İki Örnekle Avrupa’da ki Dilsel Azınlıkların Konumu; Zaza Dili İçin Bir Örneklem
Artık Zazacanın bir dil mi, lehçe mi olduğu konusuna değinmeye gerek olmadığı bilimsel bulgularla kanıtlanmıştır. 20. yüzyılın başlarından bu yana başta MANN ve HADANK (MANN/HADANK 1932) olmak üzere birçok bilim
adamı tarafından ıspatlanmış ve onaylanmıştır (GİPPERT 1996; GİPPERT 2007/08; MORGENSTİERNE 1958; SELCAN 1998; SCHMİTT 2000; TODD 1985; PAUL 1998 v.d.).
Yazının devamı için tıkla: Zaza Dili İçin Bir Örneklem
Dersim Meclisi ekseninde, Dersim, Türkiye ve yurtdışında yaşayan yurtseverinden milliyetçisine, sosyalistinden işverenine, ateistinden Raa Heq’cisine, demokratından Hardo Dewréş sevdalısına, esnafından bürokratına varan oldukça geniş bir çevreyi kapsayan bir çalışma söz konusu. Bu bir farklılıktır. Bu farklılığı anlamak, ona göre yol ve yöntemler bularak hareket etmek kaçınılmazdır. Bu da ancak “zereweşiye” kültürünün içselleştirilmesi ve beklentilerin abartılmamasıyla, yok olan veya edilen Dersimlilik bilincinin tekrardan canlandırılması, kendini yaşaması, yaşatılmasıyla mümkündür.
Bu değerli çalışma dernek, federasyon, örgüt ve parti işlevini üstlenen bir çalışma değildir. Dersimlilik bağlamında olmazsa olmazlarının ekseninde yürütülen farkındalık yaratmaya çalışan bir yapılanma mücadelesidir.
Fakat bu bağlamda yaşadıklarımızdan bir kısmı bana yıllarca tekrarladığımız “ulusların kader tayın hakkı” eksenli tartışmaları hatırlattı. Devrim geldikten sonra her ulus kendi kader tayın hakkını kullanarak kendi değerlerini yaşayacak veya var edecektir misali. Hep yarın eksenli bir mücadele… Oysa bunu yaparken bugünü olması gerektiği gibi yaşayamadığımızdan dolayı yarına bırakacağımız çok da bir mirasımızın olmadığı dünün tecrübesi; ve akabinde Dersim’i Dersim eden değerlerin elden gittikten sonra kendimiz olamayacağımız, kendimizi yaşayamayacağımız gerçeği…
Yani bu durumun Dersimliler açısından güzel bir ütopyadan öteye geçmeyen bir şey olduğunu bizat yaşayarak öğrenmek.
Peki ne yapmalı?
Hala kimseyi incitmemek, üzmemek, hatrını kırmamak adına bu sürece çanak mı tutmalı, yoksa mümkün olduğu kadarıyla bu gidişata dur mu demeli?
İkinci seçeneği kendimize yol edinmemiz gerektiği tartışma götürmez bir gerçek. Bu duruma müdahale edebilmek için iğneyi kendimize batırmanın zamanı çoktan gelmiştir. Aynı tas aynı hamamla karınca kadar yol alamayız. Kendimizle hesaplaşmayı ilke edinerek en azından 70’li yıllardan bu yana verdiğimiz mücadelenin bir muhasebesini yaparak getirisi ve götürüsünü vicdan terazimize vurmalıyız. Özeleştiride bulunma cesaretini gösterebilmeliyiz. Barbar devletin Dersimlilere uyguladığı zülüm ve soykırımlara karşı verilen mücadeleyi sahiplenerek, ama bunu benim ve bizim bu gidişatdaki payımızın ne olduğu sorusunu sormaya karşı bir kalkan olarak kullanmadan hareket edebilmeliyiz.
Fakat hala bu aşamaya gelinmediği aşikar. Meclis eksenli yapılan kimi belirlemelere dahi tahamül edilemiyor. Kendi gerçekliğimize yönelik yapılan kısmi istisnai çalışmaların dahi bilerek veya bilmeyerek acımasızca önünü kesme girişimlerinde bulunuluyor. Bu da aklın alamayacağı “devleten ziyade sol veya Kürt düşmanlığı” yapılıyor gibi abes ifadelerle dile getiriliyor.
Dersim’in dili, kültürü, inancı, kimliği ve tarihi coğrafyası birilerine endekslenerek yol alınamaz. Geçmişte bu çokca denedi. İnsani kamillerimizin tüm direnişine rağmen,
– dil, yaşamın bütünlüğünden soyutlanarak sadece bir araç olarak görülüp, konuşulmaz duruma getirildi. Yapılan çalışmalar ağırlıklı olarak bir ulusun bir dili olur fikrinden hareketle yürütüldü. 4-5 ülkede konuşulan, 50’ye yakın TV kanalı bulunan ve devlet dili olan Kürtçe için canhıraş mücadele verilirken Unesco’nun gösterdiği hassasiyeti dahi gösteremeyip, onun farkettiği ve yok olmakla karşıkarşıya dediği bir zamanlar Dersim’in dominant dili olan Kırmancki-Zazaca’ya sahiplik edilmedi.
