Dersim Meclisi’nin Toplumsal ve Tarihsel Rolü Nedir ? Siyasal ve Örgütsel Biçimi Nasıl Olmalı?
“Dersim Meclisi” nedir? Nerden icab etti? Hangi ihtiyacın cevabıydı? Meclis nasıl oluşturulmalı? Nerde kurulmalı? Nasıl bir işlevi olmalı? vb, soruları irdeleyen bir yazı kaleme almayı planlamıştım.
Yazının GİRİŞ bölümünü yazıp yayımladıktan sonra farkettim ki, bazıları tarafından yazı hiç alakası olmayan başka yerlere (FDG’de taraf-tarafsızlık meselesine) indirgenmiş ve asıl konuşulması-tartışılması gerekli olan Meclis meselesi ise „güme“ gitmiş, görülmez olmuş. Bu yüzden de yazının gerisini getirmekten vazgeçtim… Yayınlanan o giriş yazısın da, nerden böyle bir sonuç çıkardılarını sonra anladım.
Dersim Meclisi’nin oluşum sürecini anlatmaya çalışırken, FDG (Avrupa-Dersim Dernekleri Federasyonu) de ki yaşanan son çelişkilere ve krize değinmiştim. Dersimliler arasında “Meclis” oluşturma fikrinin yeniden gündeme gelmesinin (daha önce de benzeri „Meclis“, „Mıslet“ isimleri altında iki girişim olduğunu biliyoruz) ve bu olaya yeniden vesile olan hadiseyi kısaca anlatmaya çalışmam, bazı arkadaşlar da sıkıntı yarattı. Yanlış anlaşılmaları önlemek, art niyetli kara propagandacıları durdurmak için yazının devamını yazmaktan bir süreliğine vazgeçtim, şimdi o yazının yeniden yazılıp sonuçlandırılmasının zamanı geldi.
——————————
İnsan yaşamın da icad edilen, inşa edilen, oluşturulan, değiştirilin, dönüştürülen her şeyin, insanın bireysel veya toplumsal (kollektif) ihtiyaçından kaynaklandığını, bireysel veya toplumsal ihtiyaçlara cevap vermek, karşılamak için icad edildiğini hepimiz biliyoruz. Burda kimsenin kimseye tarih ve toplum bilgisi dersi vermesine, yada kimseden almasına gerek yok. Hepimiz de bu alanda yeterli bilgiye ve birikime sahibiz… Fakat işin şöyle bir tarafı var; meseleyi sadece bilmek yetmiyor. Asıl mesele bu bildiklerimizi, biriktirdiklerimizi nasıl bir araçla ve hangi yöntemle hayata geçirebilme becerisini gösterip gösterememe meselesidir.
“Dersim Meclis Girişimi”nin Zwingenberg toplantısına katılan arkadaşlar hatırlıyacaklardır. “Araç ve amaç” meselesine dair kısa bir örnek vermiştim ve demiştim ki; oluşturulan her araç amacına hizmet etmek zorundadır. Ama aracın işlev göreblimesi, amacına hizmet edebilmesi için de, sadeca amacı belirlemek yetmiyor. Kullanılacak araç, amacın bütün özelliklerini de kendi içinde barındırmak ve taşımak zorunda olmalı ki, ancak o zaman aracımız gerçek anlamda işlevlini görebilsin. Yani « taşı kırmak için en az taş kadar sert bir araca » sahip olmamız gerektiğini hatırlatmıştım…
Şimdi bizim „Meclis“ meselesine gelelim:
Dersim Meclis fikri hangi ihtiyaça cevaben ortaya çıktığını, işlevinin ne olması gerektiğini, ne tür özellikler bünyesinde taşıması gerektiğini, hangi özelliklere sahip olması gerektiğini anlamak ve anlatmak zorundayız.
1.) Dersim/Désım Meclis’in de Ne Anladığımız Sorusu:
Dersim halkının kültürel, inançsal ve etnik farklılığını; hem onu cevreleyen ve kuşatan komşu halklar tarafından biliniyor, hemde toplumun kendi fertleri(Dersimliler olarak) sahip oldukları tarihsel, inançsal, kültürel ve etnik farklılığın farkında oldukları biliniyor.
