DERSİM’de Kimlik Çatışmaları
Sevdiklerinin, gün içinde selamlaştıklarının, misafir ettiklerinin, ekmeğini, suyunu paylaştıklarının, yan yana evlerde komşuluk ettiklerinin kurşuna dizilmeleri, katledilmeleri, açlığa sefalete mahkum edilmeleri insan canını ve ruhunu yaralayacak en büyük acılardır. On binlerce, yüz binlerce insandan geriye bir avuç insan da kalsa, kalanların geleceği hep vardır. Kendi değerleriyle, kendi özleriyle yaşayabilecekleri bir gelecek hep vardır. Acılarını yüreklerine gömerek, yeni kuşakları kendi dilleriyle, kendi inançlarıyla, kendi kültürleriyle yaşatarak geleceğe taşınabilirler.
Bir toplum için en büyük felaket, kendi kimliklerini, kişiliklerini var eden değerleri yitirmeleridir. En büyük refah düzeyinde de yaşatsanız, bir toplumun inancını, dilini, yaşamı tanımlamaya ve anlamlandırmaya yarayan değerlerini unutturduğunuzda o toplumu yok etmiş olursunuz. O toplum yerine, hafızası boşalmış, dilediğiniz gibi, kendi çıkarlarınıza uygun yeniden programlayabileceğiniz yeni, edilgen ve size tabi bir toplum yaratmış olursunuz.
Bir topluma kişilik veren ve binlerce yılda oluşan değerlerini yok ettiğinizde, o toplumun kendini, hayatı, evreni, varoluşu anlamlandırma biçimini de yok edersiniz. Kendi ekonomik, siyasal hedeflerinizi o toplumda gerçekleştirmekle kalmaz, o toplumu, kurduğunuz sömürü ve egemenlik sisteminizin koruyucusu ve taşıyıcısı haline de dönüştürürsünüz.
Derin kriz dönemleri, savaş dönemleri bu tür hedefleri yaşama geçirmek için en uygun zamanlardır. Suriye’ye bakın. ABD, Çin, Rusya, İran, Türkiye devletleri, kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemeler dayatırken en güçlü argümanları etnik köken, din, mezhep gibi kavramlardır. Her kes kendi oyununu kurmuş ve senaryolarını hayata geçirmiş durumdadır. Bugün, bu tür senaryoların devreye sokulduğu ve bu konseptte adı hiç anılmayan bir yer daha söyleyeyim; Tunceli. Nam-ı diğer Dersim.
Siyasi çekişmeleriyle, kimlik tartışmalarıyla vahşi batının Teksas’ına rahmet okutacak bir coğrafyadır Dersim. Kimliğini unutturmak, kimliğini değersizleştirmek için kasıtlı uygulanan bir tartışma senaryosu. Türk, Zaza, Ermeni, Kürt kimliklerinin tartıştırıldığı bu coğrafya, akbabaların paylaşmaya çalıştığı bir leşe dönüştürülmüş durumda. Etnik kimliklerinin yanında Aleviliğinin kökenlerinin yanısıra Hıristiyanlık, Müslümanlık, paganlık şeklinde de diğer kimlik tartışmaları da hırla gidiyor. Tartışmaların hepsinin arkasında akbabaların babaları var. Çünkü Dersim halkının kendi ihtiyaçlarından kaynaklı tartışmalar değildir bunlar. Bu tartışmaların art niyetli, zararlı olduğuna dair en büyük kanıt da budur; Dersim halkının ihtiyacının olmaması…
Bir halk, ihtiyacı olmayan bir tartışmaya neden girsin ki. Bu tartışmalar etrafında neden kutuplaşsın ki. Bu tartışmalar içinde neden sözcüklerin yerini kurşunlara bıraksın ki.
Beş bin yıldır toplumları manipüle etmekte, yönlendirmekte, yönetmekte ustalaşan bu sistemin, şeytana pabucunu ters giydiren, ömrünüz boyunca kafa yorsanız aklınıza gelmeyen o kadar çok yöntemleri vardır ki; mezarınızı size kazdırır, silahınızı size yaptırır, mermiyi kafanıza kendiniz eliyle sıktırır da ruhunuz duymaz. Hiç savunamadığınız bir hakkınızı savunan birilerini kendi içinizden seçer. Sizin için kavga eden, eserler ortaya çıkaran bu insanı alır bağrınıza bastırır. Sizden biridir, sizin evladınızdır. Sizin hakkınız savunmuştur, yazmıştır, çizmiştir. Sizin ona olan inancınız, güveniniz bağlılığını en üst seviyeye çıktığında senaryonun bir sonraki aşaması devreye girer. O kişi gider, sizi yok etmek istemiş olanların safına katılır. Bunu sizin için yaptığını söyler, siz de inanırsınız. Düşmanınız kendi eliyle beceremediğini, sizden birilerinin eliyle gerçekleştirir. Asla uyanamazsınız. Kendi iradenizle takılır peşine gidersiniz.
