Son dönemlerde Dersim sözlü hafızası giderek yerli yerine oturmaya başladı. Önceleri, başkaları tarafından yazılan tarihimiz, artık Dersim’liler tarafından yazılmaya, anlatılmaya başlandı. Bunu hazmedemeyen kimi çevreler, Dersim’in ortak hafızasının oluşumunu durdurmak ve farklı kimlikler yükleyerek engellemeye çalışmaktadırlar. Baytar Nuri devreye sokularak, Dersim’in hafızası silinmek isteniyor. Dersimlinin kendisini nasıl adlandırdığı ortadayken, devreye giren akımlar, farklı bir kimlik yükleme gayreti içindeler.
Dersim Sözlü Tarih Projesi kapsamında, yaklaşık dört yüze yakın insan-ı kâmille yapılan mülakatlarda, Baytar Nuri’nin lafı bile geçmezken, yani Dersim sözlü hafızasında yer almazken, Baytar Nuri referans gösterilerek hafızamızı silemeye gayret etmektedirler. Gecikmeli de olsa, kayıt altına aldığımız Dersim sözlü hafızası, her hangi bir kafa karışıklığına yol açmadan, orta yerde durmaktadır. Sonradan eklenen eklentiler, bu hafızamızı silme yönündeki girişimler olmasına rağmen, oluşan ortak hafızamızda yer edinebilme şansı yoktur.
Ben, yazdığım VE SUYU ATEŞE VERDİLER adlı kitabımda da Dersim Sözlü Hafızası’nı yalın ve gerçekçi bir biçimde belgesel-roman tarzında anlatarak ortaya koymaya çalıştım. Okunduğunda görülecektir ki, yazdıklarım her geçen gün daha da doğrulanmaktadır. Baytar Nuri’nin anlattığı Seit Rıza ile benim anlattığım Sey Rıza arasındaki temel farkı kitabımı okuyarak anlayabilirsiniz. Sey Rıza’nın torunlarının son dönemde anlattıkları Sey Rıza’dır bizim Sey Rızamız! Ne general, ne lider, ne komutan, ne isyancı ve ne de pirin piridir. O, torunlarının dediği gibi, “Fakir Rızo’dur.” İdama giderken bile dik duran, “Evladı Kerbelayız” diyerek haykırandır bizim gerçek Sey Rıza’mız!
Kitabımda, ayrıca Baytar Nuri’nin de oynadığı rolü anlatarak, Dersim’in Sözlü hafızasını canlı tutmaya çalıştım. Bu durum kimilerinin hoşuna gitmemiş olabilir. Doğru da görmeyebilirler. Bu onların hakkı. Ama ben de rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki, Baytar Nuri’nin Dersim Sözlü hafızasında yeri yoktur.
Nesimi Aday, kendi sayfasında Baytar Nuri ile ilgili bir paylaşım yapmıştı. Ben de gayet sakin bir biçimde Aday’ın sayfasındaki yorumlara istinaden bazı notlar düşmeye çalıştım. Ancak Nesimi Aday, “Lütfen yazacaklarınızı kendi sayfanızda sürdürün artık” diye yazdıktan sonra, ben de kendi sayfama taşımayı düşündüm. Aday’ın sayfasında tuttuğum notları sayfa arkadaşlarımın dikkatine sunuyorum.
Nesimi Aday, Baytar Nuri hakkında verdiği bilgi oldukça eksik ve tek yanlıdır. Mesela 1916 tarihinde Baytar Nuri neden Dersim’e gönderilmiştir? Bunu net olarak izah edememiştir. Bu durumu Baytar Nuri’nin ağzından dinleyelim:
“(…) Ben o sırada Erzincan merkezinde Subay idim… Bu arada ben, ordu kumandanı Vehip Paşa tarafından istenilmiştim. Huzuruna çıktığımda bana hitaben… Dersim’de asayişin temini ve aşiretlerin Hükümet merkezlerine tecavüz ve işgallerini önlemek ve harp sonunda Kürtlerin milli isteklerinin yerine getirilmesinin temini için ordu adına kesin söz verdiğini bildirdi. (…) Aşiret reislerine paranın dağıtılması için idari yetki ile Dersim’e hareketim lazım geldiğini bildirmişti. Bana verilen bu ödev hakkında ikinci ordu kumandanlığına bildiri verildiğini (…) demişti.”
