Herhangi bir süreci doğru anlamak, onun bütün yanlarını takip etmekle olanaklıdır. Böyle bir yöntem bize doğru eleştiri ve çıkarsama, öneri sunma olanağı sunar. Amaç, bir sürece, düşün biçimine katkı sunmak ve onu doğru yönlere kanalize etmek ise eğer, öncelikle muhatap kişi ve grupların tam olarak ne düşündüğünü bilme zorunluluğu vardır. Her somut organizasyonun ve düşüncenin bir evrimleşme süreci vardır aynı zamanda. Bunu gözden ırak tutamayız. Hakkaniyet, toplumsal örgütlemelerde son derece önemlidir. Kalemi kırmak, geri dönüşü olmayan tutumlar takınmak, kamil insanın işi olamaz.
Dersim Meclisi Girişimi iki yıldır çalışıyor. Kongreyi toplama tarihine hesaplarsak üç yıllıkk bir süreç eder bu. Bu çabaya dahil olan herkesin ortak derdi, en geniş temsiliyeti sağlamak oldu öteden beri. Bunun nasıl sağlanabilineceği hemen hemen her toplantının değişmez gündem maddesi oldu. Önaçıcı her görüş ve öneri sahiplenilmiştir. Somut donelere dayanmıyan, önyargılı, ötekileştirici, ayrıştırıcı, bu anlamda birleştirici değil yıkıcı eleştirilere doğal olarak değer verilmemiştir, bu tür eleştiri sahipleri ile polemik yapılmaktandan kaçınılmıştır. Bu, söylenecek sözümüz olmadığından değil, minder dışına çekilmeye karşı doğru bir duruştur. Polemikler üzerinden kendimizi ifade etmemek, düşüncelerimiz üzerinden kendimizi anlatmak doğru olan tutumdu, böylece de devam edilmelidir. Bu meyanda açıktır ki, sosyal medya üzerinden yapılan itibarsızlaştırmanın, sahiplerine de, Dersim toplumuna da bir getirisi yoktur. Biz, herhalükarda, bunu yapan arkadaslarimızın da yanlışlarının ayırdına vararak bir şekilde sürece dahil olup, katılım sağlayacakları beklentisi içinde olduk. Lafı çok uzatmadan toparlayacak olursam, söyleyeceğim şudur:
Bireylerin kendi özgün düşünceleri üzerinden, bütün toplumun var ya da yokoluş sorunu ile doğrudan ilintili olan bir paradigmayı itibarsızlaştırma çabası, kötü niyet değilse eğer, akıl tutulmasıdır. Dersim Meclisi ya da Dersim Kongresi çalışması içinde olan her Dersimli bireyin kendince bir siyasal gecmişi, geldiği „gelenek“ vardır. Bu realitemizden dolayı kimsenin kimseyi Fizan‘a sürme hakkı yoktur. Dersim‘in dertlerine derman arayacak olanlar da sonuçta yine Dersimliler olacaktır. Şüphesiz ki, her bireyin kendince yanlış bulduğu siyasi düşünce ve eğilimleri eleştirme hakkı vardır. Ancak bu hak kindar bir şekilde kullanılmamalıdır.
Dersim Kongresi, sınıf çelişkileri üzerine oturan bir örgütlenme değildir. Bilinen anlamıyla ulusal bir örgütlenme de değildir. Bu anlamda, birtakım semboller üzerinden kendini ifade etme yolunu seç-memiştir. Bu meyanda, „Dersim Kongresi felakete çağrıdır“ kurgusu üzerine bina edilmeye çalışılan fikrin ne hakkaniyet ile ilgisi var, ne de somut verilere dayanıyor. „FELAKET“ kurgusu üzerine şekillenen bu fikrin sahipleri, önce empati kurmayı, dinlemeyi ve anlamayı denemelidirler derim. Bu yetiyi edinemeyenlerin söyledikleri, ya da söylemeye çalıştıkları doğrular, kalem kırdıkları hüküm kararlarının gölgesinde yok olur. Haklı olarak „öfke baldan tatlıdır“ sözüne sürekli vurgu yapan dost-larımız, öfkelerine yenik düşüyor ne yazikki. Bu, üzücü bir durumdur.
Dersim‘in özgünlüğünü, farklılığını baz alan, bunun neden ve niçinlerini bütün yanları ile ifade etmeye çalışan bir çabadır söz konusu olan. Ve bu çabanın çeyrek asırlık bir evveliyatı vardır. Bu çabaya omuz veren yüzlerce insanın emeği üzerinde şekilleniyor sonuçta her şey. Bütün bu çabalar kiymetlidir. Biri diğerini tamamlamıştır, tamamlayacaktır. Bunu, en iyi nehir metaforu ile açıklayabiliriz. Maharet, bilgelik nehiri görmek değildir. Nehiri oluşturan küçük dereleri, çeşmeleri, yağmuru, seli hatta çiy tanelerini görebilmektir. Her biri ötekine hayat kazandırır. Ancak ne yazık ki, hayatı kendi ile başlatıp, kendi ile bitiren hastalıklı bakış açıları bu basit gerçeği içselleştiremiyor, bunu bir davranış ve düşünüş normuna dönüştüremiyor. Yol ayrımlarındaki kimi ayrı düşüşler, bu bakış açısını karartmamalı oysa. Hayat, bize o yol ayrımlarınn başka momentlerde yeni buluşmalara, kesişmelere dönüştüğünü çokca göstermiştir halbuki.
Tekrarların bıktırıcı olduğunu biliyorum. Ama görünen o ki, bazen bunu yapmak bir zorunluluk oluyor. Yaklaşık bir milyon Dersimli dünya ve Türkiye diyasporasında yaşıyor. Rakamlar neredeyse yarı yarıya, yarımşar milyon yani. Bu durumun yolaçtığı, henüz tam görünür olmayan, ama zaman içinde iyice görünür hale gelecek yığınca toplumsal proplem ile yüzyüze kalacaktır Dersim insanı. Biz bunlar üzerine kafa yormuyoruz. Sorunun vahametinin anlaşılması için burada bir parentez açarak bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Göçmen işçi ve özgün örgütlenmesi tartışmalarını hatırlayın. Her şey bir yana, tek başına bu durum bile diyasporada Dersimlilerin kendi sorunlarına yüzünü çevirmelerini gerektimiyor mu?
