– Biz “Dersim’de binlerce günahsız insan öldürüldü” diyoruz…- Adamlar kalkıp “İyi ama Seyit Rıza da büyük bir haindi” diyorlar.
8 Nisan 2018 tarihinde Mala Gelê Kurd Mannheim’ın düzenlediği, DİDİF ve bizim de Dêsım Gemeinde Bonê Ma Rhein-Neckar e.V. olarak desteklediğimiz “Türkiye ve Kürdistandaki Son Gelişmeler ve Dersim Katliamı’nın 80. Yıldönümü” (81. yıldönümü olmalıydı) konulu konferans Mannheim’da yapıldı.
Konuşmacı sosyolog ve yazar sayın İsmail Beşikçi idi.
Moderatörlüğünü Diyarbakır’dan Ahmet Kani’nin yaptığı konferansın ilk konuşmacısı Beşikçi Vakfı’ndan yazar Cemal Temel,
“Beşikçi Hoca’mızın Kürtlerle nasıl tanıştığı, onlar üzerine bugüne kadar neler yaptığı hakkında bir konuşma yapacağım. Hocamız Ankara Siyasal Bilgiler Üniversitesini bitirmek üzereyken Keban ilçesine stajerliğini yapmaya geliyor. Orda kaymakamın köylülerle tercüman aracılığıyla görüştüğünü gözlemliyor ve soruyor, madem ki bunlar da Türktür niye görüşmelerde tercüman gerekiyor? Aldığı bilinen uyduruk cevaplarla ikna olmuyor ve bu işin peşini bırakmıyor. Bu olaydan hareketle bilimsel çalışmalara giriyor. (…)”, dedi.
Sayın Beşikçi ise özet olarak şu belirlemelerde bulundu:
“Ermeni ve Süryani kırımlarından sonra hal edilmesi gereken iki sorun vardı, Kürt sorunu, Alevi sorunu. (…) Cumhuriyet, 1923’de Kürtlerin yokluğu üzerine kuruldu. Sadece Kürtlerin değil, Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin, Süryanilerin ve nihayetinde Alevilerin yokluğu üzerine kurulmuştur. (…)”
Karşılaştırmalı olarak Alevilik ile Müslümanlığı işlerken “Kürtler Türklüğe, Aleviler ise Müslümanlığa asimile edileceklerdi”, dedi.
Alevilikteki insan, doğa tanrı üçlemesi, semah ve cem üzerine fikirlerini belirti. Kadın-erkek eşitliğine değindi ve Aleviliğin Müslümanlıktan ve Zerdüştlükten daha eski ve köklü bir inanç olduğunu belirtti.
Dersim 38’in bir isyan değil, soykırım olduğunu vurguladı.
Konferansın soru-cevap bölümünde kısmi açıklamalarla birlikte sayın İsmail Beşikçi’ye bir kaç soru yönelttim:
Sayın Beşikçi, sizin tane tane, vurgulu konuşmanızdan büyük bir keyif aldım. Verdiğiniz örnekler çok isabetliydi. Alevilik Zerdüştlük’tür söyleminden Alevilik Müslümanlık’tan ve de Zerdüştlük’ten daha eski ve köklü bir inançtıra; Dersim ’38 isyandırdan Dersim ’38 bir soykırımdıra gelmiş olmanız taktire değerdir. Bunlar güzel gelişmeler.
Sayın Beşikçi siz emektar bir sosyologsunuz. Dersimlilerin de sizden beklentileri var. Fakat hala çok dilli ve orjinli tarihi Dersim coğrafyasını özerk görmeme gibi bir tutum sergilemektesiniz. Dersimlileri bir bütün olarak Kürt görmektesiniz. Oysa Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu’nun yürüttüğü Dersim Sözlü Tarih Projesi ekseninde, Dersim’in kamilleriyle, tertele tanıklarıyla 400’e yakın reportaj yapılmış bulunmakta. Onlar kendilerini farklı görüp adlandırıyorlar. Kendilerine Kırmanc diyor ve kendilerini Kürt görmüyorlar.
Dersimliler kendilerini adlandırma hakkına sahip olamazlar mı?
Sözlü aktarımların sizce hiç bir değeri yok mu?
Veya Dersimlileri bir bütün olarak Kürt görmenizin bilimsel açılımı nedir?
Yönelttiğim bu soruya cevaben sayın İsmail Beşikçi, “Benim Zazaca ile ilgili bilgilerim bu konuda çalışan arkadaşlarımın bilgileridir. Munzur Çem gibi, Malmisanıj gibi, Roşan Lezgin gibi, yani Zazaki üzerine çalışan arkadaşlarımın bilgileridir. Ben o bilgileri tekrarlayabilirim. Onlar Zazaki’nin Kürtçe olduğunu, Kürtçe’nin bir lehçesi olduğunu söylüyorlar.”
Sorumun doğru anlaşılmadığı, saddece soruyu tekrar yöneltmem gerektiği belirtilince, soruyu tekrarladım. Ben Dersimlileri bir bütün olarak Kürt görmesinin bilimsel izahını beklerken, Hoca tekrar dil mi, şive mi, “arkadaşlarım güvenilir kişiler, söz sahibi kişiler ve böyle söylüyorlar” gibi bir cevap verdi…
İkinci sorum ise şuydu:
Sayın Beşikçi, kendi yaşantınız, özellikle staj dönemindeki tecrübeniz, yani Kürtler ve Türklerin birbirlerini anlamaması, tercüman kullanmaları sizin açınızdan belirleyici olmuş. Zazaca konuşanlarla Kürtçe (Khurmanci) konuşanların bin yıllarca yanyana yaşıyor olmalarına rağmen birbirlerini anlamamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorum cevapsız kaldı…
UNESCO dahi Zazaca’nın yok olmakla karşıkarşıya olduğunu saptarken, bizim lehçecilerin çalışması hep bize karşı gelişti. Yani bizi engellemek için ne kadar gerekiyorsa o kadar çalışma prensibi ile yola koyuldular.
İster kendi başına bir dil veya lehçe olsun, “bu dil veya lehçenin yaşatılması için ne yapılıyor?” sorusu sorulduğunda, soruya cevaben ortaya çıkan tablo içler acısı.
Bakın,
- Kürtçe yayın yapan televizyon kanalları sayısı 91. 11’i devlet tarafından kapatılmış olduğundan şu an 80 kanal var.[i] Sadece Zazaca yayın yapan televizyon kanalı var mı? Yok. Arada bir bir veya iki saat yayın yapan televizyon sayısı ise 3-5’i geçmez. Bunu ne tür bir kardeşliğe saymalı?
- Kürtlerden Zazaca bilenlerin veya öğrenenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Fakat Zazaca konuşup da Kürtçe bilenlerin sayısı oldukça fazladır.
- Kürdistan’da çoğunluk Khurmanci konuşuyor, siz de öğrenin sorun çözülsün diyen Dersimli bir Kürtçümüzün fikri bir dönem Avrupa’da kurulmaya çalışılan Sürgünde Kürt Parlementosu’nda, bir ulusun bir dili olur kararına dönüşebilmişti.
- Hangi parti kendi tüzüğünde Kırmanc/Zazalara veya Kırmancki/Zazaca’ya yer vermiştir? Var mı bildiğiniz böyle bir parti tüzüğü?
Sayın Beşikçi dil bilimci değil, Kırmancki/Zazaca’yı konuşamıyor, bu dil üzerine herhangi bir araştırması da yok. Fakat bilimsel çalışmaları baz alacağına “söz sahibi kişiler” diye adlandırdığı yukarıda adı geçen arkadaşlarını baz alarak “Zazaca Kürtçe`nin lehçesidir” diyor. Kendisinden ricamız bilimsel davranmasıdır.
Oysa dilbilimci Oskar Mann ve Karl Hadank, Terry Lynn Todd, C. M. Jacobson ve M. Sandanato, Almanya Hamburg Üniversitesi´nden İranolog Prof. Dr. Ludwig Paul, Frankfurt Göthe Üniversitesinden dilbilimci ve kafkasolog Prof. Dr. Gippert gibi bu işin uzmanları Zaza dili ve grameri üzerine ayrıntılı çalışmalar yapmışlar ve Kırmancki/Zazaca’nin Kürtçe’nin bir lehçesi olmayıp, kendi başına müstakil bir dil olduğunu savunuyorlar.
Hatta Dr. Ludwig Paul, davet ettiğimiz “Veyvê Kutavu” şenliklerinden birinde, mizahi bir tarzla “Zazaca’nın Kürtçe’nin bir lehçesi olduğunu söyleyenler var. Bakın elimdeki kıtabım Zazaca üzerine bilimsel bir çalışma. Dilbilimsel çalışmalarım Zazaca’nın ayrı bir dil olduğunu ortaya koyuyor. Fakat buna rağmen lehçecilik yapanlar var. Bu kitabım bilimsel çalışmaları muteber almayanların kafasına indirilecek kalınlıkta olduğu için ikili bir işlevi de var”, demişti.
Paris Üniversitesi Doğu Dilleri ve Uygarlıkları Ulusal Enstitüsü akademisyenlerinden dil bilimci Prof. Dr. Joyce BLAU, Seyidxan Kurıj’ın “Gorani ve Kirdki (Zazaki) hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz? Bu iki diyalekt arasında ne gibi ortaklık ve farklılıklar mevcuttur?” sorusuna şu cevabı vermiştir:
“Gorani ve Zazaca‘nın aynı kökenden geldiklerini biliyoruz. Muhtemelen bu diller Kürtçe‘den önce bu bölgede konuşuyordular. Bu bölge bir çok İran ve Türk saldırısına uğradı. İran‘lılar bu bölgeye dalga dalga geldiler. Muhtemelen Gorani ve Zazaca‘nın mazisi Kürtçe‘ninkinden daha eskidir. Kürtler; Zazaların ve Goranların çoğunu asimile ettiler fakat hepsini edemediler.
Bugün Gorani‘nin fazlasıyla Sorani‘nin etkisinde olduğunu biliyoruz ve Goranların çoğu Sorani konuşuyor. Gorani İran‘ın Güney kesiminde, Kermanşah‘ın Kuzeyinde konuşuluyor. Zazalar göç ettirildiler ve şimdi Anadolu’nun ortasında bir üçgende yaşıyorlar.”
Bu işin kökeninde veteriner ve subay olan Nuri Dersimi gibilerinin asılsız beyanatları vardır. “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı eserinde Seyd Rıza’nın idama giderken “Yazıktır, günahtır, zulümdür, beni suçsuz yere idam ediyorsunuz, Kürdistan şehitlerine katılıyorum, yaşasın hür ve müstakil Kürdistan, dedi” gibi tahrifatları vardır.
Oysa Hoca’nın da konuşmasında belirttiği gibi İdamlara tanıklık eden Çağlayangildir. Nuri Dersimi, Dersim illerigelenlerinin idamına tanıklık etmemiştir. İdamlara tanıklık eden Çağlayangil ise şöyle demektedir: “Son sözünü sorduk, ‘kırk liram ve saatim var, oğluma verirsiniz’ dedi. Oğlunun asılacağını bilmiyordu. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. ‘Evladı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdur. Cinayettir’ dedi.”
İsmail Beşikçi Hoca, “1993’de bağımsız Eritre mücadelesini veren Eritreli gerillalar İstanbul’a gelirler. Bir arkadaşımızla reportaj yapıp sohbet ediyorlar. Arkadaşımız halkların kardeşliğinden söz ediyor. Eritreli gerillalar bu kavrama şiddetle karşı çıkıyorlar. ‘Halkların kardeşliği safsatadır; bize dayatmacadır, bizi aldatmacadır. Biz bunu kabul etmiyoruz. Biz haklarımızı istiyoruz’, derler. Ben de bu kavramı kullanmıyorum. Halkların kardeşliğinden ziyade Kürtlerin kendi kardeşliklerini pekiştirmesi gerekiyor. (…) Kürtler, düşmanı ile din kardeşi olabilirken, kendi kardeşi ile barışık olmuyor, düşman oluyor”, dedi.
Doğru ve yerinde bir belirleme. Kürtler, Kırmanc-Zazalar veya Kırmancki-Zazaca’nın inkarı üzerine çalışacaklarına “emperyalist devletler Anadolu’yu işgal edince, Kürtler ve Türkler yedi düvele karşı omuz omuza tüm cephelerde beraber çarpışarak Anadolu’yu düşman işgalinden kurtarıp Türklerin ve Kürtlerin beraber yaşayacağı ortak vatanın temelini attılar” söylemi üzerinde yoğunlaşıp attıkları temelin neye mal olduğu realitesini görsünler. O zaman çok orjinli, çok dilli, hatta çok inançlı Dersim’e Müslüman din kerdeşliğinin ne zararlar verdiğini ve de Dersim’in neden farklı olduğunu anlayabilirler.
İsmail Beşikçi saygın ve muteber alınan bir sosyolog. Uzmanı olmadığı konularda görüş belirttiğinde dahi insanlar ona inanırlar. Bu da bilimselliğe vurulabilecek en ağır darbe olur. Örneğin, bu konferansta Dersim Raa Heq İnancı’nın Zerdüştlük’ten daha eski bir inanç olduğunu belirtti. Açıklamaları doğru, fakat kendileri 20-30 yıl boyunca Raa Heq İnancı Zerdüştlük’tür propağandası yaptılar. Onların bu propağanda eksenli çalışmaları telafisi güç, Aleviliğe çokca zarar verdi.
Ayrıca İsmail Hoca, “Bengallilerin din kardeşliği ekseninde verdikleri mücadele Bengali özgürlüğe götürdü”, belirlemesinde bulundu. Raa Heq İnancı Dersim’in mayasıdır dediğimizde gösterilen tepkilere atf olunur.
Ama İsmail Hoca’nın hakkını yememek lazım. Konferansın sonlarına doğru, “son zamanlarda farkına vardığım aslında çok şey bilmediğimiz oldu”, söylemiydi.
20.05.2018
[i] https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCrt%C3%A7e_televizyon_kanallar%C4%B1_listesi
– Adamlar kalkıp “Ama Dersim’de de iki karakola baskın yapılmıştı” diyorlar.- Biz “Dersim halkını mağaralarda fareler gibi zehirlediler” diyoruz.
– Adamlar kalkıp “feodalite ah feodalite” falan diyorlar.
– Biz “Dersim derelerinde günlerce kan aktı” diyoruz.
– Adamlar kalkıp “İngiliz parmağı” diyorlar.
– Biz “Okuma yazma bildiği bile şüpheli 80’lik pir ü fani Seyit Rıza’ya yapılan cinayettir” diyoruz.
– Adamlar kalkıp Seyit Rıza’nın “Ekselansları” diye İngilizlere mektup yazdığından söz ediyorlar.
– Biz “İngiliz’e mektup yazılmış olsa dahi bunun bedeli 15 bin kişinin katledilmesi midir?” diye soruyoruz.
– Adamlar kalkıp “Biraz tatsız şeyler de olmuş canım, abartmayalım” diyorlar.
– Biz “Ortada bir isyan yoktu ya… Hadi diyelim ki vardı… Peki çoluk çocuk niye öldürüldü?” diye soruyoruz.
– Adamlar kalkıp “Açma o defterleri, açma o defterleri” diye cevap veriyorlar.
– Biz “katledilen bebeklerden, kadınlardan, ihtiyarlardan” söz ediyoruz.
– Adamlar kalkıp “Halk feodal derebeylerinden kurtarılmıştır” diyorlar.
– Biz “sürgünlerden, kayıp kızlardan, cinayetlerden, mezarsız ölülerden” söz ediyoruz.
– Adamlar kalkıp “Dersim’e medeniyet getirildi” diyorlar.
Dersim duası
– ALLAH kimseyi Dersim’de olup bitenlere mazeretler uydurmaya, gerekçeler bulmaya çalışanların durumuna düşürmesin.
– Allah kimseyi olmayan bir isyanı olmuş gibi göstererek bebeklerin öldürülmesini bile haklı çıkarmaya çalışanların durumuna düşürmesin.
– Allah kimseyi en haklı davasını savunmaktan bile imtina eden bir Kemal Kılıçdaroğlu aczine düşürmesin.
– Allah kimseyi en az 15 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan bir olayı bize “gayet makul tarihi bir olay” olarak yutturmaya çalışan CHP’li şahinlerin konumuna düşürmesin.
– Allah kimseyi Aleviler hakkındaki duygularını gayet iyi bildiğimiz iktidar mensuplarını bir numaralı Kızılbaş savunucusu pozisyonuna yükseltenlerin durumuna düşürmesin…
– Allah kimseyi izleri hala süren bir katliamın dile getirilmesini “milleti birbirine düşürmek” olarak yorumlayanların durumuna düşürmesin.
Tunceli neden mi CHP’yi destekliyor?
Birileri acayip şaşkın…
Hayret nidaları eşliğinde soruyorlar: “Tunceli halkı, Dersim katliamına karşın neden CHP’den kopmuyor?” Ardından da bilgiç bir edayla söyleniyorlar:
“Adamlar cellatlarına âşık olmuşlar… Bu basbayağı Stockholm sendromu canım…”
Hiç de öyle değil…
Tunceli halkı, CHP’den kopup sağ partilere gittiğinde karşısına…
– Fevzi Çakmak zihniyetinin…
– Celal Bayar acımasızlığının…
– Kazım Karabekir yaklaşımının…
– Kızılbaşlar hakkında atılan bin türlü iftiranın…
– Sünni çoğunluğun tarihsel vicdansızlığının…
– Bir türlü yasal statüye kavuşturulmayan cemevlerinin…
– “Biliyorsunuz kendisi Alevi” denilerek yuhalatmaların…
– “Yüksek yargıyı aleviler ele geçirildi” tezviratının…
– Maraş’ın, Çorum’un, Sivas’ın…
Çıkacağının gayet farkında…
O nedenle…
Veremi görüp sıtmaya razı oluyorlar.
