Dersim Bir Tretoryal (Bölgesel) Kimlik Olabilir mi? Kimlik Tartışması Üzerine – Selman Çiman
“Özgürlük, onu savunma cesaretini taşıyanların hakkıdır.” Pericles
Kimlik ile ilgili tartışmalar yaklaşık ikiyüz yıldır sosyal bilimler dünyasında sürmektedir. Peki kimlik konusu nasıl oluyorda bu kadar karmaşık bir sorun ki sosyal bilim ve siyaset alanının büyük bir problemi haline gelebiliyor. Georg Simmel ‘indedigi gibi “sosyal bilimciler, herhangi bir teorik bakış açısını benimsemeden, riskler almalılar”; sosyal bilimciler doğru sorular soran birer problem kurucu rolü olmalı ki gelişimin ve bilimin dinamigini burdan yakalayabilsinler.
Kimlik tanımında, gelinen aşama ve genel kabul gören temel kriter ve yöntem, bir toplumun kendisini nasıl tanımladığının temel referans olarak kabul edilmesi ve objektif veri olarak alnımasıdır . Bu tanımlama “biz” şeklinde ifade edilen bir aidiyet ve kimlik bilinci, tanımlanmayan bir tarihsel süreç içinde, kültürel, sosyal, ortak ruhi durum, değerler ve normların doğal bir gelişim sürecinde kodlanması ve şekilenmesidir. Masum ve küçük bir sözcük olan “biz”, seçilen sembollere, soyutlamalara, fikirlere, sözcüklere ve hareketlere anlamsal bir birliktelik kazandırır. Bu birlikteliğin büyük kısmını anlamsal uzlaşmaya, hata yalnış anlaşılmalara da dayandırılabilinir. Kimliğe bağlı davranışlar, “biz” dedigimiz noktadaki hali ile kimlik bir özdeşleşme opsiyonu içeriyor ve kimliğin toplumsal boyutunu işaret ediyor.
Toplumsal kimlik bize ait bir şey değil, biz tam tersine o kimliğe aittiz ve bu durum gönülü bir sahiplenmedir. Her toplumsal formasyonda özgül, başka şekilenen bir tarihsel arkaplan olduğunu, bunun da toplumda genel bir bilinç oluşturduğunu görmek gerekir. Bazen bu saydığımız faktörler artabilir ya da eksilebilir de; anlaşılması gereken temel nokta, sosyal fenomenlerin belli tanımsal kalıplara konulamayacağı gerceğidir. Aidiyet, ait olma dediğimiz ilişki bizimle bir anlamlar evreninde kuruluyor ve kültürel zeminde kendini üreterek şekilleniyor. Aidiyet insanın vazgeçilmez unsurlarındandır ve dış etkilerden kaynaklı oluşmaz. Claude Levi-Strauss’un dediği gibi “kimlikte inşa süreci bir karşılıklar ilkesi üzerinde kurulur ve kendi içinde bir değerler, normlar sistemi oluşturur”. “Öteki” kavramı da bu karşıtlık üzerine şekilenen bir tanımdır.
Dersim, limitleri alevi toplumunun demografisinin yaşam alanı olarak tanımlanan bir coğrafya olarak genel bir önkabul görmektedir. Kendisini çevreleyen etno gruplarla bazı benzerlikleri olsa da, kendisine özgü bir toplum ve en çok da “kendisine” benzeyen bir toplumdur.
Sosyal teoride en sorunlu yaklaşım ise, genelemeler yapmak, tanımlar ve kalıplar oluşturmaktır; sosyal olguları ve toplumsal süreçleri bu tanımlar üzerinden açıklamaya çalışmak veya önkabulu yapılan teoriye zorlamak determinizmdir. Oysa sosyal teori spesifik ve kognitif verilere dayanan çeşitli kantitatif bilimsel araştırma metodolojik yöntemleri kullanılarak, degişkenlerin bir çok açıdan birbiri ile ilşkisini anlamak, farklı koşullarda farklı sonuçların çıkabıleceğinin analitik sonuçlarına varmaktır. Kimlik çalışmaları çok daha karmaşık ve içiçe geçen girift sosyal, kültürel, politik ve tarihsel süreçlerin objekif analizlerinin yapılması ve bu bilim disiplinlerinin birbiri ile ilişkisinin analitik bir sentezi yapılmasıyla ancak mümkündür. Bugüne kadar Dersim toplumunun ”eylemindeki nedenselik” davranışsal kalıplar üzerine Max Weber’in deyimile “anlama” temelinde, sosyolojik analizler yapma ekseninde bilimsel çalışmalar ve yaklaşımlar görmek nerde ise yok denecek kadar azdır. Karl Popper’in işaret ettigi gibi; “kendi doğrularımızı kanıtlamaya uğraşmak kadar, yalnışlayacak kanıtlarda aramak gerekli”. Yoksa ampirik dünyayı kendi dünyamıza uydurma çabası olarak, toplumsal dünyayı kendi siyasi teorilerimizi destekleyecek bulgular arayarak yorumlarız.