İç Dersim’de, yani Mameki’yede, en iyimser rakama göre sayısı 40 bin olan, kasabalara hapsedilmiş bir nüfus gerçekliğinden bahsediyoruz. Bahsediyoruz da, buna karşın ne öneriyoruz? Dersim Kongresi fikrine karşı olanların elle tutulur bir önerileri var mı? Olguları alt alta sıralamakla yetinmek, hangi derde devadır? Herkesin gördüğü ve her fırsatta dillendirdiği şiddet sarmalını dile peleseng etmekle yetinmek neyi çözecek? Dersim Meclisi, çok net bir şekilde şiddet sarmalının son bulması gerektiğıni ikirciksiz bir tarzda defalarca ifade etmiştir. Tüm Dersimli bireylerin kendileri ile yüzleşmesi gerektiği son derece açıktır. Bu bir vicdan muhasebesidir. Bu muhasebenin tam olarak yapilabilirliği de bir aydınlanma süreci ile doğrudan ilintilidir. Şöyle bir derdimiz var. Bununla ilgilenmek önceliğimiz değil midir? Parçalanan toplumsal birliği tarihsel ve kültürürel değerlerimizde varolan normlar üzerinde yeniden inşaa etmek. Öyle ise, buna denk düşen yol ve yöntemler geliştirmek zarrureti yok mu? Peki bu nasıl olacak? Bunu, farklılıklarımızı birbirimize tahammül ederek tartışma kültürü edinerek, hep acaba sorusunu sorarak, kapıyı kapamadan yapmak dışında bir yol var mı? Yok. Vallahi, kuru ajitasyon, tumturaklı “ben” ile kurulup “ben” ile biten cümlelerle bunu kimse başaramaz. Sırf kendine demokrat olmakla hele hiç olamaz. Zehir akan kalemler, egolarını tatmin eder belki, ama birleştirici, yapıcı, tolumsal dokuyu onarıcı rol oynayamazlar. Kerameti kendinden menkul davranış normlarından kaçınmak Dersim’e yaplacak en iyi hayırdır. Dersim’in bir tek canı dahi kaybetmeye tahammülü yoktur. Buna odaklanmak durumundayız. O topraklarda her tür düşünce biçiminin özgürce, hiç bir mahalle baskısı hissetmeden kendini ifade etmesinin iklimini yaratma gibi ağır bir sorumluluk altındayız. Dersim Meclisi ve Dersim Kongresi bu ihtiyacın bir tezahürüdür aynı zamanda. Başarılı olmasının kolay olmadığı açıktır, ancak başkaca da seçenek yoktur.
Dersim’de İstihdam Nasıl Gerçekleşir?
Kimi çevreler sırf Dersim Kongresi‘ne karşı olma adına aklın sınırlarını zorluyor. Dersim Meclisi‘nin mutakabat metinlerinde ifade edilmeyen kurgu ve düşünceler ona malediliyor önce, sonra da bunun üzerinden eleştiri bina ediliyor. Her şeyden önce etik bir tutum değil bu. „Bence şöyle olmalı“ diye başlayan cümleler kurarak fikir ifade etseler sorun yok. Yanlış önermeler olsa bile ağırlığı olur ve çıkarsama yapma olanağı sunar okuyucuya. Örneğin, Tunceli Barosu Başkanı Barış Yıldırım, çok nazikce, ön görülen maden çıkarma metodlarının çevreye nasıl zarar vereceğine dair konu uzmanlarının raporları ve görüşleri olduğunu hatırlatıyordu haklı olarak. Dersim Kongresi Sözleşme Taslağı’nda da buna ilişkin kısa atıflar var. Şimdi, yağma ve talan ekonomisinin tüm ülkeyi ne hale soktuğuna gözümüzü kapayarak, olan biteni yok sayarak, vehme kapılarak yürütülen eleştirinin kıymeti var mı? HES projelerinin yolaçtığı yıkımı sağır sultan bile duydu. Barajların yapımını iptal eden mahkeme kararlarına rağmen bunda ısrar nedir? Barajların yapılmasındaki ısrar, bölgeyi insansızlaştırma politikasının bir versiyonu degil de nedir? “Sol da baraj yapımına karşı duruyor” diye mi bu kadar alerji? Sahi nereye koşuyoruz? Bu cümleleri içim acıyarak kuruyorum. İtham olarak anlaşılmamalı ama, bu savrulmayı da izah etmek gerekiyor. Merkeze bağlı Sanu (Sinan) köyünde, mevcut yasalara aykırı bir şekilde, tas ocağı açılmak isteniyor. Mevcut yasalar, böyle bir işletme için yerleşim alanından en az 25 km uzaklık şartı öngörüyor. Orada yaşayan insanların, yerleşim alanlarının yanıbaşında yasadışı olarak gerçekleştirilmek istenen bu işe karşı çıkışlarını, hak arayışlarını istihdama karşı olmak olarak mı anlamalıyız? Toprağı, havayı, suyu kirleten yatırım biçimlerine karşı olmak ne zamandan beri istihdama karşı olmak oldu, bilen var mı? Bu söylem bana yabancı değil ama, nereden yabancı olamdığını söylemiyeyim en iyisi. İstihdam mı istiyorsunuz? Tonlarca yolu var bunun. Organik tarım, hayvancılık, pilger (inanç) turizmi, profesyonel su sporları tesisleri, dağcılık tesisleri, dinlenme merkezleri, kayak turizmi, tarihsel mekanların değerlendirilmesi, sebze ve meyve üretimi, arıcılık, et ve süt ürünleri konbinaları, tekstil atölyeleri vb. gibi. Ancak, sonuçta sermaye yatırımıdır bunlar ve güvenli siyasal ortam arayışı ile doğrudan ilintilidir. Bu siyasal iklimin yaratılmasında Dersimliler olarak nasıl davranmalıyı elbetteki konuşmalıyız. Bana göre, Dersim Kongresi aynı zamanda bu kanalları açan bir işlev de üstlenebilir. Bu elbette kolay olmayacaktır. Felaket senoryaları üreterek, vur abalıya tavrı ile olmaz bu işler. Utangaç baraj savunuculuğunu, renksiz şekilsiz liberalizmi her şeyin yerine ikame ederek hele hiç olmaz. Toplumsal sivil bir örgütlenme çabasını, aşağıdan, doğrudan katılımı esas alan, her türlü manipülasyonun örtük bir şiddeti içerdiğinin ayırdında olan, gün görmüş, bu anlamda söylediği her cümleyi defalarca düşünen insanları, vicdana sığmayan, yaralayıcı bir tarzla itham eden subjektiv bir yöntemle olmaz. Soyut tartışmalar bize yol aldırmaz. Kendimizi dışarıya anlatmada zorlanmıyoruz. Biribirimize anlatmada zorlanıyoruz. Bunun nedenlerini sorgulama ihtiyacı duymalıyız. Ortak bilinç ve bellek oluşuyor bir çok konuda. Konuyu dağıtmamak adına sıralamıyorum bunları ama, kimi dostlarımız Amerika’yı yeniden keşfetme edasında. Sanıyorlarki, kendileri dışında bunları kimse bilmiyor. Ve bunları büyük bir gururla gözümüze sokmanın dayanılmaz hafifliği modundalar. Ne diyeyim, travma toplumuyuz. Artık bu kadarını da hoş görüyoruz ama, müsadenizle bir serzeniş hakkımız da olsun. Yapmayın, günahtır diyelim bari.
