• Site Yönetimi
  • İletişim
  • Kütüphane / Shop
  • Video Galeri
  • Kırmancki/Zazaki
  • Kırdaski/Kurmanci
  • Deutsch
  • Français
  • Englisch
  • Üyelik Formu
  • Site Yönetimi
  • İletişim
  • Kütüphane / Shop
  • Video Galeri
  • Kırmancki/Zazaki
  • Kırdaski/Kurmanci
  • Deutsch
  • Français
  • Englisch
  • Üyelik Formu
TR TR
  • Anasayfa
  • Gündem
  • Dersim Meclisi
    • Program Tartışmaları
  • Dersim
    • Basında Dersim
      • Dış basında Dersim
      • İç basında Dersim
    • Dersim Tarihi
    • Dil/Kültür
    • Inanç
  • Röportaj
  • Bildirge
  • Yayın İlkelerimiz
  • Bağış
  • Zazaca Dil Dersleri
Menü
  • Anasayfa
  • Gündem
  • Dersim Meclisi
    • Program Tartışmaları
  • Dersim
    • Basında Dersim
      • Dış basında Dersim
      • İç basında Dersim
    • Dersim Tarihi
    • Dil/Kültür
    • Inanç
  • Röportaj
  • Bildirge
  • Yayın İlkelerimiz
  • Bağış
  • Zazaca Dil Dersleri
loading...
SON HABERLER
  • Sürü Psikolojisi ve İnsanın Yaşam Hakkı’na dair
  • Kamuoyuna
  • Zaman Tünelinde Hayat Tüketmek
  • DERSİMLİ GENÇ YAZARLARA VASİYETİM – Celal Yıldız
  • MAZLUM DÊSİM HALKININ VİCDANI VE ADALET DUYGUSUNA!
  • Dersim Halkına ve Dünya Kamuoyuna
  • Peki Biz Ne Yaptık? – Nurcan Duman
  • AABF’nun NRW Eyaletinde „Kamu Tüzel Kişiliğe Sahip Kurum“ Olarak Kabul Edilmesini Selamlıyoruz!
  • Kızılbaş-Alevilerde ‘Rıza Şehri’ ve Hakikatçılar – İlyas Yer
  • 15 KASIM 1937 – SIMA MA VİRİ DERÊ!

„Barış Pınarı”ndan Sınırın Her İki Tarafına Savaş, Zulüm ve İstikrarsızlık Akacaktır!

Yazar: celxerTarih: Ekim 11, 2019Kategori: GündemYorum YokOkunma: 1.370 Views
„Barış Pınarı”ndan Sınırın Her İki Tarafına Savaş, Zulüm ve İstikrarsızlık Akacaktır!

Aylardır ha bugün ha yarın gerçekleşecek denilen Türkiye Devleti’nin Kuzeydoğu Suriye’yi işgal harekatı başladı. Türk ordusuna bağlı askeri birlikler ve yerli işbirlikçileri Kuzey Suriye’deki yerleşim alanlarını hem havadan, hem karadan ateş altına almış durumda. „Barış Pınarı Harekatı“ şimdiden savaşı, yıkımı, göçü ve ölümü daha yoğun bir şekilde Kürt, Ezidi ve Arap halklarının yaşamının bir parçası haline getirmiş durumda. Bölgedeki gözlemciler işgal harekatının ilk iki gününde 60 binin üzerinde insanın göç yollarına düştüğünü bildiriyor.

