Dersim Kongresi Meclisi Yürütme Kurulu üyesi de olan İlyas Yer arkadaşımız Komünar Bellek adıyla farklı konularda tele-konferanslar düzenlemektedir. “simurg-news” sitesinde yayınlanmış olan mağdur halklara yönelik tele-konferanslar dizisini sayfamıza aktarıyoruz…
“Komünar Bellek Kolektifinin tarihsel-toplumsal sorunlara ilişkin ilgisi ve buna yönelik yoğunlaşma ifadesi olan tele-konferans çalışmalarını önemsiyor ve toplumsal yüzleşmenin halen gerçekleşmediği bu konulardaki çabaları ile dayanışma için site ve sosyal medya platformlarımızda dosya çalışması olarak yer veriyoruz. Bu sunum yazısı ile başladığımız konuşma metinlerini bölümler halinde okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz. Ezidi, Ermeni, Rum, Kürt ve Dersim soykırımlarını lanetliyor ve toplumsal yüzleşmeye çağırıyoruz. Simurg News”
************************************************************************
Soykırımın inkarı soykırımın devamı demektir !
Dünyanın neresinde olursa olsun, ister Afrika’da, ister Asya’da olsun, bütün soykırımların ortak özelliklerinden bir tanesi, soykırımın, yapanlar tarafından inkar edilmesidir. Bu durum Türkiye için de geçerlidir. Türkiye, 1915 yılında Osmanlı Hükümeti olan, Ittihat ve Terakki’nin organize ederek, planlı, programlı ve sistematik bir şekilde işlediği soykırımı inkar etmektedir. Ruanda’da üç ay içerisinde bir milyona yakın Tutsi katledildi.
Bu soykırımın suçlularından bazıları yakalanarak cezaevine konuldular. Yaptıkları katliam üzerine söz açılınca bunlar, ’’sözde soykırım’’ diyorlardı. Sözde soykırım deyimi de, resmi Türk düşüncesini savunanların da dilinden hiç düşmeyen bir deyimdi.. Türkiye’de Ermeni, Asur (Süryani) veya Helen soykırımını tartışmak var olan tabulardan bir tanesidir. Fakat bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de bu konuda farklı iki cephe var. Bir tarafta resmi düşünceyi savunanların cephesi; diğer tarafta ise, halkların çıkarlarını gözeten ve Türkiye’nin yakın geçmişiyle hesaplaşması gerektiğini söyleyenlerin cephesi. Bu iki cephe, yani tarihe farklı iki bakış, geçmişte de vardı. Bir tarafta soykırımı en ince ayrıntısına kadar planlayanların cephesi; diğer tarafta ise ölümü göze alarak, soykırıma karşı çıkan ve Hristiyanları evlerinde koruyan ve saklayanların cephesi… İyiler ve kötüler Şeyh Fethullah, Mardin bölgesinde tanınmış ve Müslüman bir din adamıydı. Bir çok Süryani onu günümüze dek rahmetle anmaktadır. Çünkü bir çok Süryani onun sayesinde kurtulmuştur. Kısacası Türkiye’de sadece kötüler değil; fakat iyiler de vardır. Bu durum, Almanya’da da, Ruanda’da böyleydi. Bütün dünyada da böyledir. Bu bir nevi iyi ile kötünün çatışmasıdır. Osmanlı İmparatorluğunun İttihat ve Terakki yönetiminde, kendi içindeki Hristiyan olan Süryani, Ermeni ve Helen halklarına karşı gerçekleştirdiği soykırımla Türkiye’yi tekleştirme ve Türkleştirme amacını güdüyordu. Bu soykırımda yüzbinlerce insan, kadın çoluk-çocuk demeden acımasızca, çok vahşi bir şekilde öldürüldü. İnsanlar topluca kuyulara canlı canlı doldurulup, kuyuların üstü kapatıldı. İnsanlar gemi ve kayıklarla açık denize taşınıp balıklara yem olarak atıldılar. On binlerce insan kılıçtan geçirildi. Kadınlara tecavüz edildi. Çocukların gözleri önünde, anne ve babaları doğrandı. Yüzbinlerce insan Mezopotamya çöllerinde aç susuz, çok bilinçli bir şekilde ölüme terkedildi. Büyük acılar, büyük olaylar, büyük trajediler yaşandı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde, on dört milyon Türkiye nüfusunun, dört buçuk milyonu Hristiyan halklardan oluşmaktaydı. Bu, toplam nüfusun neredeyse yüzde 33’ü demektir. Günümüzde ise, Türkiye’de Hristiyanların toplam nüfusu ancak yüzde 0,1 civarındadır. Ne oldu bu halklara? Asurlara, Ermenilere, Helenlere ne oldu? Neredeler? Nereye kayboldular!? İnsan çeşitliliği bir ülkenin en büyük zenginliği değil midir? Türkiye’nin en büyük zenginliğine, farklı mozaiğine ne oldu öyleyse? Sözünü ettiğim renklilik, çeşitlilik, mozaik yok edilmiştir. Bu, bilinçli bir şekilde gerçekleştirilen bir yok ediliştir. Evet, planlı, programlı ve sistematik bir şekilde yüzyılımızın ilk soykırımı Ermeni, Süryani ve Helen halklara karşı yapılmıştır. İki milyonun üzerinde insan katledilmiş ve bir o kadarı da göçe zorlanmıştır.
