Haydar Karataş’la Yapılan Reportaja Cevap
Celal Taş
Ercan Gür arkadaşımızın sevgili Haydar Karataş ile yaptığı röpörtajı okudum. Haydar, kanbağım olan akrabalarım kadar bana yakın, aynı zamanda köyümün yanıbaşında, yapışık komşu köy olan namı değer Xaçeliye Köyü’ndendir. Haydar’ı bir çoçukluğunda, bir de bir kaç sene önce Ludwigsburg Alevi Cemiyeti’nin Dersim Tertelesi ve katl edilenleri anma paneline davetli olarak geldiğinde gördüm.
Romanlarını da bir solukda okudum, romanı “Perperık-a Söe”de Bend Vadisi’ni hafızamda tekrar canlandırdğı için, bir çoçuk oyuncağına kavuşunca sevincinden çığlık atar, sevinir gibi sevindim. Çünkü ömrümün bir parçası bu vadide geçti. Haydarım’ı seviyorum, sevmeğe de devam edeceğim.
Sevgili Haydar’ımın “Mısletê Dersimi”, ya da “Dersim Meclisi Fikriyatı” ile ilgili düşüncelerine gelince:
O’nu okuyunca, doğrusu hayal kırıklığına uğradım.
Esasen Dersimliler olarak bir araya gelinme ve FDG’de ki durumun ele alınmasıı fikri değerli hemşerilerimiz Hayri Dalkılıç, Remzi Aydın, Haydar Beltan, Hüseyin Dedesoy, Kazim Gündoğan tarafından yapılmıştı. İlerleyen süreçde toplantıda mümkünse FDG’nin durumunun ele alınmamasını savunanlar olduk, çünkü o arkadaşlarımızdan olanlar yoktu, gerekli de değildi. Ancak toplantıda yine bu konuya değinenler oldu, bana göre zaman israfıydı.
Meclis Fikriyatı, ilk toplantısından sonra, ilgili komite bir yazı yaınladı. Katılanlar veya katılmayanların “Dersim Meclisi denilince ne anlıyorsunuz,nasıl olmalı vb.”şeklinde bir yazı yayınladı,insanlarda çağrıştığı düşünceleri öğrenmeğe çalıştılar. Kısa da olsa, toplantının ardından çağrının amacı ifade edilmişti. Düşüncelerini yazanların mümkün mertebe ifade ediliş tarzları kırıcı, ötekileştici olmamalıdır denilmişti. Bu yzılı açıklamadan sonra katılanlar, katılmayanlar meclisle ilgili fikirlerini beyan edip yazmışlardı. Malum Dersim coğrafyasıyla, doğasısıyla, diliyle, kimliğiyle, itikat-inancıyla, adetleri, gelenek ve görenekleriyle kaybolmaya yüz tutmuş, ahlaki yozlaşmadan tutun, insani ilişkilerin de dibe vurduğu,Türk sol örgütler ile Kürt milliyetçilerinin insan devşirdiği, devlet ve örgütler eliyle köylerin, ikamet yerlerinin boşaltıldığı bir alan oldu.
Tüm bu olumsuzluklar için Avrupa’da,Türkiye diasporasındaki Dersimliler ile Merkez-Desimliler’e bir çağrı yapıldı. Ne yapabiliriz? İlk toplantnın kapanışından sonra sevgili Sait Çiya arkadaşımız, “Arkadaşlar benim bir önerim var. Bugün Dünya Diller Günüdür. Dilimiz Zazaca ölmek üzere olan diller arasındadır. Ülkemiz Dersim’de Zazaca’nın ölmemesi için özel çaba ve gayret sarf edilmelidir. Bunun sonuç bildirgesine de yazılıp yayınlamasını talep ediyorum.” Hepimiz de kendisine teşekkkür ettik, yerinde haklı isabetli bir öneriydi. Niye sadece ve sadece Zazacaya imtiyaz? Niye Emenice, Türkçe, Kürtçe değil de Zazaca için özel çaba? Çünkü Zazaca ölmek üzere olan bir dil olduğu için. Bu sayılan dillerin içinde Zazaca hariç, hiç bir dil tehlikede değil, bu dillerin konuşulduğu devletleri vardır da ondan. Kürtler’in resmi devleti sadece ve sadece Birleşmiş Milletler tarafından resmen ilan edilmemişliği var, yoksa meclisi, ülkesi, anayasası, kurumları vs. her şeyi var. Ermeni Devleti, dili, kurumları var, Türkler’in keza öyle. Bu oluşumda hiç ötekileştirme yok. Daha henüz yolun başlangıcındayız. “Her kes lacê ma u piyê xuyo, qı kes kêş ra berc niyo.” “Zerreweşiye” fikriyatımızdır.