Dersim’in ve Dersimlilerin varolan bu farklılığı; 1071’den günümüze gerek merkezi devlet otoritesi ve siyasal yapısının, tarihte günümüze Dersim halkına karşı aldığı tutumla anlaşılmıştır, gerekse de Dersimlinin merkezi devlet (Beylik, Kırallık, İmparatorluk) otoritesine ve onun siyasi yapısına karşı aldığı mesafeyle net olarak ortaya çıkmıştır…
Bu tarihsel ve toplumsal farklılığın iki temel sebebi vardır:
Birinci sebep; Dersimlinin kendisiyle doğa-insan-ölüm yaşam ilişkisini tarif ederken, sahip olduğu inanç farklılığıdır. ikinci sebep ise, Dersim halkı’nın kendini ifade ederken diğer halklardan değişik olarak kullandığı dil farklılığıdır.
Dersim toplumunun son bin yılllık tarihinde; merkezi otoriteyle bu farklılığı yüzünde yaşadığı çatışmaların binlerce kanıtı ve ispatı vardır. Dersim toplumu kendisiyle, doğa arasındaki dengeyi, kendisiyle komşu halklar arasındaki dengeyi, kendisiyle yakını arasındaki dengeyi, kendisiyle ailesi, eşi, akrabası arasındaki dengeyi; sahip olduğu inançı ve konuştuğu dili vasıtasıyla yaşamıştır, korumuştur ve yaşatmıştır.
Sahip olduğu Alevi (Raa-Rea Heq)inancı ve konuştuğu (Kırmançki/Zazaki ve Kırdaşki-Kurmanci) dili; Dersim toplumunu bütün tarihi süresince çevre topluluklarla kendi arasında kurduğu ilşkilerin ayıracı, veya birleştirici temel ilkesi olmuştur.
Dilini konuştuğu ve anlaşabildiği insanlarla dost, inancını kabul ettiği ve paylaştığı insanlarla da akraba olmuştur. Bu iki özelliğe sahip olan insanların barındığı ve yaşadığı topraklara da Dersim/Désım, Welaté Kirmanciye, Herd u Dewreş, Jiar u Diyar demiştir.
Dersim toplumu idare (adalat) biçimi olarakta tarih boyunca, gerek kendi iç sorunlarının çözümü için, gerekse de komşu halklarla olan çelişkilerin çözümü için başvurduğu tek yetkili organ ve mecri ise; Aşiret ve Ocak ilişkisi üzerinde inşa edip kurduğu Meclis-Mıslet “yapılanmaları-kurumları” olmuştur. Toplumsal işlevi olan bu yapılara bugünkü dille “kurum” diyoruz. Ama gerçek işlevi ise; toplumsal hukuğun ve barışın sağlandığı, ortak bir sözleşmenin varolduğu, ortak kararların herkesin razılığı ile alındığı, alınan kararlara da istisnasız herkesin uyduğu, bir bireyin, bir aşiretin veya bir kabilenin çıkarını değil, bütünün çıkarlarını gözeten, koruyan, sağlayan sosyal ve hukuki idare mekanizmalarıydı.
Dersim toplumu gerek çekirdek Dersim‘de, gerekse de onu çevreleyen kabuk Dersim’de ortalama 50 yıl öncesine kadar, kendi içinde kurduğu bu toplumsal sistem ve mekanizmayla günlük yaşamını idare ediyor ve sürdürüyordu. Bu nedenle de Dersim halkı arasında Meclis-Mislet kavramının karşılığı vardır, kökü çok eskilere dayanır, Meclis-Mısletın Dersim toplumun da tarihsel bir geçmişi vardır.
İşte asıl olarak bizim arzuladığımız “ Dersim Meclis-Mısleti “ buna tekabul etmelidir. Dersim toplumu içerisin de izleri ve karşılığı olan, bu toplumsal sözleşmenin modern bir hale dönüştürülmesi, günümüz ihtiyaç ve sorunlarına göre yeniden reorganize edip, ona yeni işlevler kazandıracağımız ve hayata geçireceğimiz bir mekanizma olmalı, Dersim toplumu arasında toplumsal konsansüsün sağlandığı, bir uzlaşma merkezi olmalıdır. Bu temelde inşa edeceğimiz bir Dersim Meclisi, Aleviler için de bir idare modeli olabilir ve olmalıdır da.