1. Demek ki Nuri Dersimi’nin ilk görevi “Dersim’e gidip aşiretlere para dağıtacak ve onların hükümete karşı durmalarını engelleyeceksin. Hiç olmazsa bize dokunmasınlar” imiş. Beraberinde 65 kişilik müfreze ile Çemişgezek’e gider, Koçanlılar önünü keser, bütün silahlarını alır, milyonlarca parasına el sürmez ve silahsız bırakırlar. Hozat’a gider, Mutasarrıf Ziya ile görüşür, Elaziz’e geçip Vali Sağır Oğlu Sabit ile buluşur.
2. Bu arada bir değerlendirme yapar, “1915’te Ermenilerin Kürd köylerine, kadın ve kızlarına merhametsizce saldırı yaparak yüzbinlerce Kürd’ün kanına sebebiyet vermiş oldular… Binlerce Kürd öksüz yavru…, aç çıplak dilenmiş ve en son açlıktan ölmüşlerdir. Bu mezalim, 18 Aralık 1917’ye kadar devam etti… Kürdistan’da yüzbinlerce Kürd’ü yakmışlardır…” diyerek, Ermenileri soykırımcı olarak göstermektedir. Bunun tarihi belgesi var mı, yazılanlar gerçek mi? Yani gerçekten Ermeniler yüzbinlerce Kürdü kırmışlar mıydı?
3. “(…) 1919 senesinde Sivas-Divriği-Zara-Kangal kazaları mıntıka veterineri baytarı olarak tebliğ ettirdim… M. Kemal Erzurum’dan Sivas’a geldi. Alişan Beyi ve beni Sivas’a istedi. Benim Dersim Mebusu, Alişan Bey’in de Zara Mebusu sıfatıyla kendisi ile teşriki mesaimizi talep etti. Mazeret beyan ettim, gitmedim. Alişan Beyi gönderdik… Bir aralık, Sivas valisi vaziyetimden kuşkulanmıştı ve Sivas merkezinde bulunduğum bir günde, idareten beni jandarma dairesinde nezarethaneye aldırarak tevkif etmişti… Aslında M. Kemal Paşa, Sivas valisi bulunan Reşit Paşa’ya bir mektup yollayarak tevkifimi emretmişti… Ayağıma zincir takılmıştı… M. Kemal Paşa, bir şifre ile tahliyemi Sivas valisi Reşit Paşa’dan talep etti. Hemen tahliye edildim. Vali, M. Kemal Paşa’ya teşekkür telgrafı ve Dersimlilere tahliyeme ait telgraf yazmamı bildirdi. M. Kemal Paşa emirleriyle İskan-ı Aşayir Kanunu’na istinad edilerek Sivas’ın Koçhisar Kazasına bağlı Celallı Nahiyesi dahilinde Sivas Fertellizadeleri’nden hazineye intikal eden Süleymaniye ismindeki çiftlik namıma tahsil edilmiştir…
Koçgiri Kürd İstiklall Savaşı’ndan harp ederek 15 Mayıs 1921’de Dersim’e iltica etmiştim…. 25 Haziran 1922’de, Divan-ı Harb’de gıyaben mahkûm edilmiştim.”
Peki soralım, M. Kemal’in emriyle, alınıyor, M. Kemal’in emriyle salınıyor; peşinden çiftlik hediye ediliyor! Bunun anlamını bilen var mı? Buna M. Kemal’in Baytar hayranlığı mı desek, ne desk acaba! Şüphelen, içeri al, ayağına zincir tak, M. Kemal’in emriyle tekrar bırak. Ayağına takılan zincire karşılık kendisine üstelik bir çiftlik hediye et! Oh, ne ala!
1922’de Dersim’e iltica et, gıyabında seni idam cezasıyla yargılasınlar ve sen elini kolunu sallayarak Dersim’de dolaş…
4. Dersim’e iltica ettikten sonra, ailesinin durumu ile ilgili bir değerlendirme yapıyor ve “(…) umumi noktayı nazardan aşiretler arasında bu şahsiyetlere (aileme demek istiyor) layık oldukları derecede ehemniyet, itibar ve takdiri göstermiyorlardı. Hoca (Mılla) tabiri, maalesef adeta tahkir konusu oluyor ve hatta kıymetsiz bir şey gibi telakki ediliyordu” diyerek, aslında Dersimlilerin kendine bakış açısını izah emiş oluyor.
