkarlarınıza uygun yeniden programlayabileceğiniz yeni, edilgen ve size tabi bir toplum yaratmış olursunuz.
Bir topluma kişilik veren ve binlerce yılda oluşan değerlerini yok ettiğinizde, o toplumun kendini, hayatı, evreni, varoluşu anlamlandırma biçimini de yok edersiniz. Kendi ekonomik, siyasal hedeflerinizi o toplumda gerçekleştirmekle kalmaz, o toplumu, kurduğunuz sömürü ve egemenlik sisteminizin koruyucusu ve taşıyıcısı haline de dönüştürürsünüz.
Derin kriz dönemleri, savaş dönemleri bu tür hedefleri yaşama geçirmek için en uygun zamanlardır. Suriye’ye bakın. ABD, Çin, Rusya, İran, Türkiye devletleri, kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemeler dayatırken en güçlü argümanları etnik köken, din, mezhep gibi kavramlardır. Her kes kendi oyununu kurmuş ve senaryolarını hayata geçirmiş durumdadır. Bugün, bu tür senaryoların devreye sokulduğu ve bu konseptte adı hiç anılmayan bir yer daha söyleyeyim; Tunceli. Nam-ı diğer Dersim.
Siyasi çekişmeleriyle, kimlik tartışmalarıyla vahşi batının Teksas’ına rahmet okutacak bir coğrafyadır Dersim. Kimliğini unutturmak, kimliğini değersizleştirmek için kasıtlı uygulanan bir tartışma senaryosu. Türk, Zaza, Ermeni, Kürt kimliklerinin tartıştırıldığı bu coğrafya, akbabaların paylaşmaya çalıştığı bir leşe dönüştürülmüş durumda. Etnik kimliklerinin yanında Aleviliğinin kökenlerinin yanısıra Hıristiyanlık, Müslümanlık, paganlık şeklinde de diğer kimlik tartışmaları da hırla gidiyor. Tartışmaların hepsinin arkasında akbabaların babaları var. Çünkü Dersim halkının kendi ihtiyaçlarından kaynaklı tartışmalar değildir bunlar. Bu tartışmaların art niyetli, zararlı olduğuna dair en büyük kanıt da budur; Dersim halkının ihtiyacının olmaması…
Bir halk, ihtiyacı olmayan bir tartışmaya neden girsin ki. Bu tartışmalar etrafında neden kutuplaşsın ki. Bu tartışmalar içinde neden sözcüklerin yerini kurşunlara bıraksın ki.
Beş bin yıldır toplumları manipüle etmekte, yönlendirmekte, yönetmekte ustalaşan bu sistemin, şeytana pabucunu ters giydiren, ömrünüz boyunca kafa yorsanız aklınıza gelmeyen o kadar çok yöntemleri vardır ki; mezarınızı size kazdırır, silahınızı size yaptırır, mermiyi kafanıza kendiniz eliyle sıktırır da ruhunuz duymaz. Hiç savunamadığınız bir hakkınızı savunan birilerini kendi içinizden seçer. Sizin için kavga eden, eserler ortaya çıkaran bu insanı alır bağrınıza bastırır. Sizden biridir, sizin evladınızdır. Sizin hakkınız savunmuştur, yazmıştır, çizmiştir. Sizin ona olan inancınız, güveniniz bağlılığını en üst seviyeye çıktığında senaryonun bir sonraki aşaması devreye girer. O kişi gider, sizi yok etmek istemiş olanların safına katılır. Bunu sizin için yaptığını söyler, siz de inanırsınız. Düşmanınız kendi eliyle beceremediğini, sizden birilerinin eliyle gerçekleştirir. Asla uyanamazsınız. Kendi iradenizle takılır peşine gidersiniz.
İçinizdeki kurta bağlılığınızı arttırmak için, inançsal değerlerinizle güçlendirirler bağınızı. Sonra inancınızı, tarihleri boyunca sizleri asimile etmek isteyenlerin, yok etmek isteyenlerin inançlarına bağlamaya çalışırlar. Kaç devletle flört ettiklerini anlayamazsınız. Fakat onlar, inançlarınızla size şirin gösterdiklerinin ekonomik pazarına dönüştürmek için çabalarlar. İhanetin her türlüsü gözlerinizin içine baka baka uygulanır fakat siz uyanamazsınız. Almanya büyük aryan devleti düşünü gerçekleştirmek için inançlarınızın pagan unsurlarını kullanır, haberiniz olmaz. İran, tarihte yaptığı gibi içinizden devşirdikleriyle sizleri Şii’leştirerek coğrafyanıza hükmetmek ister, haberiniz olmaz.
Hiç kimse Dersim’e alevi inanç ve kültürünün hakim olduğu, Zaza’canın (dımıli, kırmanci) dilinin konuşulduğu bir coğrafya demez. Bunu derlerse bunca kimlik kavgasının ve asimilasyon politikalarının zemini kalmaz. Dersim üzerinde tartışılan kimliklerin her birine bakın. O kimliklere sahip halkların hepsinin bir yaşam alanı, bir coğrafyası, bir devleti, bir ili vardır. Yaşam alanı olmayan tek halk, Zaza’ca konuşan Alevi halkıdır. Ellerinde kalan tek coğrafya Dersim’dir ve Dersimi de ellerinden almak için uğraşmayan kimlik sahibi yoktur.
Dışarıdakiler bu senaryoları uygularken Dersim’in çocukları ne yapıyorlar? Aşiretçiliği eleştirerek, yererek başladılar işe. Aşiretler feodal, geri unsurlardır dediler. Kısmen doğru. Bu aşiret temelli örgütlenmeyi modern toplum örgütlenmelerine dönüştürmek yerine, onların yerine yen, aşiretler inşa ettiler. Dersimdeki aşiret sayısı kadar örgüt ürettiler ve örgüt sempatizanlığı, aidiyeti, aşiretlerinkinden daha ileri gidemedi. Aşiret kavgalarını yerenler, bu kavgaları kendi örgütlerine taşıdılar. Aşiretlerin feodallığını eleştirenler, feodal ilişkileri, “kafakol ilişkisi” şeklinde örgütlerine taşıdılar. Gün geldi, aşiretlerden çok çok geri bir zemine düştüler.