Ey CHP’li kardeşlerim
– ERDOĞAN’a “Dersim’i istismar ediyor” diye kızacağınıza kendi partinizin liderine “böyle bir istismara neden fırsat veriyorsun” diye kızsanız daha iyi edersiniz.
– Erdoğan’a “Çorum için de, Maraş için de özür dile” falan diyeceğinize kendi partinizin liderine “Dersim için bir şeyler söyle” diye çağrıda bulunsanız daha iyi edersiniz.
– Erdoğan’ı Dersim konusunda samimiyetsiz bulmakla uğraşacağınıza kendi partinizi Dersim konusundaki samimi görüşlerini açıklamaya zorlasanız dahi iyi edersiniz.
– Erdoğan’a bugünün zulümlerini anımsatmak yerine kendi partinizin dünün zulümleriyle hesaplaşmasını talep etseniz daha iyi edersiniz.
– Erdoğan’ın çelişkilerine odaklandığınız kadar, önce “milleti birbirine düşürüyorsun” diyen, ardından da “Dersimlilerin topraklarını ver” çağrısında bulunan genel başkanınızın çelişkilerine odaklansanız daha iyi edersiniz.
– Erdoğan’ın “Devlet yapmadı CHP yaptı” sözüne kızacağınıza, “o zaman devlet CHP idi” diye cevap veremeyen partinizin yöneticilerine kızsanız daha iyi edersiniz.
– Erdoğan’ın Dersim katliamı üzerinden partinize gol atmasına kızacağınıza, gollük pası Erdoğan’ın ayağına atan partinizin yöneticilerine kızsanız daha iyi edersiniz.
– Erdoğan’ın Dersim konusunda ön almasına bozulacağınıza, konuyu ilk kez dile getiren partiliniz Hüseyin Aygün’ün neden susturulduğuna bozulsanız daha iyi edersiniz.
Ne demişti Seyit Rıza
DERSİM katliamını mazur göstermeye çalışanlar ne diyorlar?
Diyorlar ki:
– Olaylarda İngiliz parmağı vardı…
– Bir kalkışma vardı.
– Eşkıyalık yapıyorlardı.
– Vergi vermiyorlardı.
Falan filan…
En iyisi ben susayım da bütün bunlara Seyit Rıza yanıt versin.
Ne demişti Seyit Rıza?
“Ben sizin yalanlarınızla baş edemedim, bu bana dert olsun. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun” demişti.
Tertele, hakikat ve yüzleşme…
Dersim Tertelesi henüz sadece Dersimlilerin sorunu olmaya devam ediyor. Oysa bu sorun öncelikle tertele/soykırımlara, kırımlara maruz kalmış Alevilerin, Kürtlerin, Kırmanç/Zazaların, Ermenilerin sorunudur. Aynı zamanda bu tertele/soykırıma sessiz kalmış, hatta onaylamış İslamcıların, Türkçülerin sorunudur. Öte yandan insanlığa karşı işlenmiş bir suç olması nedeniyle tüm insanlığın sorunudur…
Kazım Gündoğan
Tertele;
Dersimliler doğa felaketi/yıkımı olan depremi “zelzele”, yaşadıkları 1937/38 kırımını, yani toplumsal felaketi de “tertele” olarak tanımlarlar.
Tertele uzun süre kırım/katliam olarak tanımlanırken başta FDG (Avrupa Dersim Federasyonu) olmak üzere Dersim kurumları bu tanımlamayı soykırımla içeriklendirip “Tertele” olarak kavramsallaştırdılar. Tarihsel ve toplumsal olaylar, olgular gerçek içeriğiyle kavramsallaştırıldıkça düşünsel alan rafine edilir, zenginleşir ve nitelik kazanır.
Her ne kadar tertele kavramı Türkiye düşün, kültür –sanat dünyasında henüz yeterince bir karşılık bulmasa da, Dersim toplumunda önemli bir karşılık bulduğunu söylemek yanlış olmaz.
Her toplumun yaşadığı özgün tarihsel ve toplumsal süreçler, olaylar vardır. Yıkım, yenilgi, kırım, soykırım, doğal felaketler gibi… Ya da demokrasi, eşitlik, özgürlük, devrim için direnenlerin zaferi gibi… Bunların her biri o toplumun düşün ve duygu dünyasında başka toplumlarda olmayan sadece o toplum için özgün bir yer aldığı gibi, tanımlaması da tamamen o toplum için özgünlük taşır.
Aleviler Osmanlı devletinin kendilerine yapılan katliamlara “kırım” dedi. Ermeni toplumu uzun süre 1915 soykırımına “büyük felaket”, “kırım”, “kesim” dedi. Hukukçu Lemkin özellikle 1915 Ermeni kırımını “soykırım” olarak kavramlaştırana kadar yaşanan felaketler farklı biçimlerde tanımlandı.
Yahudiler yaşadıkları felaketi (soykırım) kendi düşünce, duygu dünyaları ve dillerinde “Holokost” olarak tanımlayıp kavramsallaştırdılar…
Bu anlamda Dersimlilerin de 1937/38 kırımını/acılarını “Dersim Tertelesi” olarak kavramsallaştırması son derece önemlidir. Dersim soykırımının nedenleri ve sonuçlarıyla özgün olduğu gibi tanımlama ve kavramsallaştırmanın da özgün olması literatüre katkıdır aynı zamanda… Ayrıca kendi tarihlerini sahiplenişte ortak akıl ve duygunun oluşumuna güçlü bir zemin hazırladığı da söylenebilir. Her ne kadar tertele kavramı Türkiye düşün, kültür –sanat dünyasında henüz yeterince bir karşılık bulmasa da, Dersim toplumunda önemli bir karşılık bulduğunu söylemek yanlış olmaz.
Tertele kavramının düşün dünyasında henüz yeteri bir karşılık bulamamasının bazı temel nedenlerini belirtmekte yarar var.
Birincisi; Dersim Tertelesi ile bağlantılı olarak tertele kavramı, resmi ideoloji ve tarih tezinin etkisinde olan düşün dünyasına etkili ve sistemli bir tarzda taşınamıyor.
İkincisi; bu alanda pek çok çalışma; parçalı ve stratejik bir planlamadan yoksun olarak yapılıyor.
Üçüncüsü; tertele çalışmaları sürdüren kurum ve kuruluşlar bu kadar ağır tarihsel ve toplumsal bir meselenin etrafında bir araya gelip stratejik bir ortak akıl oluşturamıyor.
Dördüncüsü; tertele gibi ağır bir kavramın içeriği ve çalışmaların çerçevesi uluslararası standartlarda kavranamadığı için yapılan çalışmalar amatör ve yerel düzeyin ötesine taşınamıyor…
Beşincisi; Türkiye düşün dünyası esas olarak resmi ideolojinin tekçi zihniyetinden arınmadığı için tertele, soykırım, kırım, Büyük Felaket, holokost gibi hakikatleri yok sayan ve bu alanlardan uzak duran etik dışı bir tutumu barındırıyor…
Bunlara benzer daha başka nedenlerden ötürü Dersim Tertelesi henüz sadece Dersimlilerin sorunu olmaya devam ediyor. Oysa bu sorun öncelikle tertele/soykırımlara, kırımlara maruz kalmış Alevilerin, Kürtlerin, Kırmanç/Zazaların, Ermenilerin sorunudur. Aynı zamanda bu tertele/soykırıma sessiz kalmış, hatta onaylamış İslamcıların, Türkçülerin sorunudur. Öte yandan insanlığa karşı işlenmiş bir suç olması nedeniyle tüm insanlığın sorunudur…
Hakikat;
Dersim tarihsel, toplumsal bir hakikat olduğu gibi Dersim Tertelesi de bir hakikattir. Bu toplum esasta inanç ve etnik kimlikleri nedeniyle tertele yaşamıştır. Ancak bunu gerçekleştiren devlet “Dersim İsyanı” tanımlamasıyla hem terteleyi meşru göstermek istedi hem de bir suçluluk psikolojisi yaratarak toplumu sistemli olarak baskı altında tutmayı amaçladı.
Devletin ideolojik aygıtları ve organik aydınları da utanç verici bir seferberlikle bu hakikati yalanlarla örttüler.
Ancak hakikatlerin bir gün ortaya çıkma ve hesap sorma gibi bir huyunu/inatçılığını hesaba katmadılar. Nitekim Dersim hakikati de öyle oldu…
Dersim Tertelesi hakikati 72 yıl (2009 – 2010) sonra açığa çıktı ve kamusal alanda gündemleşti.
Gerçekten de Dersim’de herhangi bir isyan olmamıştı. Tekçi, ırkçı Kemalist devlet Dersim Kızılbaşlarını İslamlaştırma, Dersim Kürt, Zaza, Ermenilerini Türkleştirme amaçlı 1925 yılından itibaren sistemli ve planlı politikalarla 1937/38 Tertelesi’ni gerçekleştirdi.
Böylelikle tertele mağduru Dersimlilerin yıllarca ağıtlarla çığlığa dönüştürdüğü, ancak kimsenin duymak ve anlamak istemediği tertele artık kamusal alanda konuşulur ve tartışılır oldu. Bu yaygın tartışma ve hakikatin gücü karşısında dönemin başbakanın “Dersim’de isyan olmamış, orada bir katliam olmuştur” biçiminde itirafta bulunmasına neden olmuştur.
Gerçekten de Dersim’de herhangi bir isyan olmamıştı. Tekçi, ırkçı Kemalist devlet Dersim Kızılbaşlarını İslamlaştırma, Dersim Kürt, Zaza, Ermenilerini Türkleştirme amaçlı 1925 yılından itibaren sistemli ve planlı politikalarla 1937/38 Tertelesi’ni gerçekleştirdi.
Bu alanda yapılan araştırmalar, belgesel filmler, sözlü tarih çalışmalarıyla tertelenin tüm verileri ortaya çıkarıldı ve görülebilir hale geldi.
1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2’nci maddesine göre soykırım etnik/ulusal veya inanç/dinsel bir grubun bütünün veya bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle uygulanan politikalarının her biridir.
- a) Grubun üyelerinin öldürülmesi,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi belgelerinde 13 bin 160 kişinin öldürüldüğü kabul edildi. Gerçek rakamı belirlemek olanaklı değil. Ancak gerçek sayının bunun en az üç katı olduğu söylenebilir
- b) Grubun üyelerine ciddi bedensel ya da ruhsal hasar verilmesi,
Yapılan araştırmalar, belgesel film ve sözlü tarih çalışmalarıyla yaşanan bedensel ve ruhsal hasar/travma ve travmanın kuşaklar arası aktarımı belgelenmiş durumdadır.
- c) Grubun yaşam koşularının/alanlarının yok edilmesi,
Evler, köyler, ormanlar ve ekinlerin neden ve nasıl yakılacağı Jandarma Umum Komutanlığı’nın belgelerinde mevcuttur. Ayrıca yüzlerce tanık anlatımı da bunu doğrulamaktadır.
- d) Grubun çoğalmasını engelleyecek yöntemlerin uygulanması,
Toplumun köklerinden; kültürü, inancı, dilinden koparılması ve ailelerin parçalanması, birbirine ulaşamayacak şekilde sürgün edilerek “zorunlu iskân”a tabi tutulması hem devlet belgelerinde (14.000 civarında), hem de tanık anlatımlarıyla belgelenmiştir.
- e) Grubun çocuklarının zorla alınıp diğer gruplara verilmesi.
Özellikle kız çocuklarının ailelerinden zorla alınarak Türk ve Sünni ailelere verilerek İslamlaştırılması ve Türkleştirilmesi politikası Dersim’in Kayıp Kızları çalışmasıyla belgelenmiştir.
Bu belgeler ulaşılabilir durumdadır. Tüm parçalı duruş ve yöntemsel eksikliklere rağmen Dersimlilerin ve demokrasi güçlerinin mücadelesiyle Dersim Tertelesi bütün yönleriyle bilinir ve geniş kesimlerce kabul edilir oldu. Bu son derece önemli bir kazanımdır.
Hakikat ortaya çıkarıldı ve tablonun dehşeti görünür, bilinir oldu. Bu tertele travmasını yaşayan toplumu kısmen rahatlattı. Ancak iyileştirmedi. Şimdi iyileşme/iyileştirme sürecinin mücadelesini veriyor Dersimliler… Bu da hesaplaşma ve yüzleşmeyle mümkün olabilir.
Yüzleşme;
Soykırım denince ilk akla gelen devlet ne yazık ki Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Osmanlı’da farklı din ve inançları İslamlaştırmak için sayısız katliamlar yapıldı. Bu katliamcı gelenek İttihat Terakki’de soykırım, Cumhuriyet’te tertele olarak devam ettirildi. Aynı katliamcı/soykırımcı devlet zihniyeti değişik biçimlerle devam ediyor…
Soykırım/tertele travması sadece mağdurlarla sınırlı değildir. Failler ve sessiz kalarak failleri onaylayanlar da bir çeşit travma yaşar. Dolayısıyla bütünlüklü bir toplumsal travmayla karşı karşıyayız. Toplumsal travmanın iyileşmesi için bütün toplumsal kesimlerin kendi payına düşen suçlar ve sorumluluklar ile yüzleşmesidir.
İslamist-Türkçü bir devlet aygıtından yüzleşme beklemek elbette saflık olur. Faşist, despotik hiçbir devlet suçlarıyla yüzleşmez/yüzleşemez. Ancak halkların demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi doğru ve etkili yöntemlerle sürdürülürse yüzleşmeye mecbur bırakabilir.
Başta Dersim Tertelesi olmak üzere Ermeni, Rum, Süryani soykırımlarıyla mücadele birbirinden ayrı ele alınamaz. Eğer 1914-1915 Rum, Süryani, Ermeni soykırımlarıyla yüzleşilebilseydi, Koçgiri, Zilan katliamları ve Dersim Tertelesi yaşanmayabilirdi. Eğer Dersim Tertelesi’yle yüzleşilebilseydi Maraş, Çorum, Sıvas, Gazi, Sur, Cizre, Ankara katliamları olmazdı…
Yüzleşmenin iki yanı var. Birincisi katliamı yapan devlet aygıtı ve zihniyetiyle hesaplaşmak ve yüzleşmek… İkincisi, bu katliamlara, soykırımlara göz yuman, hatta bundan etnik ve inanç kimliğinin inşası için çıkar gözetmenin yanı sıra maddi ve manevi çıkar elde ederek kendini var eden, objektif olarak soykırımcı zihniyeti destekleyen toplumsal kesimlerin de yüzleşmesi gerekir.
Soykırım/tertele travması sadece mağdurlarla sınırlı değildir. Failler ve sessiz kalarak failleri onaylayanlar da bir çeşit travma yaşar. Dolayısıyla bütünlüklü bir toplumsal travmayla karşı karşıyayız. Toplumsal travmanın iyileşmesi için bütün toplumsal kesimlerin kendi payına düşen suçlar ve sorumluluklar ile yüzleşmesidir. Ancak bu sayede bir iyileşme süreci ve demokratik bir toplumda barış içinde bir arada yaşanabilir…
Bunun için insanlığın başına bela olan dine ve ırka dayalı ideolojilerle hesaplaşmak, yeni travmaların yaşanmaması, neden oldukları travmaların iyileşmesi mücadelesi son derece güncel ve acil bir sorundur…
81’inci yılında Dersim Tertelesi mağdurlarının anısına saygıyla…
* Bu metinde yer alan fikirler yazarına aittir. Gazete Duvar’ın editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.
Kaynak: https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2018/05/04/tertele-hakikat-ve-yuzlesme/
Bir Dersimli daha savunmasız ve yargısız infaz edildi.
Dersim’de bir CAN daha elimizden alındı. 21 Nisan 2018. Dersim’den yine acı bir haber. Meşeyolu Köyünde yol yapımında çalışan dozer Operatörü Mehmet Özdemir (35) uzaktan açılan ateş sonucu hayatını kaybetmiştir.
Mehmet Özdemir’in canına kıyılmasına ilişkin olarak Tunceli Barosu’ nun takdir edilir duyarlılık ve sorumluluk duygusuyla yayınlamış olduğu kınama yazısında da belirtildiği gibi, “Yaşam Hakkı İnsan Haklarının Temelidir. Yaşam Hakkına yönelen her eylem, insanlığın ortak değerlerine yönelmiş sayılmalıdır.” İnsana, doğaya ve doğadaki būtūn canlılara saygıyı her şeyin üstünde tutan Dersim Coğrafyasının mayasını zehirleyen bu şiddet illetini kabul etmiyoruz, reddediyor kınıyoruz.
Dersim’ in üstüne çöreklenmiş korku imparatorluğu. Yersiz ve sebepsiz can yitimleri. Bu kaçıncı CAN!… Ürkünç ve Kahredici sessizlik…
Ne zaman ENDİ BESO!!! demeli….Daha kaç can yitirilmeli?.. Hangi haneye ateş düşecek….Sırada kim veya kimler var? Adres sormayan, yasadan, adaletten yoksun hukuksuzluğun kör kurşunu, acıyı ve kaygıyı büyütüyor. Buna hep birlikte ENDİ BESO demeli…
Dersim toptan bir ateşin içine sürüklenme ile karşı karşıyadır. Tehlike büyüktür. Sessiz kalınırsa daha da büyüyecektir…Artık bu anlaşılmalı. Bunu durduracak bir akıl yok mu?…
Başka bir Dersim yok… Dersim’e ve Dersimlilere hep birlikte sahip çıkalım. Ölümlerin bu coğrafyadan kalkması için can cana elbirliği edelim. Sivil ve savunmasız masum Dersimlilerin katledilmesini lanetleyelim ve bir daha bunların olmaması için yüksek sesle şimdi ENDİ BESO! diyerek haykırma zamanı…
Dersim Meclisi-Avrupa Yürütme Kurulu
25 Nisan 2018
III. Bölüm
1915’de Hozat’da Demografi ve Ermeni Nüfusu
1913-1914 tarihli Ermeni Patrikhanesi verilerine göre soykırım arifesinde, Hozat’a bağlı 17 köyde 281 haneden oluşan 1678 Ermeni yaşamaktadır. 1914 tarihli güncelleştirilmiş Osmanlı nüfus sayımında ise Hozat kazasının toplam nüfusu 13.025 olup bunun 11.874’ü Müslüman (%91) ve 1.151’i (%9) Ermeni olarak kaydedilmiştir. (İki kaynak arasındaki fark, 527 Ermeni’dir. Ancak, farkın esas nedeni, bazı köylerin farklı tarihlerde farklı kazalara -Çemişkezek ve Hozat’a- bağlı olmasından kaynaklanıyor olabilir). Hovsep Hayreni farklı kaynaklara dayanarak 1915 yılında Hozat ve bağlı 13 yerleşim yerinde 1.557 Ermeni’nin yaşadığını belirtmektedir, (H.Hayreni:511). Bu arada belirtelim ki soykırım arifesinde hem Hozat ve hem de diğer kazalardaki köylerin Ermeni nüfusu -bazı farklılıklara rağmen- ayrıntılı olarak tespit edilebilmiştir. (Hozat’taki nüfus oranları yaklaşık olarak yüzde 10 Ermeni, yüzde doksan Müslim olarak alınabilir).
