Çağımızda Dersim adına yazı yazan tarihçiler, sosyologlar, enteller son asırlara bakarak Dersim’in eskilerden beri her zaman aşiretçi sistemle yönetildiğini sanıyorlar ve öyle anlatıyorlar. Oysa Dersim aşiretler döneminden önce asırlarca kendi kendini emirlik ve beylik sistemiyle yönetmişti. Çağımızın entelleri Dersim’in kendini yönetme istemi ve kabiliyetinin tarihi köklerinden habersizdirler.
Devletlerin adının beylik olduğu dönemlerde doğu bölgesindeki, Dersim’den Erzurum’a kadar, geniş bölgede Kızılbaşlar emirlikler, beylikler kurmuşlardı. Bu dönemlerde bu gün Zaza denilen halkın inancı da Kızılbaşlıktı. Bölgede ezici çoğunluğu olan Kızılbaşlar 1072 yılından 1514 yılına kadar dönemin kurallarına göre kendi kendilerini örgütlü bir şekilde yönetmişlerdi…
Osmanlı’dan Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar devam eden kendi kendini yönetmede ısrarlı arzuları ve tavırları Dersim’in on birinci asırdan itibaren örgütlü ve özgür yaşama iradesine dayanır. Tarihimizdeki bu Kızılbaş özgür yaşamı bu gün hala halkımızın genlerinde saklıdır.
Örneğin Kızılbaşlar 1072’de Saltukluların önderliğinde Dersim’den Erzurum’a kadar olan geniş bölgede Saltuklu Beyliği’ni kurmuşlar. Yani Kızılbaşlar Osmanlı’dan 228 yıl önce devlet sahibi olmuş ve özgürce yaşamışlardır. Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş tarihi 1300 yıllarıdır. Yani daha sonradır.
Saltuklu Beyliği dönemimde Dersim’in merkezi Çemişgezek’ti ve Dersim emirlik (Özerk Bölge/CY) olarak Saltuklu Beyliği’ne bağlıydı. Dersim ve Erzurum bölgesindeki Kızılbaşların kurduğu Saltuklu Beyliği (Devleti/CY) 1202 yılına kadar yani 130 sene özgürce kendi kendini yönetti.
Türk tarihçileri bu Kızılbaş beylik ve emirliklerini ya Türkçü tezlerine malzeme yaparlar ya da tümden görmezden gelirler. Kendilerine tarihçi diyen Dersimlilerin görevi bu tarihi gerçekleri araştırıp topluma sunmak olmalıdır.
Bazı tarihçiler Saltukluların 1000 yıllarında Horasan’dan gelen Kızılbaş Türkmenlerden olduğunu yazmışlar, ama tarihçi M. Fahrettin Kinziroğluna göre “Saltuklular Canestan’ın (eski Dersim’in) kavimlerindendir. Ayrıca biliyoruz ki onuncu asırda Ege’den İran’a kadar olan bölgedeki örgütlenmeler ve savaşlar etnisiteye-ırka değil, inançlara dayanıyordu. Bu bölgelerde MA Halkı’nın (Işık insanlarının) devamı olan Kızılbaşlık-Alevilik ezici çoğunluktaydı.
Horasan ile Dersim komşu bölgelerdir. Motorlu taşıtların olmadığı eski dönemlerde ordular hızlı hareket edemezdi. Büyük savaşlarda batıdan saldırılar gelince Dersim aşiretleri davar sürüleriyle birlikte doğuya Horasan bölgesine kaçar, doğudan büyük saldırı başlayınca batıya Dağlık Dersim’e sığınırlardı. Yani Saltuklular da diğer Dersim aşiretleri gibi büyük savaşlar döneminde Dersim ile Horasan arasında gel gitleri yaşadılar.
Doğu bölgesinde 1072 yılında kurulan ve Kızılbaş-Alevi olan Saltuklu Beyliği 1202 yılında Selçuklu Sultanı Rüknettin Bey tarafından yıkıldı.
1202-1514 Çemişgezek Beyliği
Merkezi Erzurum’da bulunan Saltuklu Beyliği 1202 yılında Selçuklular tarafından yıkılınca Saltuklu Beyliğine bağlı olan Çemişgezek Emirliği Dersim bölgesini kendi başına savunmaya devam etti. Selçuklular Dersim bölgesini işgal edemedi.
Saltuklu Beyliği döneminde Merkezi Çemişgezek’te bulunan Dersim bölgesinin emirliği bu yıllarda beyliğe dönüştü ve özgürce yaşamaya devam etti.