Aşiretler arasında, toplumsal bütünlüğü sağlayan bir hiyerarşi vardı. Fakat yeni aşiretler yani örgütler, kendi aralarında bütünselliği sağlayacak bir zemin oluşturamadılar. Aşiretler hiçbir zaman birbirlerini aşağılamadılar. Fakat örgütler birbirlerini, oportünistlikle, revizyonistlikle, sosyal faşistlikle aşağılayıp durdular. Aşiretler, binlerce yıl öncesinden “insan yaşamı kutsaldır” diyerek insan öldürmeyi bir ilke olarak yasaklayan bir inanca sahipken ve en ağır ceza olarak tecriti veya sürgünü öngören “düşkünlük” kurumunu benimserken, örgütler halk adına ölüme mahkum etme yasasını benimsediler. Hem de ölüm cezasını binlerce yıl önce terk etmiş bir halk adına. Şimdi bana aşiretler arasındaki kavgalarda işlenen cinayetleri hatırlatarak karşı çıkmayın. Önemli olan örgütsel bir yapının, ister aşiret olsun, ister örgüt olsun, ister devlet olsun, kendi hukuksal sisteminde öldürmeyi öngörüp görmemeleridir. Benimseyip benimsememelidir. Üstelik aşiretler ceza vermeden önce yaptıkları yargılamaları tüm halkın gözleri önünde yaparken, meçhul yargılamalarını kapalı kapılar ardında yapanlardan söz ediyoruz.
Dün eski aşiretler yerine yeni aşiretler kuran Dersim’in çocuklarına bu gün, Dersimin kültürünü, inancını, bütün olarak kimliğini başka yerlere yamayan ajanları da eklendi. Yaşlıları ise, 38’de deşilen yaralarının, kendi çocukları tarafından deşilmesinin acısına sessiz çığlıklar atarak, huşu içinde ölecekleri günü bekliyorlar. Yaşlıların en büyük acısı, düşmanlarının azmi ve büyüklüğü değil, umuda açılan kapıların kendi çocukları tarafından kapatılmış olmasıdır.
Dersim bir devlet değildir. Olmasın da… Dersim, silahların konuştuğu bir vahşi batı da olmasın. Dersim, tüm semavi dinler öncesinde var olan, semavi dinlerle de yer yer kendini ortaklaştırmış bir Aleviliğin ve bu Alevi’lerin Zaza’ca konuştuğu yer yüzündeki tek coğrafyasıdır. Bırakın da böylesine ufak, böylesine özel bir coğrafya, insanlığın zenginliği olarak kalsın, yaşasın. Bu istek bilincinize, yüreğinize, ruhunuza, hırsınıza fazla mı geliyor?
_ Zülfikar Akar _
Bir Dersim Arşivi veya daha modern biçimiyle bir Dersim Dökümantasyon Merkezi neden gereklidir?
Dersim’in tarihi, sosyal ve politik yaşamı hakkında küçümsenmeyecek derecede bilgi ve belge vardır. Ama ne yazık ki, bu bilgi ve belgeler uzman veya en azından usta sayılabilecek eller tarafından toplanıp bir araya getirilememiştir. Sonuç olarak bugün Dersim hakkındaki bilgiler, sadece bölük pörçük değil, aynı zamanda birçoğu tahrip ve talan edilmiş, çarpıtılmış ve hatta tahrif edilmiştir. Bu tahrifat sadece devlet ve bağlı kurumlar eliyle olmamış, aynı zamanda kraldan daha kralcı geçinen ve elverişli ortamdan nemalanan bazı şahıs ve çevreler tarafından da gerçekleştirilmiştir. Konunun bütün yönleri ile ortaya konulup değerlendirilmesi gerekir. Ancak ben uzatmadan bazı örneklerle buna dikkati çekmek istiyorum.
Birinci örnek, devlete ait belgeler ile ilgilidir. Bilindiği gibi devlete ait belgelerin çoğu Başbakanlık Cumhuriyet ve Osmanlı arşivleri ile Genelkurmay başkanlığı arşivindedir. Ve bunların çoğuna bugün itibari ile ulaşmak mümkündür. Serap Yeşiltuna adlı ırkçı ve faşist biri “Devletin Dersim Arşivi” adı altında bu belgelerin bir kısmını bir araya getirerek kopya halinde yayınlamıştır. Arkasına ve önüne yazdığı önsöz, sonsöz gibi ırkçı hezeyanlarını bir yana bırakalım, belgelerin çoğu ya okunamıyor veya çok zor okunuyor. Oysa bu belgeleri kronolojik sıraya ve konularına göre tasnif ederek okunaklı bir halde ve gerektiğinde notlarla, ilgili resimlerle besleyerek çok daha yararlı bir şekilde ortaya koymak mümkündür.
İkinci bir örnek, arşivlerde bulunan belge ve bilgilerden bazılarının kırıntı halinde basına aksettirilmesi veya yayınlanmasıdır. Bunu yapanların amaçları, niyetleri farklı farklı olabilir. Bazıları araştırma amacıyla kendi çalışmalarına kaynak gösterirken, bazıları da bu bilgileri bir üstünlük ve böbürlenme, maddi veya kişisel çıkar için kullanmış veya kullanmaktadır. Osmanlı Belgeleri’nde Dersim Tarihi (Osmanlıca-Türkçe 50 Orijinal Belge) gibi güzel bir çalışma Ahmet Hezarfen tarafından yayınlandı. Cemal Şener, bunu iddialı bir isimle ve şatafatlı bir önsöz ile yayınlasa da elli belgenin bir arada yayınlanması taktire değerdir. Ancak bunlar, belki de binde bire tekabül etmeyecek bir oran. Bu gibi belgeler kronolojik bir düzenlenmeyle biraraya getirilerek 1500’lerden günümüze ışık tutacak bir çalışma pekala ortaya konabilir.
