Haydar Karatas Dersim Meclisi´nin Kongre çaĝrısı ile ilgili iki bölümlük yazı yayınladı. Üçüncü bölümünü de yazacaĝını söylemiş.
Söylenecek çok söz var, ama kısa tutmak daha iyi.
Zira biz Dersimliler sözü uzatmayı sever hale geldik.
Haydar Karataş iyi bir yazar. Hayalleri geniş, kalemi güçlü. Akıcı bir dili var. Masalların dilini günümüze taşımış desem abartmış olmam. Edebiyat hayal işidir. Olanı deĝil, olmayanı, olmamışı anlatırsınız ve eĝer iyi bir yazarsanız yazdıĝınız hikaye, kurduĝunuz hayali dünya okuyucuya sahici gelir. Yazarın görevi var olanı yazmak deĝil, olmayanı, birgün olabileceĝi yazmaktır. Gerçeĝi yeniden yaratmaktır. Kafka gibi insanı böceĝe çevirebilirsiniz, insanı uçurabilir, öldürüp diriltebilir, kahramanınızı yedi orduya karşı hep zaferle çıkartabilirsiniz.
Ama eĝer somut bir olay üzerine, belli bir yazı, belge, toplantı üzerine konuşuyorsanız, hayallerinizle deĝil, var olan bilgilere göre konuşup yazmalısınız. Karataş´ın yaptıĝı şey bu deĝil. Kafasında yarattıĝı hayale göre yazısını kurgulamış.
İlgisi olmayan, biraraya getirilmesi mümkün olmayan konuları-kişileri Kongre metinine getirdiĝi eleştirilere ilave etmiş. Sırrı Abi´si ile ilgili eleştirilerinin bizimle ilgisi ne? Ya da Kürt ve Sol örgütlerin yaptıklarına yönelttiĝi eleştirinin Kongre çaĝrı metni ile ilişkisi ne?
Benim bildiĝim en az 25 yıldır bu pratiĝe yöneltilen eleştiriler var. Eleştirilerin düzeyi, biçimi farklı olsa da Meclis Girişimi´ndeki insanlar bu kültürden geliyorlar. Sadece devlet şiddetine deĝil, örgütlerin şiddetine, yaptıkları haksızlıĝa, zorbalıĝa, sivilleri katletmelerine de karşı çıktılar, tavır aldılar. İsteyen internetden bu yazıları bulabilir. Meclis Girişimi ilk toplantısında bunu dile getirdi. Bu biliniyor. Belgeli. Ve Sol bir örgüt „ajan“dır diye bir sivili katlettiĝinde, bunu açıkça lanetledi. (http://dersimmeclisi.com/…/riza-orukun-oldurulmesini-kiniyo…) Nitekim Ali Haydar takma ismini kullanan birisi, ismi Osman ya da Mewran da olabilir, Meclis´i hedef aldı. Merak edenlere linkini veriyorum. (http://www.avrupahaber3.org/dersimde-gercekler-tarihsel-haf… )
Karataş´ın yaptıĝı bir nevi algı operasyonu. Algı operasyonu olduĝu için, durumdan vazife çıkartanlar saldırıya geçtiler. İzler birbirine karıştı. Son kırk yılın günahı-vebalini üstümüze yıkmak isteyenler çıktı. Ne diyelim? Her kesin işi kendine göre.
„Dersim Kongresi, Şiddetin Felsefesini yapmaktadır!“, aynen böyle yazmışsınız. Şaşırmadım desem, yalan olur. Bu fikrinize gerekçe olarak, „sizin maşallahınız var, program taslağınız benzine ateşle gidiyor ve buna da “her türlü şiddetten arınmış Dersim,” diyor. Birader şiddetin felsefesi zaten bu.“ dememizi göstermişsiniz.
Deĝerli kardeşim, devlet örgütlü şiddettir. Şiddeti nasıl kullanacaĝı kanunlarında yazılıdır. Hırsızlık yapanı yakalayıp mahkemeye çıkartır, adam öldüreni hakim karşısına çıkartır, kendini savunma imkanı verir, öldürenin suçsuzluĝunu kanıtlaması gerekmez, mahkemenin suçu kanıtlaması gerekir. Ama sizin de bir başka yazınızda belirttiĝiniz gibi, „uyuşturucu ticaretini yapanı“ dahi sokak ortasında öldürmez. Öldürmemesi gerekir. Devlet eĝer silahlı örgütleri bahane edip köylerimizi yakarsa, ormanlarımızı yakarsa, insanlarımızi sürgün ederse…… saymıyayım, liste uzun buna karşı çıkarız. Bu devlet şiddetidir. Dahası var, devlet, normal, yasalarla kendini sınırlamış, uluslararası antlaşmalara baĝlı bir devlet kendisine silah çekeni de öldürmesi gerekmiyor. Onu yakalayıp mahkemeye çıkartması gerekiyor.
Ve devletin, Kürt ve Türk Sol örgütlerinin Dersim´i kendileri için bir hesaplaşma alanına çevirmelerini de redediyoruz. Bu şiddet, bu savaş coĝrafyamızı, insanlarımızı, kültürümüzü bitiriyor. Evet bu iki şiddete de karşı çıkıyoruz. Ama siz insafı elden bırakarak,“ Sömürgecilik Dersim için abartılı olur… kogrenizin bildirgesi şiddeti Dersim’de kalıcılaştırmaktadır. Proğmanızın PKK ve bölgede faaliyet yürüten sol illegal örgütlerin proğramlarından daha katı ve daha tehlikeli.“ diyebilmektesiniz. Ne diyeceĝimi bilemiyorum. Siz yazdıklarınızı yeniden okuyor musunuz?