İçinizdeki kurta bağlılığınızı arttırmak için, inançsal değerlerinizle güçlendirirler bağınızı. Sonra inancınızı, tarihleri boyunca sizleri asimile etmek isteyenlerin, yok etmek isteyenlerin inançlarına bağlamaya çalışırlar. Kaç devletle flört ettiklerini anlayamazsınız. Fakat onlar, inançlarınızla size şirin gösterdiklerinin ekonomik pazarına dönüştürmek için çabalarlar. İhanetin her türlüsü gözlerinizin içine baka baka uygulanır fakat siz uyanamazsınız. Almanya büyük aryan devleti düşünü gerçekleştirmek için inançlarınızın pagan unsurlarını kullanır, haberiniz olmaz. İran, tarihte yaptığı gibi içinizden devşirdikleriyle sizleri Şii’leştirerek coğrafyanıza hükmetmek ister, haberiniz olmaz.
Hiç kimse Dersim’e alevi inanç ve kültürünün hakim olduğu, Zaza’canın (dımıli, kırmanci) dilinin konuşulduğu bir coğrafya demez. Bunu derlerse bunca kimlik kavgasının ve asimilasyon politikalarının zemini kalmaz. Dersim üzerinde tartışılan kimliklerin her birine bakın. O kimliklere sahip halkların hepsinin bir yaşam alanı, bir coğrafyası, bir devleti, bir ili vardır. Yaşam alanı olmayan tek halk, Zaza’ca konuşan Alevi halkıdır. Ellerinde kalan tek coğrafya Dersim’dir ve Dersimi de ellerinden almak için uğraşmayan kimlik sahibi yoktur.
Dışarıdakiler bu senaryoları uygularken Dersim’in çocukları ne yapıyorlar? Aşiretçiliği eleştirerek, yererek başladılar işe. Aşiretler feodal, geri unsurlardır dediler. Kısmen doğru. Bu aşiret temelli örgütlenmeyi modern toplum örgütlenmelerine dönüştürmek yerine, onların yerine yen, aşiretler inşa ettiler. Dersimdeki aşiret sayısı kadar örgüt ürettiler ve örgüt sempatizanlığı, aidiyeti, aşiretlerinkinden daha ileri gidemedi. Aşiret kavgalarını yerenler, bu kavgaları kendi örgütlerine taşıdılar. Aşiretlerin feodallığını eleştirenler, feodal ilişkileri, “kafakol ilişkisi” şeklinde örgütlerine taşıdılar. Gün geldi, aşiretlerden çok çok geri bir zemine düştüler.
Aşiretler arasında, toplumsal bütünlüğü sağlayan bir hiyerarşi vardı. Fakat yeni aşiretler yani örgütler, kendi aralarında bütünselliği sağlayacak bir zemin oluşturamadılar. Aşiretler hiçbir zaman birbirlerini aşağılamadılar. Fakat örgütler birbirlerini, oportünistlikle, revizyonistlikle, sosyal faşistlikle aşağılayıp durdular. Aşiretler, binlerce yıl öncesinden “insan yaşamı kutsaldır” diyerek insan öldürmeyi bir ilke olarak yasaklayan bir inanca sahipken ve en ağır ceza olarak tecriti veya sürgünü öngören “düşkünlük” kurumunu benimserken, örgütler halk adına ölüme mahkum etme yasasını benimsediler. Hem de ölüm cezasını binlerce yıl önce terk etmiş bir halk adına. Şimdi bana aşiretler arasındaki kavgalarda işlenen cinayetleri hatırlatarak karşı çıkmayın. Önemli olan örgütsel bir yapının, ister aşiret olsun, ister örgüt olsun, ister devlet olsun, kendi hukuksal sisteminde öldürmeyi öngörüp görmemeleridir. Benimseyip benimsememelidir. Üstelik aşiretler ceza vermeden önce yaptıkları yargılamaları tüm halkın gözleri önünde yaparken, meçhul yargılamalarını kapalı kapılar ardında yapanlardan söz ediyoruz.
Dün eski aşiretler yerine yeni aşiretler kuran Dersim’in çocuklarına bu gün, Dersimin kültürünü, inancını, bütün olarak kimliğini başka yerlere yamayan ajanları da eklendi. Yaşlıları ise, 38’de deşilen yaralarının, kendi çocukları tarafından deşilmesinin acısına sessiz çığlıklar atarak, huşu içinde ölecekleri günü bekliyorlar. Yaşlıların en büyük acısı, düşmanlarının azmi ve büyüklüğü değil, umuda açılan kapıların kendi çocukları tarafından kapatılmış olmasıdır.
Dersim bir devlet değildir. Olmasın da… Dersim, silahların konuştuğu bir vahşi batı da olmasın. Dersim, tüm semavi dinler öncesinde var olan, semavi dinlerle de yer yer kendini ortaklaştırmış bir Aleviliğin ve bu Alevi’lerin Zaza’ca konuştuğu yer yüzündeki tek coğrafyasıdır. Bırakın da böylesine ufak, böylesine özel bir coğrafya, insanlığın zenginliği olarak kalsın, yaşasın. Bu istek bilincinize, yüreğinize, ruhunuza, hırsınıza fazla mı geliyor?
_ Zülfikar Akar _