Diğer bir örnek, özellikle 1937-38 soykırımı ve daha öncesindeki görsellere aittir. Bu görsellerin bir kısmı ailelerden ve harekata katılanlardan geriye kalmıştır. Önemli bir kısmı ise devlet arşivlerinde veya Nazmi Sevgen, N. Hakkı Uluğ gibi Dersim’de çalışma yapmış şahsiyetlerin eserlerinde yayınlanmıştır. Dersim ile ilgili yazan, çizen gazeteci, yazar birçok kişi ulaştıkları bu belgeleri, özellikle kanıt niteliğindeki resimleri çoğu zaman kaynak göstermeden yayınlamışlardır. Yeni bir tartışma açmamak için burada isim telaffuz etmeyeceğim. Ama kitaplarına ilgili ilgisiz resim koyanların, bunların kaynağını belirtmeyenlerin, en iyimser haliyle gerekli titizliği göstermeyenlerin yaratmış olduğu muazzam bir bilgi kirliliği vardır. İnternetin gelişmesi ile beraber bu bilgi kirliliği daha da yoğunlaştı. Örneğin ilgisi olmadığı halde darağacındaki bir resim Seyit Rıza diye sunulmakta, Polonya veya Ukranya’daki Nazi kamplarında çekilmiş çıplak kadın veya sürgün kafilelerinin resimleri Dersim’de olmuş gibi yayınlanmaktadır. Aynı şekilde Maraş katliamı veya Ermeni Soykırımı’na ait resimler de Dersim 1937-38’e ait gibi sunulabilmektedir. Oysa hem Dersim ve hem de Ermeni Soykırımı’na ait yeterince resim vardır. Özcesi Dersim’e ait resim gibi görsellerin bir araya toplanması, bunların kaynakları ile beraber kaliteli bir şekilde yayınlanması tarihimiz açısından bir ihtiyaçtır. Başta ellerinde bu değerli belgeleri bulunduranlar olmak üzere diğer tarih ve insanlık sever insanlar böyle bir çalışma yürütmek üzere adım atarlarsa çok iyi bir şey yapmış olacaklarıdır. Tabii gönül ister ki, böyle bir çalışma bir Dersim kurumu tarafından yapılsın. Böyle bir çalışmayı projelendirmek, sağlıklı bir sonuca vardırmak mümkün müdür? Dersim arşivi, Dersim müzesi, Dersim bilgi bankası, Dersim Dökümantasyon Merkezi gibi aynı veya yakın içerikli sorunlar ilk defa benim tarafımdan gündeme getirilmiyor tabii ki. Ancak bu ihtiyaç bütün sıcaklığı ile varlığını sürdürmektedir. Konuyu tartışmak ve bilince çıkarmak gerekiyor.
10.04.2016
Mustafa Kahraman
DÜNYA’DA ÖZERKLİK SİSTEMLERİ VE DERSİM’DE ÖZERKLİK SORUNU / Celal YILDIZ
Etnik, dinsel ve dilsel temeldeki ‘Kollektif Siyasal Özerklikler veya otonom bölgeler’ dünyamızda 20 devlet içinde olmak üzere 60 değişik bölgede yaşamaktadır. Bir ülkede kişilerin özgür olması ile etnik, dinsel ve dilsel temeldeki azınlıkların özgür olması çok farklı şeylerdir. Genelde ‘siyasal özerklik veya bölgesel özerklik’ terimleri azınlıkların kollektif özgürlüğünü betimlemek için kullanılır.
Her özerk bölgeyi tarihten beri bu toprak üzerinde yaşayan kavmin sınırları belirler. Belirleyici olan toprak parçası değildir; o toprak üzerinde yaşayan farklı etnik, dinsel ve dilsel grupların özgürlüğüdür. Dünyadaki her ‘özerk bölgelerin’ birbirine benzeyen genel ortak özellikleri vardır ama tarihi ve sosyal gelişimi farklı olduğu için her ‘özerk bölgenin’ kendine has ve ayrı özellikleri de bulunur. Diğer bir deyişle dünyadaki hiçbir özerk bölge diğerine benzemez. Görüşmelerde üçüncü bir göz olsa bile her otonom bölgenin statüsü o bölgedeki merkezi hükümetle tartışılıp anlaşarak tespit edilir. Bu durumda otonom-özerk bölgelerin çeşitlerini arttırır.
Etnik ,dinsel, dilsel nedenlerle şiddet ve çatışmaların daha da yaygınlaştığı ve yükseldiği dünyamızda siyasal özerkliğin önemi bir kat daha artmaktadır. Aslında ülkelerde veya bölgelerde siyasal özerkliğin hukuksal temelde işlerlik kazanması ve uygulanması kimlikler arasındaki çatışmaların son bulmasını sağlar. Barışçı yolla kabul edilmiş bir ‘siyasi özerklik hakkının’ şiddet yoluyla bağımsızlığa ulaşmak isteyen ‘ayrılıkçı hareketleri’ zayıflattığı ve radikalleşmeyi engellediği bilinen bir gerçektir. Azınlıklara özgürlük sağlanması anlamına gelen ‘siyasal özerklik’ şiddetin, savaşın ve ırkçılığın panzehiridir. Tek ırktan ve tek devletten yana olan değişik ülkelerdeki tüm milliyetçi akımlar ‘siyasal Özerkliğe’ hep karşı çıkarlar.
1990’larda Sovyetler Birliği’nin ve Yogoslavya’nın dağılması sonucunda özerk bölgeler dünyamızda daha da yaygınlaştı. Siyasal Özerklik veya otonom bölge aslında hukuk devleti ve çoğulcu demokrasiler içinde anlamlı ve tutarlı şekilde uygulanma alanı bulur. Gerçek çoğulcu demokratik devletler ‘siyasal özerkliği’ hem uygulanır hale getirir, hem de sağlam hukuksal temellere oturtur. Çağımızda demokrasinin çıtası o devlet içindeki azınlıkların haklarına bağlıdır. Ayrıca bilinmesi gerekir ki; ‘otonom bölge’ demokratik bir rejim içinde bulunsa da anayasal temelde garantisi olmazsa kolayca tıkanır ve yok edilebilir.
