Zülfikar Akar·/ MECLİS GİRİŞİMİNE ÖNERİ -II-
Toplumların örgütlenmelerinde en büyük güç inançtır. Örgütlenme, hangi amaca yönelik olursa olsun, toplumu bir arada güçlü tutabilmenin, ortak değerler oluşturabilmenin, ortak hedefe yöneltebilmenin en güçlü aracı hep inanç olmuştur. İnsanlık tarihine baktığımızda, görebildiğimiz en uzun ömürlü örgütlenmeler, hep inanç temelli örgütlenmelerdir. Dinler, ideolojiler, sınıflar, egemenlikler değiştiğinde bile, bu değişimlerin içinde kendini yeniden yaratan ve devam eden en güçlü örgütlenmeler, inanç temelli örgütlenmelerdir. Dinlerin dahi değiştiği coğrafyalarda, inanç temelli örgütlenmeler, yeni dinlerin çatısı, egemenliği altında kendilerini revize ederek, özlerini bozmadan, değiştirmeden varlıklarını sürdürebiliyorlar.
İnancı sosyolojik bir gerçeklik, dini ise ideolojik, egemen sınıfsal bir gerçeklik olarak görüp, farklarını ayırt ettiğimizde, insan doğasındaki yerlerini de daha net görebileceğiz. Gelişmişliğin kriterleri tartışılabilir fakat alışılagelmiş anlamıyla, gelişmiş toplumlara baktığımızda, hiçbir toplum kendi inançlarını ret ederek, inançlarına savaş ilan ederek ilerlememiş, gelişmemiştir. Bunu, Ortaçağın, feodal yapının ideolojisi olmuş dinlerle karıştırmamak gerekir. Özellikle semavi adledilen dinler, toplumların genel çerçevesini belirlerken inançlar, on binlerce yıllık insan deneyimlerinden kaynaklı değerleri toplumun ve bireyin yaşamının her alanına ince ince işler ve düzenler.
Dersim inancını da bu perspektifte görmenin ve değerlendirmenin yararlı ve gerekli olduğunu düşünüyorum. 1960 sonrası sol, sosyalist gençliğin kendinden önceki nesille ve tarihiyle kopuşunu da büyük ölçüde bu perspektiften yoksun olmasına bağlıyorum; din ile inancı birbirinden ayıramamasına.
Bir insanın doğumundan ölümüne kadar tüm süreçlerini oluşturan değerler, inanç hamuruyla yoğrulmuş, inanç ile sistematik bir düzene konmuş. Doğum ritüeli, emekleme ritüeli, diş çıkarma ritüeli, nişan ritüeli, düğün ritüeli, ölüm ritüeli… Bireyin bireysel gelişim, yaşam süreçleri de, toplumun diğer bireyleri ile olan ilişkileri de (musahiplik, kirvelik, annelik, babalık, kardeşlik vb…) hep inanç temelli ritüel ve değerlerle şekillenmiş. Sadece bireyin ve toplumun ilişkilerini değil, insan ile evren ilişkisini açıklayan bilgi ve düşünceler de inanç çatısı altında ifade edilmiş. Bir toplumun inancını yadsıdığınızda, yok saydığınızda, o inançla taşınan tüm bireysel ve toplumsal değerleri de bir çırpıda kaldırıp atmış oluyorsunuz. Bunu yaptığınızda da karşınızda ne hitap edebileceğiniz bir birey ne de hitap edebileceğiniz bir toplum bırakıyorsunuz. Topluma bir gelecek sunayım derken, geleceği sunuyorsunuz ancak o geleceğe taşınacak toplumu geçmişe gömüyorsunuz.
Dersim Meclisini oluşturmanın eşiğinde olan Dersim Meclis Girişiminin bu konuyu ciddiyetle ele alması gerektiğini düşünüyorum. Pir, mürşit, rayber makamlarının yeniden toplumda inşasına yönelik girişimde bulunmasını öneriyorum. Bu makamlara kısaca “Dedelik Kurumu” diyerek devam etmek istiyorum. Dedelik kurumunu oluşturmak elbette Meclisin ve Meclis Girişiminin görevi değildir. Dedelik kurumunun Meclis dahil tüm kurumlardan bağımsız olması, doğasının gereğidir. Ancak, Meclisten bağımsız olacak olan Dedelik kurumunun Mecliste temsil edilmesi de zorunludur diye düşünüyorum.
“El ele, el Hakka” ve “Elden ele, Elden Hakka” şeklinde genel olarak ifade edilen dedelik örgütlenmesinin yeniden aktif hale getirilmesi, erkânın kurulması gerektiğine inanıyorum. Süregelen gelenek ve değerlere bağlı olarak, bunun nasıl inşa edileceğine yine dedeler yani, ocak sahipleri karar vereceklerdir. Tarihten beri Dersim’in değerlerini taşıyan bu kurumun yeniden güçlü bir şekilde oluşması, yaşama müdahale edebilecek bir konumda olması için, Meclis Girişiminin de üstüne düşeni yapması gerektiği inancındayım.
Zülfikar Akar / 3 Mayıs 2016