2.) Nasıl Bir Dersim Meclisi Arzuladığımız.
Günümüz Dersim toplumu çoğrafik olarak çok dağanık olduğu gibi, örgütsel olarakta çok başlı bir toplum haline dönüşmüştür. Her nekadar Dersimli bireyler, diğer toplulukların-halkların fertlerine göre daha örgütlü bir tolum gibi görünse de, Dersim toplumu’nun gerçeği; başkası için hertürlü örgütlülüğün ve riskin en başında, önünde yer alırken, kendisi için örgütlülüğü yok denecek kadar zayıf, örgütsüz bir halk konumunda olmasıdır. Türkiye’nin en büyük resmi muhalefet partisinden başlayıp, bütün Sol-Sosyalist ve Kürt ulusal hareketilerin birinci veya ikinci adamının Dersimli olması veya Dersim kökenli birinin seçilmesi tesadüf değildir, diğer taraftan Dersim halkının kendi geleceği içinse bukadar dağınık ve parçalı halde olması tam anlamıyla, traji komik bir haldir.
Bu dağınıklığın ve parçalanmışlığın temelinde bin yıllık bir geçmiş vardır elbetteki. En bilinen tarihi 1500’lü yılların başlangıcıdır.
Merkezi Osmanlı yönetimi yaptığı seferlerle, Dersim halkını göçe zorlarken, bir taraftan da dışardan sürekli farklı inanç ve farklı dilleri konuşan toplulukları getirip Dersime yerleştirmenin yollarını aramışıtr. Örneğin bugün Siverek vb, civar bölgeler de Kırmançki-Zazaki konuşan ama inanç olarak Sünnileşen Zazaların 1500’lü yıllarda Dersim’de göç ettirildikleri.. Yanısıra Erzurum, Bingöl, Muş, Malatya, Elbistan, Kayseri, Sivas, Erzincan bölgelerinde yüzlerce, ve hatta binlerce yerleşim alanın Dersim kökenlilerden oluştuğu, Etnolojik ve Antropolojik araştırmalarla da kanıtlanan bir gerçektir artık.
Diğer taraftan bugün Pertek, Mazgirt, Çamişgezek vb, yerleşim yerlerin de yaşayan birçoğunun (Türkçe veya Kürtçe konuşan) dışardan getirilip Dersim’e yerleştirildikleri tarihi bir sır olmaktan çıkıp, doğruluğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir artık.
Kısacası Cumhuiyet dönemi de dahil olmak üzere, Merkezi Osmanlı idare biçimi; yüzyılardır Dersim Halkı’nın kimliğini, inancını, dilini, kültürel ve etnik demografik yapısını içerden ve dışardan çökertmek için her türülü yol ve yöntemi denemiştir. Uyguladığı yöntemlerin birçoğunda da başarılı sonuçlar elde etmiştir.
Dersim çoğrafyasında yaşanan son yüzyıllık olaylara baktığımızda; tükenmek ve yok olmak üzere olan bir kültürün, inancın, dilin ve halkın son demlerini yaşadığını görürüz. 1900’lerden buyana Dersim çoğrafyasın da yaşananlara bir bütün olarak baktığımızda; yapılanların Kırmançki-Kırdaşki konuşan Alevi-Kızılbaş bir halkın bütün izleriyle tarihte silmenin son vuruşları olduğuna tanık oluyoruz.
1900’lerden başlayarak 1915 Ermeni kıyımıyla devam eden süre, Dersimdeki göçü hızlandırmış. Fakat esas olarak 1938’deki yaşanan kıyımla bu göç stratejisi doruğa çıkmıştır. Dersimliler daha önceki (1900 öncesi) göçlerde, Merkezi Dersim çoğrafyasının yakın sınır bölgelerine gidip sığınırken, 1938 göçü ve sürgünü Dersimlileri Türkiye’nin hertarafına dağılmasına yolaçmıştır. 1970-80’li yıllardan sonra ise buna Avrupa boyutu da eklenince, Dersimliler Dünyanın heryerine dağılmış oldular..
