Cumhuriyet döneminde Dersim üzerinde yapılan ameliyat, labaratuvar çalışmalarına göndermeler yapıp, günümüzdeki Dersim’in – ki ben onu bitkisel hayattaki insana benzetiyorum- halini resmettikten sonra bu bitkisel hayattaki hastanın yaşama döndürülme olanaklarını tartışmak istiyordum.
Olmadı, araya oldukca uzun bir zaman girdi.
Dersim’in günümüzdeki haline yeri geldiğinde göndermeler yapıp bitkisel hayattaki Dersim’in hayata döndürülme olasılıkları üzerinde yoğunlasmaya çalışacağım.
Dersim tanımlamasını tarihsel Dersim anlamında kullaniyorum, kullanıyoruz ancak nesnel davranacak olursak bu tarihsel Dersim’in yerinde yeller esiyor. Bu gerçekliğe gözümüzü kapatamayız.
Kendi öznel istemlerimizi mevcut gercekliğin yerine ikame etme durumunda da degiliz. Ceviz metaforu ile açıklıyacak olursak tarihsel Dersim’i çevreleyen yeşil kabuk yoktur artik. Dil, inanc ve kültür formasyonu başkalaşmıştır. Süphesiz ki izler vardır eskiye dair, ancak onu kendi kılan özellikler yitirilmiştir. Kabuk-kakıl- sert kabuk kırılmıştır. Çekirdeği koruma özelliğini önemli ölçüde yitirmiştir. Dolayısı ile iç çekirdek küflenmeye kurtlanmaya yatkın hale getirilmiştir. Ne zaman mı?
Şimdi resimlere bakalım.
1900-1950’li yılar!
„Gayri Müslüm“ tebanın zenginliklerine el koymuş bir Türkiye. Devlet eli ile palazlanmış bir ticaret burjuvazisi. Devletçi kapitalizm, köklerinden koparılmış, kitlesel katliama ve soykırıma uğramış Ermeni, Süryani, Yahudi, Pontus vs., kontrol altına alınmış toplumsal muhalefet, bastırılmış Kürt kalkışmaları, yönlendirilen kemalist TKP, Çakmak, Bardakçı, Öngören, İnönü’nün Dersim raporları ve labaratuvar çalışmaları, ameliyat edilecek Dersim’e yönelik her türlü planlı hazırlık-devlet aklı denen şeyin ne olduğunu bilmek istiyenler bütün bu sürece göz atmalılar-1935 Tunceli Kanunu ve 37, 38-39 Soykırımı’nın pratikleşmesi. Yakılan yıkılan köyler, boşaltılan kocaman cografya… Burda bitmiyor. Kayıp çocuklar ve mecburi iskan, köklerinden koparılarak zoraki türkleştirme, müslümanlastırma amacına hasıl uygulamalar… Tekrar olmasın diye detayları atlıyorum.
Kocaman bir puzzle, her bir parçası kitaplara sığmayacak ölçüde elbet. Egemen sınıflar arasındaki iktidar dalaşması ki kökleri ta Hürriyet ve İtilaf fıkrası ile İttahat ve Tarakki’ye uzanan, Serbest Fıkra’da kendini dışa vuran TC’nin kurucu unsurları arasında da süregelen ve sonraları DP, AP ve ardıllarında ifadesini bulan ve günümüzde değişik şekillerde zuhur etmeye devam eden o dalaşma…
1946 seçimleri ve ana muhalefet DP tolumsal muhalefetin ruzgarını arkasına alarak iktidar olan Menderes-Bayar kligi…
‘46 affi ile Dersimliler yurtlarına dönme olanağı buldular. Dersimliler döndüler dönmesine de “yasak mıntıka” olarak adledilen iç Dersim’deki aşiretler toprağina yerleşemediler. Köylerine peyder pey yerleşmeleri elli yıllarini buldu, bu dört yıllık süre içinde Dersim’in değişik yerlerinde kışlacı olarak hayata tutunmaya çalıştılar. Kimisi yerleştikleri alanda kalıcı oldular ama ana gövde yine yerleşkelrini yurt edindi.
Özellikle 40 ve 60 li yılların Dersim’ini analiz etmek çok önemlidir. Nasıl bir hayat yaşadılar? Soykırımın acıları ile nasıl yüzlestiler? Travmayı yenebildiler mi? Bugünü analiz ederken, anlamaya çalışırken o yıllardan öğrenilecek çok şey var diye düsünüyorum. Kendi tanıklıklarım ve gözlemlerimden yola çıkarak sunu cok net olarak söyleyebilirim.Dersimliler, soykırımi yasarken düsman ile isbirligi icinde olan aşiret bireylerine karsi öcalma duygusu ile hareket etmediler.Her ortamda bu ihaneti lanetlediler elbet.En cokta cem cemaat ortamlarinda bunu acı ile dillendirdiler.pir, rayber, saygin insanlarin ziyaretlerinin degismez temalarindan biriydi adeta.Kendi iclerinde tolumsal barisi yeniden insaa etmeye odaklandilar.Kirvelik, ikrar, evlilikler ile olusan akrabalik baglari ile pekistirdiler bunu.Bu durum üstünden atlanilacak şey degil.Benim annne anne tarafindan kirkin üstünde kadin ve çocuklaardan olusan kafile çocukarin en büyügü 14 yasinda kil deresinde süngülenerek katledilediler.alan aşiret ine siginmislardi, siginma aşiret erkeklerinin karari idi, cember daralmisti dagda ne saklana bilme ne direnebilme olanagi kalmisti, kaledileceklerini biliyorlardi bari hci değilse kadınlar ve çocuklar kurtulsun saiki ile alınmıştı karar. İhbar edildiler, devlete teslim edildiler, yanlarındaki her şeye el konuldu. Moro Şiya ziyareti de dahil. Buna rağmen sürgün dönüşü yeniden bir biçimde barışı inşaa ettiler; dostluğu, öfke ile bilenmış düşmanlığı ve öç almayı değil.
Viran olmuş evlerini bin bir güçlük ile yaptılar, dayanışarak sıfırdan bir hayatı inşaa ettiler. Kendilerince çıkardıkları sonuçlar vardı. Ne pahasına olursa olsun çocuklarını okutacaklardı, öyle de yaptılar. Elimde veriler yok ama Dersimlilerin yüksek öğrenime atılma oranlarını mukayese etmek lazim. 50’li yıllarda Dersimli ögrencileri metropollerde görüyoruz. Şöyle diyebiliriz 45-60’lı yıllar Dersim’in en sakin yıllarıdır, hayatlarını kurmaya odaklanmışlardır. Yeni nesili koruma güdüsü çok güçlüdür. Yaşadıklarını çocuklarına direkt aktarmamalarının altındaki tolumsal psikoloji budur. Öğrenciler, yaşamın tüm zorluklarına rağmen adeta özel bir statüye sahipler. Köy hayatının zorlu işlerinde çalıştırılmadıklarını görüyoruz. Her şeyin kol gucü ile yürütüldüğü, emek yoğunlukla bu yaşamda olmuştur. Üstelik bunlara yapılan telkinler, okuyun devlette yer edinin yönündedir. Yaşama şablonlar ve ezberler ile yaklaşanlar bu sosyolojik hali anlamadılar, ona başka başka izahlar buldular. REHABİLİTE OLMUŞLUK, kemalistleşme, türkleşme, sindirilme, teslim olma vs. gibi.
Peki hakikat neydi?
Dersimlinin inanç şeklinde köklü bir degişiklik olmuşmuydu? Hayır. Dersimli eskiden olduğu gibi kutsal adedtiklerine aynı bağlılıkla yaşamını sürdürdü. Cem, cemaat eksilmedi hayatlarından, hatta yeni hayatın kurulmasında dayanışmacı roller üstlendi. Günlük yaşamda egemen dil konustukları Kırmancki, Kırdaski idi. Türkçe sadece devlet dairelerinde konuşuluyordu, jandarma dili idi. Asliını inkar eğilimleri tiye alınıyordu, bu konuda çokca bilinen iki örnek vereyim.
Adamın biri Elazığ’da çalışmaya gider ve uzun kalır. Çatpat Türkçe bilmektedir. Kendine şehirli esbabı edinmiştir, bir de kravat üzerinde eğreti duruyor. O bunun ayrıdında olmasa da köye döner. Evin önün de hane halki ile oturmaktalar karşıdan bir keçi gelmektedir. Bizimki, bu keçi olmasına keçi de kafasının üstündekiler nedir, der. bu kendi değerlerine yabancılaşma olarak hep anlatılırdı. Başka benzer anlatılar da var.
Garpte Türkçe ögrenen bir kişi uyanik devlet memurları ile iyi ilişkiler kurup bir statü elde etmeye şüphesizki yönelmiştir. Bundan doğal ne varki, sonuçta heterojen bir toplum. Farklı katmanları olan ve çıkarları siyasi partilerin taşra örgütlerinde rol alan kesim, daha çok doğal olarak ticaret ile uğraşan esnaf ve avukat, mütehahit gibi kesim bunlar bütün tolumların sosyolojik hayatında çokca gördüğümüz şeyler. Siyaset alanındaki yarışlarda rol oynayan faktörlere baktığımızda yine sosyolojik
doneler görürüz. Aşiret yapılanmasının sosyolojik bir vakka olduğu tolumsal bir yapıda aşiretçi faktörlerin öne çıkması anormal degil. Sonucta bir köylü toplumu. Ancak uyumlu bir tolumsal yaşam var karşımızda, ötekileştirmenin, uçlaşmanın olmadığı zamanlardır bunlar dersimlinin hayatında. Yaşadığı ağır travmayı bir nebze atlattığını düşündüğü yıllar. Yeni bir yaşam kurulmuştur zorluklarına rağmen, çocuklar başarılı bir okul yaşamına sahip. İkrar, pir, rayber, kutsallara adanan adaklar ile akıp giden bir hayat.
Devlet ne yapmıştır bu yıllarda? Boş durmadiği açık. Kim bilir ne kadar rapor vardır kozmik odalarda, bunlara ulaşmak bugün için olası degil. Ancak devlet aklı süreklidir, bunu biliyoruz. Kominizmle mücadele dernekleri serüveni dahilinde Dersim’de adam devşirdiklerini de biliyoruz. Konjuktür, devletin çıplak şiddet uygulamasını gerektirmiyor, daha çok manipulativ çabalar var. Dersim tüm yok edilme siyasetine rağmen hala aleviliğin kalbi ve merkezi, çevre Alevi yerleşkeleri ile süren canlı, düzenli ilişkileri devam ediyor. Pirlerin ziyareti Maraş’a, Erzurum’a, Varto’ya, Erzincan’a, Sivas’a devam ediyor. Kuruluş felsefesi Türk-İslam sentezi olan devletin bunu görmezden gelmesi beklenemez. Zaman altmışlı yıllara evrildiginde hz. Ali methiyeleri köylerde elden ele dolaşıyor. İslam dahilinde bir Alevilik propağandası yapıldığı oldukçada yaygın görülüyor. Asıl türklük söylencesi daha çok bu yıllarda kabul görüyor. Ehlibeyt Dergisi ve Birlik Partisi deneyimi ile çakışan süreçtir bu aynı zamanda. Ve en önemlisi bu yıllarda Dersim’de her evde bir kara çarsaf var. Günlük yaşamda kullanılmıyor ama şehre inildiginde ya da çevre uzak köylere misafirliğe gidildiğinde mutlak süretle giyıliyor. Soraları lacivert renge bürünürek biraz estetize oluyor yetmişli yılların başında kendiliğinden sönümleniyor.
Çok kabaca resim bu.
Şimdi sonraki resme bakalım.
1960-1980
27 Mayıs darbesi ile DP iktidari son bulmustur. TİP gelen yılarda mecliste 15 miletvekili ile temsil olanağı bulmustur. TİP Dersim’de miletvekili seçimini kıl payı kacırmıştır.
Av. Kemal Burkay Dersim’de tanınan önemli politik bir figürdür. Devlet aba altındaki sopayı yavaş yavaş çıkarır ve TİP aktivistleri Ali Gültekin, Terzi İsmail, Gavur Ali, Ali İşçi vb. ikide bir gözaltına alınırlar…
12 Mart Muhtırası ile birlikte devletin Dersim’deki baskıcı yanı giderek öne çıkar. Metropollerde Dev Genc ve TİP içinde çalışan bir kısım Dersimli üniveriste ögrencisi aranır duruma düşer ve memleketlerinde saklanmaya başlar. Bir kısmı ise hapistedir. H. Cevair Maltepe’de katledilir. Sosyalist sol, Sosyalist Devrim ve MDD ekseninde bölünür önce. Sonra sosyalist sol silahlı devrim ekseninde yapılanır, devletin artan baskılarına koşut olarak radikaleşirler. Amerika’nın “bizim çocukları” darbe yapmıştır 12 Mart 71’de. Sonuca ulaşmadan derin devlet bir dizi provakativ eylemde yapmıştır, ya da mizansen eylem hazırlıkları ve bunlar basın aracılığı ile halkı manüpule etmede kullanılmıştır. Sabotaj Davası-Bogaz Köprüsü’üne sabotaj, Haliç vapurununa sabotaj vb. eylemlilikler ya da eylem hazırlıkları dava konusudur (Bombalı olaylar davasi vb. gibi). 9 Mart darbecileri Madanoğlu ve grubu tasfiye edilir, yargılanır. Bunlar içinde İlhan Selcuk, Ugur Mumcu, Avcioglu, Ali Sirmen vb. burjuva liberal aydınlar tutuklanır, yargılanır.
Bu yazi yakın tarih çalışmasi değil, sadece Dersim’deki gidişatı dönemsel olarak fotoğraflarken kısa değinmeler içeriyor. Çünkü Dersim ayrı bir galakside değil. Bugünkü Dersim’e nasıl gelindiye cevap ararken, fotoğraflara bakma ihtiyacı var. Zira devletin ve yönlendirdiği yapıların yarattığı bilgi kirliliği manüpülasyon tüm resimleri flulaştırmış. Kendine aklın alamıyacağı kadar yabancılaşmanın sırrı burda saklı.
Bu döneme ait fotografa bakmaya devam edelim.
1971 yılında Dersim merkezde resmi MİT binası açılmıştır.
Dersim’e ilk gelen devrimcilerden Adil Ovalıoglu örgütü tarafında çok canice İstanbul’da katledilimiştir, kayitlara sandık cinayeti olarak geçmistir. Son derece marjinal bir gruptur. Caru Mazumdarcı olduğu hep dillendirilmistir, biran önce kırlardan halk savaşı baslatılmalıdır fikriyatina sahiptir.
Kaypakkaya ve Oruçoğlu zeten TİKP’in Dogu Anadolu Bölge komitesi üyeleri ve faaliyet alanları Dersim, Malatya ve Siverek, Diyarbakır’dır. Bu alanlar üç aşagı beş yukarı sonradan da devam etmiş ya da devam ettirillmeye çalışılmıştır ama sonucta Dersim’de yoğunlaşmışlardır.
Nurhakta THKO vurulan darbe ile çökertilmistir, denizler idam edilmiş; Kızıldere’de ise THKPC örgütsel olarak sonlandırılmıştır.Toplumsal muhalefet tümü ile çökertilmiş TÖS, İsci Partisi vb. Kapatılmış, üyeleri hapse tıkılmış. Sendikalar etkisizlestirilmiş sisteme muhalif ne varsa’72 ortalarına gelindiğinde bitirilmistir. TKP/ML bu koşullarda Dersim’de Çin devrimini ve pratiğini doğmatik bir kavrayış ile Dersim’de pratikleştirmeye kalkmış, aklın sınırlarını zorlayan eylemlilik grişimleri ile etrafındaki cçemberin iyice daralmasına yol açmış, Vartinik baskını ile çökme sürecine girmiştir. Kaypakkaya ele geçirilmış beyin dumura uğratılmıştır, ardından İstanbul’da son nokta konmustur. Ali Haydar Yıldız katledilmiştir. Bostancı Köyü’nde Süleyman Nakış ve kızı yaralanmış ve sayıları 60’ı bulan Dersimli işkenceden geçirilerek hapsedilmiştir.
1974 Ecevit-Erbakan hükümetinin gündemleştirdiği af ile birlikte siyasi tutsakların önemli bir bölümü özgürlüğüne kavauşur.
Bahse konu dönemde Cevahir ve Ali Haydar Yıldız katledilmistir.
TKP/ML davasında Süleyman Yeşil, Hasan İlter, Hüseyin Tekin, H. İbrahim Akyol, Baki İşçi, Musa Söğüt, Ali Yıldız, Hüseyin Soroğlu, Hüşeyin Acıkgöz, Kemal Bozdağ, Mehmet Çiçek, Ali İşçi, İsmail Erdogan, Hayrettin İpek, Munzur Yıldız, Ziya Aydın, Hıdır Sarıkaya ve Işık ailesinden iki köylü-Bagırbaşlı-Hamza Eroğlu, Niyazi Hoca, Hasan Gülmez gözaltına alınıp sorgulananlardan hatırladıklarım Kenan Kaşar, İbrahim Şahin ve başkalrı. Murat Aydın, Kamer Özkan, Erdogan Aktaş, Necati Şahin ise aranır duruma düşmüştür.
Aydınlık davasında, Ziya ulusoy, bedri gültekin, musa tanrı kulu, kazım koyun.Devgenc ve thko davasında metin Güngörmüş, yılmaz merkit, Ali kırmızı cicek… thk c davasında Yüzbaşı haldun yeşil, metin bozdağ tutuklanan dersimliler arsındadadır. DDko davsında ali kılıc var o dönem dersimliler kürt hareketine mesafeliler. Dr şıvan ve brusk ayrı elbette. Burkay ise sürıyeye gitmiştir.