Genellikle diktatör rejimlerin iktidara geldiği ve demokrasinin işlevini yitirdiği ülkelerde; “özerk bölgeler” krize girer ve istikrarsızlıklar başlar. Dünyanın birçok ülkesinde ve bölgesinde azınlıklara ‘siyasal özerklik hakkı’ verilmediği için barışçı ortam bozuldu. Kaos, şiddet ve silahlı çatışmalar dönemine girildi. Bu çatışmalar bazı bölgelerde ayrışmaya kadar gitti. Oysa ‘doğal, demokratik hakları’ kabul edilen birçok devlet içindeki azınlıklar; kendi tam bağımsız ve doğal haklarından vaz geçtiler ve sadece ‘siyasal özerklikle’ yetindiler. Bunun birçok iyi örneği var dünyamızda.
Sadece azınlıkların değil; bölgede yaşayan tüm halkların yararınadır siyasal özerklik. Çünkü siyasal özerklikler sayesinde o bölgede veya ülkede kaos, kargaşa ve şiddete son verilir ve barış ortamı sağlanmış olur.
Siyasal Özerklik veya otonom bölge denilen sistemler bu gün pratikte beş kıtada da uygulanmaktadır. Azınlığın içinde azınlık olan bölgeler de vardır dünyamızda. Bölgelere göre değişen siyasi özerklik zaten çok karmaşık bir konudur. Azınlık içinde azınlık yani özerk bölge içinde özerk bölge olmak meseleyi daha karmaşık hale getirir.
1948 tarihli birleşmiş milletler sözleşmesi öz olarak azınlıkların haklarını belirliyor; soy kırımını ve nefret suçlarını tanımlıyor. Sözleşme bu hakların ve özgürlüklerin verilmesinden yanadır. Yine ‘Avrupa Hakları Federal Birliği’ de etnik, dinsel ve dilsel azınlıklara siyasal özerklik tanınması konusunda cesur bir konvasyon sundu. Bu tür kuruluşların amaçları ayrılıkçılığı kışkırtmak değildir. Amaçları; çoğulcu demokrasi temelinde, azınlıkların da özgür olduğu bir toplumda birlikte yaşamanın kurallarını güçlendirmektir. Adını verdiğimiz iki kuruluş da mevcut devletlerin özgürlükler temelinde korunmasını ve halkların birlikte yaşamasını savunuyorlar. Bir ülkede azınlıklar özgürce yaşayabiliyorsa, bölücü akımlar zayıflar ve emellerine ulaşamaz.
Her özerk bölgenin genel kuralları vardır demiştik. Örneğin merkezi devlet ülkenin geneliyle ilgilenir. Dış politikayı yürütmek, ordu teşkilatı ile dış savunmayı yapmak ve para basmak gibi genel işler kapsayan merkezi devletin görevleri arasındadır. Özerkliğin işlerlik kazandığı ülkelerde merkezi hükümet bazı görevleri yerel otonom bölgelere devreder. Yani dikey örgütlenme değil; yatay örgütlenmeye ağırlık verilir. Özerk bölgelerin en iyi ve açık örneklerinde vali ile belediye başkanının görevleri tek elde toplanır ve yerel parlamentolar vardır. Bu işleri yürüten kişinin adı belediye başkanı, genel vali veya eyalet başkanı olabilir. En önemli şartlardan biri yerel bölgenin halkı kendi siyasi yöneticilerini ve meclisini demokratik seçimlerle belirler.
Yerel bölgedeki vergiler o özerk bölgenin bütçesini oluşturur. Polis teşkilatı yani iç güvenlik halk tarafından seçilmiş olan yerel başkana bağlıdır.
Aynı dili konuşan, aynı kültüre sahip olan bir devlette uygulanan federatif sistemi ile etnik, dinsel ve dilsel azınlıkları temel alarak kurulan federatif sistemler çok farklı şeylerdir. Siyasal özerkliği kabul eden sistemlerde farklı azınlıklara ait olan farklı kültürel haklar uygulama alanı bulur. Yani Eyaletler farklı kültürlere göre belirlenir. Genelde çoğunluğun dili ortak anlaşma dili olarak tüm okullarda öğretilir ama özerk bölgelerdeki okullarda o bölgedeki azınlıklara göre farklı dillerle de eğitim yapılır.
TÜRKİYE’DE DURUM
Türkiye’de Kürtler sayıca en çok olan azınlıktır. Azınlık haklarını savunan bir eyalet veya özerklik sisteminin kurulması için Kürtlerin ve diğer etnik azınlıklıkların sokaklarda dilsel haklarını kullanması yeterli değildir. Azınlıkların yoğun olduğu bölgelerdeki okullarda kendi ana dilleriyle eğitim yapılması her azınlığın doğal hakkıdır. Azınlıkların etnik, siyasal, kültürel, inançsal ve dilsel sorunlarının olduğunu başlarda vurgulamıştık. Kürtler ile Türkler arasında etnik, kültürel ve dilsel alanda farklılıklar vardır. Fakat aynı dini inanca sahip oldukları için iki halk arasında dinsel alanda sorunları yoktur. Oysa Türkiye’de Alevilerin ve diğer dinsel azınlıkların ise sorunları genellikle dinsel alandadır. Bu alanda haklarının uygulamaya konulmasında büyük engeller bulunmaktadır. Devlet okullarında hala Alevi ve Hristiyan çocuklarına Sünni din dersi zorunlu olarak okutulmaktadır. İnsan onurunu zedeleyen bu uygulamaya son verilmesi gerekir. Ülkedeki Kürtlerin ve diğer tüm azınlıkların bu önemli sorunları çözülmeden huzura ulaşmak zordur.
DERSİM’İN ÖZERKLİK SORUNU
Üzerinde kara bulutların dolandığı bu günkü Dersim’in bekasını düşünmek ve halkın ufkunu açmak bu gün daha da önem kazanmaktadır.
