4ê Gulane Roca Xoviriardena Tertelê ‘38i
4 Mayıs Dersim ’38 Soykırımı Anması
İsyan Yalanı ve Mitsel Yaklaşım
Devletin 1937-38 yıllarında Dersim ve Dersimlilere uyguladığı zulüm, yapılan o kadar çalışmalara, ortaya konan tüm belgelere rağmen hala kimi Kürt ve sol çevreler tarafından isyan olarak adlandırılıp yansıtılmakta. Oysa bu çevereler de biliyor ki Dersimliler bu zulmü “Tertele/Soykırım” olarak ifade etmişler.
Ne amaçla olduğu bir yana T.C. devletinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dahi katliam olarak ifade etttiği bu zulüm, Wikipedia’nın “https://de.wikipedia.org/wiki/Dersim-Aufstand” linkinde olduğu gibi “Türkiye’deki son Kürt İsyanı (der letzte große Kurdenaufstand)” olarak işlenmiş.
Sayfayı hazırlayanlar, aşağıda görüleceği gibi her şeye rağmen bunu yapmışlar. Çünkü kendilerinin faydalandığı yazıların (linlklerin) çoğunda katliam (Massacare), soykırım (jenosid) denmesine rağmen „Dersim İsyanı“ olarak başlık atmışlar.
Hans-Lukas Kieser: „Dersim Massacre, 1937-1938“, Online Encyclopedia of Mass Violence
Mustafa Akyol: „How Turkey massacred the Kurds of Dersim“, Hürriyet, 17. November 2009
İsmail Beşikçi: Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi. Istanbul 1990
http://dersim-tertele.com/index.php/de/ Website der Dersimer Gemeinden in Deutschland welche ein 1937-1938 Dersim Oral History Project unterstützten.
Yazılanlar eskiden kalmadır da denemez. Çünkü sayfa 21.03.2019 tarihinde yenilenmiş (Diese Seite wurde zuletzt am 21. März 2019 um 19:49 Uhr bearbeitet).
Bu söylemlerde bulunanlar, bu türden bilgi kirliliği yaratanlar devletin “isyan ettiler, devlet de isyanı bastırdı” yalanına hizmet ettiklerini bilmiyorlar mı?
Silahlarının önemli bir bölümünü devlete teslim eden bir toplum nasıl isyan edebilir?
Sanırım bu bilgi kirliliğinin iki nedeni var.
Biri TKP’nin önemli isimlerinden İsmail Bilen 1937 Temmuz’unda Komintern’e yazdığı Dersim Raporu, ötekisi ise ideolojilerine zemin hazırlamak için kullandıkları mitsel yaklaşım.
Sey Rıza’nın dediği gibi, “ayıptır, günahtır…”.
01.05.2019
Osmanlı İmparatorluğu ve devamı olan Türkiye Cumhuriyeti tarihi aynı zamanda Anadolu, Dersim, Mezopotamya halklarına yaşatılan fiziki ve kültürel soykırımlar tarihidir.
Devlet, Amerika’da Kızılderililer, Avusturalya’da Aborjinler, Avrupa’da Yahudi soykırımlarını yaşatanların özür dileyip gerekeni yaptıkları gibi davranmalıdır. Siyasi mücadele verenler ise dar kalıpçı yaklaşımlardan arınarak, halkların dil, kültür ve inanç farklarına saygı gösterip sahiplenerek hareket etmelidirler.
Anadolu, Dersim ve Mezopotamya topraklarında inkara dayalı yaklaşımlar bitmedikçe, Türk-İslam anlayışını dayatmaktan vazgeçilmedikçe, gerçek anlamda bir yüzleşme yaşanmadıkça, sayısına bakılmaksızın tüm halklara aynı göz hizasında bakılmadıkça barış ve huzur içinde kardeşçe bir arada yaşam mümkün olmaz.