1300 yıllarında kurulmuş olan Osmanlılar ile Karakoyunlu Beyliği arasında 1473’te Erzincan-Otlukbeli savaşı oldu.
Osmanlı ilk defa bu savaşta Dersim’in sınırlarına dayanmıştı. Kuvvetlerini Kemah Kalesi’ne toplayan Çemişgezek emiri Şah Rüstem Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ı destekledi. Uzun Hasan’ın kuvvetleri bu savaşta yenildi ve kendisi öldürüldü, ama Dersim’in lideri Şah Rüstem Dersim’in Kemah Kalesine çekilerek Dersim’i savundu. Osmanlı kuvvetleri Dersim’i işgal edemedi.
Otlukbeli Savaşı’nda Osmanlı ordusunun başında Fatih Sultan Mehmet’in iki oğlu vardı. Fatih Dersim lideri Şah Rüstem’e haberciler göndererek Kemah Kalesi’ni Osmanlıya teslim etmesini istedi.
Şah Rüstem bu isteği ret etti. Osmanlı kuvvetleri Kemah Kalesi’ni geçemedi. Dersim Özgür kaldı. Şah Rüstem Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’nın ölüsünü Otlukbeli’den Çemişgezek’e getirdi. Tekke denilen yerde defnetti[1].
Çaldıran Savaşı Döneminde Dersim
Yavuz Sultan 1512 yılında babasına karşı yaptığı bir darbe ile Edirne’de bulunan Osmanlının tahtına oturdu. Osmanlının ilk yıllarında Anadolu’da çoğunlukta olan ve Osmanlının kuruluşunda çok önemli rol alan Kızılbaşlar Fatih döneminde dışlanmaya başlanmıştı.
İran tarafında Kızılbaş devletinin lideri olan Şah İsmail ile Osmanlının arası Fatih Sultan döneminde açılmıştı. Osmanlı tahtına oturan Yavuz Sultan Selim doğu bölgesinde aşiretler şeklinde yaşayan Sünni Kürtleri yanına alıp güçlenerek Safevi Kızılbaş Devleti’ne saldırmak istiyordu.
Bu süreçte Kürt İdris-i Bitlisi’yi aracı olarak kullandı Yavuz. İdris-i’nin yardımıyla Kürt beylerini çağırtarak değerli hediyeler verdi. Aşiret düzeyindeki Sünni Kürtleri kandırıp yanına alması kolay oldu. Bektaşileri de yanında tutmayı başardı Osmanlı.
Kızılbaşlar ta Fatih döneminden beri Anadolu’da devlet dışına atılmaya başlanmıştı.
1514’teki Çaldıran Savaşı’ndan önceki süreçte Anadolu’da birçok Kızılbaş aşireti halifeler yoluyla Şah İsmail’e bağlılığını bildirdiler ve Şah İsmail’in saflarına geçmeye yöneldiler.
Osmanlı Kızılbaşlara karşı bu dönemde İdris-i kanalıyla insanlık dışı iftira dolu fetvalar dağıtarak gözden düşürmek istedi ve Çaldıran Savaşı başlamadan önce 40 bin Kızılbaş kılıçtan geçirildi.
Çaldıran Savaşı sürecinde özerk Dersim’in merkezi olan Çemişgezek’de, beyliğinin lideri olan Şah Rüstem de bu savaşta Şah İsmal’in yanında yer almıştı.
Şah İsmail tam emin olmak için çok güvendiği adamlarından halife Nur Ali’yi Dersim’e gönderdi. Şah Rüstem’i ise Bağdat valiliğine tayin etti.
Çaldıran Savaşı sürerken halife Nur Ali’den memnun olmayan Dersim halkı Şah Rüstem’i geri çağırdı. Şah Rüstem Bağdat’tan geri gelip Dersim’de tekrar halkın başına geçti.
Şah Rüstem bu yıllarda Çemişgezek’ten Mazgirt’e kadar Çarşancak denilen Dersim bölgesine hükmediyordu.
Şah İsmail Çaldıran’da yenilince Dersim lideri Şah Rüstem’in Osmanlıya karşı kendi bölgesini savunacak gücü zayıfladı. Topraklarını kaybetmek istemeyen Şah Rüstem 40 yiğit akrabası ve adamıyla Yavuz Sultan’ın yanına gitti. Ona biat edip affını diledi.
Tarihçilerin yazdıklarına göre Yavuz iki sebepten dolayı Dersim Beyi Şah Rüstem’e kızıyordu.