Dolayısıyla Dersimliler, yada Dersim nufusu bugün en çok nerde yoğundur diye baktığımız da veya sorduğumuz da, doğal olarak ilk akla gelecek yer Mamekiye(Tunceli) dir. Fakat bu asıl gerçeği artık yansıtmıyor. Örneğin sadece İstanbul’da en az Mamekiye (Tunceli) nufusu kadar Dersimlinin yaşadığın biliyoruz. Buda demek oluyor ki, Osmanlı’dan günümüze Ermeniler’den sonra Türkiye çoğrafyasın da Derimliler kadar kitlesel göç veren ve Diasporalarda yaşayan başka hiç bir halk yoktur. Bunun sebebiyse, birinin Hırıstiyan diğerinin Alevi-Kızılbaş olmasıdır.
İşte benim arzuladığım DERSİM MECLİSİ; ana yurtlarında kopup farklı dönemler de, farklı zamanalar da, farklı bölgelere sürgün edilen, göç eden, Türkiye’nin ve Dünya’nın değişik yerlerine dağılan ne kadar Alevi-Kızılbaş Dersimli varsa, kendilerini bu yapı içerisin de temsil etmeli, yok olmak üzere olan bir halkın yeniden dirilişini-rönesansını sağlayan bir araç niteliğini taşımalıdır. Kaybolmakla yüzyüze olan bu halkın sesi, soluğu kulağı, nefesi, dili, kimliği olacak bir Dersim Meclisi-Mısleti arzuluyorum.
3.) Dersim Meclis Çalışmaları Nasıl Örgütlenmeli:
Bir önceki ara başlıkta belirtiğim gibi ; Dersim toplumu çoğrafik olarak çok dağanık olduğu gibi, örgütsel olarakta çok başlı bir toplum haline dönüşmüştür.
Aslında Dersim toplumunun yönetici-idare, lider-önder, örgüt geleneği ve toplumsal örgütlenme biçimi Ocaklar yapısındaki işleyiş sisteminde mevcuttur. Dersim kökenli bütün aşiretlerin bağlı oldukları bir Ocağı, Ocakların da birbirine bağlı oldukları dairesel-çember (piramitsel değil) şeklinde yürüyen bir yapısı vardı. Hirarşiyi, otoritenin denetimini red eden, tek şefliliği kabul etmeyen, bütün ocakların birbirini denetlediği, birbirine bağlı olduğukları ve birbirine danışarak yürüttükleri bir sistemdi, Dersimdeki eski ocaklar-aşiretler sistemi.
Peki Ocak dediğimiz sistemin görev ve yetki sınırı da şuydu: Dersim halkının toplumsal barışını ve idaresini örgütlemek, birey ve aile üzerinde ahlaki, kültürel değer sistemini sağlamak. Yani bireyin, ailenin ve toplumun günlük hayatını organize ederken, bağlı olduğu ve mensubu olduğu aşretin bütün yetkilerini birara da topladığı ve merkezileştirdiği en üst otoriteydi ocak sistemi.
Organik olarak, her ailenin bağlı olduğu bir ezbeti vardı, her ezbetin bağlı olduğu bir aşireti, her aşiretin bağlı olduğu bir ocağı, her ocağın bağlı olduğu bir Piri-Dedesi, her Pirin-Dedenin de bağlı olduğu bir Mürşidi vardı. Mürşitlerin de birbirine karşı sorumlu oldukları ve bağlı oldukları Serçeşmeleri vardı. Dersim toplumu, sosyal, hukuksal, kültürel, yönetim ve idare biçimini yüzlerce, hatta binlerce yıl bu sistemle yürütmüşlerdir. Dersimin, despotik Osmanlı otoritesine ve yapısına karşın, kendisini ve otonom yapısını işte böyle bir idare sistemiyle yönetmiş ve bu yönetim sistemiyle kendini koruyup, 1900’lerin ortalarına kadar getirmiştir.