Bu aylar soykırımları hatırlama, yas tutma ve anma aylarıdır. Ermeni, Asur-Süryani-Keldani, Pontus, Ezidi, Kırmanc/Zaza vd. halklarına yaşatılanlar dile gelecek.
1948 yılında kararlaştırılan Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. Maddesinde soykırım,
„Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir öbeğin tümünü ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle üyelerinin öldürülmesi, üyelerine fiziki ya da ruhsal açıdan zarar verilmesi, fiziki varlığını tümüyle ya da kısmen sona erdirecek yaşam koşullarıyla yüz yüze bırakılması, öbek içi çoğalmanın engellenmesi, bünyesindeki çocukların başka bir öbeğe aktarılması“ eylemlerinden herhangi birinin işlenmesi olarak tanımlanmaktadır.
Gerek bu tanımlama gerek tüm bu acıları yaşayan halkların tanımlamaları yaşananların birer soykırım olduğunu göstermektedir.
Tertelê ‘38i / Dersim Soykırımı
Dersim’e yönelik ilk rapor Dersim’e vali olarak atanan Arif Paşa’nın 1841 yılında kaleme aldığı askeri araştırmadır[1]. Sonu gelmeyen bu raporların asıl amacı Dersim’e hükmetme çabasıdır.
“Dersime sefer olur, zafer olmaz” söylemi Osmanlı’nın yüzyıllarca saldırıp da Dersim’e hükmedemediğinin ifadesi olmakla beraber bu durum Cumhuriyetle birlikte değişir.
Cumhuriyet Osmanlı’nın bu insanlık dışı mirasını devralır ve Dersim’i yok etmek amacıyla önce tarihi Dersim coğrafyasının çeperinden başlar. 1921’de Koçgiri, 1925’de Piran, Darhani ile Elazığ’ı vurur. Ardından 1937-38 Soykırımıyla Dersim’i içten kuşatır.
6 Mart 1921’de Sivas, Erzincan ve Elazığ’da sıkıyönetim ilan edilir. 13 Mart 1921’de ise Giresunlu Topal Osman Çetesi’nin yardımıyla Sakallı Nureddin Paşa komutasındaki orduyla Koçgiri’ye saldırılır. 132 köy yakılır, yıkılır; yüzlerce Koçgirili öldürülür, binlercesi de Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürülür.
Hedeflenen ve yok edilmek istenen coğrafya DERSİM[2]
«(…)
Dersim tarihi, dili, inancı, kültürü ve birçok başka renkleriyle farklı bir toplumdur. Bu karakteristik yapısından ötürü; bütün tarih boyunca Türkiye devletince yok edilmesi hedeflenmiştir. Uzun tarihte gerçekleştirdiği katliamlar ve ’37-38 Soykırımı ardışık dalgalarıyla bugüne kadar devam etti. 1993-’94 yıllarında bütün köylerimiz yakıldı/yıkıldı ve dünyanın dört bir yanına sürüldük. Bu saldırı ile Dersim’i boşalttılar ve demografik yapısını neredeyse sıfırladılar.
Yakın tarihlerde “Dersim’i bir koloni olarak ele almalıyız, ona göre strateji kurmalıyız” demişlerdi. Bu bakış açısı ve strateji güncelleştirilerek devam ettiriliyor. Bir koloni gibi ele almalarının sonucunda “soykırım”a çıktılar.
(…)
Türkiye Cumhuriyeti ve Vahabi-Selefi iktidar, bu küçük coğrafyayı neden bu denli tehlikeli gösteriyor?
