Osmanlı İmparatorluğu ve devamı olan Türkiye Cumhuriyeti tarihi aynı zamanda Anadolu, Dersim, Mezopotamya halklarına yaşatılan fiziki ve kültürel soykırımlar tarihidir.
Devlet, Amerika’da Kızılderililer, Avusturalya’da Aborjinler, Avrupa’da Yahudi soykırımlarını yaşatanların özür dileyip gerekeni yaptıkları gibi davranmalıdır. Siyasi mücadele verenler ise dar kalıpçı yaklaşımlardan arınarak, halkların dil, kültür ve inanç farklarına saygı gösterip sahiplenerek hareket etmelidirler.
Anadolu, Dersim ve Mezopotamya topraklarında inkara dayalı yaklaşımlar bitmedikçe, Türk-İslam anlayışını dayatmaktan vazgeçilmedikçe, gerçek anlamda bir yüzleşme yaşanmadıkça, sayısına bakılmaksızın tüm halklara aynı göz hizasında bakılmadıkça barış ve huzur içinde kardeşçe bir arada yaşam mümkün olmaz.
Bu aylar soykırımları hatırlama, yas tutma ve anma aylarıdır. Ermeni, Asur-Süryani-Keldani, Pontus, Ezidi, Kırmanc/Zaza vd. halklarına yaşatılanlar dile gelecek.
1948 yılında kararlaştırılan Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. Maddesinde soykırım,
„Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir öbeğin tümünü ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle üyelerinin öldürülmesi, üyelerine fiziki ya da ruhsal açıdan zarar verilmesi, fiziki varlığını tümüyle ya da kısmen sona erdirecek yaşam koşullarıyla yüz yüze bırakılması, öbek içi çoğalmanın engellenmesi, bünyesindeki çocukların başka bir öbeğe aktarılması“ eylemlerinden herhangi birinin işlenmesi olarak tanımlanmaktadır.
Gerek bu tanımlama gerek tüm bu acıları yaşayan halkların tanımlamaları yaşananların birer soykırım olduğunu göstermektedir.
Tertelê ‘38i / Dersim Soykırımı
Dersim’e yönelik ilk rapor Dersim’e vali olarak atanan Arif Paşa’nın 1841 yılında kaleme aldığı askeri araştırmadır[1]. Sonu gelmeyen bu raporların asıl amacı Dersim’e hükmetme çabasıdır.
“Dersime sefer olur, zafer olmaz” söylemi Osmanlı’nın yüzyıllarca saldırıp da Dersim’e hükmedemediğinin ifadesi olmakla beraber bu durum Cumhuriyetle birlikte değişir.
Cumhuriyet Osmanlı’nın bu insanlık dışı mirasını devralır ve Dersim’i yok etmek amacıyla önce tarihi Dersim coğrafyasının çeperinden başlar. 1921’de Koçgiri, 1925’de Piran, Darhani ile Elazığ’ı vurur. Ardından 1937-38 Soykırımıyla Dersim’i içten kuşatır.
6 Mart 1921’de Sivas, Erzincan ve Elazığ’da sıkıyönetim ilan edilir. 13 Mart 1921’de ise Giresunlu Topal Osman Çetesi’nin yardımıyla Sakallı Nureddin Paşa komutasındaki orduyla Koçgiri’ye saldırılır. 132 köy yakılır, yıkılır; yüzlerce Koçgirili öldürülür, binlercesi de Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürülür.
Hedeflenen ve yok edilmek istenen coğrafya DERSİM[2]
«(…)
Dersim tarihi, dili, inancı, kültürü ve birçok başka renkleriyle farklı bir toplumdur. Bu karakteristik yapısından ötürü; bütün tarih boyunca Türkiye devletince yok edilmesi hedeflenmiştir. Uzun tarihte gerçekleştirdiği katliamlar ve ’37-38 Soykırımı ardışık dalgalarıyla bugüne kadar devam etti. 1993-’94 yıllarında bütün köylerimiz yakıldı/yıkıldı ve dünyanın dört bir yanına sürüldük. Bu saldırı ile Dersim’i boşalttılar ve demografik yapısını neredeyse sıfırladılar.
Yakın tarihlerde “Dersim’i bir koloni olarak ele almalıyız, ona göre strateji kurmalıyız” demişlerdi. Bu bakış açısı ve strateji güncelleştirilerek devam ettiriliyor. Bir koloni gibi ele almalarının sonucunda “soykırım”a çıktılar.
(…)
Türkiye Cumhuriyeti ve Vahabi-Selefi iktidar, bu küçük coğrafyayı neden bu denli tehlikeli gösteriyor?
(…)
Burada onun bağnaz inanç dünyasıyla, ırkçı-şoven ideolojik yapısıyla, tarihi ve tüm maneviyatıyla temelde uyuşmayan bir küçük dünya var, bir Dersim var…»
Ermeni Soykırımı
Osmanlı’nın Ermenilere müdahalesi 1890 yılında II. Abdülhamid tarafından kurulan Hamidiye Alayları ile başlar. 25 Şubat 1915 tarihinde ise Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından “güvenlik ve önlemleri artırmak” amacıyla hazırlanarak Osmanlı kuvvetlerinde görev yapan tüm Ermenilerin görevlerinden uzaklaştırılması ve terhis edilmeleri emrini veren 8682 sayılı kanun ile devam eder. 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni devrimci örgütlerinin kapatılması ve örgütün ileri gelen üyelerinin tutuklanması, akabinde uygulanan Etnik temizlik ve zorla göç ettirme ile 1,5 milyon civarında Ermeni öldürülür.