Bu örgütsel ve idare sistemi ilk büyük darbeyi 1938’de almıştır. Ulus-Devlet (Etat-Nation) temeli üzerinde inşa edilmeye çalışılan ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti’nin 1938’deki ana hedefi; en başta Dersimdeki ve bir bütün olarak Alevi-Kızılbaş toplumu arasında varolan bu idare sistemini ortadan kaldırmak, ulus temeli ürende inşaa edilen merkezi devlet yapısının idare biçimini empoze edip, Ulus (millet) devlet hukuğunu topluma dayatmak oldu.
1938’de aldığı bu büyük darbe sonrasında, içte ve dışta dağılmakla yüzyüze kalan Dersim toplumu, daha sonraki yıllar da hernekadar kendini yeniden toplarlayıp, varolan eski sistemi yeniden örgütlemeye ve ayağa kalkmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Toplumun bel kemiği olan Ocak ve aşiretlerin önde gelen büyük bir kitlesini, 38 gibi bir felaket aldı götürdü. Usene Seyid’in deyimiyle “kiminin sonu ip, kiminin de sürgün de ölüm” oldu. Yüzyılar boyunca Ocakları, Pirleri, Dedeleri, Mürşidleri tarafında yönetilmiş bir toplum, birden kendini sahipsiz, başsız, rehpersiz terk edilmiş, ortada bırakılmış “anasız-babasız” öksüz bir vaziyette buldu…
1938 sonrasındaki süreci hepimiz biliyoruz. 1940-50’lili yıllar da doğan ve yetişen kuşak; 1970’lerde Türkiye’yi sarmalayan, toplumun bütün etnik, sosyal, kültürel ve inançsal katmanlarını etkileyen, alternatif idare yönetim modelleri öneren, hu alternatif toplum iddaleri için mücadele eden muhalefetin içinde kendini buldu. Dersim gençliğinin ve şehirli aydın kuşağının o dönem başka da bir alternatif yoktu zaten. Dersim gençliği, kendi yaşam felsefesiyle de uyuşan; eşitlikci, barışcıl hakka niyetli yeni bir dünya ve toplum modeli için mücadele etmekten pekte haksız sayılmazdı. Dönemin Türkiyesin de, toplumsal halk muhalefinin savunduğu eşitlik, özgürlük, adalet ve bağamsızlık talebi; Alevi-Kızlbaş Dersim halkının da genel talebleri sayılırdı. Ayrıca Dersimliler için, Dersim 38 gibi henüz taze olan, kapanmamış kanayan derin birde yaraları vardı. Ayrıca bu yarayı açan siyasi devlet otoriteden sorulması gereken bir hesabı vardı. Dersim halkı ve toplumu o hesabı sorma amacıyla, kendisini içinde bulduğu politik atmosferden bir daha sıyıramadı, hesap sorma fikri Dersim toplumu için birnevi tuzağa dönüştü.
Burda sorun; Dersim halkının ve gençliğinin politize olması, yada politikaya ilgi duyması meselesi değildir elbetteki. Günümüz endüstriel kapitalist modern toplumlar da, bir halkın politize olması, o toplumun bir eksiği veya yanlışı değildir.Tam tersine toplum için o durum büyük bir avantaj sayılır. Bütün mesele toplumun birey ve fertleri, o politik durumu-avantajı kendi halkının lehine çevirebilme beçerisini gösterip gösterememesinden yatmaktadır. Bu becerilmediği taktirde o avantaj konumundaki politik atmosfer, toplum için dezavantaja dönüşebilir ve bir halkın tamamen bitmesine de sebep olabilir.
Dersim halkı ve toplumu için malesef olan da bu son olasılık oldu. Dersim Meclisi oluşturulduğunda, dezavantaja dönüşen bu durum, ciddi bir şekildi tekrar Dersimliler için avantaja dönüştürüle bilinir.
4.) Dersim Meclisi’nin; Varolan Federasyon, Örgüt, Parti..vb, Dersimli siyasi yapılarla ilişkisi nasıl olmalı.