Birincisi, Şah Rüstem Otlukbeli Savaşı’nda Kemah Kalesi’ni babası Fatih Sultan’a teslim etmemişti. İkincisi, Çaldıran Savaşı’nda Osmanlıya karşı olan Şah İsmail’in yanında yer almıştı.
Bu iki sebepten dolayı Yavuz kendisine biat eden Dersim lideri Şah Rüstem ve yanındaki 40 yiğidi katletti.
Şah Rüstem’in soyundan Dersim dağlarında tek oğlu Pir Hüseyin Kalmıştı.
Osmanlı Doğu bölgesine hâkim olmuştu. “Babası ve 40 akrabasının katledilmesine rağmen Pir Hüseyin babasının tahtını yaşatmak için ve Dersim’i yönetmek için gitti Yavuz’dan affını diledi”[2].
Ölümü göze alıp baba katilinin yanına giden Pir Hüseyin’in bu tavrı Yavuz Selim’i hayretler içinde bıraktı. Çarsancak denilen Dersim bölgesini Pir Hüseyin’e geri verdi.
Çarsancak Beyi olan Pir Hüseyin’in 12 oğlu oldu. Sonradan oğulları bu toprakları paylaştılar ve Çarsancak Beyliği zayıfladı.
Pir Hüseyin gidip Sultan Yavuz’a biat etmişti, ama Dersimli Kızılbaşlar dağlık ve ormanlık Dersim’e çekilip Dersim’i savunmaya devam ettiler. Yavuz Selim dağlık Dersim’i işgal edemedi.
Yazının üst başlığından da belli olduğu gibi bu yazının amacı Dersim’deki örgütlü ve özgür yaşamın tarihi köklerini araştırmak, kendi kendini yönetme istem ve iradesini açıklığa kavuşturmaktır. Bu nedenle tarihi ayrıntılara girip esas konudan uzaklaşmak istemiyorum. Sadece aşiretler döneminden önceki örgütlü ve özgür yaşanan Dersim’i ve liderlerini kısaca hatırlatmak istedim. Zaten tarihten biraz haberi olanlar Çaldıran Savaşının öncesi ve sonrasını ayrıntılarıyla biliyorlar.
Çaldıran yenilgisinden sonra Yavuz’a biat eden Pir Hüseyin ve yandaşları Sünni mezhebine geçmeye başladılar. Bu dönemde Çemişgezek ve Pertek’te camiler yapıldı ve bu bölgeler Çaldıran Savaşı’ndan sonra Sünnileşmeye başladı. Doğu bölgesinde Alevi Zazalar da bu devirde katliamdan kurtulmak için Sünnileşti[3].
Pir Hüseyin’in Yavuz’a biat etmesinden dolayı Çemişgezek Dersim’in temsilcisi ve merkezi olmaktan çıktı. Dersim’in merkezi direnen bölgede bulunan Hozat oldu. Dağlık bölgelerdeki Kızılbaşlar bu tarihten sonra Dersim’de özgür yaşamaya aşiretler şeklinde devam ettiler. 1936’larda ise ittihatçı ırkçılar kuvvet zoruyla Tunc-elini Dersim’in merkez olarak ilan ettiler.
Dersim lideri Şah Rüstem’in Yavuz tarafından katledilmesinden sonra Dersimliler birleşerek bir daha emirlik veya beylik kuramadı. Bu nedenle Osmanlı’nın son beş asırlık döneminde bütünlüklü hareket eden bir Dersim’den bahsedilemez. Bu dönemde Dağlık bölgelerdeki aşiretler özgür yaşamaya devam ediyordu. Ovalık Dersim bölgesindeki aşiretler ise Osmanlı’ya da, sonraki Cumhuriyet hükümetine de vergi veriyordu, asker de gidiyordu. Ayrıca İstanbul’da Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda da Ankara’daki birinci Mecliste de Dersim’in Mebusları (temsilcileri) vardı.
Dağlık Dersim’de Dersimlilerin kendi kendini yönetme istemi ve iradesi 1940’lardaki yenilgiye kadar defakto bir durumda bir nevi aşiretler federasyonu şeklinde devam etti. Dersim’de Emirlik ve Beylik dönemlerinden beri asırlarca süren özgürce yaşama alışkanlıklarından dolayı Dersim halkının içinde kendini yönetme istemi ve kabiliyeti hala çok yaygındır.