‘74-76 yılları Türkiye ve Kürt solunun toparlanma ve yeniden inşaa dönemi olarak adlandıra biliriz. Cezaevlerinde yapılan muhasebeler ekseninde yeni gruplaşmalar ve eğeilimler şekillenir. Bunların her biri ayrı bir örgüt olarak süreç içinde ortaya çıkar. Bu yıllar yasal olanakların elverişliğinden kaynaklanan kitleselleşmenin olduğu yıllardır. Ancak sınıf ile bir türlü fiili bağlar kurulamaz pek çok siyasal örgüt öğrenci gençlik, köylü gençlik ve aydınlar arsında güç bulur.
Bu süreçde dikkat çeken ve üzerinde düşünülmesi gereken iki şey var. Birincisi Aydınlık-Perinçek . Aydınlık, sahada militant, mücadeleci pozlarda ve sosyal emeryalizm tezinin hızlı savunucusu. Bu savunu sovyet çizgisindeki gruplar ile çatışmaya evrilecektir zamanla. Maocu bozkurtlar, sosyal faşitler söylemi çatışmanın vardığı noktadır. Perinçek halkın yolu grubunun kurucu kadrolarını maocu ve üc dünyacı teori ile kafalar, Necmi Demir, İlkay Demir, Kamil Dede, Necati Sağer gibi kurucu insanları saflarına katarak bölünmenin kapısını aralar dersimliler. Bu ayrışmadan sonar bu grup içinde öne çıkar. Daralarak Dersim’i bir yapıya dönüşür adeta. İddilari büyüktür elbet, ama fiili durum budur. Yine Doğu Perinçek mahareti ile THKO içinden Osman Bahadır üç dünyacı olur. THKO bir çok parçaya bölünür. Türk devriminin yolu, TDK, Işık Grubu.
İkincisi, Apocuların sahne almasıdır. İşin bu kısmı herkesçe biliniyor. ‘76’da TKP/ML de bölünür. Partizan ve Halkın Birliği olarak. Bir çok yerde olduğu gibi Dersim’de de güç mücadelesi kıyasıya yürür. Alan kapma mücadelesi kısa sürede örgütler arası çatışmaya dönüşür. Apocular sahnededir. İlk cinayetler işlenmeye başlar. Hasan Kuş şaibeli bir şekilde öldürülür. Hıdır Çiçek cinayeti işlenir güpe gündüz. Ardınadan Adil Turan vurulur. Adil önceleri aydınlıkcı, sonra Kava’ya geçmiş sıkı bir üç dünyacıdır. Ve devam ile Halkın Kurtuluşu – Apocu çatışması onun üzerinde siyasi cinayet. Vuran da, vurulan da Dersimlidir. Halk benimsemez bu çatışmaları, ama dinliyen kim. ‘78’de Kava ve Halkın Yolu çatşıması ve bir kişi ölür. Dersim’de halktan bir kısım insan yeter artık deyip halk komitesi kurar, devrimci örgütlere çağrı yapar, şiddete son verin der. Ama etkisizleştirilir, çatışan gruplar adeta birleşerek komiteyi lince tabii tutar, işbirlikci hain vs. ilan edilir. Bu konuda Arkadaş Sineması’nda yapılan tolantı tam bir drama idi. O sahneleri hiç unutamıyorum.
‘78 yazında Mazgirt’e Dev Yol taraftarı bir öğretmen işkence edierek TİKKO’cu Levent Beğen tarafından öldürülür. M. Biter ve S. Cihan’ın sağduyulu çabaları ile örgütler arsı çatışma engellenir. Engelenmesine engellenir de Beğen’in bu cinayeti hangi saikler ile işledigi, kendi başına mı yaptığı inandırıcı olarak izah edilemez. Birileri tarfından korunur, yurt dışına çıkarılır, şansı yaver gitmez Yunanistan’a iade edilir. İlginç olan koruma şemsiyesi örgütün kendidir ve yine aynı dönemde PKK – Tekoşin çatışmaşı başlar Dersim’de.
12 Eylül darbesi giderek yoğunlaşma trendinde olan bu çatışmalrın sonlanmasını sağlar. Dersimliler Türkiye’nin kodeslerinde buluşur. Kimisi işkencede katledilir, kimisi sakat kalır, kimisi uzn süren esaret yılları yaşar. Nispeten rahat koşullarda halk savaşı diyenler soluğu yurt dışında alır. Dersim’de şiddet giderek daha çok halka yönelir.
1980’den günümüze Dersim
’80 sonrası Dersim’de askeri birlikler yığılır. Türkiye’nin önemli komando tugayları Bolu, Kayseri sırası ile Dersim’de köy ve dağları didik didik eder. Pusularda yüzlerce kişi kaledilir. Köylüler ağır işkencelerden gecirilir. Artık Dersim yaşanılır halden çıkmıştır. Halk iki ateş arasında kalmıştır, ezeli düşmani devletin baskılarına katlanır bir bicimde de kendi kurtarıcılarının şiddet ve baskısını anlamaz. Sonrası biliniyor PKK’nın uygulamaya koyduğu zorunlu askerlik vergisi, okul yakmalar, öğretmen öldürmeler ve başka güçlere yönelen yok etme pratiği. Parmaksız Zeki’nin alanda olması ve Suriyeli Kürtlerin hakimiyeti. Apo’nun o meşhur Dersimlileri aşağılama zırvaları, kişiliksizleştirerek teslim alma bunda başarılı olunuyor. Ve paralel olarak Dersimlilerin örgüt içinde katledilerek tasfiyesi. Ve devam ile 4oo’ün üzerinde köyün yakılması; göç, göç. Örgütlerin göçüne eklemlenen devletin zorunlu göç uygulaması. Ve artık siyasi örgütlerin cıplak zoru. Düşmanlarına benzeşmesi…
Bu kısa özetlerden sonar günümüzdeki resme bakalım.
Nufusu şiddet sarmalı içinde süreç içinde yüzde elinin üstüne varan bir azalma. Köyleri yakılmış –yıkılmış, virane olmuş askeri yasak alan edilmiş bir Dersim. Boşaltılan köyler. Üç beş çaresiz yaşlının kaldığı okulsuz, yolsuz, hizmet alamıyan köyler, köy denebilirse tabiiki. Muhtarlık statusü olmayan köyler. Kalekollar. Biteviye tahrip edilen doğa, orman yangınları, devletin her türden politikasını denediği bir labaratuvar ve kadavra olan Dersim. 12 Eylülde sunilestirme ve türkleştirme polıtikasının tutmamayışının sonucu devreye sokulan başka uygulamalar; fethocu yurtlar, aleviliğin içinin boşaltılması, baraj sularına boğarak kutsalların yokedilmesi, yeni bir tüketim kültürü, uyuşturucu bağımlılığını teşvik, rantcı eğlimleri güclendirme. Bir toplumu ayakta tuatan birleştirici tüm öğeleri tahrip etme, insansızlaştırma ve demografik yapının değişimine zemin hazırlama, yabancıların mülk alma zeminine hazırlık, bitirilen dil, degişen kültür farmasyonu, genleri ile oynanmış inanc kimligi… Saymak ile bitemaz planlı proğramli saldırılar…
Ve sonuç bitkisel hayattaki Dersim!
Bu satırları büyük acılar duyumsayarak yazdım. Niyetim yanlızca tüm Dersimlilerin bir kez daha düşünmelerine, kendilerine ve yaşanılanlara soru sormalrının kapısını aralamaktır. Bu vicdanlara yapılan bir cağrıdır aynı zamanda. Süre giden ‘38 Soykırımı’ndan daha kapsamlı, daha ince planlanmış bir nevi zamana yayılmış düşük yoğunluklu soykırımdır. Başarı ile sürdürülüyor. Zira Dersim insanı kendini var eden bütün temel özellliklerinden soyutlandırılmıştır. Bu soyutlama öyle kısa bir zaman dilimine sığdırılan bir şey degildi. Yazıyı ayrıntılara boğmamak için düşünmeyi sağlama adına kısa özetler ile yetindim.
Devletin Dersim ile işinin bitmediğini ‘38 Soykırımı sonrası yürüttügü politikalardan biliyoruz. Özelliklen 80 sonrası bir kadavra gibi üzerinde her türlü deneyi yaptığını da. Hangi birini sayalım? Köylere zorla yapılan camileri mi, toplatılan koçbaşlı mezar taşlarını mı, bombalanan ormanları, dagları, yerleşim yerlerini mi, sürgünleri mi, karneye bağlanan yiyecek alımını mı, yargızıs infazları mı, işkenceleri mi, faili mechül cinayetleri mi, toplatılıp kuran kurslarına yollanan akibetleri mechül çocukları mı, yasak mıntıkalrı mı, göçleri mi, hangi birini saymalı…
Bunca zülme karşı çıkmak adına dağların yolunu tutan yirmili yaşlardaki gencecik insanların kahpe pusularda durmaksızın katledilmesini mi?
Açık bir labaratuvar…
Dersim, çok kan kaybetti, direnme var olma direncini yitirdi. Başkalaştı, önemli ölcüde degerlerinden uzaklaştırıldı, inanç kimliğinin içi boşaltıldı, boşaltılıyor. Dilini yitiren bir lala dönüştü. Çok yönlü planlı bir kuşatmaya alınarak ölüme terkedildi. BU gidişatı farkeden Avrupadaki Dersimli aydınlar sürece müdahale ettiler. Ablukayı yenmek için Dersim festivalini gündemleştirdiler. Yüzünü kendi gerçekliğine dönerek kendileri ile yüzleşme süreci yaşadılar. Avrupa’da dernekleşerek örgütlenmeye çalıştılar. Ülkede dernek örgütlenmesinin önünü açtılar. Toplumun sözlü hafızasınıdaki tüm bilgileri kayıt altına alma yoluna gittiler. Dergiler çıkarttılar, dil ve gramer çalışması yaptılar. Bu çabalar bir çeyrek asırdır sürüyor. Arzu ettiğimiz noktada mıyız? Şüphesizki hayır. Nedenlerine bakmak lazım. Dersim tarihi seksen yıllık manipülatif yalanlar ile kirtetilmiş. BU kirletilmişlikten arınma son derece zor bir uğraşı gerektiriyordu. Bunların bir kısmı bugün aşılmış durumda. Yöntem olarak bardağın yanlızca boş ya da dolu yanına bakmamamız gerekiyor. Nesneyi olduğu gibi tarif etmek durumundayız. Bizi ileri noktalara ulaştıracak yöntem budur. Yukarıda kısmen özet olarak sıraladım çeyrek asırlık çabaların sonuçlarını. Bugün sayıları küçümsenmiyecek kendi dilinde okuyan, yaza bilen, eser üreten bir kesim var. Eksikliklerine rağmen sözlükler var, gramer var, alfabe var… Yazılı hale getirilmış meseller, Dersim türküleri, hikayeler, atasözleri, dualar vs., tarih çalışmaları, roman denemelri, şiir kitaplar gibi bir külliyat var. Belgeseller, kısa film çalışmaları, tiyatro. Her şeyden önemlisi oluşan kurumlar, dernekler, vakıflar vs..
Öteki kazanımlarımız katliam söyleminden vazgeçiş, soykırım tanımlamasında ortak konsesüs, lehçe söyleminin dilbilimsel veriler ile çökertilmesi, kendine özgü dil gerçekliğinin ve tarihsel arka perdesinin kültürel formasyonun bilince çıkarılması. Bu noktalarda ortak aklın oluşması son derece önemsenmesi gereken kazanımlardır. Dersim halk gerçekliğinde Aleviliğin temel tutkal olduğu da bilince çıkarılmıştır. Dersim’in 400 yıldır katliamlara uğramasının, ötekileştirilmesinin altındaki gerçekliğin bu kimlik olgusu olduğu daha çok bilince çıkarılmıştır. Bütün bu sonuçlara ortaklaşmaya kolay varılmamıştır. Bir dizi bilinç kirlenmeleri veriler ile açığa çıkarılarak zorlu uzun soluklu çabalr ile sağlanmıştır; bu kiymetli bir çabadır, asla küçümsenmemelidir. Her şeyden önemlisi katliamcıların bilinçli manüpülasyonu olan isyan söyleminin somut tarihsel veriler ve sözlü tarih aktarımları ile açığa çıkarılmış olmasıdır. Her ne kadar sol jargon adına birileri hala proağanda adına bunu kulanıyor olsa da esasta bu yalan deşifre edilmiştir. Bu söylemdeki israr sefil bir akıl tutulmasıdır.
Dersimliler her geçen gün daha bir yüzlerini kendi tarihine, değerlerine dönüyor, yaşadıkları ile yüzleşiyor. Ancak hala çok esksiklikler var. Soykırımı uluslararası arenda yeterince gündemleştiremediler. Bu konudaki girişimler Dersimlilerin müzdarip oldukları kişilik proplemlerinden dolayı hep akame uğradı. Daha profesyonel kurumlaşma sağlanabilmiş değil. Dersim tolumu olması gerekenden fazla politikleşmiş bir toplum, bu kulağa hoş gelse de beraberinde getirdiği bir dizi hastalık ve alışkanlıklar var. Bunlar alt başlıklar altında ele alınması gereken şeyler. Dersimliler bu konuda yüzleşmeyi başaramazlarsa bitkiesel yaşama düşmüş hastayı kurtarma şansına sahip olamazlar. Bu ağır bir vebaldir. Yeni kuşaklara aktarılamayan bir dil yok olmaktan kurtarılamaz. Bugüne kadar bu alanda yapılan çalışmalar hastanın ömrünü uzatmıştır, ama onu tamamen hayta döndürmeye yetmiyebilir. Toprak yani yurt ile bağı koparılmış bir dil gercekliği hayata tutunmaya yetmez. İnsansızlaştırma, barajlara boğarak göçertme, şiddet sarmalının devamını sağlayarak coğrafyanın tümü ile bitirilmesi eğemenlerin siyasetinin ana eksenidir. Burada her kesin bildiği bir bilgiyi hatırlatmak yeterli olsa gerek. “cözüm“ sürecinde Kürt Ulusal Hareketi güçlerini dışarı çektiğinde devlet ne istemisti? Tek başına bu örnek her şeyi anlatmıyor mu? Dünyanın en ceberrut çıplak terör siddetini savunan devletleri bile neden meşruluk zeminine ihtiyaç duyarlar? Halkları yalanlar ile mqanüpüle ederler. Dersim’de silahlı şiddeti bir yol olarak gören Dersimliler her şey bir yana bu gerçekliğe nasıl gözlerini kaparlar. Niyetlerden bağımsız olarak bunları bilince çıkarmayan her kes suça ortak olamaktan kurtulamaz, bu vebalin altında kalır.
Dersim aydınlanmasının emeklemeden ayakları üzerine dikilerek yürümeye geçmesi kaçınılamaz, ertelenemez bir zarurettir.
Bu zaruretin oluşmasında handikap Dersim’in şiddet sarmalından çıkmasının yolunun bulunamamsıdır. Şiddet sarmalı sonlanmadan Dersim’de yaşamın yeniden inşaası son derece zor, hatta imkansızdır. Şiddetin aslı faili devleti teşhir etmek ona karşı durmak bunu sağlamada Dersimlilerin seferber olamsı zor değil. Ancak şiddet sarmalının öteki müesiplerini eleştirmek bile çoğu kez mümkün olmuyor. Feveran kokuyor, ötekileştirme, itham ve bazen tehditler başını alıp gidiyor. Dersim’de sayıları bini bulan iç infazlar, ve halka yönelik şiddet gerçekliği yok sayılamaz. Toplumun dokusu altüst edilmistir. Burda sorgulanan niyetler değil objektif sonuçlardır ve buna kaynaklık eden siyaset tarzıdır.
Toplum ideolojik tahaküm ve zorla yönetilemez, yönetilse bile daha büyük sorunlara ve yıkıma sebebiyet verir. Bir tane Dersim var ve hepimize lazım. Onu yitirmek üzeresiniz bu gercekliğe ne zamana kadar gözlerinizi kapayacaksınız. Dersim’e güzelleme yapmak ile onu kurtaramazsınız. Hiç bir Dersimlinin, hiç bir aydının bu çığlığa kulağını tıkaması kabul edilemez.
Parçalanmış Dersim gerçekliğinden, DERSİM KONGRESİNE!
Parçalanmış Dersim, pek çok şeyi analatıyor. Bitirilmiş köyler, şehir ve kasabalara haps edilmış 6o bin civarindaki bir nufusu, yok edilmış tarım, hayvancılık, üretemeyen tüketime mahküm edilmiş, gelecek perspektifi olmayan bir ruh hali. Bölünmüş kişilik travmaları… Depresiv, kıskaca alınmış ateş çemberindeki akrep gibi kendini zehirlemeye yatkın psikolojik sendrom… Dünyanın her tarafında oluşmuş diaspora. İdeolojik bölünme, yönlendirilen düşün biçimi vb. değerlerinden kopuş, kendine karşı mazoşist, el kapısında kul kişiliği… Proplem olan Dersimli insanların farklı düşüncelere sahip olması değildir. Düşün tarzlarının kendi halk gerçekliğinden kopuk, kendi toplumsal değerleri ile örtüşmüyor olmasıdır. Siyasal tercihlerinden bağımsız olarak her Dersimli yok olan bir dili ve onun dolayımladığı kültürel formasyonu, başkalaştırılan inanç kimliğini ve en önemlisi insansızlastırılarak yokedilmek istenen yurt mefumunu görmezden gelme lüksüne sahi p olmamalıdır.
