Herhangi bir süreci doğru anlamak, onun bütün yanlarını takip etmekle olanaklıdır. Böyle bir yöntem bize doğru eleştiri ve çıkarsama, öneri sunma olanağı sunar. Amaç, bir sürece, düşün biçimine katkı sunmak ve onu doğru yönlere kanalize etmek ise eğer, öncelikle muhatap kişi ve grupların tam olarak ne düşündüğünü bilme zorunluluğu vardır. Her somut organizasyonun ve düşüncenin bir evrimleşme süreci vardır aynı zamanda. Bunu gözden ırak tutamayız. Hakkaniyet, toplumsal örgütlemelerde son derece önemlidir. Kalemi kırmak, geri dönüşü olmayan tutumlar takınmak, kamil insanın işi olamaz.
Dersim Meclisi Girişimi iki yıldır çalışıyor. Kongreyi toplama tarihine hesaplarsak üç yıllıkk bir süreç eder bu. Bu çabaya dahil olan herkesin ortak derdi, en geniş temsiliyeti sağlamak oldu öteden beri. Bunun nasıl sağlanabilineceği hemen hemen her toplantının değişmez gündem maddesi oldu. Önaçıcı her görüş ve öneri sahiplenilmiştir. Somut donelere dayanmıyan, önyargılı, ötekileştirici, ayrıştırıcı, bu anlamda birleştirici değil yıkıcı eleştirilere doğal olarak değer verilmemiştir, bu tür eleştiri sahipleri ile polemik yapılmaktandan kaçınılmıştır. Bu, söylenecek sözümüz olmadığından değil, minder dışına çekilmeye karşı doğru bir duruştur. Polemikler üzerinden kendimizi ifade etmemek, düşüncelerimiz üzerinden kendimizi anlatmak doğru olan tutumdu, böylece de devam edilmelidir. Bu meyanda açıktır ki, sosyal medya üzerinden yapılan itibarsızlaştırmanın, sahiplerine de, Dersim toplumuna da bir getirisi yoktur. Biz, herhalükarda, bunu yapan arkadaslarimızın da yanlışlarının ayırdına vararak bir şekilde sürece dahil olup, katılım sağlayacakları beklentisi içinde olduk. Lafı çok uzatmadan toparlayacak olursam, söyleyeceğim şudur:
Bireylerin kendi özgün düşünceleri üzerinden, bütün toplumun var ya da yokoluş sorunu ile doğrudan ilintili olan bir paradigmayı itibarsızlaştırma çabası, kötü niyet değilse eğer, akıl tutulmasıdır. Dersim Meclisi ya da Dersim Kongresi çalışması içinde olan her Dersimli bireyin kendince bir siyasal gecmişi, geldiği „gelenek“ vardır. Bu realitemizden dolayı kimsenin kimseyi Fizan‘a sürme hakkı yoktur. Dersim‘in dertlerine derman arayacak olanlar da sonuçta yine Dersimliler olacaktır. Şüphesiz ki, her bireyin kendince yanlış bulduğu siyasi düşünce ve eğilimleri eleştirme hakkı vardır. Ancak bu hak kindar bir şekilde kullanılmamalıdır.
Dersim Kongresi, sınıf çelişkileri üzerine oturan bir örgütlenme değildir. Bilinen anlamıyla ulusal bir örgütlenme de değildir. Bu anlamda, birtakım semboller üzerinden kendini ifade etme yolunu seç-memiştir. Bu meyanda, „Dersim Kongresi felakete çağrıdır“ kurgusu üzerine bina edilmeye çalışılan fikrin ne hakkaniyet ile ilgisi var, ne de somut verilere dayanıyor. „FELAKET“ kurgusu üzerine şekillenen bu fikrin sahipleri, önce empati kurmayı, dinlemeyi ve anlamayı denemelidirler derim. Bu yetiyi edinemeyenlerin söyledikleri, ya da söylemeye çalıştıkları doğrular, kalem kırdıkları hüküm kararlarının gölgesinde yok olur. Haklı olarak „öfke baldan tatlıdır“ sözüne sürekli vurgu yapan dost-larımız, öfkelerine yenik düşüyor ne yazikki. Bu, üzücü bir durumdur.