İdari yapıdaki değişiklikler yani bazı köylerin bir sayımda Hozat’a, diğer sayım veya tespitte Çemişgezek’e bağlı gösterilmiş olması, nüfusun sayısı ve oranında bir farklılığa tekabül ettiği gibi bir karışıklığa da neden olmaktadır. Özellikle Ermeni kaynaklar, Ermeni nüfusunun az gösterildiğini belirtmektedirler. Ancak bu durum sadece Ermeni nüfus açısından değil, Zazaca ve Kürtçe konuşan Alevi nüfus açısından da aynı derecede geçerlidir. Dolayısıyla Dersim Sancağı’ndaki toplam nüfus ve bu nüfusun etnik ve dinsel oranı ve sayısı da tam olarak değil, ancak yaklaşık olarak alınabilir. Fakat yerele indikçe hangi kasaba, köy ve mezra da ne kadar nüfus yaşadığı tespit edildiğinde, bunun üzerine yapılan tartışmalar, bir nebze de olsa anlamsız kalmaktadır. Bu niyetle George Ağcayan (George Aghjayan) tarafından hazırlanıp Huşamadyan (Houshamadyan) sitesinde yayınlanmış olan, o dönemde Hozat’a bağlı veya yakın çevresindeki köy ve mezralardan Ermeni nüfusun yaşadığı 17 yerleşim yerlerinin adlarını aktarıyorum.
- Hozat kasabası (kaza merkezi): Xozat, 2. Ağzunig, Arsunik, Ağzunik (Kayabağ: Pertek): Ağzunıg, 3. Akrag, Agrak, Ekrek, Erkek (Gözlüçayır, Çemişgezek): Ekrage, 4. Brasdik, Prasdik (Tekeli köyü mezrası: Çemişgezek): Bıraştige, 5. Deke, Tage, Teke, Dekke, Tekia, Tehke (Toratlı: Çemişgezek): Dekke (Deqqe), 6. Hağtug, Hağtuk, Ahtuk, Akduk (Tekeli: Çemişgezek): Ağtuğe, 7. Halvori, Halvorig, Alevori (Karşılar: Hozat): Halvoriye (Halboriye), 8. Halvorivank (Hozat): Vank, 9. Khadisher, Khaghishar, Hadishar (Hozat, Kalecik köyü mezrası): Hadişêre), 10. Peyig, Payig (Çağlarca, Hozat): Peyk, 11. Sigedig, Sakedig, Segedik (Hozat, Kalecik köyü mezrası): Segedige, 12. Sin, Shin, Sen (Geyiksuyu, Hozat): Şine, 13. Sorpian, Sulpiyan (Yenidoğdu, Hozat): Sorpiyan, 14. Tashdag, Teshtek, Teshteg (Atadoğdu, Tunceli merkez): Teştege, 15. Undjghag, Endjagha, Indjiga, Endjeghag (Altınçevre, Hozat): İncige, 16. Yergan, Ergan, Yergayn, Yergayn-Ungoyz (Geçimli, Hozat): Ergan, 17. Zembegh, Zumpugh, Zampegh, Zumpegh. (Muhtemelen Geyiksuyu bölgesindeki Zımek: Zımege olup, bugün Çığırlı adıyla bilinmektedir.)
1915 öncesinde bazen Hozat’a ve bazen de Çemişgezek’e bağlı olarak kaydedilmiş olan bu köylerde az veya çok Ermeni nüfus bulunmaktadır. Yazarın kendisinin de belirttiği gibi bu yerleşim yerlerinin çoğu, nüfusun karışık olarak yaşadığı yerlerdir. Hozat’a bağlı olan yerlerden sadece ikisinin nüfusu Ermenilerden oluşmaktadır. Bunlardan biri, şimdi Tekeli adıyla Çemişgezek’e bağlı olan Hağtug (Hağtuk, Ahtuk, Akduk (Aktuğe/Ağtuğe) köyü olup 1902’de Çemişgezek Piskoposluğu kayıtlarına göre, 264 kişiden oluşan 40 hane Ermeni’nin yaşadığı köydür. Diğeri ise Brasdik, Prasdik (bugün Çemişgezek, Tekeli köyünin bir mezrası) olup Mamuret-ül Aziz 1894 salnamesine göre 10 Ermeni (7 erkek, 3 kadın) 3 hane halinde yaşamaktadır ve köyde hiç Müslüman yoktur. (1902’de bu mezra bir harabe halinde olup 1914’te ise hiç Ermeni yoktur). Ermeni nüfusun yoğunluk gösterdiği Hozat’a bağlı diğer köyler ise bugün Yenidoğdu adıyla Sorpiyan (20 hane), Altınçevre adıyla İncige (40 hane) olup diğerlerinde 5 ile 10 hane Ermeni’nin yaşadığı kaydedilmiştir. Bugün bu yerleşim yerleri Çemişgezek, Pertek, Hozat ve biri de Tunceli Merkez’e bağlıdır. Mümkün olduğu kadar parantez içinde Ermenice ve/veya eski Osmanlı kayıtlarına dayanan isimlerle beraber bugünkü adlarını, bağlı olduğu idari birimi ve Zazaca biçimlerini de vermeye çalıştım. (Buna rağmen bazı eksiklikler ve hatalar olabilir). Ayrıca belirtmek gerekir ki, bu listede Ermenilerin yaşamış olduğu bazı yerleşim yerlerinin adları ya yoktur ya da belirsizdir. Mesela Zimek ve Torut gibi. Geyiksuyu bölgesinde bulunan Zımek’in bugün Çığırlı ve Torut’un da Taşıtlı adıyla bilindiğini eklemeliyim. Burada detaylara girmiyorum, sadece güncelleştirilmiş olan 1914 tarihli Osmanlı resmi kayıtlarına göre Hozat ve köylerinde toplam 1.151 Ermeni’nin yaşadığını vurgulamakla yetiniyorum. Bunun anlamı, yaklaşık olarak yüzde on olan Ermeni oranı ve sayısının küçümsenmemesi ve aynı şekilde de abartılmamasıdır.
Ermenilerin yaşadığı hemen hemen bütün yerleşim yerlerinde Kilise veya Manastır olması çok doğaldır. H. Hayreni’nin yazdığına göre Hozat’da “12 kilise ve çoğu harabeye dönmüş bir dizi manastır ile 180 öğrencinin ders gördüğü 4 okul vardı.” (Hayreni:511).
Hozat Ermenilerine Ne Oldu?
Görgü tanıklarının anlatımlarından Hozat Ermenilerinin 1915 yılının ilkbahar-yaz aylarında sürgün edilmek üzere toplanıp yola çıkarıldıkları anlaşılmaktadır. Sürgün için toplanan Erkeklerin daha sonra jandarma tarafından kırdırıldıkları, kadınların din değiştirmeye zorlandıkları belirtilmektedir. Kaçan bazılarının aşiretlere sığındığı, bazı kız ve erkek çocukların evlat edinildiği ve daha sonra evlendirildikleri anlaşılmaktadır. Ama tümünün akibeti konusunda ayrıntılı bilgi yoktur.
Surp Garabet Monastery, or Halvori Vank, A Journey in Dersim 1914_L. M-Seel
Halvori Vank veya Surp Garabet Manastırı (1937 veya 1938 civarı, Huşamadyan)
Halvor Manastırı yıkımından sonra çekilmiş bir fotoğraf, 1937 veya 1938 civarı (Huşamadyan)
Ergan (Geçimli) Kilisesi, Hozat
IV. Bölüm
1915’de Mazgirt’de Demografi ve Ermeni Nüfusu
Patrikhane kayıtlarına göre, Mazgirt (Medzgert) kasabasında ve Mazgirt’e bağlı köylerde yaşayan Ermeni nüfus sayısı 1.835 kadardır, (Hayreni:516). (Ermeni Patrikhanesi’nin nüfus sayımında ise soykırım arifesinde, 12 köyde 254 hanede yaşamakta olan 2.129 Ermeni tespit edilmiştir, Houshamadyan.org).
Osmanlı’nın 1914 kayıtlarında Mazgirt’teki Müslüman nüfus 14.323 (%90) iken, Ermeni sayısı 1.483 (%10) olup, toplam nüfus 15.806’dır, (Houshamadyan.org). Mazgirt ve köylerinde yaşayan Ermeni nüfusun, Müslüman nüfus ile karışık yaşadığı anlaşılmaktadır. 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre sadece “iki köyün nüfusunun tamamen Ermenilerden oluştuğu belirtilmiştir.” Bunlardan biri, 32 haneden ve 183 kişiden (110 erkek ve 73 kadın) oluşan Temurtaht (Temürtaht) köyüdür. Diğeri ise, Sidbek adıyla kaydedilmiş olan ama daha sonraki kayıtlarda adına rastlanmayan “1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’de tamamı Ermeni olan köyün nüfusu, sadece 8 kişi (6 erkek ve 2 kadın) ve 2 haneden oluşmaktadır.” Muhtemelen mezra olup küçük bir yerleşim yeri olmasından ötürü sonraki kayıtlarda adına rastlanmamaktadır. Karışık yaşanan köylerden Ermeni nüfusunun yoğun olduğu Mazgirt’e bağlı başlıca köyler ise şunlardır: Mazgirt kasabası, Çukur (Çuxure), Danaburan, Canik (Aydınlık), Lazvan (Aslanyurdu), Masdan (Ortaharman), Şordan (Ağaçardı) köyleri.
Ermenilerin Yaşadığı Mazgirt ve Bazı Bağlı Köylerinde Durum
Mazgirt Kasabası: 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre Mazgirt kasabasının nüfusu, 628 Ermeni (339 erkek ve 289 kadın) ve 295 Müslüman (147 erkek ve 148 kadın), toplam 140 haneden oluşmaktadır. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında nüfus artmış, 150 hanede 1200 Ermeni’ye yükselmiştir.
Anbar [Ambar]: Bugün “Ambar” adıyla Tunceli Merkez’e bağlı olan Anbar için sadece 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi Ermeni nüfusundan bahseder. Köyün nüfusu, 10 Ermeni (5 erkek ve 5 kadın) ve 34 Müslüman (16 erkek ve 18 kadın), toplam 8 haneden oluşmaktadır. 1914’te hiç Ermeni yoktur.
Dallıbel: (Beroş, Beroç, Beroc). Bugün Mazgirt’e Dallıbel adıyla bağlı olan Beroc’da 3 hanede 25 Ermeni’nin yaşadığı belirtilmektedir.
Çukur [Çukur]: Bugün Tunceli merkeze bağlı olan “Çuxure” köyünün, 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre nüfusu, 35 Ermeni (15 erkek ve 20 kadın) ve 51 Müslüman (22 erkek ve 29 kadın), toplam 30 haneden oluşmaktadır. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında nüfus artmış, 10 hanede 50 Ermeni’nin yaşadığı belirtilmektedir.
Danaburan [Danaburun]: Bugün de Mazgirt’e Danaburan adıyla bağlı olan köyün, 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne nüfusu, 70 Ermeni (40 erkek ve 30 kadın) ve 230 Müslüman (148 erkek ve 82 kadın), toplam 55 haneden oluşmaktadır. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında 5 hanede yaşayan 70 Ermeni kaydedilmiştir.
Koçkuyusu [Dilan Oğlu, Dilan Oğli]: Bugün Mazgirt’e Koçkuyusu adıyla bağlı olan köyün, 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre nüfusu, 35 Ermeni (23 erkek ve 12 kadın) ve 25 Müslüman (14 erkek ve 11 kadın), toplam 17 haneden oluşmaktadır. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında nüfus iyice düşmüştür, köyde yaşayan 5 Ermeni kaydedilmiştir.
Dazkaya (Hazez, Hasorik): Bugün Dazkaya adıyla Mazgirt’e bağlıdır. 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre köyün nüfusu, 5 Ermeni (3 erkek ve 2 kadın) ve 41 Müslüman (20 erkek ve 21 kadın), toplam 15 haneden oluşmaktadır. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında köyde hiç Ermeni kaydedilmemiştir.
Aydınlık (Canik, Canig): Bugün Aydınlık adıyla Mazgirt’e bağlı olan köy, 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesine göre, 80 Ermeni (53 erkek ve 27 kadın) ve 252 Müslüman (141 erkek ve 111 kadın), toplam 69 haneden oluşmaktadır. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında köyde hiç Ermeni kaydedilmemiştir.
Kardere (Sülüntaş): Bugün Sülüntaş adıyla Mazgirt’e bağlı olan Kardere köyünün nüfusu,1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesine göre, 32 Ermeni (17 erkek ve 15 kadın) ve 285 Müslüman (161 erkek ve 124 kadın), toplam 76 haneden oluşmaktadır. 1914’de hiç Ermeni yoktur.
Bulgurcular (Karmsi, Garmsi, Komis): Bugün Mazgirt’e Bulgurcular adıyla bağlı olan köyde, 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre 15 Ermeni (10 erkek ve 5 kadın) ve 22 Müslüman (12 erkek ve 10 kadın), toplam 7 hane yaşamaktadır. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında köyde hiç Ermeni kaydedilmemiştir.
Alanyazı: (Khozınküğ, Khozenküğ, Kuşdun): Bugün Alanyazı adıyla Mazgirt’e bağlı olan köy, 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre 45 Ermeni (28 erkek ve 17 kadın) ve 103 Müslüman (48 erkek ve 55 kadın), toplam 28 haneden oluşmaktadır. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında 5 hanede yaşayan 50 Ermeni kaydedilmiştir.
Obrukkaşı (Lamk, Lemk): Bugün Obrukkaşı adıyla Mazgirt’e bağlı olan köy, 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre, 26 Ermeni (12 erkek ve 14 kadın) ve 17 Müslüman (9 erkek ve 8 kadın), toplam 13 haneden oluşmaktadır. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında 5 hanede yaşayan 62 Ermeni kaydedilmiştir.
Aslanyurdu (Lazvan, Onbaşılar): Bugün Aslanyurdu adıyla Mazgirt’e bağlı olan Lazvan köyü, 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre, 75 Ermeni (48 erkek ve 27 kadın) ve 22 Müslüman (14 erkek ve 8 kadın), toplam 28 haneden oluşmaktaydı. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında 8 hanede yaşayan 83 Ermeni kaydedilmiştir.
Ortaharman (Masdan, Mastan, Mestan): Bugün Ortaharman adıyla Mazgirt’e bağlı olan Mastan köyü, 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre, 154 Ermeni (98 erkek ve 56 kadın) ve 199 Müslüman (122 erkek ve 77 kadın), toplam 64 haneden oluşmaktadır. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında 30 hanede yaşayan 207 Ermeni kaydedilmiştir.
Doluküp (Merkho, Markho; Merxo): Bugün Tunceli merkez ilçeye Doluküp adıyla bağlı olan Merxo köyü, 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre, 11 Ermeni (7 erkek ve 4 kadın) ve 30 Müslüman (18 erkek ve 12 kadın), toplam 13 haneden oluşmaktadır. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında köyde hiç Ermeni kaydedilmemiştir. (Merxo adıyla bilinen bir köy de bugün Ovacık ilçesine Cevizlidere adıyla bağlıdır, karıştırılmamalıdır).
Kocakoç (Pakh; Pax): Bugün Tunceli merkez ilçesine Kocakoç adıyla bağlı olan Pax, aynı zamanda nahiye merkezidir. 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre köyün nüfusu, 12 Ermeni (12 erkek ve 0 kadın) ve 27 Müslüman (12 erkek ve 15 kadın), toplam 15 haneden oluşmaktadır. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında 8 hanede yaşayan 72 Ermeni kaydedilmiştir.
Ağaçardı (Şordan, Şorda): Bugün Mazgirt ilçesine Ağaçardı adıyla bağlı olan Şordan köyü, 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre, 120 Ermeni (77 erkek ve 43 kadın) ve 39 Müslüman (19 erkek ve 20 kadın), toplam 28 haneden oluşmaktaydı. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında 15 hanede yaşayan 150 Ermeni kaydedilmiştir.
Temürtaht (Tamurdağ, Tamudağ, Tamurtağ, Demirtaht, Temurtext): Bugün Temürtaht adıyla Mazgirt’e bağlı olan köy, 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre tamamı Ermeni nüfusa sahip olup, 183 kişi (110 erkek ve 73 kadın) ve 32 haneden oluşmaktadır. 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında nüfus azalmış, 15 hanede yaşayan 155 Ermeni’ye düşmüştür.
Aktuluk (Türüşmek, Turuşmeg, Turuşmag, Tirişmeg; Turusmege, Türüşmege): Bugün Aktuluk adıyla Tünceli merkez ilçesine bağlı olan Türüşmege köyü, 1894 Mamuret-ül Aziz Salnamesi’ne göre, 11 Ermeni (4 erkek ve 7 kadın) ve 21 Müslüman (11 erkek ve 10 kadın), toplam 13 haneden oluşmaktadır. Fakat 1914 Ermeni Patrikhanesi sayımında köyde hiç Ermeni kaydedilmemiştir.