Ayrıca bir toplumun kimlik yapısı hakkında yargıda bulunmak, politik fikir angajmanlarından dolayı bazı önyargılı tanımlar yapmak bir çok açıdan sorunlu ve etiğe uygun degildir. Nedir bu etiğe uygun olmayan? Aydınlar, politikacılar bir topluma kimlik tayin edemezler, bu yönlü bir sorumlulukları ve görevleri de yoktur; ayrıca bu ahlaki bir durumun ikinci bir boyutu da kimlik atfedilen topluma karşı büyük bir saygısızlıktır ve dayatma içermektedir. Her dayatmanın bir şiddet ve zor içerdiğini, bu dayatmacı yaklaşımın faşizime varabileceğinin sayısız örnekleri tarihte vardır. Ayrıca, kimlik konusu politikanın direkt bir alanı değildir, fakat politikacılar kimliklerin kültürel ve siyasi haklararı üzerine siyaset yapabilirler.
Neden böylesine uzun bir giriş yazısı yazmak zorunda kaldım? Çünkü Dersim kimliği üzerine yapılan tartışmalar yukarda söylediğimiz temel kriterlerden uzak, real durumu anlamak konusunda tutucu ve resmi tarihin getirdiği ezberlerin tekrarı şeklınde yapıldığı için toplumu kamplara bölen içbütülüğünü tehdit eden noktadadır. Bazen de bu tartışmalar ve Kürt kimliğine yapılan itrazlar, Kürt Hareketi tarafından bir tehdit olarak algılanıyordu ve bu tartışmaları yapan aydınlara karşı şiddetin dahi kullanıldığı dönemler de oldu. Umarız ki bundan sonra daha olgun ve demokratik bir zemin oluşur, sağlıklı bir tartışma için.
Dersim, limitleri alevi toplumunun demografisinin yaşam alanı olarak tanımlanan bir coğrafya olarak genel bir önkabul görmektedir. Kendisini çevreleyen etno gruplarla bazı benzerlikleri olsa da, kendisine özgü bir toplum ve en çok da “kendisine” benzeyen bir toplumdur. Aslında her Dersimli bireyde bu kimlik bilinci ve davranışları doğal olarak varolmasına rağmen, ilşkide olduğu politik yapıların manipulasyonu sonucu ya da düşünsel kalıpların yaratığı tahribattan kaynaklı bazen dejenere olmuş bir insan tipi ortaya çıkmaktadır. Örnegin Dersim kültüründe anti oteriter bir karekter vardır. “Herkes ağaye xuyo” felsefesi ve söylemi, yüzlerce yılların kültürel bir birikimi ve şekilenmesinin sonucu olmalı. Ama bügün otoriteleri, baskıcı aygıtları kutsayan, Dersimlileri görmek bir kimlik deformasyonuna iyi bir örnektir. Gerek sosyalist gerk Kürt politik hareketlerinde aktif olarak yer alan Dersimliler, Dersim siyaseti konusunda ikili bir durum yaşamaktadırlar.
Ezilenler bir dönem ikdidara yakın aygıtlara sahip olduklarında, demokratik değerleri içseleştirmemişse ezen kimlikler olabiliyorlar. Bundan bir kaç yıl önce Dersim kimliğinden söz etmenin büyük bir suç olduğu bir dönemi yaşadık.
