Bir süreden beri Dersim Meclisi oluşumu ve oluşumun meşruyeti üzerine tartışılıyor.
Tartışmalarda öne çıkan temel vurgu kimilerine göre böylesi bir oluşumun Dersim’in
“… geleceğin(in) felaketinin yeni adı” olacağı ve dahası henüz bir oluşum aşamasında bulunan bir girişime “Dersim Kongresi, Şiddetin Felsefesini yapmaktadır!” tespiti iyi niyetle yapılmış bir eleştiri olsa bile Dersimli kurum ve bireyler arasındaki diyaloğu başından bitirerek, birlikte çalışmanın önünü tıkamaktadır. Bu durumda getirilen diğer eleştiriler haklı da olsa, eleştiri sahibini haksız bir zemine iterek, yapılan eleştiri ve önerileri anlamsızlaştırmaktadır.
Dersim Meclisi girişimini başlatan arkadaşlar ise son bir kaç yıldan beri „Dersim Meclisi“ adı altında oluşturmaya çalıştıkları ve bu yılın sonunda yapmayı düşündükleri Dersim Kongresi’ni, bu oluşumun Dersim’in kültürel, siyasal ve ekonomik yok oluşuna karşı bir ihtiyaçtan doğduğunu ve kurumsal bir örgütlenmenin geç kalınmış bir girişim olduğuna dikkat çekmektedirler.
Tartışmalarda bir çok konu ele alınmasına rağmen esas olarak üzerinde durmak istediğim devlet ve iktidarlara karşı mücadelenin meşru olup olmadığı üzerinedir. Elbette mücadele biçimleri ve yöntemleri üzerinde tartışılır ve tartışılmalıdır. Geçmişte ve günümüzde örgütler adına işlenen cinayetler meşru olmadığı gibi bu tür eylemlere karşı en sert bir şekilde kitlesel tepki de gösterilmelidir. Tam da bu noktada Dersim bileşenlerinin birlikte ve birada olmaları gerekiyor. Dersim’i gelecek felaketlerden korumanın yolu, yerelde (Dersim coğrafyası) kitlelerle bütünleşmiş ve diaspora’da (Türkiye ve Avrupa) yaşıyan Dersimlilerin sorunlarını da dikkate alan ortak akıldan geçer.
Her siyasi duruşun kendisine göre haklı yönleri olmakla birlikte yapılan tartışmalar kavramlar üzerine sürdürüldüğünde bizleri yanlış sonuçlara sürüklemekte ve sonuç itibariyle yanlış anlaşmalara ve daha doğrusu Dersim’in kaybolmak üzere olan kültürel kimliğinin ve inancının yaşatılması mücadelesi veren kurum ve bireylerin yıpratılmasına ve itibarsızlaştırılmalarına yol açmaktadır.
Kullandığımız kavramları seçerken onların ne anlama geldiğini ve neyi ifade ettiğine biraz daha özen göstermemiz olaylara daha doğru ve sağlıklı yaklaşmamızı sağlar.
Bu tartışmalarda kullanılan „Meşru“ ve „Meşruyet“ kavramları neyi ifade ediyor?
Meşru kavramının Fransızca anlamı légitimement, Latincesi legittime, Almancası Legitim ve aynı zamanda Türkçe’de de çoğu zaman meşru yerine leğitim olarak kullanılmaktadır.
Meşruyet ise Franzsızca’da légitimation olarak kullanılmaktadır. Bu kavram hemen hemen dünya konuşulan birçok dilde yer edinmiştir. Türkçe’de de leğitimasyon olarak kullanılıyor.
Peki ‚Meşru‘ ve ‚Meşruyet‘ kelimeleri ne anlama geliyor?
Bu iki kelime daha çok hukuki ve siyasal kavramlar olarak kullanılıyor ve özellikle de siyasal ve uluslararası ilişkilerde devletlerin, toplulukların, kurum ve bireylerin hak talepleri ve kullanacakları yetkilerin sınırlarını belirlemekte ve onlara tanınma yetkisi sağlamaktadır.
Politik bilimlerde bir çok devletin oluşumu ve meşruluğu hep tartışılmıştır. Örneğin İsrail Devleti’nin oluşumu meşru mudur? sorusu tartışmalı bir sorudur. 1948 Bileşmiş Milletler üyesi birçok devlet İsrail’i devlet olarak tanıyarak, 1948 yılında çizilen sınırlara batılı devletler tarfından meşruyet kazandırılmıştır. Ama Filistin halkına göre meşru değildir ve Filistin halkından İsrail Devleti’ni meşru görmeleri beklenemez. Bu diktatörlükler ve kimi iktidarlar için de geçerlidir. 1933 sonrası Hitler’in iktidara geliş biçimi meşru olmamakla birlikte Hitler, baskı ve zorbalıkla buna Alman halkının büyük bir kısmının nezdinde meşruyet kazandırmıştır. Hitlere karşı mücadele ise meşruydu. Bu soru bugün Erdoğan’ın oluşturduğu, adım adım meşrulaştırmaya çalıştığı ve devletin totaliter bir biçimde yapılandırılarak kurulan tek adam diktatörlüğü içinde geçerlidir.
„Meşru“ ve „Meşruyet“ hukuki kavramlar olarak devletler hukukunda Napolyon’un Avrupa‘daki hakkimiyeti sonrası 18 Eylül 1814 tarihinde toplanan Viyana Kongresi’nde Avrupa’da sınırların yeniden çizilmesi ve Fransızların 1789 Fransız Devrimi sonrasında 1792 yılından itibaren Avrupa’nın diğer devletlerine karşı sürdürdüğü savaş sonrası gelişen özgürlük ideali ve ulusal devletler oluşumuna hukuki bir tanım getirmek ve Avrupa’da devletler arası sınırların çizilmesi için kullanılmıştır. Viyana Konferansı’nda alınan birbirlerini karşılıklı tanıma anlaşması 9 Haziran 1815’ten itibaren kısmen uygulanmış ve bugünkü sınırların temeli o günden beri (birinci ve ikinci dünya savaşları ve Sovyetler’in dağılması sonrası Doğu Avrupa’da 90’lı yıllarda sınırların yeniden çizilmesi hariç) kısmen de olsa uygulanmıştır.
„Meşru“ ve „Meşruyet“ kavramı tarihsel olarak Osmanlı imparatorluğu ve sonrası Orta Doğu‘da büyük güçler (İngiliz ve Fransızlar) tarafından birinci dünya savaşı sonrası oluşturulan devletler ve çizilen sınırlar için de geçerlidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve çizilen sınırlar bu çoğrafyada yaşıyan etnik ve kültürel kimliklerin varlığı dikkate alınmadan yapılmıştır. Kurulan Türkiye Cumhuriyeti Kürtler için ne kadar meşrudur? Kürtleri bir yana bırakırsak kültürel kimliklerin harmanlaştığı çok kültürlü, çok inançlı ve çok dilli Dersim coğrafyasında yok olmakla karşı karşıya bulunan bizler, bireyler olarak, bizleri yok olmakla karşı karşıya getiren, asimilayonun yetmediği alanlarda şiddet ve güç kullanarak (1937/1938 Dersim Tertelesi) yok etmeyi hedefleyen bir devlet meşru mudur? Değilse buna karşı mücadele de bir o kadar meşrudur. Fakat meşru olan her mücadele şiddeti temel almaz, almamalıdır. Barışçıl ve sivil örgütlenmeler de bir mücadele biçimidir. Pasif bir oturma eylemi, Dünya’ya duyurulan her çığlık bir direniştir. Yok olmamak için girişilen her eylem ve bir ihtiyaç olarak ortaya çıkan her oluşum meşrudur. Önemli olan oluşturulan örgütlenmelerin kitleler tarafından meşru görülmesidir. Meşruyeti sağlamak ise bu oluşumda rol alan birey ve bileşenlerin sorumluluğundadır. Her oluşum sancılı doğar. Sancısız doğumlar sağlıklı da değildir. Bu yönüyle oluşturulan bir Dersim Meclisi ve Kongre çağrısı geçmişte örgütlerin ve bireylerin birbirlerine karşı kullandığı şiddet ve baskı yöntemlerinden uzaklaşarak, barışçıl ama eleştirel yeni bir siyasal hoşgörü kültürünün yaratılmasına bir araç olabilir.
Bunu yaparken elbette aynı zamanda siyasal iktidarlara karşı da Dersim coğrafyasında yapılan barajlarla doğanın yok edilmesine, kültürel ve inançsal asimilasyona ve sürdürülen her türlü savaşa karşı şiddeti temel almayan direniş biçimleri geliştirilir ve geliştirilmelidir.
