CeKa (Cemsi Kaya) gibilerin ısmarlama yazılarla Dersim tarihini çarpıtmak isteyen hayali iddialarına, illizyonlarına cevap olan bu yazı serisi dört bölümden oluşuyor.
1.BÖLÜM: İddialar Dersim’in tarihi belleğine uyuyor mu?
- BÖLÜM: İddialar Dersim halkının itikat ve kültürüne uyuyor mu?
- BÖLÜM: İddialar bölgenin lisan bilimlerine uyuyor mu?
- BÖLÜM: CeKa’nın iddiaları tarihi gerçeklere ve sosyal bilimlere uyuyor mu?
GİRİŞ
Osmanlı ve torunlarının uydurma kaynaklarını çok zaman güvenilir bulmayan CeKa gibi düşünenler söz Dersim üzerine olunca aynı kaynakların hepsini güvenilir kabul ediyor. Bu kaynaklara ait bazı alıntılarla Dersimlilerin Kürt olduğunu ileri sürüyor. Bununla yetinmiyorlar “Dersim Tarihi” ismiyle yayınlanmış olan çok güvendikleri Baytar Nuri’nin kitabının ismini Baytar Nuri öldükten sonra değiştirip “Kürdistan tarihinde Dersim” olarak baskı yapıyorlar. Ölen insana ait olan bir kitabın ismini değiştirmek etik kurallara uyar mı? Bu tavır açık bir tahrifat değil mi?
Dersim üzerine yapılan tüm tahrifatları bu yazıda tek tek açıklayacağız. Ama bilinmelidir ki sosyal bilimlere göre; Dersim coğrafyasında yoğun bulunan bir halkın toplumsal yapısının değiştirilmesi, dönüştürülmesi, asimile edilmesi kolay değildir. Çünkü aynı itikata sahip olan ve aynı dili konuşan halkın bir bölgede ezici çoğunlukta ve yoğunlukta olması asimilasyona karşı korunmasının ve savunmasının en iyi silahıdır. Dünya’ya ferman okuyan Osmanlı ordusu bile 500 yıl gibi uzun süreçte Anadolu’ya yayılmış olan Kızılbaşlığı asimile edip camilere sokamadı. Dersimliler de beş asır hem itikatını, hem de Zazacanın Dersim şivesi olan anadilini korudu ve bundan sonra da koruyacaklar. CeKa gibi düşünenler bilmelidir ki; çok etnisite ve çok kültürden oluşan Kızılbaş-hümanist Dersim coğrafyasında ırkçılığın hiçbir çeşidi kök salıp yeşeremez.
CeKa’nın iddialarına yani esas konuya geçmeden önce ilk başta bu “yazı serisiyle” ilgili bir duruma açıklık getirmek istiyorum:
Bu dört bölümlük yazı serisinde ben sadece 1938’lere kadar Anadolu’nun ve özellikle Dersim’in tarihi ve sosyal durumuna açıklık getirmek istiyorum: Biliyoruz ki; Dersim tarihte bir nevi aşiretler federasyonu gibi yönetiliyordu. Elbette ki bu gün Dersimliler çok kültürlü çağdan demokrasiden yanadır. Ama Dersim’i beş asır aşiret önderleri savundu. Kültürümüz Ocaklar sayesinde bu güne gelebildi. Bunlar bizim reel gerçeklerimizdir.
