Sol Ortak
Dersim Tertelesi´nde TKP´nin ortaklıĝı Komüntern´e sunulan raporla sınırlı deĝil. Rasim Davaz imzası ile yayınlanan yazıdan da ibaret deĝil. Rasim Davaz´ın TKP´nin uzun dönem sekreterliĝini yapan İsmail Bilen olduĝu söyleniyor. Fark etmez. TKP bir bütün olarak aynı çizgideydi. Bu çizgiye H. Kıvılcımlı´nın muhalefet ettiĝi yönünde bir görüş var. O dahi sorunludur.
TKP´nin Dersim Tertelesi´ne ortak olması, Şıx Sait direnişinin bastırılması vesilesiyle yaşadıĝı sevincin saĝlam temelleri vardır.
Önce TKP´de, Kemalistler de Türk milliyetcisidirler. Osmanlının yerine kurulan devletin, Kürtleri, Zazaları, Rumları, Ermenileri ezmesi, Türklerin kurtuluşu olarak görülüyordu. Bu görüşün kabaca özeti şudur. Türkler kurtuluş savaşı veriyor. Kürtler, Zazalar, Ermeniler, Rumlar, Asur-Süryaniler emperyalistlerle birlikte bu kurtuluşu engellemek istiyorlar. Türklerin devlet kurmaları, yabancı devletlerle siyasi, ekonomik, askeri antlaşmalar, birlikler kurması normaldır. İlericiliktir. Öteki halkların böyle bir sürece girmeleri gericiliktir.
İkinci önemli neden, TKP de, Kemalistler de İttihat-Terakki´den çıkmışlardır. Ortak geçmiş, sonraki birlikteliklerinin hafızasıdır. Öyle ki Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesi dahi bu ortaklıĝı bozmamıştır.
TKP yasaklı, illegal bir partiydi. Ama yasal alanda faaliyetleri vardı. Partiye yakın gazete ve dergiler vardı. Bunlardan birisi de sonradan CHP´li faşistler tarafından yakılan Tan gazetesiydi. Tan´ın sahiplerinden birisi de Zekeriya Sertel´di. Zekeriya Sertel sol görüşlüdür. Kendisi hakkında yazılanlara bakılırsa TKP´ye yakındır. TKP üyesi olduĝu da yazılıyor. Tan´da yazarlık yapan Sabiha Sertel ise TKP üyesidir. Merkez Komite üyeliĝi de var.
Tan´ın Dersim Tertelesi´nde izlediĝi çizgi ile öteki gazetelerin izlediĝi çizgi arasında bir fark yoktur. Tan, Abdullah Alpdoĝan´ın basın bürosu gibidir. 15 Haziran 1937´de yazılanları aktarmam yeterlidir.
„Mazideki hataları tekrar etmemek için yıllarca araştırmalar yapıldı ve izlenecek yol teferruatlı noktalara kadar karar verildi. Bir sene evvel de tatbikata geçildi fena hatıralarla dolu Dersim ismi atıldı. Anavatanın tabii hayatına yeniden karışacak olan bu kıtaya Tunceli ismi verildi. Islahat hareketinin başına da büyük salahiyetlerle General Alpdoğan getirildi.
Bu kıymetli generalimiz, çok geniş görüşlü ve tedbirli bir asker ve idare adamı olduğunu Tunceli’de işbaşında ispatlamıştır. Tunceli halkına cezalandırılacak bir suçlu değil şifa bekleyen bir hasta gözüyle bakmıştır… Köle sınıfının yüzü gülmüş onlar için insanca bir hayat başlamıştır.“
Ìki gün sonra ise, Abdullah Alpdoĝan´ın yönetimini „saadet devri“ olarak görmüştü.
Tan, Dersimlileri „haydut, çapulcu, eşkiya“ diye isimlendiriyordu. Tan´da çıkan haberlerde Dersimliler „ilkel“, „hırsız“ gösteriliyor, hükümetin „medeni“ siyaseti savunuluyordu.
Tan aynı çizgisini daha sonra da sürdürdü.