Mazgirt’de “Ortaçağdan kalma yedi kilsenin kalıntıları…” ile “kentin yakın çevresinde çoğu harabe olmuş 15 manastır ve iki mağara kilise bulunuyordu.” (Hayreni: 516). “Şehirde 1910’lu yıllardan itibaren İstanbul’daki “Miatsyal” Derneği’nin himayesine geçmiş bir Ermeni okulu vardı. 1901 verilerine göre öğrenci sayısı 109’du: 80 erkek, 29 kız” (Houshamadyan.org).
Mazgirt Ermenilerine Ne Oldu?
Mazgirt Ermenileri de 1915 yazında kırım ve sürgüne uğrarlar. Görgü tanıklarının anlatımlarına göre özellikle yetişkin erkekler ve askere alınmış olanlar bölgelerindeki belli noktalarda kırılmışlardır. Kadın, çocuk ve yaşlıların bir kısmı Harput’a ve oradan da daha batıya sürülmüş, yollarda kırılmış, kalanlar ise çevrelerindeki aşiretlere sığınmışlardır. (Mazgirt’deki kırımlarda Jandarma yanında silahlı Palu Zazaları’nın da önemli bir rol oynağı belirtilmektedir, (Hayreni: 517).
Mazgirt Kazası⁵
V. Bölüm
Nazımiye, Ovacık ve Pülümür’de 1915
Bu yıllarda Nazımiye ve Ovacık gibi kazalarda çok az sayıda Ermeni’nin yaşadığı anlaşılmaktadır. 1914 Osmanlı nüfus güncellemesinde Nazimiye’de 7.276 Müslüman, 7 Rum, 89 Ermeni olmak üzere toplamda 7.372 kişi yaşıyordu. Ovacık’ta ise 4.165’i Müslüman, 10’u Ermeni olmak üzere toplamda 4.175 nüfus yaşıyordu. (K. Karpat:220)².
O dönemde Pülümür Erzincan sancağına bağlıdır. 1288/1871 Osmanlı kayıtlarında Pülümür’ün toplam nüfusu 7.896 olup bunun 6.705’i Müslim, 1.191’i Ermeni olarak kaydedilmiştir. (Z. Koçak:32)³. Fakat, George Aghjayan bunun sadece erkek nüfusa tekabül ettiğini belirtmektedir, (G. Aghjayan: 52)⁴. Bu durumda kadın nüfus eklendiğinde sayı yaklaşık olarak iki katına çıkar. 1894 sayımında ise toplam nüfus 8.583 iken, erkek 4.668, kadın 3.915 gösterilmiş olup Ermeni nüfus sayısı belirtilmemiştir (veya tespiti henüz yayınlanmamıştır). Sonraki kayıtlarda Ermeni nüfusu düşüş göstermiştir. 1899 Osmanlı nüfus istatistiklerinde Müslim nüfus 5035, Ermeni sayısı 435; yine 1914 Osmanlı kaydında toplam nüfus 12.266 iken, bunun 11.755’i Müslim, 511’i Ermeni olarak gösterilmiştir. Sonuç olarak, Osmanlı kayıtlarına göre 1914’de Pülümür’de 511 Ermeni vardı. (Z.Koçak:33). Ermeni Patrikhanesi tahminlerine göre ise yaklaşık yüz hanede bin kişi yaşıyordu, (G. Aghjayan: 53).
Raymond Kevorkian soykırım arifesinde Pülümür ve bağlı köylerinde 862 Ermeni’nin yaşadığını belirtmektedir. Bunların yaşadığı başlıca yerleşim yerleri Perginiye (Pergri/Pergiri: Pergini: Yelekli: Kırklar) köyü (37 hane, 358 kişi), Thanzıge/Thanjige (Dantsig/Danzik: Dereboyu) köyü (31 hane, 287 kişi), Gersunet/d (Gersenud/Gersinut: Ardıçlı) köyü (12 hane 164 kişi); ve Pülümür kasabasında 4 hanede yaşayan 53, toplamda 862 kişinin bulundukları yerlerde katledildiklerini yazmaktadır, (Ermeni Soykırımı, s. 437). Fakat, biz biliyoruz ki, Dersim ve Pülümür’deki Ermenilerin tümü öldürülmemiştir. Bunların bir kısmı dağlık alanlara kaçmış ve çevredeki aşiretlere sığınmıştır. Nitekim 1937/38 Dersim Soykırırmı’nı yaşamış görgü tanıklarının anlatımlarından Dersim’de ve Pülümür’de hala bazı Ermenilerin yaşadığını, bunların Dersimli Alevilerden ayrılarak ayrı noktalarda kırıldıklarını biliyoruz. (1915 ve 1938’de Pülümür-Danzik Ermenileri Nasıl Kırıldı? https://www.facebook.com/torne.geyali/videos/vb.100002740730111/1097127290388618/?type=3&theater
1927 sayımında Pülümür nüfusu toplamda 10.573 kişi olarak gösterilirken, Ermeni nüfus belirtilmemiştir. Ali Kemali de, 1930’lara ait köy nüfusunu ayrıntılı olarak verirken Ermeni nüfustan bahsetmemektedir.
Pülümür’ü de Dersim Sancağına dahil edersek, Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaklaşık 100 bin nüfusun yaşadığı, bunun 20 bin kadarının başka bir deyişle genel nüfusun yüzde yirmisinin Ermeni olduğu söylenebilir. Dersim Sancağındaki Ermeni nüfusunun 15 bin kadarının Çarsancak, Peri, Çemişgezek ve bağlı yerleşim yerlerinde, 5 bin kadarının da Mazgert, Hozat, Pülümür gibi Dersim’in daha iç kesimlerinde yaşadığı varsayılabilir.
1915 yılındaki sürgün ve kırımdan sonra Dersim sancağındaki Çarsancak, Peri, Pertek, Çemişgezek ve bağlı köylerinde neredeyse hiç Ermeni kalmamıştır. Buralardaki Ermeni malları ve arazileri, Sünni Türk ve Kürtler tarafından gasp ve talan edilmiştir. Sağ kurtulanların bir kesimi Dersim’in iç kesimlerine sığınmıştır. Mazgirt, Hozat ve Pülümür dahilindeki Ermeni nüfusun da büyük çoğunluğu kırılmış veya sürülmüştür. Kalanların çoğu, mal ve mülklerini terk ederek çevredeki aşiretlere sığınmıştır. Dersim’in çevresi ile karşılaştırıldığında iç kesimlerde kurtulanlar oran olarak daha fazladır. Kurtulan bu nüfusun bir kısmı 1938’e kadar bölgede varlığını sürdürmüştür. Bir kısmı ise dışardan sığınanlar ile beraber, daha sonraki süreçte ve özellikle Ruslar’ın Erzincan’ı işgalinden sonra (Temmuz 1916) Dersim’den ayrılarak kendileri açısından daha güvenli olan Rus işgalindeki yerlere gitmişlerdir.
Thanzıge (Danzik): Dereboyu Köyü_www.facebook.com/PülümürVeKöyleri
VI. Bölüm
Dersim’in Çevre Bölgelerinde Durum
Dersim coğrafyasını, idari ve sosyal yapısı ile demografisini değerlendirirken bazı noktaları kesin yargılarla ifade etmek yanlış ve yanıltıcı olabilir. Dersim’in idari yapısı sık sık değişiklikler göstermiştir. Bu yüzden hem coğrafi alanı ve hem de nüfusu istikrarlı bir durum arz etmekten uzaktır. 16. yüzyılda Çemişgezek olarak kurulan sancak, yaklaşık olarak bugünkü Tunceli iline tekabül etmektedir. 19. yüzyıl ortalarında merkezi Hozat olarak oluşturulan Dersim Sancağı da, bir dönem aynı alanlara tekabül ederken, daha sonra batıya doğru genişleyerek Koçgiri bölgesini de içine almıştır. Mamürat-ül Aziz (Harput), Erzurum ve hatta Diyarbekir vilayetlerine idari bağımlılığı gibi yönetim merkezi de sık sık değişmiştir. Yanı sıra Dersim Sancağına bağlı kazalar da sık sık eklenip ayrılmış ve sabit bir idari yapı söz konusu olmamıştır. Bu durum 1938’e kadar sürmüştür.
Yeri gelmişken belirtelim ki gerek bazı tarihçi ve yazarlar ve gerekse bölge insanı bazı Dersimliler, belki de bu değişken yapının da etkisiyle Dersim sınırlarını Batı’da Sivas’a, Doğu’da Erzurum, Bingöl ve Muş’a, Güney’de Harput’a (Elazığ) ve Kuzey’de Erzincan’ı içerecek şekilde genişletmektedirler. Mesela Mazhar Eren, İ. Yılmazçelik bunlara örnek gösterilebilir. Evet, bir bakımdan bu yaklaşım makul karşılanabilir. Nüfusun esas itibariyle Alevi olması bu yaklaşıma haklılık kazandırabilir. Diğer yandan nüfusun bu sosyal yapısından ötürü, Osmanlı da, genelde hangi idari birime bağlı olduğuna bakmaksızın bu geniş coğrafyada yaşayan nüfusa aynı veya benzer yaklaşım içerisinde olmuştur. Üstelik, denebilir ki, idari yapılanma sonuçta egemen erkin egemenliğini daha kolay sürdürmesi için planlanmıştır ve çoğu zaman halkın istekleri ve sosyal yapısı dikkate alınmamıştır. Ama yine de Dersim, idari olarak hiçbir zaman bu kadar geniş coğrafyaya tekabül etmemiştir. Bu bakımdan Erzincan’da Karasu’nun Kuzeyi Tercan’a kadar, Doğuda Kiğı, Varto, Hınıs, Güneyde Karakoçan ve Harput hiçbir zaman idari olarak Dersim’e dahil olmamıştır. Yerli milliyetçiler, bir takım ilkel duygularla bu çevre bölgeleri Dersim’e dahil ederken, Ermeni sorunu söz konusu olduğunda buralarda yaşayan Ermeni nüfusu görmezlikten gelirler.
İç ve Dış Dersim Haritası _ Abdulkadir GÜL⁶
Tarih, 1915’e doğru ilerlerken Dersim’in kuzeyini boydan boya çevrelen Erzincan sancağı o zamanlar Erzurum vilayetine bağlıydı. Bu sancağa bağlı olarak Kemah, Gercanis (Refahiye), Kuruçay ve Pülümür kazaları vardı. Sancak sınırları içindeki kaza merkezleri ile 66 köyde, 1913 patrikhane verilerine göre toplam 37.612 Ermeni yaşıyordu.
Eski Yerleşim İsimleriyle Erzincan⁷
Erzurum vilayetine bağlı olan Tercan ve Kiğı kazaları da kuzeydoğudan Dersim’e bitişik olup Ermeni nüfusun nispeten yoğun olduğu yerlerdi. Patrikhane verilerine göre 1914’de Tercan kazasının 37 köyünde 11.690; Kiğı’da ise 51 yerleşim biriminde 19.859 Ermeni yaşamaktaydı, (H.Hayreni, Yukarı Fırat Ermenileri 1915 ve Dersim).
Tercan Kazası⁸
Dersim’in Güneyine tekabül eden Harput’ta ise Patrikhane kayıtlarına göre 6.166 hanede 39.788 Ermeni yaşamaktadır. 1914 yılında güncellenen Osmanlı nüfus sayımına göre ise Harput Kazası’nda 78.906 Müslüman ve 3
8.190 Ermeni yaşamaktadır, (Kaynak: Houshamadyan.org). Bu rakamları yuvarlarsak 80 bin Müslüman, 40 bin Hıristiyan (bunun 991’i Süryani) olarak alınabilir. O dönemde Diyarbakır vilayetine bağlı olan Dersim’in hemen bitişiğindeki Palu’daki yoğun Ermeni nüfusu da göz önünde bulundurmak gerekir. 1914’de 15.75
3 kişiyi barındıran 37 Ermeni köyü ve kasabasıyla P
alu, Ermeni nüfusunun yok edildiği yerleşim yerlerinden biridir. Ayrıca başta Erzurum olmak üzere doğudan sürgüne gönderilenler Tercan, Erzincan ve Kiğı üzerinden Harput’a gönderilmektedir. Sürgün kafilelerinden kaçıp kurtulan bir çok Ermeni, zorunlu olarak Dersim’e sığınmaktadır.
Dersim’e Sığınan Ermeniler
Dersim’e sığınan Ermenilerin, Rus bölgesine geçenlerin ve kalanların net sayıları bilinmemektedir. Bu konuda değişik kaynaklarda farklı rakamlar belirtilmiştir. Büyük bir kargaşa ve felaketin yaşandığı savaş koşullarında bu sayıyı tam olarak tespit etmek de neredeyse imkansızdır. Yine de bu sayının on binler ile ifade edildiğini söyleyebiliriz. Örneklemek gerekirse, o dönemi yaşamış olan yazarlardan biri olan Garo Sasuni, “20.000 Ermeni”nin Dersim’e sığınarak kurtulduğundan bahseder, (G. Sasuni:163)⁹. M. Nuri Dersimi ise, Dersimlilerin 36.000 Ermeni’yi kurtardıklarını belirtir, (N.Dersimi: 46)¹⁰. Bu örnekler çoğaltılabilir. Fakat belirtmek gerekir ki, bu rakamların hepsi tahminidir, gerçek rakam hiçbir zaman bilinemeyecektir. Araştırmacı yazar Hovsep Hayrani bu durumu şöyle değerlendirir: “Dersim yoluyla kırımdan kurtulan Ermenilerin sayısı hakkında 6 binden 40 bine kadar değişen tahminler yapılmaktadır. 30-40 bine varan tahminlerin abartılı olduğunu düşünebiliriz..,” “…1916 ortaları için bunu baz alırsak, 1917 sonlarına kadar dış çevrelerden geçiş yapanlarla toplam sayının 15-20 bine ulaşmış olması mümkündür” (H.Hayreni:591) diyorsa da, kendisi de pekala yanılabilir.
Dersim’e sığınmış olan bu on binlerce Ermeni’nin ne kadarı kalmıştır, ne kadarı Ruslar’a sığınmıştır? Bu açık bir soru olarak durmaktadır. Ancak bir tahminde bulunmak gerekirse, Dersim’in dışından ve çevre bölgelerinden sığınanların büyük çoğunluğu Dersim’de kalmamıştır, Rus denetimindeki bölgelere geçmiştir. Fakat Dersim’in yerlisi olan Ermenilerin hayatta kalanları, ya sonraları tekrar köylerine dönmüş veya yine Dersim’de farklı yerlere yerleşerek kalmıştır.
Katliam ve sürgünler daha çok 1915’in bahar ve yaz aylarında yaşanmıştır. 1915’in baharında Doğu’dan yola çıkarılan sürgün kafilelerinden sağ kalanlar yaz aylarında Harput’a ulaşıyorlar. Yani ayni dönemde bu kafilelerden kaçıp kurtulanlardan bazıları da Dersim’e ulaşıyorlar. Dersim’de aşiretler arasında barınan bu binleri bulan kaçaklar, 1916 yazında Rusların Erzincan’ı işgalinden itibaren yine aşiretler vasıtasıyla Rus kontrolü altındaki bölgelere ulaştırılırlar. Ruslar, 1917 sonlarında işgal ettikleri bölgelerden çekilince, idare Ermenilerin eline geçer. Fakat Ermeniler bölgeyi ellerinde tutamaz. Osmanlı ordusunun, yerel milislerin yardımıyla başlatmış oldukları karşı saldırı sonucunda Ermeniler, Erzincan’dan doğuya doğru adım adım geri çekilirler. Bu geri çekilme sırasında da Ermeniler, oldukça büyük zayiatlar verirler.
1915’ten itibaren Dersim’e sığınan Ermeniler, Dersimliler tarafından korunurlar, Osmanlıya teslim edilmezler. 1915-16 yıllarında Dersimlilerin önemli bir bölümü Osmanlıya karşıdır. Hatta Aliyê Gaxi önderliğinde 1916 başlarında Nazımiye merkezli zamansız bir ayaklanma da düzenlenir. Ayaklanma başarısızlıkla sonuçlanır. Yapılan zulümlerden ötürü birçok aşiret Osmanlıya karşı kin doludur. (Bu ayaklanmada Ermenilerin ve Rusların rolünün ayrıca tartışılması gerekir). Dersim aşiretlerinin önemli bir kesimi ise ayaklanmaya katılmaz veya tarafsız kalırlar ama onlar da Osmanlı’nın baskılarına boyun eğmez ve Ermenileri teslim etmezler. Fakat, kısmen 1916 sonbaharında, genel olarak da 1917 yazından itibaren Dersimlilerin tavrı değişir. Osmanlı’nın açık teşvik ve destekleriyle oluşturulan “Dersim Milis Birlikleri” Pülümür cephesinde Ruslar ve Ermeniler ile çatışmalara girerler. 1917 sonlarında Rusların çekilmesinden sonra ise, bölgede kalmış olan Ermenilere karşı Osmanlı ile beraber Ermeni birliklerine karşı savaşırlar. 1918 kışından baharına kadar Erzincan ile Erzurum arasındaki bölge Dersim Milis Birlikleri sayesinde Osmanlı ordusunun hakimiyetine girer. Bu çatışmalar sırasında Dersimlilerin kendileri de kısmi kayıplar verseler de, Ermenilerin kayıpları çok daha fazladır. Bu katliamlarda Dersimlilerin, Dersim Milis Birliklerinin rolünün değerlendirilmesi başlı başına bir konu olduğundan bu makalede detaylara girmeyeceğim. Ama bu konunun mutlaka değerlendirilmesi gerekir.