Dersim‘in özgünlüğünü, farklılığını baz alan, bunun neden ve niçinlerini bütün yanları ile ifade etmeye çalışan bir çabadır söz konusu olan. Ve bu çabanın çeyrek asırlık bir evveliyatı vardır. Bu çabaya omuz veren yüzlerce insanın emeği üzerinde şekilleniyor sonuçta her şey. Bütün bu çabalar kiymetlidir. Biri diğerini tamamlamıştır, tamamlayacaktır. Bunu, en iyi nehir metaforu ile açıklayabiliriz. Maharet, bilgelik nehiri görmek değildir. Nehiri oluşturan küçük dereleri, çeşmeleri, yağmuru, seli hatta çiy tanelerini görebilmektir. Her biri ötekine hayat kazandırır. Ancak ne yazık ki, hayatı kendi ile başlatıp, kendi ile bitiren hastalıklı bakış açıları bu basit gerçeği içselleştiremiyor, bunu bir davranış ve düşünüş normuna dönüştüremiyor. Yol ayrımlarındaki kimi ayrı düşüşler, bu bakış açısını karartmamalı oysa. Hayat, bize o yol ayrımlarınn başka momentlerde yeni buluşmalara, kesişmelere dönüştüğünü çokca göstermiştir halbuki.
Tekrarların bıktırıcı olduğunu biliyorum. Ama görünen o ki, bazen bunu yapmak bir zorunluluk oluyor. Yaklaşık bir milyon Dersimli dünya ve Türkiye diyasporasında yaşıyor. Rakamlar neredeyse yarı yarıya, yarımşar milyon yani. Bu durumun yolaçtığı, henüz tam görünür olmayan, ama zaman içinde iyice görünür hale gelecek yığınca toplumsal proplem ile yüzyüze kalacaktır Dersim insanı. Biz bunlar üzerine kafa yormuyoruz. Sorunun vahametinin anlaşılması için burada bir parentez açarak bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Göçmen işçi ve özgün örgütlenmesi tartışmalarını hatırlayın. Her şey bir yana, tek başına bu durum bile diyasporada Dersimlilerin kendi sorunlarına yüzünü çevirmelerini gerektimiyor mu?
İç Dersim’de, yani Mameki’yede, en iyimser rakama göre sayısı 40 bin olan, kasabalara hapsedilmiş bir nüfus gerçekliğinden bahsediyoruz. Bahsediyoruz da, buna karşın ne öneriyoruz? Dersim Kongresi fikrine karşı olanların elle tutulur bir önerileri var mı? Olguları alt alta sıralamakla yetinmek, hangi derde devadır? Herkesin gördüğü ve her fırsatta dillendirdiği şiddet sarmalını dile peleseng etmekle yetinmek neyi çözecek? Dersim Meclisi, çok net bir şekilde şiddet sarmalının son bulması gerektiğıni ikirciksiz bir tarzda defalarca ifade etmiştir. Tüm Dersimli bireylerin kendileri ile yüzleşmesi gerektiği son derece açıktır. Bu bir vicdan muhasebesidir. Bu muhasebenin tam olarak yapilabilirliği de bir aydınlanma süreci ile doğrudan ilintilidir. Şöyle bir derdimiz var. Bununla ilgilenmek önceliğimiz değil midir? Parçalanan toplumsal birliği tarihsel ve kültürürel değerlerimizde varolan normlar üzerinde yeniden inşaa etmek. Öyle ise, buna denk düşen yol ve yöntemler geliştirmek zarrureti yok mu? Peki bu nasıl olacak? Bunu, farklılıklarımızı birbirimize tahammül ederek tartışma kültürü edinerek, hep acaba sorusunu sorarak, kapıyı kapamadan yapmak dışında bir yol var mı? Yok. Vallahi, kuru ajitasyon, tumturaklı “ben” ile kurulup “ben” ile biten cümlelerle bunu kimse başaramaz. Sırf kendine demokrat olmakla hele hiç olamaz. Zehir akan kalemler, egolarını tatmin eder belki, ama birleştirici, yapıcı, tolumsal dokuyu onarıcı rol oynayamazlar. Kerameti kendinden menkul davranış normlarından kaçınmak Dersim’e yaplacak en iyi hayırdır. Dersim’in bir tek canı dahi kaybetmeye tahammülü yoktur. Buna odaklanmak durumundayız. O topraklarda her tür düşünce biçiminin özgürce, hiç bir mahalle baskısı hissetmeden kendini ifade etmesinin iklimini yaratma gibi ağır bir sorumluluk altındayız. Dersim Meclisi ve Dersim Kongresi bu ihtiyacın bir tezahürüdür aynı zamanda. Başarılı olmasının kolay olmadığı açıktır, ancak başkaca da seçenek yoktur.