Sonuç olarak çizilen Türkiye Cumhuriyeti Devlet’i sınırları içinde azınlıklara, etnik ve kültürel kimliklere yaşam hakkı tanımayan bir devlet meşru değildir ve meşruyeti tartışmalıdır.
Bu aynı zamanda örgüt, kurumlar ve bireyler içinde geçerli bir kuraldır. Bugün kendisinden başka hiç bir düşünceyi dikkate almayan, kendisi dışında her oluşuma ve bireye yaşam hakkı tanımıyan kurum ve hareketler de meşru değildir.
„Daha çok Demokrasi için” direnmek bir haktır. (Willy Brandt) Almanya Sosyal Demokrat Partisinin (SPD) 1945 yıllarından sonraki döneminin en önemli siyasi kişiliklerinden biri olan Willy Brandt’ın yukardaki sözleri demokrasi isteyen ve demokrasiyle yönetilmek isteyen tüm toplumlar için bir yol göstergesidir. Willy Brandt’ın savaş sonrası Almanya’sının demokratik kurumlarının inşaası ve demokrasi kültürünün geliştirilerek desteklemesi için 1969 yılında Federal Almanya Cumhuriyeti’nin ilk sosyal demokrat Başbakanı olarak parlamentoda Alman halkına yaptığı bu çağrı bugünkü Türkiye toplumu ve bizler için daha da anlamlıdır.
Buğün gelinen bu süreçte sınırları değiştirmek ve yeniden çizmek hedeflerimiz arasında olmadığına göre, yaşadığımız coğrafya’da kültürel kimliğimizi dikkate alan, bizlere özgür demokratik anayasal bir toplumda eşit şartlarda yaşam hakkı tanıyan örgütlenmelerden uzak durmamakla birlikte, kendimize özgü kurumları yaratmak zorundayız.
Mart 2018
Herhangi bir süreci doğru anlamak, onun bütün yanlarını takip etmekle olanaklıdır. Böyle bir yöntem bize doğru eleştiri ve çıkarsama, öneri sunma olanağı sunar. Amaç, bir sürece, düşün biçimine katkı sunmak ve onu doğru yönlere kanalize etmek ise eğer, öncelikle muhatap kişi ve grupların tam olarak ne düşündüğünü bilme zorunluluğu vardır. Her somut organizasyonun ve düşüncenin bir evrimleşme süreci vardır aynı zamanda. Bunu gözden ırak tutamayız. Hakkaniyet, toplumsal örgütlemelerde son derece önemlidir. Kalemi kırmak, geri dönüşü olmayan tutumlar takınmak, kamil insanın işi olamaz.
Dersim Meclisi Girişimi iki yıldır çalışıyor. Kongreyi toplama tarihine hesaplarsak üç yıllıkk bir süreç eder bu. Bu çabaya dahil olan herkesin ortak derdi, en geniş temsiliyeti sağlamak oldu öteden beri. Bunun nasıl sağlanabilineceği hemen hemen her toplantının değişmez gündem maddesi oldu. Önaçıcı her görüş ve öneri sahiplenilmiştir. Somut donelere dayanmıyan, önyargılı, ötekileştirici, ayrıştırıcı, bu anlamda birleştirici değil yıkıcı eleştirilere doğal olarak değer verilmemiştir, bu tür eleştiri sahipleri ile polemik yapılmaktandan kaçınılmıştır. Bu, söylenecek sözümüz olmadığından değil, minder dışına çekilmeye karşı doğru bir duruştur. Polemikler üzerinden kendimizi ifade etmemek, düşüncelerimiz üzerinden kendimizi anlatmak doğru olan tutumdu, böylece de devam edilmelidir. Bu meyanda açıktır ki, sosyal medya üzerinden yapılan itibarsızlaştırmanın, sahiplerine de, Dersim toplumuna da bir getirisi yoktur. Biz, herhalükarda, bunu yapan arkadaslarimızın da yanlışlarının ayırdına vararak bir şekilde sürece dahil olup, katılım sağlayacakları beklentisi içinde olduk. Lafı çok uzatmadan toparlayacak olursam, söyleyeceğim şudur:
Bireylerin kendi özgün düşünceleri üzerinden, bütün toplumun var ya da yokoluş sorunu ile doğrudan ilintili olan bir paradigmayı itibarsızlaştırma çabası, kötü niyet değilse eğer, akıl tutulmasıdır. Dersim Meclisi ya da Dersim Kongresi çalışması içinde olan her Dersimli bireyin kendince bir siyasal gecmişi, geldiği „gelenek“ vardır. Bu realitemizden dolayı kimsenin kimseyi Fizan‘a sürme hakkı yoktur. Dersim‘in dertlerine derman arayacak olanlar da sonuçta yine Dersimliler olacaktır. Şüphesiz ki, her bireyin kendince yanlış bulduğu siyasi düşünce ve eğilimleri eleştirme hakkı vardır. Ancak bu hak kindar bir şekilde kullanılmamalıdır.
Dersim Kongresi, sınıf çelişkileri üzerine oturan bir örgütlenme değildir. Bilinen anlamıyla ulusal bir örgütlenme de değildir. Bu anlamda, birtakım semboller üzerinden kendini ifade etme yolunu seç-memiştir. Bu meyanda, „Dersim Kongresi felakete çağrıdır“ kurgusu üzerine bina edilmeye çalışılan fikrin ne hakkaniyet ile ilgisi var, ne de somut verilere dayanıyor. „FELAKET“ kurgusu üzerine şekillenen bu fikrin sahipleri, önce empati kurmayı, dinlemeyi ve anlamayı denemelidirler derim. Bu yetiyi edinemeyenlerin söyledikleri, ya da söylemeye çalıştıkları doğrular, kalem kırdıkları hüküm kararlarının gölgesinde yok olur. Haklı olarak „öfke baldan tatlıdır“ sözüne sürekli vurgu yapan dost-larımız, öfkelerine yenik düşüyor ne yazikki. Bu, üzücü bir durumdur.
Dersim‘in özgünlüğünü, farklılığını baz alan, bunun neden ve niçinlerini bütün yanları ile ifade etmeye çalışan bir çabadır söz konusu olan. Ve bu çabanın çeyrek asırlık bir evveliyatı vardır. Bu çabaya omuz veren yüzlerce insanın emeği üzerinde şekilleniyor sonuçta her şey. Bütün bu çabalar kiymetlidir. Biri diğerini tamamlamıştır, tamamlayacaktır. Bunu, en iyi nehir metaforu ile açıklayabiliriz. Maharet, bilgelik nehiri görmek değildir. Nehiri oluşturan küçük dereleri, çeşmeleri, yağmuru, seli hatta çiy tanelerini görebilmektir. Her biri ötekine hayat kazandırır. Ancak ne yazık ki, hayatı kendi ile başlatıp, kendi ile bitiren hastalıklı bakış açıları bu basit gerçeği içselleştiremiyor, bunu bir davranış ve düşünüş normuna dönüştüremiyor. Yol ayrımlarındaki kimi ayrı düşüşler, bu bakış açısını karartmamalı oysa. Hayat, bize o yol ayrımlarınn başka momentlerde yeni buluşmalara, kesişmelere dönüştüğünü çokca göstermiştir halbuki.
Tekrarların bıktırıcı olduğunu biliyorum. Ama görünen o ki, bazen bunu yapmak bir zorunluluk oluyor. Yaklaşık bir milyon Dersimli dünya ve Türkiye diyasporasında yaşıyor. Rakamlar neredeyse yarı yarıya, yarımşar milyon yani. Bu durumun yolaçtığı, henüz tam görünür olmayan, ama zaman içinde iyice görünür hale gelecek yığınca toplumsal proplem ile yüzyüze kalacaktır Dersim insanı. Biz bunlar üzerine kafa yormuyoruz. Sorunun vahametinin anlaşılması için burada bir parentez açarak bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Göçmen işçi ve özgün örgütlenmesi tartışmalarını hatırlayın. Her şey bir yana, tek başına bu durum bile diyasporada Dersimlilerin kendi sorunlarına yüzünü çevirmelerini gerektimiyor mu?