Bu konuda bir resmi bir de gayri resmi fikileri vardır. Gayri resmi fikirleri bize çok yakın olmasına rağmen, içinde bulundukları siyasal yapılardaki statü, sosyal bağlar ve politik ezber cesur davranmalarını engelleyen temel faktörlerdir. Bu Kimlik deformasyonu toplumlarda ciddi kırılmalar ve travmalar yaratmaktadır. Kürt Hareketi’nin bütün negatif kavramları yükleyerek, hatta öldürülmesine gerekçe olarak teorikleştirdigi “Dersim Kişiliği” tam da, Dersim’in kendine özgü kültürel, sosyal, tarihsel, normlar ve değerlerin yaratığı insan tipidir. Bu teoriyi güçlendirmek için Dersim’den çıkmış bazı anormal kişilere yapılan atıflar bilinçli seçilen bir kitle propağandası yöntemi ve metodudur. (Oysa Kürt politik hareketlerinin kurucu kadrolarının büyük kısmı Dersimli olmasına rağmen bunlardan söz edilmez.) Dersimlilere karşı bu yaklaşımın arkaplanını genel olarak Aleviler’e karşı duyulan kinin, tarihsel önyargının ve nefretinin başka bir şekilde ifade edilmesi olarak anlaşılmalıdır. Ezilenler bir dönem ikdidara yakın aygıtlara sahip olduklarında, demokratik değerleri içseleştirmemişse ezen kimlikler olabiliyorlar. Bundan bir kaç yıl önce Dersim kimliğinden söz etmenin büyük bir suç olduğu bir dönemi yaşadık. Özgürce tartışmanın olanaklarının olmadığı, baskı ve düşünsel şiddetin eğemen olduğu bir otuz yıl yaşadık.
Bu otoriter düşünme tarzının ve pratiğin beslendiği, etkilendiği ve politik kültür haline geldiği bir iklim olmalı. Birincisi İttihat Teraki Hareketi sadece geride soykırımlar ve büyük acılar bırakmadı ayrıca bir düşünsel miras bıraktı. Hayatımızın her alanına nüfuz etmeye çalışan bu pro-faşizim, bizim düşünsel dünyamızı da zehirledi ve özgürce düşmemizi engeleyen ciddi bariyerler ördü, kalıplar oluşturdu. Monolotik düşünme, otoriteye itaat etme, farklılığı bir tehdit olarak algılama, düşman yaratma, sürekli kendisine komplo kurulduğu paronoyası ve faşizimi günlük yaşama enjekte edildigi kültürel, eğitsel, politik söylem bombardımanı. Bu mental durum, aydınları, sosyal ve politik hareketlerin teorik pratik dünyasını şekillendiren, inkar etsek de farklı versiyonlara da işleyen, ideolojik olarak bizim düşünsel dünyamızı besleyen temel kaynak ve düşünme yöntemimizi zehirlemiştir. Kemalizm bu anakronik durumdan ortaya çıkmış ideolojidir.
Bir diğer tersten etmen ise, Lenin’in ulusları tanımlarken oluşturduğu, sosyal bilimlerin de determinist bir yöntem olarak gördüğü, herhangi bir sosyal olgunun anlaşılması için önceden hazırlanmış tanımlar ve kalıplar oluşturulmayacağı ilkesel disiplinine aykırı tanımıdır.
Bir diğer tersten etmen ise, Lenin’in ulusları tanımlarken oluşturduğu, sosyal bilimlerin de determinist bir yöntem olarak gördüğü, herhangi bir sosyal olgunun anlaşılması için önceden hazırlanmış tanımlar ve kalıplar oluşturulmayacağı ilkesel disiplinine aykırı tanımıdır. Sosyalist hareket tarafından bir şablon olarak, etnik gurupları anlamaya çalışırken bu tanım kullanılmiştır. Bu şablonculuk içinde yaşadığımız ve bizi çevreleyen etno guruplara ve halkalara ilişkin ciddi bir tanıma, algılama ve söylem geliştirmemize engel oluşturdu. Onların temel demokratik ve kültürel haklarını savunmamız konusunda doğru bir politika geliştirmemizi engeledi.