(…)
Burada onun bağnaz inanç dünyasıyla, ırkçı-şoven ideolojik yapısıyla, tarihi ve tüm maneviyatıyla temelde uyuşmayan bir küçük dünya var, bir Dersim var…»
Ermeni Soykırımı
Osmanlı’nın Ermenilere müdahalesi 1890 yılında II. Abdülhamid tarafından kurulan Hamidiye Alayları ile başlar. 25 Şubat 1915 tarihinde ise Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından “güvenlik ve önlemleri artırmak” amacıyla hazırlanarak Osmanlı kuvvetlerinde görev yapan tüm Ermenilerin görevlerinden uzaklaştırılması ve terhis edilmeleri emrini veren 8682 sayılı kanun ile devam eder. 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni devrimci örgütlerinin kapatılması ve örgütün ileri gelen üyelerinin tutuklanması, akabinde uygulanan Etnik temizlik ve zorla göç ettirme ile 1,5 milyon civarında Ermeni öldürülür.
Asur-Süryani-Keldani Soykırımı
Türkiye ve Kuzey Irak-İran-Suriye Asur-Süryani-Keldanileri Asurlular, Aramiler olarak da bilinir. Katolik olan bu halka Papa tarafından “Keldaniler” adı verilmiştir.
Yaşadıkları bölgenin en güçlü Hristiyan elementi olan Keldani ve Süryanilerin tarihi zulüm, katliam, aşağılanma ve unutulma hikayeleriyle dolu. 1915 yılında Osmanlı topraklarında yaşayan Asurilerin %80-85’i katledilmiştir…[3]
1914-1920 yılları arasında Kuzey Mezopotamya ve kısmen Güneydoğu Anadolu’daki Asuri nüfusu Osmanlı birlikleri tarafından zorla göç ettirildi ve öldürüldüler.[4]
Süryanice “Seyfo”, “Saypa” (Kılıç) denen Asuri Soykırımı’nda hayatını yitirenlerin sayısı 270 bin civarındadır.
Pontus Soykırımı
Pontos Rum Soykırımı diğer ulusların yaşadığı soykırımının ötesinde daha da uzun bir sürece yayılmıştır. Hem Osmanlı hem İttihat ve Terakki hem de Mustafa Kemal’in dönemini de kapsayan bir süreçte yaşanmıştır. Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak tüm Pontos Rumları’nı imha emrini vermesinden önce 153 bin kişi katledilmiş, cumhuriyetin kuruluş sürecinde ise 200 bin kişi katledilmiştir.
(…)
Pontos ve Küçük Asya Rumlarına yönelik soykırımının az biliniyor olmasının temel sebebi, soykırımın bu evresinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuyla ilgisindendir. Türkiye Cumhuriyeti, İttihat ve Terakki’nin bıraktığı mirası devralan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmalarıyla başlayan yeni süreçte geride kalmış tek Hristiyan topluluk olan Pontoslu Rumlar ve Küçük Asya Rumları’nı da imha ederek kurulmuştur.
Sadece imha da yetmemiş, 1923 yılında Türkiye ve Yunanistan devletleri arasında yapılan Mübadele Anlaşması ile 200 bine yakını Pontoslu Rum olmak üzere, 1 milyon 250 bin Rum sürgün edilmiştir.[5]
Êzidi Soykırımı
Êzidiler, Irak Kürdistanı’nda Saddam iktidarı döneminde yaşama geçirilen Enfal operasyonlarına kadar, çoğu Osmanlı İmparatorluğu döneminde olmak üzere 73 kez katliama uğradı. Ezidiler, Saddam Hüseyin’in ‘Enfal‘ adı verilen Kürtlere dönük katliamları döneminde ise iki kez öznel olarak katledildi; bir diğer büyük katliam ise 2011 yılında Şengal’de 500’e yakın Êzidi’nin öldürüldüğü bombalı saldırı eylemi oldu. Ağustos 2014’te IŞİD’in Şengal’i işgal etmesiyse, Êzidi tarihinde yaşanan 77’inci katliam.
