HİÇ BİR HİKAYE ÖTEKİNDEN DAHA ÇOK YADA DAHA AZ TRAJİK DEGİLDİR.
Aytekin Yılmaz‘ın „ onlar daha cocuktu“ kitabını okudum.Kitabı okumadan psikolojik dünyamda sarsıntılara yolaçacağını biliyordum.Anlatılan hikayeler hiç duymadığımız şeyler degildi şüphesiz.
Herkesin bildigi sır derler ya öylesinden öyküler.Sorunda burda başlar zaten.Herkesin bildigi „sır“,birileri tarafından dillendirildiginde ,belgelendirildiginde çeşitli mekanizmalar sözbirligi etmişçesine devreye girer,Örgütlü dayanışma,ötekileştirme başlar.
Vuku bulmuş olaylara itiraz edilemez,böyle bir şey olmadı denemez.“ şimdi bunları dile getirmenin sırası mı“, „devletin bunca zülmüne söz etmezsiniz,sol degerlere,ulusal degerlere saldırılıyor“, „ istenmeyen olaylar olmuş olabilir“,kavlinden yasanmişliklar tabiricaizse vakai adliyeden sayılır.
Kıtabı okuduğunuzda,nefes alamazsınız.Kalbiniz sıkışır.Hapishanelerde vahşice katledielen çocuklaramı,dağlarda katledilen çocuklaramı,savaşa sürülüp öldürülen cocuklaramı yanasınız bilemezsiniz ve en kötüsü sivil toplum örgütlerinin üç maymunu oynaması,riyakarlığı sizi kahreder.
Aytekin son derece duru bir dille körleştirilmiş vicdanlara sesleniyor öteden beri.Bu vicdan çığlığı duyulmamazlıktan geliniyor.Niye bunları yazıyorsun deniliyor adeta.Aytekin kitabında Sadece yaşanmişlıkları belgelemekle yetinmiyor,insanın kanını donduran bu vahşete neden olan zemini irdeliyor haklı olarak.Sorular soruyor,İdeolojilerin modern dinlere nasıl dönüştügünü,cemaat kültürü ve dilinin bireylerin dünyasını nasıl kuşattığını,ayrıntılara boğulmadan dünyadaki 1900‘ların ilk yarısında cereyan eden toplumsal devrim deneyimlerinin şiddet kutsayıcılığına nasıl kapı araladığını örnekliyerek ve bilgi,iletişim çağının yolaçtığı evrensel degerlere vurgu yaparak,daha iyi,daha yasanılır bir dünyanın , eski dünyanın dili ve paradigmasıyla kurulamıyacağını,dünyanın gidişatını,yönünü anlayan bir dilin,tutumun ve paradigmanın kurulması gerektigine de işaret ediyor.
Kitabın içerigine yönelik söz söylemeyi zul sayarım.Bu kitap herkes tarafından okunmalı,okutulmalıdır.Toplumsal ve bireysel vicdan muhasebesi sadece sistemin hanesine havele edilecek bir şey degildir çünkü.Sisstem karşıtı toplumsal odakların sicili neyazıkki öteden beri temiz degidir.Karşi oldğunuz şeye benzemeye başlamişsanız,yüzleşme yapamıyorsanız inandırıcılığınız olmaz.
Çocukların savaştırılması insanlık suçudur,hiç bir mazaret bunu haklı göstermez.Vicdan sahibi entellektüeller,aydınlar, sivil toplum kurumları,amasız tutum almalıdır.Çifte standarta sahip birey ve kurumlar teşhir edilmelidir.
Tüm hak ihlalleri kimden gelirse gelsin ikirciksiz karşi çıkılmalıdır.Bizim mahalle,karşı mahalle ikileminden kurtulunmalıdır.Bir vicdan cephesi oluşturarak,Mağdurların sesi olunmalı,siddetin tahakküm alanları kırılmalıdır.
Aytekinin kitabında alıntıladığı, „ sevgi nefrete ve savaşa bir başkaldırıdır,bu nedenle iktidarlar için tehlikelidir“ sözü işin özetidir.Egemen aklın „ düşman“paranoyasıyla yatıp kalktığı biliniyor,istisnasız tüm devletlerin adı ve biçimi ne olursa olsun sürekli güncelleştirdikleri „ düşman“,“iç tehlike,dış tehlike“ algıları yaratarak kitleleri manipule ettikleride sır degil.Düşük yogunluklu çatışma stratejileri şiddet tekelini devletlerin elinde tutmasını sağlıyor.Kontra terör,terörün varlıgını gerekli kılar.Biri olmadan öteki olmaz,
Aytekin,kitabına yine bir tanığın „ çocuklarını öldürmüş bir devrimin çocuklarıyız“ sözüyle bir başka gerçeklige projektör tutuyor.
Vicdan cephesinin büyümesi dilegiyle.
Cumhuriyet döneminde Dersim üzerinde yapılan ameliyat, labaratuvar çalışmalarına göndermeler yapıp, günümüzdeki Dersim’in – ki ben onu bitkisel hayattaki insana benzetiyorum- halini resmettikten sonra bu bitkisel hayattaki hastanın yaşama döndürülme olanaklarını tartışmak istiyordum.
Olmadı, araya oldukca uzun bir zaman girdi.
Dersim’in günümüzdeki haline yeri geldiğinde göndermeler yapıp bitkisel hayattaki Dersim’in hayata döndürülme olasılıkları üzerinde yoğunlasmaya çalışacağım.
Dersim tanımlamasını tarihsel Dersim anlamında kullaniyorum, kullanıyoruz ancak nesnel davranacak olursak bu tarihsel Dersim’in yerinde yeller esiyor. Bu gerçekliğe gözümüzü kapatamayız.
Kendi öznel istemlerimizi mevcut gercekliğin yerine ikame etme durumunda da degiliz. Ceviz metaforu ile açıklıyacak olursak tarihsel Dersim’i çevreleyen yeşil kabuk yoktur artik. Dil, inanc ve kültür formasyonu başkalaşmıştır. Süphesiz ki izler vardır eskiye dair, ancak onu kendi kılan özellikler yitirilmiştir. Kabuk-kakıl- sert kabuk kırılmıştır. Çekirdeği koruma özelliğini önemli ölçüde yitirmiştir. Dolayısı ile iç çekirdek küflenmeye kurtlanmaya yatkın hale getirilmiştir. Ne zaman mı?
Şimdi resimlere bakalım.
1900-1950’li yılar!
„Gayri Müslüm“ tebanın zenginliklerine el koymuş bir Türkiye. Devlet eli ile palazlanmış bir ticaret burjuvazisi. Devletçi kapitalizm, köklerinden koparılmış, kitlesel katliama ve soykırıma uğramış Ermeni, Süryani, Yahudi, Pontus vs., kontrol altına alınmış toplumsal muhalefet, bastırılmış Kürt kalkışmaları, yönlendirilen kemalist TKP, Çakmak, Bardakçı, Öngören, İnönü’nün Dersim raporları ve labaratuvar çalışmaları, ameliyat edilecek Dersim’e yönelik her türlü planlı hazırlık-devlet aklı denen şeyin ne olduğunu bilmek istiyenler bütün bu sürece göz atmalılar-1935 Tunceli Kanunu ve 37, 38-39 Soykırımı’nın pratikleşmesi. Yakılan yıkılan köyler, boşaltılan kocaman cografya… Burda bitmiyor. Kayıp çocuklar ve mecburi iskan, köklerinden koparılarak zoraki türkleştirme, müslümanlastırma amacına hasıl uygulamalar… Tekrar olmasın diye detayları atlıyorum.