Bu düşünsel kalıp öylesine katı bir kalıp haline gelmişti ki, kalıp teoriyi doğal hayatın gerçekliğine zorluyordu. Örnek şöyleydi, adamın yattığı yatak kendisine kısa geliyor ve ayakları yataktan sarkıyor. Bizim yöntemimiz yatağı uzatacağımıza adamın ayaklarını kesiyorduk. Aslında Lenin yaptığı tanıma uygun bir ulus örneği hala yeryüzünde yoktur ve olamaz da. Belki bu tanıma birazcık yakın duran Almanya anılabilinir, ama bu tanıma uydurmaya çalışırsak bir çok boyutu da tartışma konusu olur. Bavyera eyaleti kendisini ayrı gördüğü ve ayrılma taleplerini bazen dillendirdikleri, kendilerine özgü partileri olduğu bir yana, Fransa’da kalan Alzas, İsviçre’deki Almanlar, Avusturya Devleti, İtalya’da kalan güney Tirol, Polanya’daki Almanlar. Mekanik bir düşünce yöntemi ve teorik kalıplarla entelektüel bilgi üretilemez ve bu durum beraberinde özgürlükçü akıl yaratılıcığını da engellemiş olur. Maalesef sosyalist hareketin Dersim konusunda yaşadığı çıkmaz ve yabancılaşma böylesine bir tarihi sürecin yaşanmasına neden oldu.
Dersimin yakın tarihini anlatan “Kürdistan Tarihinde Dersim”adlı kitap, tamamen sofistike yapılandırılmış bir kurgu ve tarih tezi nedeni ile Dersim’de devletin 1937–‘38’de yaptığı, ince detaylarına kadar planladığı büyük trajediye 80 yıl sonra soykırım diyebildik.
Bütün bunlarla birlikte, Dersim tarihi ile ilgili yapılan manipülasyon, yalan ve gerçeklikle hiç bir nesnel bağlantısı olmayan tarih yazımı. Resmi ideolojilerin oluşmasında tarih yazımı ana parametrelerden biri işlevini görür ve toplumda normalleşmeyi sağlamak için bu resmi ideolojiyi kırmak uzun yıllar alabilir. Dersimin yakın tarihini anlatan “Kürdistan Tarihinde Dersim”adlı kitap, tamamen sofistike yapılandırılmış bir kurgu ve tarih tezi nedeni ile Dersim’de devletin 1937–‘38’de yaptığı, ince detaylarına kadar planladığı büyük trajediye 80 yıl sonra soykırım diyebildik. Devlet yaptığı soykırıma meşruluk kazandırmak içın kullandığı bir propağanda ve piskolojik harp yöntemi olarak “isyan ettiler biz de kırdık” söylemini, tersinden bu resmi tarih tezi de bu söylemi güçlendirdi. Biz Dersimlilerde çift taraflı bu manipülasyonun kurbanları olarak 80 yıl boyunca ne kadar isyancı olduğumuzla övündük durduk ve isyan fikrini de sorgulamadan peşin bir kabul olarak benimsedik. Bu resmi ve yalan tarih yazımı ile geçmiş konusunda bilgi sahibi olmadan beyhude bir gelecek kurmaya çalışıyorduk. Tarihin ve insanlığın gördüğü Yahudi, Ermeni Soykırımlarından sonra fiziki olarak, üçüncü büyük soykırım olan “Dersim Soykırımı”nı görememek hangi sosyopiskolojik teori ile açıklanır? Hiç birimiz Gothe’nin ünlü sözünden bir şey anlamamıştık. “Geçmişlerini bilmeyenler, geleceğini kuramazlar”. Bir topluma yapılacak en büyük kötülük soykırım ise, diğeri de tarih bilincini yok etmektir.
Her ulus-devlet yaratma projesi fikri, doğal olmayan ve gönüllü birlikteliğe dayanmayan birer toplum mühendislik projeleridir. Zaza ulusu yaratmaya çalışan ve bunun üzerine bir Zazaistan kurmak isteyen politik eğilim, Dersim gibi kararlı bir kimliği görmezden gelerek, yeni bir travmatik sürecin adımlarını atmaya çalışmaktadır. 21. yüzyılda dünyanın çok kültürlülüğü ve yerellik toplum modellerinin tartışıldığı bir süreçte, tek dile dayanarak bir devlet kurma fikrinin realizasiyonu, insanlığa karşı cinayet işlemeyi planlamak kadar tehlikelidir. Bir fikrin pratikte yapılabilirliği nesnel temellere dayanır. Bugün Dersimlilerin, Bingöl ve Palu ya gitmeye dahi korktuğu ve kimliksel olarak kopuşu yüzyılları bulan yaşanmış bir süreç var. Ayrıca Zaza kimliğini “öteki” gören bir toplumsal realite ile karşıkarşıya olduğumuzu unutmamalıyız. Politika, real olmayan fantaziler üreterek ve torna makinası işlevi gören, dört köşeli bir toplum yaratmak için yapılan bir eylem değildir, aksine nesnel durumun ve sorunların, demokratik normlar zemininde çözümler yaratmak için insanın giriştiği iradi bir eylemdir.
