Abdullah Öcalan’ın devreye sokulması ebetteki sadece AKP çevresinin İstanbul Belediye seçimlerinde oy devşirme çabasıyla sınırlı değildir. Global ve bölgesel güçlerin günübirlik modifiye ederek hayata geçirmeye çalıştıkları ekonomik, politik ve askeri planların stratejik ve taktik ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde sahada rol oynayabilecek aktörlerle aleni ve gizli görüşmeler yaptıkları, ilişki kurdukları ve sürdürdükleri bilinmektedir.
Yine, Kürt hareketi de dahil, bölgesel aktörlerin plan-projelerini ABD, Rusya ve Çin başta olmak üzere global, Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerin tutumundan ve mevzilenişinden bağımsız olarak geliştiremediklerini, ya da böyle bir yola başvurma cesaretini gösteremediklerini de bir kenara not etmeli. Görünen o ki, ABD ve diğer batılı güçler Türkiye’nin Rusya ve Çin gibi güçlerin etki alanına girmesine kolay kolay razı olmayacaklardır. Batılı global güçlerle bilek güreşine girmekten halen fersah fersah uzak olan Türk Devleti’nin varoluşsal sıkıntılarla karşı karşıya kalmadan, ittihatçı neo-osmanlı rüyalarıyla ABD’ni ve diğer batılı güçleri bu saf değişikliğine ikna etmesi pek mümkün gözükmüyor. Perinçek gibi hariçten gazel okuyan “Avrasyacıların da hevesleri kursaklarında kalacak gibi.
Türkiye Cumhurbaşkanı ve Türk Devleti’nin asıl aktörleri, ABD ve onun yörüngesinde hareket eden belli başlı bölgesel güçlerle, çelişkili de olsa, bir anlaşma sağlamış gibi duruyorlar. Rusya’dan alınması kesinleşmiş S-400 füzeleri ve bununla bağlantılı olarak gündemde tutulan ABD yaptırımları tehdidine rağmen durum üç aşağı beş yukarı böyledir. Bazı kıdemli FETÖ’cülerin devlet mevkilerine yerleştirilmesi, FETÖ’cülerin de halen çeperleri içinde bulunan seçmenlere seçime katılmama çağrıları, Abdullah Öcalan’ın politik aktör olarak tekrar devreye sokulması ve Güney Kürdistan hükümet yetkililerine atfedilen güzellemeler, görüşmeler vb. yukarıda tarif etmeye çalıştığım pazılın parçaları gibi duruyor. Buna rağmen son gelişmeler İstanbul seçimleriyle de bağlantılıdır. Çünkü, kamuoyu bir noktada hem fikir gözüküyor. İstanbul’daki seçim etrafındaki mevzi kapışmasının sonuçlarının etkileri kimin belediye başkanı seçilip seçilmeyeceğiyle sınırlı kalmayacaktır . Büyük resimde kimin kiminle iş tutacağı ile de direk ilgilidir.
Meşhur mektubun, „devlet görevlisi“ olduğu her halinden belli, kullanım süresi oldukça kısa ömürlü Ali Kemal Özcan adında bir „öğretim üyesi“ eliyle vaktinden önce ifşa edilmesini AKP çevresinin tek taraflı bir manevrası olarak değerlendirmek bana pek inandırıcı gelmiyor. Kanımca iki ihtimal söz konusu olabilir. Ya bahsi edilen görüşme tamamen düzmece ve hiçbir şekilde gerçekleşmemiştir ve Kürt seçmende kafa karışıklığı yaratmak, Kürt Hareketi’nde ve HDP’de bir kırılmaya yol açmak için avukatlara verilen mektup bu yolla kamuoyuna açıklandı, ya da bu görüşme gerçekleşti ve mektup sahibinin rızasıyla avukatların, Kürt Hareketi’nin ve HDP yöneticilerinin ön gördüğü tarihten önce tedavüle sokuldu. Ne Öcalan’ın avukatları, ne Kürt Hareketi, ne de HDP yöneticileri görüşmenin gerçekleşip gerçekleşmediğine, gerçekleştiyse de Öcalan’ın bu mektubun avukatların ön gördüğü süreden önce açıklanması yönünde bir talebinin olmadığına dair herhangi bir beyanları olmadı. Dolayısıyla, söz konusu görüşmenin gerçekleşmiş olduğundan şüphe etmek için fazla bir neden yok gibi.