5. Dersim’deki faaliyetlerini anlatıyor:
“1926’da Diyarbakır Valisi Ali Cemal, S. Rıza ile bir mülakat yapmak üzere Dersim’e geldi. Karaca Köyü’nde içki masası başında bulduk… Alevi olduğunu söyledi. Elazığ ve Erzincan’da Ermeni arazilerini Dersimlilere verdireceğini söyledi… Ertesi gün, Diyarbakır Umum Müfettişi İzzettin ve Elaziz valisi Rıza da Hozat’a gelmişlerdi. S. Rıza ile Hozat merkeze gidip İzzettin Paşa’yla görüşmeye söz verdik.
Hozat’ta askeri bir törenle selamlandık ve İzzettin Paşa’nın huzuruna kabul olunduk. Ali Cemal’in Elaziz’e Vali olarak gelip sorunlarınızı çözeceğini söyledi. Elazığ’a yerleşin, her türlü takibat kalkacak dedi.
S. Rıza’nın daimi olarak Dersim’de, benim de Elaziz’e gitmekliğime karar verdik. Yirmi gün sonra yalnız başıma Elaziz’e geldim ve vali Ali Rıza’ya misafir oldum. Üç gün sonra, Ali Cemal Elaziz’e gelmiş, Ali Rıza’da Diyerbekir’e gitmişti. Dersimlilerden takriben 2000 aileye İskan Kanunu’na göre Elaziz Ovası’nda arazi teffiz edildi. Hususi muhasebeden arttırma yoluyla Holvenk Manastırı dahi bana verildi.”
Peki gıyabında Divan-ı Harb’de mahküm olan biri nasıl olur da devlet erkanıyla bu kadar samimi olabilir ve Ermeni ganimeti Holvenk Manastırı kendisine verilebilir? Bunu düşünmemiz gerekmiyor mu! Peki neye karşılık, Atatürk’ün emriyle idam cezası kaldırılıyor, Elazığ’a yerleştirilip Ermenilerin Holvenk Manastırı veriliyor?
6. Devam edelim. Vali Ali Cemal ile diyaloğu devam ediyor. Kimin adına, ne adına bilinmiyor. Devamla, Baytar Nuri, “S. Rıza’nın Elaziz’e gelmesi için Ali Cemal durmadan ısrar ediyordu ve bende mümkün olmadığını bildiriyordum.
Ali Cemal, Dersimlileri kendine celp etmek için gizli tahsisat parasından külliyetli sarfiyatta bulunmakta… Vali Cemal, işin gösteri tarafını dahi ihmal etmiyordu. Bu gaye ile M. Kemal’i ziyaret bahanesi ile Ankara’ya Dersim Aşiretleri’nden mürakkep bir Arz-ı Tazminat Heyeti göndermesini tasarlamıştı. Bu maksatla beni Vilayet Konağı’na isteyerek kendisi ile beraber Dersim’e gitmekliğimi rica etti… Teklifi kabul etmiş ve birlikte Hozat’a gitmiştim. S. Rıza’yı getirmek üzere beni Ağdat’a göndermişti.
S. Rıza’nın kardeşi oğlu Rahber’in amcası ile bir köy muhalefeti vardı, bundan dolayı S. Rıza’nın tuttuğu meslek alehine hareket fırsatını kaçırmıyordu. Amcası gelmediği için kendisi, sözü geçen İbiş Zeki’nin vasıtasıyla Bahtiyar Aşiret Reisi Yusuf, Arslanan ve Maksudan Aşiretlerinden Kéko Ağa’larla Hozat’a gelmişlerdi. Diğer Aşiretler vali Cemal’e red cevabı vermişlerdi.
