Her ideoloji, her inanç için mücadele eden en az bir silahlı örgüt var. Örgüt derken hemen belirteyim; ister bir mahallede direniş komitesi desin kendisine, ister bir ülkenin bekasını savunan bir devletim desin kendine; bir amaç için bir araya gelmiş ve kendi içinde bir hiyerarşisi olan her yapılanma bir örgüttür. Bu kanarya sevenler derneği de olabilir, bilmem ne federasyonu da… Savaşı benimseyip benimsememesi, yasal olup olmaması onun örgüt niteliğini değiştirmez.
Silahlı yöntem kullanan her örgüt insan aklını inkâr etmenin sonucudur. Kimi insan aklını red ettiği için silaha sarılır, kimi de bunun karşısında durmak için. İnsan aklını inkârın sonucu var olmuş olmayı, hiç biri kendi varlık nedeni olmaktan çıkaramaz.
Dünyanın sıkıntısı ne ekonomik kaynakların kısıtlılığı, ne falanca ırkın falanca ırktan üstünlüğü, ne falanca dinin falanca dinden, ne de falanca uygarlığın falancadan üstünlüğü değildir. Dünyanın sorunu, 5-6 bin yıl önce birilerinin, insan aklını inkâr etmesiyle başlayan bu özel mülkiyetçi sistemdir. İnsanların birbirlerini kırmaları, kırılarak yok olmaya karşı nüfuslarını arttırma yoluna gitmeleri, teknolojik gelişmeler, sanayi üretimi, modern kentler… Hepsi insan aklının inkârı üzerine kurulu olan bu mülkiyetçi savaşların ürünüdür. Aklını yitirmeye dursun insan, her güçlüğü aşar, imkânsızı gerçek kılar, her şeyi icat eder ama inkâr ettiği o aklı bulamaz bir türlü.
Marx’ın gerçekten de değerli olan, cilter dolusu Das Kapital kitabı, Avrupa insanının aklını yeniden hatırlama çabasından başka bir şey değildir. Avrupa’nın, sınıflar sürecinin ürünü olan kültürünün doğurduğu bir ihtiyacın devamıdır. Bu nedenle Avrupada ve Avrupaya derin ilişkilerle bağlı kültürlerde büyük yankı uyandırmış, dönüşümlere neden olmuştur. Ancak, sınıfsız toplumlarda hiçbir olumlu değişime neden olmamıştır.
Özel mülkiyetin nasıl bir pislik olduğunu bildiği için sürekli bundan uzak duran sınıfsız toplumlara, basit bir meselle anlatabileceğiniz bir gerçeği, sınıflı sistemdeki bir insana ciltler dolusu kitaplarla ancak anlatabilirsiniz. Çünkü akılları farklıdır. Biri, yüzbinlerce yıllık kesintisiz bilince sahipken öteki, binlerce yıldır sınıflı sistemin sildiği aklının yerinde, çürümüş, kendini üretemeyen, doğaya ve kendine yabancılaşmış bir akla sahiptir. Ona her şeyi yeniden hatırlatmanız gerekir. Sadece bu kadar da değil. Hatırlaması için, binlerce yıllık o çürümüş, zihninin her bir katresine sinmiş o bozuk aklı söküp atmanız gerekir.
Dünyanın diğer yerlerini, diğer evlerini bir yana bırakıp kendi kapımızın önünü süpürelim. Sınıflı sistemin dayattığı aklı bu güne kadar red etmiş, binlerce yıl önce yarattığı uygarlıklarla tarihe damgasını vurmuş, insana yaraşır ilk ve tek uygarlığı binlerce yıl önce yaşama geçirmiş, bu gün kültürel ve inançsal alana sıkışmasına rağmen kendini bozmaya çalışan her önermeyi red etme, kusma yeteneğine sahip bir aklın son eviyiz.
Dersimi böyle görmedikçe, meclis için emek harcamanın hiçbir anlamını göremiyorum. Dersimli olmam beni ilgilendirmiyor ve bende hiçbir duyarlılık yaratmıyor. Her ilin inancı, kültürü bilmem nesi farklı olabilir. Dünya böyle illerle doludur. Ancak, Dersimin arkasındaki bu tarihsel okumayı yapmayı becerebildiğim ölçüde, kendimi bir Dersimli olarak değil, bir insan olarak sorumlu hissetmeye başlıyorum. Dersimde gelmiş geçmiş onlarca, yüzlerce örgütlülük içerisinde bir fark yaratacaksa bu meclis, bunu, bakış açısını Dersim coğrafyasının ve zamanda bu günün ötesine yönlendirerek yapabilir ancak. Hiçbir evrensel bakış açısı sanallıkla, ayakları yerden kesik olmakla mümkün olamayacağı için, bir yerelden doğması gerektiği için, bugün bildiğimiz Dersimliliği her şeyimiz olarak değil, bizi her şeyimize götürecek olan o uzun yolun ilk adımı olarak görmemiz gerekir.