1938’in acı yenilgisiyle Dersim’de federasyon şeklindeki önderlikler yok edildiği için gençlerimiz ortada başsız kaldı. Başsız kalan bu Dersimli gençler özellikle 1970’lerden sonra şaşkın ördekler gibi sağa sola savruldular. Bir kısmı Türk, bir kısmı Kürt örgütleri içinde yerini aldı. Anadolu’da yükselen bu milliyetçi hareketlerin etkisine kapıldılar. 1938 yenilgisinden sonra yaşanılan travmaların Dersim’de yarattığı bu marazi durumu psikolojik ve toplumsal bilimlere göre başka bir yazıda ele alınıp ve genişçe irdelenmesi gereki. Çünkü kimliksiz kalan gençlerin bu yeni durum ve hallerine açıklık getirilip son verilmezse; öz güvenini yitiren gençlerimiz psikolojik bunalımlara, hastalıklı durumlara düşmeleri devam eder. Dersimli sosyolog ve psikologlar bu travmalar konusunda yazılar yazmaya başladılar. Gençlerimize faydalı olan bu araştırmalar umarım devam eder…
Bu dört bölümlük yazı serisinin 1940’lardan önceki döneme ait olduğunu belirttikten sonra Hem Selçuklu ve hem de Osmanlı dönemlerinde Anadolu’daki baş çelişkinin ırksal değil dinsel olduğuna vurgu yaparak esas konuya geçelim:
“Toplum mühendisliğine” soyunan; Anadolu’daki somut durumu, somut toplumsal yapıyı görmezden gelip toplumu kendi istediği doğrultuda yönlendirmek isteyen tüm sağ ve sol ideolojiler hüsrana uğradılar ve toplum mühendisliğine soyunanlar gelecekte de hep hüsrana uğrayacaklar.
Hüsrana uğrayanlara açık ve çarpıcı bir örnek verelim: Orta Asya’dan gelip sonradan Anadolu’ya yerleşen Türkler sürekli olarak “Kürtler de, Dersimliler de öz be öz Türk’tür,” diyordu. Ne hikmetse Irak-Mezopotamya’dan üç beş asır önce Doğu Anadolu’ya gelen Kürtlerin bir kısmı da son çeyrek asırda “Dersimliler öz be öz Kürt’tür,” demeye başladılar. Son yıllarda ise toplum mühendisliğine soyunan CeKa’ gibi düşünenler çıktı ortaya. Maalesef kalbindeki sesi dinlemeyen; aslını inkar eden ve bundan dolayı kimlik bunalımına girmiş bu Dersimliler de inkarcı görüşlere dahil oldular.
Tarihte bazı kişi veya grupların aslını inkâr edip asimile oldukları bilinen bir gerçektir. Örneğin 60 yıllık göç sürecinde Almanya’da doğup büyüyen birçok, Türk, Kürt ve Dersimli gençler kendini Alman hissediyorlar. Bunlar asimile olmuştur ve oluyorlar. Yapılacak bir şey yoktur. CeKa gibilerin bunlara benzeyen kişisel değişim ve tercihleri hoş görülebilir ve görülmelidir. Öte yandan kendini Kürt hissetmediği halde birçok Dersimlinin Kürt hareketinin demokratik mücadelesine destek olması da etik, insani ve onurlu bir tavır sayılır. Ben bu onurlu tavırlara karşı çıkanlardan değilim. Bu dört bölümlük yazı serisinde; bir topluma yeni kimlik bulmak; yeni deli gömleği giydirmek isteyen yanlış düşüncelere, ısmarlama yazılara cevap vermek istiyorum. Tarihi gerçeklerden, bilimsel doğrulardan, bilimden yanayım. Nasıl ki Türklerin safsatadan ibaret olan “kart kurt” teorileri iflas etti ve Kürt halkının varlığı dünyaca kabul gördü ise CeKa gibi düşünenlerin kendi halkının tarihi ve toplumsal belleğine dayanmayan; bilimsel temelleri olmayan “cart curt” iddialarına dayandırılmak istenen “Dersim=Kürt veya Zaza=Kürt” teorileri de iflas etmeye mahkumdur.
CeKa gibiler demokrasiyle barışık olan Kızılbaş Dersim Kültürünün asimile edilmesinin Anadolu halklarına zararları olacağını da düşünmüyorlar. On yıl önce Dersim’de iki hafta kalan Alman İnsan Hakları Derneği Başkanı Zimmermann özetle şöyle demişti:
“Dersim’de bin yıldır kadın erkek birlikte ibadet ediyor. Dersim bu barışçı kültürüyle hem Avrupa’dan, hem de Türkiye’den daha ileridir. Dersim’den öğreneceğimiz çok şey vardır. Dersim’in barışçı ve hümanist kültüründen hem Türkler, hem de Kürtler çok şey öğrenebilir. Örnek alınabilir.”