Niye “Meclis” denildiğine gelince:
Sevgili Haydar’ım, bizim toplumsal yaşam kültürümüzde, “meclis, Camat, cem, qoor, komal” vb. terimlerinin varlığı ile bu terimlere denk düşen toplu sosyal yaşam kurumlarımızın da olduğunu bilirsin, bilmez değilsin. Söz gelimi bizde meclis mana itibarıyla bugünkü milletvekillerinin içinde toplandığı, yasaların çıkarıldığı, yasama organı şeklinde hiç bir zaman kullanılmadı. Çoğu zaman, kişilerin kendi evlerinde, duvar diplerinde, köyün çeşme ve harman yerlerinde zaman zaman bir araya gelip, özele veya genele ait yaşanan olaylarden dem vurup muhabetler yaptıklarını biliriz. Mesela Saan Ağa’nın vurulmasından söz açılırdı, ya da Qırxa-Abasa Aşiretleri arasında ki davadan söz açılır, konuşulurdu. Ya da ne bileyim falanca namı deger birinin yaptığı düğün ve düğünde oynanan cirit veya “kae Çhıre” oyunundan bahsedilirdi. Bu tür muhabet toplantılarına da “meclis” denilirdi. Konuşmalar sırasında birisi kendisinin söyleyeceği kelime kem olarak anlaşılmasın diye ,önce “Hasa meclisê sımara, hasa huzurê sımara” der öyle konuşurdu. Oysa bu muhabet meclislerin önceden günü, saati, kimlein katılacağını, katılanların tayin ve tesbiti yapılmazdı. Senin tarifini yaptığın bugünün “Meclis”i veya parlementosuna benzer meclisler değildi. Bizimkiler genel olarak siyasi anlamda devleti temsil eden meclise “mebusxane” derler, millet vekiline de “mebus” derlerdi. Kısacası bizim halkın meclisleri sohbet meclisleri olduğu gibi, gördükleri terteleyi konuşmaktı, devletin yaptığı zebanilik anlatılınca anaların ağlayarak gözyaşlarını dökme muhabetleriydi. Anlayacağın bizim kasdettiğimiz “meclis” bugün çeşitli biçimlerde varolan bir meclisin aynısı değil, yani bir veya bir kaç partiye ait olan belli bir sandalye sayısına sahip parti veya partilerin vekillerinin bulunduğu meclisi çağrıştırmıyor. Kaldı ki Türk idari yaşam kültüründe de, parlementonun kendisi olmayıp, mini olan “belediye meclisi”, “parti meclisi”, “mahalle meclisi” gibi meclisler de vardır. Dolayısıyla senin “o arkadaşlar zaten kendileri kararını vermiş, ismini de koymuşlar” sözün, gerçeği değil, sudan bahaneler bulup kaçamak istediğini gösteriyor. Öyle yağma yok, kolları sıva, aslanlar gibi paneller, seminerler, konferanslar ver. “Ben romancıyım, politikacı değilim” laflarını hele sen bir geç. Romanlarını o halkın, o coğrafyanın havasından, hikayelerinden, yaşayanlarından derliyorsun değil mi? Ve romanların “Made in Dersim” patentlidir. Elini taşın altına koymalısın.