Sömürge tartışmalarına girmeden, Fevzi Çakmak´ın „Dersim sömürge gibi yöneltilmelidir“ sözünü hatırlatıp geçeyim.
Madenlerle ilgili söyledikleriniz ise tamamen hikaye. Kardeşim, elektrik kullanıyorum diye atom santrallerine karşı çıkmıyayım mı? Coĝrafyayı bitiren, iklimi deĝiştiren barajları mı savunayım? Maden işletmeciliĝi dünyanın her yerinde sorun. Maden çıkartmak adına ormanları ortadan kaldırıyorlar, yeraltı sularını zehirliyorlar, ırmaklar ölü sulara dönüşüyor, uluslararası tekeller kar için her şeyi yapıyor. Dersim´i kendine sorun gören yönetim de savaşla yapamadıĝını barajla yapıyor. Uluslararası tekellerin taraf olduĝu maden projelerinden bahsediliyor. Bunlara karşı çıkmayalım mı? Ufak bir azınlık para kazansın diye topragımız yaĝmalasın mı? „Taş ocağı işletilecek diye insanlar toplanıp yürüdü“ demişsiniz? Neden yürümesinler? O dinamitler yaşam alanlarını tehtid ediyorsa, bölgedeki hayvancılıĝa, tarıma zarar veriyorsa neden karşı çıkmasınlar? Demokratik ülkelerde halka soruluyor. Projeler denetleniyor. İtirazlar alınıyor. Para için, kalkınma denilen modeller için doĝa, kültür, tarih tahrip ediliyorsa, bunlara itirazlar olacaktır.
„Dersim’e “komşu halklar” (Maddi 5) belirlemesi yaparak yöreyi etnik kimlik olarak Türkiye ve Kürt elinden ayırmaktasınız. Kültürünün devamını sağlamak değil, etnik ayrımdan bahsediyorum…“
Türkiye denilen coĝrafyada etnik aidiyetler var. Farklı kimlikler var. Ne yapacaĝız? Devlet buna karşı çıkıyor, tek dil, tek din, tek millet diyor diye, bunun deĝişmesini istemiyecek miyiz? Bu devlet, zorla her kesi bir kalıba koymak istedi, istiyor. Sorun da burdan çıkıyor. Dersimlilerin etnik aidiyeti de çok tartışılan bir konu. Hepimizin kendine göre bir etnik tanımlamamız var. Ama var. Meclis kimseye kimlik dayatmıyor. Ben mesela kendimi Zaza görüyorum. Başka bir arkadaş Kürt diyor. Kimisi sadece Kırmanc diyor. Diyelim, bu bizim gerçekliĝimiz. Bu farklılıĝımıza raĝmen ortak bir coĝrafyamız, kültürel aidiyetimiz var. Kürtle, Zazayla, Alevi ile benzerliklerimiz, ayrılıklarımız dışında, Dersim denilen bir coĝrafya, tarih ve kültür var. Bunun tüm renkleri ile özgürce yaşaması gerekiyor. Bu anlamda Dersim´in komşuları var. Bunun neresi yanlış?
Benim sizin yazınızdan çıkarttıĝım, sizin bugünkü statükoyu kabullenmenizdir. Bu statüko haksızdır, deĝişmesi gerekiyor. Çok etnili üniter devletler deĝişiyor. Deĝişmeyenler yıkılıyor. Parçalanıyor.
Zazaca´ya pozitif ayrım yapılmasına da karşı çıkmışsınız. Êşitlik yeter diyorsunuz. Şöyle diyeyim. Hasta bir insanla, saĝlıklı birisini yarışa sokuyorsunuz. Hastanız ölüm döşeginde ve bunun hakaniyetli olduĝunu düşünüyorsunuz. Cesaret isteyen bir görüş. Bu görüşünüze de alkış alıyor ve taraftar buluyorsunuz ya, diyecek bir söz bulamyorum.
“Ben Zürih Yüksek Mahkemesinde çalışırım, mahkemenin yargı dosyalarını çeviririm. Sizin programınız bir savcıya gelse kongrenizin üyeleri bölücülükten, devlet hukukunu tanımadığı için haklarında dava açılabilir. Böylesine bilinmez bir iş yapmaktasınız. Hayat inşasını bir bağımsızlık bildirgesi olarak yazarsanız siyasi partilerin yapması gereken rolü almış olursunuz ki, bu sakıncalıdır.“
Deĝerli kardeşim boş zaman bulursanız bildirgeyi Yüksek Mahkemeye çevirin. İsviçre´de yaşayan arkadaşlar var. Gelsinler mahkemede kendilerini savunsunlar.
„Ben yazarım, yazarlar katılımcı değil gözlemcidir. Fikir beyan ederiz, bu fikirler beyan edilirken linç edilmek de var, alkış almak da…“
Sizi kimse linç edemez. Yazınız Meclis´in sayfasında yayınlandı. Eleştirilerinize cevap vermek, eleştirdiĝiniz kişilerin hakkı olmalı. Bu tavrınızı biraz ön savunma, gelebilecek eleştirileri sınırlama olarak algıladım. Kendinizi sadece „fikir beyan“ etmekle sınırlamanız da doĝru deĝil. Yazarlar yaşadıkları toplumdan, çevreden ayrı insanlar deĝiller ki.
Uzatmıyayım dedim, uzadı.
Kazın ayaĝı dediĝiniz gibi deĝil, serçenin de kanadı kırık.
Bizi kurda-kuşa yem etmeyin.
Raa to rê roşti, qelema to rê qewete bo!