Dersim’de İstihdam Nasıl Gerçekleşir?
Kimi çevreler sırf Dersim Kongresi‘ne karşı olma adına aklın sınırlarını zorluyor. Dersim Meclisi‘nin mutakabat metinlerinde ifade edilmeyen kurgu ve düşünceler ona malediliyor önce, sonra da bunun üzerinden eleştiri bina ediliyor. Her şeyden önce etik bir tutum değil bu. „Bence şöyle olmalı“ diye başlayan cümleler kurarak fikir ifade etseler sorun yok. Yanlış önermeler olsa bile ağırlığı olur ve çıkarsama yapma olanağı sunar okuyucuya. Örneğin, Tunceli Barosu Başkanı Barış Yıldırım, çok nazikce, ön görülen maden çıkarma metodlarının çevreye nasıl zarar vereceğine dair konu uzmanlarının raporları ve görüşleri olduğunu hatırlatıyordu haklı olarak. Dersim Kongresi Sözleşme Taslağı’nda da buna ilişkin kısa atıflar var. Şimdi, yağma ve talan ekonomisinin tüm ülkeyi ne hale soktuğuna gözümüzü kapayarak, olan biteni yok sayarak, vehme kapılarak yürütülen eleştirinin kıymeti var mı? HES projelerinin yolaçtığı yıkımı sağır sultan bile duydu. Barajların yapımını iptal eden mahkeme kararlarına rağmen bunda ısrar nedir? Barajların yapılmasındaki ısrar, bölgeyi insansızlaştırma politikasının bir versiyonu degil de nedir? “Sol da baraj yapımına karşı duruyor” diye mi bu kadar alerji? Sahi nereye koşuyoruz? Bu cümleleri içim acıyarak kuruyorum. İtham olarak anlaşılmamalı ama, bu savrulmayı da izah etmek gerekiyor. Merkeze bağlı Sanu (Sinan) köyünde, mevcut yasalara aykırı bir şekilde, tas ocağı açılmak isteniyor. Mevcut yasalar, böyle bir işletme için yerleşim alanından en az 25 km uzaklık şartı öngörüyor. Orada yaşayan insanların, yerleşim alanlarının yanıbaşında yasadışı olarak gerçekleştirilmek istenen bu işe karşı çıkışlarını, hak arayışlarını istihdama karşı olmak olarak mı anlamalıyız? Toprağı, havayı, suyu kirleten yatırım biçimlerine karşı olmak ne zamandan beri istihdama karşı olmak oldu, bilen var mı? Bu söylem bana yabancı değil ama, nereden yabancı olamdığını söylemiyeyim en iyisi. İstihdam mı istiyorsunuz? Tonlarca yolu var bunun. Organik tarım, hayvancılık, pilger (inanç) turizmi, profesyonel su sporları tesisleri, dağcılık tesisleri, dinlenme merkezleri, kayak turizmi, tarihsel mekanların değerlendirilmesi, sebze ve meyve üretimi, arıcılık, et ve süt ürünleri konbinaları, tekstil atölyeleri vb. gibi. Ancak, sonuçta sermaye yatırımıdır bunlar ve güvenli siyasal ortam arayışı ile doğrudan ilintilidir. Bu siyasal iklimin yaratılmasında Dersimliler olarak nasıl davranmalıyı elbetteki konuşmalıyız. Bana göre, Dersim Kongresi aynı zamanda bu kanalları açan bir işlev de üstlenebilir. Bu elbette kolay olmayacaktır. Felaket senoryaları üreterek, vur abalıya tavrı ile olmaz bu işler. Utangaç baraj savunuculuğunu, renksiz şekilsiz liberalizmi her şeyin yerine ikame ederek hele hiç olmaz. Toplumsal sivil bir örgütlenme çabasını, aşağıdan, doğrudan katılımı esas alan, her türlü manipülasyonun örtük bir şiddeti içerdiğinin ayırdında olan, gün görmüş, bu anlamda söylediği her cümleyi defalarca düşünen insanları, vicdana sığmayan, yaralayıcı bir tarzla itham eden subjektiv bir yöntemle olmaz. Soyut tartışmalar bize yol aldırmaz. Kendimizi dışarıya anlatmada zorlanmıyoruz. Biribirimize anlatmada zorlanıyoruz. Bunun nedenlerini sorgulama ihtiyacı duymalıyız. Ortak bilinç ve bellek oluşuyor bir çok konuda. Konuyu dağıtmamak adına sıralamıyorum bunları ama, kimi dostlarımız Amerika’yı yeniden keşfetme edasında. Sanıyorlarki, kendileri dışında bunları kimse bilmiyor. Ve bunları büyük bir gururla gözümüze sokmanın dayanılmaz hafifliği modundalar. Ne diyeyim, travma toplumuyuz. Artık bu kadarını da hoş görüyoruz ama, müsadenizle bir serzeniş hakkımız da olsun. Yapmayın, günahtır diyelim bari.