 

Bölgedeki her güç tavrını stratejik ve taktik çıkarlarına göre şekillendiriyor. Buna göre askeri, siyasi, iktisadi ittifaklar kuruluyor, yeri geldiğinde bozuluyor, dün düşman sayılanlarla bugün iş tutuluyor, dost sayılanlar arkadan hançerleniyor. Stratejik dostluk gibi soyut söylemlerin reel politikada karşılığının olmadığı bütün çıplaklığıyla ortada duruyor. „Barış Pınarı Harekatı“, Trump rejiminin, Putin‘in ve onun denetimindeki Esad’ın onayıyla gerçekleşmektedir. Kuzey Suriye hava sahasının uçuşa açık tutulması, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov‘un „Ankara ile Şam arasında diyalog başlatmaya çalışacakları“ açıklaması ve Amerika’nın askeri güçlerini harekattan önce sahadan çekmesi, harekatın koordineli ve önceden varılan bir anlaşma zeminine dayandığına işaret ediyor. NATO müttefiki Türk ordusunun savaş uçaklarıyla „Barış Pınarı“ndan Kürt, Ezidi ve diğer halk kitlelerinin yerleşim alanlarına gökten harıl harıl ateş akıttığı bir anda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) New York’da harekatın kınanmasına dair teklifi reddetmekle meşguldü. Hem Rusya, hem de „Kürtler’in hamisi“ rolündeki Amerika, AB üyesi 5 ülkenin göstermelik de olsa harekatı kınama talebiyle gündeme aldığı karar tasarısının çıkmaması için veto hakkını kullanmaktan geri durmadı. Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupa Birliği ülkelerinin işgal harekatını kınamalarının sahada ve uluslararası platformlarda ciddi hukuksal bir karşılığı olmayacaktır. Amerika üzerinden PYD gibi Kürt siyasi ve askeri güçleriyle ne gibi pazarlıkların ve anlaşmaların yapıldığını ve bu anlaşmalara kimlerin uyup uyumadığını ise ancak tahmin edebiliyoruz. Fakat öyle görünüyor ki, bölgedeki bilek güreşinin ve tepinmenin bu raundunda da kabak yine Kürt, Ezidi ve yoksul Arap halklarının başında patlayacaktır.

 

Bölgeye hakim güçler, Türkiye gibi orta ölçekli güçlere çıkarlarına helal getirmedikleri ölçüde yol vereceklerdir.  Sınır aşıldığında bu güçlerle çatışmaktan geri durmayacaklardır. Abdülhamit‘in torunlarının Osmanlı damarının kabarmasının elbette ki bir maliyeti/bedeli olacaktır. Erdoğan Rejiminin bu bedeli ödeme arzusunda olduğu ve mümkün olandan fazlasını elde etme hevesiyle yanıp tutuştuğunu tahmin etmek pek zor değil. Fakat şimdilik ne Amerika‘yla, ne de Rusya’yla ekonomik ve askeri olarak kaşık atma kudretine sahip olmadığını da dünya alem biliyor. Zamanı geldiğinde önüne koyacakları hesap yekünü Saddam’ın ve Kaddafi’nin burnunun dibine dayadıklarından çok daha ağır olabilir.

 

„Amerika Kürtleri sattı“ vb. feveranların Kürt ezilen kitlelerinin bilincini karartmaktan ve onları demoralize etmekten başka bir yararı yoktur. İşine gelmediği anda Amerika’nın satmadığı kimse mi kaldı bu dünyada? Kaderini bölgedeki büyük güçlerin çıkarlarına endeksleyenlerin, Kürt ve bölgenin diğer mazlum ve mağdur halk kitlelerinin gücüne güvenmeyen, onların pasifize edilmesinde adeta payanda rolü oynayanların fazla şikayette bulunma hakkı olmamalıdır. 

 

İşgalci güçler ele geçirdikleri topraklarda ne yapıyorlarsa, Türk Devleti de ona benzer şeyler yapacaktır.  Arazideki güç dengelerini kendi lehine çevirmek için, kendisine biçilen sınırları da zorlayarak, konumlanmaya ve böylelikle pazarlık masasında elini güçlendirmeye, yıkım, sürgün ve ölümle bölge halkını sindirerek kendisine mecbur kılmaya çalışacaktır.  IŞID vb. selefist-şeriatçı vandallar işgal edilen bölgelere yerleştrilerek hem demografik yapı mimarlığı yapılacak, hem de geride kalan Kürt, Ezidi ve muhalif Arap kitleleri bu cani sürülerinin insafına mahkum edilecektir. Mümkün olduğu kadar bölgede kalmanın uluslararası hukuksal zemini oluşturulmaya çalışılacak.  Planları tutar mı? Belli olmaz! Başarılıp başarılmayacağı elbette ki ayrı bir hesap.