Dersim halkının politize ve örgütlü bir halk olduğunu herkes, hepimiz artık biliyoruz. Evet Dersimliler örgütlü bir haktır! Ama sorun; yukarda da söylediğim gibi bu halk, bu örgütlü gücü ve politikayı kendi lehine dönüştürmüyor, yada dönüştüremiyor. Asıl sorun da kendisi için, kendi çıkarları için politika yapmamasında kaynaklanıyor. Bu yüzden de o politik avantaj kendi alehine, yani bir dezavantaja dönüşüyor.
Neden mi böyle oluyor?
Anlatayım: Kendi geleceği ve kendi çıkarı, kendi talepleri ve ihtiyacı için örgütlenmeyen bir halk, kendi ihtiyaçlarına cevap verecek örgütlü yapılar oluşturmayan, o araçlara sahip olmayan bir halk, kendisi için işlevi olmayan örgütler içinde yeralan bir halk , başkasının politikasına alet olmaktan, başkası tarafından kullanılmaktan, başkasının maşası olmaktan, başkası için politika yapmaktan, başkası için varolmaktan kendisini alıkoyamaz.
Ama kendisi için örgütlü olabilmesi ve kendi geleceği için politika yapabilmesinin yolu da, o halkın, o toplumun kendisine dair gelecek toplum projesine sahip olması gerekiyor.
Dersim Meclisinin işi işte tamda burda başlayacaktır, Meclise burda ihitiyaç duyulacaktır, yada Dersim Meclisi tamda burda devreye girecektir.
Nasıl mı olacaktır?
Onu da anlatayım: Geçenlerde Türkiye’de Meclis çalışmalarına ilgi duyan ve destek veren bir dostumuzdan bir mesaj aldım. Bana gelen o mesajı ve kendisine verdiğim cevabı sizinle kabaca paylaşmak istiyorum. Gelen mesajda sorulan soru şuydu: Diyordu ki ; “Neredeyse her ilde, Dersime ait bir dernek var. Bu derneklerin de bir federasyonu var. Bu federasyon çıkar derse ki: “Biz Türkiye’nin her yerinde örgütlüyüz ve Dersim’in sorunlarını dile getiriyoruz, çözüm arıyoruz. Barajlara tepki koyduk, HES’lere tepki koyduk. Bir çok davayı kazandık. Dersim’in ekolojisi ile de çalışıyoruz. Bizim yapmadığımız neyi yapacaksınız?” derlerse, “Haksızsınız” diyemeyiz. Ne diyeceğiz, meclis çalışanları ne diyecek bu durumda?”
Cevabım şu oldu : « Sen de haklısın. Onlar da haklı, aynen öyle derler ve diyecekler de : Birincisi bir defa Dersim Meclisi tam da o yapmakla görevli oldukları ve « yapacağız » dedikleri, Dersimliler tarafında sahip çıkılıp savunulan talepleri yapıyorlarmış gibi gözküp yapmadıkları zaman, onlara o işleri yaptıracak bir mecri olacak. İkincisi Dersim Meclisi onların göremedikleri, yada görüpte üstünde duramadıkları sorunları, onlara göstermek ve anlatmak, onların önüne yeni işler çıkaracak, onlara yeni işler önerecek, onlar tarafından yapımı dahi tasarlanmayan ve düşünemedikleri işler koyacak bir merkez olacak. Bu işleri yapıyoruz diyen o dernek, federasyon, örgüt, parti vs, o işleri sadece yapıyor görünüyorlar, kenarında köşesinde tutuyorlar, hatta dah açık konuşmak gerekirse, Dersimin gerçek sorunlarının çözümünde, adam gibi iş yapan birkaç dernek dışında ortada fazlada yapılan bişey yok aslında…