Vali, bir gece Mutasarrlıkk Konağı’nda bir içki alemi tertip ettirmişti. Kendisi Keman ve ben bağlama ile koşma çalıyor, “Hu, Alim Hu” diye terennümler ediyor ve beraberce “Mey” alemi geçiriyorduk. Bir aralık vali bana, “Bir sır vereceğini” söyleyerek ve sözü S. Rıza’ya intikal ettirerek, gelmediğinin sebebini sordu ve “Güney hudutlarında Kürd, Fransız, Ermeni casuslarının S. Rıza’nın yanına gelmiş olduklarını ve hatta son zamanlarda Cemil Paşazade Ekrem’in tedbili kıyafetle geldiğini” bana bildirdi ve bu hususta bilgim olup olmadığını benden sordu… Sorduğu meselelerin, S. Rıza’nın kardeşi oğlu Rahber’in istinadı olduğunu kendisine söylemem üzere, benden gücendiğini anlıyordum.
Ertesi sabah, Elaziz’e hareket ettik, Elaziz Belediyesi, heyeti şerefine bir balo tertip etti. Bu baloda, Fırka Kumandanı Mustafa Haydar da hazır bulunuyordu. Baloda Alevi Tarikatı’na mensup sema yapılmakta ve Gazi’nin yararlarında Diyab ve Meço Ağalar dahi ortaya atılarak ve “Şah, Şah” nidalarıyla el çırparak pervaneye başlamışlardı.
(Burada Heyet’te bulunanların İsimleri yazılmaktadır. Sf. 156)
Diyarbekir’de Ordu Kumandanı İzzettin Paşa, Urfa’da Fuat Paturay taraflarından gine birer balo gine aynı amaç.
“Gaziantep ve Maraş mıntıkasından geçerken refakatimize bir kamyon Muhafız asker verilmişti…
Ankara’da M. Kemal’e vekaleten Meclis Başkanı Kâzim Paşa ile Büyük Millet Meclisi Dairesi’nde görüştük. Bizi Paşa’ya, Vali Cemal prezante ediyordu… Elazığ, Erzincan ve Malatya’da toprak dağıtılacağını Dersimlilerden süküneti muhafaza etmelerini beklediğini söyledi. Bunun Tarihi Nutku’nu yazan Gazi’nin bir emri olduğunu sözlerine ilave etti.
İsmet Paşa’yı ziyaretimizde dahi aynı nakaratı dinlemiştik.
Heyet Ankara’dan Dersim’e dönmüş, ben, bir kısım arkadaşlar ve Vali Cemal İstanbul’a gitmiştik.”
Yine soralım. Bağlamacı Baytar, kırmızı halılarla, askeri bandolarla karşılanıp balolara resmi davetli sıfatıyla katılmaktadır. Valilere misafir olmakta, evlerinde yatmaktadır. Bu kadar samimiyet nereden geliyor. Heyet’in işi bitip dönüyorlar. Peki Baytar Nuri, Vali Cemal ile İstanbul’a gidiyor. Neden İstanbul’a gidiyor, hem de devlet görevlileriyle? Ne gibi gizli işi olabilir ki? Bu gidişinin sebebini açıklaması gerekmiyor muydu?
7. Gelelim Koçan Aşireti Savaşlarına (1926). Bunu yine Baytar Nuri’nin kaleminden aktaralım: “Vali Cemal Hozat’a gelerek, Cemal’in başkanlığında bir Kongre aktetmişlerdi.
Bu Kongre’de yapılan tartışmalar sonunda, hükümete karşı vaki olan bütün isyanların, ayaklanmaların biricik sorumlusu, Dersim’n Koçan Aşireti olduğu ileri sürülmüş ve bu aşiretin imhasına karar verilmişti.
Vali Cemal benim bu esnada aşiretler üzerindeki nüfuzunu istismar etmek istiyordu. Bu sebeple vali Cemal beni istedi, benimle birlikte Ovacık mıntıkasına bir seyahat yapacağını ve Munzur Suyu menbasında Umum Ovacık Aşiretlerinin toplanmasını temin etmekliğimi teklif etti ve toplantı mahalinde bu aşiretlere bazı tebligat yapacağını bildirdi.
Vali’nin tekliflerine karşı gelmemek planımız gereği idi… Aralan, Beytan, Pezgevran ve Maksudan Aşiretlerinden bir kısmı ile reisleri, Munzur menbaına toplanmışlardı. Munzur membaına ilerlediler ve avuçlarıyla bir miktar su içmek suretiyle reislere inkiat edeceklerine ananevi usulda and içtiler.