Dersim kongresi, bu nesnel gerçekliğin bilince çıkarılmasının bir tazahurudur. Duruma müdahale etme ihtiyacından kaynaklı bir çabadır. En başından bütün Dersimli bireylerin katılımını kendine dert ve amaç edinmiştir. En geniş temsiliyete sürekli ve ısrarla vurgu yapmıştır. Kongre, parcalanmış Dersim toplumsal hafızasını yeniden kurmayı amaçlıyor aynı zamanda. Yakın ve uzun vadeli sorunlarını güçlü bir zeminde gündemleştirerek iç ve uluslararası kamuoyu oluşturmayı amaçlıyor. Tüm birikimleri ihtisas kurumları kanalı ile ses getirici güce dönüstürmeyi amaçlar.
Kongreye çağrı metni, kapsayıcı ve esnektir. Bu metin bir nevi Dersim Kongresi’nin mutabakat sözleşşme taslağıdır. Son şekli açıktırki kongre verecektir.
Kongre, bana göre doğrudan seçim esasına göre toplanmalıdır. Kongre çağrı taslağını esasta benimsiyen her Dersimli kongreye katılma, seçme ve seçilme hakkına sahip olmalıdır. Ayda on euro gibi bir sembolik aidat yükümlülüğü eklenmelidir.
Seçilmış belediye başkanları, vekiller doğal delege olarak katılmalıdır. Türkiye’den sivil toplum örgütleri -dernekler, vakıflar vb.- delege gönderme hakkına sahip olmalılar. Avrupa’da her birey doğrudan katılmalıdır, hiç bir dernek, vakıf delege hakkına sahip olmamalıdır. Çünkü doğrudan katılım delegeliği gereksiz kılar. Amerika, Kanada, Avusturalya gibi uzak alanlardan varsa kurumlar istisna olarak delegelik sistemini kullanabilir.
Sayisal olarak 80 ile 100 kişilik bir yönetim hedeflenebilir. Kongre tanıtım konferansları zaman kaybedilmeden organize edilmelidir. Kongreyi itibarsızlaştırma çabaları boşa düşürülmelidir.
Belirlenen zamanda kongre yapılmalıdır. Sürgit erteleme doğru degildir. Ancak kongre örgütleme komitesi de işini ciddiyete almalıdır, planlı bir çalışma yapmalı, ulaşılması gerekli herkese ulaşmanın yolunu bulmalıdır. Fikre karşı çıkma argümanları yok, fakat pek çok kesim görmezden gelme tavrı ile etkisizlestirme siyaseti güdüyor çünkü.
Yazıyı sonlarken kimi serzenislerimi ifade etmek durumundayım. Vitrinde olma tavrı terkedilmelidir. Kongreyi örgütleyecek komite ağır sorumluluk altındadır, görevini layıkı ile yapmalıdır, yapamayanlar yerini başka arkadaşlara bırakmalı.
Giriş
Dersim’in demografisi, tarihi ve tarihsel gelişimi her zaman ilgi odağım olmuştur. Yıllardır Dersim ile ilgili bilgi ve belge derlemekteyim. Bunların çok küçük bir kısmını makalelerimde yayınladım. Ama Dersimi bütün detayları ile tarihsel ve bilimsel olarak ortaya koyacak bir eser yaratamadım. Hiç şüphe yok ki, Dersim ile ilgili pek çok yayın ve eser vardır. Değersiz olanların yanında bunların bir kısmı oldukça da değerlidir. Fakat ne yazık ki, bu çalışmaların çoğu bölük pörçüktür, kısmidir, bütünü yansıtmaktan uzaktırlar.
Son yıllarda üzerinde durduğum en önemli konulardan biri Dersim’in Birinci Dünya Savaşı (BDS) sırasındaki durumudur. Aslında epeyce de ilerledim ama bu çalışma henüz bir eser olarak yayınlayacak duruma gelmedi. Dersim’in demografisi de hem bu çalışmanın bir parçası ve hem de ayrı ele alınabilecek bir konudur, ancak belirttiğim gibi bunu da sonuçlandırabilmiş değilim. Konuları, bağlantılarından koparıp rastgele ve çalakalem yazmayı doğru bulmuyorum. Ama arada güncel durumların da etkisiyle kısa makaleler halinde yayınladığım yazılar olmuştur.
Dersim tarihi ve demografisi, Dersim’de Ermeni nüfusu, Ermeni tarihi eserleri, Ermeni yaşam alanları hakkındaki bilgileri içermezse, sadece eksik değil, sakat ve yarım olacaktır. Türk ırkçlılığının körüklediği Ermeni düşmanlığı ve inkarcılık, Kürt milliyetçilerinden sonra, son dönemde bazı Dersimli kişi ve çevrelerde de etkisini göstermiş gözüküyor. Belki bunu tetikleyen bir yaklaşım da Ermeni milliyetçilerinin Dersimi yalnızca Ermenilerin tarihi yurdu ve Dersimlileri de aslen Ermeni ilan etmeleridir. Ama neden ne olursa olsun, bazı Dersimliler, Dersim ile ilgili bir konuda Ermeni lafı geçtiğinde, saldırgan bir eda ile hemen, “sen Dersim’in Ermeni yurdu olduğunu mu” iddia ediyorsun? Ya da bir kilise veya manastır kalıntısından bahsedince, “sen gördüğün her kalıntıyı Ermeni eseri mi” sanıyorsun? Veya eski coğrafi veya yerleşim yerleri isimlerinden bahsedince, “sen bunların Ermenilere ait olduğunu mu” iddia ediyorsun gibi yaklaşımlarla karşılaşıyoruz. Bunlarla yetinmeyenler de var. Mesela Ermeni katlaimlarından, kırım noktalarından, sürgün güzergahlarından bahsedince, “sen Dersimlilerin Ermeni soykırımı yaptığını mı” iddia veya ima ediyorsun? gibi daha başında tartışmayı kesen, başka bir mecraya sokan tavır ve yaklaşımlarla karşılaşıyoruz.
Dersim’de Ermeni nüfusu ve yerleşim alanları konusu da bu olumsuz tartışmalar sık sık gündeme gelmektedir. Tartışmalar, öyle bir noktaya vardı ki, bazıları Dersim’de neredeyse Ermenilerin hiç yaşamadığını, hiçbir Ermeni yerleşim yerinin, Ermeni eserinin olmadığını iddia edecek kadar ileri gidiyorlar. Oysa bu konuda oldukça bol belge, bilgi ve kaynak var. Peki, buna rağmen bu uçuk iddalar nereden kaynaklanıyor? Bu inkarcı ve ırkçı yaklaşımların, Türk milliyetçiliğinin yüzyıla yakın bir süredir sürdürdüğü ve yarattığı”elverişli” ortamın sonucu olduğunu düşünüyorum. İşte, “1915 Öncesinde ve 1938 Döneminde Dersim’de Demografi ve Ermeni Nüfusu” başlıklı bu makalemi, bu yanlış yaklaşımları engellemek, olguları olduğu gibi ele alarak gerçeklerin yalan yanlış demagojilerle karartılmasına gönlümün razı olmadığını belirtmek için kaleme aldım.
Diğer yandan bu makale sadece yerel milliyetçilerin inkarcı yaklaşımlarını değil, Ermeni milliyetçilerinin de yalan ve dezenformasyonlarını çürüten bir içeriğe sahiptir. Malum bazı Ermeni milliyetçileri¹ Dersimlilerin yüzde yetmiş beşinin (%75), yüzde doksanının (%90) ve hatta tümünün (%100) Ermeni olduklarını iddia edecek kadar saçmaladılar. Bu çalışmada esas alınan 19. yüzyılın son çeyreğinden yirminci yüzyılın ilk çeyreğine (1870-1914) kadarki yaklaşık elli yıllık süreçte görülmektedir ki, Dersim’de Ermeni nüfusu yaklaşık yüzde yirmi civarındadır. Bu demektir ki, yaklaşık yüz bin nüfuslu Dersim Sancağında yirmi bin kadar Ermeni nüfus yaşamaktadır. 1915’de Ermeniler tehcir edilerek ve kırılarak büyük oranda imha edilmiş olduklarına göre, Dersim’de kalan Ermenilerin sayısı ve oranı çok daha düşüktür. Öte yandan Dersimli Ermenilerin çok daha önceki tarihlerde, mesela 17. yüzyıldan itibaren asimile oldukları, bu yüzden Dersimlilerin aslında Ermeni kökenli oldukları varsayımı da sosyolojik gerçeklere aykırıdır. Birincisi, eğer böyle bir asimilasyon gerçekleşmişse, artık olan olmuştur. Onlar artık Ermeni değil, yeni halk grubuna aittir; adı Türk, Kürt, Zaza neyse, o halk grubuna dahil olmuşlardır. Bu, doğal bir asimilasyondur, 1915 gibi zoraki değil. Böyle durumlar ve olgular, olağandır. Bugün ulus olan ya da uluslaşma aşamasında olan hiçbir halk grubu, saf ırk değildir. İkincisi, eğer bir asimilasyon söz konusuysa, -ki çok muhtemeldir- bu, bütün Dersimlilerin Ermeni kökenli olduğunu göstermez, olsa olsa Ermeni kökenden gelenlerin oranını biraz daha yükseltir ama sonuç değişmez. Bir örnek olarak Alevi Zazaları alalım. Kendilerine Kırmanc, dillerine Kırmancki diyen Alevi Zazalar, 17. yüzyıldan itibaren, eskiden Ermenilerin yaşadığı alanlarda en yoğun nüfusu oluşturmuşlardır. İrili ufaklı yüze yakın aşiret ve kabileye sahiptirler. Bunların içinde asimile olmuş bir kaç Ermeni kökenli aşiret veya kabilenin olması, onların bugün sahip oldukları kimliklerini değiştirmez, değiştiremez. Ermeni milliyetçilerinin bu argümanı kullanmaya çalışmaları, sosyolojik gerçeklere aykırıdır; çürük bir iddiadır. Ermeni veya başka bir kökenden gelmiş biri, nesilden nesile süreç içerisinde dönüşmüştür, yeni bir kimlik edinmiştir. (Bu durumda olan birine Ermeni demek, hakaret olarak algılanır). Fakat 1915 süreci ve sonrası tamamen farklı bir durumdur. Hem yakın bir zaman sayılır, hem de zoraki bir durum söz konusudur. Bir çok nedenden ötürü 1915 süreci ve sonrası nesillerin Ermeni kimliklerine dönmek istemeleri anlaşılabilir. Bu, her şeyden evvel, evrensel bir haktır. Desteklenmesi gereken bir durumdur. Her halükarda durumu anlamak, algılamak ve empati ile yaklaşmak gerekir. Bu empati şunu da içermelidir. Ermeniler bölgenin en eski halklarından biridir. Dersim, diğerleri ile beraber Ermenilerin de yurdudur. Bu, en makul yaklaşımdır. Bunu dediğimizde Dersim’in tek başına Ermenilerin yurdu olduğunu da söylemiyoruz, demektir.
Dersim, pek tabi ki Dersim’de yaşamış olan bütün halkların yurdudur. Dersim Sancağı olarak bu böyledir. Ama realite biraz daha farklıdır. Bu realiteyi sağ duyulu Ermeniler şöyle dile getirmektedir: “XIX. yy.’da Dersim ayrı bir sancaktı; büyük ölçüde Ermenilerin yaşadığı Çarsancak ve Çemişgezek gibi ovalık ve yarı ovalık bölgeler kapsamaktaydı. İlginç olan yerel Ermenilerin kendilerine Dersimli dememeleri. Onlar daha ziyade Harput ovasına bağlıydılar. Zamanın algısına göre sancağın kuzey ve doğusunda bulunan dağlık bölgedeki halktı Dersimli olan.” (Dersime Doğru: Huşamadyan.org). Aslında Dersim’in çevre bölgelerinde, örneğin Erzincan, Harput ve Bingöl’e bağlı yerlerde yaşayan Aleviler de kendilerine Dersimli demez. Bu da gerçeğin ya da olgunun başka bir şekilde dile getirilmesidir.
Şüphesiz ki bu yazının eksikleri ve hataları da olacaktır. Zaten ben de bütün detayları ile değil, konunun bir özetini yapmaya çalıştım. Her şeyden evvel bu yazı, Dersim’in demografisini bütün detayları ile değil, ana hatları ile vermektedir. Örneğin bütün köyler tek tek ve nüfusları ile beraber değil, sadece Ermeni yoğunluklu en büyük köyler gösterilmiştir. Bunun nedeni, Ermenilerin inkar edilemez varlığının yaşadıkları yerleşim yerleri ile örnek gösterilmesidir. Ama yirminci yüzyılın başında büyük küçük bütün yerleşim yerlerinin, dinsel kimlikleri (Müslim ve Gayri Müslim) ile de olsa nüfusları mevcuttur ve yapılacak olan detaylı bir çalışmada tabii ki bütün bunlar işlenmelidir. Deyim yerindeyse bu çalışmada Dersim’in demografisinin kaba hatlarını gösteren bir fotoğrafını çizmeye çalıştım. Bu bir taslaktır veya demografi taslağının bir iskeletidir de, denebilir. Okuyucu, olgunluk içerisinde hata ve eksikleri belirtirse, memnun olacağım.
Bu makalenin hazırlanmasında yararlandığım kaynaklardan da bahsetmek istiyorum. En başta bir İnternet yayını olan “houshamadyan.org” (Huşamadyan) adlı sitedeki “Dersim Sancağı – Yerleşim Birimi” başlıklı bölümden yararlandım. Başta George Aghjayan (Corc Ağcayan) olmak üzere bir çok kaynaktan yararlandığı anlaşılan houshamadyan.org sitesinin çok değerli bir “bilgi bankası” olduğunu söyleyebilirim. Yararlandığım diğer önemli kaynaklar arasında Raymond Kevorkian’nın “Ermeni Soykırımı” ile yine Raymond H. Kévorkian – Paul B. Paboudjian’ın ortak eseri olan 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler, Hovsep Hayreni’nin “Yukarı Fırat Ermenileri 1915 ve Dersim” ile yine Hovsep Hayreni tarafından çevrilen İnternet yayınları olan “Çarsancak Ermenileri Tarihi” (Kevork Yerevanyan, 1954-Beyrut) ve “Çemişgezek Ve Köyleri” (Hampartsum Kasparyan, 1969-Erivan), Arsen Yarman tarafından derlenen Palu – Harput 1878 (2 Cilt) adlı eser, çeşitli kaynaklarda yayınlanmış olan Osmanlı Nüfus İstatistikleri veya kayıtları, Prof. Dr. Mehmet Ali Ünal’ın XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, Doç. Dr. Şükrü Aslan’ın bir derlemesi olan “Pülümür” adlı kitapta yer alan Zeliha Koçak’ın Osmanlı Pülümür’ünde (Kız-uçan) Nüfus ve Yerleşme (1518-1927), Murat Alanoğlu’nun Kız-uçan’dan Pülümür’e Osmanlı İdaresi (1518-1923), George Aghjayan’ın “Pülümür’de Ermeniler ve kaybolan Kültürel Mirası” adlı makaleler sayılabilir.
1915 Öncesinde ve 1938 Döneminde Dersim’de Demografi ve Ermeni Nüfusu
1914 Osmanlı verilerine göre Dersim Sancağındaki Müslüman nüfus 65.976 ve Ermeni nüfus 14.902 kişidir. 1914 Ermeni Patrikhanesi kayıtlarına göre ise Ermeni nüfus 15.935’tir. Bu durumda Osmanlı verilerine göre Dersim Sancağındaki toplam nüfus 80.878 kişidir. Oran olarak aldığımızda ise Osmanlı verilerine göre Ermenilerin oranı yüzde 21 iken, Patrikhane kayıtlarına göre yüzde 22’dir. Sayı olarak ise aradaki fark 1033 kişidir. Bu rakamlar ve oranlar biraz oynayabilir ama birbirine oldukça yakındırlar, bu yüzden ortalama olarak da alınabilirler.
16. yüzyıl kayıtlarında Hıristiyan nüfus ile Hıristiyan olmayan nüfus hemen hemen birbirine yakındır. Daha sonra, 19. yy ortalarında kurulacak olan Dersim Sancağına tekabül eden XVI. Yüzyıldaki Çemişgezek Sancağı tahrir defterlerinde köyler, kasabalar (nahiyeler) ve Çemişgezek’in beldesine ait olan bilgiler detaylı olarak verilmiştir. Bu detaylarda Müslüman nüfusun yanı sıra Ermeni nüfusun yaşadığı yerleşim yerleri, sayıları, oranları da verilmiştir. Çemişgezek Sancağı’nın 16. yüzyıla ait Osmanlı tahrirlerinden habersiz olanların Dersim’in tarihsel demografisi üzerine konuşmaları tek kelimeyle abestir.
19. Yüzyıla gelindiğinde Dersim’deki demografi yani nüfus dağılımı çok değişmiştir. Esasını Ermenilerin oluşturduğu Hıristiyan nüfus, kırsal alanlardaki yerleşim yerlerini terk etmiş, ovalardaki kasabalara ve büyük köylere yerleşmiştir. “Ermeni nüfusu uzun yıllardır baskı altındaydı ve kırsal bölgelerden daha büyük kentlere doğru göç yaşanıyordu.” (George Aghjayan, Houshamadyan.org).
Bu göçün nedenleri çok açık olarak bilinmiyor ama bazı tahminler yapılabiliyor. Birincisi, Hıristiyan nüfusun kırsal alanlarda can ve mal güvenliği sorunu vardı. Hırıstiyan olmayan aşiretlerin, özellikle Zazaca konuşanların, kırsal alanlardan ovalara doğru çok güçlü bir tazyik yaptıkları anlaşılıyor. Bu tazyike dayanamayan Hıristiyan nüfus, ellerindeki toprakları ya terk ederek ya da satarak şehir ve kasabalara göçmüştür. Can ve mal güvenliği endişesi yanında Dersim’in dağlık oluşu da tarım, ticaret ve zanaat ile uğraşan Ermeniler için elverişsiz bir ortam oluşturmuştur.