Ak saçlı bir kardeşimiz de her zamanki gibi racon kesiyor ve devamla Dersim Meclisini mağdurlar kursun önerisi getiriyor. KARGADAN BAŞKA KUŞ TANIMIYORUM havasında. Şunu diyor: Geçmişte sol gelenekte yer almış olanlar olmasın! Bilmiyen de sanirki, arkadaşımız ebediyen başka galakside yaşamış. O, hep doğru, hiç yanlış yapmamış sütten cıkmış ak kaşık. Peki, arkadaşımızın bahsettiği Dersim’de ki şidettin mağdurları neden Dersim Kongresi’nde yer almasın? Buna engel olan bir tutum ve anlayış mı var? Yok. Ama birileri, parçlanmış Dersim birliğini kaşıyarak istikbal arıyor. Mesela Hakis’li bir Dersimlinin Meclis toplantılarına katılarak, maruz kaldığı zoru dillendirdiğini bilmiyor arkadaşlarımız. Toplantıya katılan diğer insanların konuşma hakkından feragat ederek bu insanımızı can kulağı ile dinlediğini de bilmez bu arkadaşlar. Çünkü, onlar önyargılarını kusmaktan başka bir iş yapmıyorlar. Yine, Dersim’de şiddete ve zora maruz kalan ve mağdur olanların tespiti için bir alan calışmasının gerkliliğinin defalarca dile getirildiğini de bilmezler, ya da bilmemezlikten gelir bu arkadaşlarımız. Yaşama hakkının kutsallığına yapılan vurguların da önemi yoktur bu arkadaşlarımız için. Ne yapalım peki? Kalemimizi kılıç keskinliğinde bileyip, kamplaştırıcı cepheler mi açalım? “Milis torunları” gibi ucube genellemeler mi yapalım? Beğenmediğimiz insanları, aşiret mensubiyetinden yola kalkarak sizin gibi linçe mi tabi tutalım?
Hayır, sizin gibi yapmayacağız. Bedel edebiyatı da yapmayacağız. Dernek koltuklarına yapışıp kalmayı varlık yokluk meselesi yapma geleneğini de kıracağız. Üzerine oturulan o vazgeçilmez meret koltuklar altından da olsa sonucta oraya kıçımız ile oturuyoruz. Kimse kimseden üstün değildir. Aslolan söz ve davranış bütünlüğüdür, gerisi teferuattır. Farklılıklar, aykırılıklar zenginliğimizdir. Niyet okuma gibi bir tutumumuz olmadı, olmayacaktır da. Gölgesi ile kavga edenler devam etsinler. Bütün fikirlere önerilere değer verdiğimiz ortadır. Aleni bir faaliyet yürütüyoruz. İnsanlarımızın kapısına kadar gidiyoruz, düşünceleri toplayıp harmanlama çabası içindeyiz. Yayın ilkelerimizi aşmayan her türlü yazıyı yayınlıyoruz, bu yazılara dip notlar düşmeyi bile zul sayıyoruz. Kendimizi her defasında kollektiv olarak sorguluyoruz. Neden, niçin sorusunu çok şükür yazın ve düşün soframızdan eksik etmemeye çalışıyoruz. Basit karşıtlıklar üzerinden düşünce üretmenin yıkıcılığının farkındayız. Ne yapalım? Toplumsal hayatta emeklenmeden yürünmüyor. Genelleme yapmamaya itina gösteriyoruz. Anların gerekli kıldığı düşün tarzını olmazsa olmazımız yapmaya özen gösteriyoruz.
Toparlayacak olurasak:
Eleştirilerin dayandığı argümanlar olmalı. Sözün ağırlığı ve karşılığı olmalı, “Xişto’nun da hançeri var “desinler diye yazılmaz.
27 Şubat 2018
Gerek Hilafetçi Osmanlı, gerek Meşrutiyet, gerekse Cumhuriyet Dersim’i “sorun” gördü. Baskı ve katliamlar hiç eksik olmadı. Büyük yaralar açıldı. Kapanmadı o yaralar. Zira tedavi eden olmadı Dersimliler’in yarasını. Bu nedenle Dersimliler’in tarihsel ve toplumsal yaraları hâlâ kanamaya devam etmektedir. Tedavi edilmeyen bu yaralar Dersimliler’in düşün ve duygu dünyasında derin ve kalıcı yarılmalara neden oldu.