(…) Cemal dahi ayağa kalkarak menbaya yaklaştı ve halka hitaben ‘Ağalar, ben de sizinle sadakatla konuşup, sadakatla hareket edeceğime dair, bu mukaddes Munzur Suyu’ndan bir bardak su içmek sureti ile yemin ediyorum’, dedi ve cebinden çıkardığı bir bardakla menbadan su içtikten sonra, ‘Ağalarım, Gazi Paşa’nın sizlere hassatan selamları var. Beni size o gönderdi, içtiğim su ile yemin ederim ki o Alevi’dir, dünyadaki bütün Alevileri ihya edecektir. Ben dahi Alevi’yim, bu sıfatla size söz veriyorum, yollarınız yapılacak, mektepler açılacak, toprağı olmayanlara Erzincan’da ve Elaziz’de toprak verilecek. Ancak sizden bir hizmet bekliyorum, ki o da, yakında Hükümet kuvvetleri gelecek ve öteden beri Dersim’n adını lekeleyen Koç Uşağı Aşireti’ni biraz ıslah edecek, siz dahi bütün aşiretiniz efradıyla bu harekete iştirak edeceğinize simdi söz vereceksiniz….” dedi.
Koçan Aşireti’nin tenkili harbına iştirak edileceğine vali Cemal’e muvafakat cevabı verilmişti.
1. Ovacıklıların tutacakları cepheye Türk askeri kuvveti gönderilmemesi…
2. Ovacık Cephe kumandanlığı’nın benim uhdeme teydii…”
Yine sorayım, devletin önceden aldığı Kocan’ı tedip hareketine katılması için aşiretleri toplama ve ikna etme görevi neden Baytar Nuri’ye verilir? Baytar Nuri Milis Komutanlığı görevini alır. Peki bunu sorgulamak gerekmez mi? Neden valilerin ve diğer görevlilerin aklına gelen ilk kişi Baytar Nuri’dir? O da her yerde hazır ve nazırdır. Elazığ’dadır, Hozat’ta, Ankarada’dır; İstanbulda, Sivas’tadır! Bunun görevi ne ola ki!
8. “S. Rıza’nın arzusunaa uygun olarak, benim de beraber gitmekliğim tensip edilmiş olduğundan, S. Rıza ile Diyarbekir’e gittik ve İbrahim Tali ile temasa geçtik… İbrahim Tali beni Diyarbekir’e istemişti. 1929 temmuz ayı…, vilayet konağında gezinmekte iken, Nurettin yanıma yaklaşmış, ‘Baytar, seni Didiyarbekire istiyorlar, müthiş bir plan var…’, diyerek içeriye çağrıldım. Beni acilen Diyarbekir’e istedikleri ve hemen yola çıkmaklığım lüzumu bildirildi. Cevaben, hususi idarede 570 Lira alacağım ve bu parayı tahsil edemediğim taktirde yola çıkamayacağımı bildirdim…, elden 570 liralık bir çek tanzim edilerek bana verildi. Yola çıktım. Diyarbekir’e vardığımda İbrahim Tali’ye misafir edildim”, diye yazarak Birinci Umumi Müfettişlik İstihbarat Dairesi’nin hazırladığı raporu Baytar’a okur. (Bu Rapor ‘K. Tarihi’nde Dersim’ kitabının 166-167 sayfalarında mevcuttur.)
Devamla Baytar Nuri, “Bu noktalar okunduktan sonra, İbrahim Tali, ‘… Sizi Dersim’e göndereceğim, orada mühitiniz halkı ile temas ederek bu meseleler hakkında fikir ve maksatlarının ne olduğunu bana bildirmelerine tavassut etmenizi memleketimizin selameti namına sizden beklerim’ dedi. Bu teklife muvafakat ettim ve mumaileyhten ayrıldım.”
Yine soralım, o dönem için 570 lira iyi para. Bu alacak neyin karşılığıdır biliyor muyuz acaba? Vali konağında serbest dalaşıyor değil mi? “Müthiş planlar yapılıp önemli görevler de veriliyor! Git bana bilgi getir!, deniliyor! Bu kim, görevi ne, kime çalışıyor, anlayanınız oldu mu! Ben daha anlamış değilim.