Cemlere gelince:
İtikat önderleri pir, rayber, mürşit tarafından yılın belli aylarında yapılır. Burda, hem sorgulama, hem muhakeme yapılır, hem de ruhani görev ifşa edilir. Küskün, dargın varsa meydana çağrılır, sorgu sual yapılır, şahitler dinlenir. Suçlu olanın cezası ceme katılanlar tarafında ağır görülürse başta cemi yürüten pirden olmak üzere, ricada bulunurlardı, cezanın hafifletilmesini isterlerdi. Ceza böylece cemaatin istegiyle hafifletile bilinirdi. Hatalı, suçlu cezasına razı olunca, niyaz olunurdu, cem başlardı. Cemin seyrine uygun olara,hizmetler tayin edilir, bunları yerine getiren hizmetçiler olurdu. Sakacı, süpürgeci, gözcü, kamber, kapıcı vb.. İtikatla ilgili, dostluk, kardeşlikle ilgili konuşma pir tarafından yapılır, semah dönülür, cem bağlanılır, duazlar, deyişler okunur. Cem faslı bitince gelen lokmalar, görevli olan lokmacı tarfından eşit bir şekilde cemdekilere dağıtılırdı. Burda kadın erkek, genç kız ve delikanlılar hepisi katılırlardı. O halde gördüğü işlev itibariyle, bir de etnik inançları gözönüne alındığında, sadece Alevileri temsil eden bir kurumu çağrıştırdığı için bu girişimin adı “Cemê Dersimi” de olamazdı.
Bu girişime “CAMATÊ DERSIMI” adı da verilseydi yine bizim meramımızı anlatan isim olmazdı.
CAMAT ismi niye olamazdı? Çünkü CAMAT; belli saygılı ve sayılı kişilerden, görmüş, geçirmiş, tecrübeli, kamil insanlardan,”ağlarê aşira” denilen kanaat önderlerinden oluşur. CAMAT belirli ağır, karmaşık özel davalara bakan kişilerden oluşan toplumsal bir yaşam kurumumuzdur. Nelere bakar? Mesela aşiretler arası kan ve arazi davalarına, düvellerle olan sınır davaları,savaş ve barış konularına bakar. Qırxanlarla, Abasanların arasında ki BABA’nın öldürülme davası, yine Qırxanlarla Abasanlar arasında ki Pozvank Arazi davası gibi davalar Camat davalarıdır. Khuresa Aşireti Reisi Use Seydi, Abasa Aşiret Reisi Sey Rıza, Demena Aşireti Reisi Cebrail Ağaların Halvori Gözeleri altında bir araya gelerek,Osmanlı’ya karşı tutum belirleme cemaati bu türdendirler. Ağlarların, Osmanlı-Türk Devleti’yle müzakere ettiği Camatler, üstlendiği görevler itibariyle, katılan kişilerin yaş ve fikirleri, tecrübeleri itibarıyla hem “cem”, hem de meclisden ayrıdırlar. Bu isimlerden biri tercih edilseydi, senin dediğine benzer fikriyat olurdu ki hiç olmazdı,o zaman seçkinlerin Camati olurdu.
Yani kısaca anlayacağın bence de en uygun isim arkadaşların bulduğu isim olan “Mısletê Dersimi”dir. Sonra bu isimin dokunulmazlığı var diye iddia eden hiç kimse de yok. Esas önemli olan ismin kendisi değil, güdülen davanın ne olmasıdır. Bence merak da çok önemlidir. Birisi en ezında bununla ilgili bir toplantnın olduğunu duyduğunda merak edip gidip dinleyip öğrenemez mi?
Bir diğer garip söylemin de “eski solculardan oluşuyor” demen. Haydar’ım to boa xızır kena nıka ma se bıkim? Yani Dersim’de 80’ler öncesinde politik olmayanlar vardı,ama bunların çoğu öldü. Yeni doğan çoçuklarımız bile politik idi, bu çoçuklarımıza öldürülen, asılan, devrim yapanların isimlerini koştuk, devrim türkülerini ninni olarak kendilerine seslendik öyle büyüdüler. Şimdi biz gidip hadi bizden on onbeş yaş büyük olanları getirmeğe çalışsak, çoğu ölmüş.Yoksa gidip ölülerimizi mezardan mı çıkarıp getirelim? Sonra eski solcular kendi milletinin özbe öz meseleleriyle uğraşıp yozlaşmamışlarsa bundan gurur duymamız gerekmez mi? Bizlerin bir çoğu kendi istek ve arzumuzla buralara gelmedik, sürgün edildik, göçe zorlandık. Dönüp vatanımıza baktığımızda orda olanlar bizden daha yararlı farklı şeyler mi yapıyorlar? Bunların ne yaptıklarını sen benden daha iyi biliyorsun.