Kimse dünyanın bir çok tarafında günümüzde yaşanan savaş, katliam ve zulümlere bakarak, sözüm ona geçmişte ‘unutulan’ bir katliamı konuşmanın, hak talep etmenin anlamsızlığını düşünme hakkına sahip değildir. Çünkü böylesi bir düşünce, doğru bir düşünce değildir. Soykırım suçu, zaman aşımına uğramayan, insanlığa karşı gerçekleştirilen bir suçtur. Unutulmaması gereken böylesi bir suç, unutkanlığa vurulduğunda, yeni facialara yol açar.
Hitler, Yahudilere, Romanlara, ve tüm demokrasi güçlerine karşı İkinci Dünya Savaşı’nda gerçekleştirdiği soykırım esnasında, ”kim Ermeni halkına yapılan soykırımdan günümüzde bahsediyor” diyerek, dünya kamuoyunun sessizliğini, duyarsızlığını ve unutkanlığını fırsat bildiği herkes tarafından bilinir. Eğer uluslararası demokratik kamuoyu ve ülkeler, Birinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde halklarımıza karşı gerçekleştirilen katliama seyirci ve tepkisiz kalmasaydı, Hitler İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde yüzyılımızın ikinci büyük soykırımını gerçekleştirebilir miydi? İşte bu yüzden size; sessiz çoğunluğa seslenmeye devam etmeliyiz. Geçmişte yaşanan katliamları günümüzde dile getirmenin, tartışmanın amacı tek başına yapılan barbarlıkları lanetlemek değildir. Bu haykırış, aynı zamanda farklı din, ırk ve kültürden insanların bir arada demokratik bir toplumda güvenli bir yaşam sürdürmeleri açısından da önemlidir. Ancak demokratik mekanizmaya ve işleyişe sahip toplumlar, her türlü baskı ve katliamdan uzak olabilirler. Dünyada şimdiye kadar gerçekleşen bütün katliam ve soykırımların ortak özelliğinin, bunların demokratik olmayan ülkelerde ve demokrasi karşıtı güçler tarafından gerçekleştirilmiş oldukları iyi bilinmelidir! Bu yüzden nasıl bir toplumda ve nasıl bir dünyada yaşamak istediğimiz önemlidir! Ayrı ırk, din, dil ve etnik kökenden insanların, eşit ve kardeşçe bir arada yaşayabileceği toplumlarda mı; yoksa bazı cani güçlerin en küçük hoşgörüye dahi tahammül edemediği toplumlarda mı yaşamak istiyoruz? Sorun, insanların ayrı etnik kökenden gelmelerinden kaynaklanmıyor. Esas sorun, böylesi bir farklılığı ve güzelliği kabul ve tahammül edememekten kaynaklanıyor! Birinci Dünya savaşının gölgesinde Türkiye’de yapılan işte budur.
Türkiye Cumhuriyeti Hristiyan katliamı üzerine kurulmuş bir devlettir. Günümüz Türkiye’sinde halen Talat, Enver, Cemal paşalar ve Bahattin Şakir gibi katiller itibar görmektedir. Çünkü Türkiye’yi tekleştiren ve Türkleştirilenlerin mimarları bunlardır. Erdoğan, Perinçek ve diğer inkarcılar günümüzdeki soykırım zihniyetini devam eden güçleri temsil etmektedirler. Talat Paşa’yı savunmakla Adolf Hitler’i savunmak arasında bir fark yoktur.
Soykırım inkar etmek ikinci kez öldürülmek demektir. Türkiye Cumhuriyeti ve onu yönetenler işte böylesi bir suç işliyorlar. Soykırım kurbanı halkların torunlarına daha da fazla acı yaşatıyorlar. Soykırımın inkarı soykırımın devam ettiği anlamına gelir. İnsanlık ve uygar dünya buna izin vermemelidir.
Sabri Atman, Seyfo Center