Devam edeyim. İbrahim Tali’nin verdiği görevi kabul ederek Dersim’e dönen Baytar Nuri, kendi deyimiyle, Sey Rıza’ya durumu anlatır ve Ferhadan Aşiret Reisi Cémşid Ağa, Karabalan Reisi Kangozade Mehmet Ali ve diğer reislerle müzakere yapıyorlar. İmha edileceklerini anladıkları için bazı kararlar alıyorlar. Bu kararlar özetle, bir heyet müfettişliğe gönderilecek, olası bir harekete karşı ihtiyati müdafaa tedbiri alınacak, fiili bir sebep yaratmamak için Dersim’de aşiretlerin muvakkaten süküneti muhafaza edilecek, savaş halinde aşiretler arasında çalışmalar devam edecek, silah temin edilecek…
Toplantıdan sonra, Diyarbekir’e şöyle bir telgraf çekilecek:
“Diyarbekir Birinci Umumi Müfettişi İbrahim Tali Bey’e, Dersim hakkında vaki ihbaratın red ve tekzibi maksadıyla teşekkül eden heyet huzur devletinize müntehi hareket bulunduğunu Dersim Aşiretleri namına arz eylerim efendim. 6 Mayıs 1929 Hozat, Baytar Nuri”
Heyet’te: S. Rıza’nın Oğlu Şeyh Hasan, Kango Oğlu M. Ali, Cemşid ve Zeyno Oğlu Ahmet yer alır. Heyet sözcüsü de Şeyh Hasan’dır. İbrahim Tali’nin karşısına çıkan heyetin sözcüsü, “…İhbarat tamamen uydurmadır… bu bahanelerle Dersim’i vurmak, imha etmek ise, buna da bir diyeceğimiz yoktur” diye konuşur.
Devamında Baytar Nuri şöyle yazıyor, “Bu mülakat günü akşamı yalnız olarak görüşmek için İbrahim Tali beni istemişti…. Ertesi gün arkadaşlarla birlikte İbrahim Tali’nin yanına giderek vedalaşmıştık. Mümaileh arkadaşlardan her birine biner Lira vermiş ve ayrıca Seyit Rıza için iki bin lira nakit para ile bir sandık içerisinde bir takım hediyeleri mumailehe teslim edilmek üzere bana vermişti.”
Şimdi bir düşünelim, bahsedilen toplantı gerçekten yapılmış mı, yapılmışsa alınan kararlar bahsedildiği gibi mi? Şeyh Hasan, anlatıldığı gibi düzgün Türkçe konuşabiliyor muydu? Bu kadar yüklü paralar ve hediyeler neye istinaden veriliyor? 1941 yılında günde 30 Kuruş’a yol yapımında çalışan birine verilen bu miktar dikkate alındığında, bahsi edilen miktarın yüklü olduğu söylenemez mi? İbrahim Tali ile yalnız görüşüyor, S. Rıza’nın durumu dışında daha neler konuştular, Tali’nin daha ne planları vardı? Neden heyetle değil de yalnız gidip görüşüyor? Bunlar muamma!
Bayrat Nuri’nin girmediği devlet dairesi, ziyaret etmediği devlet yetkilisi kalmamıştı. Aldığı ceza, Mustafa Kemal tarafından af edildikten sonra, Elazığ’da kendisine tahsis edilen çiftliğinde, gününü gün etmekte, verilen her görevi de harfiyen yerine getirmekteydi. Yine kendisinin yazdığına göre, sürekli takip edilmekte, ve hükümetin kendisi için suikast girişimlerinde bulunduğunu beyan etmektedir. Hatta Sey Rıza’nın emriyle, Baytar her nereye giderse gitsin 30-40 kişilik silahlı muhafızlarla yola çıkacağı’nı belirtiyor. Her ne hikmetse her suikastten de yara almadan kurtulmaktadır. Bir yandan suikast girişimleri yapılırken diğer yandan da Dersim’de serbest gezebilmesi için de kendisine verilen bir vesikadan bahsediyor. Bu vesika, onu Dersim’de yaşamı boyunca kendisini koruyacaktır. Baytar Nuri o vesikayı şöyle yazıyor:
“Ve hatta Dersim Mutasarrıflıktan bir de bana resmi bir vesika verilmişti… Vesika aynen şöyledir:
Dersim Mutasarraflığı (Vesika)
Aslen Dersim’in Hozat Kasabası’ndan olup, Kangal Kazasının Yellice Nahiyesi’nin Şahin karyesinde mukim ve Zara ve Divriği Kazaları eski Sıhhiye Baytarı Colikzade Mehmet Nuri Efendi’nin dehaletinin kabülü Merkez Ordusu Kumandanlığı’nın 1 Haziran 1337 tarih ve 1977 nolu telgrafnamesi hükmünden olmakla ol veçhile mumailyhin Mutasarrıflık bölgesine girmesi kabul edilmiş ve iş bu vesika kendisine verişlmiştir. 22 Ağustos 1337, İmza, Dersim Mutasarrıflığı, Mehmet Nazmi.”