VII. Bölüm
Dersim’de 1938’de Ermeni Nüfusu
1927 yılındaki TC’nin ilk nüfus sayımında anadil itibariyle Türkiye’deki toplam Ermeni nüfusu 64.745 olarak gösterilmiştir. 2-2.5 milyon Ermeni nüfusundan geriye kalanların sayısı! Bu nüfus sayımında ve daha sonraki 1935 sayımında Dersim, Elazığ (Harput) vilayetine bağlı gösterildiğinden Ermenilerin Dersim’deki sayısı belli değildir. Bu sayımda Elazığ vilayetinin toplam nüfusu 213.633 kişi olup vilayetdeki Ermeni nüfusu ise 2.399 kişi olarak gösterilmiştir. Bu tarihte Elazığ vilayeti ise merkez (Harput), Ovacık, Baskil, Palu, Pertek, Çemişgezek, Çapakçur, Hozat, Keban, Genç, Mazgirt ve Maden kazalarından oluşmaktadır. 1935 Nüfus sayımında ise Elazığ’daki toplam 253.141 kişiden, 707’si Ermeni olarak gösterilmiştir. 1940 yılında yeni kurulmuş olan Tunceli vilayetinin ilk nüfus sayımında toplam 90.446 kişinin yaşadığı kaydedilmiştir. İlk defa 1945 sayımında 2, 1950 sayımında 28, 1955 sayımında 13 ve 1960 sayımında 8 kişinin Ermenice konuştukları kaydedilmiştir. (K: Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar). 19. ve 20. yüzyıl Osmanlı ve Cumhuriyet nüfus sayımlarında Hıristiyan nüfus yer yer Katolik, Ortodoks, Protestan ve Ermenilerin ana mezhebi olan Gregoryan şeklinde ince detaylarla verilmiştir. Misyonerlerin de benimsediği bu yöntem, kategorik olarak doğru görünüyorsa da, “ince” amaç ve hedefler söz konusu olduğundan güvenilir değildirler. Ermeniler, genelde sadece Gregoryan olanlardan ibaret sayılmış, Protestan, Katolik ve Ortodoks olanlar ayrı kategoriler olarak tasnif edilmişlerdir. Çoğu zaman bu Hıristiyan gruplar ile anadil grupları birbirini tutmamaktadır. Yani hem dine ve mezheplere göre ve hem de dile göre veriler güvenilir olmadığından buraya almıyorum. -(Pertek’de küçük bir Süryani-Katolik grubun, Çemişgezek’te ise 267 Ortodoks Rum’un varlığı hariç tutulursa)- Dersim’de Ermeniler dışında neredeyse hiç ya da hiç denecek kadar başka bir Hıristiyan grup olmadığından zaten böyle bir tasnif de gereksiz kalacaktır.
Cumhuriyet dönemindeki nüfus verilerinden hareket ederek Ermenilerin Dersim’deki varlığı hakkında sağlıklı şeyler söylemek mümkün değildir. Hatta sadece Dersim’de değil, bütün Türkiye’deki Ermeni varlığı konusunda tahminlerde bulunmak çok güçtür. Çünkü, birincisi, Ermenilerin zaten genel nüfusu konusunda bir mutabakat yoktur. Kimliksiz, kayıtsız birçok Ermeni vardır. Dolayısıyla her türlü tahmin yanıltıcı olabilir. İkincisi, din değiştirme ve dolayısı ile asimilasyon ilk defa 1915 ile başlamıyor, 1890’lı yıllardan beri vardır ve bir çok Ermeni 1915’ten önce zaten dinini, kimliğini değiştirmiştir. Üçüncüsü, yaşanan baskı, şiddet ve katliamlardan ötürü tahminlerden de öte bir nüfusun din değiştirdiği, evlatlık alındığı veya evlilik yoluyla kimlik değiştirdiği varsayılabilir.
Dersim özgülünde sorunu ele aldığımızda resmi verilerden değil, halkımızın hafızasını esas alabiliriz. Belki hiçbir zaman Ermenilerin tam sayısını tespit edemeyiz ama Ermenilerin varlığı konusunda pek çok şey ortaya koyabiliriz. Tarih, 1938’e doğru ilerlerken Dersim’de Ermenilerin bir çok köyde hala varlığını sürdürdükleri bilinmektedir. Pülümür çevresinde, özellikle Danzik (Dereboyu) ve Gêrsuned/Gêrsunet (Ardıçlı) köylerinde Ermenilerin yaşadıkları ve bunların Alevi (Zaza) Dersimlilerden ayrı olarak 1938 yazında kırıldıklarını görgü tanıklarının anlatımlarından öğreniyoruz. Dersim’in daha iç kesimlerinde, örneğin Torut (Taşıtlı), Zımege (Zimek: Çığırlı), Halvori (Halvoriye: Karşılar), Halvorivank, Teştek (Teştege: Atadoğdu), Şine (Sin, Geyiksuyu) gibi yerleşim yerlerinde de dağınık halde varlıklarını sürdürdüklerini biliyoruz. Yine Dersim’in diğer ilçelerine bağlı bazı köylerinde de birer, ikişer Ermeni ailesinin yaşadıkları bilinmektedir. (Son olarak Dersim Sözlü Tarih Projesi kapsamında yapılan görüşmelerde ve bazı diğer söyleşilerde bu ailelerden örnekler sunulmuştur). Şimdi bu örneklerden hareket ederek, 1938’e doğru giderken Dersim’deki Ermeni nüfus hakkında bir tahminde bulunabilir miyiz?
Diyelim ki 1938’de Dersim’in yaklaşık nüfusu yüzbin kişi idi. Ermeni nüfusu, yüzde bire tekabül etse bin kişi, yüzde ikiye tekabül etse iki bin kişi eder. Denebilir ki bu oranlar ve de rakamlar, inkar edilemeyen, her kesin kabul edebileceği, kimlikleri, yerleri bilinen asgari varsayımlardır. Bir de bilinmeyen, ispatlanması mümkün olmayanlar vardır. Bunların sayısı ve oranı hakkında bir tahminde bulunmak çok zordur. Mesela evlenilen genç kız ve kadınlar ile ortada kaldıkları için evlat edinilen çocuklar vardır. Ayrıca daha 1890’lı yıllardaki baskı, saldırı ve katliamlardan beri din ve kimlik değiştirenler vardır. Bunların sayısı ve oranı tahminlerimizden de öte olabilir. Bu durumda yüzde beşten yüzde ona kadar değişinen Ermeni kökenli toplam nüfustan bahsedilebilir. Bu, hiçbir şekilde imkansız değildir. Yüzde beşlik bir oran beş bin, yüzde onluk bir oran ise onbin kişilik bir nüfusa tekabül eder. 1938’e doğru giderken, oran giderek düşmüş olabilir, bunu muhtemel sayabiliriz. Ama geriye kalan açık veya gizli Ermeni kökenli nüfusun ciddi varlığını inkar edemeyiz. Bu durumdaki Ermenilerin sayısı hakkında çok fazla bilgi ve kayıt olmayabilir. Din ve kimlik değiştirenler, evlenilen ve evlat edinilenler zaman içerinde asimile ve topluma entegre olmuşlar ve süreç içerisinde de unutulmuşlardır. Dersim yerlilerinin bunların çetelesini tuttuğunu iddia edemeyiz. Ama devlet katında belli kayıtların olması çok muhtemeldir. Aksi taktirde Yusuf Halaçoğlu, Dersimlilerin büyük bir kesiminin veya çoğunun Ermeni kökenli olduğunu iddia edemezdi. Dersimlilerin “büyük bir kesimi” veya “çoğu” pek tabii ki, Ermeni değildir. Bu koskoca bir yalandır. Ermeni milliyetçilerinin demagojik yaklaşımlarla ve Halaçoğlu ile aynı argümanlara sarılmaları, bu iddiaların doğru olduğunu göstermez. Tersine Halaçoğlu Dersimlilerin çoğunun Ermeni olduğunu söylerken, Dersimlilere düşmanlığını Ermeni düşmanlığıyla perçinlemek istemektedir. Çünkü ırkçı Türk zihniyeti için Ermeniler düşmandır. Ermeni milliyetçileri de bu yalanlara sarılarak Dersim’in çoğunluğunun Ermeni olduğunu ve böylece bir kaç Ermeni kökenliyi daha devşireceğini sanıyorlar. Dersimlilerin, “küçük” ama “önemli” bir kesiminin Ermeni olduğu pekala söylenebilir. Bu yüzde üç veya beş olabilir ama önemlidir.
06.08.2017
¹a. Mihran Pirgiç Gültekin: “Dersim köylerindeki nüfusun yüzde 75’i Ermeni’dir.” (http://dersimermenileri.blogspot.ch/2011/02/mihran-gultekin-dersim-koylerindeki.html).
b) Aram ATEŞYAN : “Doğrudur. Tunceli’nin %90’ı belki dönme Ermeni’dir.” (Bugün TV de Erkam Tufan ile Analiz program: https://www.youtube.com/watch?v=DsmJmmYR-_g).
c) Sarkis Hatsapaniyan: “Dersim yüzde bin Ermeni, yüzde yüzde değil yüzde bin Ermeni” (Aktaran: Deniz Karakaş).
². K. Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914), s. 220
³. Zülfiye Koçak, Pülümür, s. 32-33
⁴. George Aghjayan, Pülümür, s. 52-53
⁵. Mazgirt Kazası, http://mazgirt.meb.gov.tr/www/mazgirt-ilce-haritasi/icerik/24
⁶. Abdülkadir Gül, Dersim Sancağının İdari Yapısı ve İdarecileri
⁷. Erzincan, http://mimoza.marmara.edu.tr/~avni/ERZiNCAN/seluke/harita.htm
⁸. http://tercan.meb.gov.tr/www/tercan/icerik/9
⁹. G. Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15 yy’dan Günümüze Ermeni Kürt İlişkileri, s.163
¹⁰. N.Dersimi, Hatıratım, s. 46
Kadim tarihten beri dinsel ve siyasal ideolojiler toplumların gelişmelerini iyi veya kötü yönlerde etkilemiş ve büyük değişimlere sebep olmuştur. Bu yazıda tanınmış dinsel ideolojilerin (Hristiyanlık, Müslümanlık, Budizm, Konfüçyüzm gibi) ve tanınmış siyasal ideolojilerin (faşizm, komünizm gibi) tarihsel süreçleri nasıl etkilediğini, toplumları nasıl değiştirdiğini, bazen de nasıl kaoslara yol açtığını örneklerle açıklamak istiyorum.
İsa dünyaya gözlerini açtığında çok Tanrılı Roma İmparatorluğu Ortadoğu’dan ta İngiltere’ye kadar geniş topraklara hâkimdi. Çok güçlü ve çok büyüktü. İsa’nın bu kadar güçlü olan bir devletin içinde tek Tanrı fikrini yaymaya başladığı ilk günlerde etrafında sadece beş on kişi vardı. Bu yeni tek Tanrı fikri Roma İmparatorluğu’nun çok Tanrılı yapısına ters düştüğü ve halk arasında huzursuzluk ve kaos yaratacağı için Roma İmparatorluğu o yıllarda İsa ile yandaşlarına aşırı baskılar ve işkenceler yaptı. İsacılar illegal çalışmak zorunda kaldılar. O dönemde İsa’nın yaydığı bu fikirlerinin ileride Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olacağını birileri söylese, bu düşünceye kimse inanamazdı. Ama İsa’nın birkaç kişiyle başlattığı bu dinsel düşünce zamanla Güçlü Roma İmparatorluğu’nun resmi dini oldu ve iktidar olan bu yeni din; bu kez de kendine inanmayan insanlara aşırı baskılar, işkenceler yaptı. Hristiyanlık kurduğu engizisyon mahkemeleriyle üfürükçü(!) kadınları ateşlere attırdı. Kaderciler bilimsel görüşleriyle dine ters düşen bilim insanları, ilerlemecileri idam ettirdi.
Mekke Muhammed’in oraya attığı ve ilk yıllarında etrafındaki birkaç kişinin savunduğu inançsal düşüncenin yani dinsel ideolojinin ileride Arabistan’dan, batı Asya’dan ve ta Kuzey Afrika’ya kadar yayılacağın söylenseydi insanlar gülüp geçerdi. İlk başlarda azınlık olarak baskı gören İslamcılar zamanla güçlendi. Dört Halife devrindeki Cihadçı savaşlarla bu dine inanmayanların ülkelerini kan dökerek gasp ettiler. İslamcı ideoloji Ortadoğu’dan Afrika ve Asya’ya kadar yayıldı. Cihadçı savaşlara yendikleri insanların topraklarına, karılarına, çocuklarına el koyanlar; “bunlar İslam için savaşanlara helaldir,” dediler. Çağımızın İŞİD’çileri ise bu cihadçı zihniyeti yeniden hortlattı. Aşırı boyutlara taşıdı. Köle pazarları kurup kadınları, kızları sattılar.
Burada bir noktaya vurgu yapmak istiyorum: Ortadoğu’dan Avrupa ve Amerika kıtasına kadar bölgelerde DİN deyince insanların ezici çoğunluğunun aklına Hristiyanlık (İsa) veya Müslümanlık (Muhamed) gelir. Oysa Buddha ve Konfüçyüs’e inananlar İsa ve Muhamed’e inananlardan daha fazladır bu Dünya’da. Ve son yıllarda bilimsel-teknolojik gelişmeler Budizm gibi daha gevşek inançların bulunduğu ülkelerde çok hızlı gelişmeye başladı. Japonya, Güney Kore ve Çin Cumhuriyeti gibi ülkeler bu gelişmelerin iyi örnekleridir.
Bu günkü dinsel ideolojilerin gücü insanlığı yanıltabilir. İnsanlık tarihinde üstün doğa güçlerine dayalı dinsel inançlar hep vardı ama sürekli değişişime uğradılar. Çok tanrılı dinler toplum içinde binlerce yıl yaşadı. Fakat zamanla yok oldu. Bu gün Zeus, aşk tanrısı, savaş tanrısı, barış tanrısı, deniz veya bereket tanrısı gibi inançlar sadece tarihin konusudur.
“Kaderciler her şey kutsal kitaplarda yazılıdır,” diyorlar. Oysa insanlık tarihinin milyonlarca yıldır devam eden serüvenini düşünecek olursak tek Tanrılı dinler “dünkü çocuk sayılır.” Tek Tanrılı dinlerin tarihi en çok üç bin yıl kadardır. Nasıl ki çok tanrılar tarihte binlerce yıl yaşadığı halde zamanla yok oldular. İlerlemecilere göre Bilimsel ve teknolojik gelişmeler ispata dayanmayan tüm inançları zamanla silip yok edecektir. Uzay da bilinmeyenler çok fazladır. Kutsal kitaplar bilimsel gelişmeleri engelleyemezler. Gelecekte kadercilerin yanılgı ve hayaller içinde yaşadıkları mutlaka açığa çıkacaktır.
İnsanlık tarihinde dinsel ve siyasal ideolojilerin de çok önemli etkileri vardır. Ama bu ideolojiler bazen felaketlere, kitlesel katliamlara yol açmıştır.
Sömürüye dayalı kapitalist sistemin ilk yıllarında işçiler köle olarak karın tokluğuna günde 16 saat çalıştırılıyordu. Barakalarda kir içindeydiler. Ev ve aile sahibi olamıyorlardı. Bu kölelere ileride bir gün evleriniz, aileniz, hatta arabanız olacak denilseydi. Ayağında pranga ile çalışan köleler bu bir ham hayaldir derlerdi. Kimse inanmazdı.
Marks’ın Komünist fikirlerini kamuoyuna açıkladığı ilk yıllarda bu fikirlerin bir gün bazı ülkelerde iktidar olup uygulanacağına da insanlar inanmıyordu. Oysa on yedinci asırda bu fikirlere, bu siyasal ideolojiye inananlar çoğaldı. Vladimir İlyiç Lenin 20. yüzyıl başlarında bu Komünist fikirleri yaymak isteğinden dolayı Çarlık tarafından Rusya’dan sürülmüştü. Ama sonraki yıllarda Çarlık yıkıldı. Rusya Kerensky hükümeti kuruldu. 1917’de İşviçre’de sürgünde olan Lenin amacına ulaşmak için o yıllarda Rusya’ya karşı savaş açmış olan Alman hükümetinden yardım istedi. “Rusya’ya gitmem için bana yardım ederseniz; yönetimi ele geçirip Rusya’yı savaştan geri çekerim,” dedi Alman politikacılara. Bu düşünceleri çok aşırı uçuk ve hayalci bulan Alman politikacıları Lenin’e inanmadılar. Fakat Lenin Rusya’ya girerse, çıkaracağı iç karışıklıklar nedeniyle Rusya zayıf düşer ve Almanya Kafkas bölgesindeki petrollere el koyar düşüncesiyle Lenin’in Rusya’ya girmesine yardım ettiler.
Lenin ve 18 arkadaşıyla birlikte Alman trenine bindirildi. Bu mühürlü Alman treniyle 3 Nisan 1917 tarihinde Finlandiya-Petrograd istasyonuna girdi Lenin ve 18 arkadaşı. Almanların hayalci bulduğu Komünistler 1917 Ekim Devrimi ile Rusya’da iktidara el koydu. Güçlenen Leninist iktidar sonraki yıllarda batıdaki kapitalist devletlerin içinde de sosyalizmin yayılmasına yardım etti. Asya kıtasında sosyalist rejimler kurulmaya başladı. Alman hükümetinin çok hayalci bulduğu komünist düşünceler artık Almanya içinde de tehlikeli olmaya başladı. Elbette ki Lenin’e yardım eden Almanlar bu gelişmelerden dolayı sonradan hüsrana uğradılar.
Hitler ve Mussolini’nin hareketi de ilk başlarda çok az sayıdaki insanla kendini duyurdu. Yoksulluk ve ekonomik kriz yıllarında yaptıkları propagandayla halkı peşine takıp çeşitli oyunlarla iktidara el koydular. Bir avuç faşist dünyayı kan gölüne çevirdi ve milyonlarca insanın ölümüne sebep oldular.