Devlet ve AKP çevresinin bu manevrayla neyi amaçladığı ortada. HDP yöneticileri ve diğer birçok muhalif yazar-çizer konuya ilişkin yeteri derecede açıklamada bulundu. Ne var ki, Öcalan cephesinden bakıldığında bazı sorular cevapsız kalıyor ve yapılan bazı haklı beyanların da inandırıcılığına gölge düşürüyor. Şöyle ki, Abdullah Öcalan, Ali Kemal Özcan’la yaptığı görüşmeden birkaç gün önce avukatları ile görüşüyor ve siyasal gündeme ilişkin kapsamlı değerlendirmelerde bulunuyor (bkz. avukatların bugünkü açıklaması). Ali Kemal Özcan’ın ön görülen tarihten önce açıkladığı mektubu avukatlarına veriyor. Aradan iki gün geçmeden „derin“ bir öğretim üyesi olduğu kamuoyunca bilinen Ali Kemal Özcan’la neden görüşmeyi kabul ediyor? Mektubun açıklanmasının bu görüşmeyle bağlantılı açıklanacağından haberinin olmadığını varsaysak bile, Öcalan dünyadaki ve Türkiye’deki siyasi gelişmelere oldukça vakıf görünüyor. Öcalan, Mektubun açıklanıp açıklanmamasından bağımsız olarak bu görüşmenin birkaç gün sonra gerçekleşecek seçim öncesi AKP-MHP koalisyonu tarafından özellikle HDP’nin elini zayıflatmak ve Kürt seçmenin zihnini bulandırmak amacıyla suistimal edile bilineceğini düşünemez miydi? Görüşme „devlet zoruyla“ gerçekleştiyse bile, bunu protesto edip görüşmeye çıkmama gibi bir tavır sergilemez miydi? Bu görüşmenin ille de 23 Haziran’da gerçekleşecek seçimden önce yapılmasını zorunlu hale getiren ne gibi bir gerekçe olabilir?
Düşünme kabiliyetini kaybetmemiş her beyin anlar ki, mektupta, direk olmasa da, Kürtlere Pazar günü yapılacak seçimden uzak durmaları öneriliyor. Bu aynı zamanda dolaylı olarak Erdoğan cephesinin desteklenmesi olarak da okunabilir. Bana öyle geliyor ki, HDP yöneticileri ve Kürt Hareketi de mektubun böyle bir muhteva taşıdığını anladılar ve mektubun kamuoyuna açıklanmasını mümkün mertebe ertelemeye çalıştılar. Öcalan’ın, „derin“ akademisyeni Ali Kemal Özcan‘la görüşmeyi kabul etmesi böyle bir tutumun boşa çıkarılması olarak da yorumlanamaz mı? HDP ve Kürt Hareketi yöneticileri, Öcalan’ın, mektubun Özcan (dolayısıyla devlet) tarafından kendilerinden önce açıklanacağından haberi olmadığından emin olabiliyorlar mı? Eğer mektup Öcalan’ın bilgisi dahilinde açıklanmışsa bunu neyle açıklayabilirler?
Kanımca mesele Pazar günü yapılacak İstanbul Belediye Başkanı seçiminde kimin, ya da hangi kliğin desteklenip desteklenmeyeceğinden daha kapsamlı ve derin mesajlar içeriyor. Türkiye muhalefet güçleri ve Kürt Hareketi açısından muhtemel ciddi kırılmaların sinyalleri veriliyor. Ufkunun sınırı seçim taktikleriyle meşgul güçler bu sinyalleri almayabilir. Feleğin çemberinden geçmiş Kürt halk kitleleri bence bu durumun farkında.
21.06.2019
Tahsin Tekin