Mektupla Kimlik
Geçmişte yazılmış belgelerden veya yaşanmış olaylardan hareketle kesin, deĝişmez sonuçlar çıkarmak, daha da ileri giderek kendi görüşlerini o döneme, o dönemde yaşamış kişilere söylettirmek doĝru bir yöntem sayılamaz. Munzur Çem´in, „Yakın tarihimize ait iki tarihi belge: Alişêr Efendi’nin mektupları“ isimli yazısı(https://www.gazeteduvar.com.tr/…/yakin-tarihimize-ait-iki-…/) bu bakımdan sorunlu. M. Çem bu mektuplardan hareketle Kürtlüĝümüzü yeniden ispatlıyor.
Her şeyden önce her olay, görüş kendi döneminin gerçekliĝi içinde deĝerlendirilmelidir. Birinci Dünya Savaşı´ndan yenilgiyle çıkan Osmanlı yeniden şekilleniyordu. İmzaladıĝı antlaşmalar vardı(Sevr´i hatırlıyalım). Aynı dönemde Dersimlilerin Kongre dedigi Ankara Hükümeti vardı veya oluşum aşamasındaydı. Diyap Aĝa ve Hesen Xeyri´nin de içinde olduĝu başka bir grup Ankara Hükümeti ile birlikte bir çözümden yanaydılar. İki grupda son derece pragmatikti. Aşiret çelişkilerinin de bu gruplaşmalarda rolü vardı. Ayrıca bu çözüm arayışları da hain-kahraman mantıĝı ile deĝerlendirilmemelidir.
Ama o dönemdeki gruplaşmalar, görüşler, anlayışlar bu güne monte edilemezler. O günkü güç ilişkilerinin bir sonucuydular. Alişêr´in yazdıĝı söylenilen mektupları da böyle deĝerlendirmeliyiz.
Mektuplar da yazılanlara baktıĝımızda (Çem´in yazısında aktardıĝı kadarıyla) ciddi problemler var. Alişêr yazmış diye kabul etmek zorunda mıyız? Mesela Alişêr, „(Kürdistan) ırken ve dinen bir bütündür ve ayrılamaz…“ diye yazmış. Çem, buna katılıyor mu? Yakın zamanda Alevilik- İslam ilişkisine yönelik bunun tam tersi görüşleri yayınlanmıştı. Eĝer Alişer´in Kürtlük tanımı tartışmasız kabul ediliyorsa, „dinen bütündür“ görüşü de kabul edilmelidir. Dahası Alişer´in yaşadıĝı dönemde Yezidiler önemli bir nüfusa sahiplerdi. Yezidiler Kürt Beylerinin de ortak olduĝu saldırılara, katliamlara uĝruyorlardı, Alişer´in bunu görmemesi, Yezidiliĝi de „bütün“ ün içine almasını kabul mü etmeliyiz?
Dersim, Ermenistan ve Kürdistan içinde görülüyordu(Sevr´e göre) veya içinde yok sayılıyordu. Dersim´in ileri gelenleri o günkü güç ilişkileri içinde kendilerine göre bir çözüm, statüko elde etmeye çalışıyorlardı.
Mektuplar biraz da yazılan yerin, grubun görüşleri dikkate alınarak yazılmıştır. İslami vurgu da, Kürtlük vurgusu da bu ihtiyacın sonucudur. Dersimlilerin Paris´te bir Şerif Paşa´sı yoktu. Dersim, Osmanlı´nın bölgeye hakim olduĝu dönemden(1514) mektupların yazıldıĝı döneme kadar Osmanlı- Kürt ittifakı ile yönetilmişti. Osmanlı yeniden şekillenirken Alişêr ve çevresi bu ittifakda bir güç olmak, hak elde etmek istiyorlardı.
ektupların dilinden anlaşılıyor. Mesela, „300 bin silahlı“ güç ne kadar doĝru? Ayrıca, aşiretler bu mektuba ne kadar destek veriyorlar. Mesela Seyit Rıza bütün Şıx Hesenenlerin lideri mi? Ya da İdare İbrahim bütün Seydanların lideri mi? Mektup bizzat okunup imzalanmış mı, ya da „çerçevesi“ anlatılarak onay mı alınmış?