Haydar’ım, yine sen diyorsun ki “zaten bir heyecan da yok”. Senin gibi yazarlarımız bu meseleye heyecan veren röportajlar yaparsa, motive eden yazılar yerine, baştan yılgınlık yaratan yazılar yazarsa, heyecan olmaz. El insaf, dur hele daha ne oldu ki? Daha çağrılar, toplantılar, bilgi alış verişi, tavsiyelerde bulunmalar devam ediyor. Zaman daha çok erken, ama bizler umutsuz olmamalıyız, umutsuzluğu yaymamak gerek. Ömrümüzün güzel yıllarını başkalarına harcadık, göz yaşlarımızı başkaları için akıttık.”Kam kı sarê tebêrrê berbeno, çımanê xora beno” diyen kamillerimizin sözlerini hiç kaala almadık. Daha bir kaç yıl oldu, yavaş yavaş kendimize ağlamaya çalışıyoruz ki gözlerimizden olmayalım. Kimliğimiz gitti, gidecek.Dil giti gidecekti ki,senin beğenmediğin “solcular”ın sayesinde, dil alfabesi sayesinde en azından qerqeleden kurtarıldı. FDG yine o “solcuların” eseri ve mirasıdır.
Bu “mıslet”, “Dersim Meclisi”, kendine Zaza, Kırmanc diyenlerin bir Meclisi gibi görünse de, ki öyle bir algı vardır. Çünkü toplantıya gelenlerin çoğu bu kimliklilerden oluşuyor. Ama ben şahsen Dersim’in sahibi olan etnik kimliklerin ortak meclisi olmasını arzu ediyor ve istiyorum. Dersim Davası, davalarımız, yerel, merkezi, her kesim tarafından, işyerlerinde, organizeli olarak tv kanallarında, sosyal medya vb. tartışılsın, tatrtışmaya açılsın. Sendikalar, akademisyenler, partili veya partisizler, yöneticiler, Barış ve İnsan Hakları Kurumları, işverenlerimiz vb. tarafından tartışılsın, bir ortak fikir oluşsun. Ola ki fikriyat vucut bulur, tabanda kabul görür, sayısal olarak kongre yapılabilecek çoğulluğa erişirse kongre düzenlenir. Bu kongre bizim taleplerimizi ortaya koyar, oya sunulur. Taleplerin dile getirdiği projeler illaki çok olacak diye bir şey olamaz. Talepler oyla karar altına alındıktan sonra, bu kongre kararlarını yerine getirecek üyelerini seçer, onları görevlendirir. Ve bu kongre aynı zamanda görevleri yerine getirmekle yükümlü olanları, yapılanları denetlemelidir. Bu seçilenler ehliyetli oldukları dalları alarak, kendileriyle çalışanları da yanlarına alarak kurumlar oluşturabilirler. İşte asıl meclis kongre tarafından seçilip meydana gelen, kongreye karşı sorumlu olup projeleri yerine getirmekle yükümlü olan meclisdir. Asıl meclis budur. Kongre yasama organı olur, denetler, meclis ise yürütma organı olur, kongrenin aldığı kararları yerine getirmekle yükümlü organ olur.
Bu meclisin çalışmalarına Koçgirili dostlarımız , Ermeni komşularımız ve kendini Kürt olarak görenler ortak fikriyatla katılmalılar. Bu saydıklarımın katılmamaları durumunda bir eksiklik olur. Tarihi Dersim coğrafyasının aydınları, tarihçileri, araştırmacı-yazarları, dil bilimcileri, akademisyenler vb. bir araya gelmeliler, konuşup ortak bir fikirle Dersim Kongresi yapıp ortak bir meclis oluşturabilmeliler.
Bu kongre bana göre, Dersim’de olmalı. Olursa çok daha anlamlı olur. Şayet böyle bir meclis oluşursa meclis üyelrinin seçilmeleri belli bir asgari oy alarak mı, liyakatla mı, gönüllü veya tavsiye üzerine mi olacak,tabii bunlar tartışılıp konuşmaya açık şeylerdir. Seçilmiş meclis üyeleri uluslarası alanda Dersimi temsil için gerek bilgi birikimi, gerekse dil vb. konularda birikimli olan birini kendi aralarında seçebilirler.