Bilindiği gibi Dersim halkının tek vilayeti vardır. Ama ne yazık ki bu bölgede planlanan barajlarla Dersimliler sürülmekte, Dersim’in demografik yapısıyla oynanmakta ve hatta son günlerde savaş çıkartılarak ülkemiz insansızlaştırılmak istenmektedir. Tüm bu ağır sorunlarla cebelleşen Dersim kendi geleceğine ve siyasal özerkliğine dair bir plan veya program yapmayı düşünce olarak bile aklına getirmiyor.
Osmanlı döneminde Dersim genel olarak ayrı bir eyalet sayılmıştı ama dinsel ayrım nedeniyle hep dışlanan bir eyalet olmuştu. Bilindiği gibi ezici çoğunluğu farklı Raa Hak inancına sahip olan çok dilli Dersim’de yine ezici çoğunluğunun dili de Kırmancki-Zazacadır.
İslam dünyasında tarihi ve sosyal gelişimi ile çok farklıydı Dersim halkı. Kavimler döneminden beri bu bölgede yaşayan halk; bu gün de farklı bir yapıya sahiptir. Bilime önem veren hümanist, barışçı ve demokratik kültürü ile Orta-doğuya iyi bir örnek olabilir Dersim. Eğer tüm azınlıkların özgür olacağı bir sistem kurulacaksa; hem etnik ve dilsel, hem de dinsel bakımdan farklı olan Dersim halkına her iki yönüyle azınlık haklarının verilmesi gerekir.
R.T. Erdoğan iktidarının yarattığı tüm siyasal gerginliğe rağmen bilinmesi gerekir ki; Türkiye’nin Batı’daki demokratik sistemi tümden terk etmesi çok zordur. Araplara özenmek sadece bir fantezi olarak kalır. Türkiye halkı kendi çıkarları nedeniyle gelecekte 1948 İnsan Hakları sözleşmesine ve Avrupa hukuk kurallarına uymak zorunda kalacaktır. Bu nedenle siyasal özerkliklerin uygulanacağı demokratik bir sistemdeki yerini ve geleceğini düşünerek Dersim halkı ileride ne yapacağını, nasıl tavır alacağını şimdiden belirlemek zorundadır. Dersim Diasporasının örgütlü olması önemlidir ama anavatanda örgütlü olmak daha önemlidir. Çünkü anavatan yok olursa; diasporamız göçmen kuşlar gibi vatansız durumu düşer. Uzun bir dönem vatansız kalan Yahudilerin; tekrar vatan sahibi olmak ne bedeller ödediğini için ve neler çektiğini düşünmek ve anavatanımız üzerinde oynanan sinsi tuzaklara düşmemek gerekir.
Bazı Dersimli Dostlarımız, Dersim dışında yaşayan Dersimlilerin ana vatanda yaşayanlardan daha fazla olduğunu sık sık tekrarlıyor ve bunu çok önemsiyorlar. Bu konuyu bir örnekle açıklayalım: Ülkemizde dört beş milyon Çeçen yaşıyor. Dillerine özgürlük istiyorlar ama ülke sathına dağıldıkları için Türkiye’de bir ‘özerk bölge’ isteyemiyorlar. Çünkü bir bölgede yoğun değiller. İşte bundan dolayıdır ki; ana vatan Dersim’de yoğunlukta ve çoğunlukta olmak çok önemlidir. Bu nedenle anavatanda örgütlenmeye ağırlık vermek, savaş planlarını boşa çıkarmak zorundadır tüm Dersimliler. Çünkü anavatandaki yoğunluk varlığımızı devam ettirmenin yani bekamızın garantisidir.
Dili ve inancıyla ayrı bir siyasal azınlık olan Dersim; ayrı bir eyalet mi olmak istiyor? Yoksa Kürt azınlığının içinde ayrı bir azınlık mı? Türklerin içinde bir Kürt azınlığı ve Kürt azınlığın içinde dilsel, dinsel, ırksal farklılığı olan Dersim azınlığı olabilir mi? Azınlığın da azınlığı olmayı yani otonom içinde otonom olmayı istemek acaba çok kolay ve çok doğru mu?
Bu yazının başlarında ‘siyasal özerkliklerin’ her bölgede değişik ve ayrı uygulandığından dolayı çok karmaşık bir konu olduğunu; azınlığın içinde azınlık olmanın ise işi daha da karmaşık kıldığını yazmıştım. Azınlığın içinde ikinci bir azınlığın yaşam kurallarını bulmaya çalışmak Dersimlilerin özgürleşme işini iyice zorlaştırır kanısındayım. En mantıklı ve en pratik çözüm tarihte ayrı bir eyalet olan Dersim’in; yeni demokratik çoğulcu bir ülkede; tarihte olduğu gibi yine ayrı bir eyalet olmasıdır. Şimdiden Dersim Eyalet Meclisi(DEM) altında kurumlaşırsa; ileride kurulacak olan fedaratif bir sistemde ‘Dersim Eyaleti veya Dersim Özerk Bölgesi’ olarak bekasını devam ettirebilir Dersim…
Kısacası geleceğimiz çok belirsiz ve karmaşık görünüyor. Bölgemizde kasıtlı savaş çıkararak bu kargaşa içinde Dersim’i yok etmek istiyorlar. Bu kadar karmaşık olan durumuz için Dersimlilerin önce derin uykusundan uyanması; kendi kaderini kendi eline alması; şimdiden hedeflerini belirlenmesi; bu yola hizmet eden planların yapılması ve bu yolda mücadele verilmesi gerekir. “Ağlamayan bebeğe meme verilmez,” demişler…
Celal YILDIZ
————————————————
NOT: Bu yazı İtalyan Thomas Benedikter’in Modern Özerklik Sistemleri(Dünya Özerklik Örnekleri) kitabının Türkçesinden yararlanılarak yazılmıştır./CY.