Kırsal alanlarda Hıristiyan nüfusun azalmasının ikinci bir nedeni de, din değiştirme yani Aleviliği benimseme olabilir. Dersim Ermenilerinin önemli bir kesiminin pagan (çok tanrılı doğa dini) oldukları ve Hırıstiyan olmadıkları veya olanlarının da yüzeysel bir inanca sahip oldukları varsayılabilir. 16. ve 17. yüzyıl boyunca süren Alevilik-Sünnilik çatışmalarında, Ermeniler gibi arada kalmış unsurlarda, özellikle Dersim gibi alanlarda din değiştirmenin çok mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu konuda çok somut veriler sunmak mümkün değilse de, büyüklerimizin falan köyün, filan kabilenin ve hatta falanca aşiretin Ermeni olduklarını söylediklerine tanıklık edenlerimiz olacaktır. Bugün bazıları Ermeni kökenden gelmeyi hakaret olarak görüp kabul etmeyebilir ama bu gerçeği değiştirmeyecektir.
Konuyu dağıtmadan 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarındaki nüfus verilerine bakalım: 1880’li yıllardan itibaren hem Osmanlı ve hem de Ermeni Patrikliği önemli çalışmalar ve sayımlar yapar. Özetleyerek belirtirsem: Osmanlı kayıtlarına göre 1880’lerde Dersim Sancağı’nın toplam nüfusu 54.539 olup bunun 13.450’si Ermeni, 41.089’u Müslüman olarak kaydedilmiştir.
1894 (1312) Mamuret-ül Aziz Salnamesinde Dersim’in toplam nüfusu 62.904, bunun 13.696’sı Ermeni, 49.208’u Müslüman’dır.
1906 Osmanlı nüfus sayımında Dersim’in toplam nüfusu 69.096, bunun 12.830’u Ermeni, 56.266’sı Müslüman’dır.
1914 Osmanlı nüfus sayımında Dersim’in toplam nüfusu 80.878 kişi olup bunun 14.902’si Ermeni, 65.976’sı Müslüman olarak kaydedilmiştir. Aynı yıla ait Ermeni Patrikhanesi nüfus sayımında ise Ermeni nüfusun 15.935 olduğunu hatırlatalım.
1894-1896 yıllarında Osmanlı imparatorluğunda Ermenilerin yaşadığı alanlarda büyük çaplı Ermeni katliamları yaşanmıştır. Bu kırımların yansımaları Dersim’in çevresindeki Ermeni yerleşim bölgelerinde de görülür. 1895 yılında Çarsancak, Peri ve Çemişgezek’te Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı yerleşim yerleri katliam ve talanlara uğrar. Birçok köyde kırımlar yaşanır, mallar, araziler el değiştirir. Ancak farklı nedenlerden ötürü Ermeni nüfus, kayıp vermesine rağmen varlığını 1915’e kadar sürdürür. (Kaynaklar: Çarsancak Ermenileri Tarihi, Kevork Yerevanyan, 1954-Beyrut; Çemişgezek Ve Köyleri, Hampartsum Kasparyan, 1969-Erivan, çeviren Hovsep Hayreni).
1915’de Dersim sancağındaki Ermeni nüfus da sürgün ve kırıma uğrar. Bu kırımlar sonucunda Dersim’de çok az Ermeni kalır. Kırımların ve sürgünlerin yaşandığı yerleşim yerleri, daha çok Dersim’in çevre bölgeleridir. Dersim’in güneydoğusunda Mazgirt, Çarsancak, Peri, daha batıda Pertek ve Çemişgezek, kuzeyde Erzincan ve köyleri, Kuzeydoğu’da Tercan ve Kiğı gibi Dersim’in çevre bölgeleri, Ermeni nüfusun yoğun olarak yaşadığı yerlerdi.
- Bölüm
1915’de Çemişgezek, Çarsancak, Pertek’de Demografi ve Ermeni Nüfusu
Dersim Sancağındaki Ermeni nüfusun esası veya büyük çoğunluğu Çarsancak, Peri ve Çemişgezek ile bağlı köylerinde yaşıyordu. Buralarda yaşayan Ermeni nüfusu tahminleri 15 bin ile 16 bin arasında değişmektedir. Osmanlı ve Ermeni Patrikliği kayıtlarındaki rakamlar, -karşılıklı itiraz ve tartışmalara rağmen- birbirine yakındır. Pertek ile beraber, bu üç kazada ortalama ve yuvarlak bir rakam vermek gerekirse, 1915’de 15 bin kadar Ermeni nüfusun yaşadığı tahmin edilebilir. Bunun aynı bölgedeki oranı ise yaklaşık yüzde 30 civarındadır.
1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesine göre Çemişgezek kazasının toplam nüfusu 17.882 kişidir. Bunun 13.504’ü (%75) Müslüman nüfus iken, 4.378’i (%25) Ermeni’dir. Bu sayımda, öncekilerden farklı olarak Çemişgezek kasabasının ve köylerinin nüfusları hem etnik olarak ayrı ayrı tespit edilmiş ve hem de ayrıca kadın ve erkek nüfus ile hane sayısı da belirtilmiştir. Buna göre Çemişgezek kasabasının (beldesinin) toplam 3.157 olan nüfusunun, 1.784’ü (%56) Müslüman iken, 1.373’ü (%44) de Gayri Müslim’dir. Yani kasabadaki etnik oran neredeyse birbirine yakındır. Köylerin toplam nüfusu 14.725 olup, bunun 11.720’si (%80) Müslüman iken, Gayrimüslimlerin sayısı 3.005’tir, (%20). Köylerde Müslüman nüfusun daha fazla olduğu görülüyor ama Ermeni nüfus sayısı da küçümsenmeyecek orandadır. Köyleriyle beraber Çemişgezek kazası genelinde Ermeni nüfus oranının yüzde yirmi beş kadar olduğunu hatırlayalım.
1906-1907 Osmanlı nüfus sayımı, 1914’te güncellendiğinde Müslüman nüfus 16.181’e yükselirken, gayrimüslim nüfus nispeten aynı kalarak 4.254 (3772 Apostolik Ermeni, 267 Ortodoks Rum ve 215 Protestan) olmuştur. Yani Çemişgezek için 1914 Osmanlı nüfus tahmini toplamda 20.435 olup, bunun %80’i Müslüm, %20’si ise Gayrimüslimdir. Bu durumda 1894 ile 1914’e ait sayı ve oranlar Ermeniler aleyhine değişmiştir. Fakat, Çemişgezek Piskoposluğu da, Mart 1902’de yapmış olduğu bir nüfus sayımında toplam 846 hanede 4408 Ermeni kaydetmiştir. Aynı şekilde 1913’te Ermeni Patrikhanesi tarafından yapılan sayımda da 835 hanede 4133 Ermeni kaydedilmiştir.
Çemişgezek kazasındaki yoğun Ermeni nüfuslu bazı köyler şunlardır:
Gedikler [Garmri, Gemili, Kermissi, Germili], 198 Ermeni, 35 hane,
Anıl [Hazari], 351 Ermeni, 75 hane,
Karasar [Kharasar, Gharasar, Kharassar], 223 Ermeni, 34 hane,
Alakuş [Mamsa, Mamoussa], 570 kişi (320 Apostolik Ermeni ve 250 Ortodoks Yunan), 80 hane, (42 Apostolik Ermeni ve 38 Ortodoks Yunan),
Cebe [Pazapun, Bazabun, Bazapon], 116 Ermeni, 15 hane,
Varlıkonak [Sisna, Sisne], 235 Ermeni, 35 hane,
Arpaderen [Yerits Akrag, İriisekrek], 226 Ermeni, 29 hane,
Yoğun Ermeni nüfuslu olan iki köy sular altında kalmıştır. Adları şöyledir:
Bahçecik [Bardizag, Bağçecik], 145 Ermeni, 25 hane, (günümüzde sular altında),
Tuma Mezre, Toma Mezre, Salim Bey Mezre, 200 Ermeni, 25 hane (günümüzde sular altında). Yine yoğun Ermeni nüfuslu olan iki köyün ise bugünkü yerleri ve adları tespit edilememiştir. Bunlar Muruşka, Morşga, Morşukha, (164 Ermeni, 36 hane) ve Mirnav, Murnayi, (181 Ermeni, 22 hane) adları ile 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesinde yer almışlardır.
Görüldüğü gibi Çemişgezek’e bağlı köyler, Dersim’in diğer bölgelerindeki köyler ile karşılaştırıldığında oldukça büyük ve kalabalık sayılırlar. Çemişgezek’teki köylerin bir kısmı tamamen Ermeni nüfustan oluşurken, diğer bir kısmı da Ermeni yoğunlukludur. 1895’de yaklaşık 30 Ermeni köyü bulunan Çemişgezek, Ermeni Patrikhanesi istatistiklerine göre, 1914’te artık 20 yerleşim birimi ile sınırlıdır ve yaklaşık 4.514 Ermeni nüfusa sahiptir, (H. Hayreni:488). Hemen her köyde Kilise veya Manastır bulunan Çemişgezek köylerinin büyük olanlarında Ermeni okulları da mevcuttu.
1915’de Çemişgezek Kazasındaki Ermenilere Ne Oldu?
Savaş ilanı ile beraber, Ermeni yetişkinler Amele Taburlarına alınır ve sonraki süreçte kırılırlar. 1915 baharında Çemişgezek, Uşpak mahallesinin ileri gelenlerini tutuklayıp önce hapishaneye, sonra Harput’a gönderirler. Bunların çoğu Fırat kenarında katledilerek suya dökülmüşlerdir. İkinci bir grup, Fırat’ın iki kolu Murat ve Karasu’nun birleştiği yerde katledildikten sonra suya atılırlar. Yetişkin erkeklerden oluşan üçüncü bir kafile, Murat nehri kıyısında yakılarak imha edilir, cesetleri suya karışır. Geride kalan kadın, çocuk ve yaşlılar kafileler halinde Harput’a ve oradan da daha batıya ve Suriye çöllerine sürülmek üzere çoğu yollarda katledilir. Ayrıca özellikle genç kadın ve kızlar kafilelerden koparılarak kaçırılır, çocuklar ailelerinden koparılır, din değiştirmeye zorlanırlar, (H. Hayreni:487-498). Çemişgezek köylerinde yaşayan Ermenilerin bir kısmı da sürgün edilmek üzere yola çıkarılıp katledilirken, diğer bir kısmı da kaçarak Dersim köylerine sığınır.
1915’de Çarsancak Ermenileri
“Çarsancak Kazası, Dersim bölgesinin kuzeydoğunda Palu sınırına kadar büyük bir kısmını oluşturmaktaydı. Soykırım arifesinde kazanın 50’den fazla köyünde Ermeni nüfus mevcuttu.”
“1914 Osmanlı kayıtlarında göre Çarsancak kazası genelinde Müslüman nüfus 8.216’dan 12.157’ye, gayrimüslim nüfus ise 6.723’ten 7.105’e yükselmiştir. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında ise 1145 hanede 7.938 Ermeni kaydedilmiştir.”
(George Aghjayan, Houshamadyan.org, Çarsancak Kazası).
Çarsancak kazasının, çok daha detaylı olan 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesine göre toplam nüfusu 10.062 iken, bunun 4.078’i Müslüman (%40), 5.982’si (%60) Gayrimüslimdir. Çarsancak’a bağlı köylerin toplam nüfusu 7.382, bunun 3.514’ü Müslüman (%47) iken, 3.868’i (%53) Gayrimüslimdir. Çarsancak kazasının merkezi olan Peri kasabasının toplam nüfusu 2.678; Müslüman nüfus 564 (%21); gayrimüslim nüfus ise 2.114’tür, (%79). Görüldüğü gibi Çarsancak kazasında hem kasaba (belde) nüfusunda ve hem de köy nüfusunda ve dolayısıyla genel toplamda Ermeni nüfus çoğunluktadır. Çarsancak ve köylerinde Ermeni nüfusun genel nüfusa oranı yüzde altmış kadardır.
1914 Ermeni Patrikhanesi Kayıtlarına Göre Çarsancak ve Pertek Kazalarındaki Ermeni Yoğunluklu Başlıca Yerleşim Yerleri Şunlardır:
Akpazar, [Peri], 310 hanede 1763 kişi, (Çarsancak merkezi; Mazgirt’e bağlı),
Güneşdere [Basu, Basi], 240 Ermeni, 30 hane (günümüzde Mazgirt’e bağlı),
Göktepe [Gök Tepe], 200 Ermeni, 25 hane (günümüzde Mazgirt’e bağlı),
Akdemir [Havşakar, Avşakar], 260 Ermeni, 40 hane (Pertek’e bağlı),
Karşıkonak [Hoşe], 238 Ermeni, 29 hane, (günümüzde Mazgirt’e bağlı),
İsmailli [İsmayeltsik], 312 Ermeni, 38 hane, (günümüzde Mazgirt’e bağlı),
Güneyharman [Kodariç, Köteriç), 300 Ermeni, 33 hane (Mazgirt’e bağlı),
Kuşçu [Xuşin, Xuşig], 177 Ermeni, 25 hane, (günümüzde Mazgirt’e bağlı),
Kızılcık [Kuzulcuğ], 232 Ermeni, 15 hane, (günümüzde Mazgirt’e bağlı),
Karabulut [Sorak/Sorek], 130 Ermeni, 17 hane, (günümüzde Mazgirt’e bağlı),
Örsköy [Urts, Khors, Hurs, Huris], 195 Ermeni, 22 hane (Mazgirt),
Beydamı [Baluşer, Balaşer: Balışêre], 166 Ermeni, 20 hane, (Pertek’e bağlı),
Biçmekaya [Kharesig,Xarsik, Harsig], 112 Ermeni, 12 hane, (Pertek’e bağlı),
Arpalı [Lusadariç, Musadariç], 174 Ermeni, 19 hane, (Pertek’e bağlı),
Yeniköy [Nor Küğ], 122 Ermeni, 35 hane, (günümüzde Pertek’e bağlı),
Yukarı Yakabaşı [Ureg Verin; Horik], 122 Ermeni, 15 hane, (Pertek),
Tozkoparan [Tants, Tanz, Tantz, Tandz], 282 Ermeni, 32 hane (Pertek),
Pınarlar [Paşavank, Paşavenk], 632 Ermeni, 96 hane, (Pertek),
Korluca [Pertagi Til, Tilköy], 108 Ermeni, 27 hane, (Pertek),
Çalıözü [Vasgerd, Vasgird], 102 Ermeni, 20 hane, (Pertek),
Aşağı Böğürtlen [Havseg Varin], 125 Ermeni, 15 hane, (Merkeze bağlı),
Burmageçit [Sevjoğ, Şihso], 333 Ermeni, 53 hane (Tunceli merkeze bağlı),
Yolkonak [Sorpian, Sorpiyan], 181 Ermeni, 24 hane, (Tunceli merkeze bağlı).
1915 öncesinde Çarsancak ve Pertek kazalarının bazı köyleri oldukça kalabalık bir Ermeni nüfusa sahiptir. Listesini verdiğim köylerdeki Ermeni nüfus sayısı yüz ile altı yüz kişi arasında değişmektedir. Bu köylerin çoğunda Müslüman nüfus azınlıktadır. Karşıkonak [Hoşe], Korluca [Pertagi Til, Tilköy] gibi bazı köyler tamamen Ermeni nüfustan oluşmaktadır. Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu köylerde ise az sayıda Ermeni nüfus da vardır. Ancak, burada rakamlarla konuyu boğmak istemediğimden geçiyorum. O dönemde Çarsancak kazasına bağlı olan yerleşim yerlerinin çoğu, bugün Mazgirt, Pertek ve Tunceli merkez ilçesine bağlıdırlar.
Pertek (Pertag) kazasında 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesine göre toplam nüfus 4.889 olup, bunun 4.138’i Müslüman ve 751 gayrimüslimdir. Pertek kasabasının nüfusu ise, 408 Ermeni (210 erkek ve 198 kadın) ve 2088 Müslüman (1082 erkek ve 1006 kadın), toplam 512 haneden oluşmaktadır.
Pertek köylerinde Müslüman nüfus 2050 iken, Gayri Müslim nüfus 343 olarak kaydedilmiştir. Yani daha o dönemde hem Pertek kasabasında ve hem de köylerinde Gayrimüslim nüfus yüzde on beş oranında olup azınlıktadır. 1914 Patrikhane kayıtlarına göre Pertag [Pertek] kasabasında 445 Ermeni, 45 hanede yaşamaktadır.
1915’de Çarsancak ve Pertek kazalarındaki Ermeni nüfusun büyük çoğunluğu tıpkı Çemişgezek Ermenileri gibi kafileler halinde tutuklanır, sürülür ve belli noktalarda imha edilirler. Harput’a ulaşanlar, oradan da daha batıya sürülür ve yollarda kırılır. Kaçarak kurtulanların bir kesimi ise Dersim’in içlerine sığınır, ileri gelen ağa ve aşiret reislerinin himayesine girerler.