İç Dersim’de, yani Mameki’yede, en iyimser rakama göre sayısı 40 bin olan, kasabalara hapsedilmiş bir nüfus gerçekliğinden bahsediyoruz. Bahsediyoruz da, buna karşın ne öneriyoruz? Dersim Kongresi fikrine karşı olanların elle tutulur bir önerileri var mı? Olguları alt alta sıralamakla yetinmek, hangi derde devadır? Herkesin gördüğü ve her fırsatta dillendirdiği şiddet sarmalını dile peleseng etmekle yetinmek neyi çözecek? Dersim Meclisi, çok net bir şekilde şiddet sarmalının son bulması gerektiğıni ikirciksiz bir tarzda defalarca ifade etmiştir. Tüm Dersimli bireylerin kendileri ile yüzleşmesi gerektiği son derece açıktır. Bu bir vicdan muhasebesidir. Bu muhasebenin tam olarak yapilabilirliği de bir aydınlanma süreci ile doğrudan ilintilidir. Şöyle bir derdimiz var. Bununla ilgilenmek önceliğimiz değil midir? Parçalanan toplumsal birliği tarihsel ve kültürürel değerlerimizde varolan normlar üzerinde yeniden inşaa etmek. Öyle ise, buna denk düşen yol ve yöntemler geliştirmek zarrureti yok mu? Peki bu nasıl olacak? Bunu, farklılıklarımızı birbirimize tahammül ederek tartışma kültürü edinerek, hep acaba sorusunu sorarak, kapıyı kapamadan yapmak dışında bir yol var mı? Yok. Vallahi, kuru ajitasyon, tumturaklı “ben” ile kurulup “ben” ile biten cümlelerle bunu kimse başaramaz. Sırf kendine demokrat olmakla hele hiç olamaz. Zehir akan kalemler, egolarını tatmin eder belki, ama birleştirici, yapıcı, tolumsal dokuyu onarıcı rol oynayamazlar. Kerameti kendinden menkul davranış normlarından kaçınmak Dersim’e yaplacak en iyi hayırdır. Dersim’in bir tek canı dahi kaybetmeye tahammülü yoktur. Buna odaklanmak durumundayız. O topraklarda her tür düşünce biçiminin özgürce, hiç bir mahalle baskısı hissetmeden kendini ifade etmesinin iklimini yaratma gibi ağır bir sorumluluk altındayız. Dersim Meclisi ve Dersim Kongresi bu ihtiyacın bir tezahürüdür aynı zamanda. Başarılı olmasının kolay olmadığı açıktır, ancak başkaca da seçenek yoktur.
Dersim’de İstihdam Nasıl Gerçekleşir?
Kimi çevreler sırf Dersim Kongresi‘ne karşı olma adına aklın sınırlarını zorluyor. Dersim Meclisi‘nin mutakabat metinlerinde ifade edilmeyen kurgu ve düşünceler ona malediliyor önce, sonra da bunun üzerinden eleştiri bina ediliyor. Her şeyden önce etik bir tutum değil bu. „Bence şöyle olmalı“ diye başlayan cümleler kurarak fikir ifade etseler sorun yok. Yanlış önermeler olsa bile ağırlığı olur ve çıkarsama yapma olanağı sunar okuyucuya. Örneğin, Tunceli Barosu Başkanı Barış Yıldırım, çok nazikce, ön görülen maden çıkarma metodlarının çevreye nasıl zarar vereceğine dair konu uzmanlarının raporları ve görüşleri olduğunu hatırlatıyordu haklı olarak. Dersim Kongresi Sözleşme Taslağı’nda da buna ilişkin kısa atıflar var. Şimdi, yağma ve talan ekonomisinin tüm ülkeyi ne hale soktuğuna gözümüzü kapayarak, olan biteni yok sayarak, vehme kapılarak yürütülen eleştirinin kıymeti var mı? HES projelerinin yolaçtığı yıkımı sağır sultan bile duydu. Barajların yapımını iptal eden mahkeme kararlarına rağmen bunda ısrar nedir? Barajların yapılmasındaki ısrar, bölgeyi insansızlaştırma politikasının bir versiyonu degil de nedir? “Sol da baraj yapımına karşı duruyor” diye mi bu kadar alerji? Sahi nereye koşuyoruz? Bu cümleleri içim acıyarak kuruyorum. İtham olarak anlaşılmamalı ama, bu savrulmayı da izah etmek gerekiyor. Merkeze bağlı Sanu (Sinan) köyünde, mevcut yasalara aykırı bir şekilde, tas ocağı açılmak isteniyor. Mevcut yasalar, böyle bir işletme için yerleşim alanından en az 25 km uzaklık şartı öngörüyor. Orada yaşayan insanların, yerleşim alanlarının yanıbaşında yasadışı olarak gerçekleştirilmek istenen bu işe karşı çıkışlarını, hak arayışlarını istihdama karşı olmak olarak mı anlamalıyız? Toprağı, havayı, suyu kirleten yatırım biçimlerine karşı olmak ne zamandan beri istihdama karşı olmak oldu, bilen var mı? Bu söylem bana yabancı değil ama, nereden yabancı olamdığını söylemiyeyim en iyisi. İstihdam mı istiyorsunuz? Tonlarca yolu var bunun. Organik tarım, hayvancılık, pilger (inanç) turizmi, profesyonel su sporları tesisleri, dağcılık tesisleri, dinlenme merkezleri, kayak turizmi, tarihsel mekanların değerlendirilmesi, sebze ve meyve üretimi, arıcılık, et ve süt ürünleri konbinaları, tekstil atölyeleri vb. gibi. Ancak, sonuçta sermaye yatırımıdır bunlar ve güvenli siyasal ortam arayışı ile doğrudan ilintilidir. Bu siyasal iklimin yaratılmasında Dersimliler olarak nasıl davranmalıyı elbetteki konuşmalıyız. Bana göre, Dersim Kongresi aynı zamanda bu kanalları açan bir işlev de üstlenebilir. Bu elbette kolay olmayacaktır. Felaket senoryaları üreterek, vur abalıya tavrı ile olmaz bu işler. Utangaç baraj savunuculuğunu, renksiz şekilsiz liberalizmi her şeyin yerine ikame ederek hele hiç olmaz. Toplumsal sivil bir örgütlenme çabasını, aşağıdan, doğrudan katılımı esas alan, her türlü manipülasyonun örtük bir şiddeti içerdiğinin ayırdında olan, gün görmüş, bu anlamda söylediği her cümleyi defalarca düşünen insanları, vicdana sığmayan, yaralayıcı bir tarzla itham eden subjektiv bir yöntemle olmaz. Soyut tartışmalar bize yol aldırmaz. Kendimizi dışarıya anlatmada zorlanmıyoruz. Biribirimize anlatmada zorlanıyoruz. Bunun nedenlerini sorgulama ihtiyacı duymalıyız. Ortak bilinç ve bellek oluşuyor bir çok konuda. Konuyu dağıtmamak adına sıralamıyorum bunları ama, kimi dostlarımız Amerika’yı yeniden keşfetme edasında. Sanıyorlarki, kendileri dışında bunları kimse bilmiyor. Ve bunları büyük bir gururla gözümüze sokmanın dayanılmaz hafifliği modundalar. Ne diyeyim, travma toplumuyuz. Artık bu kadarını da hoş görüyoruz ama, müsadenizle bir serzeniş hakkımız da olsun. Yapmayın, günahtır diyelim bari.
Ak saçlı bir kardeşimiz de her zamanki gibi racon kesiyor ve devamla Dersim Meclisini mağdurlar kursun önerisi getiriyor. KARGADAN BAŞKA KUŞ TANIMIYORUM havasında. Şunu diyor: Geçmişte sol gelenekte yer almış olanlar olmasın! Bilmiyen de sanirki, arkadaşımız ebediyen başka galakside yaşamış. O, hep doğru, hiç yanlış yapmamış sütten cıkmış ak kaşık. Peki, arkadaşımızın bahsettiği Dersim’de ki şidettin mağdurları neden Dersim Kongresi’nde yer almasın? Buna engel olan bir tutum ve anlayış mı var? Yok. Ama birileri, parçlanmış Dersim birliğini kaşıyarak istikbal arıyor. Mesela Hakis’li bir Dersimlinin Meclis toplantılarına katılarak, maruz kaldığı zoru dillendirdiğini bilmiyor arkadaşlarımız. Toplantıya katılan diğer insanların konuşma hakkından feragat ederek bu insanımızı can kulağı ile dinlediğini de bilmez bu arkadaşlar. Çünkü, onlar önyargılarını kusmaktan başka bir iş yapmıyorlar. Yine, Dersim’de şiddete ve zora maruz kalan ve mağdur olanların tespiti için bir alan calışmasının gerkliliğinin defalarca dile getirildiğini de bilmezler, ya da bilmemezlikten gelir bu arkadaşlarımız. Yaşama hakkının kutsallığına yapılan vurguların da önemi yoktur bu arkadaşlarımız için. Ne yapalım peki? Kalemimizi kılıç keskinliğinde bileyip, kamplaştırıcı cepheler mi açalım? “Milis torunları” gibi ucube genellemeler mi yapalım? Beğenmediğimiz insanları, aşiret mensubiyetinden yola kalkarak sizin gibi linçe mi tabi tutalım?