– tek sosyal kurumumuz olan talip-rayber-pir sistemi, insanların kardeşçe birarada yaşamasının önünde engelmiş gibi “afyon” olarak değerlendirip önemsenmedi, hatta zaman zaman hedef alındı. Bu yapılırken imamlar ordusu ile devletin en güçlü bütçesine sahip olan Dinayet İşleri Bakanlığı, dolayısıyla Müslümanlık ve Müslüman kardeşlerimize karşı hasas davranmak ihmal edilmedi. Oysa Dersim’de çoğulcu yaşamı mümkün kılan “zereweşiye” yaşam tarzıydı. Son din, son peygamber, “gavurlar” imana gelinceye kadar cihad diyen anlayış değildi.
– T.C.’nin asimilasyoncu tutumundan dolayı “Öztürkleşen”, “halis-muhlis Müslüman”laştırılan kimliğine kimlikler biçildi ve bugünden yarına misali Kürtleştirdi, Ermenileştirildi. Kendisi olması kabullenilmedi.
– Bırakalım diğer bölgeleri, Merkez-Dersim’in yanıbaşındaki, çoğu Pülümür ve Nazmiye kökenli olan Koçgirililer dahi tarihi Dersim coğrafyasından görülmezden gelindi. Bu yapılırken sadece Türkler’in istilacı yaklaşımından rahatsızlık duyuldu. Kürtler’in Kuzey Kürdistan ile Ermeniler’in Batı Ermenistan planları hiç kimseyi rahatsız emedi.
– Daha düne kadar ’38 Soykırımı’na olan yaklaşımdan da bahs etmek istemiyorum.
Ve hala bu bakış açısı karşımıza kırmızı çizgiler olarak çıkıyor. Başkaları rahatsız olmasın, alınmasın, küsmesin diye kendimiz olmaktan feragat etmemiz bekleniyor. Bunun adı da Dersim sevdası oluyor!
Dersim Meclisi çalışması Dersim’i sahiplenmek adına yapılan ilk çalışma değildir. Daha önce bu türden girişimler oldu. Kısmi olarak yapılmış olan çalışmaların gerisine düşüldüğünü de saptıyorum. Bu bir süreçtır, içselleçtirilmesi için belki de bu şekliylen yaşanması gerekiyor diye düşünüyorum. Fakat tüm bu değişim ve dönüşümlerde bizim payımız ne idi, katkımız ne olacak sorularının sorulup cevaplandırılmasının zamanı gelmiştir.
Burda önemli olan bir kimliği diğerine giydirmeden, Kürtçe, Türkçe ve Ermenice konuşan Dersimlilerin birbirlerine kenetlenerek vicdani davranıp yok olmakla karşıkarşıya olan Kırmancki-Zazaca dili ile Raa Heq İnancı’na positivist bir tutum takınarak hareket edebilmektir.
Lütfen daha işin başındayken olmazsa olmazlarımızdan taviz vererek yol almaya çalışmayalım. Aksi takdirde meclis oluşturulamaz, klasik örgüt, federasyon veya parti gibi bir yapılanma olur. Oysa Dersimlilerin bahsi geçen kurumlardan fazlasıyla var. Dersimlilerin beklentisi tüm farklılıklarına rağmen asgari müşterekler etrafında kenetlenip birarada yürüyen bir meclistir.
CeKa’nın iddiları LİSAN bilimlerine uyuyor mu?
Dört beş bin yıl önce pagan toplumlar, kavimler döneminden beri var olan “lisanların tarihi” tek tanrılı dinlerin tarihinden çok eskidir. Sivas’tan Tahran’a kadar olan bölgelerde yaşayan kavimlerin tarihini kendi lisanlarını temel alarak bir de lisanlar açısından irdelersek daha önemli, daha eski ve daha ilginç sonuçlara varabiliriz. Çünkü uzun insanlık tarihine bakarsak “tek tanrılı dinler “dünkü çocuk” sayılır.
Anadolu ve Dersim’e ilk tek Tanrılı din Hristiyanlıktır ve bu din ilk defa İsa’dan sonra 300 yıllarında Ermeniler kanalıyla Anadolu’dan Ermenistan’a kadar yayılma imkanı bulmuştur. Yani çağımızdan yaklaşık 1700 yıl önce Dersim’de tek Tanrılı dinler yoktu. Bölgede bu dinlerden dolayı çatışmalar, problemler de yoktu…
Çağımızda bilimsel alanlardaki teknik gelişmelerden dolayı tüm bilim dallarında uzmanlar çoğaldılar. Artık teknik makinelerle bile lisan ve bu lisana ait lehçeler belirlenebiliyor.