Devam edecek…
Dersim Neden Özel Statülü İl Olmalı? Özel Statü Nedir?[i]
Latince “Status” kelimesinden alınan konum, mevki, sosyal ve toplumsal durum, rol, kaide vb. kavramlar ilişkili bulunan pozisyonu içerir. Özel statülü bölgeler ve ya iller, genel olarak tüm dünyada merkezi yönetimlere bağlı bazı özel il veya bölgelerde uyulanan otonom /yarı otonom yönetimlerin idare şeklidir. Bu idare şekillerinin değişik biçimleri vardır. Gerek otonom cumhuriyet şeklinde gerek monarşi, kontluk, belediye bazında otonom yerel comunalite yönetimleri veya özerk bölgeler biçimlerinde bulunurlar. Özel statülü illerin veya bölgelerin, Gerek tarihte ve gereksede günümüzde dünyanın değişik bölgelerinde bulunan sayısızca örnekleri bulunmaktadır. Bildiğimiz yakın tarihte Osmanlı imparatorluğunun idari sistemi buna bir örnektir. Örneğin; Dersim sancağı veya Hicaz, Tripoli, Aynoroz Yarımadası vs. Konuya ilişkin olarak tarihte gerek köleci ve gerekse de feodal imparatorluklar döneminde özel statülü illerin ve bölgelerin özerk yaygınlığı dikat çekicidir. Ancak kapitalist emperyalizm çağında ulus devletlerin varlığıyla bu oran pazarın örgütlenmesi kolaylığı nedeniyle üniter bir yapıya büründürülerek düşürülmüştür. Buna rağmen günümüzde hatırı sayılır çoğunlukta özel statülü bölgeler ve illerin sayısı vardır.
(…)
Yukarıda kısmen aktardığımız özel statülü bölge ve şehirlere verdiğimiz örneklerde degörüldüğü gibi “ÖZEL STATÜ” nün kapsama alanı geniş bir alanı ifade etmektedir. Tarihi bağlar ve özellikleri, ekolojik yapısı ve korunması gereken kaynakları, Kültürel ve etnik dokunun yoğunluğu, Nufüs artışından kaynaklanan yeni sorunları, ekonomik ve sosyal problemler, uluslararası anlaşma hükümleri gereğince oluşan tampon bölgeler, Serbest ve Nitelikli Sanayii Bölgeleri’nin varlığı vs. koşullarında özel statü kapsamı işlemektedir. Buna Türkiye’nin AB’ne katılımı için ön görülen 8 maddelik ek talepler ve 6. maddesindeki dış politika ve savunma bölümünde görüldüğü gibi “Dış politika ve savunma: Türkiye’nin jeopolitik yapısını dikkate almak, bu ülkenin Avrasyalı özelliği yanında Orta Doğu (Arap, Fars ve Türk), Kafkasya ve Karadeniz’in genelinde bir istikrar gücü ve aracı rolünü kabul etmek demektir. Türkiye’nin bu rolü oynaması için bloklardan ve AB’den özerk kalması gerekiyor. Türkiye, ABD saflarında oynadığının aynısı olmak üzere, PESC (dış politika ve ortak güvenlik) ile özel ilişkiler kuracaktır.” * (*-Le Figaro’da eski bakan ve Avrupa Milletvekili Jacques Toubon imzasıyla çıkan makaleye göre) Uluslararası hükümlerde belirleyici olabilmektedir.
Türkiye’de Özel Statülü İller hangi anlamda yürürlüktedir? Dünyadaki Özel statülü iller ve bölgelerin tersine Türkiye’de Olağan Üstü Hal Bölgeleri kapsamında ortaya çıkan Özel Statülü iller “terörle mücadele” kapsamında ele alınmıştır. Direkt devlet erkinin iradi müdahalesi sonucu bölge valilikleri ve bu valiliklere tanınan özel yetkilerle belirginleşmiştir. Daha sonraki yıllarda nufus artışının önemli bir rol oynaması nedeniyle nüfus yoğunluklu bölgeler esas alınarak bu bölgeler üzerinde mahali idarelere bazı merkezi yetkiler tanınmış ve zamanla devlet kadrolarının atanması durumu özel statülere bağlanmış ve bu mecrada devlet ve mahali örgütlülğün merkezi ilişkilerini güçlendirici mevzuatlar gelişmiştir. Bu bağlamda belediyecilikte seçilmişlerin atanmışlar karşısında hükümsüzleşmesi defalarca onanmıştır. 12 Eylül faşizminin kapitalist restorasyonlara uygun olarak devlet örgütlülüklerini geliştirmesi ve bunun planlı bir sonucu olan kentleşmelerde bölgeselleşme uygulamaları 1. ticari bölgeden 9. ticari bölgelere ve oradanda iskan alanlarının yerleşim birimlerini düzenlemelere gidilmesi sonucu 1984 yılında “üst kademe belediyeciliği”ni esas alarak 1982 anayasasının 127. maddesindeki “büyük yerleşim yerlerinde özel yönetim biçimleri oluşturulabilir” hükmüne dayanılarak 1984 yılında üst kademe yerel yönetim belediyeciğine gidilmiştir. Müteakip yıllarda büyükşehir belediyeciliğinde, büyükşehir hizmet alanı içinde birden çok ilçe veya birinci kademe belediyesi içiçe geçmişse de bu süreç sonrasında büyükşehir sınırları içerisindeki ilçe belediyelerini il içerisindeki diğer ilçe belediyelerinden ayırmak için bu belediyeler genellikle metropoliten ilçe belediyelerine dönüşmüştür. Özel statü daha çok yerel yönetim birimlerinde uygulanmaya dönüşse de esas olarak devlet memur atamalarında devletçe belirlenmiş kriterlere uydurulmuştur. Yakın gelecekte Metropol ve metropolitan bölgeler esas alınarak yeni yasalar yürürlüğe girecektir. Bu anlamda 5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunun 4, 5 ve geçici 2. maddesi hükümleri uyarınca, Valilik binası merkez kabul edilerek 10, 20 ve 50. km’ye yarıçapındaki yerler dahil edilerek nüfus hesaplarına göre Özel Statüler belirlenecektir. Büyük şehir belediyelerinin sınırları mülki sınır olarak kabul edilip belediye sınırları dışında yer alan yerlerin nüfusları da eklenerek yeni bir döneme girilecektir. Bu durumda Özel Statülü Bölgeler’in sayısı artmış olacak ve devlet örgütlülüğü genişlemiş olacaktır. Nüfus artış oranlarına göre var olan Özel Statülü İller’in sayısı artmış olacaktır. (Türkiye’de var olan özel statülü iller nüfus oranına göre söyledir. Adana 2.125.635, Ankara 4.965.542, Antalya 2.092.537, Aydın 1.006.541, Balıkesir 1.160.531, Bursa 2.688.171, Diyarbakır 1.592.167, Gaziantep 1.799.558, İstanbul 13.854.740, İzmir 4.005.459, K. Maraş. 1.063.174, Kayseri 1. 274.968, Kocaeli 1.634.691, Konya 2.052.281, Manisa 1.346.162, Samsun 1.251.722, Van 1.051.975, Hatay. 1.683.674, Mersin. 1.682.848, Urfa 1.762.075 vs ) 5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunun 4, 5 ve geçici 2. maddesi hükümleri uyarınca valilik binası merkez kabul edilerek 10, 20 ve 50. km’ye yarı çapındaki yerler dahil edilerek nüfus hesaplandığı için farklılık oluşmaktadır. Yeni düzenlemede bu farklılık olmayacak. Şuan belediye sınırları dışında yer alan yerlerin nüfusları da ekleneceği için gelecekte büyükşehir nüfusları artacaktır. Özel Statülü İl ve bölgelerin serbest üretim bölgeleriyle bağları gelişkindir. Özellikle serbest bölgeler tamamıyla emperyalist merkezlerin yerli özel statülü alanlarıdır. Şimdiye dek 500’e yakın serbest bölge tahmin edilmektedir. Bu bölgelerde askerileştirilmiş ekonomi diye anılan grev yasağı, örgütlenme yasağı, her türlü işten çıkarmaların yasallığı, çalışma saatlerinin belirsizliği, kalifiye işgücü sömürüsü merkezli olarak kadın ve çırak statüsünde çocuk sömürüsü vs. sayılabilir. MAİ ve MİGA anlaşmalarının etkisiyle serbest bölgelerin özel statülü bölgelere dönüştürüldüğü 1999 yılı itibariyla ne düzeyde serbest üretim bölgelerinin açıldığı bilinmiyor.
Dersim ili (Tunceli) ve bölgesi özel statülü bir kapsamda mıdır?
1928 den 1934 sonlarına doğru ordunun silahsızlaştırma operasyonları sonucu 25 Aralık 1935‘te Tunceli Kanunu çıkarılır. 6. Ocak 1936 dördüncü genel valilik olarak adlandırılan özel hal uygulamaları başlar. Ve yasak bölge ilanıyla Özel Operasyon Statülü İl durumuna getirilir. 1938 Dersim Katliamından sonra 1940 yıllarna dek yasaklı bölge uygulaması başlatılır. 1940 Yılından günümüze dek sistemli asimilasyon, ekolojik ve doğal ekonomik potansiyellerini imha ve kültürel değerlerini yok ederek ya da bozarak Dersim’in tarihsel direniş kültürü ve motivasyonunu düşürmektedirler. Dersim Osmanlı İmparatorluğu son dönemlerinden itibaren asayiş statüsündeki bölge uygulamasıyla TC Devleti’nin terör kapsamında özel statülü uygulamasına dönüşmüştür. Asayiş terör ve riskli bölgeler yönetimi statüsünde özel il kapsamındadır. Dersim Özel Statülü Otonom Bölge özelliklerini yansıtıyor mu? Tarihsel olarak, kültürel olarak, cografik ve nüfus olarak kendisine has yapısıyla beş ana maddeden oluşan otonom bölge özelliklerini yansıtıyor. Birincisi; Antik Çağlardan günümüze Dersim’de izleri bulunan kültürler ve medeniyetler var. (M.Ö.-2370- 2330 Hurriler, M.Ö. 2000-Akadlar/Etiler, M.Ö. 2000-1500 Saburular, M.Ö. 1500-1300 Mitaniler, M.Ö.1300-1000 Urartular, M.Ö. 700-600 Medler “Guti, Gui, Kusi, Lolo, Mamai, Kardus, Kaldi bileşenleri”, M.Ö. 600-500 Sasaniler, M.Ö. 500-395 Doğu Roma, M.Ö. 395 Sasaniler, M.Ö. 350- Araplar, M.Ö. 230 Kapadokyalılar, M.Ö. 180 Roma İmp., M.Ö. 70 Arasklar/Partlar, M.Ö. 55 Partlar, M.Ö. 50 Tigranlar, M.S. 800-899 Bizans, M.S. 900 Şadililer/Mervaniler, M.S. 1051-1080 Selçuklular, M.S. 1142 Mengücekler, M.S. 1237 Anadolu Selçuklular, M.S. 1243-1355 Moğollar, M.S.1400 Karakoyunlar, M.S. 1440 Şah İsmail (Farslılar), M.S. 1514 Osmanlılar (Muhtariyet), M.S. 1800-1899 (resmen Özerk bölge), M.S. 1847 (Sancak Erzurum), M.S. 1859 (Elazığ), M.S. 1890 Hozat/Erzincan, M.S. 1923 Mameki/Kalan, M.S. 1936 2884 sayılı özel kanuna göre İl statüsündeki Merkez…)
Tüm bu kültürler ve medeniyetlere ait halklar buharlaşıp uçmadılar. Bu topraklarda yerleşik olarak yaşıyorlar. Ve her geçen yüzyıl bu yerli halklara yeni yerleşimciler Dersim coğrafyasına eklenerek Dersimlileşiyorlar. Dersim yerleşkelerinin ve hayat tarzlarının çeşitli kültürlerden etkilenmesinin sebebi budur. Ancak çeşitli kültürlerin bir arada yasamasının tek sebebi bu değildir elbette. Dersim çeşitli nedenlerden bir araya gelmiş mağdur halkların korunakı, kalesidir de.
İkincisi; inançsal kaynaşma ve inaçsal geleneklerin etkisi;
a- Doğal inanış biçimlerinin formel inanışa baskın olması, (ağaçlar, kuşlar, sular, çeşmeler, taşlar, mezarlar, kalıtlar, mağaralar, Ay, Güneş, tepeler, dağlar vs. gibi simgelere inanışı ve saygının varlığı ve güçlü etkisi).
b- Hırıstiyanlık, Ortodosluk, İslamilik vb. gibi kitaplı dinlerin geleneksel sekt inanış biçiminden biribirine karışarak kitapsız inanışların biçimsel Alevi kimliğine bürünmesi ve Riya Heq Aleviliği’nin toplumsal çimento görevi görmesi.
c- Kutsal mekanlar ve o mekanların ziyaretleştirerek rütüelleşmesi (adak, türbe, doğal işaretler ve semboller).
d- Kurban, adak, mum, niyet benzeri vs. gibi kitapsız rütüellerin çeşitliliğine saygı ve duaların çeşitliliği.
e- Milli ve etnik toplulukların yerli kültürlerle kaynaşarak coğrafyanın yoğun etkisiyle milliyetsiz bir toplum bilincinde Dersimlilik kimliğinin oluşması. Antik halklardan ve yakın dönem halkların kültürlerinin karışarak ortak kültür havuzuna dönüşmesi ve giderek cografik kimlik kazanmasının çeşitli tarihsel nedenleri vardır. (Başlı başına bir yazı konusu olan bu nedenleri başka bir yazıda değinmek üzere şimdilik geçiyorum).
Üçüncüsü, Dersim kimliği; Zaza ve Kurmanci kültürlerinin karşılıklı saygıya dayanan ortak yaşam kimliğinin varlığı. Aşiretlerin mesafeli saygısına ve inançlara dayanan bu ortak Dersimlilik kültürü bağımsız bir karaktere dönüşmüştür.
Dördüncüsü; coğrafya, yaşamak ve yaşamı savunarak savaşma diyalektiğidir. Doğal ve kendiliğinden gelişen Dersimlilik kültürü Dersim coğrafyası ortak yaşamın kalesidir ve bu kale savunulmalıdır fikrine dayanmaktadır. Bu özellik Dersimlinin kimliksel ögelerinden biridir. Bu özelliklerin başında bağımsızlaşan yerel kişiliklerin Dersim coğrafyasına kattığı toplumsal Dersimlilik dinamiğidir
Beşincisi; Dersim coğrafyasının mevcut sosyo-ekonomik politikasının temel itkisi Dersimin dağları, ovaları ve nehirleridir. Dersimin bu üç özelliği üç ayrı ekonomik yaşam özelliklerini oluşturmaktadır. Ormancılık, hayvancılık ve tarım.