Kocaman bir puzzle, her bir parçası kitaplara sığmayacak ölçüde elbet. Egemen sınıflar arasındaki iktidar dalaşması ki kökleri ta Hürriyet ve İtilaf fıkrası ile İttahat ve Tarakki’ye uzanan, Serbest Fıkra’da kendini dışa vuran TC’nin kurucu unsurları arasında da süregelen ve sonraları DP, AP ve ardıllarında ifadesini bulan ve günümüzde değişik şekillerde zuhur etmeye devam eden o dalaşma…
1946 seçimleri ve ana muhalefet DP tolumsal muhalefetin ruzgarını arkasına alarak iktidar olan Menderes-Bayar kligi…
‘46 affi ile Dersimliler yurtlarına dönme olanağı buldular. Dersimliler döndüler dönmesine de “yasak mıntıka” olarak adledilen iç Dersim’deki aşiretler toprağina yerleşemediler. Köylerine peyder pey yerleşmeleri elli yıllarini buldu, bu dört yıllık süre içinde Dersim’in değişik yerlerinde kışlacı olarak hayata tutunmaya çalıştılar. Kimisi yerleştikleri alanda kalıcı oldular ama ana gövde yine yerleşkelrini yurt edindi.
Özellikle 40 ve 60 li yılların Dersim’ini analiz etmek çok önemlidir. Nasıl bir hayat yaşadılar? Soykırımın acıları ile nasıl yüzlestiler? Travmayı yenebildiler mi? Bugünü analiz ederken, anlamaya çalışırken o yıllardan öğrenilecek çok şey var diye düsünüyorum. Kendi tanıklıklarım ve gözlemlerimden yola çıkarak sunu cok net olarak söyleyebilirim.Dersimliler, soykırımi yasarken düsman ile isbirligi icinde olan aşiret bireylerine karsi öcalma duygusu ile hareket etmediler.Her ortamda bu ihaneti lanetlediler elbet.En cokta cem cemaat ortamlarinda bunu acı ile dillendirdiler.pir, rayber, saygin insanlarin ziyaretlerinin degismez temalarindan biriydi adeta.Kendi iclerinde tolumsal barisi yeniden insaa etmeye odaklandilar.Kirvelik, ikrar, evlilikler ile olusan akrabalik baglari ile pekistirdiler bunu.Bu durum üstünden atlanilacak şey degil.Benim annne anne tarafindan kirkin üstünde kadin ve çocuklaardan olusan kafile çocukarin en büyügü 14 yasinda kil deresinde süngülenerek katledilediler.alan aşiret ine siginmislardi, siginma aşiret erkeklerinin karari idi, cember daralmisti dagda ne saklana bilme ne direnebilme olanagi kalmisti, kaledileceklerini biliyorlardi bari hci değilse kadınlar ve çocuklar kurtulsun saiki ile alınmıştı karar. İhbar edildiler, devlete teslim edildiler, yanlarındaki her şeye el konuldu. Moro Şiya ziyareti de dahil. Buna rağmen sürgün dönüşü yeniden bir biçimde barışı inşaa ettiler; dostluğu, öfke ile bilenmış düşmanlığı ve öç almayı değil.
Viran olmuş evlerini bin bir güçlük ile yaptılar, dayanışarak sıfırdan bir hayatı inşaa ettiler. Kendilerince çıkardıkları sonuçlar vardı. Ne pahasına olursa olsun çocuklarını okutacaklardı, öyle de yaptılar. Elimde veriler yok ama Dersimlilerin yüksek öğrenime atılma oranlarını mukayese etmek lazim. 50’li yıllarda Dersimli ögrencileri metropollerde görüyoruz. Şöyle diyebiliriz 45-60’lı yıllar Dersim’in en sakin yıllarıdır, hayatlarını kurmaya odaklanmışlardır. Yeni nesili koruma güdüsü çok güçlüdür. Yaşadıklarını çocuklarına direkt aktarmamalarının altındaki tolumsal psikoloji budur. Öğrenciler, yaşamın tüm zorluklarına rağmen adeta özel bir statüye sahipler. Köy hayatının zorlu işlerinde çalıştırılmadıklarını görüyoruz. Her şeyin kol gucü ile yürütüldüğü, emek yoğunlukla bu yaşamda olmuştur. Üstelik bunlara yapılan telkinler, okuyun devlette yer edinin yönündedir. Yaşama şablonlar ve ezberler ile yaklaşanlar bu sosyolojik hali anlamadılar, ona başka başka izahlar buldular. REHABİLİTE OLMUŞLUK, kemalistleşme, türkleşme, sindirilme, teslim olma vs. gibi.
Peki hakikat neydi?
Dersimlinin inanç şeklinde köklü bir degişiklik olmuşmuydu? Hayır. Dersimli eskiden olduğu gibi kutsal adedtiklerine aynı bağlılıkla yaşamını sürdürdü. Cem, cemaat eksilmedi hayatlarından, hatta yeni hayatın kurulmasında dayanışmacı roller üstlendi. Günlük yaşamda egemen dil konustukları Kırmancki, Kırdaski idi. Türkçe sadece devlet dairelerinde konuşuluyordu, jandarma dili idi. Asliını inkar eğilimleri tiye alınıyordu, bu konuda çokca bilinen iki örnek vereyim.
Adamın biri Elazığ’da çalışmaya gider ve uzun kalır. Çatpat Türkçe bilmektedir. Kendine şehirli esbabı edinmiştir, bir de kravat üzerinde eğreti duruyor. O bunun ayrıdında olmasa da köye döner. Evin önün de hane halki ile oturmaktalar karşıdan bir keçi gelmektedir. Bizimki, bu keçi olmasına keçi de kafasının üstündekiler nedir, der. bu kendi değerlerine yabancılaşma olarak hep anlatılırdı. Başka benzer anlatılar da var.
Garpte Türkçe ögrenen bir kişi uyanik devlet memurları ile iyi ilişkiler kurup bir statü elde etmeye şüphesizki yönelmiştir. Bundan doğal ne varki, sonuçta heterojen bir toplum. Farklı katmanları olan ve çıkarları siyasi partilerin taşra örgütlerinde rol alan kesim, daha çok doğal olarak ticaret ile uğraşan esnaf ve avukat, mütehahit gibi kesim bunlar bütün tolumların sosyolojik hayatında çokca gördüğümüz şeyler. Siyaset alanındaki yarışlarda rol oynayan faktörlere baktığımızda yine sosyolojik
doneler görürüz. Aşiret yapılanmasının sosyolojik bir vakka olduğu tolumsal bir yapıda aşiretçi faktörlerin öne çıkması anormal degil. Sonucta bir köylü toplumu. Ancak uyumlu bir tolumsal yaşam var karşımızda, ötekileştirmenin, uçlaşmanın olmadığı zamanlardır bunlar dersimlinin hayatında. Yaşadığı ağır travmayı bir nebze atlattığını düşündüğü yıllar. Yeni bir yaşam kurulmuştur zorluklarına rağmen, çocuklar başarılı bir okul yaşamına sahip. İkrar, pir, rayber, kutsallara adanan adaklar ile akıp giden bir hayat.
Devlet ne yapmıştır bu yıllarda? Boş durmadiği açık. Kim bilir ne kadar rapor vardır kozmik odalarda, bunlara ulaşmak bugün için olası degil. Ancak devlet aklı süreklidir, bunu biliyoruz. Kominizmle mücadele dernekleri serüveni dahilinde Dersim’de adam devşirdiklerini de biliyoruz. Konjuktür, devletin çıplak şiddet uygulamasını gerektirmiyor, daha çok manipulativ çabalar var. Dersim tüm yok edilme siyasetine rağmen hala aleviliğin kalbi ve merkezi, çevre Alevi yerleşkeleri ile süren canlı, düzenli ilişkileri devam ediyor. Pirlerin ziyareti Maraş’a, Erzurum’a, Varto’ya, Erzincan’a, Sivas’a devam ediyor. Kuruluş felsefesi Türk-İslam sentezi olan devletin bunu görmezden gelmesi beklenemez. Zaman altmışlı yıllara evrildiginde hz. Ali methiyeleri köylerde elden ele dolaşıyor. İslam dahilinde bir Alevilik propağandası yapıldığı oldukçada yaygın görülüyor. Asıl türklük söylencesi daha çok bu yıllarda kabul görüyor. Ehlibeyt Dergisi ve Birlik Partisi deneyimi ile çakışan süreçtir bu aynı zamanda. Ve en önemlisi bu yıllarda Dersim’de her evde bir kara çarsaf var. Günlük yaşamda kullanılmıyor ama şehre inildiginde ya da çevre uzak köylere misafirliğe gidildiğinde mutlak süretle giyıliyor. Soraları lacivert renge bürünürek biraz estetize oluyor yetmişli yılların başında kendiliğinden sönümleniyor.