10 Kasım 1938 sayısında Zekeriya Setel, Atatürk´ün ölümü üzerine, „Babamızı kaybettik“ diye bir yazı yazmıştı.
Şimdi öyle deĝil. Sol da deĝişti denilebilinir. Kısmen doĝrudur da. Ama , o milliyetci temel, ittihatcı gelenek doĝru dürüst rededilmez, özeleştirisi verilmezse, zamanı geldiĝinde yeniden yeşerir.
Yeşeriyor da.
26.05.2019
Mektupla Kimlik
Geçmişte yazılmış belgelerden veya yaşanmış olaylardan hareketle kesin, deĝişmez sonuçlar çıkarmak, daha da ileri giderek kendi görüşlerini o döneme, o dönemde yaşamış kişilere söylettirmek doĝru bir yöntem sayılamaz. Munzur Çem´in, „Yakın tarihimize ait iki tarihi belge: Alişêr Efendi’nin mektupları“ isimli yazısı(https://www.gazeteduvar.com.tr/…/yakin-tarihimize-ait-iki-…/) bu bakımdan sorunlu. M. Çem bu mektuplardan hareketle Kürtlüĝümüzü yeniden ispatlıyor.
Her şeyden önce her olay, görüş kendi döneminin gerçekliĝi içinde deĝerlendirilmelidir. Birinci Dünya Savaşı´ndan yenilgiyle çıkan Osmanlı yeniden şekilleniyordu. İmzaladıĝı antlaşmalar vardı(Sevr´i hatırlıyalım). Aynı dönemde Dersimlilerin Kongre dedigi Ankara Hükümeti vardı veya oluşum aşamasındaydı. Diyap Aĝa ve Hesen Xeyri´nin de içinde olduĝu başka bir grup Ankara Hükümeti ile birlikte bir çözümden yanaydılar. İki grupda son derece pragmatikti. Aşiret çelişkilerinin de bu gruplaşmalarda rolü vardı. Ayrıca bu çözüm arayışları da hain-kahraman mantıĝı ile deĝerlendirilmemelidir.
Ama o dönemdeki gruplaşmalar, görüşler, anlayışlar bu güne monte edilemezler. O günkü güç ilişkilerinin bir sonucuydular. Alişêr´in yazdıĝı söylenilen mektupları da böyle deĝerlendirmeliyiz.
Mektuplar da yazılanlara baktıĝımızda (Çem´in yazısında aktardıĝı kadarıyla) ciddi problemler var. Alişêr yazmış diye kabul etmek zorunda mıyız? Mesela Alişêr, „(Kürdistan) ırken ve dinen bir bütündür ve ayrılamaz…“ diye yazmış. Çem, buna katılıyor mu? Yakın zamanda Alevilik- İslam ilişkisine yönelik bunun tam tersi görüşleri yayınlanmıştı. Eĝer Alişer´in Kürtlük tanımı tartışmasız kabul ediliyorsa, „dinen bütündür“ görüşü de kabul edilmelidir. Dahası Alişer´in yaşadıĝı dönemde Yezidiler önemli bir nüfusa sahiplerdi. Yezidiler Kürt Beylerinin de ortak olduĝu saldırılara, katliamlara uĝruyorlardı, Alişer´in bunu görmemesi, Yezidiliĝi de „bütün“ ün içine almasını kabul mü etmeliyiz?
Dersim, Ermenistan ve Kürdistan içinde görülüyordu(Sevr´e göre) veya içinde yok sayılıyordu. Dersim´in ileri gelenleri o günkü güç ilişkileri içinde kendilerine göre bir çözüm, statüko elde etmeye çalışıyorlardı.