 

“Barış Pınarı”ndan sınırın her iki tarafına savaş, zulüm ve istikrarsızlık akacaktır. Vatan-Sakarya-Millet edebiyatıyla içte OHAL ya da sıkıyönetim benzeri durumlar meşrulaştırılacak, savaşa karşı çıkan herkes kriminalize edilecek, vatan haini olarak damgalanacaktır. Provakatif eylemlerle (İstihbarat güçleri ve yerel işbirlikçiler eliyle sınırın Suriye tarafından atılacak ve sivillerin can kaybına yol açacak roketler vb.) şoven güruhlar galeyana getirilip harekete geçirilecek, ırkçı-şoven hezeyanlara iştirak etmeyen toplumsal kesimlerin linç edilmesine yol verilecektir.

 

Yeni bir savaş bölge halklarına „Korku ve sefaletten başka bir şey veremez. Yakar, yıkar, öldürür, yok eder“. „Barış Pınarı Harekatı“ bölgede hiç bir siyasal sorunu çözmeyeceği gibi, şiddet sarmalını daha da güçlendirecektir. Türk Devleti, Kuzey Suriye işgalini derhal durdurmalı, ordusunu geri çekmelidir. Kürtlerin ve diğer bölge halklarının demokratik hakları verilerek güvence altına alınmalıdır.

 

Dersim Kongresi

Ekim 2019

Paylaş
Tweetle
Paylaş
Paylaş

Kürt gölgesinde var olmanın dayanılmaz hafifliği

Yazar: Hüseyin SevinçTarih: Haziran 17, 2019Kategori: YazarlarYorum YokOkunma: 1.230 Views
Kürt gölgesinde var olmanın dayanılmaz hafifliği

Osmanlılardan bu yana Dersim’de yürütülen ötekileştirme politikalarının sonucunda belgelerde “uyumsuz, itaatsiz halk” olarak kayda geçmiş Dersim ve Dersimliler sürekli asimile edilmekle karşı karşıyadırlar. Osmanlıların İslamlaştırma (Sünnileştrme) politikalarının üzerine “Türkleştirme” politikası eklenerek Cumhuriyet döneminde de bu durum kesintisiz devam etti. Bu konuda yıllardır çok şey söylendi ve yazıldı. Haklı olarak bu asimilasyon politikaları genel demokratik ve insani tahammüllerle bağdaşmadığı için eleştirildi, kınandı. Sonuçta Osmanlıların ve Cumhuriyet hükümetinin yürüttüğü Dersim politikası deşifre oldu ve ciddi bir farkındalık yaratıldı.

Bu eleştiriler doğruydu ve kuşkusuz yapılmalıydı. Fakat eleştiri yapmak başka, haklı gözüken bu eleştirilerle, acılar üzerinden ve sinir uçlarına dokunarak mantıki akıl yürütmeye engel olacak öfke sendromlarına toplumu sokmak başkadır. Yaratılan travmalar üzerinden pragmatik davranarak kazanç elde etmek başka bir şey olmalı. Aslında farkında olmadığımız, sorgulayamadığımız esas alan da burasıdır. Acıların kor ateşine odun atmak gibi bir şeydir bu. Yapılan eleştiriler veya gösterilen çabalar haklı gözükse de sonu felaketle biten toplumsal sonuçlara da sebep olabilirler. Bu durumu görmek, bunun farkında olmak; asıl önemli olan bu olmalı.