Çok kabaca resim bu.
Şimdi sonraki resme bakalım.
1960-1980
27 Mayıs darbesi ile DP iktidari son bulmustur. TİP gelen yılarda mecliste 15 miletvekili ile temsil olanağı bulmustur. TİP Dersim’de miletvekili seçimini kıl payı kacırmıştır.
Av. Kemal Burkay Dersim’de tanınan önemli politik bir figürdür. Devlet aba altındaki sopayı yavaş yavaş çıkarır ve TİP aktivistleri Ali Gültekin, Terzi İsmail, Gavur Ali, Ali İşçi vb. ikide bir gözaltına alınırlar…
12 Mart Muhtırası ile birlikte devletin Dersim’deki baskıcı yanı giderek öne çıkar. Metropollerde Dev Genc ve TİP içinde çalışan bir kısım Dersimli üniveriste ögrencisi aranır duruma düşer ve memleketlerinde saklanmaya başlar. Bir kısmı ise hapistedir. H. Cevair Maltepe’de katledilir. Sosyalist sol, Sosyalist Devrim ve MDD ekseninde bölünür önce. Sonra sosyalist sol silahlı devrim ekseninde yapılanır, devletin artan baskılarına koşut olarak radikaleşirler. Amerika’nın “bizim çocukları” darbe yapmıştır 12 Mart 71’de. Sonuca ulaşmadan derin devlet bir dizi provakativ eylemde yapmıştır, ya da mizansen eylem hazırlıkları ve bunlar basın aracılığı ile halkı manüpule etmede kullanılmıştır. Sabotaj Davası-Bogaz Köprüsü’üne sabotaj, Haliç vapurununa sabotaj vb. eylemlilikler ya da eylem hazırlıkları dava konusudur (Bombalı olaylar davasi vb. gibi). 9 Mart darbecileri Madanoğlu ve grubu tasfiye edilir, yargılanır. Bunlar içinde İlhan Selcuk, Ugur Mumcu, Avcioglu, Ali Sirmen vb. burjuva liberal aydınlar tutuklanır, yargılanır.
Bu yazi yakın tarih çalışmasi değil, sadece Dersim’deki gidişatı dönemsel olarak fotoğraflarken kısa değinmeler içeriyor. Çünkü Dersim ayrı bir galakside değil. Bugünkü Dersim’e nasıl gelindiye cevap ararken, fotoğraflara bakma ihtiyacı var. Zira devletin ve yönlendirdiği yapıların yarattığı bilgi kirliliği manüpülasyon tüm resimleri flulaştırmış. Kendine aklın alamıyacağı kadar yabancılaşmanın sırrı burda saklı.
Bu döneme ait fotografa bakmaya devam edelim.
1971 yılında Dersim merkezde resmi MİT binası açılmıştır.
Dersim’e ilk gelen devrimcilerden Adil Ovalıoglu örgütü tarafında çok canice İstanbul’da katledilimiştir, kayitlara sandık cinayeti olarak geçmistir. Son derece marjinal bir gruptur. Caru Mazumdarcı olduğu hep dillendirilmistir, biran önce kırlardan halk savaşı baslatılmalıdır fikriyatina sahiptir.
Kaypakkaya ve Oruçoğlu zeten TİKP’in Dogu Anadolu Bölge komitesi üyeleri ve faaliyet alanları Dersim, Malatya ve Siverek, Diyarbakır’dır. Bu alanlar üç aşagı beş yukarı sonradan da devam etmiş ya da devam ettirillmeye çalışılmıştır ama sonucta Dersim’de yoğunlaşmışlardır.
Nurhakta THKO vurulan darbe ile çökertilmistir, denizler idam edilmiş; Kızıldere’de ise THKPC örgütsel olarak sonlandırılmıştır.Toplumsal muhalefet tümü ile çökertilmiş TÖS, İsci Partisi vb. Kapatılmış, üyeleri hapse tıkılmış. Sendikalar etkisizlestirilmiş sisteme muhalif ne varsa’72 ortalarına gelindiğinde bitirilmistir. TKP/ML bu koşullarda Dersim’de Çin devrimini ve pratiğini doğmatik bir kavrayış ile Dersim’de pratikleştirmeye kalkmış, aklın sınırlarını zorlayan eylemlilik grişimleri ile etrafındaki cçemberin iyice daralmasına yol açmış, Vartinik baskını ile çökme sürecine girmiştir. Kaypakkaya ele geçirilmış beyin dumura uğratılmıştır, ardından İstanbul’da son nokta konmustur. Ali Haydar Yıldız katledilmiştir. Bostancı Köyü’nde Süleyman Nakış ve kızı yaralanmış ve sayıları 60’ı bulan Dersimli işkenceden geçirilerek hapsedilmiştir.
1974 Ecevit-Erbakan hükümetinin gündemleştirdiği af ile birlikte siyasi tutsakların önemli bir bölümü özgürlüğüne kavauşur.
Bahse konu dönemde Cevahir ve Ali Haydar Yıldız katledilmistir.
TKP/ML davasında Süleyman Yeşil, Hasan İlter, Hüseyin Tekin, H. İbrahim Akyol, Baki İşçi, Musa Söğüt, Ali Yıldız, Hüseyin Soroğlu, Hüşeyin Acıkgöz, Kemal Bozdağ, Mehmet Çiçek, Ali İşçi, İsmail Erdogan, Hayrettin İpek, Munzur Yıldız, Ziya Aydın, Hıdır Sarıkaya ve Işık ailesinden iki köylü-Bagırbaşlı-Hamza Eroğlu, Niyazi Hoca, Hasan Gülmez gözaltına alınıp sorgulananlardan hatırladıklarım Kenan Kaşar, İbrahim Şahin ve başkalrı. Murat Aydın, Kamer Özkan, Erdogan Aktaş, Necati Şahin ise aranır duruma düşmüştür.
Aydınlık davasında, Ziya ulusoy, bedri gültekin, musa tanrı kulu, kazım koyun.Devgenc ve thko davasında metin Güngörmüş, yılmaz merkit, Ali kırmızı cicek… thk c davasında Yüzbaşı haldun yeşil, metin bozdağ tutuklanan dersimliler arsındadadır. DDko davsında ali kılıc var o dönem dersimliler kürt hareketine mesafeliler. Dr şıvan ve brusk ayrı elbette. Burkay ise sürıyeye gitmiştir.
‘74-76 yılları Türkiye ve Kürt solunun toparlanma ve yeniden inşaa dönemi olarak adlandıra biliriz. Cezaevlerinde yapılan muhasebeler ekseninde yeni gruplaşmalar ve eğeilimler şekillenir. Bunların her biri ayrı bir örgüt olarak süreç içinde ortaya çıkar. Bu yıllar yasal olanakların elverişliğinden kaynaklanan kitleselleşmenin olduğu yıllardır. Ancak sınıf ile bir türlü fiili bağlar kurulamaz pek çok siyasal örgüt öğrenci gençlik, köylü gençlik ve aydınlar arsında güç bulur.