Örnek alınacak bir kültürü asimile etmeye çalışmanın bir mantığı var mı acaba?
Bazıları Dersimli kelimesi “kimlik” yerine geçemez diyorlar. Oysa İran’da ve Amerika’da “kimlikler” coğrafidir. Etnik veya dini değildir. Dersim’de de esas kimlik tarihine ve coğrafyasına dayanır. Ayrıca Kızılbaşlık da Dersimlileri birleştiren ortak bir mayadır. Yani “Dersimlilik” tıpkı Amerikalılık, İranlılık gibi çok kültürlerden oluşur ama başlı başlına bir “kimliktir.” Nasıl ki çok etnisiteli ve çok kültürlü Amerikan halkı Amerikalı kimlikle övünüyor ve gurur duyuyorsa; çok etnisetli, çok kültürlü Dersim halkı da Dersimli kimliğiyle övünüyor ve gurur duyuyor. Kaldı ki Dersim itikatı, kültürü ve tarihi bilinci Amerikan’dan da çok eskidir. Dersimli olmaktan utanıp başka kültürlere özenti duyanları, asimile olmaya çalışanları anlamak mümkün değildir.
Bu uzun ön açıklamalardan sonra şimdi Osmanlı, Türk, Dersimli, Zaza, Kürt ve Kızılbaş kimliklerinin toplumsal ve tarihi belleklerde birbirine karşı ilişkileri açısından CeKa gibilerin yazı serisini değerlendirmeye geçebilirim.
BİRİNCİ BÖLÜM:
CeKa’LARIN İDDİALARI TARİHİ BELLEĞE UYMUYOR MU?
CeKa yazısının bir yerinde: “Dersim’in Kürdistan’da her zaman bir sandelyesi olmuştur,” diye yazıyor. Biliyorsunuz ki “her zaman” söylemi “geçmiş ve geleceği” kapsar. Şimdi Dersimliler ile Kürtler arasındaki tarihi ilişkilere bir göz atalım. Acaba Dersimlilerin Kürt tarihinde veya Kürtlerin Dersim tarihinde bir yeri, dostlukları var mıydı? Yoksa farklı inançlardan, mezheplerden dolayı aralarında kanlı savaşlar mı vardı? Acaba Kürtler Dersim’de var mıydı? Yoksalar Dersim civarına hangi yıllarda ve nasıl geldiler?
Aslında Irak bölgesindeki Mezopotamya’nın kadim halklarından olan Kürtler Doğu Anadolu’ya üç dört asır önce geldiler. Bunu ben söylemiyorum. Yazımı 1597’de tamamlanan ve aydın Kürtlerin okuduğu “Şerefname” isimli kitabında Kızılbaş düşmanlığı yapan Şeref Han yazıyor. Şerefnama’den aynen aktarıyorum: ”Kürtlerin memleketlerinin sınırları Hürmüz Denizi (Basra Körfezi) kıyısından başlar; bir doğru çizgi üzerinde oradan Malatya ve Maraş illerinin nihayetine kadar uzanır. Böylece bu çizginin kuzey tarafı Fars, Acem Irak’ı (Azarbeycan), küçük Ermenistan ve Büyük Ermenistan teşkil eder. Güneyine ise Arap Irak’ı, Musul ve Diyarbakır illeri düşer. Bununla birlikte bu insanların (yani Kürtlerin) soyundan bir çok halk ve kabile doğudan batıya kadar bir çok ülkede yayılmıştır.” (Şeref Han, Şerafname, Hasat Yay. 1990 İst. Syf-20.)
Görüldüğü gibi Kürt yazarı Şeref Han’a ait olan bu kitapta; Kürtler’in üst sınırı Maraş ve Malatya’nın nihayetine kadar uzanır ve bu iki ilin kuzeyi “Acem Irak’ıdır” diyor. Osmanlı 1514 yılında Çaldıran savaşıyla bu bölgeleri ilk defa işgal etmişti. Ama bu bölgedeki halkın çoğunluğu ve yoğunluğundan dolayı Şeref Han 1590’larda bu bölgeyi halâ Acem Irak’ı olarak görüyor.