Geçmişte yaşanmış sorunlar, doğru bir zeminde adaletli bir yaklaşımla ele alınmaz ve çözülmez ise geçmiş hiçbir zaman geçmiş olmaz. Yeni biçimlere bürünerek her zaman bireylerin ve toplumların yaşamında var olmaya devam eder.
Geçmişinde çözülmemiş sorunları, kanamakta olan yaraları olan toplumlar/bireyler,bugününü örgütlemede ve geleceğini inşa etmekte ciddi sorunlar yaşarlar.
Bunun en önemli nedenlerinden biri toplumsal travmadır. Yani toplumun ortak akıl ve ortak duygusunun parçalanmış olmasıdır.
Travmanın tedavisi, yaraların sarılması dolayısıyla bugünün ve yarının sağlıklı biçimde inşa edilebilmesi bir hesaplaşma/yüzleşme süreciyle mümkün olabilir.
Hesaplaşma/yüzleşme ise ortak etik değerlerin, ortak aklın yön verdiği örgütlü bir toplumun eseri olabilir.
Dersim toplumunun sorunları üzerine uzun yıllar değişik kurum ve bireylerin çabaları oldu. Bunların her birinin kendi koşullarında kıymetli olduğunu teslim etmek gerekir.
Ancak bu çabalar Dersim toplumunun ortak aklını oluşturarak stratejik bir plan dahilinde kalıcı mevziler yaratmaya yetmedi. Zira parçada düşünüldü. Bir yanıyla tek etnik köken veya inanç üzerine kimlik inşa etme (parçalı kimlik) mücadelesi çoklu “Dersim kimliği”nin önüne geçti.
Öbür yanıyla da Dersimliler’in enerjisi ağırlıklı olarak güncel siyasal ve sosyal sorunlara kanalize oldu.
Son 30 yılda görüldü ki “parçalı kimlik” (aynı zamanda tekleştirici) düşüncesi Dersim’de ve Dersimliler’de beklenen karşılığı bulmadı/bulamadı. Toplumun büyük kesimi çoğulcu “Dersimli” kimliğiyle tanımladı kendini ve böyle yaşamayı benimsedi.
Elbette her etnik, inanç veya siyasi kimliğin kendini var etme (inşa etme) hakkı tartışmasız kabul edilmelidir. Sorun, bütün bir tablonun her bir parçasının, kendisini bütünün yerine koyması, dolayısıyla da diğer kimliklere yaşam hakkı tanımama anlayışı ve pratiğindedir
Hiçbir kimlik, kendi varlığını başka kimliklerin yok edilişi üzerinden var etmemelidir.
Bazı coğrafyalar ve toplumlardaki tarihsel, toplumsal ve siyasal gelişmeler diğerlerinden farklı seyirler izler. Dersim bu özgünlüğü taşıyan, koruyan halklar ve kültürler yurdudur. Buradaki tüm kimliklerin birbirini etkileyen, besleyen ve içiçe duran özellikleri vardır. Bu hakikati kabul ederek düşünen ve hareket eden her Dersimli aslında yeni ve ortak “Dersimli” kimliğini benimsemiş demektir.
Dersim Fikriyatından Dersim Meclisi Fikriyatına…
Uzun yıllar, “Dersim fikriyatı” üzerine düşünen ve bunu değişik biçimlerde savunan Dersimliler oldu. Ancak “parçalı akıl” ve “parçalı kimlik” düşünüş sürecinin doğası gereği bütünü kapsayamadı…
2015 yılının son aylarından itibaren bazı kurumların çabasıyla bir grup insan, Dersimliler’in “parçalı aklı”nın ürünü olan dağınık duruş ve rekabetçi tarzın yarattığı olumsuz tablo üzerine sohbetler yaptı. Bu sohbetler ve çabadan “Dersim Meclisi Fikri” doğdu.
2016 yılı Şubat ayında Almanya’da yapılan toplantı, “Dersim Fikriyatı”ndan “Dersim Meclisi Fikriyatı”na doğru yürüyüşünde başlangıcı oldu.
“Dersim Meclisi Girişimi” olarak tanımlanan ve şekillenme sürecine giren düşünce Avrupa’da ve Türkiye’de çalışmalarını sürdürdü/sürdürüyor.
Bu fikir Dersimliler arasında düşünsel planda önemli ilgi gördü/görüyor. Ancak Dersimli kurumların (dernek vb) bir kısmı bu düşünce ve girişime mesafeli durmaktalar.
Zira onlardan bazıları bunu kendilerine karşı bir girişim olarak algılamaktadırlar. Bu algının birden çok nedeni olduğu söylenebilir.
Birincisi; bu algının parçalı düşünüş ve parçalı duruştan kaynaklı olması.
İkincisi; rekabetçi bir anlayış ve tarzın ağır etkisi.
Üçüncüsü; mevcut kurumların Dersim meselesi ve davasını “dernekçilik ufku”nun ötesine taşıyamamış olmalarının önemli payı olduğu söylenebilir.
Dördüncüsü; ve en önemlisi Dersim davasını tarihsel, toplumsal özgünlüğü boyutundan kopararak, genel siyasal ve sosyal konular bağlamında ele alınmasıdır.
Gerek Türkiye de, gerekse Avrupa’daki Dersimliler’in bu “parçalı” ve “rekabetçi” durumu, toplumun önemli bir kesiminin örgütsüz ve atıl kalmasında önemli bir paya sahiptir. Söz gelimi; aydınlar, sanatçılar, akademisyenler, işverenler, kanaat önderleri gibi kesimlerin Dersim davası/sorunlarına dair görüş ve enerjilerini toparlayabilecek seçeneklerden yoksun olmalarını veya büyük bir boşluğun yaşanmasını başka türlü açıklamak olanaklı değildir.
Bu tabloda Dersim Meclis Girişimi, toplumun düşün dünyasında yeni ufukların açılmasının önünü açabilir. Çoğulcu Dersimli kimliğinin oluşumu ve yeni bir toplumsal aydınlanmanın olanaklarını yaratabilir.