Mektuplar biraz da yazılan yerin, grubun görüşleri dikkate alınarak yazılmıştır. İslami vurgu da, Kürtlük vurgusu da bu ihtiyacın sonucudur. Dersimlilerin Paris´te bir Şerif Paşa´sı yoktu. Dersim, Osmanlı´nın bölgeye hakim olduĝu dönemden(1514) mektupların yazıldıĝı döneme kadar Osmanlı- Kürt ittifakı ile yönetilmişti. Osmanlı yeniden şekillenirken Alişêr ve çevresi bu ittifakda bir güç olmak, hak elde etmek istiyorlardı.
ektupların dilinden anlaşılıyor. Mesela, „300 bin silahlı“ güç ne kadar doĝru? Ayrıca, aşiretler bu mektuba ne kadar destek veriyorlar. Mesela Seyit Rıza bütün Şıx Hesenenlerin lideri mi? Ya da İdare İbrahim bütün Seydanların lideri mi? Mektup bizzat okunup imzalanmış mı, ya da „çerçevesi“ anlatılarak onay mı alınmış?
Mektupların kime yazılıyorsa, Ora´nın görüşleri dikkate alınarak yazıldıĝı Lozan´a çekilen öteki gurubun isteklerinden, dilinden de belli oluyor. Dersimliler adına başka mektuplar da var. Mesela, Seyit Rıza´nın „bizi Türkistan´a geri gönderin“ dediĝi bir mektup var. Bu da belge. Ne yani burdan da Türklüĝümüz mü ispatlanmış olacak. Mektubu(dilekçeyi) yazanlar, okuyacakların beklentisine göre bir şeyler yazmışlar. İçinde el-ayak öpme gibi sözler de var. Bunlar nihayetinde „aracılar“ın dili. Dersimlilerin de nasıl bir çaresizlik içinde olduĝunu gösteriyor.
M. Çem bu vesile ile Nuri Dersimi´yi de anmış. Ve O´nu eleştirenleri özeleştiriye çaĝırmış.
Niye, hangi eleştiri yanlış?
Nuri Dersimi´nin kendi yazdıkları var. İlişkileri var. Kabul ettiĝi eylemleri var. Bunlara yönelttigimiz hangi eleştiri yanlış?
Seyit Rıza´nin aĝzına monte ettirdiĝi „son sözleri“ ne yöneltigimiz eleştiri mi yanlış?
Seyit Rıza´yı „general“ diye gösterip, sanki Dersim´de iki ordu arasında savaş varmış gibi göstermesine yönelttigimiz eleştiri mi yanlış?
Ermeni Soykırımı´nı haklı göstermesine yönelttigimiz eleştiri mi yanlış?
…
Çêm, „Yıllardır Dersim halkı üzerine spekülatif haberler yayan, “Zazalar Kürt değil, onların Kürtlerin hakları ve Kürdistan’a özgürlük” diye bir istemleri olmadığını iddia eden, bu amaçla işi yalan ve iftiraya kadar vardıran çevreler, bunları okuyunca ne yapacaklar acaba? Utançtan yüzleri kızaracak, yol açtıkları tahribatlardan dolayı en başta halktan özür dileyecekler mi? Yine yalan ve iftira ile küçük düşürmeye çalıştıkları, sınır tanımaz ölçüde hakaret ettikleri M. Nuri Dersimi’ye dönüp “Sana haksızlık ettik, bizi affet” diyecekler mi? Söz konusu kara propagandaya karşılık gerçekleri açığa çıkartmaya çalışan ve bu nedenle de iftira, hakaret ve hatta tehditlerle yüz yüze kalan bizlere de aynı şekilde özür borçları olduğunu hatırlayacaklar mı?“ diyerek eleştirinin sınırlarını aşmış.
Yazısını son derece saldırgan, propagandiv bir dil ve hakaretle yazmış.
Yazdıklarımız, eleştirilerimiz belgeli.
Eleştirilerimizde yanlışlıklar yapmış olabiliriz. Gösterirlerse düzeltiriz. Ama utanacak, sıkılacak bir işimiz yok.
Mensubu olduĝumuz halkın dilini, kültürünü, ulusal-demokratik haklarını savunmuşuz. Savunmaya da devam edeceĝiz.
Neden Kürt karşıtı olalım ki? Kürt Hareket(ler)inin yanlışlarını eleştirmek niye Kürt karşıtlıĝı olsun ki?