Hayır, sizin gibi yapmayacağız. Bedel edebiyatı da yapmayacağız. Dernek koltuklarına yapışıp kalmayı varlık yokluk meselesi yapma geleneğini de kıracağız. Üzerine oturulan o vazgeçilmez meret koltuklar altından da olsa sonucta oraya kıçımız ile oturuyoruz. Kimse kimseden üstün değildir. Aslolan söz ve davranış bütünlüğüdür, gerisi teferuattır. Farklılıklar, aykırılıklar zenginliğimizdir. Niyet okuma gibi bir tutumumuz olmadı, olmayacaktır da. Gölgesi ile kavga edenler devam etsinler. Bütün fikirlere önerilere değer verdiğimiz ortadır. Aleni bir faaliyet yürütüyoruz. İnsanlarımızın kapısına kadar gidiyoruz, düşünceleri toplayıp harmanlama çabası içindeyiz. Yayın ilkelerimizi aşmayan her türlü yazıyı yayınlıyoruz, bu yazılara dip notlar düşmeyi bile zul sayıyoruz. Kendimizi her defasında kollektiv olarak sorguluyoruz. Neden, niçin sorusunu çok şükür yazın ve düşün soframızdan eksik etmemeye çalışıyoruz. Basit karşıtlıklar üzerinden düşünce üretmenin yıkıcılığının farkındayız. Ne yapalım? Toplumsal hayatta emeklenmeden yürünmüyor. Genelleme yapmamaya itina gösteriyoruz. Anların gerekli kıldığı düşün tarzını olmazsa olmazımız yapmaya özen gösteriyoruz.
Toparlayacak olurasak:
Eleştirilerin dayandığı argümanlar olmalı. Sözün ağırlığı ve karşılığı olmalı, “Xişto’nun da hançeri var “desinler diye yazılmaz.
27 Şubat 2018
Türkçe’de felaket, „büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yıkım, bela“ anlamına geliyor. Haydar Karataş da Dersim Kongresi’ne çaĝrı olarak sunulan metni felaket olarak görüyor.
Çaĝrı metni bir taslak. Tartışmaya sunulmuş. Bu anlamda Haydar Karataş’ın eleştirmesi çok normal. Bazı Dersim aydınlarının ilgisizliĝi karşısında olumlu bir adım. En azından taraf oluyor. Tartışmaya katılıyor.
Ama neyi eleştirdiĝi tam olarak belli deĝil. Daha sonra yazacaĝını söylüyor. Karşı çıktıĝı noktaları söylemeden „felaket“ haberini de vermiş.
Şimdilik karşı çıktıĝı FDG’nin bazı Kürt ve Sol eĝilimli derneklerle Festival yapması. İyi de eleştirisi haklı veya haksız da olsa adres yanlış.
Ne Meclis-Kongre girişimi FDG’nin örgütsel devamı ne de FDG Meclis’in bir bileşeni. Bu anlamda baştan teknik olarak da yanlış bir eleştiri. Bu ama, sayın Karataş’ın Dersimlilere uzak olduĝu anlamına da geliyor. En azından yanlış bilgilere sahip.
Bana kalırsa farklı eĝilimlerdeki Dersimlilerin ortak eylemlilikler-örgütlenmeler düzenlemeleri doĝrudur. Elbet de birlikte hareket etmenin zemini, sonuçları iyi düşünülmeli, tek taraflı dayatmalara karşı dikkat edilmelidir. Neticede biz aynı toplumun fertleriyiz. Sorunlarımız ortak. Şu veya bu görüşte olabiliriz, temel sorunlarda „milli refleks“ gösterebilmeliyiz. Dahası söz konusu çevreler, dernekler yasal derneklerdir. Avrupa yasalarına göre çalışan kitle örgütleridir. FDG’nin bu çevrelerle ortak zemin bulmaya çalışması çok normaldır. Benim hatırladıĝım kadarıyla önceki yönetim de buna benzer etkinlikler yapmıştı. Şimdi rakip ve rekabet anlayışı ile bu konuda „fırtına“ kopartmaları inandırıcı deĝildir.
Karataş’ın eleştirdiĝi noktalardan birisi de „her türlü şiddete karşı olmak“ anlayışıdır.
Benim Meclis tartışmalarından anladıĝım şu. Dersim yok olma ile yüz yüze. Coĝrafyası, demografisi, kültürü yok olmanın eşiginde, bu anlamda şiddeti, savaşı kaldıracak gücü yok. Küçük bir coĝrafya ve kültür çevresi. Kürtlerin, Türklerin ve hatta Zazaların, Ermenilerin, Alevilerin yüzlerce yıllık problemleri Dersim’de, Dersimlilerle çözülemez. Savaş doĝrudur, yanlıştır tartışmaları yapılabilinir. Ama Dersim’in buna ne zamanı ve ne de gücü var. Taraflara, savaşanlara bu anlamda çaĝrı yapılıyor. Kendi sorunlarınızı, yüzlerce yıllık problemlerinizi Dersim’de çözmeye çalışmayın. Siz problemlerinizi çözmek isterken, bizim toplumumuz bitiyor. Tarihi Dersim, çekirdek Dersim biterse, başka bir yerde kendini yeniden ikame edemez.
Bu çaĝrı her şeyden önce devlet için geçerlidir. Elbet de, aynı ölçüde örgütlere de çaĝrıdır.
Karataş’ın devlete silah çekilirse, devlet bölgeyi boşaltır ve bu uluslararası kuraldır, mealindeki görüşü de yanlıştır.
Birincisi, devletin görevi şiddeti engellemektir. Şiddet bahane edilerek sivil halk cezalandırılamaz.
İkincisi, burda söz konusu olan bireysel şiddet deĝil, uzun yıllara dayanan toplumsal bir anlaşmazlıktır. Türk Sol örgütleri, Kürt örgütleri yaklaşık elli yıldır silahlı mücadele yürütüyorlar. Karşılıklı olarak binlerce insan hayatını kaybetmiş. Onbinlerce insan tutuklanmış, yerleşim yerleri boşaltılmış. Ve bu savaşın bitmesi de mümkün deĝil. Çözüm savaşda deĝil, politik açılımlarla mümkün. Nitekim Kuzey İrlanda’da, İspanya’da, Kampoçya’da, Nepal’de savaşın dışında çözümler bulunmuş.
Bu anlamda devletin yakarım-yıkarım yolu yanlış bir yol…
Meclis-Kongre girişiminin iki tarafa da politik çözüm, barış masasını önermesi, en azından ben böyle anlıyorum, doĝru bir yaklaşım.
Ama „felaket“ den tek dil-tek din- tek millet anlayışının deĝiştirilmesi talebimiz anlaşılıyorsa, onu da tartışabiliriz.
Mevcut statüko haksızdır, meşru deĝildir, dünya konjokturüne de uymuyor.
Deĝiştirilmesini talep etmek demokratik bir haktır.
Milattan Önce altı bin yıllarında yaşamış olan Luvilere MA halkı denirdi. Bu halkın inancı IŞIK, NUR’du. Bu ışık inancı zamanla İran’dan, Dersim’den İtalya’ya, Akdeniz çevresine kadar değişik kavimlerin arasında çok geniş bölgeye yayıldı. Osmanlının ilk dönemlerinde ise Kızılbaşlara ışık taifesi deniliyordu.
Luviler döneminden kalma nur veya güneş kültü Dersim İnancı’nda hala yaşıyor ve MA kelimesi güncel hayatta sık sık kullanılıyor. Osmanlı döneminde beş asır boyunca atalarımız dağlık Dersim’deki ‘otonom-özerk’ yapısını korumak için “Zonê MA, İtıqatê MA, Tarıxê MA, Kulturê MA, Mıllete MA, Hometa MA, Hardê MA, Welatê MA,” diyerek direndi. MA, MARAO gibi kelimelere sarılarak varlığını, yarı özerk yapısını beş yüzyıl korudu. Bundan dolayı Dersim’de MA ve MARAO kelimeleri çok anlamlı ve önemli bir yere sahiptir.
Dersim, Osmanlı’nın askeri saldırılarına karşı aşiret sistemine dayanan doğal önderlikler sayesinde savunma yapmış ve kendi kendini beş asır yönetmişti. Özgür dağlık Dersim’in beş asırlık özerk döneminde sürekli ve düzenli yürütülen cem ve cemaatlerle atalarımız Dersim tarihi, itikat ve kültürünü SÖZLÜ olarak gelecek nesillere aktarıyordu. Lisanımız yaygınca kullanılıyor, Dersim’in çocukları ana lisanıyla konuşarak ve kültürünü öğrenerek büyüyordu. Bu otonom yapı ve kültürel mirasın sonraki nesillere aktarımı Cumhuriyet devrinin ilk yıllarına kadar devam etti.