Bir daha vurgu yapalım: Osmanlı’dan daha erken dönemde Dersimlilerin emirlik ve beylik olarak örgütlenip kurumlaştığını bilmeyenler, Dersim’in eski tarihten beri hep aşiret sistemiyle yönetildiğini sanırlar.
Dersim tarihindeki bütün halkaların tamamlanması için Dersim’in emirlik ve beylik dönemi genişçe araştırılması ve tartışılması Dersimlilerin önünde bir acil görev olarak duruyor…
Ünlü Alman yazarı Göthe, “Tarih bir halkın hafızasıdır, tarihini bilmeyen bir halk hafızasını kaybeder… 3000 yıllık tarihini bilmeyen bir halkın bu günü karanlık içinde olur”, demiş.
Kanımca Dersimliler tarihi derinliğini bilmediği için bu gün birliğini sağlayamıyorlar.
NOT:
“Dersim Tarihi” isimli kitabımın Nika yayınlarında yayınlanan genişletilmiş ikinci basımında Dersim’de emirlik ve beylik dönemlerini daha uzun ve teferruatlı yazmıştım. Ama çağımızda görsel basındaki kısa yazılar kitapların önüne geçti. İnsanlar artık kalın kitapları çok okumuyor. Bu yazıyı Facebook için kısa bir özet olarak yazdım.
[1] Uzun Hasan’nın mezarının üstünde küçük bir türbe vardır. Hala Çemişgezek-Tekke mahallesinde sapasağlam duruyor.
[2] “JUK Raporu, Dersim, Kaynak yayınları,)
[3] Bence Dersim’n nisbeten düzlük bölgelerinde fazla toprak sahibi olan Sünni Türk Beyleri aslen Kızılbaş Pir Hüseyin Beyin soyundandırlar. 1970’lerde Çemişgezek’te, sonraki yıllarda Elazığ’da doktur olarak çalışan Çemsit Bey vardı. Halk buna Çarşancak Beylerindendir derdi. Ayrıca 1938 tertelesini anlatan Kazım (Güder) Ağa bana Sünni Çarsancak Beyleri ile Dersimliler arasındaki çatışmalardan bahsettimişti.
CeKa (Cemsi Kaya) gibilerin ısmarlama yazılarla Dersim tarihini çarpıtmak isteyen hayali iddialarına, illizyonlarına cevap olan bu yazı serisi dört bölümden oluşuyor.
1.BÖLÜM: İddialar Dersim’in tarihi belleğine uyuyor mu?
- BÖLÜM: İddialar Dersim halkının itikat ve kültürüne uyuyor mu?
- BÖLÜM: İddialar bölgenin lisan bilimlerine uyuyor mu?
- BÖLÜM: CeKa’nın iddiaları tarihi gerçeklere ve sosyal bilimlere uyuyor mu?
GİRİŞ
Osmanlı ve torunlarının uydurma kaynaklarını çok zaman güvenilir bulmayan CeKa gibi düşünenler söz Dersim üzerine olunca aynı kaynakların hepsini güvenilir kabul ediyor. Bu kaynaklara ait bazı alıntılarla Dersimlilerin Kürt olduğunu ileri sürüyor. Bununla yetinmiyorlar “Dersim Tarihi” ismiyle yayınlanmış olan çok güvendikleri Baytar Nuri’nin kitabının ismini Baytar Nuri öldükten sonra değiştirip “Kürdistan tarihinde Dersim” olarak baskı yapıyorlar. Ölen insana ait olan bir kitabın ismini değiştirmek etik kurallara uyar mı? Bu tavır açık bir tahrifat değil mi?
Dersim üzerine yapılan tüm tahrifatları bu yazıda tek tek açıklayacağız. Ama bilinmelidir ki sosyal bilimlere göre; Dersim coğrafyasında yoğun bulunan bir halkın toplumsal yapısının değiştirilmesi, dönüştürülmesi, asimile edilmesi kolay değildir. Çünkü aynı itikata sahip olan ve aynı dili konuşan halkın bir bölgede ezici çoğunlukta ve yoğunlukta olması asimilasyona karşı korunmasının ve savunmasının en iyi silahıdır. Dünya’ya ferman okuyan Osmanlı ordusu bile 500 yıl gibi uzun süreçte Anadolu’ya yayılmış olan Kızılbaşlığı asimile edip camilere sokamadı. Dersimliler de beş asır hem itikatını, hem de Zazacanın Dersim şivesi olan anadilini korudu ve bundan sonra da koruyacaklar. CeKa gibi düşünenler bilmelidir ki; çok etnisite ve çok kültürden oluşan Kızılbaş-hümanist Dersim coğrafyasında ırkçılığın hiçbir çeşidi kök salıp yeşeremez.