Bu yazdıkarım benim Meclis hakkındaki kişisel görüşlerimdir.
Sevgili Haydar’ım senin garibine giden bir diğer şey de “karşılıklı ikna”ymış, bu da “Stalinizme ait bir söylem”miş. Stalin’le Troçki arasındaki fikir ayrılıklarının en önemli olanlarından birini örnek verip geçecem. Çünkü konumuz değil. Stalin dünyada tek bir ülkede sosyalizmin kesin zaferinin olurluğunu savurken,Troçki bunun ancak dünya devrimi veya bir çok ülkenin devrimiyle mümkün olacağını savunur.Troçki, “bir tek ülke emperyalist kuşatmayla çevrili iken, sosyalizmin kesin zaferi mümkün değildir”, der. Nitekim tarih Troçkiyi haklı çıkardı. Ancak bu teori Troçki’nin hayatına mal oldu. Fakat bizim bu tartışmaya benzer bir tartışmaya yakından uzaktan bir ilgimiz yoktur. Kaldı ki davaları konuşup, karşılıklı ikna olma bizim yaşam biçimimizdir. Camatler birer ikna kurumlarımız değiller mi aynı zamanda? İkna olmak, ispatlamakla olur, yani kişi bir şeyin doğruluğuna inanmalı ki bir şeyin kıyısından köşesinden tutsun. Bunun için belge de ister, şahit de ister. Daha düne kadar Türk ve Kürt sol cenah,Türk Devleti de dahil Dersim Tertelesi’ne ne dediler? “Dersim Ayaklanması”, “Dersim İsyanı ” vb. tam da Türk Devleti’nin kullandığı ve onun işini kolaylaştırdığı tuzağımsı bir söylem değil miydi? Ama hakikat öyle mi? Tertele’den kurtulanların anlatımı, devletin bazı yetkili yöneticilerinin açıklamaları, gün geçtikçe ortaya çıkan arşiv ve belgeler, çok insanın Dersim Davası’na olumsuz bakış düşüncelerini, olumlu bakışa çevirdi,”ayaklanma” ve “isyan” olmadığına ikna oldular.
Benimle kanbağı olan akrabam; abimin çoçukları, yegenlerim, köylüm, kapı komşum,yaşıtlarımın bır kısmı hala diline Kürtçe, kendine Kürt diyor. Benim bunlarla konuşup kendilerinin Kürt olmadıklarını, dillerinin Kürtçe olmadığını söylemem, onların ikna olmasının ne zararı vardır? Veya dağda olanlarla konuşup insan kaçırıp öldürmekten tut, silahlı eylemlerine Dersim’de artık son vermelerine ikna etmek, mümkün olduğunca birarada ortak talepler etrafından ortak hareket etmek için, Dersim’in doğa tahribini engellemek için konuşup ikna olmak, ikna etmek ayıp mı, ayıp bunun neresinde? Ancak benim Ermeni,Türk, Kürt birini ikna(!) edip Zaza, Kırmanc etmek diye bir derdim yoktur, olamaz da. Kırmanciya Beleke’de “her kes lacê ma u piye xüyo,qı kes kêş ra berc niyo. Kes keşrê nêvano kı serê çımanê tora buriye to estê”.
Yine diyorsun ki: “Kastettiğim, bir mücadele örgütü değil, fikriyatlarımızla beraber nasıl yaşıyabiliriz?”
Birincisi “mücadele” denilince sen sadece silahlı çatışmayı anlıyorsun. Oysa mücadelenin çok çeşitli biçimleri vardır; dilimizin kaybolmaması için yapılan tüm dil kursları, oluşturulan dil alfabemiz, çıkarılan gazete ve dergiler,üniversitelerde kurulan dil kürsüleri, mezuniyetle bu bölümü bitirme çalışmaları da birer mücadeledirler. Coğrafyamızı terk etmemek amacıyla, insanların göçünü önlemek için, ufak da olsa kurulan Munzur Suyu Menbası türünden iş yerleri açmak, arıcılık vb. çalışmalar birer mücadele biçimidirler. Doğamızın tahribine karşı yapılan çalışmalar, barajların yapımına karşı çıkmak, kum ve maden ocaklarının işletilmesine karşı çıkmak vb. çalışmalar birer mücadele biçimleri değil mi? “Örgüt” çağrışımı insanlarda olumsuz bir etki yarattığı doğrudur, gizli yeraltı bir şey olduğu, bu çağrışım aileler için çoçuklarının öldürülmesi, hapise atılması, işkence görüp,vurulup öldürülmesi algısını oluşturduğu da doğrudur. Fakat Meclis Fikriyatı kesinlikle bu tür gizli örgütlülüğe karşıdır, açık KURUMlarımız olacak, oluşmalı diyoruz. Biz çalışmalarımızı alenen açık kurumlarla yapmak istiyoruz.
