Birinci Bölüm
Soykırım sürecini değerlendirirken genel olarak Ermeni soykırımı, Süryani soykırımı ve Pontos Rum soykırımı diye ayrı ayrı bir ele alış var farklı analizde. Ben şimdi bunun daha derli toplu ifade edilmesi gerektiğinden yanayım.
Kısaca şöyle özetleyeyim.
Bence soykırım süreci 1876 da Abdülhamit’in ilk tahta çıkarılması ile birlikte başlayan bir süreç.ve bu süreç Osmanlı’dan geride kalan topraklardaki son Hristiyan toplulukların sürgün edilmesi, öldürülmesi ve özellikle mallarına mülklerine el konulması süreci.
Aslında bunu büyük Hristiyan soykırımı diye de adlandırabiliriz.
Bu soykırımın çeşitli etapları var. Abdülhamit dönemiyle başlayan İttihat ve Terakkicilerle devam eden ve Mustafa Kemal tarafından tamamlanan bir soykırım olarak tanımlamanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.
Pontos Rum soykırımı maalesef yaklaşık 100 yıldır Türkiye gündeminde, Türkiye kamuoyunda çok fazla dile getirilen ya da bilinen bir olay olarak görülmedi.
Bunun en önemli sebebi soykırımın 19 mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışıyla birlikte değerlendirilmesi gerektiği meselesidir.
Neden?
Soykırım 1911 den 1923’e kadar ki süre içerisinde Pontuslu Rumları da kapsayarak şekillenmiştir.
Ama asıl olarak 19 mayıs 1919’da Mustafa Kemal in Samsun’a çıkışı ile birlikte Pontoslu Rumlar, Helenler açısından, soykırım süreci netleşmiş ve katliamların, sürgünler artık tamamen yok etmeye, imhaya yönelmiştir. Bu yüzden bütün dünyada 19 Mayıs, Pontos Rum soykırımı anma günüdür.
Şimdi bu mesele Türkiye cumhuriyeti devleti açısından baktığımızda çok önemli
bir noktaya denk geliyor.
Bir tarafta 19 Mayıs Türkiye resmi tarihi açısından resmi devleti açısından emperyalizme karşı bir kurtuluş savaşının başladığı süreç ve bildiğiniz üzere çeşitli isimler altında bayram olarak kutlanan bir süreç.
Dolayısıyla Türkiye cumhuriyeti devletinin kuruluşunun en önemli köşe taşını oluşturuyor 19 Mayıs. Bu aynı zamanda şu demek. Geride kalan son Hristiyan topluluğun, son Hristiyan grubun, Helenlerin başta Pontos olmak üzere Küçük Asya’daki Helenlerin toptan yok edildiği, mallarına mülklerine el konulduğu ve cumhuriyetin ilan edildiği, cumhuriyetin kurulduğu yeni devletin kurulduğu bir süreç.
Bu yanıyla bu meselede Pontos meselesini dile getirmek Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna ilişkin değerlendirme yaparken taşın altına elini sokmak gibi zor bir mesele.
Aydınlar, entelektüeller açısından bahsediyorum. Çünkü cumhuriyet öncesi
olduğu iddia edilen Ermeni ve Süryani soykırımları pekala birileri tarafından bu Osmanlı devletinin suçuydu denebilir.
Türkiye devleti bunun muhatabı değildir denilerek savunulabilecekken, Pontus Rum soykırımına ilişkin böyle bir açıklama yapma şansı yok resmi tarihçilerin, resmi devletin.
Dolayısıyla Ermeni ve Süryanileri kapsayan sürece ilişkin bu konudaki inkar, soykırımın bir planlı proje olduğu gerçeğini görmemizi engeller.
Pontos Rum soykırımında bahsetmek devletin varlığını meşruluğunu tartışmak demektir. Aynı şey Türkiye’deki 1923 ten bugüne kendisine muhalif diyen çeşitli sol, sosyalist ya da başka kimlikli muhalif örgütlenmeler açısından da izlediğimiz kadarıyla iç açıcı değil.