Toplumun düşünsel, kültürel, ekonomik, inançsal dağınıklığının, doğa ve çevre mücadelesinde yaşanan “parçalı”lığın giderilmesinde yeni iletişim kanalları açılabilir, yeni kurumsal oluşumları gerekli hale getirebilir.
Yerel sorunları sadece yerel bir akıl ile değil, evrensel bir akılla çözmenin fikri zenginliğine ulaşabilir.
Dolayısıyla “Dersimli olma” düşünsel zemini üzerinden, yeni bir kurumsallaşma aşamasına geçmek zorundadır Dersimliler…
Dersimliler üç konuda stratejik bir görüş oluşturmak ve buna uygun kurumsal yapı inşa etmek durumundalar.
Dersimliler’in Ortak Aklı
Egemenler bir toplumu yok etmek veya teslim almak için önce onun tarihsel, toplumsal, kültürel belleğini yıkar/parçalar ve yerine kendi ideolojik sembollerini inşa eder. Bu durumda toplumu bir arada tutan değerlerden ve sistematik düşünme kapasitesinden yoksun bırakır. Dersimlilerin yaşadığı ağır tarihsel, toplumsal ve siyasal nedenlerle düşün ve duygu dünyasının parçalı olduğunu tespit etmek gerekir.
Bu nedenle; öncelikli olarak Dersim Meclis Girişimi bu travmatik/parçalı durumun nedenlerini analiz etmek ve gerçekçi bir tespit yapmak için bilimsel çalışmalar yapmalıdır. Devamında özgün yöntemler kullanarak bu parçalı öznelerle güven ve saygınlık ilişkisi oluşturmayı hedeflemelidir. Bireyler ve kurumlarla kurulacak saygın ve güvene dayalı ilişkiler üzerinden “ortak akıl”a ulaşmayı hedeflemek ve çalışmalarının ana eksenine bunu yerleştirmek durumundadır.
Geleneksel düşünüş kalıpları ve iletişim yöntemleriyle yeni bir düşünce oluşturmak ve topluma benimsetmek olanaklı değildir.
Ortak akıl oluşturma sürecinin sağlıklı gelişebilmesi için Meclis Girişimi toplumda yaygın olan her türden reaksiyonel ve rekabetçi anlayışla arasına kalın hatlar örmek ve kararlı/istikrarlı bir duruş göstermek durumundadır.
En temel mesele ve konularda bile, Dersimliler’in ne ortak düşüncesi, nede ortak duruşu vardır. Acılarda bile ortaklaşamayan, yaşadıkları Tertele’ye dair ortak bir düşünce ve davranış oluşturamayan bir hakikatle yüz yüzeyiz. Öncelikle bu hakikati kabul etmek ve bunun nedenleri üzerine bilimsel aklın ürünü olan çalışmalar yaparak ortak bir düşünce oluşturmanın yaşamsal bir öneme sahip olduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Etnik ve inanç kimliği, kültürel ve siyasi kimliği ne olursa olsun (ırkçı ve dinciler hariç) tüm Dersimlileri tarih, toplum, kültür, doğa, inançlar, diller, ekonomi vb temel konularda bir araya getirebilecek, bu tür temel konuları bilimsel normlarda araştırıp anlatabilecek ve birbirinden öğrenebilecekleri yeni bir sürece ve bunun sonunda ortak aklın oluşumuna ihtiyaç vardır.
Dersim toplumunun yeni bir aydınlanmaya, yeni araçlara, yeni mücadele yöntemlerine ve yeni mevzilere ulaşması gerekir. Aksi durumda toplum olarak varlığını sürdürmenin tüm dinamiklerini kaybeder.
Dersimlilerin bir “kimlik” bunalımı yaşadığını söylemek mümkün. Ancak daha da önemlisi toplumda bir “kişilik erozyonu” ve “etik değerler” sorunu olduğunu da tespit etmek gerekir.
Bir toplumda kimlik ve kişilik ilişkisinde ciddi bozulma varsa bu, büyük bir çözülme ve yıkım yaşandığını göstermektedir.
Yani travmanın ve bellek yitiminin toplumsal ve kişisel değer yitimindeki etkilerinin yanı sıra; kapitalist sistemin, bölgede uzun yıllardır süren şiddetin parçalayıcı ve çürütücü etkilerinin de üzerinde durmak son derece önem kazanmıştır.
Belirtmek ve kabul etmek gerekir ki; bir toplumun düşün dünyasını oluşturan, şekillendiren ve yön veren en önemli kesim o toplumun düşün insanlarıdır; yani aydınları ve sanatçılarıdır. Ne yazık ki Dersimli aydın ve sanatçıların önemli bir bölümü söz konusu “parçalı akıl”ın ve rekabetçi tarzın sıradan bir bileşeni olmayı tercih ederken, diğer önemli bölüm aydın ve sanatçının ise tarihine, kültürüne, toplumuna karşı taşıması gereken sorumluluktan uzak durmayı tercih etmeleri büyük bir kayıptır.
Ortak akıl sürecinin özneleri olan Dersimli düşün insanlarını (aydınlar, sanatçılar) şimdiye kadar yapmadıkları/yapamadıkları ödevlerini acilen yapmaya ve vefaya davet etmeliyiz. Ortak akıl oluşturma süreci bu perspektifle sürdürülür ve gerekli olgunluğa ulaştığında da bir “Dersim Kongresi” toplanarak yeni bir aşamaya geçilebilir. Bu aşama Dersim Meclisi’nin kuruluşudur.
Dersimliler’in Temsiliyeti
Dersim’de yaşayan Dersimliler’in nüfusu her geçen gün azalmaktadır. Ağırlıklı olarak Türkiye’nin değişik kentlerinde, Avrupa da ve başka ülkelerde yaşamaktadırlar. Hem ortak aklın oluşturulamamış olması, hem de rekabetçi düşünce, duygu ve davranışları nedeniyle Dersim ve Dersimliler bir temsiliyet sorunu yaşamaktadır.
Bu kadar ağır sorunlar yaşamış ve yaşamakta olan bir toplumun kolektif temsilden yoksun kalması büyük bir açmazdır.