Zülfikar Akar·/ MECLİS GİRİŞİMİNE ÖNERİ -II-
Toplumların örgütlenmelerinde en büyük güç inançtır. Örgütlenme, hangi amaca yönelik olursa olsun, toplumu bir arada güçlü tutabilmenin, ortak değerler oluşturabilmenin, ortak hedefe yöneltebilmenin en güçlü aracı hep inanç olmuştur. İnsanlık tarihine baktığımızda, görebildiğimiz en uzun ömürlü örgütlenmeler, hep inanç temelli örgütlenmelerdir. Dinler, ideolojiler, sınıflar, egemenlikler değiştiğinde bile, bu değişimlerin içinde kendini yeniden yaratan ve devam eden en güçlü örgütlenmeler, inanç temelli örgütlenmelerdir. Dinlerin dahi değiştiği coğrafyalarda, inanç temelli örgütlenmeler, yeni dinlerin çatısı, egemenliği altında kendilerini revize ederek, özlerini bozmadan, değiştirmeden varlıklarını sürdürebiliyorlar.
İnancı sosyolojik bir gerçeklik, dini ise ideolojik, egemen sınıfsal bir gerçeklik olarak görüp, farklarını ayırt ettiğimizde, insan doğasındaki yerlerini de daha net görebileceğiz. Gelişmişliğin kriterleri tartışılabilir fakat alışılagelmiş anlamıyla, gelişmiş toplumlara baktığımızda, hiçbir toplum kendi inançlarını ret ederek, inançlarına savaş ilan ederek ilerlememiş, gelişmemiştir. Bunu, Ortaçağın, feodal yapının ideolojisi olmuş dinlerle karıştırmamak gerekir. Özellikle semavi adledilen dinler, toplumların genel çerçevesini belirlerken inançlar, on binlerce yıllık insan deneyimlerinden kaynaklı değerleri toplumun ve bireyin yaşamının her alanına ince ince işler ve düzenler.
Dersim inancını da bu perspektifte görmenin ve değerlendirmenin yararlı ve gerekli olduğunu düşünüyorum. 1960 sonrası sol, sosyalist gençliğin kendinden önceki nesille ve tarihiyle kopuşunu da büyük ölçüde bu perspektiften yoksun olmasına bağlıyorum; din ile inancı birbirinden ayıramamasına.
Bir insanın doğumundan ölümüne kadar tüm süreçlerini oluşturan değerler, inanç hamuruyla yoğrulmuş, inanç ile sistematik bir düzene konmuş. Doğum ritüeli, emekleme ritüeli, diş çıkarma ritüeli, nişan ritüeli, düğün ritüeli, ölüm ritüeli… Bireyin bireysel gelişim, yaşam süreçleri de, toplumun diğer bireyleri ile olan ilişkileri de (musahiplik, kirvelik, annelik, babalık, kardeşlik vb…) hep inanç temelli ritüel ve değerlerle şekillenmiş. Sadece bireyin ve toplumun ilişkilerini değil, insan ile evren ilişkisini açıklayan bilgi ve düşünceler de inanç çatısı altında ifade edilmiş. Bir toplumun inancını yadsıdığınızda, yok saydığınızda, o inançla taşınan tüm bireysel ve toplumsal değerleri de bir çırpıda kaldırıp atmış oluyorsunuz. Bunu yaptığınızda da karşınızda ne hitap edebileceğiniz bir birey ne de hitap edebileceğiniz bir toplum bırakıyorsunuz. Topluma bir gelecek sunayım derken, geleceği sunuyorsunuz ancak o geleceğe taşınacak toplumu geçmişe gömüyorsunuz.
Dersim Meclisini oluşturmanın eşiğinde olan Dersim Meclis Girişiminin bu konuyu ciddiyetle ele alması gerektiğini düşünüyorum. Pir, mürşit, rayber makamlarının yeniden toplumda inşasına yönelik girişimde bulunmasını öneriyorum. Bu makamlara kısaca “Dedelik Kurumu” diyerek devam etmek istiyorum. Dedelik kurumunu oluşturmak elbette Meclisin ve Meclis Girişiminin görevi değildir. Dedelik kurumunun Meclis dahil tüm kurumlardan bağımsız olması, doğasının gereğidir. Ancak, Meclisten bağımsız olacak olan Dedelik kurumunun Mecliste temsil edilmesi de zorunludur diye düşünüyorum.
“El ele, el Hakka” ve “Elden ele, Elden Hakka” şeklinde genel olarak ifade edilen dedelik örgütlenmesinin yeniden aktif hale getirilmesi, erkânın kurulması gerektiğine inanıyorum. Süregelen gelenek ve değerlere bağlı olarak, bunun nasıl inşa edileceğine yine dedeler yani, ocak sahipleri karar vereceklerdir. Tarihten beri Dersim’in değerlerini taşıyan bu kurumun yeniden güçlü bir şekilde oluşması, yaşama müdahale edebilecek bir konumda olması için, Meclis Girişiminin de üstüne düşeni yapması gerektiği inancındayım.
Zülfikar Akar / 3 Mayıs 2016
ZÜLFIKAR AKAR/ DERSİM MECLİSİ’ne ÖNERİ
“Dersim meclisinin temsiliyeti, meclisin üyeleri, kanımca en önemli konulardan biridir. Meclisin, üyelerin, delegasyonun kimlerden oluşacağı konusu, bu günden sağlam temellere oturtulamazsa ileride, büyük kavgaların, sürüşmelerin ve hatta çöküşün nedeni olabilir.
Meclis, her şeyden önce bir örgütlenme modelidir. Dersim’in en zengin olduğu konu örgütlerdir. “Dersim dışarıya örgüt ihraç etse, en zengin bölge olurdu” şeklinde bir espiriyi de yapmadan edemiyorum.
Dersim’de bu kadar çok örgütün olması, her şey bir yana gerçekten bir zenginliktir ve çağdaş yaşamda yer arayışının pozitif bir ürünüdür. Dersim’deki legal ve illegal her örgütlenme, Dersimin modern dünyayla, modern dünyanın dinamikleriyle, fikirleriyle bir köprü oluşturmuştur. Bu yanıyla bakmamız çok önemlidir. Dersimdeki bu örgütlenmeler geleneksel, kadim yapıya, kültürel dokuya zarar vermiştir tezi, tamamen yanış olmamakla birlikte, bu zararı da tamamen bu örgütlenmelerin sırtına yıkarak, onları mahkum etmek ve ötekileştirmek de yanlışların en büyüğüdür.