Elli yıldır Kürtler’in verdiği mücadelenin real bir sonucu olarak geldiği yer dili, kültürü, politik retoriği ve söylemi, Kurmanc etnik kimliği üzerine oturuyor ve kurulacak bir siyasi yapılanmada bu dinamik üzerine şekilenecektir. Kürt hareketinin dominant kimliği Kurmanclık’tan dolayı, Kürt hareketi içinde yer alan bir çok Dersimli doğal bir asimlasiyona uğrayarak anadiline büyük bir ilgisizlikle, Kurmanci öğrenerek Kurmanci yazmaya başladı. Oysa kültürel ve siyasi haklar kazanmak için verilen bu mücadele Zazaca’nın kaybolması tehditi ile karşı karşıya gelmesinde rol oynadı. Gerçek durum ise, Dersimliler Kürt hareketi içerisinde önemli bir potansiyele sahip olsalar bile, Dersimlerin önemli bir kesimi kendini bu Kürt kimliğin içinde görmüyor ve toplumda güçlü bir itiraz var.
Kürt hareketi başından itibaren demokratik bir persfektif ve proğram ile etnik guruplara eşit bir noktada dursaydı, hangi sonuçların çıkmış olma olasılığı spesifik olarak kestirmek gerçekten zor ama en azından bu durumda olmayacağımızı söyleyebilirdik. Tamamen bir akademi alanı olan filoloji Kürt miliyetçilerinin yaklaşık yirmi yıldır yapılan bu tartışmalara bir bariyer oluşturmak için, kendi politikalarının mantıksız paradıgmasına kurban edildi. Hala da bu durum devam etmektedir.
Zazaca’nın bağımsız bir dil olduğu akademi dünyasında tartışmasız kabul edilmektedir ve bu konuda çok sayıda bilimsel tez, makale ve çalışma yapılmıştır. Zazaca üzerine Almanya’nın çeşitli üniversitelerinde yapılmış üç de doktora çalışması olduğu halde (Prof. Dr. Ludwig Paul, Dr. Zülfü Selcan, Yrd. Doç. Dr. İlyas Aslan) bu duruma karşı çıkmak cehaletin, bilgisizligin ve kör miliyetçiligin bilime kafa tutmasıdır.
Ayrıca Lehçe teorisinin ve bu paralelde yapılan dil çalışmalarının emeğin boş bir hiç uğruna verilmesinin, dile bir katkısı olmadığı gibi, aksine dilin doğal gelişimine yapılan suni bir müdahale, iyi niyetli çalışmaları da engellemektedir
Ayrıca Lehçe teorisinin ve bu paralelde yapılan dil çalışmalarının emeğin boş bir hiç uğruna verilmesinin, dile bir katkısı olmadığı gibi, aksine dilin doğal gelişimine yapılan suni bir müdahale, iyi niyetli çalışmaları da engellemektedir. Sentetik (Kurmanci, Soranca, Hewramice ve Zazca karışımı) bir dil oluştrma eylemini yaratığı dilin doğal, otantik yapısını bozduğu için bir çeşit deformasyon ve dejenerasyondur.
Ayrıca Amerikalı dilbilimci C. M. Jacobson’la birlikte, Zazaca’yı iyi bilen elli veya altmış Dersimli aydınnın on yıla yakın bir sürede yılda düzenli iki kez bir araya geldiği seminerlerde, Zazaca Doğru Yazım Kuralları ve Zazaca Alfabe oluşturdular. (Bu hafta sonu seminerlerine kendi alanlarında uzman çok sayıda akademisiyenler katıldı. Dilin yapısal konuları ve metodoloji konusunda workshoplar yapıldı). Bu bilimsel çalışma, bu gün batı üniversiteleri tarafından İran Dilleri kürsülerinde Zazaca üzerine yapılmış temel önçalışma olarak kabul edilmektedir. Orayantalist düşünce sistemsizliği ve mikro miliyetçilik mantıksızlığıyla birleşince, her şeyi politikanın bir yan enstrümanı gören yaklaşım, Kurmanci için hazırlanmış bir alfabeyi inatla dayatmaktadır. (Bedirxan Alfabesi, bu alfebenin doğruluğu ve yalnışlığı da Kurmancları ilgilendirir.)
