Geçen gün gazeteci Ferit Demir arkadaşın bir yazısını okumuştum. Özetle; Dersim’de derin bir mutsuzluk havasını, suratı asık olan budalalarımız uzerinden anlatmıştı. Hepsinin morali bozuktu o gün. Pülümür çayında 23 yaşında bir öğretmenin çürümüş cesedi bulunmuştu. O, ölü sessizliğini bilirim. Aslında büyük bir toplumsal çığlıktır o sessizlikte gizlenen. Daha küçükken, yanılmıyorsam 1989 yılında Nazimiye çatışması olmuş ve Hüseyin Demir dahil 9 gerilla öldürülmüştü. O vakitler cocuk bedenimle, kahve ve sokak aralarında ayakkabı boyacılığı yapıyordum. Herkesin üzerine kara bir bulut çökmüş gibi asıktı suratlar. Morali bozuktu Dersimlilerin. Baba Erdoğan öldüğü zaman da, Qero ve Şahin öldürüldüğü zaman da aynı havayı hissetmiştim. Dersimli kendi evlatlarının yasını tutuyordu. Dağlara doğru bakarak ahh çekiyor, Xızır sıma bıcêro bınê peranê xo ‘Xızır sizi korusun’ diye kalanlara dua ediyorlardı.
Her aileden birileri ya dağda, ya DAM’da yada topraktaydı. Bir kısmı ise sürgün oldukları ülkelerde mülteciydi. Bazıları gördüğü işkencelerden ve travmalardan dolayı hasta, bazıları kendini ve geleceğini garantiye alma peşinde, bazılarımız ise vücutlarımızın bir parcasını dağlarda bırakarak Avrupa ülkelerine gelmek zorunda kaldık.
Dersim’liler, `bizim çocuklar` diye sahiplendikleri gençlerin adalet duygusuna güveniyor, 90’lı yıllara kadar bir çok meseleyi onlar ile çözüyordu. 90’lardan sonra devir değişti sanki. Hem devlet, zulmüne zulüm kattı hem de en iyilerimizi kendi elleriyle toprağa verdi anne ve babalar. Biçilen aynı zamanda tecrübe, siyasi olgunluk ve hakkaniyetti.
Belki ortak akla dönüşmemiştir hala ama 1994-1995 süreci de bir ‘tertele’ idi aslında. Köyler yakıldı, boşaltıldı, insanlar ve hayvanlar katledildi… Olanağı olan dışarıya, olmayan da aile-akraba ve dostlarına sığındı. Bu ‘tertele’den sonra acılar büyüyüp katmerleşirken, devrimciler de bedel vermelerine rağmen, halkı koruyamamış ve kendi iç sorunları ve devletin operasyonları ile zayıflamış ve parçalanmıştı.
Her devrimci daha iyi bir dünya ideali için, zülme karşı onur mücadelesi vermek amacıyla katılmıştı örgütlere. Her örgüt ise kendi ideolojisi ile bir şeyler yapmaya çabalıyordu, fakat gittikçe halktan kopan, değer yargılarını ve öznel çelişkilerini anlamak ve çözümlemekten uzaklaşıyordu. Bunca acılar çekmiş, bedel ödemiş, ama her şeye rağmen inatla hayata sarılan geniş Dersimli kitleler, sonradan yalnış bulunup mahkum edilse de ‘zorunlu Askerlik, zorunlu vergi’ uygulamalarına tabi tutulmuş ve bu yanlış siyasetten kaynaklı da ezilmişti. Dağlara yüzünü çevirenler manevi olarak kırılmış, güven duyguları zedelenmişti.
Kürt Hareketi’nin Dersim’de taban bulmasıyla dışarıdan getirilen suriyeli ve yöre halkının dilini, kültürünü bilmeyen komutanlar ve eyalet sorumluları farklı bir kültürü ve anlayışı da Dersim’e dayatmaya başladılar. Bu politikalar halktan tepki gördükçe sadece sorumluların değişmesi adımı atılsa da halka bir özeleştiri verilmedi. Sol örgütlerin ise hem kendi içinde hem de halk arasında, ‘ajan-işbirlikçi’ olarak niteledikleri insanları öldürmesi, yargılama biçimlerinde halkçı ve bilimsel yöntemlerden ziyade, burjuvaziden ödünç alınan yöntem ve hukuku uygulamaları neticesinde onlarca insan infaz edildi. Cana kıymaya karşı olan, ‘38 Soykırımı’nda bile male Xızıri ve alabalıkları avlamadıkları için açlıktan ölen bir halk, bu gibi pratikleri affedemezdi. Etmedi de. Vicdanlarında mahkum ettiler ve sessiz protestoya başladılar. Hele ki bir ölüye zulm etmek, onu suya atmak, sorgulamalarda işkence yapmak, köylülere dayak atmak gibi vicdana sığmayan pratikler çoğaldıkça budalalarımız dahil her kes mutsuzluk içinde sessiz çığlık atmaya başladı. Bu gönül kırıklığı ve güven bunalımı kolay kolay aşılamaz.