Êzidiler Araplar, Farslar, Türkler, Hıristiyanlar ve hatta Müslüman Kürtlerin katliamlarına uğradılar. Laleş, onlarca kez Êzidilerin başına yıkıldı; kadınları, kızları hem pazarlarda esir olarak satıldı, katledenlerin cariyeleri oldular.[6]
Hangi etnik, inanç veya siyasi gruba uygulanırsa uygulansın soykırım bir insanlık suçudur. Başta soykırımlara ve katliamlara uğramış tüm toplumlar olmak üzere yaşanan acıları birlikte hissetmek, tutulmamış yasları birlikte tutmak, ortak bir gelecek için ortak bir bellek oluşturmak zorunlu bir görevdir…
Soykırımcı zihniyetle hesaplaşmak ve yaşanan travmalarla yüzleşmek toplumların eşit haklarla bir arada yaşamasının teminatıdır…
Soykırıma ve katliamlara uğramış halkların acılarını unutmuyoruz!
Tutulmamış yaslarını tutuyoruz!
Anılarına saygıyla…
18.04.2019
Dersim Kongresi Meclisi – Yürütme Kurulu
[1] Faik Bulut, Dersim Raporları, Yön Yayıncılık, 1991.
[2] 12.08.2017, DM-Avrupa
[3] Buğra Poyraz, http://www.mirasdergi.com/keldaniler/
[4] https://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCryani_Katliam%C4%B1#cite_note-Anahit-2
[5] Tamer Çilingir, http://siyasihaber4.org/katledilen-350-bin-pontos-rumundan-haberdar-misiniz
[6] Fehmi Işık, http://www.diken.com.tr/9-sorudaezidiler-kimdir-ve-ne-yasadilar/
8 Nisan 2018 tarihinde Mala Gelê Kurd Mannheim’ın düzenlediği, DİDİF ve bizim de Dêsım Gemeinde Bonê Ma Rhein-Neckar e.V. olarak desteklediğimiz “Türkiye ve Kürdistandaki Son Gelişmeler ve Dersim Katliamı’nın 80. Yıldönümü” (81. yıldönümü olmalıydı) konulu konferans Mannheim’da yapıldı.
Konuşmacı sosyolog ve yazar sayın İsmail Beşikçi idi.
Moderatörlüğünü Diyarbakır’dan Ahmet Kani’nin yaptığı konferansın ilk konuşmacısı Beşikçi Vakfı’ndan yazar Cemal Temel,
“Beşikçi Hoca’mızın Kürtlerle nasıl tanıştığı, onlar üzerine bugüne kadar neler yaptığı hakkında bir konuşma yapacağım. Hocamız Ankara Siyasal Bilgiler Üniversitesini bitirmek üzereyken Keban ilçesine stajerliğini yapmaya geliyor. Orda kaymakamın köylülerle tercüman aracılığıyla görüştüğünü gözlemliyor ve soruyor, madem ki bunlar da Türktür niye görüşmelerde tercüman gerekiyor? Aldığı bilinen uyduruk cevaplarla ikna olmuyor ve bu işin peşini bırakmıyor. Bu olaydan hareketle bilimsel çalışmalara giriyor. (…)”, dedi.
Sayın Beşikçi ise özet olarak şu belirlemelerde bulundu:
“Ermeni ve Süryani kırımlarından sonra hal edilmesi gereken iki sorun vardı, Kürt sorunu, Alevi sorunu. (…) Cumhuriyet, 1923’de Kürtlerin yokluğu üzerine kuruldu. Sadece Kürtlerin değil, Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin, Süryanilerin ve nihayetinde Alevilerin yokluğu üzerine kurulmuştur. (…)”
Karşılaştırmalı olarak Alevilik ile Müslümanlığı işlerken “Kürtler Türklüğe, Aleviler ise Müslümanlığa asimile edileceklerdi”, dedi.
Alevilikteki insan, doğa tanrı üçlemesi, semah ve cem üzerine fikirlerini belirti. Kadın-erkek eşitliğine değindi ve Aleviliğin Müslümanlıktan ve Zerdüştlükten daha eski ve köklü bir inanç olduğunu belirtti.
Dersim 38’in bir isyan değil, soykırım olduğunu vurguladı.