Ortak akılın oluşturulma sürecinin sağlıklı ve başarılı sürdürülmesi aynı zamanda ortak iradenin/temsiliyetin oluşturulmasının koşullarını yaratır.
Halklar ve kültürler yurdu (Kırmanciya beleke) olan Dersim coğrafyasında ve Dersim dışında yaşayan tüm Dersimliler’in sorunları/davası için ulusal ve uluslararası alanda sürdürecekleri her türlü mücadelede bir temsil mekanizmasının olması yaşamsal öneme sahiptir.
Temsiliyet meselesini mevcut kurum ve çevrelerin “parçalı kimlik” dayatmaları ve rekabetinden kurtarmak, tüm kimlikleri “Dersimli” kimliği ve “Kırmanciya Beleke” (Kırmançlar’ın çok kültürlü, çok renkli ülkesi) persektifi ve demokratik toplum bireylerinin katılımıyla ele almak gerekmektedir.
Bunun nasıl oluşacağı, nasıl işleyeceği ve ne tür somut işler yapacağı sorusu Dersim Meclisi iradesiyle yanıt bulabilecektir.
Dersim’in Statüsü
Dersim inanç yapısı ve inançların birbiriyle ilişkisi, değişik etnik kimliklerin bir arada yaşaması ve ilişkileri, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı (dinli) özelliğinin yanısıra, doğası ve doğa insan ilişkileri nedeniyle de dünya kültürel mirasının ve doğal hayatının önemli bir parçası/değeridir.
Bu özgünlüğün/değerlerin korunması sadece Dersimliler için değil, insanlık için büyük bir zenginlik ve kazanımdır. Bu nedenlerle Dersim tekçi devlet zihniyetinin hedefi olmuştur ve olmaktadır. Egemenlerin tekçi politikalarına karşı kararlı bir duruş göstermenin yanısıra Dersim her türlü kimlik ve çıkar çatışmasının, siyasal rekabetin dışında tutulması gereken bir doğa harikası ve kültürler beşiği olarak korunması gereken bir coğrafyadır.
Dersim dünya da ve bölgede özel bir statü hak eden özgünlüğe sahiptir. Kendi kendini yönetmesiyle ancak bu özgünlüğünü koruyabilir. Mevcut rejim veya iktidar seçeneklerinden hiç biri Dersim’in bu zenginliğini anlayabilecek/koruyabilecek durumda değildir. Kendi kendini yönetmesi oranın özgünlüğü nedeniyle bir statüye kavuşturulmasıyla mümkün olabilir…
Bölgede ve ülkede yaşanan politik süreç yeni devletlerin oluşumu ve yeni yönetim biçimlerinin tartışılacağı gözönünde bulundurulursa “statü” meselesi daha da önem kazanmaktadır…
Tüm bu sorunların bir arada konuşulabildiği, farklı kimlik ve fikirlerin değer gördüğü ve saygıyla birbirini kabul ettiği, güvene dayalı güçlü bir iletişime ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç yeni bir düşünsel üretimi ve yaklaşımı, yeni bir platformu gerekli hale getiriyor.
Dersim Meclisi fikriyatı doğru anlaşılır, doğru tartışılır ve bir kongreyle rafine edilerek Dersim Meclisi’ne dönüştürülebilirse ortak akılın oluşumunu, temsiliyet sorununu çözebilir. İşte o zaman “Dersim’in statüsü”ne dair stratejik plan oluşturmak ve çalışmalar yapmak mümkün olabilecektir…
Aralık 2016-Ocak 2017
İnsani kamillerimizin değerleri önemsemek anlamında kullandıkları bir sözdür.
Bir yanda Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Dersim’e uygulanan baskı ve asimilasyonlar, özellikle ’37-38 süreciyle yaşatılan blinç kırılması, öte yanda sol ve Kürt Ulusal Mücadelesi ile yaşanan süreç sonucu zayıflayan veya kısmen yok olan Dersimlilik bilinci gibi durumlarla karşıkarşıyayız.
Özellikle Türkiye ve Dersim’deki Dersimliler açısından kendi olmak, kendini yaşamak, elde kalan değerlere sahip çıkmak ve onlar üzerinden tekrardan “kendini var etmek” arayışı gibi bir değişim ve gelişmenin içindeyiz. Kapalı bir toplum olarak coğrafyanın da sunduğu avantajdan dolayı kendi olmayı bir çeşit yaşayan Dersimliler, öncesini saymazsak dahi T.C. Devleti’nin 80 yıllık planlı ve proğramlı yok etme ve asimilasyonun yanı sıra son 30-40 yıllık “ulusal” mücadelenin ideolojik ve baskı aygıtlarıyla değişime tabi tutuldular.
Bilgi kirliliği ve istemleri dışında vuku bulan değişimlerin farkına varılması ve özgün bilgilerin ifade edilmesi, dil, kültür ve inanç bazında hedef birliğinin sağlanması, kolektif bilincin harekete geçirilmesi, birlikte düşünme, birlikte çözüm arama, birlikte karar alma, yönetimde ve kararlarda ahengin ve uyumun sağlanması ancak ortak aklın kullanılması ile mümkün olmaktadır.
Ortak akıl, birden fazla kişinin toplanarak bir konu hakkında akıl kapasitelerini ve düşünce güçlerini birleştirmesidir. Zereweşiye kültürü gereği mevki, makam ve benlik duygusundan arınmış bir şekilde karşıt fikirlerin yarattığı zengin düşüncelerin sentezlenerek, tek bir kişinin düşünemeyeceği kadar büyük bir aklın ortaya çıkmasıdır.
Ortak akıl bir konuyu çok boyutlu bir bakış açısı ile değerlendirmek, kolektif bilinci harekete geçirmek, konunun gelecek vizyonunu tanımlamak, strateji ve eylem planları belirlemek anlamında önemlidir.