1590’larda üst sınırı Maraş, Malatya illeri olan Kürtler acaba Doğu Anadolu’ya ve Dersim’e ne zaman geldiler? Bu haklı soru her okuyucunun aklına gelebilir. Bu sorunun cevabı çok uzundur. Ama tarihle biraz ilgilenen her insanın okuduğu tarihi kitapların sayfalarında yazılı olan ve bölgede dengeleri değiştiren “üç büyük savaş” neticesinde Kürtler’in kuzeye doğru nasıl yayıldığını bilirler. Bilmeyenler için ancak bu üç büyük savaşı özetle anlatarak bu sorulara cevap vermiş oluruz…
- Üç büyük savaştan birincisi, İslam’ın ilk yayılma döneminde (İS. 7. asırda) yani daha Türkler Orta Asya’dayken çok güçlü olan İslamcı Arap orduları Kuzeye doğru saldırıya geçtiler. Bu saldırılara karşı direnemediği için İslam dinini kabullenen Kürtler; Cihad’çı İslam ordularıyla birleşerek kuzeydeki “kâfirlere” karşı savaş açtılar ve Doğu Anadolu’yu işgal ettiler. (“Cihad” inancına göre İslâm’a karşı direnenlerin karı ve çocukları, malı mülkü İslam savaşçılarına helaldi. Yani ırza geçmek bu din tarafından teşvik ediliyordu.) Yine bilindiği gibi sonraları Araplar Bizanslılara yenilip geri çekildi ama bu işgal nedeniyle bir takım Kürt aşiretleri Doğu Anadolu’da kaldılar. (İşte bu nedenle olsa gerek Şerefhan 1590’larda Kürt vatanı olan Mezopotamya’nın dışında kalan daha kuzeyde bazı Kürt aşiretleri vardı diyor.)
- İkinci büyük savaş; 1514’te Yavuz Selim döneminde Şeyhul İslam olan Kürt İdris-i Bitlisi’nin aracılığıyla Türklerle birleşen Kürt paşaları 40 bin Alevi’yi kılıçtan geçirdiler. Binlerce Kızılbaş köyüne yine Sunni ve Şafii Kürtler yerleştiler. Çünkü Doğu bölgesinde Türkler azdı.
Şeref Han yine bu Şerefname isimli kitabında Malatya’nın kuzeyinde o dönemler Dersim’in merkezi olan Çemişgezek Beyliğinin de (Beylerin Melik ismini Melikşi ve Mir’e dönüştürüyor ve bu simlerden dolayı) Kürt olduklarını ileri sürüyor. CeKa gibiler de bu yazılana inanıyorlar. Oysa bir çok tarihçi bu görüşün yanlış olduğunu yazıyor. 1200 yıllarında yıkılan Kızılbaş “Saltuklular Beyliği’nin” bir parçası olan Kızılbaş inançlı Çemişgezek Beyliği kendi varlığını ve bağımsızlığını 1514’e kadar korudu. 1514’teki Çaldıran Savaşı’nda Şah İsmail’in tarafında yer alan bu Kızılbaş Beyliğin reisi Hacı Rüstem Bey ile birlikte önde gelenlerden 40 kişisini Yavuz Selim öldürttü. Bu kırımda kurtulan Pir Hüseyin babasını öldürten Yavuz’a biat ederek Sunni mezhebine geçti. Babasından kalan Beylik makamını ve topraklarını geri aldı. Kendisinin 16 oğlu oldu. Bu Kızılbaş Türk Beylerin (örnek Pir Hüseyin) Çemişgezek’te arta kalan toprakları onların son asırdaki soyundan olan Adnan Beye kadar uzanır. (Adnan Bey 1980’lerde hayattaydı ve arta kalan akrabalarından soylarının Pir Hüseyin Beye dayandıklarını biliyorlar. Adnan Bey ve akrabaları konuşma ve şivesiyle öz be öz Türk’tü ama Adnan Bey Kızılbaş olan soyundan ve kültüründen gelen bir rahatlıkla olsa gerek İslami kurallara aldırmaz, Çemişgezek gibi küçük bir kasabada iyi rakı içerdi.)
