Tarihte Dersim Tertelesi
Dersim sorunu çoğu kez bilinçli veya bilinçsizce Cumhuriyet döneminin bir hadisesi olarak görülür veya bu yönde değerlendirmeler yapılır. Oysa Dersim, Osmanlı döneminden beri sosyal, kültürel, toplumsal ve inançsal aykırılığı nedeniyle hep “sorun” olmuştur. Resmi kaynaklara göre Çaldıran’dan 1937/38’e kadar Dersim 108 cezalandırma seferine maruz kalmış, tedip edilmemiş aşireti kalmamış, “en az 40 katliam” görmüştür.
Osmanlı’dan iktidarı devralan Cumhuriyet rejimi, bu bölgesel sorunu “kökünden çözmek” için daha da kararlı ve kurnazca politikalar geliştirir. Bölge hakkında yazılan hemen hemen tüm raporlarda “planlı bir harekât” dan yana adeta ısrar edilir.
Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in 1926 yılında, dönemin Diyarbakır Valisi Cemal Bardakçı’nın yine 1926 yılında, Birinci Umum Müfettiş İbrahim Tali Öngören’in, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın, 3. Fırka Kumandanı Halis Paşa’nın 1930 yılında ayrı ayrı hazırladıkları raporlarda; İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Başbakanlığa sunduğu 18 Kasım 1931 tarihli raporda, İsmet İnönü’nün 1935 raporu bu mahalde görüş belirtir.
Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in 1926 yılında yazdığı raporda Dersim için şu teşhiste bulunur: “Dersim, bir çıbandır. Bu çıban kökünden kesilip atılmalıdır.”
Mareşal Fevzi Çakmak ise Eylül 1930’da hazırladığı raporda “Dersim evvela koloni gibi nazara alınmalı” görüşü öne çıkar.
Bu raporların birçoğu tahminen 1932 yılında yazılan Jandarma Umum Komutanlığının ‘Dersim’ adı altında “Gizli ve zata mahsustur” ibaresi ile 100 adet basılan bir kitapçıkta bir araya getirilir. Kitapta verilen bilgiler oldukça kapsamlıdır. Bölgedeki aşiretlerin nüfusları, sahip oldukları silahları ve çıkarabilecekleri muhtemel savaşçı sayısı, sahip oldukları mal varlıkları en ince ayrıntılarla yazılır.
Neredeyse Dersim’de yaşayan tüm aşiretlerden birer, beşer-onar aile, sürgün listelerine alınır. Sürgün edilecek 347 ailenin adları tek tek bu kitapta yer alır. Bu ailelerden 3470 kişinin Trakya’ya hatta gereken nakil vb. Masraflar bile kuruşu, kuruşuna hesaplanır.
Kitapçığın bir bölümünde şunları okuyoruz: „ Dersim Hareketi için birinci sene şu kadar paraya ihtiyaç olduğu tahmin olunur: „600.000 lira askeri nakliyat için 600.000 lira da Dersimlilerin Garba nakilleri için tahsisat konmalıdır“.
Oysa, “1934-36 yıllarına ait istatistikler üzerinde yapılan tetkikler, umumi müfettişlik bölgelerinde olguların gittikçe azaldığını … göstermiştir.” “Tunceli mıntıkası: Şükranla arzederim ki asayiş noktasından % 99 salah bulmuştur.” (Akt. Baskın Oran)
Bütün bu olgu ve fiili duruma rağmen 1937 yılındaki Tunceli harekatına dair Bakanlar Kurulu Kararı ile adeta bir soykırım harekatına imza atılır. Karar metni şöyledir:
Gayet Gizlidir
KARAR
4 Mayıs 1937
Başvekalet Kararlar Müdürlüğü
Mülahaza:
Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar vermeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.
Not: Malatya’dan ve Ankara’dan gönderilen kuvvetlerin cepheye vasıl olmaları ve cephedeki kuvvetlerin ufak tefek talimleri ve istirahatları ve bundan başka Diyarbakır’dan gelecek taburun tavzifi, bütün bunlar düşünülerek bir hafta sonra yani 12 mayısta ileri harekete başlanabileceği anlaşılmaktadır.
Not: Paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak lazımdır.