Günümüzde sivil toplum kuruluşları fikirlerini, yapacaklarını daha hazırlık aşamasında iken toplumla veya ilgili kişi ve kuruluşlarla paylaşırlar. Toplumu bilgilendirerek, plan ve projelerini yaparken baştan itibaren konuya dahil olabilecek kişi ve kuruluşlarla değişik yol ve yöntemler kullanarak görüş alış verişinde bulunurlar ki, bir yandan yapmak istediklerini ona göre şekillendirmelerini, uygulamalarını, öte taraftan da düşüncelerinin toplum tarafından daha rahat kabul görmesini sağlasınlar.
Yapılan çalışmalarla ulaştığımız asgari müştereklerimiz var. Fikir alış-verişi sonucunda ulaştığımız bu veriler elbette ortak bir aklın ürünü. Yapacağımız çalışmalar, atacağımız adımlar bizi eksik olanla buluşturacak, böylece ortak müştereklerimizi çoğaltarak önceliklerimizi belirlememiz ve hayata geçirmemiz kolaylaşacaktır.
Ortak akıl “mukades” bir şey de değildir. Eldeki verilerin, tıpkı kimilerin bir zamanlar ’38 Soykırımı’na “isyan” demeleri gibi, bilgi ve bilincin artmasıyla değişmesi mümkün ve hatalar dahi ortak akla ulaşmada iş görebilir. Fakat ortak akıldan bakmak, Dersim’i Dersim eden değerleri önemsemeyen kuru kalabalıkları oluşturmak, Dersim’de her türlü şiddete hayır diyemeyecek olan veya öncelikleri Dersim olmayan örgütlere gidip onlardan destur almak değildir.
Dersim’in özgünlüklerine sahip çıkarak, ona buna yamamadan “xoseriya” Dêsımi asgari olarak ortak müşterekler bazında savunan akıl ortak akıldır.
Ortak aklı bulmaya çalışmak bir anlamda özgünlüğü koruyarak kensensüs oluşturup geleceği şekillendirme çalışmasıdır, strateji geliştirmenin aracıdır. Bu nedenle önemlidir.
Fakat asgari müşterekleri dahi kabullenmeyen örgütlerle, adı devrimci veya yürtsever de olsa, bir konsesüse varma olasılığı düşük. Bunların olmaması halinde ortak aklın olamayacağını ifade etmek de işi yokuşa sürmektir.
28.04.2017
X. Çelker
“Ortak akıl” lafı soyut bir kavram olarak kaldığı sürece, üzerine tartışmaya oturmak pek akıllı bir uğraş gibi gelmiyor bana. Bu kavram ekseninde kaleme alınan makalelerden ve iştirak ettiğim toplantılardan duyduklarımdan hareketle “ortak akıl” lafının aşağıdaki manalarda kullanılmış olabileceği sonucunu çıkarabilirim:
a) Dersimlilerin, aralarındaki politik, ideolojik vb. farklılıkları bir yana bırakarak, yan yana durmaları, kendi çaresizliklerine ve toplum olarak karşı karşıya bulunulan devasa tehlikelere birlikte meydan okuma ihtiyacını ve arzusunu dile getirmek.
b) Meclis ya da Kongre oluşum sürecinin sonunda herkesin benimseyeceği, kadim Dersim toplumunun değer yargıların ifade eden bir politik-ideolojik “Dersim Fikriyatı” programı umudu dile getirmek.
c) Dersim toplumunun ekseriyetine ve Meclis/Kongre faaliyetine katılanlara kendi temsil ettiği düşünce yapısını empoze etme beklentisini ifade etmek. Bunu, kendi “Dersim Fikriyatı” tahlilini “ortak akıl” olarak kabul ettirme gayreti içinde olmak olarak da okuyabiliriz.
Mıslet, daha doğrusu Dersim Kongresi, Dersim’de varlığını sürdüren sosyal-katmanların/grupların, sınıfların ve diasporadaki Dersim orijinli toplumun en üst siyasi temsil organı olmaya aday olarak sahneye çıkmayı hedeflemelidir. Önümüzdeki süreçte koordineli tartışmalar sonucu ete kemiğe bürünmüş, Dersim toplumunun desteğini almış bir Dersim Kongresi Sözleşmesi bu organın anayasası fonksiyonunu oynayacak. Dersim Kongresi Sözleşmesini kabul eden, Kongre kararları zemininde toplumun nezdinde temsil gücüne erişmiş her siyasi-ideolojik oluşum (parti, grup, meslek örgütü, başka sivil toplum örgütü vb.) Kongre’nin, ya da Meclis’in bileşeni olacaktır.
Dolayısıyla, eğer somut tarif edilebilecek bir “ortak akıl”dan bahsedeceksek, bu, birlikte yürütmeye karar verdiğimiz çalışmamızın her aşamasında vardığımız ortak konsensus seviyesi ile birlikte Dersim Kongresi Sözleşmesi (Dersim Kongresi Anayasası da diyebiliriz) olmalıdır.
17.04.2017
Haydar Çavuş dostumuzun Dersim Meclisi konulu yazısıyla, Ortak Akıl tartışmasının tekrar gündeme gelmesi isabetli olmuştur.
Yazının genel anlamda olumluluğu bir yana, ilginç olanı, A.Haydar dostumuzun, var olan Dersim Meclisi çalışmalarına hiç değinmemesi, yokmuş gibi davranması. Acaba neden? Bir çok açıdan sonuçlar çıkarmak mümkün. Bu ayrı bir konu. Biz gelelim iki yıllık Dersim Meclisi çalışmaları sürecinde çok kullanılan ve fakat üzerinde yoğunlaşılmayan, yeterince irdelenip özü doldurulmayan „Ortak Akıl“ söylemimize.
Bir çok dostumuz bu haliyle, her söze başlamada „tüm farklı ideolojik, politik fikirlerle, Dersim Sevdasıyla yanyana durup ortak bir akıl oluşturma“ya vurgu yapmayı özellikle tercih etti ve ediyor…
Peki nedir bu Ortak Akıldan anladığımız?
Birincisi; „farklı ideolojik, politik fikirlerle yanyana“ duruşun adı Ortak Akıl olmaz.