CeKa’nın iddialarına yani esas konuya geçmeden önce ilk başta bu “yazı serisiyle” ilgili bir duruma açıklık getirmek istiyorum:
Bu dört bölümlük yazı serisinde ben sadece 1938’lere kadar Anadolu’nun ve özellikle Dersim’in tarihi ve sosyal durumuna açıklık getirmek istiyorum: Biliyoruz ki; Dersim tarihte bir nevi aşiretler federasyonu gibi yönetiliyordu. Elbette ki bu gün Dersimliler çok kültürlü çağdan demokrasiden yanadır. Ama Dersim’i beş asır aşiret önderleri savundu. Kültürümüz Ocaklar sayesinde bu güne gelebildi. Bunlar bizim reel gerçeklerimizdir.
1938’in acı yenilgisiyle Dersim’de federasyon şeklindeki önderlikler yok edildiği için gençlerimiz ortada başsız kaldı. Başsız kalan bu Dersimli gençler özellikle 1970’lerden sonra şaşkın ördekler gibi sağa sola savruldular. Bir kısmı Türk, bir kısmı Kürt örgütleri içinde yerini aldı. Anadolu’da yükselen bu milliyetçi hareketlerin etkisine kapıldılar. 1938 yenilgisinden sonra yaşanılan travmaların Dersim’de yarattığı bu marazi durumu psikolojik ve toplumsal bilimlere göre başka bir yazıda ele alınıp ve genişçe irdelenmesi gereki. Çünkü kimliksiz kalan gençlerin bu yeni durum ve hallerine açıklık getirilip son verilmezse; öz güvenini yitiren gençlerimiz psikolojik bunalımlara, hastalıklı durumlara düşmeleri devam eder. Dersimli sosyolog ve psikologlar bu travmalar konusunda yazılar yazmaya başladılar. Gençlerimize faydalı olan bu araştırmalar umarım devam eder…
Bu dört bölümlük yazı serisinin 1940’lardan önceki döneme ait olduğunu belirttikten sonra Hem Selçuklu ve hem de Osmanlı dönemlerinde Anadolu’daki baş çelişkinin ırksal değil dinsel olduğuna vurgu yaparak esas konuya geçelim:
“Toplum mühendisliğine” soyunan; Anadolu’daki somut durumu, somut toplumsal yapıyı görmezden gelip toplumu kendi istediği doğrultuda yönlendirmek isteyen tüm sağ ve sol ideolojiler hüsrana uğradılar ve toplum mühendisliğine soyunanlar gelecekte de hep hüsrana uğrayacaklar.
Hüsrana uğrayanlara açık ve çarpıcı bir örnek verelim: Orta Asya’dan gelip sonradan Anadolu’ya yerleşen Türkler sürekli olarak “Kürtler de, Dersimliler de öz be öz Türk’tür,” diyordu. Ne hikmetse Irak-Mezopotamya’dan üç beş asır önce Doğu Anadolu’ya gelen Kürtlerin bir kısmı da son çeyrek asırda “Dersimliler öz be öz Kürt’tür,” demeye başladılar. Son yıllarda ise toplum mühendisliğine soyunan CeKa’ gibi düşünenler çıktı ortaya. Maalesef kalbindeki sesi dinlemeyen; aslını inkar eden ve bundan dolayı kimlik bunalımına girmiş bu Dersimliler de inkarcı görüşlere dahil oldular.
Tarihte bazı kişi veya grupların aslını inkâr edip asimile oldukları bilinen bir gerçektir. Örneğin 60 yıllık göç sürecinde Almanya’da doğup büyüyen birçok, Türk, Kürt ve Dersimli gençler kendini Alman hissediyorlar. Bunlar asimile olmuştur ve oluyorlar. Yapılacak bir şey yoktur. CeKa gibilerin bunlara benzeyen kişisel değişim ve tercihleri hoş görülebilir ve görülmelidir. Öte yandan kendini Kürt hissetmediği halde birçok Dersimlinin Kürt hareketinin demokratik mücadelesine destek olması da etik, insani ve onurlu bir tavır sayılır. Ben bu onurlu tavırlara karşı çıkanlardan değilim. Bu dört bölümlük yazı serisinde; bir topluma yeni kimlik bulmak; yeni deli gömleği giydirmek isteyen yanlış düşüncelere, ısmarlama yazılara cevap vermek istiyorum. Tarihi gerçeklerden, bilimsel doğrulardan, bilimden yanayım. Nasıl ki Türklerin safsatadan ibaret olan “kart kurt” teorileri iflas etti ve Kürt halkının varlığı dünyaca kabul gördü ise CeKa gibi düşünenlerin kendi halkının tarihi ve toplumsal belleğine dayanmayan; bilimsel temelleri olmayan “cart curt” iddialarına dayandırılmak istenen “Dersim=Kürt veya Zaza=Kürt” teorileri de iflas etmeye mahkumdur.
