Dersim 1937 olayları ile 1938 olayları arasındaki farkları ve bu konudaki düşüncelerimi Dersimlilerin tertip ettiği toplantılarda konuşmacı olarak anlattım. Dostlar arası sohbetlerimizde birçok kez açıkladım. Dersim kırımı 1938 olayları üzerinden anlatılmazsa dünya halkları Dersim’in acısını kavrayamaz diye sosyal medyada çok açık ve net yazılar yazdım. Ama ideolojilerin en keskin olduğu dönemlerde yaşamış ve kültürel gıdasını bu süreçlerde almış olan benim kuşaktan Dersimli aydınlar bu konuda yazdıklarımı anlamadı veya anlamak istemediler. Bizim kuşaklar 1970’lerde çok keskin olan sol veya sağ ideolojilerden beslendi. 1980’lerden sonra ise Türk solu veya Kürt solundan etkilendi. Dersim olaylarını ve Dersim tarihini kendi atalarının kodları, kültürel mirası üzerinden okuyamadılar. Atalarımızın katliam üzerine söyledikleri kültürel vasiyetlerine sahip çıkamadılar. Bu hatalar hala devam ediyor.
Dersim davasında duyarlı olan Dersimliler ilk zamanlar “Dersim İsyanı” diyen Türkçülerin, sonraları “Dersim İsyanıyla” övünen ve slogan atan Kürt milliyetçilerinin etkisinde kalmıştı. Somut gerçeklerle hiç ilgisi olmayan “Dersim İsyanı” gibi yanlış, uydurma bir sloganı uzun yıllar bizim Dersimliler gençler de hiç irdelemeden savundular.
İki binlere yaklaşırken farkına varılan bu büyük yanlışlık birçok Dersimli aydının başlattığı eleştirilerle kısmen de olsa engellendi. Ama maalesef birçok konuda atalarımızın düşüncelerine ters düşen bazı büyük hatalar hala devam ediyor. Peşin hükümle keskin ideolojilere takıntılı olan bizim kuşak yapılan açıklamaları dinlemiyor, irdelemiyor ve kavramıyor. Bu nedenle meramımı veya sitemimi genç yazarlara, Dersimli genç aydınlara anlatmaya; atalarımızın kültürel vasiyetini genç Dersimlilere aktarmaya karar kıldım.
Her vasiyet içinde aynı zamanda ölümden izler taşıdığından olsa gerek etkili olabiliyor diye düşünenlerdenim.
Bu girişten sonra hemen esas konuya geçeyim. Dersim’de 1937’de neler oldu? 1938’de neler oldu? Ve Dersimli aydınlar bu olayları ne kadar irdeledi, ne kadar kavradı, nasıl açıklıyor ve savunuyorlar?
Sorunları anlamamız için önce Dersim 1937 ve 1938 dönemindeki olayları bu iki yıla göre ayrı ayrı belirtip ve bu olaylardan hangi yetkililerin sorumlu olduklarını da kısaca özetlememiz gereklidir.
1937 Yılında Dersim’e yapılan “Askeri Hareket” döneminde İsmet Paşa Başbakan olarak sorumluydu. Atatürk ise tek parti sürecinde baştan ölümüne kadar değişmeyen Reisicumhur ve lider olarak sorumluydu.
Dersim faciası, kırımı 4 Mayıs 1937’de Bakanlar kurulunun aldığı karara dayanıyor. Bu kararda da belirtildiği gibi ilk başlarda para dağıtmaktan çekinmediler. Parayla Dersim’in içinde ajanlar bulundu. Sahan Ağa ile Alişer gibi liderler Dersimli ajanlar kanalıyla öldürüldü. Aynı yıl 70 kişiye yakın Dersimli lider ya çok saflığından teslim oldu veya kandırılıp Elazığ’a götürüldü. 1937 yılındaki tüm bu olanlardan İsmet Paşa Başbakan olarak sorumludur.
1937 Hareketi bittikten sonra 19 Eylül 1937 tarihinde Ankara’da Meclise bilgi veren İsmet İnönü “Dersim’de ordumuzun girmediği dere ve tepe kalmamıştır. Dersim’de asayiş sorunu halledilmiştir,” gibi sözler söyledi.
Bu sözlerin anlamı çok açık ve nettir. Dersim’de asayiş sorunu vardı. Ordumuz halletti, diyor. Yani Dersim’de “isyan vardı” demiyor. Açıkça asayiş sorunu diyor İnönü. Bu sorun da çözüldü diyor. Yani ikinci bir harekete ihtiyaç yoktur diyor İnönü.