Dersim’in kadim yapısının yıkılmasının en büyük nedeni devletin asimilasyonu, baskısıdır. Belki de ikinci sırada gelen neden, Dersim’in kadim yapısını binlerce yıl sürdüren ve çağımızda temsil eden kurum ve insanlarının, kendilerini yenileyememeleri, örgütlülüklerinden, ifade biçimlerine kadar kendilerini üretememeleri ve kendilerini kuşatan dünyayla bir diplomasi geliştirememeleridir. Tüm bu nedenleri bir kenara bırakıp daha geniş bir çerçeveden bakacak olursak; dünya ve toplumlar sürekli gelişmek zorundadır. Gelişerek değişmek zorundadır. Gelişerek değişemeyen toplumlar, kendileri dışındaki dinamiklerle değiştirilirler ki bu da o toplumların yok edilmesi demektir.
Dersim Meclisi ile Dersim’deki özellikle ideolojik örgütler arasındaki bağa, ilişkiye gelince:
İdeolojisi olan her örgütün, toplumlara, geleceğe, örgütlenmeye dair bir modeli, bir önerisi zaten mevcuttur. Görebildiğimiz kadarı ile bu önermeler arasında Dersim’in tarihi, kültürel dokusu, inanç dokusu hakkında tatmin edici bir önermeye de sahip değiller. İdeolojileri ve hedefleri gereği, bu sorunu ötelemek durumdadırlar. Bir de bu örgütlülüklerin ve önermelerinin dışında, Dersim konusundaki bazı çözümleri geleceğe ötelemek yerine, bugünden bir şeyler yapılmasını isteyen büyük bir talep ve ihtiyaç vardır. Bu durum birinin yanlış, ötekinin doğru olduğu anlamına kesinlikle gelmiyor. Geleceğe ve gelişmeye yönelik farklı bakış açıları ve örgütlenme biçimleri birbirlerinin rakipleri veya birbirlerinin olumsuzlayıcıları değil, birbirinin tamamlayıcılarıdır ve böyle olması da geleceğe taşınabilme ve gelişebilme konusunda zorunludur.
Bütün bu perspektifle benim önerim, Dersim Meclisinde, zaten örgütlü olan insanların değil, mevcut örgütlenmelerde aradığını bulamayan, mevcut örgütlenmelerin boş bıraktıkları alanlarda üretim ve gelişim sağlayabilme arzusunda olan insanlar olmalıdırlar. Önerdiğim bu prensip Dersim Meclisini, kesinlikle diğer örgütlenmelerin muhalifi niteliğine büründürmemeli, diğer örgütlülükleri dışlamamalı ve karşılarında konumlandırmamalıdır. Her örgütlülüğün kendi özgün hedefi, kendi ideolojisi olduğu gibi, farklı sorunlar temelinde oluştuğu göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle, tüm diğer örgütlülüklerden bağımsız oluşacak olan Dersim Meclisi, diğer tüm örgütlülüklerle de dayanışma içinde olmalı, fikir alışverişinde olmalı, gerektiğinde ortak tavır ve perspektif geliştirebilecek yetenekte ve niyette olabilmelidir.
Sivil toplum örgütlerinden siyasi partilere kadar tüm örgütsel yapılarla bir diplomasi yürüteceği gibi devletle de uluslararası yapılarla da diplomasi yürütmek her meclis gibi bu meclisin de temel ve zorunlu görevlerinden biri olacaktır. Bu nedenle ve bu bilinçle daha işin başındayken titiz ve doğru adımlarla ilerlemelidir.
Meclisin, bir örgütlülükler konfederasyonuna dönüşmek yerine, daha özgün ve bağımsız olması gerektiğini düşünüyorum.”
Saygılarmla.
5 Nisan 2016
Zülfikâr Akar.
Degișik çevrelerden, arkadaș ve dostlarımızdan Dersim Meclis Girișimi’ne yönelik haklı-haksız yazıları ve eleștirileri okuyoruz bazı sosyal paylașım sitelerinde. Kimi arkadașlarımız neden cevap vermediǧimizi veya sessiz kaldıǧımızı soruyor…
Bütün bunların olabileceǧini biliyorduk. Bu nedenle böylesi bir durumda ne yapmamız gerektiǧini önceden tartıșıp bir karar almıștık.
Kararımızı dostlarımızla paylașmak istiyoruz:
Yazılan her yazıya veya eleștiriye karșı bir șeyler yazmak, cevap vermek zorunda deǧiliz. Hele polemik yazılarına karșı bunu hiç yapmayacaǧız. Buna harcayacak ne zamanımız ne de lüksümüz var. Bu girișim bir fikriyat olușturmak arzusundadır. Biz tüm Dersimliler’in bu çalıșmaya bu yönde destek vermelerini, katkı sunmalarını arzu ediyoruz. Birilerine akıl vermek durumunda hissetmiyoruz kendimizi. Ortak bir akıl olușturmanın zorunluluǧunu söylüyoruz. Aslında kimsenin kimseye akıl vermesini doǧru da bulmuyoruz. Her Dersimli birey kendi fikrini ifade ederken mutlaka polemiklerden uzak durmalıdır. Kimsenin bir bașkasından üstünlüǧü yok ve kimse kendisini böyle görmemelidir.
Bir tartıșma sürecine ihtiyacımız var. Dersim Meclis Girișimi bir yola girmiștir. Yolun henüz tam bașındadır. Hatta bu yola sadece ilk adımını atmıștır da denebilir. İkinci, üçüncü ve daha sonra atılacak adımlar henüz atılmadı. Dostlarımızın bu durumu göz önünde bulundurarak fikir beyan etmelerini arzuluyoruz.