Bölgesel kalmakla veya bölgesel tartışmalar içerisinde boğulmakla hiçbir yol alınamaz. Dediğim gibi, bölgeden ve bu günden hareketle kendini zamanın ve makânın ötesine taşıyabilecek bir akla sahip olunmalıdır. Bu gün ve bu günkü mekân içerisinde Dersimin kimliğini oluşturan bir tek akıl ve bir tek dil vardır. Farklı kimliklerin, etnisitelerin ve dillerin varlığı, birlikte barış içinde özgürce yaşayabilmeleri bu tek aklın egemen oluşunun ve hazırladığı zeminin ürünüdür, sayesindedir. Çünkü Dersimde var olup başka coğrafyalarda egemen olan hiç bir kimlik, hiçbir dil, Dersimin kimliğinin ve dilinin sunduğu avantajı kendi dili dışındakilere sunmamaktadır. Bir yerde ve özellikle de Dersimde bir kardeşlik, bir ortaklık, bir özgürlük alanı varsa, bunu korumak kadar, bunları sağlayanın hakkını da teslim etmek gerekir. O nedenle Dersimin kimliğini başka kimliklerle eş değer tutmamak gerek. En başta dediğim gibi bu bir kimlik veya üstünlük sorunu değil, yüzbinlerce yıldır süregelen kesintisiz bir akılla, birkaç bin yıl önce oluşmuş karşıt bir aklın çelişkisinin sorunudur.
Dersime burada yaşama şansı ve hakkı bulmuş başka inançları da Dersime ortak etmek istiyorsanız, o inançların egemen olduğu yaşam alanlarına da Dersimi ortak edebilmelisiniz. Bunu yapamıyorsanız, yaptığınız tek şey, arı kovanına çomak olacaktır. Dersimi, başka bir etnisitenin de vatanı olarak görüyorsanız, o etnisitenin başka bir coğrafyadaki vatanını da Dersimlilerin vatanı olarak görmeniz gerekiyor. Bunu böyle göremiyor musunuz? O zaman kovana çomak sokmayacaksınız.
Bu ırkçılık, şövenistlik değildir. Her kesin coğrafik olarak kendi payını aldığı bu dünyada, bir halkın elinde mezar kadar olabilmekten öteye geçmeyen azıcık bir toprak parçası kalmışken, mezarını da kaptırmama gerekliliğidir bu. Kültür, dil, inanç, tarih, bir toplumun ruhudur ancak. Bu ruhu taşıyacak bir gövde olmadıkça yaşamda yer bulamazlar. İşte bu toplumsal ruhun bedeni de coğrafyasıdır.
O yüzden, kendi sofrasını kurmuş olan ve paylaşmaya yanaşmayan her kesin, Dersimin sofrasından elini de gözünü de çekmesini özellikle rica ediyorum.
Dersim ile bir kardeşlik iddiası taşımakta samimi olanlar da bilsinler ki kardeşlik, ancak ve ancak, eşit olmasa dahi eş değer hak ve olanaklarla mümkündür. O halde bırakın Dersim kendi gövdesi üzerinde ayağa kalksın, kendi aklını diriltsin, kendi dilini özgürleştirsin. Hatta, samimiyseniz bırakmayın, bir de el atın, katkı sunun buna.
Halklar var olmadan kardeş olamazlar, birlikte yaşayamazlar. Var olmasına izin vermediğiniz bir halkın kardeşi değil, sadece katili olursunuz.
Şit’i, Habil ile Kabil’in kavgasına kurban etmeyin.
Elde kalan, bir avuç toprak ve birkaç sözcüklük bir dildir… El İnsaf…
Bir halkın, halkların, kültürlerin özgürlüğünü, sınıfsız bir toplumda yaşamasını öngören çağdaş ideolojiler de özgürlüğe kavuşturacakları halkların kendi gözleri önünde yok olmasına göz yummamaları ve halkların kendilerini inançlarıyla, kültürleriyle gelecekte de var edebilme çabalarını küçümsemek yerine destek olmaları gereklidir. Hatta zorunlu görevleridir. Gelecekte özgür kılacağınız bir şeyi bugün yaşatmak zorundasınız.
Tüm bu hengâme içerisinde Meclisin en asli görevi, hengâmenin örttüğü, görünmez, önemsiz kıldığı o derin boşlukları iyi görmesi ve değerlendirmesidir. Kalabalık bir otobüste itişip kapışarak yer açmak yerine, otobüsü dolduranların boş bıraktıkları ve unuttukları yolları yeniden inşa etmek ve yürümek zorundadır Meclis.
Savaşarak, kan dökerek var olmayı red etmiş ancak bıçak kemiğe dayandığında istemeye istemeye savaşmış bir aklın insanlarından, kültüründen, inancından bahsediyoruz. Savaşmaya, kan dökmeye niyetli olsa idi birkaç binyıllık bu baskılar ve katliamlar sonucunda bugün bir orduya sahip olabilirdi pekâlâ. O halde, savaşanlara da savaşsız bir uygarlığın olabileceğinin modelini de oluşturmak zorundadır Dersimin aklı. Tıpkı geçmişinde olduğu gibi.
İnsanlığın en ağır yükü olan tarihini ve bu tarihin ürettiği aklı, bir kardelenin inadı ve zerafetiyle yeniden ete-kemiğe büründürebilmesi dileğiyle.
_Zülfikâr Akar_