Oysa Atatürk Dersim’de askeri hareketin devam etmesini istiyordu. İlk Mecliste Mebus olan Mustafa Zeki Beyin (Saltuk) anıları da Dersim ikinci bir askeri hareket konusunda Atatürk ile İnönü arasında ayrışma başlamıştı. O yıllarda Atatürk ile İnönü’nün arasında ekonomi konusunda da ayrılıklar oluşmuştu. Atatürk ile Celal Bayar özel sermayeye ağırlık verilmesini istiyordu. İnönü ise devlet kapitalizmi kanalıyla kalkınmadan yanaydı. Atatürk ile İnönü arasında oluşan ekonomik sistem konusundaki ayrılıklara Dersim konusundaki ayrılık da eklenince İsmet İnönü Eylül 1937’de görevden ayrıldı. (Alındı diyebiliriz.) Yerine Atatürk tarafından Celal Bayar atandı.
Elazığ’daki idamlar 1937’nin Kasım ayındaydı. Yani İnönü görevden ayrıldıktan sonra bu idamlar yapıldı.
1938’de ise “ Dersim’deki Askeri Harekete” Başbakan Celal Bayar ile devam edildi.
Dersim’de onlarca yerde çocuklar, bebekler, hamile kadınlar, yaşlılar yani eli silah tutmayan masum sivil insanlar yaz ve güz ayları boyunca topluca kıyıldı. Dersim’in dağları kana bulunda, nehirleri kanlı aktı.
Dönemin Başbakanı Celal Bayar Dersim olayları üzerine yaptığı bir konuşmasında “Atatürk vurulacak dedi, biz de vurduk,” diye açıklama yapmıştı. Bu açık bir itiraftı.
Olayların tarihlerine dikkat edilirse; toplu katliamların yapıldığı 1938 yılında İnönü yetkisiz ve etkisizdi. Sahan Ağa ve Alişer’in öldürüldüğü ve Dersimli birçok liderin tutuklandığı 1937 yılının Eylül ayını kapsayan döneme kadar İnönü Başbakan olarak sorumludur. İdamların yapıldığı 1937 yılının Kasım ayında ve sonraki yıl olan 1938’de onlarca yerde yapılan ve Dersim dağlarını, nehirlerini kana bulayan toplu kırımlarda İsmet Paşa yetkisiz ve etkisizdi.
Dersim olaylarını tartışan Dersimlilerin aslında 1937 yılında neler oldu? 1938 de neler oldu? Bu acı olaylar kimin veya kimlerin döneminde oldu? Sorumlular kimlerdi? Önce iyice detaylarıyla araştırması, en azından Google Amca’dan olayların “Vikipedisini” görmesi, incelemesi, öğrenmesi ve bu tarihi kronolojiye göre konuşması lazım diye düşünüyorum. Ama olayların tarihi sıralamasından haberi olmayanlar bile çok uzun fakat içi boş yazılar yazıyorlar.
Burada amacım o dönemlerde etkili ve yetkili görevlerde bulunan herhangi birini temize çıkarmak veya aklamak değildir. Çünkü Dersim Kanunu oylanırken sadece Muğla Milletvekili “yüce Meclisin yetkileri bir komutana devredilemez,” diye küçük bir itiraz etmişti. Kanun oylanırken maalesef bu vekil de oy vermişti. Dersim kanunu Meclisten oy birliğiyle çıkmıştı.
Unutmamalıyız ki, Dersim olayları sürecinde Atatürk, İnönü, Celal Bayar, Mareşal Fevzi Çakmak, Adnan Menderes gibi politik aktörlerin hepsi adı CHP olan bu tek partinin üyesi olarak içindeydi. Yani hepsi ordaydı. Sağcıların önder kabul ettikleri siyasiler de, cumhuriyetçi solcuların önder kabul ettikleri liderler de oradaydı. CHP zihniyeti diyerek “sağ siyasi hareketi” aklamaya çalışan sağcı liderler bu günkü Dersimlilerin aklıyla dalga geçiyorlar. Demin de dediğim gibi devlette süreklilik esastır ve sorumlu bu süreklilik kabiliyetini temsil eden ise devlettir. Ülkede barış ve kardeşliğin tesisi için bu devleti temsil edenler ülke tarihindeki bu kara sayfayla yüzleşmek zorundadırlar.
Ne yazık ki benim kuşaktan Dersimliler ezberci sağ veya sol ideolojilerin etkisinde kaldıkları; 1938’de tarihi gerçeklerdeki derinlikleri, ayrıntıları gözden kaçırdıkları için halkımızın kırımını bile sağ ve sol arasındaki keskin ideolojik bölünmelere göre değerlendirdiler ve değerlendiriyorlar.