İnançsal ve siyasal ideolojilerin tarihin değişik evrelerinde toplumu nasıl derinden etkilediğine ve iktidarı zamanla nasıl ele geçirdiğine dair en çarpıcı örnekleri bu yazıda özetin de özeti olarak sizler için sıralamak istedim.
Başka bir açıdan bu günkü Dünya’mıza bakılırsa çağımızda yoksul bölgelere uçaklarla hızlı ulaşılıyor. Ortaçağdaki gibi açlıktan ve salgın hastalıktan dolayı kitlesel ölümler çok azaldı. Çoğulcu demokratik sisteme dâhil olan demokratik güçler faşist, diktatör rejimlere zorluk çıkarıyor. Hitler döneminden beri birçok diktatör savaş suçlusu olarak yargılandı ve yargılanıyor.
İnsanlık tarihinde bazı dinsel ve siyasal ideolojilerin ilk doğuş yıllarındaki zayıf ve cılız haline bakarak “Olmaz, olamaz” diyenlerin çok zaman hüsrana uğradığını tarihi olaylar bize anlatıyorlar. Birçokları “Türkiye’nin geleceğinde şeriatçı rejime dönülemez,” diyorlar. Hüsrana uğramamak için bu yanlış düşünceye inananların derin uykularından uyanması ve gerekli önlemlerin alınması gerekir. Çünkü “Son pişmanlık fayda etmez.”
Son yıllarda tüm Dünya’da sosyalist fırtına çok zayıfladı. Sınıfsal mücadele cılız esiyor. Sosyalizm üzerine teorik tartışmalar devam edebilir ve ediyor. Dinsel ideolojilerin şu anda İslam dünyasını kaosa, kan gölüne çevirdiği bir gerçek olarak gözlerimizin önünde duruyor.
Oysa çağımızın ruhu artık çoğulcu demokrasidir. Demokratik ülkeler huzur ve refah içindeler. Kaderci ruhu terk edip ilerlemeci ruha sarılmak zorundayız. Aksi halde kaderci ruh İslam ülkelerinde yaşayan herkese zarar verecek.
Bu yazıya bir anekdotla son vermek istiyorum. 1970’lerde Ankara- Kuşcağız gece kondu bölgesinde matematik öğretmeniydim. Ders yaptığımız sınıfların bir kısmı da teneke barakalardan ibaretti. O dönemeler devrimci öğretmen gurubu olarak büyük sosyal sorunları aramızda konuşuyorduk. Sosyalistler Türkiye’de iktidar olsa bile alt yapısı, suyu, yolu olmayan büyük şehirlerde sayıları milyonlarca olan bu gecekonduları yıkıp yerine şehir düzenine uygun binalar ve yolları yapmaya Dünya’daki en güçlü ülkenin bile maddi gücü yetemez diye tartışıyorduk. Gecekondu sorununa teorik olarak bile bir çözüm, bir çıkış yolu bulamıyorduk.
Aradan yaklaşık kırk beş yıl geçti. 2015 yılında eski gençlik hatırlarımı yad etmek için Ankara-Kuşcağız gecekondu bölgesine gittim. Bir tane gece kondu kalmamıştı bu koca dağda. Milyonlarca gece kondu yıkılmış, kanalisazyonu ve büyük caddeleri yapılmış, planlı mahalleler gördüm ve bu manzara karşısında şaşkına döndüm. Mahalle dediğime bakmayın, büyük bir gece kondu şehri yok olmuş, planlı bir şehre dönüşmüştü. Oturduğum gecekondunun yerini tespit etmek zordu.
Gecekonduların arsaları zamanla çok değerli olduğu için rant peşinde koşan müteahhitler gecekondu sahiplerine birer daire verip arsalara dört katlı binalar yaparak aşırı kâr etmişler ama yeni ve düzenli bir şehir kurmuşlardı. Mamak ve Altındağ bölgelerinde gecekondular yıkılıyor ve inşaatlar devam ediyordu. Tüm metropollerde gecekondu dönemleri bitiyor artık.
Yani 1970’lerde bizim gibi devrimcilerin çözümü imkânsızdır dediğimiz büyük bir soruna devletin bir kuruşu harcanmadan bile çözüm yolu kendiliğinden bulunmuştu.
Tüm bu hayat deneylerimden çıkardığım sonuç şudur: İnsanoğlu çağını düşünmeli, gününü yaşamalı, çağındaki insanların iyi yaşamalarına yardımcı olmalı. Yüzyıl sonra neler olacağını bilmek kolay değildir. Gelecek için bu günkü hayatlar feda edilmemelidir. Bu nedenle her yazımda Dersimliler öncelikle bu günü ve bu gün yok olan Dersim’i düşünmeli; bugünkü sorunlarımıza çare aramalıdır diyorum. Eğer dilimiz ve kültürümüzün yok olmasını engellersek, yani Dersim yok olmazsa dünyanın bu günkü büyük sorunlarına gelecekte hiç düşünemediğimiz çözümler bulunabilir diye düşünüyorum. Bilesiniz ki bu gün kendi hayatını ve ailesini düşünmeyenler çağımızda veya gelecekte kimseye faydalı olamazlar. Bana göre günü yok saymak, gelecekte güzel hayat vaat ederek bu günkü genç hayatların feda edilmesini övünç kaynağı yapmak kendi içinde çelişkiler taşıdığı için mantıklı değildir…
NOT:
İnsanlık tarihinin milyonlarca yıl içinde geçirdiği evreleri ve değişimleri tüm ayrıntılarına kadar Yuval Noah Harari’nin iki cilt halinde yazdığı “I. Kitap Homo Sapiens (akıllı insan) ve II. Kitap Homo Deuz (Paranın esiri olan insan) isimli kitaplarından okuyabilirsiniz. Şu anada 30 ayrı lisana çevrilmiş ve dünyada çok satanlar arasında bulunuyor bu iki ciltlik kitap.
Türkçesi: www.kollektifkitap.com üzerinden temin edilebilir.
Cumhuriyet döneminde Dersim üzerinde yapılan ameliyat, labaratuvar çalışmalarına göndermeler yapıp, günümüzdeki Dersim’in – ki ben onu bitkisel hayattaki insana benzetiyorum- halini resmettikten sonra bu bitkisel hayattaki hastanın yaşama döndürülme olanaklarını tartışmak istiyordum.
Olmadı, araya oldukca uzun bir zaman girdi.
Dersim’in günümüzdeki haline yeri geldiğinde göndermeler yapıp bitkisel hayattaki Dersim’in hayata döndürülme olasılıkları üzerinde yoğunlasmaya çalışacağım.
Dersim tanımlamasını tarihsel Dersim anlamında kullaniyorum, kullanıyoruz ancak nesnel davranacak olursak bu tarihsel Dersim’in yerinde yeller esiyor. Bu gerçekliğe gözümüzü kapatamayız.
Kendi öznel istemlerimizi mevcut gercekliğin yerine ikame etme durumunda da degiliz. Ceviz metaforu ile açıklıyacak olursak tarihsel Dersim’i çevreleyen yeşil kabuk yoktur artik. Dil, inanc ve kültür formasyonu başkalaşmıştır. Süphesiz ki izler vardır eskiye dair, ancak onu kendi kılan özellikler yitirilmiştir. Kabuk-kakıl- sert kabuk kırılmıştır. Çekirdeği koruma özelliğini önemli ölçüde yitirmiştir. Dolayısı ile iç çekirdek küflenmeye kurtlanmaya yatkın hale getirilmiştir. Ne zaman mı?
Şimdi resimlere bakalım.
1900-1950’li yılar!
„Gayri Müslüm“ tebanın zenginliklerine el koymuş bir Türkiye. Devlet eli ile palazlanmış bir ticaret burjuvazisi. Devletçi kapitalizm, köklerinden koparılmış, kitlesel katliama ve soykırıma uğramış Ermeni, Süryani, Yahudi, Pontus vs., kontrol altına alınmış toplumsal muhalefet, bastırılmış Kürt kalkışmaları, yönlendirilen kemalist TKP, Çakmak, Bardakçı, Öngören, İnönü’nün Dersim raporları ve labaratuvar çalışmaları, ameliyat edilecek Dersim’e yönelik her türlü planlı hazırlık-devlet aklı denen şeyin ne olduğunu bilmek istiyenler bütün bu sürece göz atmalılar-1935 Tunceli Kanunu ve 37, 38-39 Soykırımı’nın pratikleşmesi. Yakılan yıkılan köyler, boşaltılan kocaman cografya… Burda bitmiyor. Kayıp çocuklar ve mecburi iskan, köklerinden koparılarak zoraki türkleştirme, müslümanlastırma amacına hasıl uygulamalar… Tekrar olmasın diye detayları atlıyorum.
Kocaman bir puzzle, her bir parçası kitaplara sığmayacak ölçüde elbet. Egemen sınıflar arasındaki iktidar dalaşması ki kökleri ta Hürriyet ve İtilaf fıkrası ile İttahat ve Tarakki’ye uzanan, Serbest Fıkra’da kendini dışa vuran TC’nin kurucu unsurları arasında da süregelen ve sonraları DP, AP ve ardıllarında ifadesini bulan ve günümüzde değişik şekillerde zuhur etmeye devam eden o dalaşma…
1946 seçimleri ve ana muhalefet DP tolumsal muhalefetin ruzgarını arkasına alarak iktidar olan Menderes-Bayar kligi…
‘46 affi ile Dersimliler yurtlarına dönme olanağı buldular. Dersimliler döndüler dönmesine de “yasak mıntıka” olarak adledilen iç Dersim’deki aşiretler toprağina yerleşemediler. Köylerine peyder pey yerleşmeleri elli yıllarini buldu, bu dört yıllık süre içinde Dersim’in değişik yerlerinde kışlacı olarak hayata tutunmaya çalıştılar. Kimisi yerleştikleri alanda kalıcı oldular ama ana gövde yine yerleşkelrini yurt edindi.
Özellikle 40 ve 60 li yılların Dersim’ini analiz etmek çok önemlidir. Nasıl bir hayat yaşadılar? Soykırımın acıları ile nasıl yüzlestiler? Travmayı yenebildiler mi? Bugünü analiz ederken, anlamaya çalışırken o yıllardan öğrenilecek çok şey var diye düsünüyorum. Kendi tanıklıklarım ve gözlemlerimden yola çıkarak sunu cok net olarak söyleyebilirim.Dersimliler, soykırımi yasarken düsman ile isbirligi icinde olan aşiret bireylerine karsi öcalma duygusu ile hareket etmediler.Her ortamda bu ihaneti lanetlediler elbet.En cokta cem cemaat ortamlarinda bunu acı ile dillendirdiler.pir, rayber, saygin insanlarin ziyaretlerinin degismez temalarindan biriydi adeta.Kendi iclerinde tolumsal barisi yeniden insaa etmeye odaklandilar.Kirvelik, ikrar, evlilikler ile olusan akrabalik baglari ile pekistirdiler bunu.Bu durum üstünden atlanilacak şey degil.Benim annne anne tarafindan kirkin üstünde kadin ve çocuklaardan olusan kafile çocukarin en büyügü 14 yasinda kil deresinde süngülenerek katledilediler.alan aşiret ine siginmislardi, siginma aşiret erkeklerinin karari idi, cember daralmisti dagda ne saklana bilme ne direnebilme olanagi kalmisti, kaledileceklerini biliyorlardi bari hci değilse kadınlar ve çocuklar kurtulsun saiki ile alınmıştı karar. İhbar edildiler, devlete teslim edildiler, yanlarındaki her şeye el konuldu. Moro Şiya ziyareti de dahil. Buna rağmen sürgün dönüşü yeniden bir biçimde barışı inşaa ettiler; dostluğu, öfke ile bilenmış düşmanlığı ve öç almayı değil.
Viran olmuş evlerini bin bir güçlük ile yaptılar, dayanışarak sıfırdan bir hayatı inşaa ettiler. Kendilerince çıkardıkları sonuçlar vardı. Ne pahasına olursa olsun çocuklarını okutacaklardı, öyle de yaptılar. Elimde veriler yok ama Dersimlilerin yüksek öğrenime atılma oranlarını mukayese etmek lazim. 50’li yıllarda Dersimli ögrencileri metropollerde görüyoruz. Şöyle diyebiliriz 45-60’lı yıllar Dersim’in en sakin yıllarıdır, hayatlarını kurmaya odaklanmışlardır. Yeni nesili koruma güdüsü çok güçlüdür. Yaşadıklarını çocuklarına direkt aktarmamalarının altındaki tolumsal psikoloji budur. Öğrenciler, yaşamın tüm zorluklarına rağmen adeta özel bir statüye sahipler. Köy hayatının zorlu işlerinde çalıştırılmadıklarını görüyoruz. Her şeyin kol gucü ile yürütüldüğü, emek yoğunlukla bu yaşamda olmuştur. Üstelik bunlara yapılan telkinler, okuyun devlette yer edinin yönündedir. Yaşama şablonlar ve ezberler ile yaklaşanlar bu sosyolojik hali anlamadılar, ona başka başka izahlar buldular. REHABİLİTE OLMUŞLUK, kemalistleşme, türkleşme, sindirilme, teslim olma vs. gibi.
Peki hakikat neydi?
Dersimlinin inanç şeklinde köklü bir degişiklik olmuşmuydu? Hayır. Dersimli eskiden olduğu gibi kutsal adedtiklerine aynı bağlılıkla yaşamını sürdürdü. Cem, cemaat eksilmedi hayatlarından, hatta yeni hayatın kurulmasında dayanışmacı roller üstlendi. Günlük yaşamda egemen dil konustukları Kırmancki, Kırdaski idi. Türkçe sadece devlet dairelerinde konuşuluyordu, jandarma dili idi. Asliını inkar eğilimleri tiye alınıyordu, bu konuda çokca bilinen iki örnek vereyim.
Adamın biri Elazığ’da çalışmaya gider ve uzun kalır. Çatpat Türkçe bilmektedir. Kendine şehirli esbabı edinmiştir, bir de kravat üzerinde eğreti duruyor. O bunun ayrıdında olmasa da köye döner. Evin önün de hane halki ile oturmaktalar karşıdan bir keçi gelmektedir. Bizimki, bu keçi olmasına keçi de kafasının üstündekiler nedir, der. bu kendi değerlerine yabancılaşma olarak hep anlatılırdı. Başka benzer anlatılar da var.
Garpte Türkçe ögrenen bir kişi uyanik devlet memurları ile iyi ilişkiler kurup bir statü elde etmeye şüphesizki yönelmiştir. Bundan doğal ne varki, sonuçta heterojen bir toplum. Farklı katmanları olan ve çıkarları siyasi partilerin taşra örgütlerinde rol alan kesim, daha çok doğal olarak ticaret ile uğraşan esnaf ve avukat, mütehahit gibi kesim bunlar bütün tolumların sosyolojik hayatında çokca gördüğümüz şeyler. Siyaset alanındaki yarışlarda rol oynayan faktörlere baktığımızda yine sosyolojik
doneler görürüz. Aşiret yapılanmasının sosyolojik bir vakka olduğu tolumsal bir yapıda aşiretçi faktörlerin öne çıkması anormal degil. Sonucta bir köylü toplumu. Ancak uyumlu bir tolumsal yaşam var karşımızda, ötekileştirmenin, uçlaşmanın olmadığı zamanlardır bunlar dersimlinin hayatında. Yaşadığı ağır travmayı bir nebze atlattığını düşündüğü yıllar. Yeni bir yaşam kurulmuştur zorluklarına rağmen, çocuklar başarılı bir okul yaşamına sahip. İkrar, pir, rayber, kutsallara adanan adaklar ile akıp giden bir hayat.
Devlet ne yapmıştır bu yıllarda? Boş durmadiği açık. Kim bilir ne kadar rapor vardır kozmik odalarda, bunlara ulaşmak bugün için olası degil. Ancak devlet aklı süreklidir, bunu biliyoruz. Kominizmle mücadele dernekleri serüveni dahilinde Dersim’de adam devşirdiklerini de biliyoruz. Konjuktür, devletin çıplak şiddet uygulamasını gerektirmiyor, daha çok manipulativ çabalar var. Dersim tüm yok edilme siyasetine rağmen hala aleviliğin kalbi ve merkezi, çevre Alevi yerleşkeleri ile süren canlı, düzenli ilişkileri devam ediyor. Pirlerin ziyareti Maraş’a, Erzurum’a, Varto’ya, Erzincan’a, Sivas’a devam ediyor. Kuruluş felsefesi Türk-İslam sentezi olan devletin bunu görmezden gelmesi beklenemez. Zaman altmışlı yıllara evrildiginde hz. Ali methiyeleri köylerde elden ele dolaşıyor. İslam dahilinde bir Alevilik propağandası yapıldığı oldukçada yaygın görülüyor. Asıl türklük söylencesi daha çok bu yıllarda kabul görüyor. Ehlibeyt Dergisi ve Birlik Partisi deneyimi ile çakışan süreçtir bu aynı zamanda. Ve en önemlisi bu yıllarda Dersim’de her evde bir kara çarsaf var. Günlük yaşamda kullanılmıyor ama şehre inildiginde ya da çevre uzak köylere misafirliğe gidildiğinde mutlak süretle giyıliyor. Soraları lacivert renge bürünürek biraz estetize oluyor yetmişli yılların başında kendiliğinden sönümleniyor.
Çok kabaca resim bu.
Şimdi sonraki resme bakalım.
1960-1980
27 Mayıs darbesi ile DP iktidari son bulmustur. TİP gelen yılarda mecliste 15 miletvekili ile temsil olanağı bulmustur. TİP Dersim’de miletvekili seçimini kıl payı kacırmıştır.