……………
Askerlere dağıtılmak üzere “ev yakma klavuzu”
1938’in bahar aylarında yapılacak harekât için her şeyi düşünen hükümet, Elazığ’da Turan Matbaası’nda ‘kundaklama bilgisi‘ni içeren bir de el kitapçığı da bastırır. Köy baskınlarının, ev yakmaların nasıl yapılacağını anlatan kitapçıklar, bölgeye sevk edilen tüm subaylara dağıtılır. Bu kitapçıklarda, ‘temizlenen’ evlerin, mağaraların, nasıl yakılması gerektiği, ateşin hangi yönlerden tutuşacağı, rüzgâr ve ateş arasındaki ilişki ayrıntılarıyla açıklanır.
1956 yılında Sabiha Gökçen, Halit Kıvanç’ın kendisiyle yaptığı bir röportajda “Canlı ne görürseniz ateş edin… Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk” diye açık bir itirafta bulunuyordu.
Dersimde zehirli gaz kullanıldığını kör-sağır duydu. 1987 yılında Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisi ile yaptığı bir röportajda Eski Dışişleri Bakanlarından ve Seyit Rıza’nın idamında görev alan İhsan Sabri Çağlayangil de “…Ordu zehirli gaz kullandı. Bunları fare gibi zehirledi. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti” diyerek var olan gerçeği dışa vurur.
Bu itirafı yeterli veya gerçekçi bulamayanlar, 30 Mart 1937 tarihli, Tunceli Valisi Abdullah Alpdoğan’ın Başbakanlığa yazdığı yazıda “Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa’dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim.” demesine ne diyecek, merak ediyorum.
Dersim’de bir “isyan” olduğu yalanı uzun yıllar söylenmeye devam edildi. Hoş, hala da söyleyenler var. Bu yalan Kemalistlerden olduğu gibi alındı ve kabul gördü. Oysa Dersim’de bir isyan yoktu. Devlet, “isyan” kavramını bilerek raporlara almış; bunu, katliamlarını mazur göstermenin malzemesi olarak ustaca ve kurnazca kullanmıştır. Devlet belgelerinde de görüldüğü gibi “Dersim’de bir asayiş sorunu” bile yoktu. Dersimliler silahlarını çok önceleri devlete vermişti. Dersim’de temel olan sorun, yörenin sosyal-toplumsal, kültürel, inanç ve etnik yapısının Sünni İslam ile olan aykırılığı idi. Bölgenin yarı-özerk yapısında ısrar etmesinde kararlı olmasıydı.
Her şeyden önce burada, var olan yapıya saldıran ve kendi yönetimini ve ideolojisini dayatan taraf devlettir. Dersim aşiretleri haklı olarak yüzlerce yıldır süregelen geleneksel yaşam tarzlarını, kimliklerini, bölgelerini bölük-pörçük savunmaya çalışmışlardır. Dersimlilerin direnişi saldırılara karşı korunma ve savunma amaçlıdır. Devletin ise yaptığı bir halkı, bir kimliği ele geçirme, yok etme ve kendi rejimini ve ideolojisini egemen kılmadır.
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve Ocak 1951’de yürürlüğe girmiştir.
Söz konusu bu Sözleşme’nin 2. Maddesinde şunları okuyoruz:
Madde 2 [Soykırım oluşturan eylemler]
“Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur:
- Gruba mensup olanların öldürülmesi;
- Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
- Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
- Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
- Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek;”
Resmi verilere göre 1937-1939 yılları arasında yani tertele yıllarında 13 bin 806 Dersimli öldürülmüş ve bu yıllarda 2907 aile yani fert olarak 14 bin 401 kişi Batıya 32 il ve ilçeye sürgün edilmiştir. Sayısı oldukça düşük bu veriler bile 30bine yakın insanın yerinden-yurdundan edildiğini veya öldürüldüğünü gösteriyor. Uluslararası insan hakları bildirgelerindeki soykırıma tekabül eden bu dönemin tarihi ile yüz yüze gelmek; yaşanan travmaların giderilmesi için atılması gereken önemli ve zorunlu bir adımdır.
1937-38 harekatının hedef kitlesi topyekün Dersimliler olmuştur. Burada yaşayan Alevi-Kızılbaşlar olmuştur. Dolayısı ile Dersim 37-38 soykırımı aynı zamanda bir Alevi-Kızılbaş soykırımıdır da.
Olayların bizzat şahidi olan Orgeneral Muhsin Batur’un anılarını yazarken, „Okuyucularımızdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum…” dediği Dersim Tertelesinde yaşananlarla hesaplaşmak, yaşanan insanlık dışı vahşet ve uygulamalarla yüzleşmek; göz ardı edilmeyecek kara bir sayfadır…
Hüseyin Sevinç, 3 Mayıs 2017