Mesele Kemalizm’le karşı karşıya olmak ya da cumhuriyetin kurucularıyla karşı karşıya olmak olunca Pontos Rum soykırımı ne yazık ki 100 senedir dile getirilmedi, getirilemedi.
Ben özellikle bu meselenin öne çıkarılması gerektiğini, resmi tarihle yüzleşmenin, resmi tarihle hesaplaşmanın en temel noktasının cumhuriyetin kuruluşu ile ilgili olduğunu söylemek istiyorum.
Bu da Kemalizm denilen zehirin bir biçimiyle kendisine sol sosyalist diyen muhalif kesimlere kadar etkili olduğunu, bununla yüzleşilmez, bununla hesaplaşılmazsa bahsettiğimiz diğer soykırımların yüzleşmesini, hesaplaşmasını da yapamayacağımızı düşünüyorum. Bu yanıyla soykırımları birbirinden ayırmadan, cumhuriyet öncesi ve cumhuriyetin kuruluşu sürecinde işlenmiş olan bu cinayetlere büyük Hristiyan soykırımı adı vererek tanımlamak gerekir. Bunun dışında cumhuriyet sonrası diğer uluslara diğer inançlara yönelik katliamları da bu çerçevede; karşımızdaki devlet gerçeğini ele alarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
Konuşmamı bitirmeden önce birde şunu vurgulamak istiyorum.
19 Mayıs 1919 çok önemli bir tarih bizim açımızdan. Kuşkusuz katliamların yaşandığı her dönem böyle bir önem arz ediyor ama ben öncelikle bu toplantıyı organize eden arkadaşlara teşekkür etmek istiyorum.
Bu konuda birbirimizden bihaber olduğumuzu fark ediyorum çeşitli dönemlerde. özellikle bizimle ilgili, özellikle Pontosla ilgili maalesef çok az Türkçe kaynak olmasından dolayı Türkiye’deki ya da Türkiye kökenli aydınların, entelektüellerin ve hatta tarihçilerin bu konuya ilişkin çok fazla konuşamamasını, bilmemekten kaynaklı olduğunu fark ediyorum kimi zaman.
Bu duyarlılığı arttırmak açısından aynı düşman tarafından yok edilmiş, aynı düşman tarafından soykırıma uğratılmış ve yüz yıldır inkar edilen ve bugün de canlı bir şekilde pratiklerini gördüğümüz anti demokratik, insan hakları düşmanı, sömürücü, katil kimlikli devletin yöneticileri ve devletin savunucularına karşı birlikte olmanın en önemli koşulunun birbirimizi tanımak olduğunu, birbirimizin tarihini, birbirimizin başına gelenleri bilmek olduğunu düşünüyorum.
İkinci Bölüm
-Zaten bu konuda bazı arkadaşların bazı önerileri olmuştu. Ben belki şunu söyleyebilirim. Birincisi bu ekibin, bu toplanan platformun devamı açısından yüz yüze gelmenin gerekliliğini vurgulayayım öncelikle. Bu büyük ihtimalle ilk etapta Avrupa’da gerçekleştirilebilir. Nasıl organize edilebilir bilemiyorum şu anda. Ama bunun üzerine düşünülmesi lazım bence.
İkincisi bu platformu en azından bugün burada kendini ifade eden çeşitli kesimleri temsil eden arkadaşların görüşlerini paylaştıkları bir sanal ortam olursa, bu Facebook’ta olabilir, başka bir yerde olabilir, bu da bu yakınlaşmaya hizmet edecek bir adım olur diye düşünüyorum.
Biz de elimizden gelen desteği yaparız. Bu gruba belki Lazları da davet etmek gerekir. Çünkü yaklaşık 5-6 senedir kendilerini Devrimci Lazlar diye ifade eden bir oluşum var. Ve düşünceleri hemen hemen buradaki arkadaşların çoğunluğunun düşüncelerine yakın arkadaşlar ve onlar da Lazika’da, Lazistan’da büyük bir mücadele veriyorlar gerçekten 5-6 yıldır özellikle
Onlar da dahil edilebilir diye düşünüyorum..