Çağımızda “lisan bilimin” üzerine de diplomalı, tahsilli, hakiki uzmanlar çoğaldı. Örneğin; iki yüzyıl önce insanın her hastalığı ve organları tek doktora teslim edilirdi. Oysa şimdi sağlık alanında insanların organlarına göre onlarca uzman doktor bulunuyor.
Lisan üzerine eskiden uzmanlaşma yoktu. Kürtçe ile Zazaca’nın aynı dil olduğu hakkında CeKa’nın alıntılar yaptığı cümleler veya düşünceler artık eskide kaldılar. Çünkü çağımızda lisanları bir çok değişik açıdan inceleyen ve karşılaştırma yapan yeni teknikler bulundu. Fakültelerden mezun olmuş uzmanlar çoğaldı ve daha anlamlı araştırmalar yapıldı. Ayrıca Kırmancki-Zaza dili üzerine fakülte bitirmiş, dilimiz üzerine tezler yazmış Dersimli dil bilimcileri de çoğaldı son yıllarda. Lisan uzmanlarından Dersimli Zülfi Selcan ile Mesut Keskin de Zazaca’nın Kürtçe’den niçin farklı ve ayrı bir dil olduğunu birçok yönüyle açıkladılar. Zazaca’nın Kürtçe’den farklı ve ayrı olduğu üzerine üç Dersimli genç de dilbilimci olarak fakültelerde tezler yazdılar. Anadilimizi bildikleri için bu Dersimli lisan uzmanlarımızın düşüncelerine daha çok güvenmek gerekir.
Alman dil bilimcisi Oscar Mann ile Hollandalı Martin Von Bruinissen de Zazaca ile Kürtçe’nin birbirinden farklı ve ayrı dil olduğunu açıkladılar.
Hem Dersimli uzmanlar, hem de uluslararası lisan uzmanları Zazaca ile Kürtçe üzerine incelemeler, araştırmalar yaptılar. Zazaca ile Kürtçe arasında gırtlak=fonetik=ses bilgisi, morfoloji=şekil bilgisi, sentaks=sözdizimi, leksik=kelime hazinesi bakımından yapılan karşılaştırmalar ve incelemeler sonucunda Zazaca ile Kürtçe’nin birbirinin lehçesi olmadıklarını; birbirinden ayrı lisanlar olduklarını tespit edip açıkladılar. Bunu açıklayan dil uzmanlardan biri de Kürtler’in dostudur. Yine bu lisan uzmanlardan bazıları Zazaca’nın tarihinin Kürtçe’den daha eski olduğunu da belirttiler. CeKa gibiler her nedense bu bilimsel araştırmaları yok sayıyor ve 70 yıl önceki yazılara takılıp kalıyorlar.
Acaba Lisan üzerine yazı yazan CeKa’lar adlarını verdiğim bu uzman profesörlerin lisan hakkında yazdıklarından haberi yok mu? Lisanların tarihi gelişimine dayanmayan; dil bilimlerini inkar eden asparagas ırkçı tezlerin halk içinde tutunma şansları olabilir mi?
Şeref Han’ın yazdıklarına dayanarak Kürtler’in kendileri bile (ve dolayısıyla lisanları da) beş altı asır önce DOĞU Anadolu’ya geldiğini; tek Tanrılı dinlerin ise bu bölgeye 1700 yıl önce geldiğini açıklamıştım. Öyleyse tek Tanrılı dinlerden önce Anadolu’dan Tahran’a kadar olan bölgede dört, beş bin yıl yaşamış olan pagan toplumlar döneminde bu bölgelerde hangi lisanlar vardı? Eğer tarihin labirentleri iyi incelenirse Türkçe’nin ve Kürtçe’nin bahsedilen bölgede olmadığı zamanlarda Sivas’tan ta Tahran’a kadar uzanan bu bölgelerde Zazaca, Ermenice ve Persçe’nin yaygın olarak konuşulduğu tespit edilir. Persler’in İsa’dan önce tüm Anadolu ve Tırakya’yı işgal edip yaklaşık 350 yıl yönettiğini; Dersim bölgesinin Perslere bağlı Ermeni Sarplığı içinde kaldığını bilmeyen bir tarihçi olamaz. Yine Persçe lisanının Kürtçe, Türkçe ve Zazaca’yı etkilediğini bilmeyen bir aydın da yoktur.