Bu süreçde dikkat çeken ve üzerinde düşünülmesi gereken iki şey var. Birincisi Aydınlık-Perinçek . Aydınlık, sahada militant, mücadeleci pozlarda ve sosyal emeryalizm tezinin hızlı savunucusu. Bu savunu sovyet çizgisindeki gruplar ile çatışmaya evrilecektir zamanla. Maocu bozkurtlar, sosyal faşitler söylemi çatışmanın vardığı noktadır. Perinçek halkın yolu grubunun kurucu kadrolarını maocu ve üc dünyacı teori ile kafalar, Necmi Demir, İlkay Demir, Kamil Dede, Necati Sağer gibi kurucu insanları saflarına katarak bölünmenin kapısını aralar dersimliler. Bu ayrışmadan sonar bu grup içinde öne çıkar. Daralarak Dersim’i bir yapıya dönüşür adeta. İddilari büyüktür elbet, ama fiili durum budur. Yine Doğu Perinçek mahareti ile THKO içinden Osman Bahadır üç dünyacı olur. THKO bir çok parçaya bölünür. Türk devriminin yolu, TDK, Işık Grubu.
İkincisi, Apocuların sahne almasıdır. İşin bu kısmı herkesçe biliniyor. ‘76’da TKP/ML de bölünür. Partizan ve Halkın Birliği olarak. Bir çok yerde olduğu gibi Dersim’de de güç mücadelesi kıyasıya yürür. Alan kapma mücadelesi kısa sürede örgütler arası çatışmaya dönüşür. Apocular sahnededir. İlk cinayetler işlenmeye başlar. Hasan Kuş şaibeli bir şekilde öldürülür. Hıdır Çiçek cinayeti işlenir güpe gündüz. Ardınadan Adil Turan vurulur. Adil önceleri aydınlıkcı, sonra Kava’ya geçmiş sıkı bir üç dünyacıdır. Ve devam ile Halkın Kurtuluşu – Apocu çatışması onun üzerinde siyasi cinayet. Vuran da, vurulan da Dersimlidir. Halk benimsemez bu çatışmaları, ama dinliyen kim. ‘78’de Kava ve Halkın Yolu çatşıması ve bir kişi ölür. Dersim’de halktan bir kısım insan yeter artık deyip halk komitesi kurar, devrimci örgütlere çağrı yapar, şiddete son verin der. Ama etkisizleştirilir, çatışan gruplar adeta birleşerek komiteyi lince tabii tutar, işbirlikci hain vs. ilan edilir. Bu konuda Arkadaş Sineması’nda yapılan tolantı tam bir drama idi. O sahneleri hiç unutamıyorum.
‘78 yazında Mazgirt’e Dev Yol taraftarı bir öğretmen işkence edierek TİKKO’cu Levent Beğen tarafından öldürülür. M. Biter ve S. Cihan’ın sağduyulu çabaları ile örgütler arsı çatışma engellenir. Engelenmesine engellenir de Beğen’in bu cinayeti hangi saikler ile işledigi, kendi başına mı yaptığı inandırıcı olarak izah edilemez. Birileri tarfından korunur, yurt dışına çıkarılır, şansı yaver gitmez Yunanistan’a iade edilir. İlginç olan koruma şemsiyesi örgütün kendidir ve yine aynı dönemde PKK – Tekoşin çatışmaşı başlar Dersim’de.
12 Eylül darbesi giderek yoğunlaşma trendinde olan bu çatışmalrın sonlanmasını sağlar. Dersimliler Türkiye’nin kodeslerinde buluşur. Kimisi işkencede katledilir, kimisi sakat kalır, kimisi uzn süren esaret yılları yaşar. Nispeten rahat koşullarda halk savaşı diyenler soluğu yurt dışında alır. Dersim’de şiddet giderek daha çok halka yönelir.
1980’den günümüze Dersim
’80 sonrası Dersim’de askeri birlikler yığılır. Türkiye’nin önemli komando tugayları Bolu, Kayseri sırası ile Dersim’de köy ve dağları didik didik eder. Pusularda yüzlerce kişi kaledilir. Köylüler ağır işkencelerden gecirilir. Artık Dersim yaşanılır halden çıkmıştır. Halk iki ateş arasında kalmıştır, ezeli düşmani devletin baskılarına katlanır bir bicimde de kendi kurtarıcılarının şiddet ve baskısını anlamaz. Sonrası biliniyor PKK’nın uygulamaya koyduğu zorunlu askerlik vergisi, okul yakmalar, öğretmen öldürmeler ve başka güçlere yönelen yok etme pratiği. Parmaksız Zeki’nin alanda olması ve Suriyeli Kürtlerin hakimiyeti. Apo’nun o meşhur Dersimlileri aşağılama zırvaları, kişiliksizleştirerek teslim alma bunda başarılı olunuyor. Ve paralel olarak Dersimlilerin örgüt içinde katledilerek tasfiyesi. Ve devam ile 4oo’ün üzerinde köyün yakılması; göç, göç. Örgütlerin göçüne eklemlenen devletin zorunlu göç uygulaması. Ve artık siyasi örgütlerin cıplak zoru. Düşmanlarına benzeşmesi…
Bu kısa özetlerden sonar günümüzdeki resme bakalım.
Nufusu şiddet sarmalı içinde süreç içinde yüzde elinin üstüne varan bir azalma. Köyleri yakılmış –yıkılmış, virane olmuş askeri yasak alan edilmiş bir Dersim. Boşaltılan köyler. Üç beş çaresiz yaşlının kaldığı okulsuz, yolsuz, hizmet alamıyan köyler, köy denebilirse tabiiki. Muhtarlık statusü olmayan köyler. Kalekollar. Biteviye tahrip edilen doğa, orman yangınları, devletin her türden politikasını denediği bir labaratuvar ve kadavra olan Dersim. 12 Eylülde sunilestirme ve türkleştirme polıtikasının tutmamayışının sonucu devreye sokulan başka uygulamalar; fethocu yurtlar, aleviliğin içinin boşaltılması, baraj sularına boğarak kutsalların yokedilmesi, yeni bir tüketim kültürü, uyuşturucu bağımlılığını teşvik, rantcı eğlimleri güclendirme. Bir toplumu ayakta tuatan birleştirici tüm öğeleri tahrip etme, insansızlaştırma ve demografik yapının değişimine zemin hazırlama, yabancıların mülk alma zeminine hazırlık, bitirilen dil, degişen kültür farmasyonu, genleri ile oynanmış inanc kimligi… Saymak ile bitemaz planlı proğramli saldırılar…
Ve sonuç bitkisel hayattaki Dersim!
Bu satırları büyük acılar duyumsayarak yazdım. Niyetim yanlızca tüm Dersimlilerin bir kez daha düşünmelerine, kendilerine ve yaşanılanlara soru sormalrının kapısını aralamaktır. Bu vicdanlara yapılan bir cağrıdır aynı zamanda. Süre giden ‘38 Soykırımı’ndan daha kapsamlı, daha ince planlanmış bir nevi zamana yayılmış düşük yoğunluklu soykırımdır. Başarı ile sürdürülüyor. Zira Dersim insanı kendini var eden bütün temel özellliklerinden soyutlandırılmıştır. Bu soyutlama öyle kısa bir zaman dilimine sığdırılan bir şey degildi. Yazıyı ayrıntılara boğmamak için düşünmeyi sağlama adına kısa özetler ile yetindim.
Devletin Dersim ile işinin bitmediğini ‘38 Soykırımı sonrası yürüttügü politikalardan biliyoruz. Özelliklen 80 sonrası bir kadavra gibi üzerinde her türlü deneyi yaptığını da. Hangi birini sayalım? Köylere zorla yapılan camileri mi, toplatılan koçbaşlı mezar taşlarını mı, bombalanan ormanları, dagları, yerleşim yerlerini mi, sürgünleri mi, karneye bağlanan yiyecek alımını mı, yargızıs infazları mı, işkenceleri mi, faili mechül cinayetleri mi, toplatılıp kuran kurslarına yollanan akibetleri mechül çocukları mı, yasak mıntıkalrı mı, göçleri mi, hangi birini saymalı…
Bunca zülme karşı çıkmak adına dağların yolunu tutan yirmili yaşlardaki gencecik insanların kahpe pusularda durmaksızın katledilmesini mi?