Olsa olsa, günümüzde örnekleri çok yaşanan ortak cephe, blok, pratik harekette birlik, platform vb. politik aksiyonlar olur. Yani yanyana olma ayrı, kaynaşmak ise tamamen ayrı bir şey. Bizim önemsediğimiz ve özümsediğimiz, ortak aklın ilk hali- çekirdek halidir ki burda kaynaşma hali mevcuttur. Bu çok önemlidir…
İkincisi; Dersim’in Kırmanciya Belekê, zerrêweşiye otantik (özgün) kültürünün, farklı dil ve itikatlarla hoşgörü ve bağdaştırıcı sosyal yaşam zemininin günümüzdeki yüksek boyutta zehirlenmiş halini hesaba katmadan; hatta bu zehirlenmede bilerek ya da bilmeyerek, kah direkt, kah dolaylı olarak payı olan ideolojilerle „birlikte yanyana“ „ortak akıl“ oluşturma düşüncesi aklın ortaklığını anlamamaktır.
Canlı örneklerini yaşadık, yaşıyoruz. Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu ile „ortak- yanyana“ çalışma denemesinin sonucunu hepimiz biliyoruz. Girmeleriyle bir kaç derneği peşine takıp çıkmaları ve altarnatif federasyon örgütlemeleri çok kısa bir zaman sürecinde oldu bitti…
„Arêyê Kay“ Tiyatro Grubu mensubu Yılmazcan Şare yazmıştı. Biliyorsunuzdur. İzmir ve Bursa Dersim Dernekleri, bahane üreterek, erteleyerek, oyalayarak Kırmanc/Zaza dilinde yiyatro oyunlarının Dersim halkına ulaşmasına engel olunmaktadır“ diye feryat ediyor… Ercan Gür dostum, „Eskişehir Dersim Derneğini de bunlara ekleyebilirsiniz“ demişti… Hepimiz diğer büyük şehirlerdeki Dersim Tabelası altındaki derneklerin halinin aynı olduğunu biliyoruz. Yılmazcan Şare dostumuzun dediği gibi, piknik ve alkollü geceler, anadilde tiyatroya tercih ediliyor maalesef… Örnekler çoğaltılabilir.
Birisi kalkıp izah etsin lütfen. Dağlardan- şehirlerden- namlunun ucundan hedeflenmiş, kendince bir devrim ideolojisi aklıyla nasıl bir „ortak akıl“ oluşturacağız? Dersimde uygulanan şiddet, tehdit, cinayetlerle yaratılmak istenen korku imparatorluğu amaçlayanlarla, „Dersim Kürdistandır, Kürdistan Dersimdir“, „Munzur Dicleye Akacaktır“ vb. siyasi dayatma ve asimile karekterli ters akıl örnekleriyle nasıl bir ortak akıl oluşturacağız?
Acı sonuçlarıyla, cevabı belli olan bu soruları çoğaltmak mümkün. Dersim Meclisi çalımalarına katılan tüm canlarımızın bu sorulara ortak bir cevabı olduğuna ben eminim. Sorun, bu gerçeklerin açıkca konuşuluyor olmamasında.
Zehirlenmiş kültür, şiddet sarmalına esir düşmüş bir sosyal yaşam ve çarpıtılmış bir tarihle karşı karşıyayız. Bu üç temel olguyla yok edilen Zerrêweşiyê, Kırmanciya Belekê ve haştiye aklında bir ortaklık hareket noktamız olmalı. Bu çekirdek ortak akıldan ne anlaşılması gerektiği, zaten çalışma prensiplerimiz, ilke ve amaçlarımız belgelerijnde mevcuttur. Hedef, bu çekirdek otak aklı Dersim Toplumu’na mal etmek olmalıdır. Bunun nasıl mümkün olduğunu hepimiz geçmiş tecrübelerimizle biliyor olmalıyız. Örgütlenmek… Pratik projeler, dernekler, sosyal aktiviteler vb. kurumsal çalışmalarımızla örgütsel ağımızı oluşturmalıyız. Hedeflediğimiz Dersim Kongresi’nin yolu da burdan geçmiyor mu? Dersim Toplumu’nu kapsayıcı ortak akıl bu sürece paralel olarak gelişecektir.
Bu amaçlı pratik çalışma ağımızla bağımsız, temiz, bağdaştırıcı, çağdaş ve barışçı Dersim siyaseti kendini alanda gösterince, bazı örgütlerin gölgesi altındaki Dersim derneklerinin kayıtlı üye kitlesinin tavrı değişecektir. Yönetici kademesi ya da örgütsel üst akıl tarafından şartlandırılmış bize şaşı bakan, küçümseyen ve hatta karalayan kör siyaseti ancak böyle tersine çevirip olumlayabiliriz.
Sonuç olarak; Hüseyin Tekin dostumuzun bu konudak değerli düşüncelerine katılıyorum. Fakat bence sorun, ortak akıl tanımının erken dillendirilmesinde değil. Sorun, bu tanımın özünün yanlış algılanmasında ve içinin yanlış doldurulmasında. Avrupa ayağının oluşturulduğu Dersim Meclisi çalışmalarımızın ilkeleri, amaçları ve prensipleri kendi içinde bir ortrak akıl çekirdeği taşımaktadır. Bu, zehirlenmiş Kırmanciya Belekê, haştiyê ve zerreweşiyê kültürünü temiz, otantik (özgün) haliyle yeniden kazanma aklıdır. Şiddet sarmalında yok edilen sosyal yaşamı yeniden inşa, doğasını, dilini ve itikatını koruma, kurtarma aklıdır. Henüz çekirdek halinde bulunan bu ortak akıl, bu zeminde Dersim Toplumu’na mal olmuş bir karekteri süreç içerisinde kazanacaktır. Yani demem o ki arkadaşlar, çekirdek haliyle de bunun adı ortak akıldır.
Dersim Meclis Girişimi de, Dersim Meclisi- Avrupa da bu ortak akılla oluştu. Bu oluşumu büyütmek Dersim Toplumu’na mal etmek konusunda ortak inanca ve kudrete sahipsek problem yok…
14 Nisan 2017