Gerçekten çok aydınlatıcı şeyler duydum kendi adıma. Kuşkusuz çok kısa zaman aralığında çok şey anlatmak zorunda oluşumuz bir baskı oluşturuyor. Yine de bu birlik girişimi bir adımdır diye düşünüyorum.
Ha belki şu noktayı vurgulamak lazım. Şimdi biz şeyden gerçekten çok yorulduk. Birilerinin bize ağabeylik yapmasından, birilerinin bize yol göstermesinden, işte ağzımızı açtığımızda bize ‘insanız biz kardeşim ne Rumluktan bahsediyorsunuz, ayrı kimlikten bahsediyorsunuz, hep birlikte mücadele edelim’ gibi şeyler söyleniyor. ‘ Asıl mesele sınıfsal meseledir. Düşmanımız ortak, bir tane devlet var. Önce bu devletle kavga edelim’ gibi bize çağrılar yapan, sınıfsal mücadele çağrıları yapan, devlet gerçekliğini tekrar tekrar hatırlatan açıklamalardan
gerçekten yıldık, usandık. Bunlar daha doğrusu bu tür çağrılar, bu tür yaklaşımlar bize bir şey katmıyor doğrusu. Üstüne üstlük burada konuşan insanlar bir grubu, bir yapıyı temsilen konuşuyorlar.
Şimdi ben kişi olarak bir takım dünya görüşlerine sahip olabilirim ama ilgilendiğim, üzerinde durduğum meselenin can yakıcı biçimde yaşandığı yer Pontos ve burada çok değişik düşüncelere sahibiz. İşte bugünkü Türkiye cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde burjuva partilerin a’sından işte solundan sağına kadar tüm yelpazesinde yer alan ama kendisine bir biçimiyle Pontoslu diyen, Rum diyen, Rumca konuşan ya da konuşmayan büyük bir çoğunluk var. Bu çoğunluk hepinizin bildiği üzere yaklaşık 100 yıldır Türk milliyetçiliğiyle asimile edilmeye çalışılan ve burası Türklerin yurdudur diye de çeşitli şehirleri nam yapmış bir coğrafyadan bahsediyoruz. Her şeyi bir yana bırakalım bizim yaptığımız bu çalışmaları işte Rumların etnik kimliğine dayanarak, onların yaşadığı adaletsizliği, haksızlığı adalete çevirme mücadelesi olarak değerlendirenler olabilir. Ya da Türkiye devletinin kuruluşu ile ilgili ideolojik bir yaklaşım sergilediğimiz, dolayısıyla da bugüne kadar sistemle Türkiye
hükümetiyle problemi, sorunu olan kesimlerin aslında yanlış bir tarihsel bakış açısına sahip olup, yanlış bir strateji belirledikleri iddiasında olduğumuz da düşünülebilir.
Hepsini bir yana bırakalım bence Türkiye devleti sınırları içerisinde kuzey diye ifade edilen ya da Karadeniz diye ifade edilen o coğrafyada lazım olduğunda asker olarak işte Kürtlerin karşısına dikilen, lazım olduğunda eline silah verilip gazetecileri, aydınları, entelektüelleri sırtından vurabilen bir potansiyelden bahsediyorum. Potansiyel bir topluluktan ,gruptan bahsediyorum. Bunun arka planının 100 yıl önce yaşananlarla ilgili olduğunu söylüyorum, söylüyoruz aslında. Bu yanıyla bu tür toplantılarda, özelliklede bu tür toplantılarda görüşleri, bakış açıları bilinen insanların davet edildiği bu tür toplantılarda bu çağrıların, yani biraz önce bahsettiğim sınıfsal bakış açısına sahip olmak, etnik merkezli bakmamak gibi çağrıların çok fazla bir şey ifade etmediğini belirterek cümlemi, konuşmamı bitiriyorum.
Hepinize tekrar çok teşekkür
Kaynak: https://www.simurg-news.com/komunar-bellek-tele-konferanslari-pontusrum-soykirimi-tamer-cilingir/