Kürt deĝiliz deyince, Kürtlere hakaret mi ediyoruz?
Hayır, bu iftirayı, karalamayı red ediyoruz.
M. Çem hakaret ve tehditin ne olduĝunu öĝrenmek istiyorsa bulunduĝu şehirde Dersim Cemaatı var. Onlardan sorsun.
Dersim Gecelerini kim engelledi?
Dövülenleri, tehdit edilenleri öĝrenebilir.
Hatta internet´den kısa bir arama yapsın. Nasıl, „Zazacı“, „Dersimci“ diye görülenlerin hedef gösterildiĝini, tehtid edildiĝinin yüzlerce örneĝini okuyabilir.
Ben bildiĝim, bizzat yaşadıĝım olayları aktararak „eski yaraları“ yeniden deşmek istemem.
İnsaflı olmak, eleştiride hakkaniyetli davranmak, vicdan sahibi olmak demokratlıĝın da, aydın olmanın da geregidir diye düşünüyorum.
Tarihi belgeleri, olayları zorlayarak bu güne monte etmenin propaganda deĝeri olabilir, ama uzun vadede inadırıcılıĝı olmaz.
Şapkadan tavşan, bu mektuplardan kimlik, ulus tarifi çıkmaz.
Haydar Karatas Dersim Meclisi´nin Kongre çaĝrısı ile ilgili iki bölümlük yazı yayınladı. Üçüncü bölümünü de yazacaĝını söylemiş.
Söylenecek çok söz var, ama kısa tutmak daha iyi.
Zira biz Dersimliler sözü uzatmayı sever hale geldik.
Haydar Karataş iyi bir yazar. Hayalleri geniş, kalemi güçlü. Akıcı bir dili var. Masalların dilini günümüze taşımış desem abartmış olmam. Edebiyat hayal işidir. Olanı deĝil, olmayanı, olmamışı anlatırsınız ve eĝer iyi bir yazarsanız yazdıĝınız hikaye, kurduĝunuz hayali dünya okuyucuya sahici gelir. Yazarın görevi var olanı yazmak deĝil, olmayanı, birgün olabileceĝi yazmaktır. Gerçeĝi yeniden yaratmaktır. Kafka gibi insanı böceĝe çevirebilirsiniz, insanı uçurabilir, öldürüp diriltebilir, kahramanınızı yedi orduya karşı hep zaferle çıkartabilirsiniz.
Ama eĝer somut bir olay üzerine, belli bir yazı, belge, toplantı üzerine konuşuyorsanız, hayallerinizle deĝil, var olan bilgilere göre konuşup yazmalısınız. Karataş´ın yaptıĝı şey bu deĝil. Kafasında yarattıĝı hayale göre yazısını kurgulamış.
İlgisi olmayan, biraraya getirilmesi mümkün olmayan konuları-kişileri Kongre metinine getirdiĝi eleştirilere ilave etmiş. Sırrı Abi´si ile ilgili eleştirilerinin bizimle ilgisi ne? Ya da Kürt ve Sol örgütlerin yaptıklarına yönelttiĝi eleştirinin Kongre çaĝrı metni ile ilişkisi ne?
Benim bildiĝim en az 25 yıldır bu pratiĝe yöneltilen eleştiriler var. Eleştirilerin düzeyi, biçimi farklı olsa da Meclis Girişimi´ndeki insanlar bu kültürden geliyorlar. Sadece devlet şiddetine deĝil, örgütlerin şiddetine, yaptıkları haksızlıĝa, zorbalıĝa, sivilleri katletmelerine de karşı çıktılar, tavır aldılar. İsteyen internetden bu yazıları bulabilir. Meclis Girişimi ilk toplantısında bunu dile getirdi. Bu biliniyor. Belgeli. Ve Sol bir örgüt „ajan“dır diye bir sivili katlettiĝinde, bunu açıkça lanetledi. (http://dersimmeclisi.com/…/riza-orukun-oldurulmesini-kiniyo…) Nitekim Ali Haydar takma ismini kullanan birisi, ismi Osman ya da Mewran da olabilir, Meclis´i hedef aldı. Merak edenlere linkini veriyorum. (http://www.avrupahaber3.org/dersimde-gercekler-tarihsel-haf… )
Karataş´ın yaptıĝı bir nevi algı operasyonu. Algı operasyonu olduĝu için, durumdan vazife çıkartanlar saldırıya geçtiler. İzler birbirine karıştı. Son kırk yılın günahı-vebalini üstümüze yıkmak isteyenler çıktı. Ne diyelim? Her kesin işi kendine göre.