Tüm bu olumsuzluklardan kaynaklanan sonuçları, devlet ve onun yerel piyonları kullanmadan edemezlerdi! Asla. Onlar da devrimcilere ‘terörist’ demeye, halkı da onlara karşı yürüyüş yaparak protestoya çağırdılar. Dersim’liler bu çağrıya da sırtını döndü. Zira devrimcilerin karşısında, devletin yanında duramazlardı. Durmadılar. Devrimcileri ‘terörist’ olarak niteleyenler, Nazimiye’ye bağlı Han Köyü’nün uçaklarla bombalanması sonucu Ercan Güneş isimli canımızın, devlet terörünü de kınamadılar. Önceki sivil ölumleri de kınamamışlardı zaten. Sahte demokrasi havarisi olduklarını biliyoruz. Fakat önemli olan örgütlerin bu konularda hata yapmaması, yanlış bir siyaset uygulamamasıdır. Aksi durumda, egemenler ve uşakları bunları bolca kullanma zemini yakalamış olacaklardır.
Saflar netleşiyor…
Fakat halk çaresiz. Bir yandan herşeyini verdikleri ve nihayetinde destekledikleri devrimciler, diğer yandan bu örgütlerin yanlış politikaları ve sonuçlarından kaynaklı güvensizlik, hayal kırıklığı, çaresizlik….
Kimse esasta örgütleri de karşısına almak istemiyor. Ama düzeltme yolu ve yöntemi de oluşturulmadığından dolayı, sessiz ama en acımasız olan cezalandırmayı yapıyorlar. Olaylara karşı sosyal medyadaki tepkiler ise hem eleştiri, hem de savunma yönünden Dersim’in gençlerini cepheleştirmiş vaziyette. Bu çıkmazı aşmak, daha halkçı ve bilimsel bir hukuk ve yargı mekanizmasi oluşturarak süreci tersine çevirmek yine ‘örgütlerin’ elinde. Aksi durumda bu süreç bir örgütün yanlış politikasından kaynaklı tüm devrimcilere karşı bir kara propağandaya dönüşme ve yaşanan cepheleşme ise ‘örgütsel’ kavgaları körükleme zeminine oturur.
Herşeyden önce şunun bilinmesini isterim. Tüm devrimci örgütler meşrudur. Yürüttükleri mücadele de meşru ve haklıdır. Fakat pratikte uygulanan yanlış politikalar bir bölgeye, halka, değer yargılarına, inanç ritüellerine, coğrafyasına, kültürel ve felsefik gelişmesine zarar veriyor, ya da engelliyorsa, o siyaset yanlış ve mahkum edilmelidir. Bu durumda halkın (ilerici) çıkarları gereği halkın yanında, o politikalara karşı saf tutmalı ve amansızca eleştirmeliyiz. Eleştirilerimizde ötekileştirici, küçümseyici, hakaret ve küfür olmadıkça sorun olmaz, olmamalıdır da. Mesela Sivas Katliamı’na karşı çıkıyor ve kınıyorsak, Başbağlar’da Devrim adına halktan insanların camide topluca kurşuna dizilmesine de karşı çıkmamız ve kınamamız gerekiyor. Mercanlar’da 17 komünistin (çoğu silahsızdı) katledilmesine karşı çıkıyorsak, 33 silahsız erin otobüsten indirilip kurşuna dizilmesine de karşı çıkmalıyız. Devletin gözaltında kaybetme pratiğine karşı çıkıyorsak, ‘taş altı etme’ pratiklerine de karşı çıkmalıyız. İşkence insanlık suçudur diyorsak, biz de esir aldığımız ‘düşman’ unsurlarına işkence yapmamalıyız. Devlet bildiri dağıtma ya da protesto yürüyüşünü yasakladığında karşı çıkıyorsak, bizim gibi düşünmeyenlerin de bildiri çıkarma, yazı yazma, yeri gelir bizi protesto etme hakkını elinden almamalıyız. Devlet ölülerimize işkence edip, panzerlerin arkasında sürüklediğinde veya gerilla cesetlerine işkence ettiği zaman kınıyor ve faşizm olarak değerlendiriyorsak, biz de aynı pratiğe düşmemeli ve suya atma yerine, ölüye saygı neyi gerektiriyorsa onu yapmalıyız. Aslında hiç öldürmemeliyiz. Çünkü idama karşıyız, infazlara karşıyız…
Bunun yerine başta Dersimlilerin ihbarcılığa karşı bir kampanya yürütmesi lazım. Ajanlık, ihbarcılık, gençlerin kanına girme, onları devlete teslim etme hem kültürümüze, hem de yaşam felsefemize ters. Alişer ve Zarife Ana’nın, Sahan Ağa’nın ve nice Dersimlinin kanına giren yine içimizdeki keklik soyundan gelenler olmadı mı? Bu pratiğe girenler düşkün olarak ilan edilmeli, kestiği kurban ve niyazları alınmamalı ve tecrit edilmelidirler. Öte yandan ise Dersim ileri gelenleri örgütlere birer çağrı yapmalıdır. Kesin, somut delillerle devlet ile işbirliği olan kişiler, somut durumları ile açıklanmalı, teşhir edilmeli ve yargılanmaları halk arasında kurulacak olan Dersim Meclislerine bırakılmalıdır. Bunun koşullarının yaratılması için örgütler bizzat çaba harcamalı ve ‘infaz’, ‘cezalandırma’ pratiğine girmemelidirler. Sadece şüphe üzerine birilerinin itibarını zedelemek amaçlı değil, gerçekten somut veriler elinde olan insanlar açıklanmalıdır. Gerisi halkın iradesine bırakılmalıdır.