Bu beş özellik yerleşim birimlerinin oluşmasında sebep olmakta ekonomik alanların üzerinde yerleşim gerçekleşmektedir. Bu açıdan köy yerleşim birimleri yaygın ve merkez köy yerleşim hududunda kentselleşememektedir. Böylece ticaret güzergahı üzerine kurulan kentlerin özellikleri Dersimde yoktur. Kentsel yaşamın ekonomik politik argümanları zayıftır.Ticaret ve sanayii temeline oturmamaktadır. Daha çok kendi yerli kaynaklarına dayanan yerleşim ve yaşam özelliklerini yansıtmaktadır. Kapitalist kentsel rant ve kentsel nimetlerin değiştirici gücü yoktur. Ne Ankara gibi siyasal yerleşim yeridir. Ne Adana, Mersin, izmir, İstanbul vs. gibi kapitalist ekonomik yerleşim yeridir. Ne Elazığ, Erzincan, Malatya, Sivas, Konya, Burdur vs. gibi devlet erkanı ve ordu personelinin yerleşim yeridir. Ne de Mardin, Urfa vs. gibi tarihi kültür miraslarına dayanan yerleşkelerdir. Kendi doğal ekonomik yaşamının yansıması sonucu bağımsız yerleşkelere sahiptir. Bu nedenle tarım, ormancılık, hayvancılık özellikleri sadece doğal yaşam biçiminde kullanılagelmiştir. Adeta Latin Amerika Kızılderililerin kapitalist pazara bağımlı asyatik feodalite modelidir. Ağaca, taşa, kuşa, doğal mekanlara saygı temeline dayanan coğrafyanın doğal varlıklarını hor kullanmayan bir yeterli yaşam kültürünün doğal kaynaklarına dayanmaktadır. Kapitalizmin tahrip edici gücü Dersim’de son 30-40 yıllık süreçte gerçekleşmiştir. Bu nedenlede yerleşkelerde dinamik değişim özelliği yoktur. Örneğin Dersim il ve ilçelerinin 30 veya 40 yıl boyunca diğer çevre illere göre daha az gelişmiştir. Yerleşkelerde iskan alanlarının az gelişmişlik özelliğinin birinci nedeni budur. İkinci nedeni ise, siyasaldır. Diktatörlük erkinin Dersim’i zapt-ı rap altına alınması amacıyla ekonomik sosyal problemlerin çözümü yerine aynı problemlerin derinleştirilmesi ve Dersim halkının göçertilmesi üzerine kurulan politikalardır. Bu politikalar direkt Dersim’e müdahale politikaları üzerinde kurulduğundan ordu, polis, bürokrat aygıtının yerleşimleri üzerinden gerçekleşmektedir. Bu nedenle Dersim kentlerine siyasal müdahaleler sonucu gelişme olmamıştır. Var olan kısmi gelişmelerde devletin kentlerdeki örgütlenme alanlarını göstermektedir. Diğer yandan kalekolların yapılması siyasal müdahalelerin bir yansıması olarak göze batmaktadır. Siyasal müdahalenin Ankara’ya geliştirici etkisi tersinedir. Dersim’i mağduriyet bölgesi haline getirmek, doğal yeterlilik kaynaklarını tüketmek, Dersim’in zenginliklerinin açığa çıkmasını engellemek sömürgeci devlet politikasının açık göstergesidir. Amaç Dersim’in kolonileştirerek plantasyon tarzında sömürülmesini gerçekleştirmektir. Kale kollar ve barajların amacı budur. Dersim Otonomisinin sosyo-ekonomik temeli tarım, hayvancılık ve yeterli oranda doğal yaşam kaynaklarına dayanmaktadır. son 40-50 yıllık süreçte Dersim nüfusunun kentlere ve metropollere zorunluluğu beraberinde göçer ve göçebe bir Dersim nufusu yaratmıştır. Adeta mevcuttaki Dersim nufusunun üç misli kesimi Dersim dışındadır. Çeşitli baskı biçimlerinin sürekliliğinden dolayı kütük kayıtlarını başka illere alan Dersimlilerin küçemsenmeyecek oranda sayısı vardır. Yurt dışına göçen Dersimlilerinde aynı oranda bir nufusa sahiptir. Dersim göçmenleri göçtükleri yerlerde de Dersimlidir. Bu özelliği Dersim halkının tarihinden gelmektedir. Günümüzde göçen/göçertilen Dersimlilerin Dersime ekonomik katkı payı büyüktür. Bu anlamda yurtdışında oluşma eğiliminde olan Dersim diasporası kendiliğinden bir gelişimin kısmı desteği de görülmektedir. Adı konulmamış Dersim diasporası, Dersim derneklerinin çalışması biçiminde sürmektedir. Ancak bir diaspora özelliği göstermemekle birlikte ana eğilimi diaspora eğilimindedir. Yakın gelecekte Dersim diasporası olasıdır. Dersim coğrafyasında kalan Dersimlilerin bir kısmı çiftçi, memur kesimini oluştururken önemli bir kısmı işçi, geçici işçi statüsündedir. Okur yazarlık ve eğitim oranının gelişkin olması meslek erbapları ve meslek aydınlarının gelişmesine neden olmaktadır. Bu durum daha çok elektronik, mikro elektronik sistemlerinin makinaya eklemlenmesiyle teknik alanda çalışan önemli oranda Dersimlilerin gelişkin varlığı dikkat çekicidir. İlk etapta bunların Dersim ekonomisine katkısı küçümsenemez. Bu kesimler baraj, yol, fabrika ve hizmet sektöründe oluşan eğitimli kalifiyeli iş gücüne dayanan Dersimli proterlerdir. Bunlar genellikle iş kollarının Dersim dışındaki kentlerde olması nedeniyle Dersim dışında ikamet etmektedir. (Konuya ilişkin istatistiki veriler yakın bir zamanda tarafımdan okurlara iletilecektir) Bu kesimler henüz Dersim nüfusunda gelişkin ve baskın değildir. Ancak Dersimin geleceğinin temelidirler. Dersim’in kültürel varlıkları, tarihi kültürel varlıklarının tahrip edilmesi ve egemen dinsel baskıların etkisiyle yerli halkın inanç değerlerini koruyamaması tarihsel kültürel varlıkların azalmasına sebep olmuştur. Dersimin çeşitli kültürlerin bir sentezi olarak kaynaşmış homojen kültürü, doğal inanışları, aşiret geleneklerini insana saygı temelinde gelişen tutarlı bir laisizmin yansıtmaktadır. Dersimin laik karakterine sahip olan her Dersimli de Sunni inanç biçiminde gördükleri her türlü baskı biçimine karşı reaksiyon göstemeleri doğaldır. 12 Eylül rejiminin camii seferberliği başlatarak neredeyse her köye camii götürme planları bu nedenle tutmadı. Dersim Aleviliği’nin kendi dışındaki inaç biçimlerine saygısı o inançları ötekileştirmemekte ve kendi içinde tolere etmektedir. Bu nedenle Dersim’de ortak inanış kimliğinde oluşan güçlü inanç birliği ve yaşam alışkanlıkları, kendi yaşadıkları mekanlarada yansımaktadır. Bu mekanlar gerek il ilçe ve gerekse de köy yaşamı olsun doğal yaşam güdüsünden kaynaklanmaktdır. Dersimlilerin bu özelliklerini bilmeden belediyecilik yapmak amacıyla atamayla Dersim’e gönderilen seçilmişlerin temel başarısızlığının sebebi budur.
Dersim’de uygulanan Belediyecilik Nedir? ve Nasıl Olmalıdır?
Türkiye’deki belediyecilik anlayışı olan seçilmişlerin atanmışlar karşısındaki hükümsüzlüğüden kaynaklanan devlet bürokrasisini zorlama ve oradan yerel yönetimlerine kaynak aktarma davranışının yol açtığı memur başkanların itaat gelenegidir. Merkezi otoriteye itaat edilerek hizmet görme mantığı yapılan belediyeciliğin halka dayanmamasına neden olmuştur. Buna rağmen batıda yapılan bu yönlü bir belediyecilikte kısmi bir başarı sözkonusu olsa da Dersimde başarılı olamamıştır. Dersim’in kültürel yapısı ve ahlaksal değerleri yok sayılarak yapılan bir belediyecilik anlayışının zamanla başarısız olduğu anlaşılmıştır (seçilmişlerin Dersim halkından olması bir değişim yaratmıyor.) Dersim’de oluşan devlet politikaları ve erk anlayışı formaliteden oluşan bir anlayıştır. Bu nedenlerden ötürü ;
* Belediye bütçesinin üzerinde denetim sağlayan devlet ve bankaların etkisiyle özerk ve otonom halk belediyeciliği gerçekleşmemektedir.
* Tüm belediyelerin seçilmiş başkanlarının vali karşısında, ilçe belediyelerinin kaymakam karşısında bir hüküm yetkisi bulunmamaktadır.
* Merkezi idare yönetiminden kaynaklanan bu diktatörlük sistemi belediyelerin kendi kaynaklarıyla yaşama ve özerkliklerini yok ederken aynı zamanda belediye üzerinde karar alma ve merkezi politikaları uygulayan seçilmiş memurlar durumuna dönüşmüşlerdir. (Bu durumun tersine geçmişte Fikri Sönmez’in önderlik ettiği Fatsa halk belediyeciliği sistemin dışında cereyan eden bir uygulamaydı. Sistemle birlikte halk belediyeciliği mümkün değildir.)
Dersim Komünalite Belediyeciliği Gerek yerel seçimlerde ve gereksede genel seçilerde tüm partiler ve onların temsilcileri adayların ilk yapması gereken şey doğrudan demokrasi için politik taleplerinde Dersimin orjinalitesini gözönünde bulundurmalarıdır. Bu bakış açısıyla;
1- Genel secimlere ilişkin %10’luk kota barajının kaldırılmasına yönelik propağandaların yapılması.
2- Seçilmişlerin atanmışlar karşısında tam yetkilerle yasasl güvenceye kavuşması.
3- Dersimin ‘kendisine yeterli’ doğal kaynakları üzerinden ekolojik geri-dönüşüm projeleri üzerinden kaynak sağlanması (Bu yönlü çalışmalar bu satırları yazan kişilerin detay projelerinde plan halinde vardır)
4- Tamamıyla Dersim halkının öz gücüne dayanarak halk için üretim ve tüketim kooperatiflerinin kurulması.
5- Dersim halkından seçilmiş Dersim halk denetleme konseyinin oluşturulması ve doğal zenginlik kaynaklarının denetimini kendi yerel insiyatiflerine alması.
6- Turizm ve festival organizasyonlarının Dersim belediyelerinin ortaklıkları üzerinden organize edilmesi.
7- Belediye kamusal alanlarında elektrik su ve gaz tüketiminin bedava olması ve vergi afının sağlanması.
8- Tüm siyasi parti temsilcilerinden, DKÖ ve vakıflardan oluşan belediye meclisleri ve halk temsilcileri meclisinin oluşturulması.
9- Güneş ve rüzgar enerjisinin tüm teknik alt yapısyla bitlikte elektirik üretiminin sağlanması ve bu doğal üretim kaynaklarının belediye ve halk meclislerinin denetiminde olması.
10- HES baraj çalışmalarına son verilmesi ve bitmiş barajlarında %30 kapasiteyle çalıştırılarak sulama barajlarına çevrilmesi.
11- Çöp ve katı atık tesislerinin kurulması ve ekolojik-geridönüşüm enerjilerine çevrilmesi.
12- Elektrik ve su dağıtım şebekelerinin üzerinde halk meclislerinin denetiminde ve ilk iki yıl sonra elektrik ve suyun halka bedeva dağıtılması.
13- Halk kooperatifleri yoluyla et, süt ve un ürünlerinin halka %50 yarı fıatına dağıtımının sağlanması.
14- İlk iki yıl sonrasında ana dilde kaynaklarla tüm okullarda halk kütüphanelerinin açılması.
15- Ögrenci ve ögretmen sendikalarının örgütlenmesinde belediyenin kamusal desteğinin sağlanması ve Dersim Üniversitesi’nin otonom veya özerk üniversiteye dönüşmesi.
16- İş güvenliği ve işci sağlığı için belediyeye ait müfetişlik ve denetleme kurumunun gerçekleştirilmesi.
17- Kadın ve çocuk sağlığına dönük her il ilçe köy mezra ve kömlerde hizmetlerin ulaştırılması.
18- Yaşlılar yurdu vb. kurumların belediyeler ve sağlık ekipleri tarfından denetim altında olması ve kamusal desteğin sunulması
19- Ruhsal ve fiziksel hastalıklarla mücadele için rehabilitasyon merkezlerinin aktifleştirilmesi ve yeni rehabilitasyon merkezlerinin kurulması.
20- Dersim Tarih Kurumu ve vakıflarının oluşturulması.
21- Yabancı maden şirketlerine karşı Dersim’in doğal kaynaklarını savunma ve hukuksal mücadele komitelerinin kurulması. (Rio Tinto Şirketi’nin taşeronluğunu yapan Tunçpınar ŞT, Dêrsim’in Pûlûmür İlçesi’ne bağlı Cevizlidere Köyü bölgesinde 2004 yılında sondaj çalışmaları başlatmıştı. Köylülerin tepkileri üzerine 2007 yılında faaliyetlerini durduran altın arama şirketinin, bu kez Pulur ilçe merkezinde açtığı büroyla Cevizlidere Köyü’nü de çok yüksek fiyatla satın almak için harekete geçtiği biliniyor.)
22- Dersim yerel yönetimlerinin birliğinden oluşan Özel statülü otonom Dersim Konseyi’nin oluşturulması.
23- TBMM ve TC kamuoyunda Dersim otonom yerel idaresinin var olan özel statülü il (terörle mücadele kapsamı ve asayiş statüsünden) kapsamından otonom statüsüne kavuşması için propağandasının yapılması ve bu uğurda irade konulması.
24- Tüm siyasi partiler ve temsilcilerinin örgütlenme ve propaganda serbestliğinin anti faşizm, anti kapitalizm ve anti emperyalizm ilkelerine göre yapılması.
25- Zaza ve Kırmanç kültürlerinin milli kurumsal yapılanmasını ve folklorik araştırma merkezlerinin kurulması.
26- Yeni bir imar ve kentsel planma yasasının oluşturulması.
27- Dersim Otonom Anayası’nın bilimsel çalışmalarla desteklenip yassallaşması için çalışmaların yapılması.
28- Sistem kurucu insiyatiflerinin tek bir merkezde toplanması vs.
Yukarıda maddeler halinde sunduğumuz bu taleplerin tamamı gerçekçi ve bilimseldir. Yüz yıllardır bölgeye mezhepçi, ırkçı, dar görüşlü, yaklaşımların olumlu hiç birşey kazandırmadığı tersine Dersim’in otantik yapısını tahrip ettiği açıktır. Gerek T.C. rejimi altında ve gerekse de olası rejimler altında tek seçenek Dersim Halk Demokrasisi Otonom Bölgesi için otonomiyen ve özerk statüsüye kavuşmasıdır. Otonomi, sistem içindeki bir sistem modeliyle T.C. Devleti ve hükümetlerinin Dersim halkının üzerindeki bir yükü olmasını kaldıracaktır. Artık Dersim halkının yükü kendi öz yükü olacaktır. T.C. Devleti’nin yükünü taşıma zorunluluğu kalmayacaktır. Otonomi, bölgedeki çatışmalardan ve olağanüstü hallerden yorgun düşmüş Dersim halkına ve çevresine rahatlama sağlayacaktır. Bunun örnekleri gerek AB ve gerekse tüm dünyada sınırlar arasında kalan tampon bölgeler statüsünde özel halk yönetim biçimlerinde görülmektedir.
Komünalite Belediyeciliği Nedir?
Komünalite yerel yönetimin doğrudan demokrasi yoluyla söz ve karar hakkının sadece katılımcı halka ait olduğu ve sadece insaniyeti ön planda tutan, din, dil, ırk ayrımı yapmayan, kendi öz gücüne ve kaynaklarına dayanan yerel belediyeciliktir. Bu belediyecilik anlayışında bilimsel kültür ve folklorik halk kültürünü aynı yerellikte birleştiren belediyeciliktir. Ulasal, ırksal, milli kökenlere bakmaksızın insaniyeti ve onun evrensel geleceği için yerel çalışmanın adıdır.
[i] Yazı yerel seçim çalışmalarına alternatifler öneren bir çalışma olarak 28.12.2013 tarihinde Fransa’da Cecile Cansız- Şadi Şadiyan tarafından kaleme alınmış, web sayfamızda yayınlanması için iletilmiş ve medya komisyonu tarafından kısaltılmıştır.
Türkçe’de felaket, „büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yıkım, bela“ anlamına geliyor. Haydar Karataş da Dersim Kongresi’ne çaĝrı olarak sunulan metni felaket olarak görüyor.
Çaĝrı metni bir taslak. Tartışmaya sunulmuş. Bu anlamda Haydar Karataş’ın eleştirmesi çok normal. Bazı Dersim aydınlarının ilgisizliĝi karşısında olumlu bir adım. En azından taraf oluyor. Tartışmaya katılıyor.
Ama neyi eleştirdiĝi tam olarak belli deĝil. Daha sonra yazacaĝını söylüyor. Karşı çıktıĝı noktaları söylemeden „felaket“ haberini de vermiş.
Şimdilik karşı çıktıĝı FDG’nin bazı Kürt ve Sol eĝilimli derneklerle Festival yapması. İyi de eleştirisi haklı veya haksız da olsa adres yanlış.
Ne Meclis-Kongre girişimi FDG’nin örgütsel devamı ne de FDG Meclis’in bir bileşeni. Bu anlamda baştan teknik olarak da yanlış bir eleştiri. Bu ama, sayın Karataş’ın Dersimlilere uzak olduĝu anlamına da geliyor. En azından yanlış bilgilere sahip.
Bana kalırsa farklı eĝilimlerdeki Dersimlilerin ortak eylemlilikler-örgütlenmeler düzenlemeleri doĝrudur. Elbet de birlikte hareket etmenin zemini, sonuçları iyi düşünülmeli, tek taraflı dayatmalara karşı dikkat edilmelidir. Neticede biz aynı toplumun fertleriyiz. Sorunlarımız ortak. Şu veya bu görüşte olabiliriz, temel sorunlarda „milli refleks“ gösterebilmeliyiz. Dahası söz konusu çevreler, dernekler yasal derneklerdir. Avrupa yasalarına göre çalışan kitle örgütleridir. FDG’nin bu çevrelerle ortak zemin bulmaya çalışması çok normaldır. Benim hatırladıĝım kadarıyla önceki yönetim de buna benzer etkinlikler yapmıştı. Şimdi rakip ve rekabet anlayışı ile bu konuda „fırtına“ kopartmaları inandırıcı deĝildir.
Karataş’ın eleştirdiĝi noktalardan birisi de „her türlü şiddete karşı olmak“ anlayışıdır.
Benim Meclis tartışmalarından anladıĝım şu. Dersim yok olma ile yüz yüze. Coĝrafyası, demografisi, kültürü yok olmanın eşiginde, bu anlamda şiddeti, savaşı kaldıracak gücü yok. Küçük bir coĝrafya ve kültür çevresi. Kürtlerin, Türklerin ve hatta Zazaların, Ermenilerin, Alevilerin yüzlerce yıllık problemleri Dersim’de, Dersimlilerle çözülemez. Savaş doĝrudur, yanlıştır tartışmaları yapılabilinir. Ama Dersim’in buna ne zamanı ve ne de gücü var. Taraflara, savaşanlara bu anlamda çaĝrı yapılıyor. Kendi sorunlarınızı, yüzlerce yıllık problemlerinizi Dersim’de çözmeye çalışmayın. Siz problemlerinizi çözmek isterken, bizim toplumumuz bitiyor. Tarihi Dersim, çekirdek Dersim biterse, başka bir yerde kendini yeniden ikame edemez.
Bu çaĝrı her şeyden önce devlet için geçerlidir. Elbet de, aynı ölçüde örgütlere de çaĝrıdır.
Karataş’ın devlete silah çekilirse, devlet bölgeyi boşaltır ve bu uluslararası kuraldır, mealindeki görüşü de yanlıştır.
Birincisi, devletin görevi şiddeti engellemektir. Şiddet bahane edilerek sivil halk cezalandırılamaz.
İkincisi, burda söz konusu olan bireysel şiddet deĝil, uzun yıllara dayanan toplumsal bir anlaşmazlıktır. Türk Sol örgütleri, Kürt örgütleri yaklaşık elli yıldır silahlı mücadele yürütüyorlar. Karşılıklı olarak binlerce insan hayatını kaybetmiş. Onbinlerce insan tutuklanmış, yerleşim yerleri boşaltılmış. Ve bu savaşın bitmesi de mümkün deĝil. Çözüm savaşda deĝil, politik açılımlarla mümkün. Nitekim Kuzey İrlanda’da, İspanya’da, Kampoçya’da, Nepal’de savaşın dışında çözümler bulunmuş.
Bu anlamda devletin yakarım-yıkarım yolu yanlış bir yol…
Meclis-Kongre girişiminin iki tarafa da politik çözüm, barış masasını önermesi, en azından ben böyle anlıyorum, doĝru bir yaklaşım.