Ak saçlı bir kardeşimiz de her zamanki gibi racon kesiyor ve devamla Dersim Meclisini mağdurlar kursun önerisi getiriyor. KARGADAN BAŞKA KUŞ TANIMIYORUM havasında. Şunu diyor: Geçmişte sol gelenekte yer almış olanlar olmasın! Bilmiyen de sanirki, arkadaşımız ebediyen başka galakside yaşamış. O, hep doğru, hiç yanlış yapmamış sütten cıkmış ak kaşık. Peki, arkadaşımızın bahsettiği Dersim’de ki şidettin mağdurları neden Dersim Kongresi’nde yer almasın? Buna engel olan bir tutum ve anlayış mı var? Yok. Ama birileri, parçlanmış Dersim birliğini kaşıyarak istikbal arıyor. Mesela Hakis’li bir Dersimlinin Meclis toplantılarına katılarak, maruz kaldığı zoru dillendirdiğini bilmiyor arkadaşlarımız. Toplantıya katılan diğer insanların konuşma hakkından feragat ederek bu insanımızı can kulağı ile dinlediğini de bilmez bu arkadaşlar. Çünkü, onlar önyargılarını kusmaktan başka bir iş yapmıyorlar. Yine, Dersim’de şiddete ve zora maruz kalan ve mağdur olanların tespiti için bir alan calışmasının gerkliliğinin defalarca dile getirildiğini de bilmezler, ya da bilmemezlikten gelir bu arkadaşlarımız. Yaşama hakkının kutsallığına yapılan vurguların da önemi yoktur bu arkadaşlarımız için. Ne yapalım peki? Kalemimizi kılıç keskinliğinde bileyip, kamplaştırıcı cepheler mi açalım? “Milis torunları” gibi ucube genellemeler mi yapalım? Beğenmediğimiz insanları, aşiret mensubiyetinden yola kalkarak sizin gibi linçe mi tabi tutalım?
Hayır, sizin gibi yapmayacağız. Bedel edebiyatı da yapmayacağız. Dernek koltuklarına yapışıp kalmayı varlık yokluk meselesi yapma geleneğini de kıracağız. Üzerine oturulan o vazgeçilmez meret koltuklar altından da olsa sonucta oraya kıçımız ile oturuyoruz. Kimse kimseden üstün değildir. Aslolan söz ve davranış bütünlüğüdür, gerisi teferuattır. Farklılıklar, aykırılıklar zenginliğimizdir. Niyet okuma gibi bir tutumumuz olmadı, olmayacaktır da. Gölgesi ile kavga edenler devam etsinler. Bütün fikirlere önerilere değer verdiğimiz ortadır. Aleni bir faaliyet yürütüyoruz. İnsanlarımızın kapısına kadar gidiyoruz, düşünceleri toplayıp harmanlama çabası içindeyiz. Yayın ilkelerimizi aşmayan her türlü yazıyı yayınlıyoruz, bu yazılara dip notlar düşmeyi bile zul sayıyoruz. Kendimizi her defasında kollektiv olarak sorguluyoruz. Neden, niçin sorusunu çok şükür yazın ve düşün soframızdan eksik etmemeye çalışıyoruz. Basit karşıtlıklar üzerinden düşünce üretmenin yıkıcılığının farkındayız. Ne yapalım? Toplumsal hayatta emeklenmeden yürünmüyor. Genelleme yapmamaya itina gösteriyoruz. Anların gerekli kıldığı düşün tarzını olmazsa olmazımız yapmaya özen gösteriyoruz.
Toparlayacak olurasak:
Eleştirilerin dayandığı argümanlar olmalı. Sözün ağırlığı ve karşılığı olmalı, “Xişto’nun da hançeri var “desinler diye yazılmaz.
27 Şubat 2018