Nitekim, böylesi politika ve iki yüzlülüğün farkında olamamaktan kaynaklanan sorunlar deryasının içinde kulaç atıyoruz. Söylenen masum görünümlü sözlerle bizi nerelere çekmek istediklerini düşünmeden, masumane saflığımızın kurbanı olmayı sürdürür bir haldeyiz. Bu körleşmemizin sonucunda söyleyenlerin niyet ve davranışlarını sorgulamadan, gölgelerinde kendimizi var etmenin halet-i ruhiye’sinde veya sendromundayız.

Osmanlı oyunlarının ve Cumhuriyet zorbalığının farkında olan Dersimliler ne yazık ki, Kürt hegemonya çabalarının Dersim’deki olumsuz yansımalarının farkında değildirler. Hatta bu hegemonya ve Kürt vesayetinin gölgesinde var olmanın yanılsamasını yaşayıp oraya sığınma çabası içindedirler.

Kürt siyaseti konusunda Dersimlilerin ciddi problemleri var. Eleştiri ve sorgulama yetimizi tamamen kaybetmiş, kendimize karşı ciddi bir yabancılaşma içindeyiz. Türk siyasetçilerinin yıllardır takındığı ezberlere benzer söylemleri bugün Kürt vesayetçileri ödünç almış bulunuyor. Öyle ki, en masum eleştiri bile “Kürt düşmanlığı” ile özdeşleştirerek korkutuluyoruz. Bu korkunun üzerimizde bıraktığı yakıcı etkiden olacak ki, buna karşı koymaya cüret edemiyor ve susuyoruz. Dahası biz bu korkunun içine hapsolduğumuzun veya edildiğimizin farkında bile değiliz. Dersimi ve Dersimlileri çepe-çevre kuşatan ideolojik saldırıların sonuçlarını yeterince bilince çıkaracak bir sorgulamanın henüz uzağındayız.

Dersim konusuna ilişkin Kürt Tarihi yazımı, yazılı Türk tarihi gibi tahribatlarla doludur. Türki paradigma adeta kopya edilerek Kürdi bir bakış açısına evrilmiştir. Cumhuriyet Hükümetlerinin başından beri sürdürdükleri “Türkleştirme” politikalarına paralel olarak Dersimlileri” Kürtleştirme” politikaları son hız devam ediyor. Bütün Kürt “tarih yazıcıları” bu amaç temelinde kurgulanmış iddialarla karşımıza çıkıyor ve bizim bu sahte tarihe inanmamızı bekliyorlar.

Özellikle 1970 sonrasında solun Dersim konusundaki faydacı yaklaşımı ile Dersim ve Dersimlilerde bir kırılma ve yabancılaşma sürecine yönelik yeni bir evre başladı. Farkında olalım ya da olmayalım bu süreç ile birlikte Kürt siyasetinin hegemonya ve vesayet kurma süreci başlamış ve nerede ise tüm sol örgüt, bu siyasetin odun taşıyıcıları olmuştur. Suriye’ye mülteci olarak sığınan Nuri Dersimi (Baytar Nuri) orada faaliyet yürüten Kürt Hoybun örgütü tarafından adeta esir alınmış ve onun söylemleri üzerinden Dersimlileri “Türkleştirme” politikalarına karşı yeni bir proje yani“Kürtleştirme” projeleri başlatılmıştır.

Nuri Dersimi’i savunmak için demiyorum ama, Hatıratlarından anlıyoruz ki, Baytar Nuri orada esir bir konumdadır. Hoybuncuların bir kelamı bile hayatını tehlikeye atabiliyordu onu. Oturum izni Hoybun örgütünün elindeydi ve her an oturumu elinden alınabilirdi. Bu delirtici ortamda olmanın yarattığı psikolojik baskı onun fikirlerini özgürce yazması önünde doğal olarak bir bariyer oluşturmaya müsait idi.