1938 yılında Dersim zaptı rap altına alındı. Yakıldı yıkıldı. Toplu katliamlardan sonra bir yarısı sürüldü. Dersim’e yol gösteren doğal önderlikler yok edildi. Dersim’in otonom yapısı bu tarihte kesintiye uğradı. Kırmancki-Zazaki dilinden ve kültüründen kopuş bu acı yenilgiyle başladı.
1938’de sürgün edilen Dersimliler on yıl sonra tekrar geriye döndüler. Uzun yılların özlemi ve hasretiyle tekrar anavatana kavuşan sürgünlerin çoğu; “Hardo Dewres’e, Hardê Ma diyerek yerlere kapanıp kutsal topraklarını öptüler.
1950-65 arasında Dersim’de nispeten sakin bir dönem vardı. Geri dönüşün oluşturduğu güçle Dersim tekrar yaralarını sarmaya başladı. Bu dönemde Dersim’de nüfus da artıyordu. Ama baskılar da devam ediyordu. Bu baskılar nedeniyle Dersimliler kendi tarihi, lisanı ve kültürüyle ilgilenmiyor veya ilgilenemiyordu.
Atalarımız 1940’lardan önce kuş uçmaz kervan geçmez dağlık bölgelerde bulunan içe kapalı köylerde kendi diliyle konuşuyor; itikatını cem cemaatla bil fiil yaşıyordu. Bu cemlerde tarih ve kültürünü sözlü anlatımlarla yeni nesillere aktarıyordu. Oysa Cumhuriyet döneminde Alevi dergahları yasaklandı. Bu yasaklara rağmen bazı itikat önderleri görevlerini gizlice yapmaya çalışıyordu. Ama halkımızın çoğunluğu Alevi olduğunu bile gizliyordu. Bu döneminin en zayıf tarafı aşırı baskılar ve yasaklar nedeniyle cemlerimiz-dinsel törenlerimiz çok azalmıştı. Ana dilimizle sokaklarda konuşulmuyordu. Cemlerle devam eden sözlü kültürel ve tarihsel aktarımlar da durmuştu. Tarih ve kültürel mirasımızı yeni kuşaklara anlatan, aktaran ‘gizli veya açık’ YAZILI kaynaklar da bulunmuyordu. Bu dönemde Dersimlilerin yayınladığı bir dergi, bir gazete bile yoktu.
Artık atalarımız “Zonê-MA, Welatê-Ma” diyerek kendi kültürünü yeni nesillere ‘ana lisanıyla’ aktarmıyor veya aktaramıyordu. Hem aşırı baskıdan, hem de aydınların da ve aydınlanmanın da olmadığından (Dersimlilik bilinci kesintiye uğradığından) Dersim’in geleceğini düşünenler yok gibiydi.
Dersim tarihini düşünen ve merak eden belki sayısı bir elin parmakları kadar olan Dersimliler ise ilk başlarda Dersim tarihini askeri raporlardan, asker kökenli yazarlardan, yani Dersim karşıtlarının yazdıklarından öğrenmeye çalışıyordu. Baytar Nuri gibilerinin elimize geçen yazılı çalışmaları ise çarpıtmalarla, palavralarla doluydu. Baytar Nuri Suriye’ye gidince kendi halkına ve kültürüne yabancılaşmıştı veya yabancılaştırılmıştı.
TERTELEYİ UNUTMA VE YABANCILAŞMA DÖNEMİ
Çocuklarına zarar gelmesin diye atalarımız, 38’de yaşanan en ağır acıları hiç yaşanmamış, kırım olmamış gibi davranıyordu. 1940’lardan sonra yeni nesillere TERTELE’den hiç bahsedilmiyordu. TERTELE’yi yaşamış olan büyüklerimiz çocuklarına, “Gidin Türk okullarında okuyun adam olun”, diyorlardı.
Dersim gençleri bu dönemde okumaya yöneldi. 1960-80 yıllarında Dersimliler arasında tahsili, diplomalı bir kuşak yetişti. Elbette ki pozitif ve toplumsal bilimleri (psikoloji, sosyoloji, antrapoloji) öğrenmek çok önemliydi. Bilimsel formata sahip olan bu yeni kuşak Dersim’e 5 asır saldırılar yapan Osmanlı tarihini, kültürünü de öğrenmişti. Her ne hikmetse bu tahsilli kuşak kendi tarihini ve kültürünü bilmiyordu. Dersim’in 60, 70, 80 kuşakları kendi tarihi, kendi itiqatı ve kültürü hakkında bilgi sahibi olamadı. Irkçı ve tekçi devlet bilinçli olarak bunu engelledi. Atalarımız da yeni nesillere tarih ve kültürünü yazılı ve sözlü yollardan anlatmadı. Kültürel mirası, tarihimizi genç nesillere anlatacak bir teşkilatı veya eğitimli güçleri de yoktu. Devlet okullarında yetişen tahsilli gençlerin çoğu bu dönemde ana lisanını bile unuttular.
Tertele sonrasında doğup büyüyen aydın genç neslin bir kısmı 1938’de Dersim’in yakılıp yıkıldığını, kırımlar yapıldığını, Dersimlilerin bir yarısının sürgüne gönderildiğini bazı kamillerimizden gizli gizli öğreniyordu. Bu TERTELEYİ, vahşeti, bu faciayı duyan yeni aydın kuşağın çoğunluğu ta çocukluğundan beri anti-militer duygular içinde büyüdü. Bu anti-militer duygular yeni nesillerin düşünsel dünyalarını aşırı etkiledi.
1965’lerde tüm dünya ve Türkiye’de çok güçlü esen sosyalist fırtına, sosyalist hareketler, anti militer duygularla büyüyen bu tahsilli Dersimli gençlerin arasında kolayca ve fazlaca taraftar buldu. Gençlerimiz çağın ruhuna göre güçlü esen sosyalist fırtınaya kapılarak dünya devrimcilerinin yolunu takip ettiler. Dersim’e yabancılaşan bu yeni nesil kendi kültürünü ve itikat önderlerini küçümsüyordu. Bu tavırlarıyla itiqat önderlerinin çalışmalarına, Dersim kültürünün gelişmesine zarar verdiler.
Sosyalist hareketlerin en ön saflarında yer alan 60, 70, 80 kuşağından olan biz Dersimli gençler 100 yıl, 200 yıl sonra dünyanın nereye evrileceğini tartışıyorduk ama her ne hikmetse Dersim’in sorunlarını unuttuk…
Kendi evimizdeki yangını, 38-TERTELESİNİ unuttuk…
38’de arşa yükselen çığlıkları unuttuk.
Halkımızı her yönüyle ihmal ettik…
Atalarımızın sık sık kullandığı MA ve MARAO kelimelerini unuttuk.
Anadilin anlam ve önemini unuttuk…
Maalesef kültürümüze ve halkımıza ters düştük… Yabancılaştık…
Dersim’de güçlü bir ekonomik yapının olmayışının üstüne bu yabancılaşma da eklenince tarihimiz, itikatımız, ana lisanımız, kültürümüz giderek zayıflıyor, yok oluyordu.
İşte Dersim’de bu TEHLİKELİ GİDİŞİN farkına varan BİZ DERSİMLİLER; ÖZÜMÜZÜ DARA çekerek diyoruz ki; bizler dünyanın tüm sorunlarını çözmek için tam 40 yıldır en ön saflarda yer aldık. CAN VERDİK, KAN KAYBETTİK. Ama Dersim’e yeterince sahip çıkamadık.
Çin’de ve Küba’da dört beş yıl içinde devrim başarıya ulaşmıştı; Türkiye’de 40,50 yıldır niçin başarı sağlanmıyor? Başarıya ulaşan ülkeler şu anda ne durumdadır? Biz başkalarına üst perdeden akıl verme niyetinde değiliz. Bizim önerimiz bu çok önemli soruları artık her devrimci hareket kendi içinde tartışmalı ve bu 40-50 yıllın bilimsel metotlarla muhasebesini yapmalıdır.
Zararın neresinden dönülse kardır denilir. Artık gelin hep birlikte özümüze dönelim diyoruz. Gelin atalarımız gibi “Zonê MA, İtıqatê MA, Tarıxê MA, Kulturê MA, Mılletê MA, Hometa Ma, Hardê MA, Welatê MA” diyerek bu güzel değerlerimizi yaşatma yöntemlerini araştıralım. Hep birlikte sorunlarımıza çözümler arayalım. Çünkü her halk kendi sorunlarını çözerse tüm DÜNYA güzelleşir.
DERSİM’DE SON YILLARDA NELER OLUYOR?