CeKa gibiler demokrasiyle barışık olan Kızılbaş Dersim Kültürünün asimile edilmesinin Anadolu halklarına zararları olacağını da düşünmüyorlar. On yıl önce Dersim’de iki hafta kalan Alman İnsan Hakları Derneği Başkanı Zimmermann özetle şöyle demişti:
“Dersim’de bin yıldır kadın erkek birlikte ibadet ediyor. Dersim bu barışçı kültürüyle hem Avrupa’dan, hem de Türkiye’den daha ileridir. Dersim’den öğreneceğimiz çok şey vardır. Dersim’in barışçı ve hümanist kültüründen hem Türkler, hem de Kürtler çok şey öğrenebilir. Örnek alınabilir.”
Örnek alınacak bir kültürü asimile etmeye çalışmanın bir mantığı var mı acaba?
Bazıları Dersimli kelimesi “kimlik” yerine geçemez diyorlar. Oysa İran’da ve Amerika’da “kimlikler” coğrafidir. Etnik veya dini değildir. Dersim’de de esas kimlik tarihine ve coğrafyasına dayanır. Ayrıca Kızılbaşlık da Dersimlileri birleştiren ortak bir mayadır. Yani “Dersimlilik” tıpkı Amerikalılık, İranlılık gibi çok kültürlerden oluşur ama başlı başlına bir “kimliktir.” Nasıl ki çok etnisiteli ve çok kültürlü Amerikan halkı Amerikalı kimlikle övünüyor ve gurur duyuyorsa; çok etnisetli, çok kültürlü Dersim halkı da Dersimli kimliğiyle övünüyor ve gurur duyuyor. Kaldı ki Dersim itikatı, kültürü ve tarihi bilinci Amerikan’dan da çok eskidir. Dersimli olmaktan utanıp başka kültürlere özenti duyanları, asimile olmaya çalışanları anlamak mümkün değildir.
Bu uzun ön açıklamalardan sonra şimdi Osmanlı, Türk, Dersimli, Zaza, Kürt ve Kızılbaş kimliklerinin toplumsal ve tarihi belleklerde birbirine karşı ilişkileri açısından CeKa gibilerin yazı serisini değerlendirmeye geçebilirim.
BİRİNCİ BÖLÜM:
CeKa’LARIN İDDİALARI TARİHİ BELLEĞE UYMUYOR MU?
CeKa yazısının bir yerinde: “Dersim’in Kürdistan’da her zaman bir sandelyesi olmuştur,” diye yazıyor. Biliyorsunuz ki “her zaman” söylemi “geçmiş ve geleceği” kapsar. Şimdi Dersimliler ile Kürtler arasındaki tarihi ilişkilere bir göz atalım. Acaba Dersimlilerin Kürt tarihinde veya Kürtlerin Dersim tarihinde bir yeri, dostlukları var mıydı? Yoksa farklı inançlardan, mezheplerden dolayı aralarında kanlı savaşlar mı vardı? Acaba Kürtler Dersim’de var mıydı? Yoksalar Dersim civarına hangi yıllarda ve nasıl geldiler?
Aslında Irak bölgesindeki Mezopotamya’nın kadim halklarından olan Kürtler Doğu Anadolu’ya üç dört asır önce geldiler. Bunu ben söylemiyorum. Yazımı 1597’de tamamlanan ve aydın Kürtlerin okuduğu “Şerefname” isimli kitabında Kızılbaş düşmanlığı yapan Şeref Han yazıyor. Şerefnama’den aynen aktarıyorum: ”Kürtlerin memleketlerinin sınırları Hürmüz Denizi (Basra Körfezi) kıyısından başlar; bir doğru çizgi üzerinde oradan Malatya ve Maraş illerinin nihayetine kadar uzanır. Böylece bu çizginin kuzey tarafı Fars, Acem Irak’ı (Azarbeycan), küçük Ermenistan ve Büyük Ermenistan teşkil eder. Güneyine ise Arap Irak’ı, Musul ve Diyarbakır illeri düşer. Bununla birlikte bu insanların (yani Kürtlerin) soyundan bir çok halk ve kabile doğudan batıya kadar bir çok ülkede yayılmıştır.” (Şeref Han, Şerafname, Hasat Yay. 1990 İst. Syf-20.)