Çünkü genel olarak bu dernek, federasyon, örgüt ve partilerin asıl işi ; Dersim’in dilini, kültürünü, doğasını, inancını, geleceğini, geçmişini kurtarmak, korumak falan değildir. Bunu sen de biliyorsun, ben de biliyorum, herkeste böyle olduğunu çok iyi biliyor. Hatta hepimiz de biliyoruz ki, onların asıl işi Dersim değil, devrim yapıp memleketi kurtarmaktır.. Kendilerince çokta haklılar da aslında. Sorun onalrın sorunu değil. Onların amacı ve asıl görevi, arzuladıkları iktidarlarını, devletlerini kurmaktır. Kurmak istedikleri bu devletin adı Sosyalist Halklar Cumhuriyeti olur, Kürdistan olur, Türkistan olur, fark etmez adı önemli değil. Ama bu arada Dersim sorunu Türkiye devletinin hem bugününü ve hem de geçmişini ilgilendiren çok önemli bir mesle olduğu için, yara çok eski ve derin olduğu için, Dersimliler içerisinde bu yönlü bir yakınmanın ve dövünmenin varolduğunu farkettikleri için, onların talepleriyle de ilgileniyorlar, işte o ilgilenme de ancak bukadarlık bir ilgilenme oluyor. Ne yazıkki sonrasında gerisi gelmiyor…
Bu durum aslında bir bakıma sorun da değil artık. Şimdiye kadar biz onlarla hep bu mesele yüzünde kavga ettik; “siz Dersimlilere yalan söylüyorsunuz, Dersimin sorunlarını ve çıkarlarını gerçekten savunmuorsunuz” dedik. Onlara bir çok şey söyledik, yazdık, eleştirdik. Onlar da bizim için çok şey söylediler…. Ama bundan böyle artık birbirmizle kavga etmeyeceğiz ve etmemeliyiz de. Tamam diyeceğiz, madem siz de bu talepleri savunuyorsunuz biz de savunuyoruz, o halde buyrun beraber bu işleri yapalım diyeceğiz. Gerçekten Dersim’in sorunları ve meseleleriyle ilgileneceksiniz; o halde buyrun hep beraber yapalım, hoydur meydan diyeceğiz…
Bunu başara bilmemizi için ayrıca şöyle bir avantajımız var: Dersimlier bütün siyasi parti, örgüt ve yapılar içerisinde varlar ve örgütlüler demiştik. Devletin resmi ana muhalef partisinden tutalım da, Devletle 30-40 yıldır dişe diş çatışan silahlı örgüt ve yapılara kadar. Türkiye Marksist Sosyalist-sol hareketlerden tutalım da, Ulusal Kürt hareketlere kadar; istisnasız hepisin de ama hepisin de Dersimlileri bulmak mümkündür.
Bu örgüt, parti ve yapılar içerisinde varolan, örgütlü olan, yetkili olan Dersimlilerin şimdiye kadar yaptıkları şey şu oldu; İçinde yeraldıkları siyasi parti, örgüt, hareket ve yapıların, politikalarını, siyasi proğramlarını Dersimlilere empoze etmek oldu. O parti ve yapıların politikalarını Dersimlilere kabul ettirmek oldu. Şimdi ise bu işi artık tersine çevirmek gerektiğini düşünüyorum. Yani bundan sonra o örgüt , parti ve yapılar içerisinde yeralan, varolan Dersimliler, Dersimin çıkarlarını ve geleceğini savunan politikaları, düşünceleri o örgütsel yapılara taşımalıdırlar, o örgütler, partiler içinde Dersimin sorunlarını tartışmak, kabul ettirmek ve eylem planları, kararları çıkartmak olmalıdır. Dersim Meclisi, o siyasi örgüt, parti ve yapılarala kavga etmek yerine, onların içinde yeralan Dersimlilerin vasıtasıyla, onlarla birlikte iş yapmayı planlamalı, Dersim davasını savunup başarmalıdır.
Özet olarak Dersim Meclisi; varolan örgütlere, yapılara, partilere alternatif bir yapı, bir oluşum değildir ve olmamalı. Dersim Meclisi varolan o politik ve sivil yapılar içirisin de Dersim politikasını savunan bireylerin, çevrelerin, grupların toplamı, bileşeni olmalı.
İşte Dersim Meclisinde anladığım budur benim ve böyle bir Meclis arzuluyoruz. Bu Dersimliler için bir rönesans olacaktır, Aleviler içinse bir model olabilir.
Sevgi ve saygılarımla
24 Nisan 2016
Hüseyin Dedesoy