„Dersim Kongresi, Şiddetin Felsefesini yapmaktadır!“, aynen böyle yazmışsınız. Şaşırmadım desem, yalan olur. Bu fikrinize gerekçe olarak, „sizin maşallahınız var, program taslağınız benzine ateşle gidiyor ve buna da “her türlü şiddetten arınmış Dersim,” diyor. Birader şiddetin felsefesi zaten bu.“ dememizi göstermişsiniz.
Deĝerli kardeşim, devlet örgütlü şiddettir. Şiddeti nasıl kullanacaĝı kanunlarında yazılıdır. Hırsızlık yapanı yakalayıp mahkemeye çıkartır, adam öldüreni hakim karşısına çıkartır, kendini savunma imkanı verir, öldürenin suçsuzluĝunu kanıtlaması gerekmez, mahkemenin suçu kanıtlaması gerekir. Ama sizin de bir başka yazınızda belirttiĝiniz gibi, „uyuşturucu ticaretini yapanı“ dahi sokak ortasında öldürmez. Öldürmemesi gerekir. Devlet eĝer silahlı örgütleri bahane edip köylerimizi yakarsa, ormanlarımızı yakarsa, insanlarımızi sürgün ederse…… saymıyayım, liste uzun buna karşı çıkarız. Bu devlet şiddetidir. Dahası var, devlet, normal, yasalarla kendini sınırlamış, uluslararası antlaşmalara baĝlı bir devlet kendisine silah çekeni de öldürmesi gerekmiyor. Onu yakalayıp mahkemeye çıkartması gerekiyor.
Ve devletin, Kürt ve Türk Sol örgütlerinin Dersim´i kendileri için bir hesaplaşma alanına çevirmelerini de redediyoruz. Bu şiddet, bu savaş coĝrafyamızı, insanlarımızı, kültürümüzü bitiriyor. Evet bu iki şiddete de karşı çıkıyoruz. Ama siz insafı elden bırakarak,“ Sömürgecilik Dersim için abartılı olur… kogrenizin bildirgesi şiddeti Dersim’de kalıcılaştırmaktadır. Proğmanızın PKK ve bölgede faaliyet yürüten sol illegal örgütlerin proğramlarından daha katı ve daha tehlikeli.“ diyebilmektesiniz. Ne diyeceĝimi bilemiyorum. Siz yazdıklarınızı yeniden okuyor musunuz?
Sömürge tartışmalarına girmeden, Fevzi Çakmak´ın „Dersim sömürge gibi yöneltilmelidir“ sözünü hatırlatıp geçeyim.
Madenlerle ilgili söyledikleriniz ise tamamen hikaye. Kardeşim, elektrik kullanıyorum diye atom santrallerine karşı çıkmıyayım mı? Coĝrafyayı bitiren, iklimi deĝiştiren barajları mı savunayım? Maden işletmeciliĝi dünyanın her yerinde sorun. Maden çıkartmak adına ormanları ortadan kaldırıyorlar, yeraltı sularını zehirliyorlar, ırmaklar ölü sulara dönüşüyor, uluslararası tekeller kar için her şeyi yapıyor. Dersim´i kendine sorun gören yönetim de savaşla yapamadıĝını barajla yapıyor. Uluslararası tekellerin taraf olduĝu maden projelerinden bahsediliyor. Bunlara karşı çıkmayalım mı? Ufak bir azınlık para kazansın diye topragımız yaĝmalasın mı? „Taş ocağı işletilecek diye insanlar toplanıp yürüdü“ demişsiniz? Neden yürümesinler? O dinamitler yaşam alanlarını tehtid ediyorsa, bölgedeki hayvancılıĝa, tarıma zarar veriyorsa neden karşı çıkmasınlar? Demokratik ülkelerde halka soruluyor. Projeler denetleniyor. İtirazlar alınıyor. Para için, kalkınma denilen modeller için doĝa, kültür, tarih tahrip ediliyorsa, bunlara itirazlar olacaktır.