Açık bir labaratuvar…
Dersim, çok kan kaybetti, direnme var olma direncini yitirdi. Başkalaştı, önemli ölcüde degerlerinden uzaklaştırıldı, inanç kimliğinin içi boşaltıldı, boşaltılıyor. Dilini yitiren bir lala dönüştü. Çok yönlü planlı bir kuşatmaya alınarak ölüme terkedildi. BU gidişatı farkeden Avrupadaki Dersimli aydınlar sürece müdahale ettiler. Ablukayı yenmek için Dersim festivalini gündemleştirdiler. Yüzünü kendi gerçekliğine dönerek kendileri ile yüzleşme süreci yaşadılar. Avrupa’da dernekleşerek örgütlenmeye çalıştılar. Ülkede dernek örgütlenmesinin önünü açtılar. Toplumun sözlü hafızasınıdaki tüm bilgileri kayıt altına alma yoluna gittiler. Dergiler çıkarttılar, dil ve gramer çalışması yaptılar. Bu çabalar bir çeyrek asırdır sürüyor. Arzu ettiğimiz noktada mıyız? Şüphesizki hayır. Nedenlerine bakmak lazım. Dersim tarihi seksen yıllık manipülatif yalanlar ile kirtetilmiş. BU kirletilmişlikten arınma son derece zor bir uğraşı gerektiriyordu. Bunların bir kısmı bugün aşılmış durumda. Yöntem olarak bardağın yanlızca boş ya da dolu yanına bakmamamız gerekiyor. Nesneyi olduğu gibi tarif etmek durumundayız. Bizi ileri noktalara ulaştıracak yöntem budur. Yukarıda kısmen özet olarak sıraladım çeyrek asırlık çabaların sonuçlarını. Bugün sayıları küçümsenmiyecek kendi dilinde okuyan, yaza bilen, eser üreten bir kesim var. Eksikliklerine rağmen sözlükler var, gramer var, alfabe var… Yazılı hale getirilmış meseller, Dersim türküleri, hikayeler, atasözleri, dualar vs., tarih çalışmaları, roman denemelri, şiir kitaplar gibi bir külliyat var. Belgeseller, kısa film çalışmaları, tiyatro. Her şeyden önemlisi oluşan kurumlar, dernekler, vakıflar vs..
Öteki kazanımlarımız katliam söyleminden vazgeçiş, soykırım tanımlamasında ortak konsesüs, lehçe söyleminin dilbilimsel veriler ile çökertilmesi, kendine özgü dil gerçekliğinin ve tarihsel arka perdesinin kültürel formasyonun bilince çıkarılması. Bu noktalarda ortak aklın oluşması son derece önemsenmesi gereken kazanımlardır. Dersim halk gerçekliğinde Aleviliğin temel tutkal olduğu da bilince çıkarılmıştır. Dersim’in 400 yıldır katliamlara uğramasının, ötekileştirilmesinin altındaki gerçekliğin bu kimlik olgusu olduğu daha çok bilince çıkarılmıştır. Bütün bu sonuçlara ortaklaşmaya kolay varılmamıştır. Bir dizi bilinç kirlenmeleri veriler ile açığa çıkarılarak zorlu uzun soluklu çabalr ile sağlanmıştır; bu kiymetli bir çabadır, asla küçümsenmemelidir. Her şeyden önemlisi katliamcıların bilinçli manüpülasyonu olan isyan söyleminin somut tarihsel veriler ve sözlü tarih aktarımları ile açığa çıkarılmış olmasıdır. Her ne kadar sol jargon adına birileri hala proağanda adına bunu kulanıyor olsa da esasta bu yalan deşifre edilmiştir. Bu söylemdeki israr sefil bir akıl tutulmasıdır.
Dersimliler her geçen gün daha bir yüzlerini kendi tarihine, değerlerine dönüyor, yaşadıkları ile yüzleşiyor. Ancak hala çok esksiklikler var. Soykırımı uluslararası arenda yeterince gündemleştiremediler. Bu konudaki girişimler Dersimlilerin müzdarip oldukları kişilik proplemlerinden dolayı hep akame uğradı. Daha profesyonel kurumlaşma sağlanabilmiş değil. Dersim tolumu olması gerekenden fazla politikleşmiş bir toplum, bu kulağa hoş gelse de beraberinde getirdiği bir dizi hastalık ve alışkanlıklar var. Bunlar alt başlıklar altında ele alınması gereken şeyler. Dersimliler bu konuda yüzleşmeyi başaramazlarsa bitkiesel yaşama düşmüş hastayı kurtarma şansına sahip olamazlar. Bu ağır bir vebaldir. Yeni kuşaklara aktarılamayan bir dil yok olmaktan kurtarılamaz. Bugüne kadar bu alanda yapılan çalışmalar hastanın ömrünü uzatmıştır, ama onu tamamen hayta döndürmeye yetmiyebilir. Toprak yani yurt ile bağı koparılmış bir dil gercekliği hayata tutunmaya yetmez. İnsansızlaştırma, barajlara boğarak göçertme, şiddet sarmalının devamını sağlayarak coğrafyanın tümü ile bitirilmesi eğemenlerin siyasetinin ana eksenidir. Burada her kesin bildiği bir bilgiyi hatırlatmak yeterli olsa gerek. “cözüm“ sürecinde Kürt Ulusal Hareketi güçlerini dışarı çektiğinde devlet ne istemisti? Tek başına bu örnek her şeyi anlatmıyor mu? Dünyanın en ceberrut çıplak terör siddetini savunan devletleri bile neden meşruluk zeminine ihtiyaç duyarlar? Halkları yalanlar ile mqanüpüle ederler. Dersim’de silahlı şiddeti bir yol olarak gören Dersimliler her şey bir yana bu gerçekliğe nasıl gözlerini kaparlar. Niyetlerden bağımsız olarak bunları bilince çıkarmayan her kes suça ortak olamaktan kurtulamaz, bu vebalin altında kalır.
Dersim aydınlanmasının emeklemeden ayakları üzerine dikilerek yürümeye geçmesi kaçınılamaz, ertelenemez bir zarurettir.
Bu zaruretin oluşmasında handikap Dersim’in şiddet sarmalından çıkmasının yolunun bulunamamsıdır. Şiddet sarmalı sonlanmadan Dersim’de yaşamın yeniden inşaası son derece zor, hatta imkansızdır. Şiddetin aslı faili devleti teşhir etmek ona karşı durmak bunu sağlamada Dersimlilerin seferber olamsı zor değil. Ancak şiddet sarmalının öteki müesiplerini eleştirmek bile çoğu kez mümkün olmuyor. Feveran kokuyor, ötekileştirme, itham ve bazen tehditler başını alıp gidiyor. Dersim’de sayıları bini bulan iç infazlar, ve halka yönelik şiddet gerçekliği yok sayılamaz. Toplumun dokusu altüst edilmistir. Burda sorgulanan niyetler değil objektif sonuçlardır ve buna kaynaklık eden siyaset tarzıdır.
Toplum ideolojik tahaküm ve zorla yönetilemez, yönetilse bile daha büyük sorunlara ve yıkıma sebebiyet verir. Bir tane Dersim var ve hepimize lazım. Onu yitirmek üzeresiniz bu gercekliğe ne zamana kadar gözlerinizi kapayacaksınız. Dersim’e güzelleme yapmak ile onu kurtaramazsınız. Hiç bir Dersimlinin, hiç bir aydının bu çığlığa kulağını tıkaması kabul edilemez.
Parçalanmış Dersim gerçekliğinden, DERSİM KONGRESİNE!