1938’de halkımıza büyük acılar yaşatanların torunları bu gün sinsice Dersim’i yok etmeye çalışıyorlar:
- 1994’te köylerimiz, evlerimiz yıkıldı ve halkımız sürgün edildi.
- Ormanlarımız yakılıyor, korku ve baskılarla insanlar göçe zorlanıyor.
- Yapılan barajlarla Dersim’in bir bölümü sular altına gömülüyor.
- Dersim’de ekolojik tahribat devam ediyor.
- Dışardan Dersim’e insan taşınarak; Dersimliler azınlığa düşürülmek isteniyor.
- Asimilasyon çalışmaları sistematik olarak uygulanıyor.
- Son 40-50 yıldır DERSİM şiddet ve savaş sarmalında boğulup yok edilmek isteniyor.
EĞER bu şiddet, baskı ve korku ortamına son verilmezse; eğer bu göçlere engel olunamazsa; Dersim 20-30 yıl içinde BİTECEK. Dersim YOK olacak… Dersim yok olacak söylemi yüreğimizi kor gibi yakan çok acı bir söylemdir! Ama aynı zamanda bir GERÇEKTİR. Bazı Dersimli kurumlar ve kişiler hala bu acı gerçeğin, bu büyük TEHLİKENİN, bu yok oluşun farkında bile değiller. Farkına varanlar ise güçlerini birleştiremiyorlar…
Evet, Dersim’in Tertele ve özerklik gibi çok ağır sorunları vardır. Bunlar uzun dönemde çözülebilir. Ama ‘öze dönüşcülere’ göre şu anda Dersim’in en önemli sorunu göçlerin sürekli devam etmesi ve Dersim’de nüfusun sürekli azalmasıdır.
ÖZE DÖNEN DERSİMLİLER NELER YAPTILAR?
Dersim’de uygulanan bu sinsi planların ve bu tehlikeli gidişin farkına varan Dersimliler, 1985’lerden itibaren aralarında toplantılar tertip ederek Dersim’in ağır ve acil sorunlarına çözümler aramaya, Dersim’e sahip çıkmaya başladılar.
- Sayıca çok az olan bu insanların dayanışmasıyla ilk başlarda bazı dergiler, gazeteler çıkarıldı.
- Lisanımızın “alfabesi” ve gramatik kuralları yazıldı.
- Ana dilimizdeki kelimeler derlenerek çok büyük lügatler-sözlükler yayınlandı.
- Dersim tarihini, itikatını, kültürünü, Terteleyi anlatan bir çok kitap yazıldı. Bu kitapların bazıları yabancı dillere çevrildi.
- Yayınlanan kitaplar ve dergilerde Dersim’in tarihini çarpıtan tüm inkarcılara cevaplar verildi.
- Öze dönenlerin çoğalmasıyla Avrupa’da bazı bölgelerde Dersim dernekleri kuruldu. Ve bu dernekler birleşerek FDG (Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu) kuruldu.
- Toplantılar ve uzun tartışmalar sonucunda 4 Mayıs TERTELEYİ anma günü olarak belirlendi.
- Acılarımızı dillendiren filmler yapıldı.
- Reisicumhur Abdullah Gül’ün Dersim’i ziyaret ettiği 2009’un 5 Kasım günü TERTELE üzerine dağıtılan bildiriyle 1938 ‘faciası’ soykırımı ilk defa Merkez medyanın gündemine oturdu.
- Dersim ‘38 Sözlü Tarih Projesi ile alan çalışmaları yapıldı ve 38 TERTELES,’ni yaşayan şahitlerin anlatımları CD’lere kaydedildi.
Bu çalışmaların çoğu ilk başlarda diasporada yapıldı. Örneğin FDG de bir diaspora örgütüdür…
Biraz geç de olsa Türkiye’nin büyük şehirlerindeki bazı dernekler de Dersim’in sorunlarına eğilmeye başladılar. Ayrıca ana vatan Dersim’de de kitle ve meslek örgütlerimiz bulunuyor…
DERSİMLİLER NELER YAPABİLİR?
1985’lerden beri oluşan güçbirliğinin ve kültürel alandaki bu başarıların hepsi olumlu ve yararlı gelişmelerdir. Şimdi sıra Dersim’de, Türkiye’de ve diasporadaki tüm bu olumlu gelişmelerin örgütlenmesine, bir çatı altında birleştirilmesine geldi. Dersimliler artık tüm Dersimli güçlerin birleşeceği yeni ÖRGÜTLENME aşamasına geçmek zorundadır. Ana vatan ve dünyadaki tüm Dersimlileri bir çatı altında birleştirmek; DÜNYA çapında BİRLİK VE DAYANIŞMAYI oluşturmak zorundayız. ÖZE DÖNÜŞCÜLERİN bu güne kadar yaptıkları işler tüm güçlerini birleştirdiği zaman gelecekte elbirliğiyle neler yapacağının da göstergesi ve teminatı olacaktır. İlk adım birliğin sağlanması ve tüm güçlerin büyük ortak amaç için seferber edilmesidir.
İşte DM (Dersim Meclisi) ülke ve dünyada Dersim Davası’na sahip çıkan tüm demokrat, illerici, yurtsever ve sol kesimiden Dersimliler arasında BİRLİK VE DAYANIŞMAYI sağlamak için yola çıktı.
DM diyor ki, artık birinci görevimiz de, ikici görevimiz de; üçüncü görevimizde Dersim halkının sorunlarıdır.
Atalarımız: “Zonê MA, İtıqatê MA, Tarixê MA, Kulturê MA, Millete MA, Hometa Ma, Hardê MA, Welatê MA” diyerek 5 asır direndi demiştim. Kırdaşlarımızı da kapsayan MA ve MARAO kelimeleri asırlardan beri Dersim’in gizemidir, sırrıdır, birliğimizin parolasıdır.
Dersim Meclisi “KONGRE ÖRGÜTLENME KOMİSYONU” Kasım 2018’de MA ve MARAO diyen her Dersimlinin katılacağı bir DERSİM KONGRESİ organize ediyor… Bu KONGRE Dersim tarihinde İLK DERSİM KONGRESİ olması nedeniyle çok değerli ve önemlidir…
Yurt içi ve yurt dışındaki tüm Dersim’i kurumların Dersim Davası’nı, tarihini, lisanını, itiqat ve kültürünü savunan tüm derneklerin, sendikaların, işçi ve işveren örgütlerinin, Barolar Birliği’nin, uzmanların, aydınların, sanatkarların, gençlerin, belediye temsilcilerinin, muhtarların, itikat önderlerinin, cemevleri temsilcilerinin ve Dersim halk önderlerinin sözle değil, özüyle bu kongreye katılması çok önemlidir. Dersim Meclisi, asgari müşterekler etrafında kenetlenen her kesimin katılmasını ilke edindiği bu büyük kongrenin demokratik ve barışçı birliğini sağlamak istiyor.
İki gün sürecek olan DERSİM KONGRESİ’NDE Dersim’in tüm sorunları masaya yatırılacak ve uzmanlar tarafından çözümler üretilecektir.
BU DERSİM KONGRESİ ile Dersimlilerin birliği, ortak aklının oluşması, Dersim Fikriyatı’nın daha da güçleneceğine inanıyoruz.
Biliyoruz ki, MA ve MARAO diyen Dersimliler için ikinci bir Dersim yoktur. Bu nedenlerden dolayı ısrarla Dersim’e sahip çıkmak, bu güzel tabiatı korumak zorundayız. Çünkü Dersim yok olursa Dersim Halkı vatansız göçmenler durumuna düşer.
İnanın ki vatansız kalmak dünyanın en büyük acılarındandır. Vatansız kalan GÖÇMEN HALKLARIN ne zulümler, ne çileler, ne acılar çektiklerini TV’lerden seyrediyoruz, gözlerimizle görüyoruz. Eğer Dersim halkı vatansız kalan halkların feci durumuna düşmek istemiyorsa; Dersim’e ve DERSİM KONGRESİNE sahip çıkmalıdır.
İnanın ki; aleyhimizde yapılan tüm sinsi planlar ancak tüm halkımızın, tüm aydınlarımızın birlikte sabırlı çalışmalarıyla engellenebilir…
Her çağın bir ruhu, bir trendi vardır. Çağımızın ruhu çoğulcu demokrasi ve seküler sistemdir. Dersimliler; çağın ruhuna, evrensel insan haklarına uygun olarak çoğulcu demokratik bir sistem içinde yaşamak istiyorlar.
Bu istem gayet doğal ve haklı bir istemdir. Haklı bir taleptir.
İnanın ki, her başarı önce beyinlerdeki hayallerle başlar.
İkna olan beyinlerin dünyada çözemeyeceği bir sorun yoktur.
Bazıları diyebilir ki hayaller kuruyorsunuz.