Dersim’in kültürel öğelerini oluşturan gelenek kolleksiyonunda Newroz diye bir Dersim geleneği olmamasına rağmen, bu gün kutlanmaktadır ve bu durum Dersim’e ait bazı geleneklerin (Gağan, Hewtemal, Kormişkan) kaybolmasına neden oldu
Önemli bir nokta daha var ki, bu miliyetçi dalganın süreç içinde yarattığı etki ile kültürel bazı transformasyonların Dersim kültüründe yaşanmasına yol açtı. Dersim’in kültürel öğelerini oluşturan gelenek kolleksiyonunda Newroz diye bir Dersim geleneği olmamasına rağmen, bu gün kutlanmaktadır ve bu durum Dersim’e ait bazı geleneklerin (Gağan, Hewtemal, Kormişkan) kaybolmasına neden oldu. (Newroz, aşırı politize edilmiş tarihte de gerçekliği olmayan bir Kürt “Kimlik Efsanesi”dir. Bu destanı kendi hikayeleri olarak görmektedirler ve kimliğin oluşumunda güçlü bir rolü vardır. Dersim’de ilk Newroz kutlamaları ve dağlara ateşlerin yakılması 1978 de KAWA’cılar tarafından yapılmıştır, bu dönemin KAWA kadrolarından olan Cemil GÜNDOĞAN bu durumla ilgili Nazimiye de yaşanaları, traji- komik durumu bir makalesinde anlatmıştı.)
Yukarıda anlatmaya çalıştığım faktörler, bizim Dersim’i anlamamızı engeleyen temel süreçlerdir. Bu gün Dersim toplumu fiziki varlığı, kültürü, dili, coğrafyası, gelenekleri, toplumsal değerleri ve normları büyük bir tehdit altındadır. Adeta bir uçurumun başında duruyor gibi, ya yere çakılıp paramparça olacak, ya da kanatlanıp uçacak. Bu durum tamamen Dersimlilerin yaratacağı siyaset vizyonu ile ilgili bir süreç olacak. Dersim Meclisi bu nesnel durumun bir sonucu olarak ortaya çıkmış, geniş kapsamlı toplumsal destek bulmuş bir siyaset projesidir. Oliver Wendell Holmes, bu bilinç sıçramasını şöyle açıklar, “Yeni bir fikre doğru genişleyen insan zihni, asla ilk boyuta geri dönmez”. Dersim Meclisi, eski yöntem ve siyaset tarzının yarattığı ahlaki ve sosyal dejenarasyona karşı, yeni demokratik kültür normlarını inşaa ederek ve Dersim siyasetine gelecek persfektifini kazandırarak bir pratikle geleceği şekilendirecek. Ayrıca hiç birimizin, sürekli travmalar yaşamış Dersim toplumunu yeni bir travma yaşatmaya hakkının olmadığı bilinci ve sabrı ile hareket etmemiz gerektiği, gelecek umudunu kırmaya hakkımızın olmadığı sorumluluğuyla.
Bu günün “küresel köy”üne dönen dünyada sorunlara ve kendi sorunlarımıza doğru bir yaklaşım içinde olmamız gerekir ki, geleceğimizle ilgili doğru çözümler üretebilelim. Oysa bügün insanlığın tartıştığı “dayanışma hakları” denilebilecek üçüncu aşama kolektif hakları tartışıyor olmamız gerekiyorken, hala kimlik tartışması yapmaktayız. (Çevre hakları, kültürel haklar, ortak varlıklardan faydalanma, uluslararası barış vb.). Siyaset hem bir çatışma alanı, hem de bir uzlaşma alanıdır. Ayrıca siyaset ahlaktan bağımsız bir davranış degildir.
Dersim Kimligi tarihsel olarak oluşmuş, kararlı ve itirazı olmayan, üzerinde herkesin konsensüs sağladığı bölgesel (tretoryal) bir kimliktir. Bu bölgesel kimlikler, coğrafik bir alana tekabul etseler de bunun arka planında tarihi, kültürel, dilsel, sosyal değerler ve normların bir sentezi olarak oluşurlar.