Asur-Süryani-Keldani Soykırımı
Türkiye ve Kuzey Irak-İran-Suriye Asur-Süryani-Keldanileri Asurlular, Aramiler olarak da bilinir. Katolik olan bu halka Papa tarafından “Keldaniler” adı verilmiştir.
Yaşadıkları bölgenin en güçlü Hristiyan elementi olan Keldani ve Süryanilerin tarihi zulüm, katliam, aşağılanma ve unutulma hikayeleriyle dolu. 1915 yılında Osmanlı topraklarında yaşayan Asurilerin %80-85’i katledilmiştir…[3]
1914-1920 yılları arasında Kuzey Mezopotamya ve kısmen Güneydoğu Anadolu’daki Asuri nüfusu Osmanlı birlikleri tarafından zorla göç ettirildi ve öldürüldüler.[4]
Süryanice “Seyfo”, “Saypa” (Kılıç) denen Asuri Soykırımı’nda hayatını yitirenlerin sayısı 270 bin civarındadır.
Pontus Soykırımı
Pontos Rum Soykırımı diğer ulusların yaşadığı soykırımının ötesinde daha da uzun bir sürece yayılmıştır. Hem Osmanlı hem İttihat ve Terakki hem de Mustafa Kemal’in dönemini de kapsayan bir süreçte yaşanmıştır. Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak tüm Pontos Rumları’nı imha emrini vermesinden önce 153 bin kişi katledilmiş, cumhuriyetin kuruluş sürecinde ise 200 bin kişi katledilmiştir.
(…)
Pontos ve Küçük Asya Rumlarına yönelik soykırımının az biliniyor olmasının temel sebebi, soykırımın bu evresinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuyla ilgisindendir. Türkiye Cumhuriyeti, İttihat ve Terakki’nin bıraktığı mirası devralan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmalarıyla başlayan yeni süreçte geride kalmış tek Hristiyan topluluk olan Pontoslu Rumlar ve Küçük Asya Rumları’nı da imha ederek kurulmuştur.
Sadece imha da yetmemiş, 1923 yılında Türkiye ve Yunanistan devletleri arasında yapılan Mübadele Anlaşması ile 200 bine yakını Pontoslu Rum olmak üzere, 1 milyon 250 bin Rum sürgün edilmiştir.[5]
Êzidi Soykırımı
Êzidiler, Irak Kürdistanı’nda Saddam iktidarı döneminde yaşama geçirilen Enfal operasyonlarına kadar, çoğu Osmanlı İmparatorluğu döneminde olmak üzere 73 kez katliama uğradı. Ezidiler, Saddam Hüseyin’in ‘Enfal‘ adı verilen Kürtlere dönük katliamları döneminde ise iki kez öznel olarak katledildi; bir diğer büyük katliam ise 2011 yılında Şengal’de 500’e yakın Êzidi’nin öldürüldüğü bombalı saldırı eylemi oldu. Ağustos 2014’te IŞİD’in Şengal’i işgal etmesiyse, Êzidi tarihinde yaşanan 77’inci katliam.
Êzidiler Araplar, Farslar, Türkler, Hıristiyanlar ve hatta Müslüman Kürtlerin katliamlarına uğradılar. Laleş, onlarca kez Êzidilerin başına yıkıldı; kadınları, kızları hem pazarlarda esir olarak satıldı, katledenlerin cariyeleri oldular.[6]
Hangi etnik, inanç veya siyasi gruba uygulanırsa uygulansın soykırım bir insanlık suçudur. Başta soykırımlara ve katliamlara uğramış tüm toplumlar olmak üzere yaşanan acıları birlikte hissetmek, tutulmamış yasları birlikte tutmak, ortak bir gelecek için ortak bir bellek oluşturmak zorunlu bir görevdir…
Soykırımcı zihniyetle hesaplaşmak ve yaşanan travmalarla yüzleşmek toplumların eşit haklarla bir arada yaşamasının teminatıdır…
Soykırıma ve katliamlara uğramış halkların acılarını unutmuyoruz!
Tutulmamış yaslarını tutuyoruz!
Anılarına saygıyla…
18.04.2019
Dersim Kongresi Meclisi – Yürütme Kurulu
[1] Faik Bulut, Dersim Raporları, Yön Yayıncılık, 1991.
[2] 12.08.2017, DM-Avrupa
[3] Buğra Poyraz, http://www.mirasdergi.com/keldaniler/
[4] https://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCryani_Katliam%C4%B1#cite_note-Anahit-2
[5] Tamer Çilingir, http://siyasihaber4.org/katledilen-350-bin-pontos-rumundan-haberdar-misiniz
[6] Fehmi Işık, http://www.diken.com.tr/9-sorudaezidiler-kimdir-ve-ne-yasadilar/