Ama „felaket“ den tek dil-tek din- tek millet anlayışının deĝiştirilmesi talebimiz anlaşılıyorsa, onu da tartışabiliriz.
Mevcut statüko haksızdır, meşru deĝildir, dünya konjokturüne de uymuyor.
Deĝiştirilmesini talep etmek demokratik bir haktır.
’38 Soykırımı belgeleri her şeyi çok aleni bir şekilde ortaya koymaktadır. Kendisi de ırkçı ve faşist biri olan Perinçek’in deyimiyle “ırkçı” ve “faşist” bir “diktatörlük” olan “Kemalizm”i ve devleti aklama çabaları nafiledir.
Hele ki bunu Sey Rıza üzerinden yapması!
Sey Rıza sizin ‘yalanlarınız, hileleriniz ile baş edememiş olsa da sizin önünüzde diz çökmemiştir’. Bu asaletli duruşuyla Dersimlilerin gönlünde taht kurmuştur.
Tarih siz gibi eli kanlıları dize getirecektir.
(1) 1938’de başbakan olarak tayin edilen Celal Bayar’ın anlattımından.
Aydınlık Gazetesi İnsanlığa karşı suç işliyor…
Bilindiği üzere biz Dersimliler, her yıl Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı‘nın tarihi olan 4 Mayıs 1937 ile Dersim ileri gelenlerinden Seyd Rıza ve oğlu Seyd Usen, Hesenê İbrahimê Qıci, Hesenê Cıvrail Ağaê Arekiye, Aliê Mırzê Sılê Hemi, Fındıq Ağa, Usenê Seydi’nin idam edildikleri 15 Kasım 1937 günleri geleneksel olarak anmalar yaparız. Mağdur yakınları olarak toplu katliam yerleri ile toplu mezar yerlerinde, yurt çapında ve yurtdışında belli mekanlarda toplanıp soykırımı unutmadığımızı dile getiririz.
Dersim soykırımı, özellikle yakın tarihimizde gündem olmaya başladı. Konu TBMM gündemini de bir süre meşgul etti. 2011 Kasımı’nda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın Dersim’de bir katliam yapıldığını ifade eden konuşması, bir süre politik tartışmaların odağında kaldı. Bu süreçte Dersim konusu süreli ve süresiz yayınlarda işlendi, medyada tartışıldı, programlar yapıldı, belgeseller çekildi, protestolar ve yürüyüşler yapıldı. Gerek operasyonun amacı gerek yöntemi, Türk siyasetçilerinin, askeri yetkililerinin, harekata katılan subayların anılarında yazdıklarında, hem kendileriyle yapılan röportajlardaki itiraflarında, hem de resmi raporlarda açıklandı. Birinci ağızlardan yapılan itiraflarla artık sır olmaktan çıktı, herkesçe bilinen bir sır oldu. Konuyla ilgili olumlu gelişmeler olsa da, siyasal çevreler başta olmak üzere bir çok kişi ve kurum tarafından Dersim meselesi istismar da edildi.
Devletin, resmi belgelerle on binlerce Dersimliyi katlettiğini, bir o kadarını sürgün ettiğini, kız çocukları zorla subaylara “evlatlık”/köle olarak verdiğini, erkek çocukları yetiştirme yurtlarına yerleştirdiğini itiraf etmişti. “Kurşun masrafı olmasın diye” çocukların bile nasıl vahşice katledildikleri hafızalarda hala duruyorken, yine bu yıl Dersim’de yapılan geleneksel anma ile ilgili, Aydınlık gazetesi 17.11.2017 günkü sayısında konuyu manşetine taşıdı. Gazete, bu manşetle biz Dersimlilerin manevi değerlerine hakaret ettiği gibi, aynı zamanda insanlığa karşı suç da işledi. Anlaşılan o ki Aydınlık Çevresi insanlığa karşı kin ve nefret suçu işlemekle yetinmiyor, Ulusal Kanal’da açık oturum ve tartışmalarda görevlendirdiği sözcüleri üzerinden provokatörlüğe devam ediyor.
Aydınlık çevresi/Perinçek geleneği bu açıklamalarıyla bu suçların faili olduğunu da böylece üstlenmiş oldu. Bu zihniyet, mağdurların yakınları olarak bize “bu suçu seksen yıl önce işledim, bu gün de bu suçu işlerim” demekte, yetmedi anmalara katılan kişileri de hedef göstererek tehdit etmektedir. Mağdur yakınları olarak bu faşist zihniyeti şiddetle kınıyoruz. Aydınlık Gazetesi ve Ulusal Kanalı Dersimlilerden derhal özür dilemeye çağırıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dersim soykırımıyla artık yüzleşmelidir. Yaşatılan ağır travmanın izlerini silmek için gereğini yapmalıdır. Acılarımız üzerine istismar yapan, hakaret eden, tehdit eden kişi ve kurumlar hakkında da yasal işlem yapmalıdır.
Kamuoyunu da, nerede yaşanırsa yaşansın, insanlık dışı her suça karşı duyarlı olmaya davet ediyoruz.
24.11.2017
Dersim Meclisi Türkiye-Avrupa Koordinasyonu
Cumhuriyet hükümetinin 1937 yılında Elazığ’da kurduğu İstiklal Mahkemesi’nde İhsan Sabri Çağlayangil’in anlatımına göre 72 Dersimli yargılandı. Bunlardan; Sey Rıza, Usenê Seydi, Fındıq Ağa (Qemer oğlu Fındık), Ali Ağa (Aliyê Mirzaliyê Sıli), Usênê Sey Rızay (Usen Resık), Hesen Ağa ve Hesenê İvraimê Qıji Buğday Meydanı’nda kurulan Darağacı’nda 15 Kasım sabahı karanlığında öldürüldü.
Yargılananların dördü ömür boyu, bir kısmı da otuz yıl hapis cezalarına çarptırıldılar. Bir kısmı ise beraat ediyordu. Hapis cezalarına çarptırılanlar da bir tür ölüme gönderiliyorlardı. Ömür boyu ve otuz yıl hapisle cezalandırılanların büyük çoğunluğu sürüldükleri batı illeri hapıshanelerinde hayatlarını kaybettiler. Onların da mezar yerleri meçhule kaydedildi. Bunlardan bilinen örnek; Cıvrayıl Ağayê Arekiyê’dir. İzmit hapishanesinde öldü ve mezar yeri bilinmiyor.
Gerek 15 Kasım 1937 karanlığında araba farlarıyla aydınlatılan Buğday Meydanı’nda darağacında öldürülenler, gerek batı illeri hapishanelerine ölüme göderilenlerden hiç biri devlete bir kurşun atmadığı gibi, ne Dersim ağalarıydı ne her bir “isyan” diye propaganda edilen yalanının önderiydi.
Ancak bundan çok daha önemli bir şey vardı. O da; buğday Meydanı’nda, batı illeri hapishanelerinde, Derê Laçi’de, Bayaz Dağ’da, Saan’ın Sıncık Dağı’nda, Derê Avlosu’da, Mosımo Pak’ta, Cıvraklı Bertal Efendi’nin 53 kişilik aile kafilesinin katledildiği Remedan’da ve daha onlarca toplu katliam yerlerinde bize anlatılanlar: Dersim’in tarhi, inancı, kültürü, kendi kedini yönetme sanatı ve kısaca bütün bir kesintisiz yaşam felsefesinin ÖLDÜRÜLMESİDİR.
15 Kasım’da Elazığ Buğday Meydanı’nda darağacında öldürülenler; bütün bir varoluşsal Dersim’in en yalın, en katı ve en doğru bir görünümü olarak ele alındılar ve bu gerçek bağlam üzerinden sonraki nesillere bir mesaj bırakıldı.
Dersim Tertelesi ve 15 Kasım idamları üzerinden tam 80 yıl geçti, yani bir asıra yakın bir zaman. Bu bir asır boyunca devlet, Dersimliyi farklı kılan; tüm damarları üzerinde sistemli, planlı ve aralıksız çalıştı. Soykırım fiziki tasfiye ile sınırlı kalmadı. Prof. Fuat Ürgüplü gibileri ile Alevliğin özünü bozma, Sıdıka Avar projesi ile ana dili Kırmancki/Zazaki/Dımılki’yi unutturma kırımı sürdürüldü. Daha bir dizi başka alan çalışmalarıyla devam etti soykırım.
Dersim denilen tarih ve bu kara parçasının, yalın görününmü ve aktif figürllerinin Cumhuriyet’in komuta kademesinin özel olarak görevlendirdiği dönemin Malatya Emniyet Genel Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’i hayretler ve hayranlık içerisine sürükleyen akıl ve hikmet; Dersim fikriyat dediğimiz şeyin ta kendisidir. Bu nedenle onları yalnızca 15 Kasım’larda değil, Dersim üzerinde düşündüğümüz her an, onların o Dersim tarihi, inancı, kültürü, gelenek ve görenekleri yüklü güzel hayatlarını hatırlamadan işe başlamayacağız.
Onları her zaman darağacına yürürken cumhuriyet kurucularını hayretler ve hayranlık içerisinde bırakan ve İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarında özetlediği o VAKUR ve SOYLU duruşlarıyla bütün tarih boyuna anmaya devam edeceğiz.
İhsan Sabri Çağlayangil anılarında o günlerin çadır tiyatrosu ile Dersimlinin asaletini şöyle özetliyordu:
(…)
Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer Bey bana diyor ki;
“Atatürk, Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. Dersim hareketi bitti. Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığ’a dolmuş, Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Beyaz donluların Atatürk’ün karşısına çıkarmalarına meydan vermeyelim.”
1937 yılında resmi tatil günü Cumartesi öğleden sonra. Atatürk Pazartesi günü Elazığ’a gelecek. Bizden istenenler “asılacak asılsın” ve Atatürk’ün karşısına Beyaz Donlular çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun. O dönemde Elazığ Valisi Şükrü Bey, Savcı Hatemi Senihi Bey, Emniyet Müdürü Sezerli İbrahim Bey, savcı yardımcısı arkadaşıydı.
(…)
Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Bu konuda Adalet Bakanlığı’ndan da bir şifre aldığını, ama mahkemelerin Cumartesi tatil olduğunu, tatilde ise sonuç almanın mümkün olmadığını bana bildirdi. Ve ekledi:
“Ben de mahkemeleri etkileyemem.”
Oysa biz mahkemenin kararını Atatürk gelmeden evvel vermesini ve geldiğinde Seyit Rıza meselesinin kapanmış olmasını istiyorduk. Ben bunu halletmek için hükümet tarafından buraya gönderilmiştim.
Savcı yardımcısı hukuktan sınıf arkadaşım. Bana, “Sen valiye söyle bu savcı rapor alsın gitsin, ben senin istediğini yaparım.” dedi. Biz mahkemenin tatil günü işlemesini ve alınacak sonucun infazını istiyorduk. Savcı, rapor aldı. Arkadaşım vekil olarak savcının yerine geçti. Mahkeme hakimini evinde buldum. Gittiğinde mahkemenin aldığı kararı yazdırıyordu. Hakimle konuştuk. Kendisi kararı daktiloya çektirmekle meşguldü. Devir, CHP devri. Herkes çekiniyor.
Hakim bana, “Cumartesi mahkeme toplanmaz, ancak Pazartesi günü mahkemeyi toplar, kararı veririz. Salı günü de idam hükümlerini yerine getiririz,” dedi.
O zamanlar dördüncü bölgede temyiz hakkı yok.
Abdullah Paşa, sıkıyönetim kumandanı olarak kararı tasdik edecek. O da, “yukarıdaki karar tasdik olunur” demiş, basmış boş kâğıda imzasını. Yukarıya “Abdullah Paşa’nın idamı” diye yazsanız kendisi asılacak. Hakime dedik ki:
“Bu dediğiniz gün Atatürk geliyor. Maksat hasıl olmuyor ki.”
Hakim, “başkaca bir şey yapılamaz” diyerek kestirdi attı. Ben de kendilerine sordum:
“Sizin saat 17:00’den sonra davaya devam ettiğiniz olmuyor mu?”
“Ooo, çok oluyor. Gün oluyor, dokuzlara, onlara kadar çalışıyoruz,” cevabını verdi.
“Eee, sondan beş saat ihlal ediyorsunuz da baştan beş saat ihlal etseniz, olmuyor mu? Yani Pazar akşamı sahurdan sonra mahkemeyi açarız. Pazartesi günü 24.00’te başlıyor, dedim.
Hakim: Elektrikler kesiliyor, dedi.
Ona da çare bulduk. Otomobil farları ile hapishaneyi aydınlatırız. Halkevi’ne lüksler koyarız.
Hakim bu defa ; samiin yok, dedi. Ona da çare bulduk. Samiin de getiririz. Kaç kişi asılacak? Onu karardan önce söyleyemem, dedi.
Ama ekledi: Savcı 27 kişinin idamını istedi. Biz ona göre mi hazırlığımızı yapalım? Bilemem, dedi.
“BENİ ASMAYA MI GELDİN?”
Ceza İnfaz Kanunu her asılanın ayrı bir yerde asılmasını, asılanların birbirini görmemesini emrediyordu. Bu şartı da yerine getirmeye çalıştık. Her meydana dört sehpa kurduk. Vali bir de çingene cellat buldu.
Gece 12:00′de hapishaneye gittik. Farlarla çevreyi aydınlattık. Mahkemenin 72 sanığı var. Sankıları aldık. Mahkemeye götürdük. Çingene de geldi. Adam başına on lira istedi. “Peki” dedik. Sanıklar Türkçe bilmiyor.
Mahkeme kararı açıklandı. Yedi kişi ölüm cezasına çarpıtırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çeşitli hapis cezaları almıştı. Kararlar okununca hakim ilamda idam lafını kullanmadığı ve ölüm cezasına çarpıtırılmaktan bahsettiği için verilen hükmü iyi anlamadılar. “İdam Çino” diye bir vaveyle koptu.
Biz, Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle polis Müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı:
-Asacaksınız, dedi ve bana döndü:
-Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?
Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüzyüze geliyorum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi.
Son sözünü sorduk.
-Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz, dedi.
Bu sırda Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Ben Fındık Hafız asılırken, Seyit Rıza görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı bitti.
“Evladı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir!“
Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sesizliğe ve boşluğa hitap etti:
-Evladı Kerbelayime, bê gunayme, Ayvo zulmo, Cinayeto, (-Evladı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir ) dedi.
Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi. Oğlu yaşında bir subayı öldürecek kadar katı yürekli olan bir insanın bu mukadder akibetine acımak zor. Ama ihtiyarın bu cesaretini takdir etmekten kendimi alamadım. Asabım çok bozuldu. Emniyet Müdürüne;
–Ben üşüdüm, otele gidiyorum, dedim.”
Şiarımız boyun eğmemektir:
“Ben, senin yalan ve hilelerinle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de senin önünde diz çökmedim, bu da sana dert olsun.”
(Seyit Rıza)
12.11.2017
Dersim Meclisi – Avrupa
İnsanlar yaşadığı coğrafyanın kültüründen gıdasını alır, ondan beslenerek karekter kazanırlar. O kültürün doğal sıcaklığıyla ruhen gelişirler. Bu ruhi şekillenişte çekici güç, o coğrafyanın doğal kültürüdür. Tıpkı yeni doğan bir bebeğin annesinin sıcaklığı hissetmesi misali…
Sonra bu çekici sıcaklığa, gıdasını aldığı kültürel kaynağa dışarıdan aktarma, yabancı kültür ve ideolojiler müdehale ederler. Doğal gelişim sürecindeki çocuk, ona yabancı olan bu ithal kültür ve ideolojilerin hükmü altında büyür. Onun insani yanını kemiren, gıdasını aldığı kaynağı kirleten, zehirleyen, onu tepeleyen, inciten, acıtan kültür ve ideolojilerin etkisiyle kendisine yabancılaşır. Derken genç şaşar kalır ve ardından daha olumsuz sonuçlanabilecek ihtimaller…
Çünkü bebeği annesine çeken doğal sıcaklık artık buza cevrilmiştir. Ve derken hırpalamalar, incitmeler ve zehirlemeler sonrası ruhları kirlenmiş bir nesil yetişir.
Eliniz, vücudunuz kirlenince yıkar, yıkanır temizlenirsiniz. Fakat insanın ruhunun kirlenmesi bambaşka bir şey. Temizlenmesi imkansız değil, ama çok çok zor…
İşte DERSİM MECLİSİ Projesi içinde yer alan bizler bu zoru başarmayı hedeflemişiz. “Meyvesi olmayan ağaç taşlanmaz”, derler. Son zamanlarda bu iş meyve taşlamaktan öteye gitmeye ve kötü kokmaya başladı…
Genel anlamda bakıldığında, dünyada silah ve şiddet sektörünün hükmü sürüyor. Dersim fotoğrafı da maalesef bu genel gerçekliğin küçük bir karesi. Silahlı güçlerin adaleti, hakkı-hukuku belindeki kütüklükte asılı, sıra sıra şarjüre dizili..
İnsanın yaşam hakkı namluya sürülü bir mermi, eller tetikte, silahların gölgesinde. İnsansız savaş araçlarıyla havadan tek tek sayıları, yerleri belirlenebilir bir imha tekniği karşısında, savunmasız zavallı insanlar ihbarcı yapılıp katlediliyor. Ve bazı “akıllılarımız” da genel olarak insanların katledilmesine karşı çıkacağına, “ihbarcılığı kanıtlanmamış”la başlayan ifadelerle, “ihbarcılığı kanıtlanmış”ların katli vermanına okey vermiş oluyorlar.
