Aylardır ha bugün ha yarın gerçekleşecek denilen Türkiye Devleti’nin Kuzeydoğu Suriye’yi işgal harekatı başladı. Türk ordusuna bağlı askeri birlikler ve yerli işbirlikçileri Kuzey Suriye’deki yerleşim alanlarını hem havadan, hem karadan ateş altına almış durumda. „Barış Pınarı Harekatı“ şimdiden savaşı, yıkımı, göçü ve ölümü daha yoğun bir şekilde Kürt, Ezidi ve Arap halklarının yaşamının bir parçası haline getirmiş durumda. Bölgedeki gözlemciler işgal harekatının ilk iki gününde 60 binin üzerinde insanın göç yollarına düştüğünü bildiriyor.
Bölgedeki her güç tavrını stratejik ve taktik çıkarlarına göre şekillendiriyor. Buna göre askeri, siyasi, iktisadi ittifaklar kuruluyor, yeri geldiğinde bozuluyor, dün düşman sayılanlarla bugün iş tutuluyor, dost sayılanlar arkadan hançerleniyor. Stratejik dostluk gibi soyut söylemlerin reel politikada karşılığının olmadığı bütün çıplaklığıyla ortada duruyor. „Barış Pınarı Harekatı“, Trump rejiminin, Putin‘in ve onun denetimindeki Esad’ın onayıyla gerçekleşmektedir. Kuzey Suriye hava sahasının uçuşa açık tutulması, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov‘un „Ankara ile Şam arasında diyalog başlatmaya çalışacakları“ açıklaması ve Amerika’nın askeri güçlerini harekattan önce sahadan çekmesi, harekatın koordineli ve önceden varılan bir anlaşma zeminine dayandığına işaret ediyor. NATO müttefiki Türk ordusunun savaş uçaklarıyla „Barış Pınarı“ndan Kürt, Ezidi ve diğer halk kitlelerinin yerleşim alanlarına gökten harıl harıl ateş akıttığı bir anda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) New York’da harekatın kınanmasına dair teklifi reddetmekle meşguldü. Hem Rusya, hem de „Kürtler’in hamisi“ rolündeki Amerika, AB üyesi 5 ülkenin göstermelik de olsa harekatı kınama talebiyle gündeme aldığı karar tasarısının çıkmaması için veto hakkını kullanmaktan geri durmadı. Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupa Birliği ülkelerinin işgal harekatını kınamalarının sahada ve uluslararası platformlarda ciddi hukuksal bir karşılığı olmayacaktır. Amerika üzerinden PYD gibi Kürt siyasi ve askeri güçleriyle ne gibi pazarlıkların ve anlaşmaların yapıldığını ve bu anlaşmalara kimlerin uyup uyumadığını ise ancak tahmin edebiliyoruz. Fakat öyle görünüyor ki, bölgedeki bilek güreşinin ve tepinmenin bu raundunda da kabak yine Kürt, Ezidi ve yoksul Arap halklarının başında patlayacaktır.
Bölgeye hakim güçler, Türkiye gibi orta ölçekli güçlere çıkarlarına helal getirmedikleri ölçüde yol vereceklerdir. Sınır aşıldığında bu güçlerle çatışmaktan geri durmayacaklardır. Abdülhamit‘in torunlarının Osmanlı damarının kabarmasının elbette ki bir maliyeti/bedeli olacaktır. Erdoğan Rejiminin bu bedeli ödeme arzusunda olduğu ve mümkün olandan fazlasını elde etme hevesiyle yanıp tutuştuğunu tahmin etmek pek zor değil. Fakat şimdilik ne Amerika‘yla, ne de Rusya’yla ekonomik ve askeri olarak kaşık atma kudretine sahip olmadığını da dünya alem biliyor. Zamanı geldiğinde önüne koyacakları hesap yekünü Saddam’ın ve Kaddafi’nin burnunun dibine dayadıklarından çok daha ağır olabilir.
„Amerika Kürtleri sattı“ vb. feveranların Kürt ezilen kitlelerinin bilincini karartmaktan ve onları demoralize etmekten başka bir yararı yoktur. İşine gelmediği anda Amerika’nın satmadığı kimse mi kaldı bu dünyada? Kaderini bölgedeki büyük güçlerin çıkarlarına endeksleyenlerin, Kürt ve bölgenin diğer mazlum ve mağdur halk kitlelerinin gücüne güvenmeyen, onların pasifize edilmesinde adeta payanda rolü oynayanların fazla şikayette bulunma hakkı olmamalıdır.
İşgalci güçler ele geçirdikleri topraklarda ne yapıyorlarsa, Türk Devleti de ona benzer şeyler yapacaktır. Arazideki güç dengelerini kendi lehine çevirmek için, kendisine biçilen sınırları da zorlayarak, konumlanmaya ve böylelikle pazarlık masasında elini güçlendirmeye, yıkım, sürgün ve ölümle bölge halkını sindirerek kendisine mecbur kılmaya çalışacaktır. IŞID vb. selefist-şeriatçı vandallar işgal edilen bölgelere yerleştrilerek hem demografik yapı mimarlığı yapılacak, hem de geride kalan Kürt, Ezidi ve muhalif Arap kitleleri bu cani sürülerinin insafına mahkum edilecektir. Mümkün olduğu kadar bölgede kalmanın uluslararası hukuksal zemini oluşturulmaya çalışılacak. Planları tutar mı? Belli olmaz! Başarılıp başarılmayacağı elbette ki ayrı bir hesap.
“Barış Pınarı”ndan sınırın her iki tarafına savaş, zulüm ve istikrarsızlık akacaktır. Vatan-Sakarya-Millet edebiyatıyla içte OHAL ya da sıkıyönetim benzeri durumlar meşrulaştırılacak, savaşa karşı çıkan herkes kriminalize edilecek, vatan haini olarak damgalanacaktır. Provakatif eylemlerle (İstihbarat güçleri ve yerel işbirlikçiler eliyle sınırın Suriye tarafından atılacak ve sivillerin can kaybına yol açacak roketler vb.) şoven güruhlar galeyana getirilip harekete geçirilecek, ırkçı-şoven hezeyanlara iştirak etmeyen toplumsal kesimlerin linç edilmesine yol verilecektir.
Yeni bir savaş bölge halklarına „Korku ve sefaletten başka bir şey veremez. Yakar, yıkar, öldürür, yok eder“. „Barış Pınarı Harekatı“ bölgede hiç bir siyasal sorunu çözmeyeceği gibi, şiddet sarmalını daha da güçlendirecektir. Türk Devleti, Kuzey Suriye işgalini derhal durdurmalı, ordusunu geri çekmelidir. Kürtlerin ve diğer bölge halklarının demokratik hakları verilerek güvence altına alınmalıdır.
Dersim Kongresi
Ekim 2019