Abdullah Alpdoğan 1936 yılında ilk defa Elazığ’a geliyor. Bu anı Baytar Nuri şöyle açıklıyor, “Alpdoğan ilk defa Elaziz’e yetişirken, kendisini karşılamak için istasyona kadar gitmiş kişiler arasında ben de vardım.”
Gıyabında idamla yargılanan, Elazığ’da Çittlik verilen, serbest gezmesi için Vesika verilen Baytar Nuri, “Dersim Katili General Abdullah”ı karşılamaya gidiyor. Ona sen de git karşıla diyen mi oldu! Yoksa görevi gereği mi gitti, bilmiyorum. Tek bildiğim şey, generali karşılamaya gittiğidir.
Peşinden bir vatandaşa dilekçe yazdırtır, dilekçenin Bahri Turgut tarafından yazıldığı söylenir, Bahri Turgut sorgulanır, o da bu vatandaşı Baytar Nuri’nin yanıma getirdiğini söyler ve Baytar Nuri böylece Kurmay binbaşı Şevket vasıtasıyla, Alpdoğan’ın karşısına çıkartılır. Uzun bir sohbete girişirler. Bahsettiğine göre, neredeyse Kürt sorununu tartışırlar.
Devamla durumu şöyle özetliyor:
“Başta Seit Rıza olduğu halde, Yukarı Abbasan, Ferhadan, Karabalyan aşiretleriyle, Bahtiyar, Yusufan, Demenan, Haydaran ve kısmen de Kalan aşiretleri kuvvetli ve sıkı bir ittifak yapabilmişlerdi.
Ovacık, Koçan, Şemkan, Mazgert, Plömer ve Nazmiye mıntıkaları aşiretleri tamamen tarafsız kalmağa, Hozat aşiretleri ise hükümete teslim olmaya karar vermişlerdir. Bu aşiret reisleri, Eşlaziz’e gelmiş, Alpdoğan’a dehalet etmiş, hükümetin her türlü tekliflerini kabul edeceklerini bildirmişlerdi.”
Acaba gerçekten de bahsi edilen aşiretler sıkı bir ittifak yapmışlar mıydı? Yine bahsi edilen diğer aşiretler tarafsız, bir kısmı da teslim olmuşlar mıydı? Peki sıkı ittifak yapan aşiretlerin lideri olarak görülen Sey Rıza neden Elazığ’a gidip Alpdoğan’a dehalet ediyor? Bu durumu Baytar Nuri şöyle izah ediyor:
“Alpdoğan, müteahhit Hıdır’ı, bir taraftan kışlaların inşaatında kullanmakla beraber diğer taraftan da Seit Rıza’yı kandırarak Elaziz’e getirmek hususunun teminine tavzif etmişti.
Mahut Hıdır, Seyit Rıza’ya vaitlerde bulunuyor, teminatlar veriyor…
Bir aralık Mahut Hıdır’ı gördüm. Dersim hakkında mütaalasını sordum, cevaben, ‘Bizim için biricik çare, kayıtsız şartsız silahı terk ederek hemen Türk Hükümeti’nin her türlü emirlerine boyun eğmektir’, dedi.
Türk hükümetinin gayesi, bizim imha ve tehcirdir, dediğimde, ‘Tehcir hayırlıdır. Müdafaa ise, hepimizin toptan mahfolmamıza sebep olacağına şüphe yoktur’, demişti.
Hıdır, … Seyit Rıza’yı kandırarak Elaziz merkezine getirmeye ve general ile görüştürmeye muvaffak olmuştur.