Mektupların kime yazılıyorsa, Ora´nın görüşleri dikkate alınarak yazıldıĝı Lozan´a çekilen öteki gurubun isteklerinden, dilinden de belli oluyor. Dersimliler adına başka mektuplar da var. Mesela, Seyit Rıza´nın „bizi Türkistan´a geri gönderin“ dediĝi bir mektup var. Bu da belge. Ne yani burdan da Türklüĝümüz mü ispatlanmış olacak. Mektubu(dilekçeyi) yazanlar, okuyacakların beklentisine göre bir şeyler yazmışlar. İçinde el-ayak öpme gibi sözler de var. Bunlar nihayetinde „aracılar“ın dili. Dersimlilerin de nasıl bir çaresizlik içinde olduĝunu gösteriyor.
M. Çem bu vesile ile Nuri Dersimi´yi de anmış. Ve O´nu eleştirenleri özeleştiriye çaĝırmış.
Niye, hangi eleştiri yanlış?
Nuri Dersimi´nin kendi yazdıkları var. İlişkileri var. Kabul ettiĝi eylemleri var. Bunlara yönelttigimiz hangi eleştiri yanlış?
Seyit Rıza´nin aĝzına monte ettirdiĝi „son sözleri“ ne yöneltigimiz eleştiri mi yanlış?
Seyit Rıza´yı „general“ diye gösterip, sanki Dersim´de iki ordu arasında savaş varmış gibi göstermesine yönelttigimiz eleştiri mi yanlış?
Ermeni Soykırımı´nı haklı göstermesine yönelttigimiz eleştiri mi yanlış?
…
Çêm, „Yıllardır Dersim halkı üzerine spekülatif haberler yayan, “Zazalar Kürt değil, onların Kürtlerin hakları ve Kürdistan’a özgürlük” diye bir istemleri olmadığını iddia eden, bu amaçla işi yalan ve iftiraya kadar vardıran çevreler, bunları okuyunca ne yapacaklar acaba? Utançtan yüzleri kızaracak, yol açtıkları tahribatlardan dolayı en başta halktan özür dileyecekler mi? Yine yalan ve iftira ile küçük düşürmeye çalıştıkları, sınır tanımaz ölçüde hakaret ettikleri M. Nuri Dersimi’ye dönüp “Sana haksızlık ettik, bizi affet” diyecekler mi? Söz konusu kara propagandaya karşılık gerçekleri açığa çıkartmaya çalışan ve bu nedenle de iftira, hakaret ve hatta tehditlerle yüz yüze kalan bizlere de aynı şekilde özür borçları olduğunu hatırlayacaklar mı?“ diyerek eleştirinin sınırlarını aşmış.
Yazısını son derece saldırgan, propagandiv bir dil ve hakaretle yazmış.
Yazdıklarımız, eleştirilerimiz belgeli.
Eleştirilerimizde yanlışlıklar yapmış olabiliriz. Gösterirlerse düzeltiriz. Ama utanacak, sıkılacak bir işimiz yok.
Mensubu olduĝumuz halkın dilini, kültürünü, ulusal-demokratik haklarını savunmuşuz. Savunmaya da devam edeceĝiz.
Neden Kürt karşıtı olalım ki? Kürt Hareket(ler)inin yanlışlarını eleştirmek niye Kürt karşıtlıĝı olsun ki?
Kürt deĝiliz deyince, Kürtlere hakaret mi ediyoruz?
Hayır, bu iftirayı, karalamayı red ediyoruz.
M. Çem hakaret ve tehditin ne olduĝunu öĝrenmek istiyorsa bulunduĝu şehirde Dersim Cemaatı var. Onlardan sorsun.
Dersim Gecelerini kim engelledi?
Dövülenleri, tehdit edilenleri öĝrenebilir.
Hatta internet´den kısa bir arama yapsın. Nasıl, „Zazacı“, „Dersimci“ diye görülenlerin hedef gösterildiĝini, tehtid edildiĝinin yüzlerce örneĝini okuyabilir.
Ben bildiĝim, bizzat yaşadıĝım olayları aktararak „eski yaraları“ yeniden deşmek istemem.
İnsaflı olmak, eleştiride hakkaniyetli davranmak, vicdan sahibi olmak demokratlıĝın da, aydın olmanın da geregidir diye düşünüyorum.
Tarihi belgeleri, olayları zorlayarak bu güne monte etmenin propaganda deĝeri olabilir, ama uzun vadede inadırıcılıĝı olmaz.
Şapkadan tavşan, bu mektuplardan kimlik, ulus tarifi çıkmaz.