Olayları bizzat yaşayan Dersimlilerin anlatımlarına dikkat edilirse halkımız Dersim olaylarını açıklarken 38’de önce ve 38’den sonra deyimini sık sık kullanır. Yani halkımızın ortak hafızasında 1938 katliamları, kırımları travma yaratmıştır. Atalarımıza göre 1938 yılı bir milattır. Atalarımızın bu konudaki görüşleri açık ve nettir. Kafaları karışık olan bu kültürel mirasa sahip çıkmada yetersiz kalan bizim nesillerdir. Bu nesiller niçin kültüründen koptu?
1948 Birleşmiş Milletler Bildirgesine göre de suçsuz bir insanın veya bir gurubun ırk, din, inanç, cinsiyet ayrımı bahanesiyle suçsuz yere öldürmesi katliamdır, kırımdır. Sayı fazla ise toplu katliam diye anılır. 1938’de toplu katliamları, en acı olayları bizzat yaşayan halkımız; Dersim dağ ve nehirlerinin kızıl kanlara bulandığı 1938 yıllını milat kabul etmiştir. Bu doğru tespite uymamız lazım.
Ama gel görkü günümüzdeki Dersimli aydınların çoğunluğu “Dersim Kırımını” dünyaya açıklarken dağlarımızı, nehirlerimizi kızıl kana bulayan ve atalarımızın da kabul ettiği bu toplu katliamlar üzerinden değil; Buğday Meydanındaki idamlar üzerinden anlatıyorlar. Eğer inanmıyorsanız onlarca yıldır tertip edilen miting, toplantı ve konferanslar için basılan afişlere bakabilirsiniz. Değişik yıllara ait olan afişlerin hemen hemen tümünde 1937 yılında Elazığ’da yapılan idamlar ön plandadır. Kırımı bizzat yaşayan halkımızın milat kabul ettiği 1938 yılı ve binlerce suçsuz insanımızın Dersim dağlarındaki toplu katliamları; akıtılan kanları hep arka planda, gölgede kaldı ve kalıyor. Bundan dolayıdır ki Dersim dışındaki diğer halkların veya kırım, katliam konusundaki duyarlı insanların çoğu Dersim olaylarını 1937’de Elazığ’daki idamlardan ibaret sanıyor. 1938’de onlarca yerde yapılan binlerce insanımızın toplu katliamlardan habersizdirler.
Araştırma tekniklerinden biraz haberi olan bir Dersimli olarak bunu söylüyorum. İnanmayanlar bu konuda uzman bir firmaya bir araştırma yaptırabilirler. Bu yanlış algının oluşmasında maalesef Dersimli aydınların da katkısı oldu ve hala oluyor. Tek amacım bu yanlış yoldan hemen dönülmesidir. Yoksa atalarımızın yani Dersim’in haklı davası daha çok zarar görecektir.
Dersim 1938’deki büyük acımız kamuoyuna doğru ulaşsın diye 2003 yılında yayınlanan “Dersim Dile Geldi” isimli romanımda 1938 yılında yapılan toplu kırımları; bu kırımlardan bir mucize eseri olarak kurtulan çocuk kahramanlar üzerinden anlattım. Çünkü gerçek buydu ve masum çocukların çektiği gerçek acılar insanları daha çok etkiliyor. Bu kitabımın Almancası hala www.amazon.de sitesinde de satılıyor ama maalesef geniş kamuoyuna ulaşamıyoruz.
Keskin sağ ve sol ideolojilerden etkilendiğinin farkında olmayan bizim kuşak; Dersimde kaç bin çocuk, bebek, hamile kadın, suçsuz sivil insan kurşuna dizildi? Kaç yerde toplu katliam oldu? Bu suçsuz insanların mezarları nerede diye kendisine veya kamuoyuna sorular sormadı. Afişlere bu tür sorular yazmadı. “1937’de Elazığ’da idam edilen pirlerimizin mezarları nerede?” cümlesi meşale yapıldı. Dağlarımızda kurşuna dizilen binlerce suçsuz insanın ve masum bebelerin mezarları da, isimleri unutuldu gibi. Yani bizler kaybolanların listesini bulmak için araştırmalar yapmadık, kolay yolu seçtik. Elazığ Buğday Meydanı’nda idam edildiği için isimleri mahkeme tutanaklarında kayıtlı bulunan bu isimleri kolayca bulduk ve Elazığ Buğday Meydanı’nı ve bu idamları hep ön plana çıkardık. Elbette ki bu acı olay da anlatılabilirdi. Ama ön plana çıkması gereken Dersim dağlarındaki on binlerce insanın kurşuna dizildiği toplu katliamlar olmalıydı. 1938’de kızıl kanlara bulaşmış olan Dersim dağları ve nehirleri olmalıydı. İsimsiz kahramanlarımızın listeleri yapılmalıydı.