Ayrıca pratik hayata bakarak da lisanlar üzerine mantıklı yorumlar yapılabilir. Diller üzerine bir sohbet anında Efendi Yıldız şöyle bir mantıklı yorum yaptı: “Göç eden her halk gittiği ülkede baskın ve yaygın olan lisanı öğrenmek zorunda kalır. Son yıllarda Türkiye’ye gelen Suriyeliler ülkede yaygın olan Türkçeyi öğrenmek zorunda kaldılar. Bin yıllarında Türk boylarıyla birlikte gelip Dersim’den Erzurum’a kadar olan bölgede Saltuklu Beyliği’ni kuran Kızılbaş Sarısaltukluların ana dili Türkçeydi. Eğer bu bölgede Türkçe baskın ve yaygın olsaydı ana dilleri Türkçe olarak kalırdı. Bu bölgede Kürtçe yaygın ve baskın olsaydı; Sarusaltıklular Kürtçe öğrenmek zorunda kalırdı. Oysa Sarusaltukluların %90’ının zamanla Zazaca (Dersimce) öğrendi. Öğrenmekle kalmadı Sarı Saltukluların ana dilleri Zazaca oldu. Sadece bu durum bile bu bölgelerde Zazaca’nın çok eskiden beri baskın ve yaygın olduğunun bir delilidir.” Bu yorum mantıklı değil mi?
Sonuç olarak ırklar, dinler ve lisanlar arasındaki tarihi ilişkileri, tarihi gelişmeleri bilmeyenlerin, dil uzmanlarının bu alanda yazdıklarını önemsemeyenlerin elbette ki, lisan bilimine göre Kırmancki=Zazaca ile Kürtçe’nin tarihi köklerinin çok farklı ve ayrı olduğundan haberi olmaz. Dilbilim uzmanlarını önemsemeyen; tarihteki gelişimleri, dönüşümleri ve halkların yerleşim yerlerini görmezden gelen ve her şeye son yarım asırdaki ırkçı gözlükle bakan CeKa gibiler konuştuğu anadilini bile doğru tercüme etmiyor; Zazaca’yı bildiği halde çarpıtarak tercüme ediyorlar.
Örneğin “Ma Kırmancime” söylemini “Biz Kürdüz” diye tercüme ediyor CeKa gibiler.
Oysa “sözlü tarih” için Dersim’de yapılan alan çalışmalarında evlerine gidilen yüzlerce yaşlı Dersimli’nin anadiliyle konuştuğu CD’lerde “Ez Kırmancki zanon, Kırdaşki ki zanon, Tırki ki zanon” dediği tespit edildi. Üç farklı dili konuştuğuna vurgu yapıyorlar. Kamillerimizin otantik ve en masumane duygularla yaptığı konuşmaları bazı televizyon ekranlarındaki röportajlardan da tespit edebilirsiniz.
Kamillerimiz yukarıdaki cümlede bulunan Kırmancki kelimesi ile Alevi Dersim halkının dilini, Kırdaşki kelimesi ile Alevi olan ve Kürtçe konuşanları, Tırki ile Türkçeyi kast ediyor. Saf ve temiz yürekli kamillerimizin kendi anadiliyle yaptıkları otantik konuşmalarda hile aranamaz herhalde. Bizler ana dilimiz olan Kırmancki diline göre düşünürsek; Zaza kelimesi Zazaca konuşan Sünniler anlamında kullanılır. Ma Kırmancime, “İ Khurê” derken ise Kürt komşularının hem dil, hem de inanç bakımından Dersimlilerden ayrı olduğuna vurgu yaparlar.
Khuri kelimesi Kürtçe konuşan ve inancı Sünni-Şafii olanlar için kullanılır. Anadilimizi çok iyi bilen CeKa’nın köylüleri de, babası ve dedesi de CeKa’nın Ma Kırmancime deyimini Kürt olarak tercüme ettiğini duysa “Ne lao CeKo, CeKo! Tı sa vanay?” derlerdi.
Ta baştan beri saydığım bütün tarihi gerçekleri, dinsel çatışmaları ve dil uzmanlarının incelemelerini bir an görmezden gelip bugünkü hayatın pratiğine dönelim. Örneğin gönüllü asimile olmayı kabullenmiş olan bizim CeKa ana diliyle yazılmış bir sayfalık yazıyı Zazaca bilmeyen Diyarbakırlı veya Iraklı bir Kürde verse acaba % 5 ini tercüme edebilirler mi? Hayatın içindeki bu somut durum bile az önce adlarını yazdığımız lisan uzmanlarını haklı çıkarmaz mı? Bundan dolayı diyorum ki, lisan biliminde, hem tarihi ve toplumsal belleğimizde yeri olmayan, yani açık deyimle bilimsel olmayan bazı ırkçı söylem ve algılarla, hem de ısmarlama yazılarla halkımızı kandırıp yanlış yönlendirmek imkansızdır, ayrıca etik bir tavır da değildir…