Parçalanmış Dersim, pek çok şeyi analatıyor. Bitirilmiş köyler, şehir ve kasabalara haps edilmış 6o bin civarindaki bir nufusu, yok edilmış tarım, hayvancılık, üretemeyen tüketime mahküm edilmiş, gelecek perspektifi olmayan bir ruh hali. Bölünmüş kişilik travmaları… Depresiv, kıskaca alınmış ateş çemberindeki akrep gibi kendini zehirlemeye yatkın psikolojik sendrom… Dünyanın her tarafında oluşmuş diaspora. İdeolojik bölünme, yönlendirilen düşün biçimi vb. değerlerinden kopuş, kendine karşı mazoşist, el kapısında kul kişiliği… Proplem olan Dersimli insanların farklı düşüncelere sahip olması değildir. Düşün tarzlarının kendi halk gerçekliğinden kopuk, kendi toplumsal değerleri ile örtüşmüyor olmasıdır. Siyasal tercihlerinden bağımsız olarak her Dersimli yok olan bir dili ve onun dolayımladığı kültürel formasyonu, başkalaştırılan inanç kimliğini ve en önemlisi insansızlastırılarak yokedilmek istenen yurt mefumunu görmezden gelme lüksüne sahi p olmamalıdır.
Dersim kongresi, bu nesnel gerçekliğin bilince çıkarılmasının bir tazahurudur. Duruma müdahale etme ihtiyacından kaynaklı bir çabadır. En başından bütün Dersimli bireylerin katılımını kendine dert ve amaç edinmiştir. En geniş temsiliyete sürekli ve ısrarla vurgu yapmıştır. Kongre, parcalanmış Dersim toplumsal hafızasını yeniden kurmayı amaçlıyor aynı zamanda. Yakın ve uzun vadeli sorunlarını güçlü bir zeminde gündemleştirerek iç ve uluslararası kamuoyu oluşturmayı amaçlıyor. Tüm birikimleri ihtisas kurumları kanalı ile ses getirici güce dönüstürmeyi amaçlar.
Kongreye çağrı metni, kapsayıcı ve esnektir. Bu metin bir nevi Dersim Kongresi’nin mutabakat sözleşşme taslağıdır. Son şekli açıktırki kongre verecektir.
Kongre, bana göre doğrudan seçim esasına göre toplanmalıdır. Kongre çağrı taslağını esasta benimsiyen her Dersimli kongreye katılma, seçme ve seçilme hakkına sahip olmalıdır. Ayda on euro gibi bir sembolik aidat yükümlülüğü eklenmelidir.
Seçilmış belediye başkanları, vekiller doğal delege olarak katılmalıdır. Türkiye’den sivil toplum örgütleri -dernekler, vakıflar vb.- delege gönderme hakkına sahip olmalılar. Avrupa’da her birey doğrudan katılmalıdır, hiç bir dernek, vakıf delege hakkına sahip olmamalıdır. Çünkü doğrudan katılım delegeliği gereksiz kılar. Amerika, Kanada, Avusturalya gibi uzak alanlardan varsa kurumlar istisna olarak delegelik sistemini kullanabilir.
Sayisal olarak 80 ile 100 kişilik bir yönetim hedeflenebilir. Kongre tanıtım konferansları zaman kaybedilmeden organize edilmelidir. Kongreyi itibarsızlaştırma çabaları boşa düşürülmelidir.
Belirlenen zamanda kongre yapılmalıdır. Sürgit erteleme doğru degildir. Ancak kongre örgütleme komitesi de işini ciddiyete almalıdır, planlı bir çalışma yapmalı, ulaşılması gerekli herkese ulaşmanın yolunu bulmalıdır. Fikre karşı çıkma argümanları yok, fakat pek çok kesim görmezden gelme tavrı ile etkisizlestirme siyaseti güdüyor çünkü.
Yazıyı sonlarken kimi serzenislerimi ifade etmek durumundayım. Vitrinde olma tavrı terkedilmelidir. Kongreyi örgütleyecek komite ağır sorumluluk altındadır, görevini layıkı ile yapmalıdır, yapamayanlar yerini başka arkadaşlara bırakmalı.
Herhangi bir süreci doğru anlamak, onun bütün yanlarını takip etmekle olanaklıdır. Böyle bir yöntem bize doğru eleştiri ve çıkarsama, öneri sunma olanağı sunar. Amaç, bir sürece, düşün biçimine katkı sunmak ve onu doğru yönlere kanalize etmek ise eğer, öncelikle muhatap kişi ve grupların tam olarak ne düşündüğünü bilme zorunluluğu vardır. Her somut organizasyonun ve düşüncenin bir evrimleşme süreci vardır aynı zamanda. Bunu gözden ırak tutamayız. Hakkaniyet, toplumsal örgütlemelerde son derece önemlidir. Kalemi kırmak, geri dönüşü olmayan tutumlar takınmak, kamil insanın işi olamaz.
Dersim Meclisi Girişimi iki yıldır çalışıyor. Kongreyi toplama tarihine hesaplarsak üç yıllıkk bir süreç eder bu. Bu çabaya dahil olan herkesin ortak derdi, en geniş temsiliyeti sağlamak oldu öteden beri. Bunun nasıl sağlanabilineceği hemen hemen her toplantının değişmez gündem maddesi oldu. Önaçıcı her görüş ve öneri sahiplenilmiştir. Somut donelere dayanmıyan, önyargılı, ötekileştirici, ayrıştırıcı, bu anlamda birleştirici değil yıkıcı eleştirilere doğal olarak değer verilmemiştir, bu tür eleştiri sahipleri ile polemik yapılmaktandan kaçınılmıştır. Bu, söylenecek sözümüz olmadığından değil, minder dışına çekilmeye karşı doğru bir duruştur. Polemikler üzerinden kendimizi ifade etmemek, düşüncelerimiz üzerinden kendimizi anlatmak doğru olan tutumdu, böylece de devam edilmelidir. Bu meyanda açıktır ki, sosyal medya üzerinden yapılan itibarsızlaştırmanın, sahiplerine de, Dersim toplumuna da bir getirisi yoktur. Biz, herhalükarda, bunu yapan arkadaslarimızın da yanlışlarının ayırdına vararak bir şekilde sürece dahil olup, katılım sağlayacakları beklentisi içinde olduk. Lafı çok uzatmadan toparlayacak olursam, söyleyeceğim şudur:
Bireylerin kendi özgün düşünceleri üzerinden, bütün toplumun var ya da yokoluş sorunu ile doğrudan ilintili olan bir paradigmayı itibarsızlaştırma çabası, kötü niyet değilse eğer, akıl tutulmasıdır. Dersim Meclisi ya da Dersim Kongresi çalışması içinde olan her Dersimli bireyin kendince bir siyasal gecmişi, geldiği „gelenek“ vardır. Bu realitemizden dolayı kimsenin kimseyi Fizan‘a sürme hakkı yoktur. Dersim‘in dertlerine derman arayacak olanlar da sonuçta yine Dersimliler olacaktır. Şüphesiz ki, her bireyin kendince yanlış bulduğu siyasi düşünce ve eğilimleri eleştirme hakkı vardır. Ancak bu hak kindar bir şekilde kullanılmamalıdır.
Dersim Kongresi, sınıf çelişkileri üzerine oturan bir örgütlenme değildir. Bilinen anlamıyla ulusal bir örgütlenme de değildir. Bu anlamda, birtakım semboller üzerinden kendini ifade etme yolunu seç-memiştir. Bu meyanda, „Dersim Kongresi felakete çağrıdır“ kurgusu üzerine bina edilmeye çalışılan fikrin ne hakkaniyet ile ilgisi var, ne de somut verilere dayanıyor. „FELAKET“ kurgusu üzerine şekillenen bu fikrin sahipleri, önce empati kurmayı, dinlemeyi ve anlamayı denemelidirler derim. Bu yetiyi edinemeyenlerin söyledikleri, ya da söylemeye çalıştıkları doğrular, kalem kırdıkları hüküm kararlarının gölgesinde yok olur. Haklı olarak „öfke baldan tatlıdır“ sözüne sürekli vurgu yapan dost-larımız, öfkelerine yenik düşüyor ne yazikki. Bu, üzücü bir durumdur.