Evet, bir yanda savaş-şiddet-kin ve kanla beslenen devlet, karşısında ise silaha silah, şddete şiddet mantığı. Sektör işliyor. Savaştan, kandan, kaostan beslenen devlet, karşısındaki silahlı güçlerin varlığına sebeb olmasının yanı sıra bu durumdan yararlanıyor. Onunla çatışacak ortam yaratıyor. Uzun vadeli hedeflerine varıncaya kadar da onların varlığını bir lütuf olarak kabul ediyor, fırsata dönüştürüyor ve adım adım hedefine ilerliyor.
İşte tam da bu noktada, Dersim yakılıp yıkılıyor, siz de birlikte yanacaksınız, yangın yerini terkedin, canınızı kurtarın; devletin Dersim’i insansızlaştırma hedefine karşı verdiğimiz mücadelede işimizi kolaylaştırmış olursunuz diyoruz, “devletin ağzıyla konuşuyorsunuz” deniliyor.
Silahlı hukusuzluğunuz, ölümlü yargılamalarınız Dersim coğrafyasına yabancı, pis kokuyor diyoruz, Şahan Ağa, Qopo vb. olayları örnek göstererek Dersim kültürüne nasıl yabacılaştıklarını ele vermiş oluyorlar.
Bazı dosların “buna deymez” şeklinde uyarılarına rağmen Ali olduğu da, Haydar olduğu da, Munzur olduğu da bir muama isim altında sarfedilenlere kısaca değinmeden geçemiyorum. Bu muamma isim, “devletin payandası”, “eski Dersimli devrimci renksiz bir grup”, “geçmişin günahkarları”, “karıştırıcı-kışkırtıcı”, “elleri devrimci ve yoldaşlarının kanına bulaşmış günahkarlar” gibi suçlamalardan sonra, “siz ortalığı bulandıran ‘elitler’ bilin ve unutmayın, …devlet ağzıyla konuşarak, yazarak yarattığınız güvensizliğin hesabını halkımıza vereceksiniz” diye kükremiş ve yazısını tehditle noktalamış.
“Eski devrimci” tanımına takıldım. Bu yaygın bir tanım. Eski, eskimiş olandır. Yani demode. Eskiyi muhafaza eden muhafazakar, yani eskiyi savunan, kalıpçı, şabloncu… Yeniyi, gelişimi, değişimi ve moderiniteyi, çağa uyanını tercih ise eskinin karşıtı. Bu çok net anlaşılır bir şey.
Fakat burdaki ölçü başka. Eskimemenin ölçütü olarak tarikat bağlılığıyla bağlanmış olduğun örgütten ayrı düşmemektir. Örgütle yollarını ayırmışsan yandın. “Bitmiş-tükenmiş”sin. Eskimişsin. Ölmüşsen “kahraman-şehit”, kazara sağ kurtulmuş örgütten uzaklaşmışsan “korkaksın”. İşkencelerde ağzını tutmuş kimsenin canını yakmamışsan da farketmez. Yazdığın, söylediğin her şeyin karşılığı hazır: “Devletin ağzıyla konuşuyorsun.”
Örgüt adına yazılan bildirilerin, yazıların içeriğini ve özellikle sonuçta yazılı “ölülerimizle kazanacağız” sıloganlarını hatırlayın. “Ölüm hoş gelmiş sefa gelmiş”, “ölümüne kavga”, “uğruna ölüm” şiir dizeleri ve ölümü kutsayan ajitasyonlar… Peki bu mentalitenin “allah şehtliği herkese nasip etsin inşallah” kör inanış ifade tarzından özde ne farkı var?
Şiddeti, silahı-savaşı redediyor, çağdaş hukuku savunuyoruz. İnsana, doğamıza, doğadaki her canlıya değer veriyoruz. Dersim coğrafyasının zerreweşiye kültürünün, itikatının kirletilip zehirlenmesine karşı çıkıyoruz. Yok edilmek istenen, yok sayılan Kırmanc/ Zaza dilimizin tekrar yaşama kazandırılmasını istiyoruz. Dörtyüz sayfalık kongre belgelerinizde adını bile anmadığınız Dersim’in yakılıp yıkılmasına engel olmaya çalışıyoruz. Dersim’de şiddet ve ölüm hukuksuzluğuyla yaratılan korku çemberini kırmaya çalışıyoruz. Bunlar “sol silahlı güçlere karşı Dersim halkını kışkırtmak” mı oluyor?
Tek silahımız aklımız, fikrimiz, düşüncemiz. Gücümüz ise haklılığımızdan geliyor. Ne istediğimiz ve kim olduğumuz da açık ve net. Bunu çok önemsiyoruz. Geçmişinin hata ve sevaplarının farkında olan, onlardan öğrenen, dersler çıkaran, bilimi-bilgiyi kendine kılavuz edinmiş, bilgisi-birikimi olan, tabir caizse feleğin çemberinden geçmiş devrimci insanlarız. Bunu içindir ki, bizi, “Dersim halkını devrimcilere karşı kışkırtan renksiz ve telden tele oynayan” lar olarak itham edenlerin panikatak kaygılarını anlıyoruz.
Dersimli çok insanımız, yazarlarımız, aydınlarımız, edebiyatçı ve sanatçılarımız geçmişten bu yana hep tehdit edile gelmişlerdir. Değerli dostumuz Haydar Karataş, Dersim coğrafyasının gerçeklerini yazar-edebiyatçı sorumluluğuyla dile getiriyor. Sana uymuyor diye olmayan aklını sürüyorsun namluya, zehir zembelek tehditler… Hüseyin Dedesoy Apo’dan aktarma yapıyor, ne diyorsunuz diye gölgesini yitirmiş sol’a soruyor, hemen harekete geçiyor sanal alanın tetikçileri. Düşünme yetisine sahip olsalar, aktarılan şeyin Dedesoy’a deği de Öcalan’a ait olduğunu anlayacak hiddetlenmeyecekler.
Biz Dersimli edebiyatçılarımıza, yazarlarımıza, sanatçılarımıza ve tüm canlarımıza sahip çıkıyoruz. İki ayağı üzerine durma evrimini başarmış, fakat insan olmaya aday aşamasına bile gelememiş unsurların kuru tehditleri bizi bildiğimiz doğru yoldan alıkoyamaz.
Biz, bütün dikkatimizi, enerjimizi Dersim’in üstüne çökmüş siyasi-ideolojik sisin dağıtılmasına, Dersim’i nefes alamaz hale sokan orman yakmalarına, derelerimiz ve akarsularımızın kurutulması ile barajları engellemeye odaklamış durumdayız. Kimseyle atışıp zaman kaybetme niyetimiz ve lüksümüz yok.
Şu sis bi dağılmaya dursun, Dersimli, gökyüzünde yıldızları, maviyi görecektir umuduyla…
01 Ekim 2017
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devlet, özel yasalarla uyguladığı şiddet, ’38 Soykırımı, 12 Eylül ‘80 darbesi, 1994 köy yakma ve boşaltılmaları ile kalmamış, barajlar vb. çalışmalarla doğasını da tahrip etmiş, her tür baskı ve zorbalığa başvurarak Dersimlileri yerinden, yurdundan çıkarmaya zorlamıştır. Devlet, göç ettirilen Dersimlilerin tekrar o kutsal topraklara dönmesini ve o topraklarda barınmasını engellemek, Dersim’i insansızlaştırmak için her yolu fütursuzca denemiş ve denemektedir.
Raa Heq İnancı gereği karıncayı dahi incitmeyen, tabiatla barışık yaşamasını bilen, ağır bir suç işlenmesi halinde dahi kişiye “düşkünlük” cezasını uygulayan, cana kıymanın günah olduğunu kabul eden bu toplumda Veli Sarısaltık, Erkan Doğan, Necmettin Yılmaz ve Rıza Örük vakalarında olduğu gibi örgütlerce yapılan infazlar da Dersim’i yaşanılır kılmaktan uzaklaştırıyor.
Dersim’de demografik yapı değişiyor. Dersim’i yaşanır kılmanın yolu Dersim’de hatrı sayılır bir nufüsun barınmasından geçer. Bu da ancak Dersimliler’in kendi aralarında barışık olmaları, farklılıklarına rağmen birbirlerini kabullenmeleri, şiddetten uzak durmalarıyla mümkündür.
En kutsal değer yaşam hakkıdır. Bir insanın hayatına son vermek insanlık suçudur. Gerekçesi ne olursa olsun sivil bir insanın bu şekilde öldürülmesi kabul edilemez. Daha önceki benzer olaylarda hayatına son verip sonra “özür” dileyip hata olduğunu belirtmek de kabul edilir bir davranış değildir. Dersim’in son yüzyıllık tarihinde aşiretlerarası kavgalardaki ölümler dışında bir toplumsal mekanizma kararı ile verilen “ölüm cezası” yoktur. Tecrit ve yanlız bırakılma cezası, özelliği gereği en ağır cezadır. Son otuz yılda Dersim’de bir çok insan haksız olarak “ölümle” cezalandırıldı. Ortada adil olması bir yana, bir yargılama bile sözkonusu olmamıştır. Bu tür eylemleri şidetle kınıyoruz.
Daha önce de belirttiğimiz gibi içinde bulunduğumuz konjonktürde şiddetin her türlüsü, varlık yokluk meselesi ile cebelleşen, Dersim ve Dersimliler’in zararınadır. Dersim toplumu, kendisini kuşatan şiddet/savaş sarmalında boğulup yok edilme tehlikesi ile yüz yüzedir. Toplumuzun daha fazla şiddet ve savaş ortamını kaldırabilecek mecali kalmamıştır.
Dersimlilerin veya gençlerimizin daha fazla ölmesini istemiyoruz. İnsanın yaşam hakkı kutsaldır, ona dokunulamaz. Dersim’de yargısız-savunmasız şekilde sivillerin katledilmesini insani ve vicdani bulmuyor, tüm bu şiddet olaylarının özellikle de o kutsal topraklarımızda artık son bulmasını bekliyoruz.
Bu nedenle silahlanmaya, şiddetin örgütlenmesine hayır diyor, başta Dersim ve bölgemiz olmak üzere çeşitli coğrafyalarda sürdürülen savaşların son bulmasını istiyoruz.
26.09.2017
Dersim Meclisi – Avrupa
Dersim Meclisi ekseninde, Dersim, Türkiye ve yurtdışında yaşayan yurtseverinden milliyetçisine, sosyalistinden işverenine, ateistinden Raa Heq’cisine, demokratından Hardo Dewréş sevdalısına, esnafından bürokratına varan oldukça geniş bir çevreyi kapsayan bir çalışma söz konusu. Bu bir farklılıktır. Bu farklılığı anlamak, ona göre yol ve yöntemler bularak hareket etmek kaçınılmazdır. Bu da ancak “zereweşiye” kültürünün içselleştirilmesi ve beklentilerin abartılmamasıyla, yok olan veya edilen Dersimlilik bilincinin tekrardan canlandırılması, kendini yaşaması, yaşatılmasıyla mümkündür.
Bu değerli çalışma dernek, federasyon, örgüt ve parti işlevini üstlenen bir çalışma değildir. Dersimlilik bağlamında olmazsa olmazlarının ekseninde yürütülen farkındalık yaratmaya çalışan bir yapılanma mücadelesidir.
Fakat bu bağlamda yaşadıklarımızdan bir kısmı bana yıllarca tekrarladığımız “ulusların kader tayın hakkı” eksenli tartışmaları hatırlattı. Devrim geldikten sonra her ulus kendi kader tayın hakkını kullanarak kendi değerlerini yaşayacak veya var edecektir misali. Hep yarın eksenli bir mücadele… Oysa bunu yaparken bugünü olması gerektiği gibi yaşayamadığımızdan dolayı yarına bırakacağımız çok da bir mirasımızın olmadığı dünün tecrübesi; ve akabinde Dersim’i Dersim eden değerlerin elden gittikten sonra kendimiz olamayacağımız, kendimizi yaşayamayacağımız gerçeği…
Yani bu durumun Dersimliler açısından güzel bir ütopyadan öteye geçmeyen bir şey olduğunu bizat yaşayarak öğrenmek.
Peki ne yapmalı?
Hala kimseyi incitmemek, üzmemek, hatrını kırmamak adına bu sürece çanak mı tutmalı, yoksa mümkün olduğu kadarıyla bu gidişata dur mu demeli?
İkinci seçeneği kendimize yol edinmemiz gerektiği tartışma götürmez bir gerçek. Bu duruma müdahale edebilmek için iğneyi kendimize batırmanın zamanı çoktan gelmiştir. Aynı tas aynı hamamla karınca kadar yol alamayız. Kendimizle hesaplaşmayı ilke edinerek en azından 70’li yıllardan bu yana verdiğimiz mücadelenin bir muhasebesini yaparak getirisi ve götürüsünü vicdan terazimize vurmalıyız. Özeleştiride bulunma cesaretini gösterebilmeliyiz. Barbar devletin Dersimlilere uyguladığı zülüm ve soykırımlara karşı verilen mücadeleyi sahiplenerek, ama bunu benim ve bizim bu gidişatdaki payımızın ne olduğu sorusunu sormaya karşı bir kalkan olarak kullanmadan hareket edebilmeliyiz.
Fakat hala bu aşamaya gelinmediği aşikar. Meclis eksenli yapılan kimi belirlemelere dahi tahamül edilemiyor. Kendi gerçekliğimize yönelik yapılan kısmi istisnai çalışmaların dahi bilerek veya bilmeyerek acımasızca önünü kesme girişimlerinde bulunuluyor. Bu da aklın alamayacağı “devleten ziyade sol veya Kürt düşmanlığı” yapılıyor gibi abes ifadelerle dile getiriliyor.
Dersim’in dili, kültürü, inancı, kimliği ve tarihi coğrafyası birilerine endekslenerek yol alınamaz. Geçmişte bu çokca denedi. İnsani kamillerimizin tüm direnişine rağmen,
– dil, yaşamın bütünlüğünden soyutlanarak sadece bir araç olarak görülüp, konuşulmaz duruma getirildi. Yapılan çalışmalar ağırlıklı olarak bir ulusun bir dili olur fikrinden hareketle yürütüldü. 4-5 ülkede konuşulan, 50’ye yakın TV kanalı bulunan ve devlet dili olan Kürtçe için canhıraş mücadele verilirken Unesco’nun gösterdiği hassasiyeti dahi gösteremeyip, onun farkettiği ve yok olmakla karşıkarşıya dediği bir zamanlar Dersim’in dominant dili olan Kırmancki-Zazaca’ya sahiplik edilmedi.
– tek sosyal kurumumuz olan talip-rayber-pir sistemi, insanların kardeşçe birarada yaşamasının önünde engelmiş gibi “afyon” olarak değerlendirip önemsenmedi, hatta zaman zaman hedef alındı. Bu yapılırken imamlar ordusu ile devletin en güçlü bütçesine sahip olan Dinayet İşleri Bakanlığı, dolayısıyla Müslümanlık ve Müslüman kardeşlerimize karşı hasas davranmak ihmal edilmedi. Oysa Dersim’de çoğulcu yaşamı mümkün kılan “zereweşiye” yaşam tarzıydı. Son din, son peygamber, “gavurlar” imana gelinceye kadar cihad diyen anlayış değildi.
– T.C.’nin asimilasyoncu tutumundan dolayı “Öztürkleşen”, “halis-muhlis Müslüman”laştırılan kimliğine kimlikler biçildi ve bugünden yarına misali Kürtleştirdi, Ermenileştirildi. Kendisi olması kabullenilmedi.
– Bırakalım diğer bölgeleri, Merkez-Dersim’in yanıbaşındaki, çoğu Pülümür ve Nazmiye kökenli olan Koçgirililer dahi tarihi Dersim coğrafyasından görülmezden gelindi. Bu yapılırken sadece Türkler’in istilacı yaklaşımından rahatsızlık duyuldu. Kürtler’in Kuzey Kürdistan ile Ermeniler’in Batı Ermenistan planları hiç kimseyi rahatsız emedi.
– Daha düne kadar ’38 Soykırımı’na olan yaklaşımdan da bahs etmek istemiyorum.
Ve hala bu bakış açısı karşımıza kırmızı çizgiler olarak çıkıyor. Başkaları rahatsız olmasın, alınmasın, küsmesin diye kendimiz olmaktan feragat etmemiz bekleniyor. Bunun adı da Dersim sevdası oluyor!
Dersim Meclisi çalışması Dersim’i sahiplenmek adına yapılan ilk çalışma değildir. Daha önce bu türden girişimler oldu. Kısmi olarak yapılmış olan çalışmaların gerisine düşüldüğünü de saptıyorum. Bu bir süreçtır, içselleçtirilmesi için belki de bu şekliylen yaşanması gerekiyor diye düşünüyorum. Fakat tüm bu değişim ve dönüşümlerde bizim payımız ne idi, katkımız ne olacak sorularının sorulup cevaplandırılmasının zamanı gelmiştir.
Burda önemli olan bir kimliği diğerine giydirmeden, Kürtçe, Türkçe ve Ermenice konuşan Dersimlilerin birbirlerine kenetlenerek vicdani davranıp yok olmakla karşıkarşıya olan Kırmancki-Zazaca dili ile Raa Heq İnancı’na positivist bir tutum takınarak hareket edebilmektir.
Lütfen daha işin başındayken olmazsa olmazlarımızdan taviz vererek yol almaya çalışmayalım. Aksi takdirde meclis oluşturulamaz, klasik örgüt, federasyon veya parti gibi bir yapılanma olur. Oysa Dersimlilerin bahsi geçen kurumlardan fazlasıyla var. Dersimlilerin beklentisi tüm farklılıklarına rağmen asgari müşterekler etrafında kenetlenip birarada yürüyen bir meclistir.