„Dersim’e “komşu halklar” (Maddi 5) belirlemesi yaparak yöreyi etnik kimlik olarak Türkiye ve Kürt elinden ayırmaktasınız. Kültürünün devamını sağlamak değil, etnik ayrımdan bahsediyorum…“
Türkiye denilen coĝrafyada etnik aidiyetler var. Farklı kimlikler var. Ne yapacaĝız? Devlet buna karşı çıkıyor, tek dil, tek din, tek millet diyor diye, bunun deĝişmesini istemiyecek miyiz? Bu devlet, zorla her kesi bir kalıba koymak istedi, istiyor. Sorun da burdan çıkıyor. Dersimlilerin etnik aidiyeti de çok tartışılan bir konu. Hepimizin kendine göre bir etnik tanımlamamız var. Ama var. Meclis kimseye kimlik dayatmıyor. Ben mesela kendimi Zaza görüyorum. Başka bir arkadaş Kürt diyor. Kimisi sadece Kırmanc diyor. Diyelim, bu bizim gerçekliĝimiz. Bu farklılıĝımıza raĝmen ortak bir coĝrafyamız, kültürel aidiyetimiz var. Kürtle, Zazayla, Alevi ile benzerliklerimiz, ayrılıklarımız dışında, Dersim denilen bir coĝrafya, tarih ve kültür var. Bunun tüm renkleri ile özgürce yaşaması gerekiyor. Bu anlamda Dersim´in komşuları var. Bunun neresi yanlış?
Benim sizin yazınızdan çıkarttıĝım, sizin bugünkü statükoyu kabullenmenizdir. Bu statüko haksızdır, deĝişmesi gerekiyor. Çok etnili üniter devletler deĝişiyor. Deĝişmeyenler yıkılıyor. Parçalanıyor.
Zazaca´ya pozitif ayrım yapılmasına da karşı çıkmışsınız. Êşitlik yeter diyorsunuz. Şöyle diyeyim. Hasta bir insanla, saĝlıklı birisini yarışa sokuyorsunuz. Hastanız ölüm döşeginde ve bunun hakaniyetli olduĝunu düşünüyorsunuz. Cesaret isteyen bir görüş. Bu görüşünüze de alkış alıyor ve taraftar buluyorsunuz ya, diyecek bir söz bulamyorum.
“Ben Zürih Yüksek Mahkemesinde çalışırım, mahkemenin yargı dosyalarını çeviririm. Sizin programınız bir savcıya gelse kongrenizin üyeleri bölücülükten, devlet hukukunu tanımadığı için haklarında dava açılabilir. Böylesine bilinmez bir iş yapmaktasınız. Hayat inşasını bir bağımsızlık bildirgesi olarak yazarsanız siyasi partilerin yapması gereken rolü almış olursunuz ki, bu sakıncalıdır.“
Deĝerli kardeşim boş zaman bulursanız bildirgeyi Yüksek Mahkemeye çevirin. İsviçre´de yaşayan arkadaşlar var. Gelsinler mahkemede kendilerini savunsunlar.
„Ben yazarım, yazarlar katılımcı değil gözlemcidir. Fikir beyan ederiz, bu fikirler beyan edilirken linç edilmek de var, alkış almak da…“
Sizi kimse linç edemez. Yazınız Meclis´in sayfasında yayınlandı. Eleştirilerinize cevap vermek, eleştirdiĝiniz kişilerin hakkı olmalı. Bu tavrınızı biraz ön savunma, gelebilecek eleştirileri sınırlama olarak algıladım. Kendinizi sadece „fikir beyan“ etmekle sınırlamanız da doĝru deĝil. Yazarlar yaşadıkları toplumdan, çevreden ayrı insanlar deĝiller ki.