S. Rıza Elaziz’e geldiğinde, general ile yalnız görüşmüş….”
1936 yılında aşiretlerin büyük bir bölümü hükümete dehalet etmişti. Buna Sey Rıza’da dahildi. S. Rıza kendi isteğiyle Elazığ’a gidip Alpdoğan’la görüşmesine rağmen, Baytar Nuri kandırılarak götürüldüğünü yazıyor. Peki S. Rıza, bir müteahhidin kandırabileceği bir adam mıydı! Aslında gözucuyla bakıp kızdığı şey, Baytar Nuri’den habersiz nasıl Alpdoğan’la gidip görüşüyor olmasıdır. Öyle ya, bir “General” danışmanından habersiz nasıl adım atabilir, değil mi!
1937 yılında sanki iki ordu arasında bir savaş varmış gibi bir hava oluşturur ve şöyle der:
“Harp bütün şiddetiyle devam ediyor ve sıklet merkezi Bahtiyar Aşireti üzerine yüklenmiş bulunuyordu. Seyit Rıza bizzat harp sahasında idi….
Kureyşan Aşireti dahi Seit Rıza’na koşarak harba iştirak etmişti. Bahtiyar Aşireti reisi Şahin, harbi idare ediyordu.”
İnsan Bahtar Nuri’yi okuduğunda, kendisini birinci veya ikinci dünya harbinde hissediyor. Rus-Osmanlı Savaşı insanın aklına geliyor. Baytar’ın yazdığıyla, sözlü hafızanın anlatımları arasında en ufak bir benzerlik bulabildiniz mi? Ben henüz bulamadım. Kendi ailesini kurtarmaya çalışan S. Rıza’yı harbin içine koyan, yine kendi ailesini alıp dağlara sığınan ve üvey kardeşi tarafından kahpece öldürülen Saan Ağa’yı da “harbi idare eden” biri olarak anlatan Baytar, yerel hafızayı yok sayıyor.
Devamla, Sey Rıza ailesinin katledildiği anı da şöyle aktarmaktadır:
“… Seit Rıza, bir yarma hareketiyle muhasere çemberini kırmaya ve Ovacık istikametine çekilmeye muvaffak olmuştu. Fakat bu başarı pek pahalıya mal olmuştu, çünkü Kozluca Muharebesi adıyla anılan bu savaşta Seit Rıza ile bilfiil harbe iştirak eden küçük karısı Besé ve oğlu Şeyh Hasan, üç torunları ve bin kişiye yakın bir kuvveti şehit düşmüşlerdi.”
Sözlü hafıza ve devlet belgelerinde böylesi bir değerlendirmeye rastlamadım. Kaldı ki öyle bir anlatmaktadır ki, yine yukaruda olduğu gibi sanki, Çanakkale Meydan Muharebesi’ymiş gibi aktarmaktadır. Otuz kişilik bir silahsız aile grubunu, bin kişilik silahlı bir grup olarak lanse etmektedir. Öyle ileri gitmektedir ki harbe Besé’yi bile dahil edebilmektedir.
Dersim’de yaşanan soykırıma başka bir misyon yüklemeye çalışan Baytar Nuri, Sey Rıza’nın idama giderken söylediklerini dahi çarpıtarak anlatabilmiştir. Bu konu hakkında şunları yazıyor:
“İdam olunurken Seit Rıza yüksek sesle ‘75 yaşındayım, şehit oluyorum, Kürdistan şehitlerine karışıyorrum. Dersim mağlup oluyor, fakat Kürtlük ve Kürdistan yaşıyacaktır, Kürt genci intikam alacaktır, kahrolsun zalimler! Kahrolsun kahpe ve yalancılar’ sözlerini Zaza diliyle söylemiş…. Bu arslan yavrusu Resik Hüseyin dahi babasına dönerek, ‘Baba, Kürt Milleti sağ olsun!’ demiştir.”
Sey Rıza ve idam edilen diğer arkadaşlarının ağzından, Baytar Nuri’nin yazdıkları sözlere benzer sözler çıkmamıştır. Baytar Nuri, duymak istediği sözleri, kitabina aktarmış ve bununla Dersim’in hafızasını değiştirmeye ve farklı bir misyon yüklemeye çalışmıştır.
“Ayvo, zulmo!”