Dersim‘in özgünlüğünü, farklılığını baz alan, bunun neden ve niçinlerini bütün yanları ile ifade etmeye çalışan bir çabadır söz konusu olan. Ve bu çabanın çeyrek asırlık bir evveliyatı vardır. Bu çabaya omuz veren yüzlerce insanın emeği üzerinde şekilleniyor sonuçta her şey. Bütün bu çabalar kiymetlidir. Biri diğerini tamamlamıştır, tamamlayacaktır. Bunu, en iyi nehir metaforu ile açıklayabiliriz. Maharet, bilgelik nehiri görmek değildir. Nehiri oluşturan küçük dereleri, çeşmeleri, yağmuru, seli hatta çiy tanelerini görebilmektir. Her biri ötekine hayat kazandırır. Ancak ne yazık ki, hayatı kendi ile başlatıp, kendi ile bitiren hastalıklı bakış açıları bu basit gerçeği içselleştiremiyor, bunu bir davranış ve düşünüş normuna dönüştüremiyor. Yol ayrımlarındaki kimi ayrı düşüşler, bu bakış açısını karartmamalı oysa. Hayat, bize o yol ayrımlarınn başka momentlerde yeni buluşmalara, kesişmelere dönüştüğünü çokca göstermiştir halbuki.
Tekrarların bıktırıcı olduğunu biliyorum. Ama görünen o ki, bazen bunu yapmak bir zorunluluk oluyor. Yaklaşık bir milyon Dersimli dünya ve Türkiye diyasporasında yaşıyor. Rakamlar neredeyse yarı yarıya, yarımşar milyon yani. Bu durumun yolaçtığı, henüz tam görünür olmayan, ama zaman içinde iyice görünür hale gelecek yığınca toplumsal proplem ile yüzyüze kalacaktır Dersim insanı. Biz bunlar üzerine kafa yormuyoruz. Sorunun vahametinin anlaşılması için burada bir parentez açarak bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Göçmen işçi ve özgün örgütlenmesi tartışmalarını hatırlayın. Her şey bir yana, tek başına bu durum bile diyasporada Dersimlilerin kendi sorunlarına yüzünü çevirmelerini gerektimiyor mu?
İç Dersim’de, yani Mameki’yede, en iyimser rakama göre sayısı 40 bin olan, kasabalara hapsedilmiş bir nüfus gerçekliğinden bahsediyoruz. Bahsediyoruz da, buna karşın ne öneriyoruz? Dersim Kongresi fikrine karşı olanların elle tutulur bir önerileri var mı? Olguları alt alta sıralamakla yetinmek, hangi derde devadır? Herkesin gördüğü ve her fırsatta dillendirdiği şiddet sarmalını dile peleseng etmekle yetinmek neyi çözecek? Dersim Meclisi, çok net bir şekilde şiddet sarmalının son bulması gerektiğıni ikirciksiz bir tarzda defalarca ifade etmiştir. Tüm Dersimli bireylerin kendileri ile yüzleşmesi gerektiği son derece açıktır. Bu bir vicdan muhasebesidir. Bu muhasebenin tam olarak yapilabilirliği de bir aydınlanma süreci ile doğrudan ilintilidir. Şöyle bir derdimiz var. Bununla ilgilenmek önceliğimiz değil midir? Parçalanan toplumsal birliği tarihsel ve kültürürel değerlerimizde varolan normlar üzerinde yeniden inşaa etmek. Öyle ise, buna denk düşen yol ve yöntemler geliştirmek zarrureti yok mu? Peki bu nasıl olacak? Bunu, farklılıklarımızı birbirimize tahammül ederek tartışma kültürü edinerek, hep acaba sorusunu sorarak, kapıyı kapamadan yapmak dışında bir yol var mı? Yok. Vallahi, kuru ajitasyon, tumturaklı “ben” ile kurulup “ben” ile biten cümlelerle bunu kimse başaramaz. Sırf kendine demokrat olmakla hele hiç olamaz. Zehir akan kalemler, egolarını tatmin eder belki, ama birleştirici, yapıcı, tolumsal dokuyu onarıcı rol oynayamazlar. Kerameti kendinden menkul davranış normlarından kaçınmak Dersim’e yaplacak en iyi hayırdır. Dersim’in bir tek canı dahi kaybetmeye tahammülü yoktur. Buna odaklanmak durumundayız. O topraklarda her tür düşünce biçiminin özgürce, hiç bir mahalle baskısı hissetmeden kendini ifade etmesinin iklimini yaratma gibi ağır bir sorumluluk altındayız. Dersim Meclisi ve Dersim Kongresi bu ihtiyacın bir tezahürüdür aynı zamanda. Başarılı olmasının kolay olmadığı açıktır, ancak başkaca da seçenek yoktur.
Dersim’de İstihdam Nasıl Gerçekleşir?
Kimi çevreler sırf Dersim Kongresi‘ne karşı olma adına aklın sınırlarını zorluyor. Dersim Meclisi‘nin mutakabat metinlerinde ifade edilmeyen kurgu ve düşünceler ona malediliyor önce, sonra da bunun üzerinden eleştiri bina ediliyor. Her şeyden önce etik bir tutum değil bu. „Bence şöyle olmalı“ diye başlayan cümleler kurarak fikir ifade etseler sorun yok. Yanlış önermeler olsa bile ağırlığı olur ve çıkarsama yapma olanağı sunar okuyucuya. Örneğin, Tunceli Barosu Başkanı Barış Yıldırım, çok nazikce, ön görülen maden çıkarma metodlarının çevreye nasıl zarar vereceğine dair konu uzmanlarının raporları ve görüşleri olduğunu hatırlatıyordu haklı olarak. Dersim Kongresi Sözleşme Taslağı’nda da buna ilişkin kısa atıflar var. Şimdi, yağma ve talan ekonomisinin tüm ülkeyi ne hale soktuğuna gözümüzü kapayarak, olan biteni yok sayarak, vehme kapılarak yürütülen eleştirinin kıymeti var mı? HES projelerinin yolaçtığı yıkımı sağır sultan bile duydu. Barajların yapımını iptal eden mahkeme kararlarına rağmen bunda ısrar nedir? Barajların yapılmasındaki ısrar, bölgeyi insansızlaştırma politikasının bir versiyonu degil de nedir? “Sol da baraj yapımına karşı duruyor” diye mi bu kadar alerji? Sahi nereye koşuyoruz? Bu cümleleri içim acıyarak kuruyorum. İtham olarak anlaşılmamalı ama, bu savrulmayı da izah etmek gerekiyor. Merkeze bağlı Sanu (Sinan) köyünde, mevcut yasalara aykırı bir şekilde, tas ocağı açılmak isteniyor. Mevcut yasalar, böyle bir işletme için yerleşim alanından en az 25 km uzaklık şartı öngörüyor. Orada yaşayan insanların, yerleşim alanlarının yanıbaşında yasadışı olarak gerçekleştirilmek istenen bu işe karşı çıkışlarını, hak arayışlarını istihdama karşı olmak olarak mı anlamalıyız? Toprağı, havayı, suyu kirleten yatırım biçimlerine karşı olmak ne zamandan beri istihdama karşı olmak oldu, bilen var mı? Bu söylem bana yabancı değil ama, nereden yabancı olamdığını söylemiyeyim en iyisi. İstihdam mı istiyorsunuz? Tonlarca yolu var bunun. Organik tarım, hayvancılık, pilger (inanç) turizmi, profesyonel su sporları tesisleri, dağcılık tesisleri, dinlenme merkezleri, kayak turizmi, tarihsel mekanların değerlendirilmesi, sebze ve meyve üretimi, arıcılık, et ve süt ürünleri konbinaları, tekstil atölyeleri vb. gibi. Ancak, sonuçta sermaye yatırımıdır bunlar ve güvenli siyasal ortam arayışı ile doğrudan ilintilidir. Bu siyasal iklimin yaratılmasında Dersimliler olarak nasıl davranmalıyı elbetteki konuşmalıyız. Bana göre, Dersim Kongresi aynı zamanda bu kanalları açan bir işlev de üstlenebilir. Bu elbette kolay olmayacaktır. Felaket senoryaları üreterek, vur abalıya tavrı ile olmaz bu işler. Utangaç baraj savunuculuğunu, renksiz şekilsiz liberalizmi her şeyin yerine ikame ederek hele hiç olmaz. Toplumsal sivil bir örgütlenme çabasını, aşağıdan, doğrudan katılımı esas alan, her türlü manipülasyonun örtük bir şiddeti içerdiğinin ayırdında olan, gün görmüş, bu anlamda söylediği her cümleyi defalarca düşünen insanları, vicdana sığmayan, yaralayıcı bir tarzla itham eden subjektiv bir yöntemle olmaz. Soyut tartışmalar bize yol aldırmaz. Kendimizi dışarıya anlatmada zorlanmıyoruz. Biribirimize anlatmada zorlanıyoruz. Bunun nedenlerini sorgulama ihtiyacı duymalıyız. Ortak bilinç ve bellek oluşuyor bir çok konuda. Konuyu dağıtmamak adına sıralamıyorum bunları ama, kimi dostlarımız Amerika’yı yeniden keşfetme edasında. Sanıyorlarki, kendileri dışında bunları kimse bilmiyor. Ve bunları büyük bir gururla gözümüze sokmanın dayanılmaz hafifliği modundalar. Ne diyeyim, travma toplumuyuz. Artık bu kadarını da hoş görüyoruz ama, müsadenizle bir serzeniş hakkımız da olsun. Yapmayın, günahtır diyelim bari.