Görüldüğü gibi Kürt yazarı Şeref Han’a ait olan bu kitapta; Kürtler’in üst sınırı Maraş ve Malatya’nın nihayetine kadar uzanır ve bu iki ilin kuzeyi “Acem Irak’ıdır” diyor. Osmanlı 1514 yılında Çaldıran savaşıyla bu bölgeleri ilk defa işgal etmişti. Ama bu bölgedeki halkın çoğunluğu ve yoğunluğundan dolayı Şeref Han 1590’larda bu bölgeyi halâ Acem Irak’ı olarak görüyor.
1590’larda üst sınırı Maraş, Malatya illeri olan Kürtler acaba Doğu Anadolu’ya ve Dersim’e ne zaman geldiler? Bu haklı soru her okuyucunun aklına gelebilir. Bu sorunun cevabı çok uzundur. Ama tarihle biraz ilgilenen her insanın okuduğu tarihi kitapların sayfalarında yazılı olan ve bölgede dengeleri değiştiren “üç büyük savaş” neticesinde Kürtler’in kuzeye doğru nasıl yayıldığını bilirler. Bilmeyenler için ancak bu üç büyük savaşı özetle anlatarak bu sorulara cevap vermiş oluruz…
- Üç büyük savaştan birincisi, İslam’ın ilk yayılma döneminde (İS. 7. asırda) yani daha Türkler Orta Asya’dayken çok güçlü olan İslamcı Arap orduları Kuzeye doğru saldırıya geçtiler. Bu saldırılara karşı direnemediği için İslam dinini kabullenen Kürtler; Cihad’çı İslam ordularıyla birleşerek kuzeydeki “kâfirlere” karşı savaş açtılar ve Doğu Anadolu’yu işgal ettiler. (“Cihad” inancına göre İslâm’a karşı direnenlerin karı ve çocukları, malı mülkü İslam savaşçılarına helaldi. Yani ırza geçmek bu din tarafından teşvik ediliyordu.) Yine bilindiği gibi sonraları Araplar Bizanslılara yenilip geri çekildi ama bu işgal nedeniyle bir takım Kürt aşiretleri Doğu Anadolu’da kaldılar. (İşte bu nedenle olsa gerek Şerefhan 1590’larda Kürt vatanı olan Mezopotamya’nın dışında kalan daha kuzeyde bazı Kürt aşiretleri vardı diyor.)
- İkinci büyük savaş; 1514’te Yavuz Selim döneminde Şeyhul İslam olan Kürt İdris-i Bitlisi’nin aracılığıyla Türklerle birleşen Kürt paşaları 40 bin Alevi’yi kılıçtan geçirdiler. Binlerce Kızılbaş köyüne yine Sunni ve Şafii Kürtler yerleştiler. Çünkü Doğu bölgesinde Türkler azdı.
Şeref Han yine bu Şerefname isimli kitabında Malatya’nın kuzeyinde o dönemler Dersim’in merkezi olan Çemişgezek Beyliğinin de (Beylerin Melik ismini Melikşi ve Mir’e dönüştürüyor ve bu simlerden dolayı) Kürt olduklarını ileri sürüyor. CeKa gibiler de bu yazılana inanıyorlar. Oysa bir çok tarihçi bu görüşün yanlış olduğunu yazıyor. 1200 yıllarında yıkılan Kızılbaş “Saltuklular Beyliği’nin” bir parçası olan Kızılbaş inançlı Çemişgezek Beyliği kendi varlığını ve bağımsızlığını 1514’e kadar korudu. 1514’teki Çaldıran Savaşı’nda Şah İsmail’in tarafında yer alan bu Kızılbaş Beyliğin reisi Hacı Rüstem Bey ile birlikte önde gelenlerden 40 kişisini Yavuz Selim öldürttü. Bu kırımda kurtulan Pir Hüseyin babasını öldürten Yavuz’a biat ederek Sunni mezhebine geçti. Babasından kalan Beylik makamını ve topraklarını geri aldı. Kendisinin 16 oğlu oldu. Bu Kızılbaş Türk Beylerin (örnek Pir Hüseyin) Çemişgezek’te arta kalan toprakları onların son asırdaki soyundan olan Adnan Beye kadar uzanır. (Adnan Bey 1980’lerde hayattaydı ve arta kalan akrabalarından soylarının Pir Hüseyin Beye dayandıklarını biliyorlar. Adnan Bey ve akrabaları konuşma ve şivesiyle öz be öz Türk’tü ama Adnan Bey Kızılbaş olan soyundan ve kültüründen gelen bir rahatlıkla olsa gerek İslami kurallara aldırmaz, Çemişgezek gibi küçük bir kasabada iyi rakı içerdi.)