Av. Kemal Burkay Dersim’de tanınan önemli politik bir figürdür. Devlet aba altındaki sopayı yavaş yavaş çıkarır ve TİP aktivistleri Ali Gültekin, Terzi İsmail, Gavur Ali, Ali İşçi vb. ikide bir gözaltına alınırlar…
12 Mart Muhtırası ile birlikte devletin Dersim’deki baskıcı yanı giderek öne çıkar. Metropollerde Dev Genc ve TİP içinde çalışan bir kısım Dersimli üniveriste ögrencisi aranır duruma düşer ve memleketlerinde saklanmaya başlar. Bir kısmı ise hapistedir. H. Cevair Maltepe’de katledilir. Sosyalist sol, Sosyalist Devrim ve MDD ekseninde bölünür önce. Sonra sosyalist sol silahlı devrim ekseninde yapılanır, devletin artan baskılarına koşut olarak radikaleşirler. Amerika’nın “bizim çocukları” darbe yapmıştır 12 Mart 71’de. Sonuca ulaşmadan derin devlet bir dizi provakativ eylemde yapmıştır, ya da mizansen eylem hazırlıkları ve bunlar basın aracılığı ile halkı manüpule etmede kullanılmıştır. Sabotaj Davası-Bogaz Köprüsü’üne sabotaj, Haliç vapurununa sabotaj vb. eylemlilikler ya da eylem hazırlıkları dava konusudur (Bombalı olaylar davasi vb. gibi). 9 Mart darbecileri Madanoğlu ve grubu tasfiye edilir, yargılanır. Bunlar içinde İlhan Selcuk, Ugur Mumcu, Avcioglu, Ali Sirmen vb. burjuva liberal aydınlar tutuklanır, yargılanır.
Bu yazi yakın tarih çalışmasi değil, sadece Dersim’deki gidişatı dönemsel olarak fotoğraflarken kısa değinmeler içeriyor. Çünkü Dersim ayrı bir galakside değil. Bugünkü Dersim’e nasıl gelindiye cevap ararken, fotoğraflara bakma ihtiyacı var. Zira devletin ve yönlendirdiği yapıların yarattığı bilgi kirliliği manüpülasyon tüm resimleri flulaştırmış. Kendine aklın alamıyacağı kadar yabancılaşmanın sırrı burda saklı.
Bu döneme ait fotografa bakmaya devam edelim.
1971 yılında Dersim merkezde resmi MİT binası açılmıştır.
Dersim’e ilk gelen devrimcilerden Adil Ovalıoglu örgütü tarafında çok canice İstanbul’da katledilimiştir, kayitlara sandık cinayeti olarak geçmistir. Son derece marjinal bir gruptur. Caru Mazumdarcı olduğu hep dillendirilmistir, biran önce kırlardan halk savaşı baslatılmalıdır fikriyatina sahiptir.
Kaypakkaya ve Oruçoğlu zeten TİKP’in Dogu Anadolu Bölge komitesi üyeleri ve faaliyet alanları Dersim, Malatya ve Siverek, Diyarbakır’dır. Bu alanlar üç aşagı beş yukarı sonradan da devam etmiş ya da devam ettirillmeye çalışılmıştır ama sonucta Dersim’de yoğunlaşmışlardır.
Nurhakta THKO vurulan darbe ile çökertilmistir, denizler idam edilmiş; Kızıldere’de ise THKPC örgütsel olarak sonlandırılmıştır.Toplumsal muhalefet tümü ile çökertilmiş TÖS, İsci Partisi vb. Kapatılmış, üyeleri hapse tıkılmış. Sendikalar etkisizlestirilmiş sisteme muhalif ne varsa’72 ortalarına gelindiğinde bitirilmistir. TKP/ML bu koşullarda Dersim’de Çin devrimini ve pratiğini doğmatik bir kavrayış ile Dersim’de pratikleştirmeye kalkmış, aklın sınırlarını zorlayan eylemlilik grişimleri ile etrafındaki cçemberin iyice daralmasına yol açmış, Vartinik baskını ile çökme sürecine girmiştir. Kaypakkaya ele geçirilmış beyin dumura uğratılmıştır, ardından İstanbul’da son nokta konmustur. Ali Haydar Yıldız katledilmiştir. Bostancı Köyü’nde Süleyman Nakış ve kızı yaralanmış ve sayıları 60’ı bulan Dersimli işkenceden geçirilerek hapsedilmiştir.
1974 Ecevit-Erbakan hükümetinin gündemleştirdiği af ile birlikte siyasi tutsakların önemli bir bölümü özgürlüğüne kavauşur.
Bahse konu dönemde Cevahir ve Ali Haydar Yıldız katledilmistir.
TKP/ML davasında Süleyman Yeşil, Hasan İlter, Hüseyin Tekin, H. İbrahim Akyol, Baki İşçi, Musa Söğüt, Ali Yıldız, Hüseyin Soroğlu, Hüşeyin Acıkgöz, Kemal Bozdağ, Mehmet Çiçek, Ali İşçi, İsmail Erdogan, Hayrettin İpek, Munzur Yıldız, Ziya Aydın, Hıdır Sarıkaya ve Işık ailesinden iki köylü-Bagırbaşlı-Hamza Eroğlu, Niyazi Hoca, Hasan Gülmez gözaltına alınıp sorgulananlardan hatırladıklarım Kenan Kaşar, İbrahim Şahin ve başkalrı. Murat Aydın, Kamer Özkan, Erdogan Aktaş, Necati Şahin ise aranır duruma düşmüştür.
Aydınlık davasında, Ziya ulusoy, bedri gültekin, musa tanrı kulu, kazım koyun.Devgenc ve thko davasında metin Güngörmüş, yılmaz merkit, Ali kırmızı cicek… thk c davasında Yüzbaşı haldun yeşil, metin bozdağ tutuklanan dersimliler arsındadadır. DDko davsında ali kılıc var o dönem dersimliler kürt hareketine mesafeliler. Dr şıvan ve brusk ayrı elbette. Burkay ise sürıyeye gitmiştir.
‘74-76 yılları Türkiye ve Kürt solunun toparlanma ve yeniden inşaa dönemi olarak adlandıra biliriz. Cezaevlerinde yapılan muhasebeler ekseninde yeni gruplaşmalar ve eğeilimler şekillenir. Bunların her biri ayrı bir örgüt olarak süreç içinde ortaya çıkar. Bu yıllar yasal olanakların elverişliğinden kaynaklanan kitleselleşmenin olduğu yıllardır. Ancak sınıf ile bir türlü fiili bağlar kurulamaz pek çok siyasal örgüt öğrenci gençlik, köylü gençlik ve aydınlar arsında güç bulur.
Bu süreçde dikkat çeken ve üzerinde düşünülmesi gereken iki şey var. Birincisi Aydınlık-Perinçek . Aydınlık, sahada militant, mücadeleci pozlarda ve sosyal emeryalizm tezinin hızlı savunucusu. Bu savunu sovyet çizgisindeki gruplar ile çatışmaya evrilecektir zamanla. Maocu bozkurtlar, sosyal faşitler söylemi çatışmanın vardığı noktadır. Perinçek halkın yolu grubunun kurucu kadrolarını maocu ve üc dünyacı teori ile kafalar, Necmi Demir, İlkay Demir, Kamil Dede, Necati Sağer gibi kurucu insanları saflarına katarak bölünmenin kapısını aralar dersimliler. Bu ayrışmadan sonar bu grup içinde öne çıkar. Daralarak Dersim’i bir yapıya dönüşür adeta. İddilari büyüktür elbet, ama fiili durum budur. Yine Doğu Perinçek mahareti ile THKO içinden Osman Bahadır üç dünyacı olur. THKO bir çok parçaya bölünür. Türk devriminin yolu, TDK, Işık Grubu.
İkincisi, Apocuların sahne almasıdır. İşin bu kısmı herkesçe biliniyor. ‘76’da TKP/ML de bölünür. Partizan ve Halkın Birliği olarak. Bir çok yerde olduğu gibi Dersim’de de güç mücadelesi kıyasıya yürür. Alan kapma mücadelesi kısa sürede örgütler arası çatışmaya dönüşür. Apocular sahnededir. İlk cinayetler işlenmeye başlar. Hasan Kuş şaibeli bir şekilde öldürülür. Hıdır Çiçek cinayeti işlenir güpe gündüz. Ardınadan Adil Turan vurulur. Adil önceleri aydınlıkcı, sonra Kava’ya geçmiş sıkı bir üç dünyacıdır. Ve devam ile Halkın Kurtuluşu – Apocu çatışması onun üzerinde siyasi cinayet. Vuran da, vurulan da Dersimlidir. Halk benimsemez bu çatışmaları, ama dinliyen kim. ‘78’de Kava ve Halkın Yolu çatşıması ve bir kişi ölür. Dersim’de halktan bir kısım insan yeter artık deyip halk komitesi kurar, devrimci örgütlere çağrı yapar, şiddete son verin der. Ama etkisizleştirilir, çatışan gruplar adeta birleşerek komiteyi lince tabii tutar, işbirlikci hain vs. ilan edilir. Bu konuda Arkadaş Sineması’nda yapılan tolantı tam bir drama idi. O sahneleri hiç unutamıyorum.
‘78 yazında Mazgirt’e Dev Yol taraftarı bir öğretmen işkence edierek TİKKO’cu Levent Beğen tarafından öldürülür. M. Biter ve S. Cihan’ın sağduyulu çabaları ile örgütler arsı çatışma engellenir. Engelenmesine engellenir de Beğen’in bu cinayeti hangi saikler ile işledigi, kendi başına mı yaptığı inandırıcı olarak izah edilemez. Birileri tarfından korunur, yurt dışına çıkarılır, şansı yaver gitmez Yunanistan’a iade edilir. İlginç olan koruma şemsiyesi örgütün kendidir ve yine aynı dönemde PKK – Tekoşin çatışmaşı başlar Dersim’de.
12 Eylül darbesi giderek yoğunlaşma trendinde olan bu çatışmalrın sonlanmasını sağlar. Dersimliler Türkiye’nin kodeslerinde buluşur. Kimisi işkencede katledilir, kimisi sakat kalır, kimisi uzn süren esaret yılları yaşar. Nispeten rahat koşullarda halk savaşı diyenler soluğu yurt dışında alır. Dersim’de şiddet giderek daha çok halka yönelir.
1980’den günümüze Dersim
’80 sonrası Dersim’de askeri birlikler yığılır. Türkiye’nin önemli komando tugayları Bolu, Kayseri sırası ile Dersim’de köy ve dağları didik didik eder. Pusularda yüzlerce kişi kaledilir. Köylüler ağır işkencelerden gecirilir. Artık Dersim yaşanılır halden çıkmıştır. Halk iki ateş arasında kalmıştır, ezeli düşmani devletin baskılarına katlanır bir bicimde de kendi kurtarıcılarının şiddet ve baskısını anlamaz. Sonrası biliniyor PKK’nın uygulamaya koyduğu zorunlu askerlik vergisi, okul yakmalar, öğretmen öldürmeler ve başka güçlere yönelen yok etme pratiği. Parmaksız Zeki’nin alanda olması ve Suriyeli Kürtlerin hakimiyeti. Apo’nun o meşhur Dersimlileri aşağılama zırvaları, kişiliksizleştirerek teslim alma bunda başarılı olunuyor. Ve paralel olarak Dersimlilerin örgüt içinde katledilerek tasfiyesi. Ve devam ile 4oo’ün üzerinde köyün yakılması; göç, göç. Örgütlerin göçüne eklemlenen devletin zorunlu göç uygulaması. Ve artık siyasi örgütlerin cıplak zoru. Düşmanlarına benzeşmesi…
Bu kısa özetlerden sonar günümüzdeki resme bakalım.
Nufusu şiddet sarmalı içinde süreç içinde yüzde elinin üstüne varan bir azalma. Köyleri yakılmış –yıkılmış, virane olmuş askeri yasak alan edilmiş bir Dersim. Boşaltılan köyler. Üç beş çaresiz yaşlının kaldığı okulsuz, yolsuz, hizmet alamıyan köyler, köy denebilirse tabiiki. Muhtarlık statusü olmayan köyler. Kalekollar. Biteviye tahrip edilen doğa, orman yangınları, devletin her türden politikasını denediği bir labaratuvar ve kadavra olan Dersim. 12 Eylülde sunilestirme ve türkleştirme polıtikasının tutmamayışının sonucu devreye sokulan başka uygulamalar; fethocu yurtlar, aleviliğin içinin boşaltılması, baraj sularına boğarak kutsalların yokedilmesi, yeni bir tüketim kültürü, uyuşturucu bağımlılığını teşvik, rantcı eğlimleri güclendirme. Bir toplumu ayakta tuatan birleştirici tüm öğeleri tahrip etme, insansızlaştırma ve demografik yapının değişimine zemin hazırlama, yabancıların mülk alma zeminine hazırlık, bitirilen dil, degişen kültür farmasyonu, genleri ile oynanmış inanc kimligi… Saymak ile bitemaz planlı proğramli saldırılar…
Ve sonuç bitkisel hayattaki Dersim!
Bu satırları büyük acılar duyumsayarak yazdım. Niyetim yanlızca tüm Dersimlilerin bir kez daha düşünmelerine, kendilerine ve yaşanılanlara soru sormalrının kapısını aralamaktır. Bu vicdanlara yapılan bir cağrıdır aynı zamanda. Süre giden ‘38 Soykırımı’ndan daha kapsamlı, daha ince planlanmış bir nevi zamana yayılmış düşük yoğunluklu soykırımdır. Başarı ile sürdürülüyor. Zira Dersim insanı kendini var eden bütün temel özellliklerinden soyutlandırılmıştır. Bu soyutlama öyle kısa bir zaman dilimine sığdırılan bir şey degildi. Yazıyı ayrıntılara boğmamak için düşünmeyi sağlama adına kısa özetler ile yetindim.
Devletin Dersim ile işinin bitmediğini ‘38 Soykırımı sonrası yürüttügü politikalardan biliyoruz. Özelliklen 80 sonrası bir kadavra gibi üzerinde her türlü deneyi yaptığını da. Hangi birini sayalım? Köylere zorla yapılan camileri mi, toplatılan koçbaşlı mezar taşlarını mı, bombalanan ormanları, dagları, yerleşim yerlerini mi, sürgünleri mi, karneye bağlanan yiyecek alımını mı, yargızıs infazları mı, işkenceleri mi, faili mechül cinayetleri mi, toplatılıp kuran kurslarına yollanan akibetleri mechül çocukları mı, yasak mıntıkalrı mı, göçleri mi, hangi birini saymalı…
Bunca zülme karşı çıkmak adına dağların yolunu tutan yirmili yaşlardaki gencecik insanların kahpe pusularda durmaksızın katledilmesini mi?
Açık bir labaratuvar…
Dersim, çok kan kaybetti, direnme var olma direncini yitirdi. Başkalaştı, önemli ölcüde degerlerinden uzaklaştırıldı, inanç kimliğinin içi boşaltıldı, boşaltılıyor. Dilini yitiren bir lala dönüştü. Çok yönlü planlı bir kuşatmaya alınarak ölüme terkedildi. BU gidişatı farkeden Avrupadaki Dersimli aydınlar sürece müdahale ettiler. Ablukayı yenmek için Dersim festivalini gündemleştirdiler. Yüzünü kendi gerçekliğine dönerek kendileri ile yüzleşme süreci yaşadılar. Avrupa’da dernekleşerek örgütlenmeye çalıştılar. Ülkede dernek örgütlenmesinin önünü açtılar. Toplumun sözlü hafızasınıdaki tüm bilgileri kayıt altına alma yoluna gittiler. Dergiler çıkarttılar, dil ve gramer çalışması yaptılar. Bu çabalar bir çeyrek asırdır sürüyor. Arzu ettiğimiz noktada mıyız? Şüphesizki hayır. Nedenlerine bakmak lazım. Dersim tarihi seksen yıllık manipülatif yalanlar ile kirtetilmiş. BU kirletilmişlikten arınma son derece zor bir uğraşı gerektiriyordu. Bunların bir kısmı bugün aşılmış durumda. Yöntem olarak bardağın yanlızca boş ya da dolu yanına bakmamamız gerekiyor. Nesneyi olduğu gibi tarif etmek durumundayız. Bizi ileri noktalara ulaştıracak yöntem budur. Yukarıda kısmen özet olarak sıraladım çeyrek asırlık çabaların sonuçlarını. Bugün sayıları küçümsenmiyecek kendi dilinde okuyan, yaza bilen, eser üreten bir kesim var. Eksikliklerine rağmen sözlükler var, gramer var, alfabe var… Yazılı hale getirilmış meseller, Dersim türküleri, hikayeler, atasözleri, dualar vs., tarih çalışmaları, roman denemelri, şiir kitaplar gibi bir külliyat var. Belgeseller, kısa film çalışmaları, tiyatro. Her şeyden önemlisi oluşan kurumlar, dernekler, vakıflar vs..
Öteki kazanımlarımız katliam söyleminden vazgeçiş, soykırım tanımlamasında ortak konsesüs, lehçe söyleminin dilbilimsel veriler ile çökertilmesi, kendine özgü dil gerçekliğinin ve tarihsel arka perdesinin kültürel formasyonun bilince çıkarılması. Bu noktalarda ortak aklın oluşması son derece önemsenmesi gereken kazanımlardır. Dersim halk gerçekliğinde Aleviliğin temel tutkal olduğu da bilince çıkarılmıştır. Dersim’in 400 yıldır katliamlara uğramasının, ötekileştirilmesinin altındaki gerçekliğin bu kimlik olgusu olduğu daha çok bilince çıkarılmıştır. Bütün bu sonuçlara ortaklaşmaya kolay varılmamıştır. Bir dizi bilinç kirlenmeleri veriler ile açığa çıkarılarak zorlu uzun soluklu çabalr ile sağlanmıştır; bu kiymetli bir çabadır, asla küçümsenmemelidir. Her şeyden önemlisi katliamcıların bilinçli manüpülasyonu olan isyan söyleminin somut tarihsel veriler ve sözlü tarih aktarımları ile açığa çıkarılmış olmasıdır. Her ne kadar sol jargon adına birileri hala proağanda adına bunu kulanıyor olsa da esasta bu yalan deşifre edilmiştir. Bu söylemdeki israr sefil bir akıl tutulmasıdır.