Burada söylemek istediğim şudur. Nuri Dersimi üzerinden başlatılan ve Dersimlilere dayatılan Dersim Tarihi, esir olmanın ruh hali ile yazılmış sahici olmayan bir tarihtir. Bu iddianın doğruluğunu bilmek istiyorsak Baytar Nuri’nin Suriye’deki yaşamını araştırmak ve öğrenmek gerekir.

Bizler, Dersimlilerin sözlü hafızasını referans almak zorundayız. 1970 sonrası yaşanan kırılmayı aşmanın tek yolu, bu sözlü bellek ile tekrar bağ kurmak ve onu güncelleştirmekten geçiyor.

Dersim Sözlü belleğinde Dersimlilerin kendilerini Kürtlerden ayrı bir aidiyet olarak tanımladıklarını son derece net olarak bulabiliyoruz. Dersimliler, Türk, Kürt aidiyetlerinden kendini özel olarak ayırmış ve farklı bir aidiyet ile tanımlamışlardır kendilerini. Bütün o net tanımlara rağmen Dersimlilerin Kürt aidiyetine sığınmaları ne derece kabul görebilir? Sığınmacılık sendromu yaşayan arkadaşların durumu sahiden acı ve üzüntü vericidir. Sığınanlar açısından bir rahatlık taşısa da Kürt gölgesinde var olmaya çalışmak tarihi olarak bir sorumsuzluk ve kendimize karşı ciddi bir yabancılaşmadır. Ayıptır, günahtır!

Şu soruya cevap vermek durumundayız: Referans kaynaklarımız ne olmalı; neye inanmalı neye güvenmeliyiz? Dersimlilerin sözlü belleğine mi, yoksa dışardan müdahalelerle yazılan dejenere bir tarihi mi referans olarak alacağız kendimize? Bir başka ifade ile Dersimliler olarak kendi ayaklarımız üzerinde durmanın verdiği özgüven ile mi yoksa Kürt gölgesinde olmanın verdiği veya-vereceği “güven” paradigması üzerinden mi geleceğe yolculuk yapacağız? Dersimlilerin bu seçeneklerin farkındalığında kalarak kendi seçeneklerini yaratmaları özel bir önem taşıyor. Önümüze servis edilen veya dayatılan seçeneklerle avuna biliriz ama bu bizi özgür kılmayacaktır. Yıllardır omuzlarımızda taşıdığımız, kullanım süresi geçmiş ödünç bilgilerle örgülü Kürdi paradigmayı aşmak zorundayız. Özgür olmanın yolu bu Kürt kamburundan kurtulmaktan geçiyor. Seçim bizimdir…

16 Haziran 2019

Hüseyin Sevinç

 

Paylaş
Tweetle
Paylaş
Paylaş

Welat ra

Ça „mayin“i en zêde Gola Dêsımi de estê?

Son Yazılar

Sürü Psikolojisi ve İnsanın Yaşam Hakkı’na dair
Sürü Psikolojisi ve İnsanın Yaşam Hakkı’na dair

Sürü Psikolojisi ve İnsanın Yaşam Hakkı’na dair

Kasım 14, 2022
Kamuoyuna
Kamuoyuna

Kamuoyuna

Haziran 22, 2022
Zaman Tünelinde Hayat Tüketmek
Zaman Tünelinde Hayat Tüketmek

Zaman Tünelinde Hayat Tüketmek

Mart 30, 2022
DERSİMLİ GENÇ YAZARLARA VASİYETİM – Celal Yıldız
DERSİMLİ GENÇ YAZARLARA VASİYETİM – Celal Yıldız

DERSİMLİ GENÇ YAZARLARA VASİYETİM – Celal Yıldız

Kasım 22, 2021
MAZLUM DÊSİM HALKININ VİCDANI VE ADALET DUYGUSUNA!
MAZLUM DÊSİM HALKININ VİCDANI VE ADALET DUYGUSUNA!

MAZLUM DÊSİM HALKININ VİCDANI VE ADALET DUYGUSUNA!

Ağustos 25, 2021

Yazarlar

Arşiv