Dersim Kimligi tarihsel olarak oluşmuş, kararlı ve itirazı olmayan, üzerinde herkesin konsensüs sağladığı bölgesel (tretoryal) bir kimliktir. Bu bölgesel kimlikler, coğrafik bir alana tekabul etseler de bunun arka planında tarihi, kültürel, dilsel, sosyal değerler ve normların bir sentezi olarak oluşurlar. Bölgesel kimliklerin temel espirisi karşılıklı hoşgörü, empati ve toleransdır. Dersim’in kültürel ana eksenini, inançlarının felsefesi, çok etnikli bir toplum oluşmasında temel ve tarihsel bir rol oynamıştır. Dersim kimliğini, altını dolduran etnik farklılıkların bir çatışma alanı olmaktan çıkarmak, modern toplumun değerleri ve demokratik kültür ve eşitlikçi bir persfektifle mümkün olacaktır.
Her defasında “çatışma” anaforuna sürükleyen ve ayrışmayı körükleyen, güvensizlikler yaratan bir dizi sonucu, soğukkanlı analiz etmenin kesinlikle zamanı gelmiştir. Dünyada bölgesel kimlik temelinde devletler kurmuş bir çok siyasal deneyim vardır. İsviçre ve Yogoslavya, kısmen de Belçıka’yı bu kategoriye dahil edebiliriz. Bu siyasal şekilenmelerin temelinde eşitlikçi ve demokratik, herkesi bağlayan toplumsal bir sözleşme ve bağlayıcı anayasal güvenceler ciddi bir rol oynamaktadır. Bu örneklerden Yugoslavya; yedi federal devlet ve bir özerk bölgeden oluşmaktaydı.
Dersim de nüfusun büyük çoğunluğu Kırmanclar (dillerine de Kırmanciki derler) oluştursa da çok dilli ve etnik yapılı bir coğrafıyadır. Bu gerçeklik etnik gurupların tümünü kapsayan ve sayısal çoğunluğuna bakılmaksızın, eşitlikci ve demokratik bir modele ihtiyaç olduğu, bununun da Dersim “Tretoryal (Bölgesel) Kimlik”ği üzerine inşaa edebilecegimizi düşünmekteyiz.
1918 de Korfu anlaşması ile temelleri atılan ve yaklaşık seksenbeş yıl etnik guruplar arasında bir çatısma yaşamadan barış içinde yaşadılar. Batılı enperyal güçler soğuk savaşın biriken kirli enerjisini ve kinini Yugoslavya’ya akıtarak korkunç bir etnik çatışmayı körüklediler. Bu etnik çatışmaların şiddeti öylesine korkunçtu ki, politik literatüre “etnik temizlik” (kirli bir şeyden arınma, temizlenme) diye bir kavram yerleştirdi, arkasında onbinlerce ölü ve büyük bir trajedi bıraktı; bir de soykırımla (Srebrenitsa Soykırımı) sonuçlandı. İsviçre ise yaklaşık yüz yetmiş yıldır, hiç bir etnik çatışmanın yaşanmadıgı dört farklı dilin konuşulduğu, kantonal özerkligin olduğu, “direk demokrasi” ile yönetildiği, insani yaşam kalitesi endeksinin ilk sıralarda olduğu demokratik bir modeldir. Belçika dönem dönem bazı siyasi sorunlar yaşasa da çok dilli ve etnik yapılı durumunu sürdürmektedir. Dersim de nüfusun büyük çoğunluğu Kırmanclar (dillerine de Kırmanciki derler) oluştursa da çok dilli ve etnik yapılı bir coğrafıyadır. Bu gerçeklik etnik gurupların tümünü kapsayan ve sayısal çoğunluğuna bakılmaksızın, eşitlikci ve demokratik bir modele ihtiyaç olduğu, bununun da Dersim “Tretoryal (Bölgesel) Kimlik”ği üzerine inşaa edebilecegimizi düşünmekteyiz. Bu durum etnik gurupların kendi kimliklerini yaşatması ve özgünlüklerini koruması yönünde hiç bir şekilde engel oluşturmaz. Çok kültürlülük insanlığın en büyük miraslarındandır, Dersimliler bu mirasa sahip çıkarak insanlık tarihine katkı yapmış olacaklar. Michel Faucault post-kültürel ve geleceğin demokratik dünyasını tanımlarken, “Hiç bir gerçek kesin ve insanlık dışı bir yasa buyurmamalıdır. Bu ölçüde karşı çıkmak zorunda olduğumuz şey, bir yönetim tipinin ya da sosyal bir gurubun bir diğeri üzerinde sadece dar anlamıyla anlaşılmış iktidarı değil, bütün ikdidar biçimleridir.” Bu toplumsal uzlaşma Dersim siyasetinin önünü açacak güçlü bir anahtar görevi görebilir ve enerjimizi birbirimze kimlik dayatma şeklinde tüketmemiş oluruz.