Günümüzdeki bu yanlış gidişin farkına varılıp vaz geçilmeden Dersimlilerin doğru strateji ve taktikleri yakalaması imkânsızdır.
Bir daha altını çizerek yazalım. Eğer acıları bizzat yaşamış atalarımızın sözlü anlatımlarla bize aktardıkları dikkate alınsaydı, milat 1938’di. Yani Dersim’deki toplu katliamlardı. Eğer atalarımızın anlattıklarını doğru kavramış olsaydık; kaç yerde toplu katliam oldu? Her toplu katliam yerinde, kaç yüz kişi kurşuna dizildi? Bunlar kaç yaşındaydı? Kaçı çocuk? Kaçı kadındı? Kaçı ihtiyardı? Bu gün elimizde listeleri olurdu. Her yıl kırımı anma yıldönümlerinde Dersim dağları ve nehirlerini kızıla çeviren kanlı sahneler dünyaya duyurulurdu. Her toplu katliamın bulunduğu yerde topluca kurşunlanan çocukların, bebeklerin hamile kadın ve yaşlı ihtiyarların listeleri, isimleri bu gün elimizde olurdu. Özel çabalarla bazı katliam yerleri ve kurşuna dizilenlerin isimleri tespit edildi. Ama maalesef sayısı çok az.
Her ne hikmetse bizim kuşaktan Dersimli aydınlar toplu katliamlar üzerinde yoğunlaşmadı. Güçlerini birlikte seferber etmedi. Meseleyi doğru ele alsaydık son yirmi yılda bu konuda çok mesafe almış olurduk.
Elbette ki Elazığ’da yedi Dersimlinin İstiklal Mahkemesi tarafından idam edilmesi, altmışa yakın insanımızın ağır cezalara çarptırılması da büyük bir suçtur. Ama bir Atatürkçü size İstiklal Mahkemeleri 3919* kişiye idam kararı verdi. Bunlardan sadece yedisi Dersimliydi. Bu olağan üstü mahkemelerin verdiği kararların hepsi de yanlıştı. Çağımızın modern hukukuna aykırıydı dese ne cevap verirsiniz?
Toplu katliamlar konusundaki görüşlerimi yıllardır değişik şehirlerde yapılan birçok toplantıda, sosyal medyada savunduğumu, anlattığımı belirtmiştim. Ama Dersim’in toplumsal gücünü bu konuda seferber edip doğru çizgiyi yakalayamadık. Bir daha açıkça vurgu yapayım. Dersim davasında esas sorun insanlık suçudur. Suçun yeri kızıl kanlara bulanan Dersim dağları ve nehirleridir. Toplu katliamlardır. Suçun tarihi 1938 yılının yaz aylarıdır. Bunları beynimize kazımalıyız. Bunları unutursak gücümüzü boşu boşuna yanlış yer ve yanlış tarihlere heba etmiş oluruz.
Bizim yaşlı kuşağa bunları anlatmakta yetersiz kalındı. Gerçekler genç kuşağa da ulaşmadı. Bu nedenle Dersimli genç yazarlara, aydınlara kültürel vasiyetimi aktarmak zorunda kaldım. Umarım bazı Dersimliler Elazığ Buğday Meydanındaki idamları küçümsüyor şeklinde önyargılı bir niyet okuma yoluna sapmaz ve sorunun özü üstüne düşünüp yazmayı tercih ederler.
- NOT: *İstiklal Mahkemesi’nde verilen 3919 idam kararlarının çoğu askeri kaçaklara aitti. Askeri kaçaklar haricinde 240 kişiye idam kararı verildi. Bunların yedisi Dersimliydi.
- NOT: Elazığ Buğday Meydanın 100 metre ilerisinde Şıra Meydanı var. 1926 yılındaki çatışmalardan sonra bu Şıra Meydanı’nda da 14 kişi idam edildi. Yani 1937’den 15 yıl gibi kısa bir zaman önce. Birçok kez sordum. Yine sorayım. Acaba bu Dersimli önderler niçin anılmıyor. Bunlar suçlu muydu? Niçin hatırlamıyoruz?
22.11.2021
Celal Yıldız