Bizim itikatla ilgili ister kutsal günlerimiz olsun, ki bunlar Hızır Orucu, Gağand, Hawtamal, On iki imamlar, isterse itikati kurumlarımız olan pir, rayber, mürşid, kivre, müsahipliği yaşatma istek ve çalışmalarımız da mücadeledirler. Bir ilin, kazanın belediye başkanlığını kazanmak için yapılan çalışma da bir mücadeledir. Aynı şeyleri diğer etnik kökenli komşularımız için de isteriz. Kardeşiz birarada yaşıyoruz. O’nun rengi, dili, inancı, milliyeti benim zenginliğimdir.
Yine diyorsun ki, “… hem ‘Dersim Meclisi bir mücadele örgütü olacak’ demek, Dersim’de faaliyet yürüten Kürt siyasi oluşumunu rahatsız eder. Ki, bu arkadaşlar yıllardır ‘ ayrı bir Dersim örgütlenmesinin kendilerine karşı olacağını’ söylüyorlar.” Kürt siyasi hareketi oldu olalı Dersimliler hakkında söylediği olumlu bir görüşü söyler misin? Dersim’e Kemalist mi demediler, ama öte yandan resmi olarak 70 bin Şafi -Suni Kürt köy korucuları san ki Kürt illerinde değil de Dersimdeymiş, san ki Kızıl Ordu müfrezeleriymiş. Dilimizi mi, kimliğimizi mi kabul ediyorlar, tehditler, asma-kesme lafları da cabası. Kürt siyasiler,örgütün başı, MİT ve devletin yöneticileriyle görüşmelerini gayet doğal ve normal bir politika olarak görürlerken (ki doğaldır) rahmetli Kamer Genç Dersim’le ilgili bir şey söyledi mi, ya ajanlıkla ya da hainlikle suçlanır, hakaret edilirdi. O Kamer Genç ki 1980 Askeri Cunta Konseyi’nin hazırladığı ’82 Anayasası’na tek red oyu veren adamdı. Cuntacıların anayasasına %90 üstünde red oyu veren tek il de Dersim’di. Kimin M. Kemali kendine örnek aldığı ortada iken, bu tür hakaretler etme hakkı onlara verilmiş ayrıcalıklı bir imtiyaz mı? Şerafettin Bey bir şey söyledi “kafana boşaltırız” dediler.