Ak saçlı bir kardeşimiz de her zamanki gibi racon kesiyor ve devamla Dersim Meclisini mağdurlar kursun önerisi getiriyor. KARGADAN BAŞKA KUŞ TANIMIYORUM havasında. Şunu diyor: Geçmişte sol gelenekte yer almış olanlar olmasın! Bilmiyen de sanirki, arkadaşımız ebediyen başka galakside yaşamış. O, hep doğru, hiç yanlış yapmamış sütten cıkmış ak kaşık. Peki, arkadaşımızın bahsettiği Dersim’de ki şidettin mağdurları neden Dersim Kongresi’nde yer almasın? Buna engel olan bir tutum ve anlayış mı var? Yok. Ama birileri, parçlanmış Dersim birliğini kaşıyarak istikbal arıyor. Mesela Hakis’li bir Dersimlinin Meclis toplantılarına katılarak, maruz kaldığı zoru dillendirdiğini bilmiyor arkadaşlarımız. Toplantıya katılan diğer insanların konuşma hakkından feragat ederek bu insanımızı can kulağı ile dinlediğini de bilmez bu arkadaşlar. Çünkü, onlar önyargılarını kusmaktan başka bir iş yapmıyorlar. Yine, Dersim’de şiddete ve zora maruz kalan ve mağdur olanların tespiti için bir alan calışmasının gerkliliğinin defalarca dile getirildiğini de bilmezler, ya da bilmemezlikten gelir bu arkadaşlarımız. Yaşama hakkının kutsallığına yapılan vurguların da önemi yoktur bu arkadaşlarımız için. Ne yapalım peki? Kalemimizi kılıç keskinliğinde bileyip, kamplaştırıcı cepheler mi açalım? “Milis torunları” gibi ucube genellemeler mi yapalım? Beğenmediğimiz insanları, aşiret mensubiyetinden yola kalkarak sizin gibi linçe mi tabi tutalım?
Hayır, sizin gibi yapmayacağız. Bedel edebiyatı da yapmayacağız. Dernek koltuklarına yapışıp kalmayı varlık yokluk meselesi yapma geleneğini de kıracağız. Üzerine oturulan o vazgeçilmez meret koltuklar altından da olsa sonucta oraya kıçımız ile oturuyoruz. Kimse kimseden üstün değildir. Aslolan söz ve davranış bütünlüğüdür, gerisi teferuattır. Farklılıklar, aykırılıklar zenginliğimizdir. Niyet okuma gibi bir tutumumuz olmadı, olmayacaktır da. Gölgesi ile kavga edenler devam etsinler. Bütün fikirlere önerilere değer verdiğimiz ortadır. Aleni bir faaliyet yürütüyoruz. İnsanlarımızın kapısına kadar gidiyoruz, düşünceleri toplayıp harmanlama çabası içindeyiz. Yayın ilkelerimizi aşmayan her türlü yazıyı yayınlıyoruz, bu yazılara dip notlar düşmeyi bile zul sayıyoruz. Kendimizi her defasında kollektiv olarak sorguluyoruz. Neden, niçin sorusunu çok şükür yazın ve düşün soframızdan eksik etmemeye çalışıyoruz. Basit karşıtlıklar üzerinden düşünce üretmenin yıkıcılığının farkındayız. Ne yapalım? Toplumsal hayatta emeklenmeden yürünmüyor. Genelleme yapmamaya itina gösteriyoruz. Anların gerekli kıldığı düşün tarzını olmazsa olmazımız yapmaya özen gösteriyoruz.
Toparlayacak olurasak:
Eleştirilerin dayandığı argümanlar olmalı. Sözün ağırlığı ve karşılığı olmalı, “Xişto’nun da hançeri var “desinler diye yazılmaz.
27 Şubat 2018
Dersim Meclisi Girişimi’nin 19-21 Şubat 2016 tarihinde Zwingenberg’de yaptığı 1. toplantı sonrası yayınladığı “Zwingenberg Sonuç Bildirgesi”nden bu yana Dersim Meclisi’nin yol haritasını belirlemek, birbirimizi anlamak, ortak akıl oluşturarak birlikte yol almak amacıyla fikir telakisinde bulunuluyoruz.
Bu amaçla biz de fikrimizi belirtmek istiyoruz.
Dersim Meclisi Girişimi’nin Dersim Meclisi’ne dönüşmesi zaruri olduğu kadar temsiliyet açısından da çok büyük bir önem taşımaktadır. Bu temsiliyetin sağlanması ancak mümkün olduğu kadarıyla en geniş kesimin doğrudan katılımı ile gerçekleşecek bir kongre ile mümkündür. Kongreye katılan herkes seçme ve seçilme hakkına sahip olmalıdır. Geniş kesimlerin düşünceleri alınarak belirlenen meclis üye sayısı kongrede seçilmelidir.
Kongre öncesi diaspora ve Türkiye’de olmak üzere iki paralel çalışmanın yürütülmesinde yarar var. Bu çalışmalar yerel veya bölgesel konferanslarla yürütülür ve akabinde kongreye gidilerek meclis seçimi gerçekleştirilirse meşruluk sorunu ortadan kalkmış olacağı gibi manevi baskı oluşturma şansı da elde edilmiş olur.
Seçilmiş olan Türkiye ve diasporadaki meclislerin üst koordinasyonunun oluşturulması ve bu koordinasyonu da denetleyen bir kamiller kurulunun oluşturulmasıyla 1. aşama tamamlanmış olur. 2. aşamada ise gerekli komisyonlar oluşturularak çalışmalar yürütülür.
Bazı dostlarımızın ve çalışma arkadaşlarımızın da belirttiği gibi “Dersim hakkında yaratılan tüm yanlış algılara veya bilgi kirliliğine karşı” birlikte mücadele verebilmemiz için asgari müştereklerimizi saptamamız gerekiyor. Sanırım aşağıda belirtilen asgari müşterekler birlikte yolalmamızı kolaylaştıracaktır:
• Anadolu ve Kürdistan coğrafyalarının yanı sıra Dersim coğrafyasının tarihi sınırlarıyla tanınması, adının iadesi ve korunması,
• Eşit yuttaşlık talebi ile Dersim’in Dersimlilik ve Kırmanc/Zaza kimliğinin tanınması
• Raa Haqi İnaç kimliğinin tanınması,
• Anadilde eğitim hakkının tanınması babında Zazaca’ya pozitif yaklaşım,
• Dersim ’38 Soykırımı’yla yüzleşilmenin sağlanması, idam edilenlerin itibarlarının iadesi ve yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi…
Ebe selam u hurmet bımane weşiye de.
27.03.2016
Baki İşçi, Xal Çelker