Hayel kuramayanlar, hayalleri için mücadele vermeden teslim olan umutsuzlar, zaten davayı baştan kaybederler. Oysa mücadele edenlerin en azından davayı kazanma olasılığı vardır.
Evet, bizler hayaller kuranlardan ve bu hayalleri uğruna mücadele edenlerden yanayız.
Çünkü; ata yurdumuza sahip çıkmak istiyoruz.
Çünkü; çocuklarımızı “CİHADÇI” yobazlardan korumak istiyoruz.
Çünkü; çocuklarımıza yaşanacak güzel bir Dersim bırakmak istiyoruz.
Çünkü; ileride vicdan azabı çekmemek için görevlerimizi ifa etmek istiyoruz.
Son olarak atalarımızın bazı vecizelerini hatırlatmak istiyorum:
“Her theyr zonê xode waneno
Her vas koka xo ser roeno
Kam ke aslê xo inkar keno
Toz erceno rêça xo, sono.”
(Sey Qaji)
- Kemere caê xode gırana.
- Xo bızane ke şar to bızano.
Öyleyse önce kendi aramızda safları sıklaştırmamız ve birliğimizi kuvvetlendirip güçlendirmemiz lazım.
Bir olalım, iri ve diri olalım ki dertlerimize derman olalım.
Gerek Hilafetçi Osmanlı, gerek Meşrutiyet, gerekse Cumhuriyet Dersim’i “sorun” gördü. Baskı ve katliamlar hiç eksik olmadı. Büyük yaralar açıldı. Kapanmadı o yaralar. Zira tedavi eden olmadı Dersimliler’in yarasını. Bu nedenle Dersimliler’in tarihsel ve toplumsal yaraları hâlâ kanamaya devam etmektedir. Tedavi edilmeyen bu yaralar Dersimliler’in düşün ve duygu dünyasında derin ve kalıcı yarılmalara neden oldu.
Geçmişte yaşanmış sorunlar, doğru bir zeminde adaletli bir yaklaşımla ele alınmaz ve çözülmez ise geçmiş hiçbir zaman geçmiş olmaz. Yeni biçimlere bürünerek her zaman bireylerin ve toplumların yaşamında var olmaya devam eder.
Geçmişinde çözülmemiş sorunları, kanamakta olan yaraları olan toplumlar/bireyler,bugününü örgütlemede ve geleceğini inşa etmekte ciddi sorunlar yaşarlar.
Bunun en önemli nedenlerinden biri toplumsal travmadır. Yani toplumun ortak akıl ve ortak duygusunun parçalanmış olmasıdır.
Travmanın tedavisi, yaraların sarılması dolayısıyla bugünün ve yarının sağlıklı biçimde inşa edilebilmesi bir hesaplaşma/yüzleşme süreciyle mümkün olabilir.
Hesaplaşma/yüzleşme ise ortak etik değerlerin, ortak aklın yön verdiği örgütlü bir toplumun eseri olabilir.
Dersim toplumunun sorunları üzerine uzun yıllar değişik kurum ve bireylerin çabaları oldu. Bunların her birinin kendi koşullarında kıymetli olduğunu teslim etmek gerekir.
Ancak bu çabalar Dersim toplumunun ortak aklını oluşturarak stratejik bir plan dahilinde kalıcı mevziler yaratmaya yetmedi. Zira parçada düşünüldü. Bir yanıyla tek etnik köken veya inanç üzerine kimlik inşa etme (parçalı kimlik) mücadelesi çoklu “Dersim kimliği”nin önüne geçti.
Öbür yanıyla da Dersimliler’in enerjisi ağırlıklı olarak güncel siyasal ve sosyal sorunlara kanalize oldu.
Son 30 yılda görüldü ki “parçalı kimlik” (aynı zamanda tekleştirici) düşüncesi Dersim’de ve Dersimliler’de beklenen karşılığı bulmadı/bulamadı. Toplumun büyük kesimi çoğulcu “Dersimli” kimliğiyle tanımladı kendini ve böyle yaşamayı benimsedi.
Elbette her etnik, inanç veya siyasi kimliğin kendini var etme (inşa etme) hakkı tartışmasız kabul edilmelidir. Sorun, bütün bir tablonun her bir parçasının, kendisini bütünün yerine koyması, dolayısıyla da diğer kimliklere yaşam hakkı tanımama anlayışı ve pratiğindedir
Hiçbir kimlik, kendi varlığını başka kimliklerin yok edilişi üzerinden var etmemelidir.
Bazı coğrafyalar ve toplumlardaki tarihsel, toplumsal ve siyasal gelişmeler diğerlerinden farklı seyirler izler. Dersim bu özgünlüğü taşıyan, koruyan halklar ve kültürler yurdudur. Buradaki tüm kimliklerin birbirini etkileyen, besleyen ve içiçe duran özellikleri vardır. Bu hakikati kabul ederek düşünen ve hareket eden her Dersimli aslında yeni ve ortak “Dersimli” kimliğini benimsemiş demektir.
Dersim Fikriyatından Dersim Meclisi Fikriyatına…
Uzun yıllar, “Dersim fikriyatı” üzerine düşünen ve bunu değişik biçimlerde savunan Dersimliler oldu. Ancak “parçalı akıl” ve “parçalı kimlik” düşünüş sürecinin doğası gereği bütünü kapsayamadı…
2015 yılının son aylarından itibaren bazı kurumların çabasıyla bir grup insan, Dersimliler’in “parçalı aklı”nın ürünü olan dağınık duruş ve rekabetçi tarzın yarattığı olumsuz tablo üzerine sohbetler yaptı. Bu sohbetler ve çabadan “Dersim Meclisi Fikri” doğdu.
2016 yılı Şubat ayında Almanya’da yapılan toplantı, “Dersim Fikriyatı”ndan “Dersim Meclisi Fikriyatı”na doğru yürüyüşünde başlangıcı oldu.
“Dersim Meclisi Girişimi” olarak tanımlanan ve şekillenme sürecine giren düşünce Avrupa’da ve Türkiye’de çalışmalarını sürdürdü/sürdürüyor.
Bu fikir Dersimliler arasında düşünsel planda önemli ilgi gördü/görüyor. Ancak Dersimli kurumların (dernek vb) bir kısmı bu düşünce ve girişime mesafeli durmaktalar.
Zira onlardan bazıları bunu kendilerine karşı bir girişim olarak algılamaktadırlar. Bu algının birden çok nedeni olduğu söylenebilir.
Birincisi; bu algının parçalı düşünüş ve parçalı duruştan kaynaklı olması.
İkincisi; rekabetçi bir anlayış ve tarzın ağır etkisi.
Üçüncüsü; mevcut kurumların Dersim meselesi ve davasını “dernekçilik ufku”nun ötesine taşıyamamış olmalarının önemli payı olduğu söylenebilir.
Dördüncüsü; ve en önemlisi Dersim davasını tarihsel, toplumsal özgünlüğü boyutundan kopararak, genel siyasal ve sosyal konular bağlamında ele alınmasıdır.
Gerek Türkiye de, gerekse Avrupa’daki Dersimliler’in bu “parçalı” ve “rekabetçi” durumu, toplumun önemli bir kesiminin örgütsüz ve atıl kalmasında önemli bir paya sahiptir. Söz gelimi; aydınlar, sanatçılar, akademisyenler, işverenler, kanaat önderleri gibi kesimlerin Dersim davası/sorunlarına dair görüş ve enerjilerini toparlayabilecek seçeneklerden yoksun olmalarını veya büyük bir boşluğun yaşanmasını başka türlü açıklamak olanaklı değildir.
Bu tabloda Dersim Meclis Girişimi, toplumun düşün dünyasında yeni ufukların açılmasının önünü açabilir. Çoğulcu Dersimli kimliğinin oluşumu ve yeni bir toplumsal aydınlanmanın olanaklarını yaratabilir.
Toplumun düşünsel, kültürel, ekonomik, inançsal dağınıklığının, doğa ve çevre mücadelesinde yaşanan “parçalı”lığın giderilmesinde yeni iletişim kanalları açılabilir, yeni kurumsal oluşumları gerekli hale getirebilir.
Yerel sorunları sadece yerel bir akıl ile değil, evrensel bir akılla çözmenin fikri zenginliğine ulaşabilir.
Dolayısıyla “Dersimli olma” düşünsel zemini üzerinden, yeni bir kurumsallaşma aşamasına geçmek zorundadır Dersimliler…
Dersimliler üç konuda stratejik bir görüş oluşturmak ve buna uygun kurumsal yapı inşa etmek durumundalar.