Konferansın soru-cevap bölümünde kısmi açıklamalarla birlikte sayın İsmail Beşikçi’ye bir kaç soru yönelttim:
Sayın Beşikçi, sizin tane tane, vurgulu konuşmanızdan büyük bir keyif aldım. Verdiğiniz örnekler çok isabetliydi. Alevilik Zerdüştlük’tür söyleminden Alevilik Müslümanlık’tan ve de Zerdüştlük’ten daha eski ve köklü bir inançtıra; Dersim ’38 isyandırdan Dersim ’38 bir soykırımdıra gelmiş olmanız taktire değerdir. Bunlar güzel gelişmeler.
Sayın Beşikçi siz emektar bir sosyologsunuz. Dersimlilerin de sizden beklentileri var. Fakat hala çok dilli ve orjinli tarihi Dersim coğrafyasını özerk görmeme gibi bir tutum sergilemektesiniz. Dersimlileri bir bütün olarak Kürt görmektesiniz. Oysa Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu’nun yürüttüğü Dersim Sözlü Tarih Projesi ekseninde, Dersim’in kamilleriyle, tertele tanıklarıyla 400’e yakın reportaj yapılmış bulunmakta. Onlar kendilerini farklı görüp adlandırıyorlar. Kendilerine Kırmanc diyor ve kendilerini Kürt görmüyorlar.
Dersimliler kendilerini adlandırma hakkına sahip olamazlar mı?
Sözlü aktarımların sizce hiç bir değeri yok mu?
Veya Dersimlileri bir bütün olarak Kürt görmenizin bilimsel açılımı nedir?
Yönelttiğim bu soruya cevaben sayın İsmail Beşikçi, “Benim Zazaca ile ilgili bilgilerim bu konuda çalışan arkadaşlarımın bilgileridir. Munzur Çem gibi, Malmisanıj gibi, Roşan Lezgin gibi, yani Zazaki üzerine çalışan arkadaşlarımın bilgileridir. Ben o bilgileri tekrarlayabilirim. Onlar Zazaki’nin Kürtçe olduğunu, Kürtçe’nin bir lehçesi olduğunu söylüyorlar.”
Sorumun doğru anlaşılmadığı, saddece soruyu tekrar yöneltmem gerektiği belirtilince, soruyu tekrarladım. Ben Dersimlileri bir bütün olarak Kürt görmesinin bilimsel izahını beklerken, Hoca tekrar dil mi, şive mi, “arkadaşlarım güvenilir kişiler, söz sahibi kişiler ve böyle söylüyorlar” gibi bir cevap verdi…
İkinci sorum ise şuydu:
Sayın Beşikçi, kendi yaşantınız, özellikle staj dönemindeki tecrübeniz, yani Kürtler ve Türklerin birbirlerini anlamaması, tercüman kullanmaları sizin açınızdan belirleyici olmuş. Zazaca konuşanlarla Kürtçe (Khurmanci) konuşanların bin yıllarca yanyana yaşıyor olmalarına rağmen birbirlerini anlamamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorum cevapsız kaldı…
UNESCO dahi Zazaca’nın yok olmakla karşıkarşıya olduğunu saptarken, bizim lehçecilerin çalışması hep bize karşı gelişti. Yani bizi engellemek için ne kadar gerekiyorsa o kadar çalışma prensibi ile yola koyuldular.
İster kendi başına bir dil veya lehçe olsun, “bu dil veya lehçenin yaşatılması için ne yapılıyor?” sorusu sorulduğunda, soruya cevaben ortaya çıkan tablo içler acısı.
Bakın,
- Kürtçe yayın yapan televizyon kanalları sayısı 91. 11’i devlet tarafından kapatılmış olduğundan şu an 80 kanal var.[i] Sadece Zazaca yayın yapan televizyon kanalı var mı? Yok. Arada bir bir veya iki saat yayın yapan televizyon sayısı ise 3-5’i geçmez. Bunu ne tür bir kardeşliğe saymalı?