Uzatmıyayım dedim, uzadı.
Kazın ayaĝı dediĝiniz gibi deĝil, serçenin de kanadı kırık.
Bizi kurda-kuşa yem etmeyin.
Raa to rê roşti, qelema to rê qewete bo!
Türkçe’de felaket, „büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yıkım, bela“ anlamına geliyor. Haydar Karataş da Dersim Kongresi’ne çaĝrı olarak sunulan metni felaket olarak görüyor.
Çaĝrı metni bir taslak. Tartışmaya sunulmuş. Bu anlamda Haydar Karataş’ın eleştirmesi çok normal. Bazı Dersim aydınlarının ilgisizliĝi karşısında olumlu bir adım. En azından taraf oluyor. Tartışmaya katılıyor.
Ama neyi eleştirdiĝi tam olarak belli deĝil. Daha sonra yazacaĝını söylüyor. Karşı çıktıĝı noktaları söylemeden „felaket“ haberini de vermiş.
Şimdilik karşı çıktıĝı FDG’nin bazı Kürt ve Sol eĝilimli derneklerle Festival yapması. İyi de eleştirisi haklı veya haksız da olsa adres yanlış.
Ne Meclis-Kongre girişimi FDG’nin örgütsel devamı ne de FDG Meclis’in bir bileşeni. Bu anlamda baştan teknik olarak da yanlış bir eleştiri. Bu ama, sayın Karataş’ın Dersimlilere uzak olduĝu anlamına da geliyor. En azından yanlış bilgilere sahip.
Bana kalırsa farklı eĝilimlerdeki Dersimlilerin ortak eylemlilikler-örgütlenmeler düzenlemeleri doĝrudur. Elbet de birlikte hareket etmenin zemini, sonuçları iyi düşünülmeli, tek taraflı dayatmalara karşı dikkat edilmelidir. Neticede biz aynı toplumun fertleriyiz. Sorunlarımız ortak. Şu veya bu görüşte olabiliriz, temel sorunlarda „milli refleks“ gösterebilmeliyiz. Dahası söz konusu çevreler, dernekler yasal derneklerdir. Avrupa yasalarına göre çalışan kitle örgütleridir. FDG’nin bu çevrelerle ortak zemin bulmaya çalışması çok normaldır. Benim hatırladıĝım kadarıyla önceki yönetim de buna benzer etkinlikler yapmıştı. Şimdi rakip ve rekabet anlayışı ile bu konuda „fırtına“ kopartmaları inandırıcı deĝildir.
Karataş’ın eleştirdiĝi noktalardan birisi de „her türlü şiddete karşı olmak“ anlayışıdır.
Benim Meclis tartışmalarından anladıĝım şu. Dersim yok olma ile yüz yüze. Coĝrafyası, demografisi, kültürü yok olmanın eşiginde, bu anlamda şiddeti, savaşı kaldıracak gücü yok. Küçük bir coĝrafya ve kültür çevresi. Kürtlerin, Türklerin ve hatta Zazaların, Ermenilerin, Alevilerin yüzlerce yıllık problemleri Dersim’de, Dersimlilerle çözülemez. Savaş doĝrudur, yanlıştır tartışmaları yapılabilinir. Ama Dersim’in buna ne zamanı ve ne de gücü var. Taraflara, savaşanlara bu anlamda çaĝrı yapılıyor. Kendi sorunlarınızı, yüzlerce yıllık problemlerinizi Dersim’de çözmeye çalışmayın. Siz problemlerinizi çözmek isterken, bizim toplumumuz bitiyor. Tarihi Dersim, çekirdek Dersim biterse, başka bir yerde kendini yeniden ikame edemez.
Bu çaĝrı her şeyden önce devlet için geçerlidir. Elbet de, aynı ölçüde örgütlere de çaĝrıdır.
Karataş’ın devlete silah çekilirse, devlet bölgeyi boşaltır ve bu uluslararası kuraldır, mealindeki görüşü de yanlıştır.