Ne varki yazılanların önemli bir bölümü bu durumu gözden uzak tutan bir içerikte ve oldukça önyargılıdır. Yeni bașlatılan bir çalıșmayı bitmiș veya sonuçlanmıș gibi deǧerlendirerek eleștiriler yürütülmektedir. Bir kısım dostlarımız kendilerini dıșlanmıș hissetmektedir. Bunların hiç birini doǧru bulmadıǧımızı belirtmek istiyoruz.
Yazılarımızda iki șeyden hareketle düșüncelerimizi ifade edersek daha saǧlıklıca yol alacaǧımızı düșünüyoruz:
Birincisi, Meclis Girișiminin üstlendiǧi misyondan yana mıyız? Șayet bu fikriyattan yana isek, girișimin önünü açacak fikir tartıșmalarına önem verilmesini diliyoruz. Tabiiki çalıșmalar içinde olabilecek hataları da eleștiri konusu yapabiliriz bunlar gereklidir de.
İkincisi, Meclis Girișiminin üstlendiǧi misyonu, ele almak istediǧi sorunları gereksiz veya yanlıș mı buluyoruz? Kușkusuz herkesin aynı düșünmesi beklenemez. Fakat bu fikirde olan Dersimliler’in ve Dersim dostlarının bunu açıkça ve nedeni ile birlikte ifade etmelerini bekliyoruz. Bu yöndeki düșüncelerini „eleștirme“ bahanesi ile saklamalarını samimi bulamayacaǧımızı șimdiden ifade etmek istiyoruz.
Dersim Meclis Girișimi ortak bir Dersim fikriyatı olușturmayı hedefliyor. Belki de, açık ve net olan belirlenmiș tek misyonu budur. Bu hedefe varacak yol ve yöntemler, örgütlenme ve çalıșma metotlarını belirlemek uzun süreli bir tartıșmayı gerektirmektedir.
Dolayısıyla Dersim Meclis Girișimini kișiler üzerinden deǧerlendirmemek gerekir. Böylesi bir tartıșma Dersim’e ve Dersimliler’e bir șey kazandırmaz, tersine onları böler ve parçalar. Dersim’deki sorunları görmek istemeyen; bunların çözümü yönünde çaba harcamak niyetinde olmayan çevrelerin hevesle bașvuracaǧı yöntemdir bu. Bu tuzaklara karșı her Dersimli’nin uyanık olmasında fayda vardır. Niyetimizin böyle olmadıǧını söylüyorsak, öyleyse sorunlarımızı kișisel boyuttan sosyal ve toplumsal alana kaydırmak zorunluluǧumuz olmalıdır. Dersimliler kaderlerini, popülist deyimle „iradelerini“ bașkalarına teslim etmemeli, tersine bunu belirleyecek devinimi ve gücü bizzat kendileri yaratmalıdır. Bunun da yolu kișısel dedikodulardan, ihtiras ve çekișmelerden; kariyer ve üstünlük taslayan tavır ve davranıșlardan kesinlikle uzak durmaktan geçer…
15 Mayıs 2016
Dersim Meclis Girișimi Yürütme Kurulu
Dersim Meclisi Girişimi’nin 19-21 Şubat 2016 tarihinde Zwingenberg’de yaptığı 1. toplantı sonrası yayınladığı “Zwingenberg Sonuç Bildirgesi”nden bu yana Dersim Meclisi’nin yol haritasını belirlemek, birbirimizi anlamak, ortak akıl oluşturarak birlikte yol almak amacıyla fikir telakisinde bulunuluyoruz.
Bu amaçla biz de fikrimizi belirtmek istiyoruz.
Dersim Meclisi Girişimi’nin Dersim Meclisi’ne dönüşmesi zaruri olduğu kadar temsiliyet açısından da çok büyük bir önem taşımaktadır. Bu temsiliyetin sağlanması ancak mümkün olduğu kadarıyla en geniş kesimin doğrudan katılımı ile gerçekleşecek bir kongre ile mümkündür. Kongreye katılan herkes seçme ve seçilme hakkına sahip olmalıdır. Geniş kesimlerin düşünceleri alınarak belirlenen meclis üye sayısı kongrede seçilmelidir.
Kongre öncesi diaspora ve Türkiye’de olmak üzere iki paralel çalışmanın yürütülmesinde yarar var. Bu çalışmalar yerel veya bölgesel konferanslarla yürütülür ve akabinde kongreye gidilerek meclis seçimi gerçekleştirilirse meşruluk sorunu ortadan kalkmış olacağı gibi manevi baskı oluşturma şansı da elde edilmiş olur.
Seçilmiş olan Türkiye ve diasporadaki meclislerin üst koordinasyonunun oluşturulması ve bu koordinasyonu da denetleyen bir kamiller kurulunun oluşturulmasıyla 1. aşama tamamlanmış olur. 2. aşamada ise gerekli komisyonlar oluşturularak çalışmalar yürütülür.
Bazı dostlarımızın ve çalışma arkadaşlarımızın da belirttiği gibi “Dersim hakkında yaratılan tüm yanlış algılara veya bilgi kirliliğine karşı” birlikte mücadele verebilmemiz için asgari müştereklerimizi saptamamız gerekiyor. Sanırım aşağıda belirtilen asgari müşterekler birlikte yolalmamızı kolaylaştıracaktır:
• Anadolu ve Kürdistan coğrafyalarının yanı sıra Dersim coğrafyasının tarihi sınırlarıyla tanınması, adının iadesi ve korunması,
• Eşit yuttaşlık talebi ile Dersim’in Dersimlilik ve Kırmanc/Zaza kimliğinin tanınması
• Raa Haqi İnaç kimliğinin tanınması,
• Anadilde eğitim hakkının tanınması babında Zazaca’ya pozitif yaklaşım,
• Dersim ’38 Soykırımı’yla yüzleşilmenin sağlanması, idam edilenlerin itibarlarının iadesi ve yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi…
Ebe selam u hurmet bımane weşiye de.
27.03.2016
Baki İşçi, Xal Çelker