Tarihte ve şu anda Çemişgezek’te yaşayan beyler için MİR kelimesi kullanılmamıştır. İsmi Çemişgezek Beyliği ve yöneticilerine ise Adnan Bey, Melik Bey denilir. Çemişgezek tarihinde bir zamanlar Ermeniler’in yaşadığını ve hangi yıl “tehcir” edildiğini biliyoruz. Eğer Kürt mirleri yaşasaydı; bunu da atalarımızdan duyar veya hangi yıllar göç ettiklerini de tarih kitaplarından öğrenirdik. Çemişgezek’in merkezinde Kürtler de, Zazaca konuşan Kızılbaşlar da 1990’lara kadar yoktu. Veya birkaç Kızılbaş aile vardı. 1990’lardan sonra Kızılbaşlar Çemişgezek merkezine yerleşmeye başladı ama sayıları merkezde hala % 20’i kadardır. Ceka’nı soyu da, aşireti de bunları biliyor. Acaba CeKa bunları bilmiyor mu? Yoksa bildiği halde tarihi gerçekleri örtmeye mi çalışıyor.
- Dünyayı ve çevremizi etkileyen üçüncü büyük savaş ise; Birinci Dünya Savaşı ve bu süreçte yapılan 1915 Tehcir olayıdır. Bu kez de Osmanlının emrindeki Kürt Hamidiye Alayları yüz binlerce Ermeni’yi katletti. Doğu bölgesin bu köylerin çoğu da taş konaklarıyla birlikte yine Kürtlere kaldı ki Ermeni tarihçileri bu konakların eski sahipleri olan Ermenileri isimleriyle birlikte tek tek açıkladılar.
Kısaca Kürtler Doğu Bölgesine bu üç büyük savaş sonrasında yerleştiler. Dersim bölgesine ise Kürtler başka bir sürgün olayıyla geldiler. Dersim’i ikiye bölmek isteyen Osmanlı padişahı 16’cı asırda Sunni Mıli aşiretini Dersim’de Pertek ve Çemişgezek arasındaki bölgeye yerleştirdi. Dağlarda davar sürüleriyle geçimini sağlayan bu göçebe aşiret Dersim’de şavaklılar denilir. Beş vakit namaz gibi bazı zor ritualler davar sürüleriyle dağlarda dolanan bu göçebe Sunni Kürtler’in yaşam tarzına uymuyordu. Birkaç asır devam eden bir süreçte Dersim’de azınlık olan bu göçebe Sünni Kürtler’in bir yarısı kendi yaşamlarının kolaylaştıran Dersim’in yerli halkının inancı olan Kızılbaşlığa geçtiler. Yani asimile oldular. Bir kısmı da Sünni olarak kaldılar. Dersim’de Pertek ile Çemişgezek arasındaki bölgeye sürgün gelen Kürt köylerinin Alevi olanları ve Urfa’dan geldiği gibi Sünni kalanları tek tek biliniyor. Alevi olanları da, Sunni kalanları da halâ Kürtçe konuşuyorlar…
Eğer Sayın CeKa gibi düşünenler son asırdaki milliyetçi tezlerin etkisinden kurtulup tarihi labirantın derinliklerine inebilseler bölgede dengeleri değiştiren bu büyük savaşları ve savaşlardan sonra nüfus değişimlerini görebilirlerdi. Dersim Kürt’tür gibi tezlerinin tarihi köklerde, tarihi belleklerde yeri olmadığını da anlayabilirlerdi. Dersim’in tarihinde Sunni Kürtler yoktu. Bu gününde Sünni ve şafii Kürtlerin beş on köyü var. Alevi Kürtler de Dersim’de azınlıktır. Tarihte kökleri ve yeri olmayan bir olayın veya hayali yanlış tezlerin Dersim topraklarında tutunamayacağını, balon gibi patlayıp söneceğini de her aydın bilir.
NOT: İkinci, üçüncü ve dördüncü bölümlerle devam edecek.