- Kürtlerden Zazaca bilenlerin veya öğrenenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Fakat Zazaca konuşup da Kürtçe bilenlerin sayısı oldukça fazladır.
- Kürdistan’da çoğunluk Khurmanci konuşuyor, siz de öğrenin sorun çözülsün diyen Dersimli bir Kürtçümüzün fikri bir dönem Avrupa’da kurulmaya çalışılan Sürgünde Kürt Parlementosu’nda, bir ulusun bir dili olur kararına dönüşebilmişti.
- Hangi parti kendi tüzüğünde Kırmanc/Zazalara veya Kırmancki/Zazaca’ya yer vermiştir? Var mı bildiğiniz böyle bir parti tüzüğü?
Sayın Beşikçi dil bilimci değil, Kırmancki/Zazaca’yı konuşamıyor, bu dil üzerine herhangi bir araştırması da yok. Fakat bilimsel çalışmaları baz alacağına “söz sahibi kişiler” diye adlandırdığı yukarıda adı geçen arkadaşlarını baz alarak “Zazaca Kürtçe`nin lehçesidir” diyor. Kendisinden ricamız bilimsel davranmasıdır.
Oysa dilbilimci Oskar Mann ve Karl Hadank, Terry Lynn Todd, C. M. Jacobson ve M. Sandanato, Almanya Hamburg Üniversitesi´nden İranolog Prof. Dr. Ludwig Paul, Frankfurt Göthe Üniversitesinden dilbilimci ve kafkasolog Prof. Dr. Gippert gibi bu işin uzmanları Zaza dili ve grameri üzerine ayrıntılı çalışmalar yapmışlar ve Kırmancki/Zazaca’nin Kürtçe’nin bir lehçesi olmayıp, kendi başına müstakil bir dil olduğunu savunuyorlar.
Hatta Dr. Ludwig Paul, davet ettiğimiz “Veyvê Kutavu” şenliklerinden birinde, mizahi bir tarzla “Zazaca’nın Kürtçe’nin bir lehçesi olduğunu söyleyenler var. Bakın elimdeki kıtabım Zazaca üzerine bilimsel bir çalışma. Dilbilimsel çalışmalarım Zazaca’nın ayrı bir dil olduğunu ortaya koyuyor. Fakat buna rağmen lehçecilik yapanlar var. Bu kitabım bilimsel çalışmaları muteber almayanların kafasına indirilecek kalınlıkta olduğu için ikili bir işlevi de var”, demişti.
Paris Üniversitesi Doğu Dilleri ve Uygarlıkları Ulusal Enstitüsü akademisyenlerinden dil bilimci Prof. Dr. Joyce BLAU, Seyidxan Kurıj’ın “Gorani ve Kirdki (Zazaki) hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz? Bu iki diyalekt arasında ne gibi ortaklık ve farklılıklar mevcuttur?” sorusuna şu cevabı vermiştir:
“Gorani ve Zazaca‘nın aynı kökenden geldiklerini biliyoruz. Muhtemelen bu diller Kürtçe‘den önce bu bölgede konuşuyordular. Bu bölge bir çok İran ve Türk saldırısına uğradı. İran‘lılar bu bölgeye dalga dalga geldiler. Muhtemelen Gorani ve Zazaca‘nın mazisi Kürtçe‘ninkinden daha eskidir. Kürtler; Zazaların ve Goranların çoğunu asimile ettiler fakat hepsini edemediler.
Bugün Gorani‘nin fazlasıyla Sorani‘nin etkisinde olduğunu biliyoruz ve Goranların çoğu Sorani konuşuyor. Gorani İran‘ın Güney kesiminde, Kermanşah‘ın Kuzeyinde konuşuluyor. Zazalar göç ettirildiler ve şimdi Anadolu’nun ortasında bir üçgende yaşıyorlar.”