Dersimliler’in Ortak Aklı
Egemenler bir toplumu yok etmek veya teslim almak için önce onun tarihsel, toplumsal, kültürel belleğini yıkar/parçalar ve yerine kendi ideolojik sembollerini inşa eder. Bu durumda toplumu bir arada tutan değerlerden ve sistematik düşünme kapasitesinden yoksun bırakır. Dersimlilerin yaşadığı ağır tarihsel, toplumsal ve siyasal nedenlerle düşün ve duygu dünyasının parçalı olduğunu tespit etmek gerekir.
Bu nedenle; öncelikli olarak Dersim Meclis Girişimi bu travmatik/parçalı durumun nedenlerini analiz etmek ve gerçekçi bir tespit yapmak için bilimsel çalışmalar yapmalıdır. Devamında özgün yöntemler kullanarak bu parçalı öznelerle güven ve saygınlık ilişkisi oluşturmayı hedeflemelidir. Bireyler ve kurumlarla kurulacak saygın ve güvene dayalı ilişkiler üzerinden “ortak akıl”a ulaşmayı hedeflemek ve çalışmalarının ana eksenine bunu yerleştirmek durumundadır.
Geleneksel düşünüş kalıpları ve iletişim yöntemleriyle yeni bir düşünce oluşturmak ve topluma benimsetmek olanaklı değildir.
Ortak akıl oluşturma sürecinin sağlıklı gelişebilmesi için Meclis Girişimi toplumda yaygın olan her türden reaksiyonel ve rekabetçi anlayışla arasına kalın hatlar örmek ve kararlı/istikrarlı bir duruş göstermek durumundadır.
En temel mesele ve konularda bile, Dersimliler’in ne ortak düşüncesi, nede ortak duruşu vardır. Acılarda bile ortaklaşamayan, yaşadıkları Tertele’ye dair ortak bir düşünce ve davranış oluşturamayan bir hakikatle yüz yüzeyiz. Öncelikle bu hakikati kabul etmek ve bunun nedenleri üzerine bilimsel aklın ürünü olan çalışmalar yaparak ortak bir düşünce oluşturmanın yaşamsal bir öneme sahip olduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Etnik ve inanç kimliği, kültürel ve siyasi kimliği ne olursa olsun (ırkçı ve dinciler hariç) tüm Dersimlileri tarih, toplum, kültür, doğa, inançlar, diller, ekonomi vb temel konularda bir araya getirebilecek, bu tür temel konuları bilimsel normlarda araştırıp anlatabilecek ve birbirinden öğrenebilecekleri yeni bir sürece ve bunun sonunda ortak aklın oluşumuna ihtiyaç vardır.
Dersim toplumunun yeni bir aydınlanmaya, yeni araçlara, yeni mücadele yöntemlerine ve yeni mevzilere ulaşması gerekir. Aksi durumda toplum olarak varlığını sürdürmenin tüm dinamiklerini kaybeder.
Dersimlilerin bir “kimlik” bunalımı yaşadığını söylemek mümkün. Ancak daha da önemlisi toplumda bir “kişilik erozyonu” ve “etik değerler” sorunu olduğunu da tespit etmek gerekir.
Bir toplumda kimlik ve kişilik ilişkisinde ciddi bozulma varsa bu, büyük bir çözülme ve yıkım yaşandığını göstermektedir.
Yani travmanın ve bellek yitiminin toplumsal ve kişisel değer yitimindeki etkilerinin yanı sıra; kapitalist sistemin, bölgede uzun yıllardır süren şiddetin parçalayıcı ve çürütücü etkilerinin de üzerinde durmak son derece önem kazanmıştır.
Belirtmek ve kabul etmek gerekir ki; bir toplumun düşün dünyasını oluşturan, şekillendiren ve yön veren en önemli kesim o toplumun düşün insanlarıdır; yani aydınları ve sanatçılarıdır. Ne yazık ki Dersimli aydın ve sanatçıların önemli bir bölümü söz konusu “parçalı akıl”ın ve rekabetçi tarzın sıradan bir bileşeni olmayı tercih ederken, diğer önemli bölüm aydın ve sanatçının ise tarihine, kültürüne, toplumuna karşı taşıması gereken sorumluluktan uzak durmayı tercih etmeleri büyük bir kayıptır.
Ortak akıl sürecinin özneleri olan Dersimli düşün insanlarını (aydınlar, sanatçılar) şimdiye kadar yapmadıkları/yapamadıkları ödevlerini acilen yapmaya ve vefaya davet etmeliyiz. Ortak akıl oluşturma süreci bu perspektifle sürdürülür ve gerekli olgunluğa ulaştığında da bir “Dersim Kongresi” toplanarak yeni bir aşamaya geçilebilir. Bu aşama Dersim Meclisi’nin kuruluşudur.
Dersimliler’in Temsiliyeti
Dersim’de yaşayan Dersimliler’in nüfusu her geçen gün azalmaktadır. Ağırlıklı olarak Türkiye’nin değişik kentlerinde, Avrupa da ve başka ülkelerde yaşamaktadırlar. Hem ortak aklın oluşturulamamış olması, hem de rekabetçi düşünce, duygu ve davranışları nedeniyle Dersim ve Dersimliler bir temsiliyet sorunu yaşamaktadır.
Bu kadar ağır sorunlar yaşamış ve yaşamakta olan bir toplumun kolektif temsilden yoksun kalması büyük bir açmazdır.
Ortak akılın oluşturulma sürecinin sağlıklı ve başarılı sürdürülmesi aynı zamanda ortak iradenin/temsiliyetin oluşturulmasının koşullarını yaratır.
Halklar ve kültürler yurdu (Kırmanciya beleke) olan Dersim coğrafyasında ve Dersim dışında yaşayan tüm Dersimliler’in sorunları/davası için ulusal ve uluslararası alanda sürdürecekleri her türlü mücadelede bir temsil mekanizmasının olması yaşamsal öneme sahiptir.
Temsiliyet meselesini mevcut kurum ve çevrelerin “parçalı kimlik” dayatmaları ve rekabetinden kurtarmak, tüm kimlikleri “Dersimli” kimliği ve “Kırmanciya Beleke” (Kırmançlar’ın çok kültürlü, çok renkli ülkesi) persektifi ve demokratik toplum bireylerinin katılımıyla ele almak gerekmektedir.
Bunun nasıl oluşacağı, nasıl işleyeceği ve ne tür somut işler yapacağı sorusu Dersim Meclisi iradesiyle yanıt bulabilecektir.
Dersim’in Statüsü
Dersim inanç yapısı ve inançların birbiriyle ilişkisi, değişik etnik kimliklerin bir arada yaşaması ve ilişkileri, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı (dinli) özelliğinin yanısıra, doğası ve doğa insan ilişkileri nedeniyle de dünya kültürel mirasının ve doğal hayatının önemli bir parçası/değeridir.
Bu özgünlüğün/değerlerin korunması sadece Dersimliler için değil, insanlık için büyük bir zenginlik ve kazanımdır. Bu nedenlerle Dersim tekçi devlet zihniyetinin hedefi olmuştur ve olmaktadır. Egemenlerin tekçi politikalarına karşı kararlı bir duruş göstermenin yanısıra Dersim her türlü kimlik ve çıkar çatışmasının, siyasal rekabetin dışında tutulması gereken bir doğa harikası ve kültürler beşiği olarak korunması gereken bir coğrafyadır.
Dersim dünya da ve bölgede özel bir statü hak eden özgünlüğe sahiptir. Kendi kendini yönetmesiyle ancak bu özgünlüğünü koruyabilir. Mevcut rejim veya iktidar seçeneklerinden hiç biri Dersim’in bu zenginliğini anlayabilecek/koruyabilecek durumda değildir. Kendi kendini yönetmesi oranın özgünlüğü nedeniyle bir statüye kavuşturulmasıyla mümkün olabilir…
Bölgede ve ülkede yaşanan politik süreç yeni devletlerin oluşumu ve yeni yönetim biçimlerinin tartışılacağı gözönünde bulundurulursa “statü” meselesi daha da önem kazanmaktadır…
Tüm bu sorunların bir arada konuşulabildiği, farklı kimlik ve fikirlerin değer gördüğü ve saygıyla birbirini kabul ettiği, güvene dayalı güçlü bir iletişime ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç yeni bir düşünsel üretimi ve yaklaşımı, yeni bir platformu gerekli hale getiriyor.
Dersim Meclisi fikriyatı doğru anlaşılır, doğru tartışılır ve bir kongreyle rafine edilerek Dersim Meclisi’ne dönüştürülebilirse ortak akılın oluşumunu, temsiliyet sorununu çözebilir. İşte o zaman “Dersim’in statüsü”ne dair stratejik plan oluşturmak ve çalışmalar yapmak mümkün olabilecektir…
Aralık 2016-Ocak 2017