Kürt siyasi hareketi “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ına” istinaden Kürt illerinde illerin özerk idaresini savunup yola çıkarak bir çok Kürt illerinin belediyesini seçimle aldılar. Çok güzel ! Çünkü bu illerin çoğunluğu Kürt’tür, olması gereken de budur. Ama aynı Kürtler’in siyasi önderleri Dersim’e acaba aynı gözle bakıyorlar mı? Hayır gözleri şaşıdır. Bana gösterebilirler mi, Dersim-Merkezde kaç Kürt yaşıyor? Ezelden bugüne kadar orda yerleşik bir Kürt beyi, aşireti, şeyhini gösterebilirler mi ? Çalışmak için gelen mevsimlik işçiler hariç. Türk Devleti’nin memurları hariç, Dersim-Merkez halkı kendine Kırmanc der, Khuresu,Heyderu vb. aşiretler ile Zaza diyen Usuvu Aşireti gibi. Ama ne biçim demokrat ilericilerse, belediye seçiminde Türk Solu’yla birleşip bir belediyeyi Dersimli Kirmanclar’a fazla görüyorlar. Yükleniyorlar da yükleniyorlar. Ben dilimi, kimliğimi ve diğer aidiyetlerimi inşa etmem için herhangi bir örgütten icazet alamam. Ne demek, kendi toprağımda köle muamelesini mi kabul edecem! Kürt siyasi hareketinin sicili Dersimliler açısında temiz değil. Bu uzun bir mesele, bir araya gelirsek sohbet ederiz. Onlar her türlü çalışmayı, örgütlenmeyi yaparlarken hakları olur da bizim niye hakkımız olmuyor? Bizim kadar rahatsız olanın olduğuna inanmıyorum. Sen bir yandan “mücadele” derken silahlı mücadeleyi kasdederek rahatsızlığını, memnuniyetsizliğini dile getiriyorsun, öte tarafta biz kendi dilimiz, kimliğimiz, coğrafyamız için barışçıl mücadele verirsek, “silahlı mücadele veren arkadaşların” rahatsız olacağını söylüyorsun. Bunu nasıl izah edebilirsin, veya nasıl anlayalım? Biz kimsenin kanaat önderlerini hiç öldürmedik. Öldürdükten sonra da halkın tepkisini yatıştırmak için onlara göre Allah katında en yüksek yer olan “şehit oldu ” diye ilan etmedik,”yanlışlık oldu”, ” özür dileriz” gibi yöntemlere de baş vurmadık. Bunu söylersek o darılacak, filan küsecek, efelenecek mantığıyla hareket edersek hiç bir şey pişmez, masaya da gelmez. Mümkün mertebe dilimize, adabımıza sahip olmayı yeğleriz. Çalışmalar neticesinde Veziri de, rezili de Dersim halkı tayin eder.
“Farklılıklarımızla nasıl yaşıyabiliriz?” Çok basit. Sen beni dilimle, kimliğimle, itikatımla ve üstünde ömür sürdüğümüz toprağın bir ortağı da ben olduğumu kabul edersen, ben de seni kabul eder farklılıklarımızla kardeş kardeş yaşamış oluruz. Sen ve ben coğrafyamızın tahribine karşı hep beraber ortak hareket eder karşı çıkarsak farklılıklarımızla yaşamış oluruz. Farklı etnisiteye mensup toplumları bir arada tutan şeyler, ortak çıkarlar ve hoş görüdür. Ermeniler de o toprağın, coğrafyanın sahipleridir, onlarda soy kırımdan geçirildiler. Komşularımızmış. Şimdi az veya çok sayıda da olsalar hala varlar. Kivramız, musahibimiz olmuşlar, karşılıklı evlilikle “xınami” olmuşuz. Yüksek kültüre sahip bir halkımız. Onlara yapılan katliamı bana yapılmış olarak bilirsem, her yerde her mecliste onlara sahip çıkar yanlarında olursam, ki olmalıyım, işte farklı da olsak aramızda dayanışma, dostluklar olur. Dili için okul mu açar, inancı için kilise mi açar bana sormasına bile gerek yok, saygı ile karşılar sevinirim de.
Bildiğim kadarıyla bu fikriyat çalışmalarını yürüten hiç bir arkadaş veya kişi FGD’li arkadaşlardan özür dilemedi. Onu nasıl, nerde, kimden işittin bilmem. FDG’de bulunan dostlarımız hatırı sayılı bir çalışma yürüttüler; Dersim sık sık gündeme geliyordu, DSTP diye önemli proje çalışması yaptılar. Güzel, takdire şayan bir iş. Olanaklar dahilinde destek verdik. Ancak sonradan öyle bir algı oluştu ki, proje çalışması yapanlar, projeye özel mülkiyeti gibi baktılar, dışarda da yine öyle bir algı oluştu ki bu projeyi demek ki bunlar kendileri için para getiren bir iş yeri niyetine yapmışlar, eger mantık bu değilse, yeni yöneticilere niye bırakmıyorlar?
Fikriyat çalışması yapan arkadaşlar bu arkadaşların da içimizde olmalarını istediler. Randevular yapıldı. Köln’de H. Aygün, Şerafettin Halis ve Cemal’in (Taş) de olduğu bir toplantı yapıldı. FDG’nin kurulmasında “eski solcuların” çok harcı vardır. Avrupa Dersim Festivalleri’nin oluşumunda bizlerin hepimizin katkılarını kim inkar edebilir?
12.12.2016, Alamanya