Bu işin kökeninde veteriner ve subay olan Nuri Dersimi gibilerinin asılsız beyanatları vardır. “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı eserinde Seyd Rıza’nın idama giderken “Yazıktır, günahtır, zulümdür, beni suçsuz yere idam ediyorsunuz, Kürdistan şehitlerine katılıyorum, yaşasın hür ve müstakil Kürdistan, dedi” gibi tahrifatları vardır.
Oysa Hoca’nın da konuşmasında belirttiği gibi İdamlara tanıklık eden Çağlayangildir. Nuri Dersimi, Dersim illerigelenlerinin idamına tanıklık etmemiştir. İdamlara tanıklık eden Çağlayangil ise şöyle demektedir: “Son sözünü sorduk, ‘kırk liram ve saatim var, oğluma verirsiniz’ dedi. Oğlunun asılacağını bilmiyordu. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. ‘Evladı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdur. Cinayettir’ dedi.”
İsmail Beşikçi Hoca, “1993’de bağımsız Eritre mücadelesini veren Eritreli gerillalar İstanbul’a gelirler. Bir arkadaşımızla reportaj yapıp sohbet ediyorlar. Arkadaşımız halkların kardeşliğinden söz ediyor. Eritreli gerillalar bu kavrama şiddetle karşı çıkıyorlar. ‘Halkların kardeşliği safsatadır; bize dayatmacadır, bizi aldatmacadır. Biz bunu kabul etmiyoruz. Biz haklarımızı istiyoruz’, derler. Ben de bu kavramı kullanmıyorum. Halkların kardeşliğinden ziyade Kürtlerin kendi kardeşliklerini pekiştirmesi gerekiyor. (…) Kürtler, düşmanı ile din kardeşi olabilirken, kendi kardeşi ile barışık olmuyor, düşman oluyor”, dedi.
Doğru ve yerinde bir belirleme. Kürtler, Kırmanc-Zazalar veya Kırmancki-Zazaca’nın inkarı üzerine çalışacaklarına “emperyalist devletler Anadolu’yu işgal edince, Kürtler ve Türkler yedi düvele karşı omuz omuza tüm cephelerde beraber çarpışarak Anadolu’yu düşman işgalinden kurtarıp Türklerin ve Kürtlerin beraber yaşayacağı ortak vatanın temelini attılar” söylemi üzerinde yoğunlaşıp attıkları temelin neye mal olduğu realitesini görsünler. O zaman çok orjinli, çok dilli, hatta çok inançlı Dersim’e Müslüman din kerdeşliğinin ne zararlar verdiğini ve de Dersim’in neden farklı olduğunu anlayabilirler.
İsmail Beşikçi saygın ve muteber alınan bir sosyolog. Uzmanı olmadığı konularda görüş belirttiğinde dahi insanlar ona inanırlar. Bu da bilimselliğe vurulabilecek en ağır darbe olur. Örneğin, bu konferansta Dersim Raa Heq İnancı’nın Zerdüştlük’ten daha eski bir inanç olduğunu belirtti. Açıklamaları doğru, fakat kendileri 20-30 yıl boyunca Raa Heq İnancı Zerdüştlük’tür propağandası yaptılar. Onların bu propağanda eksenli çalışmaları telafisi güç, Aleviliğe çokca zarar verdi.
Ayrıca İsmail Hoca, “Bengallilerin din kardeşliği ekseninde verdikleri mücadele Bengali özgürlüğe götürdü”, belirlemesinde bulundu. Raa Heq İnancı Dersim’in mayasıdır dediğimizde gösterilen tepkilere atf olunur.
Ama İsmail Hoca’nın hakkını yememek lazım. Konferansın sonlarına doğru, “son zamanlarda farkına vardığım aslında çok şey bilmediğimiz oldu”, söylemiydi.
20.05.2018
[i] https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCrt%C3%A7e_televizyon_kanallar%C4%B1_listesi