Dersim Meclisi çalışmalarından Türkiye’de iken haberdar olmuş, ancak öznel koşullarımdan dolayı temas kurmamış, içinde yer alamamıştım. Ankara’da yapılacak olan bir buluşmaya katılma hazırlığı yaptığım günlerde de eşimle birlikte siyasi nedenlerden ülkeyi terk etmek durumunda kaldık. Epey zorlu geçen bir yoculuktan sonra, altı aydır Almanya’da bulunuyoruz. Bu, bizim için sürgün içinde yeni bir sürgün yaşamak oldu. Dersim Meclisi ile ilk temasımız da sonuçta burada gerçekleşti. Email üzerinden yapılan yazışmalar sonrası, değerli canlar Hasan Durusun ve Gımgım’lı Ali’nin ziyareti, bu teması gerçekleştirdi. Kendilerine bu yazı vesilesi ile bir kez daha teşekkür ediyorum. Kendilerinin ve bu çalışmaya emek verenlerin çabalarının çok değerli ve takdireşayan olduğu kesindir.
Kadim bir geleneğin, inanış, düşünüş ve yaşayışın son temsilcisi bir kuşağın efsuni sözleri ve söylenceleriyle büyümüş her Dersimli, bu kültürün anakarası dışında yaşamak zorunda kaldığı andan itibaren artık bir sürgündür. Her birimiz bu sürgünlüğü çok erkenden yaşamak zorunda kaldık. Böyle olunca, şahsen belli bir yaştan sonra kendimi hiç bir yere ait hissedemedim. Epiktitos’un, “İnsanın anavatını, çocukluğudur” sözünü, her zaman çok anlamlı buldum ve hep Dersim’de geçmiş olan çocukluğumda kaldığımı düşündüm.
Soykırım ve sürgün kıskacında bir yaşam, adeta yazgımız. Nine dedelerimiz, çok ağır biçimiyle yaşadı… Bu gün de kültürel soykırımla karşı karşıyayız. Kültürel soykırım ya da etnosit, kültürel, ekonomik, askeri vb. diğer alanlarda, diğerlerine göre daha güçlü olan bir kültürün, bünyesinde yaşadığı insanların kültürlerinin unutulmasına yönelik yaptığı soykırım çalışmalarına verilen sıfattır. Farklı bir dilin yokedilmeye çalışılması, farklı toplumsal gruplara ait tarihin tahrif edilmesi, horlanarak kendi gerçeğinden kaçmaya zorlanması gibi faaliyetler kültürel soykırımın işlevleri olarak görülebilir. Kültürel soykırımda amacın, farklı kültürleri, hakim kültür içinde eritmek olduğunu biliyoruz. Nitekim kültür kırım politikası, farklılıkları red ve inkar eden ulus inşa projesinin harcını oluşturuyor. Önünü alamadığımızda, gelecek kuşaklara taşınacak görünüyor. Peki, bu yazgıyı değiştirmek mümkün mü? Evet, zor olsa da hala mümkün.
Derdimiz büyük ve bir derman bulmak için tek ortak paydamız, varoluşumuzu belirleyen kadim bir kültürün, inanış, düşünüş ve yaşayışın kendi anakarası üzerinde ayağa kalkmasını sağlamak. Kültürel varlığımız, dilimiz ve Rea Haq inancımız ana kucağımız Harde Dewres’ten koptuğu andan itibaren yaşama şansını kaybediyor. Bu yanıyla kundak bebesi ve suda balık gibiyiz. Dolayısıyla hayata çok farklı ideolojik perspektiflerden baksak da, voroluşsal sorunumuzun, ortak paydamız olduğu konusunda farklı düşünmediğimizi sanıyorum. Kadim Dersim gerçeği düşünüş, inanış ve yaşayış biçimiyle çokluğa dayanırken, her türden tekçiliği rededer. Biz de çokluk içinde, birliği sağlayabiliriz. Neden olmasın? Esas meselemiz ve derdimiz kültürel varlığımızı sürdürebilmek olduğuna göre, evet, neden olmasın.
Kimi zaman halklar fiziki soykırıma uğrayabilir, anavatanlarından sürülebilirler. Ancak bu durum her zaman toplumsal süreklilik (beka) sorunu doğurmayabilir. Kimi tarihçiler ve antropologlar, tarihte önemli bir yere sahip olmasına rağmen birçok halkın kendisini bugüne taşıyamamasını, kültürel sürekliliklerini kaybetmelerine bağlamaktadır. Tarihten silinen halkların varlığına bakıldığında, sona erenin genellikle halkların maddi varlıkları olmadığı; farklı kültürleri, hayat tarzları ve bağımsız topluluk olma duyguları olduğu anlaşılmaktadır. Kendimizin ve birçok halkın yaşadıklardan da anlıyoruz ki fiziki soykırım (jenosit) atlatılabilir, ancak kültürel soykırım (etnosit) kolay atlatılabilecek ve savuşturulacak bir durum değildir.
Dersim’in kendine özgü kültürel yapısı, cumhuriyetle birlikte ulus devletçi zihniyetin kılıcına maruz kalmış, ve bu gün de hiçbir zaman olmadığı kadar kuşatma altına alınmış durumda. Bu gün Cumhuriyetin tek dil, tek din, tek inanç yaratma ve Türkleştirme projesi bizim açımızdan kritik eşiğe varmış bulunuyor. Dil açısından bakıldığında bugün artık köylerde bile Kırmancki/Zazaki/ Kurmanci/Kırdaşi’nin konuşulmadığını görüyoruz. Meselenin en trajik yanı da bizim çocukluk yıllarımızda tek kelime bilmeyen yaşlılarımızın da artık Türkçe konuşması; etnositçi poliikaların içselleşmesi, ve oto asimalasyona dönüşmesinin göstergesi. Artık yaşlılarımızın oto asimilasyonun aktif bir fiğürü haline geldiklerini, üzülerek izliyoruz. Bu, gerçekten de çok trajik bir durumdur. Halkımızın yaşayan belleği olan yaşlılarımızın bu duruma düşürülmüş olması, aynı zamanda kültürel bellek kırımıdır. Kültürel belleğini yitirmiş bir toplum, beka sorunu yaşamaktan kurtulamaz. Açık ki böyle bir tehlike ile karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Yine, özellikle tarihi Dersim açısından bakıldığında, Koçgiri’den başlayarak Tercan-Çayırlı’ya kadar uzanan kuzey hattında, gerek demografi değişiminin, gerekse kültür kırımının hangi boyutlarda seyrettiğini görmekteyiz.
Yaşanan kankaybı ve erezyonun önüne geçemediğimiz de öyle bir an gelir ki bir kültürel kimlikten bahsetmek mümkün olmayacaktır. Böyle bir tehlike kapıya dayanmış durumda. Bunu için gerçekleşebilir çözümler üretmek ve hızla hayata geçirmenin çabalarını büyütmek, önem taşımaktadır. Bu açıdan Dersim Meclisi çalışmalarına, büyük değer biçmek gerekmektedir.