Birincisi, devletin görevi şiddeti engellemektir. Şiddet bahane edilerek sivil halk cezalandırılamaz.
İkincisi, burda söz konusu olan bireysel şiddet deĝil, uzun yıllara dayanan toplumsal bir anlaşmazlıktır. Türk Sol örgütleri, Kürt örgütleri yaklaşık elli yıldır silahlı mücadele yürütüyorlar. Karşılıklı olarak binlerce insan hayatını kaybetmiş. Onbinlerce insan tutuklanmış, yerleşim yerleri boşaltılmış. Ve bu savaşın bitmesi de mümkün deĝil. Çözüm savaşda deĝil, politik açılımlarla mümkün. Nitekim Kuzey İrlanda’da, İspanya’da, Kampoçya’da, Nepal’de savaşın dışında çözümler bulunmuş.
Bu anlamda devletin yakarım-yıkarım yolu yanlış bir yol…
Meclis-Kongre girişiminin iki tarafa da politik çözüm, barış masasını önermesi, en azından ben böyle anlıyorum, doĝru bir yaklaşım.
Ama „felaket“ den tek dil-tek din- tek millet anlayışının deĝiştirilmesi talebimiz anlaşılıyorsa, onu da tartışabiliriz.
Mevcut statüko haksızdır, meşru deĝildir, dünya konjokturüne de uymuyor.
Deĝiştirilmesini talep etmek demokratik bir haktır.
“Daha yapacaĝımız çok iş var.
Bu bir başlangıc.
Çok detaylı tartışmalardan ziyade, belli konularda yoĝunlaşmak daha doĝru olur.
Bizim acil sorunlarımız var.
Mesela benim için öncelikle;
-Dil,
-Çevre,
-Soykırım,
-Dersim´e de dayatılan savaş ve muhtemel sonuçları,
-Dersimlilerin birbirlerine yakınlaşması,(ortak kampanyalar buna hizmet edebilir).
Bunları ve arkadaşların önerilerini görüşmek için Hazıran ayında Koordinasyon toplantısı uygundur. Amblem teknik bir sorundur Koordinasyon toplantısında kararlaştırılmalıdır.
Meclis´den ne anlıyoruz?
Meclis son kertede iktidar demektir. Bizim için bu henüz erken. Dersimliler çok daĝınık. İktidar, temsil etme hedeflenmelidir. Ama zamana ihtiyac var. Bugün için deĝişik çevreleri birbirine yakınlaştırmayı, asgari bir konsensus saĝlamayı kendimize hedef seçmeliyiz.
Kimligimiz ve dilimizle ilgili diyeceĝim şudur.
Zazaca konusanların içinde bulunduĝu durum kelimenin gerçek anlamında yolun sonudur. Biz son duraktayız. Her gün geriye dönüşü imkansızlaştıran bir süreçten geçiyoruz. Buradan hareketle, çok dilli yapımız korunsun, bütün diller özgür olsun gibi bir genelleme bizim gerçegimize uymuyor. Êşit koşullarda olmayanların, „herkese özgürlük“ gibi belirsiz bir kampanyaya katılması en azından gerçeklerden uzaklaşmaktır.
Bilineni tekrarlıyayım. Türkçe, Kürtçe, Ermenice devlet dilleridir. Siyasi konumları, statükoları, yayılma alanları, içinde bulundukları durum Zazaca ile aynı deĝildir.
Zazaca´ya öncelik vermeliyiz. Pozitif ayrımcılık yapmalıyız. Türkçe, Kürtçe, Ermenice konuşan hemşerilerimiz bunu yapabilirlerse, (amiyane tabirle söyleyeyim, acıda ve tasada ortak duygulara sahip ve birlikte hareket edebilirsek) ortak bir Dersim kimligi oluşabilir.
Elbetde sorunumuz sadece dil deĝil. Ama en öncelikli sorunumuz.
(..)
Toplantıda buluşmak üzere.
Sevgiyle.
Sait Çiya