Son olarak, geçenlerde HDP’de aktif siyaset yapan bir Dersimi ile Dersim Meclisi üzerine sohbet yapma olanağı bulduk. Bu sohbette aslında aynı şeyleri söylüyorduk. Bizim nasıl aynı noktada olduğumuzu, bu duruma nasıl geldiğini sorduk. “Dersim Gerçekliği”, dedi.
Dersimli aydınlar ve politikacılar, sürekli topluma karamsarlık pompalamaktadırlar. Ancak bir noktaya kadar haklı olabilirler. Bizler geleceğimizi görmezsek ve ona uygun davranmazsak sonumuz tıpkı Ezidiler gibi olabilir.
Dersimli aydınlar ve politikacılar, sürekli topluma karamsarlık pompalamaktadırlar. Ancak bir noktaya kadar haklı olabilirler. Bizler geleceğimizi görmezsek ve ona uygun davranmazsak sonumuz tıpkı Ezidiler gibi olabilir. Mezopotamya’nın bir kadim halkını daha büyük bir yıkım ve trajedi ile tarihi vatanları Şengal’den koparılıp dünyanın dört bir yanına sürüklediler. Bu gün kimse Ezidilerin nasıl tekrardan vatanlarına geri dönmelerini malesef tartışmıyor ve bu yönde bir plan ve çabaya sahip değil. Daha çok Şengal’i kimin kontrol edeceği ve hegomonyayı kimin kuracağı kavgası verilmektedir. (Ezidiler, 21 Nisan 2017’de Almanya Parlemontosu’nda, 150 Ezidi temsilci, aydın akademisiyen ve siyasetçinin katıldığı Ezidi Birligi Kongresi yaptılar. Kongre sonuç bildirisinde bir tek Kürt ve Kürdistan ibaresinin geçmediği tamamen Ezidilerin etnik, kültürel, insani ve siyasi taleplerini içeren kararlar aldılar. Dünza Ezidi Kongresi yapmak, 3 Ağustos Ezidi Soykırım Günü olarak kabul edilmesi, Ezidi Soykırımı’nı yapanların uluslararası mahkemelerde yargılanması, Ezidilerin dini ve toplumunun korunması için Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birligi’nin harekete geçmesi, Ezidilerin tarihi yaşam alanlarının yeniden inşaa edilmesi için uluslararası bir master planın hazırlanması ve Şengal üzerinde siyasi rekabetin sürdürenlerin kınanması gibi bir dizi kararlar alındı). Dersimlilerin, Ortadoğu’nun bu barut kokusunda dersler çıkarmaya ihtiyacı var olduğunu düşünüyoruz. Karamsarlık bize ölümü yakınlaştıracaktır. Gramsci bu durumu şöyle açıklamaktamtadır, “Karamsarlık bir ruh halidir, İyimserlik ise bir irade gerektirir”.
Geleceğe dair umutluyuz, zorlu ve kaotik bir süreç olsa da bu irade oluşacaktır, gidişat bu yönde…
“Her vas koka xo sero royeno, her theyr zonê xode waneno.” Sey Qaji
- 06. 2017
Selman Çiman
Editor’un notu: Bu yazıyı uzunluğu nedeni ile bölümler halinde yayınlamayı düşündük ve ilk bölümünü bugün yayınladık. Daha sonra gelen öneriler doğrultusunda yazının tümünü yayınlamak gerekti. Zira Yazının ve yazıdaki fikrin daha iyi anlaşılabilmesi için bölünmeden okunmasının daha doğru olacağı düşünüldü. Böylelikle yazının tümünü okuyucularımızdan ve yazarından özür dileyerek yukarda okuyucularımıza sunuyoruz.