Tarihte ve şu anda Çemişgezek’te yaşayan beyler için MİR kelimesi kullanılmamıştır. İsmi Çemişgezek Beyliği ve yöneticilerine ise Adnan Bey, Melik Bey denilir. Çemişgezek tarihinde bir zamanlar Ermeniler’in yaşadığını ve hangi yıl “tehcir” edildiğini biliyoruz. Eğer Kürt mirleri yaşasaydı; bunu da atalarımızdan duyar veya hangi yıllar göç ettiklerini de tarih kitaplarından öğrenirdik. Çemişgezek’in merkezinde Kürtler de, Zazaca konuşan Kızılbaşlar da 1990’lara kadar yoktu. Veya birkaç Kızılbaş aile vardı. 1990’lardan sonra Kızılbaşlar Çemişgezek merkezine yerleşmeye başladı ama sayıları merkezde hala % 20’i kadardır. Ceka’nı soyu da, aşireti de bunları biliyor. Acaba CeKa bunları bilmiyor mu? Yoksa bildiği halde tarihi gerçekleri örtmeye mi çalışıyor.
- Dünyayı ve çevremizi etkileyen üçüncü büyük savaş ise; Birinci Dünya Savaşı ve bu süreçte yapılan 1915 Tehcir olayıdır. Bu kez de Osmanlının emrindeki Kürt Hamidiye Alayları yüz binlerce Ermeni’yi katletti. Doğu bölgesin bu köylerin çoğu da taş konaklarıyla birlikte yine Kürtlere kaldı ki Ermeni tarihçileri bu konakların eski sahipleri olan Ermenileri isimleriyle birlikte tek tek açıkladılar.
Kısaca Kürtler Doğu Bölgesine bu üç büyük savaş sonrasında yerleştiler. Dersim bölgesine ise Kürtler başka bir sürgün olayıyla geldiler. Dersim’i ikiye bölmek isteyen Osmanlı padişahı 16’cı asırda Sunni Mıli aşiretini Dersim’de Pertek ve Çemişgezek arasındaki bölgeye yerleştirdi. Dağlarda davar sürüleriyle geçimini sağlayan bu göçebe aşiret Dersim’de şavaklılar denilir. Beş vakit namaz gibi bazı zor ritualler davar sürüleriyle dağlarda dolanan bu göçebe Sunni Kürtler’in yaşam tarzına uymuyordu. Birkaç asır devam eden bir süreçte Dersim’de azınlık olan bu göçebe Sünni Kürtler’in bir yarısı kendi yaşamlarının kolaylaştıran Dersim’in yerli halkının inancı olan Kızılbaşlığa geçtiler. Yani asimile oldular. Bir kısmı da Sünni olarak kaldılar. Dersim’de Pertek ile Çemişgezek arasındaki bölgeye sürgün gelen Kürt köylerinin Alevi olanları ve Urfa’dan geldiği gibi Sünni kalanları tek tek biliniyor. Alevi olanları da, Sunni kalanları da halâ Kürtçe konuşuyorlar…
Eğer Sayın CeKa gibi düşünenler son asırdaki milliyetçi tezlerin etkisinden kurtulup tarihi labirantın derinliklerine inebilseler bölgede dengeleri değiştiren bu büyük savaşları ve savaşlardan sonra nüfus değişimlerini görebilirlerdi. Dersim Kürt’tür gibi tezlerinin tarihi köklerde, tarihi belleklerde yeri olmadığını da anlayabilirlerdi. Dersim’in tarihinde Sunni Kürtler yoktu. Bu gününde Sünni ve şafii Kürtlerin beş on köyü var. Alevi Kürtler de Dersim’de azınlıktır. Tarihte kökleri ve yeri olmayan bir olayın veya hayali yanlış tezlerin Dersim topraklarında tutunamayacağını, balon gibi patlayıp söneceğini de her aydın bilir.
NOT: İkinci, üçüncü ve dördüncü bölümlerle devam edecek.