Dersimliler her geçen gün daha bir yüzlerini kendi tarihine, değerlerine dönüyor, yaşadıkları ile yüzleşiyor. Ancak hala çok esksiklikler var. Soykırımı uluslararası arenda yeterince gündemleştiremediler. Bu konudaki girişimler Dersimlilerin müzdarip oldukları kişilik proplemlerinden dolayı hep akame uğradı. Daha profesyonel kurumlaşma sağlanabilmiş değil. Dersim tolumu olması gerekenden fazla politikleşmiş bir toplum, bu kulağa hoş gelse de beraberinde getirdiği bir dizi hastalık ve alışkanlıklar var. Bunlar alt başlıklar altında ele alınması gereken şeyler. Dersimliler bu konuda yüzleşmeyi başaramazlarsa bitkiesel yaşama düşmüş hastayı kurtarma şansına sahip olamazlar. Bu ağır bir vebaldir. Yeni kuşaklara aktarılamayan bir dil yok olmaktan kurtarılamaz. Bugüne kadar bu alanda yapılan çalışmalar hastanın ömrünü uzatmıştır, ama onu tamamen hayta döndürmeye yetmiyebilir. Toprak yani yurt ile bağı koparılmış bir dil gercekliği hayata tutunmaya yetmez. İnsansızlaştırma, barajlara boğarak göçertme, şiddet sarmalının devamını sağlayarak coğrafyanın tümü ile bitirilmesi eğemenlerin siyasetinin ana eksenidir. Burada her kesin bildiği bir bilgiyi hatırlatmak yeterli olsa gerek. “cözüm“ sürecinde Kürt Ulusal Hareketi güçlerini dışarı çektiğinde devlet ne istemisti? Tek başına bu örnek her şeyi anlatmıyor mu? Dünyanın en ceberrut çıplak terör siddetini savunan devletleri bile neden meşruluk zeminine ihtiyaç duyarlar? Halkları yalanlar ile mqanüpüle ederler. Dersim’de silahlı şiddeti bir yol olarak gören Dersimliler her şey bir yana bu gerçekliğe nasıl gözlerini kaparlar. Niyetlerden bağımsız olarak bunları bilince çıkarmayan her kes suça ortak olamaktan kurtulamaz, bu vebalin altında kalır.
Dersim aydınlanmasının emeklemeden ayakları üzerine dikilerek yürümeye geçmesi kaçınılamaz, ertelenemez bir zarurettir.
Bu zaruretin oluşmasında handikap Dersim’in şiddet sarmalından çıkmasının yolunun bulunamamsıdır. Şiddet sarmalı sonlanmadan Dersim’de yaşamın yeniden inşaası son derece zor, hatta imkansızdır. Şiddetin aslı faili devleti teşhir etmek ona karşı durmak bunu sağlamada Dersimlilerin seferber olamsı zor değil. Ancak şiddet sarmalının öteki müesiplerini eleştirmek bile çoğu kez mümkün olmuyor. Feveran kokuyor, ötekileştirme, itham ve bazen tehditler başını alıp gidiyor. Dersim’de sayıları bini bulan iç infazlar, ve halka yönelik şiddet gerçekliği yok sayılamaz. Toplumun dokusu altüst edilmistir. Burda sorgulanan niyetler değil objektif sonuçlardır ve buna kaynaklık eden siyaset tarzıdır.
Toplum ideolojik tahaküm ve zorla yönetilemez, yönetilse bile daha büyük sorunlara ve yıkıma sebebiyet verir. Bir tane Dersim var ve hepimize lazım. Onu yitirmek üzeresiniz bu gercekliğe ne zamana kadar gözlerinizi kapayacaksınız. Dersim’e güzelleme yapmak ile onu kurtaramazsınız. Hiç bir Dersimlinin, hiç bir aydının bu çığlığa kulağını tıkaması kabul edilemez.
Parçalanmış Dersim gerçekliğinden, DERSİM KONGRESİNE!
Parçalanmış Dersim, pek çok şeyi analatıyor. Bitirilmiş köyler, şehir ve kasabalara haps edilmış 6o bin civarindaki bir nufusu, yok edilmış tarım, hayvancılık, üretemeyen tüketime mahküm edilmiş, gelecek perspektifi olmayan bir ruh hali. Bölünmüş kişilik travmaları… Depresiv, kıskaca alınmış ateş çemberindeki akrep gibi kendini zehirlemeye yatkın psikolojik sendrom… Dünyanın her tarafında oluşmuş diaspora. İdeolojik bölünme, yönlendirilen düşün biçimi vb. değerlerinden kopuş, kendine karşı mazoşist, el kapısında kul kişiliği… Proplem olan Dersimli insanların farklı düşüncelere sahip olması değildir. Düşün tarzlarının kendi halk gerçekliğinden kopuk, kendi toplumsal değerleri ile örtüşmüyor olmasıdır. Siyasal tercihlerinden bağımsız olarak her Dersimli yok olan bir dili ve onun dolayımladığı kültürel formasyonu, başkalaştırılan inanç kimliğini ve en önemlisi insansızlastırılarak yokedilmek istenen yurt mefumunu görmezden gelme lüksüne sahi p olmamalıdır.
Dersim kongresi, bu nesnel gerçekliğin bilince çıkarılmasının bir tazahurudur. Duruma müdahale etme ihtiyacından kaynaklı bir çabadır. En başından bütün Dersimli bireylerin katılımını kendine dert ve amaç edinmiştir. En geniş temsiliyete sürekli ve ısrarla vurgu yapmıştır. Kongre, parcalanmış Dersim toplumsal hafızasını yeniden kurmayı amaçlıyor aynı zamanda. Yakın ve uzun vadeli sorunlarını güçlü bir zeminde gündemleştirerek iç ve uluslararası kamuoyu oluşturmayı amaçlıyor. Tüm birikimleri ihtisas kurumları kanalı ile ses getirici güce dönüstürmeyi amaçlar.
Kongreye çağrı metni, kapsayıcı ve esnektir. Bu metin bir nevi Dersim Kongresi’nin mutabakat sözleşşme taslağıdır. Son şekli açıktırki kongre verecektir.
Kongre, bana göre doğrudan seçim esasına göre toplanmalıdır. Kongre çağrı taslağını esasta benimsiyen her Dersimli kongreye katılma, seçme ve seçilme hakkına sahip olmalıdır. Ayda on euro gibi bir sembolik aidat yükümlülüğü eklenmelidir.
Seçilmış belediye başkanları, vekiller doğal delege olarak katılmalıdır. Türkiye’den sivil toplum örgütleri -dernekler, vakıflar vb.- delege gönderme hakkına sahip olmalılar. Avrupa’da her birey doğrudan katılmalıdır, hiç bir dernek, vakıf delege hakkına sahip olmamalıdır. Çünkü doğrudan katılım delegeliği gereksiz kılar. Amerika, Kanada, Avusturalya gibi uzak alanlardan varsa kurumlar istisna olarak delegelik sistemini kullanabilir.
Sayisal olarak 80 ile 100 kişilik bir yönetim hedeflenebilir. Kongre tanıtım konferansları zaman kaybedilmeden organize edilmelidir. Kongreyi itibarsızlaştırma çabaları boşa düşürülmelidir.
Belirlenen zamanda kongre yapılmalıdır. Sürgit erteleme doğru degildir. Ancak kongre örgütleme komitesi de işini ciddiyete almalıdır, planlı bir çalışma yapmalı, ulaşılması gerekli herkese ulaşmanın yolunu bulmalıdır. Fikre karşı çıkma argümanları yok, fakat pek çok kesim görmezden gelme tavrı ile etkisizlestirme siyaseti güdüyor çünkü.
Yazıyı sonlarken kimi serzenislerimi ifade etmek durumundayım. Vitrinde olma tavrı terkedilmelidir. Kongreyi örgütleyecek komite ağır sorumluluk altındadır, görevini layıkı ile yapmalıdır, yapamayanlar yerini başka arkadaşlara bırakmalı.
Sivil Toplum Kuruluşları,
Sivil Toplum Örgütü,
Sivil Toplum Kültürü,
bunlar kulağa hoş gelen şeyler. Sivl Toplum Kuruluşları’nın Sivil Toplum Örgütleri’nin varlığını, gelişmesini kim istemez. Sivil Toplum Kültürünün bu kurum ve kuruluşlar tarafından topluma aşılanmasını kim benimsemez. Fakat ortada analizlere, kendi resmine bakmaya, sorgulamaya ihtiyaç olduğu gerçeği kendini adeta dayatmaktadır.
Bu konularda sosyoloji vb. dallarda uzmanlarca çeşitli araştırmalar yapılmış, ilginç- çarpıcı istatistikler çıkarılmıştır.
Sivil Topografya, Sivil Toplum Kuruluşu(STK) Profili, STK Yöneticisi Profili anketleri vb. konularda yapılan ayrıntılı araştırmalar, istatistikler çok önemli sonuçlar ortaya çıkarıyor. „Sivil Topografisi“ olarak adlandırılan bu temel analizlerle bu kuruluşların eylemleri, erkinlikleri, beyanları, kurucu ve taşıyıcılarının profilleri ve zihniyetleri itibariyle ne kedar Sivil Toplum eksenli olduklarını ya da olmadıklarını açığa çıkarmak için geliştirilmiş bir nevi somut alan çalışmalarıyla ilginç veriler ortaya çıkarılmıştır. 2481 Gönüllü Kuruluşun Yöneticileriyle „STK Profili“ anketleri yapılmış. 4903 Yönetim Kurulu Üyesi ile „Gönüllü Kuruluş Yöneticisi Profili“ ile çarpıcı sonuçlara varılmış…
Bu anket analiz sonuçlarına göre, hem bu kuruluşların Sivil Topografyası hem de Yönetici Profili resmedilmiştir. STK’nın Sivil Topografyalarına göre ne tür Demografik özelliklere sahip yöneticiler tarafından idare edildiği analiz edilmiştir (2178 dernek, 289 vakıf). Bu analizler sonunda, toplumun sadece 7,8’inin Sivil Toplum Kuruluşları ile ilintili olduğu sonucuna varılmıştır. Bir de bu kuruluşların ne derece Sivil Toplum Kuruluşları olup olmadığı da tartışılır durumdaysa, toplumdaki Sivil Kitle Kültürü fıkaralığını artık herkes kendi hesaplasın, bu fıkaralıktan kurtuluş çareleri üzerine kafa yorsun derim…
Sivil Toplum Kuruluşları, bir toplumun Demokrasi Kültürünün mihenk taşını oluştururlar. Sivil Toplum Kuruluşu – Sivil Toplum Kültürü demokrasi kültürüyle bağdaştırılarak düşünüldüğünde işin özü ve önemi daha rahat kavranmış olunacaktır.
STK’lar toplumun belirli kesimlerinin ortak çıkar ve amaçları doğrultusunda örgütlenmiş tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır. Toplumun demokratikleşmesinde bu kuruluşların önemi büyüktür. Dolayısıyla işin başında bu konuda ciddi analizlere ihtiyaç vardır. Kendini STK olarak adlandıranlar açısından olsun, daha henüz yeni bir oluşum açısından olsun bu çok önemlidir. STK oluşumunun demografik özelliklerine, yani cinsiyet, gelir grubu, eğitim seviyesi ve zihniyetine bakmak lazım. Amaç ve hedeflerini, pratik eylem, etkinlik ve söylemleriyle ne kadar Sivil Toplum eksenli olduklarını incelemek lazım. Hangi kişi, kurum ve kuruluşlarla, ne eksenli ve hangi ölçülerde birlikte hareket edeceğimiz, birlikte çalışabilaceğimiz açısından bu çok önemlidir. Bu Henüz işin başında olan Dersim Meclisi’nin kendi iç oluşumu açısından da böyledir. Sivil Topografyası, Yönetici Profili ve Demografik özelliklerine (kuruluşlar ya da bireyler farketmez) bakılmaksızın geliştirilecek her çalışma başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Yıkıcı sonuçları, yaşanmış örnekleriyle dikkatlerden kaçırmamak lazım…
STK’lar, otoriter devlet canavarının ezici hukukuna karşı demokrasi, barış, insan hakları, eşitlik, adalet vb. değerler ışığında ortaya çıkan sivil reaksiyonlardır. Ülkemizde kendi iç dinamiğiyle ekonomik ve sosyal gelişiminde hep sancılar yaşanmış olmasının doğal sonucu olarak da Sivil Toplum Kültürü yeterince gelişmemiş, bu kültür toplumun genlerine, hücrelerine yerleşmemiş, maalesef hep problemli olmuştur. Unutulmamalıdır ki, Sivil Toplum Kültürü eğitim sistemine, toplumsal kalkınmışlığa ve sosyal ilerlemişliğe paralel olarak gelişir. Dolayısıyla, işin merkezine oturtulan devletin meşruluğu ve sosyal yaşamda itahat kültürünün hakimiyeti üzerine kurulu bir canavar sistemle karşı karşıyayız. Yasama, yargı ve yürütme organlarıyla işleyen bir canavar. Ve bu canavar kültür, toplumun hücrelerine işlemiş. Toplumun hiç bir ferdi, kurum ve kuruluşları bu canavar kültürün tesirinden muaf değildir. STK diye anılan kuruluşların, platformların, derneklerin kendine bir bakması, sorgulaması lazım. Gerçek anlamda ilerletici bir bakış önyargılarımızdan uzak bir sorgulama ve gözlem, içimizde küçük küçük minyatür devlet canavarlarını görünür kılacaktır. Hepimiz yaşamışısızdır, halen yaşıyoruzdur. STK katagorisinde gördüğümüz kurum ve kuruluşların işleyişine, oluşum dokusuna bakalım. Örgüt bölününce dernekler olarak bölünüyor muyuz? Yöneticilerimiz yukardan bir güçle otomatikman, doğal bir şeymiş gibi belirleniyor mu? Bu kanıksanmış yerleşmiş bir gelenek mi? Bu soruları çoğaltmak mümkün. Cevapları evet ise, ortada büyük bir sorun var demektir. Ve bu sorun 40-50 yıllık örgütlere de, onların gölgesinden kurtulamayan kurumlara da hiç bir şey kazandırmadı. Acı bedeller de cabası. Büyüyemedik, kitleseleşemedik, Sivil Toplumsal Kültürden mahrumiyet devam ediyor.
Dersim kültürünü yaşatma adına kendi öz dilinden Tiyatro oyunlarına zaman ayırmada problem yaşayan „Dersim Derneklerimiz“ var. Kendi gölgesinin, ya da üstüne çöreklenmiş bir başka gölgenin dışına çıkamayan ilerleme sağlayamaz. Sivil Toplum Kültürü karekteri de kazanamaz, dolayısıyla toplumun demokratikleşmesi önündeki sorunlara çözüm getiremez, hatta dönem dönem tersi işlev görür. Munzur Doğa Festivali’nin akıbeti ve Gezi Direnişi’nin akıbeti ciddi bir biçimde analiz edildiğinde, genel olarak toplumda ve o toplumdaki Sivil Toplum Kurululuşu denen kuruluşlar açısından Sivil Toplum Kültüründen yoksunluğun yarattığı acı sonuçlara gerçek cevaplar bulunacaktır. Öyle ise; dayatıcı, katmanları eğitime, bilgiye, yönetilmeye ihtiyacı olan NESNE olarak gören sınıf karekterli ideoloji yerine; ideal olanı şudur: insanı özgürleştiren, onları birer NESNE değil ÖZNE olarak özgürleşme sürecine aktif -ortak- birlikte katılımını sağlamak. Özgürlük, sınıf karekterli bir ideoloji tarafından bağışlanmayacak, bizat toplumsal katılımla kazanılacaktır.
Bu inançla ben, Dersm’in yok olan diline-kültürüne ve doğasına sahip çıkma amaçlı Dersim Meclisi’ni proğram, ilke ve içinde bulunduğum oluşum özellikleri, çalışma prensipleri bakımından Demokratik Sivil bir Kuruluş olarak görüyorum. Dersim Meclisi’ni, devleti kıyım ve günahlarıyla yüzleşmeye zorlarken, kini- nefreti, intikamı değil, toplumsal yüzleşmeyle, toplumsal travmadan toplumsal barışa evrilmeyi amaçlamasıyla Toplumsal Sivil Siyaset refleksi ve Kuruluşu olarak görüyorum…
Dersim Meclisi, dilini, doğasını, bir bütün kapsayıcı olarak özgün kültürünü yaşama kazandırmak, onu korumak-geliştirmek ve güvence altına almayı amaçlamaktadır. Uluslararsı hukuka bağlı, İnsan Hak ve Özgürlükleri çerçevesinde, dönemin ruhuna uygun, toplumsal birliğe-barışa katkı sunacak özgün-özerk haklarının garantisini amaçlar.
Dersim Meclisi bu amaç ve ilkeleri çerçevesinde insanı özgürleştiren, onları birer özne olarak görüp, özgürleşme sürecine aktif olarak katılımını sağlayan bir çalışma tarzını benimser.
Krishan Kumar’ın sözleriyle bağlıyalım.
<< „Sivil Toplum“ kulağa hoş geliyor; duyulduğunda insanda iyi bir hissiyat uyandırıyor; eski bir şarap gibi, derin ve karmaşık. Ona kim karşı durabilir ki? Kim onun başarıya ulaşmasını istemez? Yıllanmış güzel şaraplar sizi uyarabilir ama aynı zamanda serhoş da edebilir. Ayrım yapma ve açık bir amaca doğru yönelme yeteneğinizi elinizden alabilir.>>
Bu günlerin ruhuna uygun bir sözle de sonlayalım. Usta bir bahçıvan ağacı budarsa, ağaç dallanır-budaklanır, yeni çiçekler açar, verimi artar. Acemi bahçıvan ise, yanlış dal ve budakları yanlış yerlerden keser, ağacı kurutur.
Derin görünmek için suyu bulandıranlardan ve acemi bahçıvanlardan uzak durmalıyız.
11.03. 2018