Devletin her türlü şiddetine karşıyız, buna karşı sivil toplum örgütleri ve Dersimliler olarak her türlü meşru zeminde direnmeliyiz. Dersim Halk Meclisleri ve katılımcı demokrasi ile yerellerdeki tüm sorunları Dersimlilerin çözeceğine olan inancımız tamdır. Özgür bireylerin kollektif birlikteliği temelinde, kooperatifleşme, ekolojik üretim, doğa sever istihdam alanları, komünal yaşama denk gelecek yaşam alanları, kültür, sanat, edebiyat haftaları ve dışarıdan otobüslerle insan taşımamak kaydı ile kendi dilinde ve içeriğinde Dersim festivalleri hayat bulacak zemine sahiptir. Dersim halkı politize olmuş ve ‘kazanılmış’ bir halktır. Hızır paşaların saflarında biat kültürü ile diz çökmez. Bütün bu sonuçlarda, hatalarına rağmen, tüm devrimci örgütlerin emeği ve çabası küçümsenmeyecek derecede mevcuttur. Şu an ki koşullarda ‘kurtarılmış alan’, ya da ‘özerklik’ ilan edilmeyeceğine göre, örgütlerimiz oradaki inisiyatifi halk meclislerine bırakmalı ve diğer bölgeleri birer özgür Dersim yapma pratiğine girmelidirler. Unutmayalım ki orada yapılacak silahlı bir eylem tek bir Dersimliyi dahi örgüte kazandırmaz. Zaten kazanılmış bir halkın bu pratiğe ihtiyacı yok. Yakılmış, yıkılmış, insansızlaştırılmış bu coğrafyanın yeniden inşa edilmeye ihtiyacı var. Belediyelerimiz gibi önemli mevzilerimiz varken, halka güvenip ordaki sosyal yaşamı örgütlemeyi meclislere devretmemiz gerekiyor. Çaresiz ve çıkmazda olan Dersimliler bu vesile ile nefes alır, umutları artar ve üretime komünler aracılığı ile daha fazla destek olur. Kültürel yozlaşmanın da, alttan alta eğemenlerin içini boşaltmasına da ancak böyle bir politika engel olabilir. Barajlara-HES`lere karşı güçlü bir kitle hareketi böyle oluşur. Silahların gölgesinde, halka rağmen cereyan eden askeri operasyonlar ve eylemler, kitlelerin korku duvarını büyütmekte ve haklı olan sorunlarda dahi irade gösterememesine yol açmaktadır.
Resmi devlet acıklamalarına göre Dersim`de son 10 ayda 3 ayrı örgutten 186 gerilla öldürülmüş. Bunların coğu insansız hava aracları, termal kameralar ve uydu uzerinden yapılan CIA destekli operasyonlardır. Dersim toprağı-toplumu 10 ayda 186 cenazeyi kaldıracak manevi güçte degil artık. Savaşın yorduğu toplum ve her karışında bedel ödenen bir coğrafyayı daha fazla kanatmanın, yormanın bir anlamı yoktur. Belli bir politik-siyasi olgunluğa gelmis olan bu toplum, kendi yaşamını sivil araçlarla örgütleyecek ve bir nebze de olsa kendi yaralarını sarabilecek kudrettedir. Devletin saldırıları devam edecek, zülmü bitecek demiyoruz, fakat kendi eğitim, üretim, mücadele biçimlerini kendisi geliştirecek bir kapasitede olan toplumun, özgur bireylerin kollektif birlikteliğine destek sunulmalı ve gereken adımlar örgütlerimiz tarafından atılmalıdır.
Bu kısa zaman zarfında olmayabilir, fakat bu yazi ile olgun bir tartışma başlar ve Dersim halkının her türlü sorununa karşı çözüme odaklanırsak zamanla sistemleşecek özgür bir toplum inşa etmenin adımlarını atmış oluruz. Bu sadece bir grubun degil, tum devrim ve demokrasi taraftarlarının kazanımı olacaktır.
Adaletli, hak ve hukuk temelli sosyal devrimin başlangıcına her Dersim sevdalısının, acısını yüreğine gömenlerin, yaralarına basa basa yürüyenlerin destek vereceğine olan inancım tamdir…
devrimdemirdag@gmail.com