Haydar Çavuş dostumuzun Dersim Meclisi konulu yazısıyla, Ortak Akıl tartışmasının tekrar gündeme gelmesi isabetli olmuştur.
Yazının genel anlamda olumluluğu bir yana, ilginç olanı, A.Haydar dostumuzun, var olan Dersim Meclisi çalışmalarına hiç değinmemesi, yokmuş gibi davranması. Acaba neden? Bir çok açıdan sonuçlar çıkarmak mümkün. Bu ayrı bir konu. Biz gelelim iki yıllık Dersim Meclisi çalışmaları sürecinde çok kullanılan ve fakat üzerinde yoğunlaşılmayan, yeterince irdelenip özü doldurulmayan „Ortak Akıl“ söylemimize.
Bir çok dostumuz bu haliyle, her söze başlamada „tüm farklı ideolojik, politik fikirlerle, Dersim Sevdasıyla yanyana durup ortak bir akıl oluşturma“ya vurgu yapmayı özellikle tercih etti ve ediyor…
Peki nedir bu Ortak Akıldan anladığımız?
Birincisi; „farklı ideolojik, politik fikirlerle yanyana“ duruşun adı Ortak Akıl olmaz.
Olsa olsa, günümüzde örnekleri çok yaşanan ortak cephe, blok, pratik harekette birlik, platform vb. politik aksiyonlar olur. Yani yanyana olma ayrı, kaynaşmak ise tamamen ayrı bir şey. Bizim önemsediğimiz ve özümsediğimiz, ortak aklın ilk hali- çekirdek halidir ki burda kaynaşma hali mevcuttur. Bu çok önemlidir…
İkincisi; Dersim’in Kırmanciya Belekê, zerrêweşiye otantik (özgün) kültürünün, farklı dil ve itikatlarla hoşgörü ve bağdaştırıcı sosyal yaşam zemininin günümüzdeki yüksek boyutta zehirlenmiş halini hesaba katmadan; hatta bu zehirlenmede bilerek ya da bilmeyerek, kah direkt, kah dolaylı olarak payı olan ideolojilerle „birlikte yanyana“ „ortak akıl“ oluşturma düşüncesi aklın ortaklığını anlamamaktır.
Canlı örneklerini yaşadık, yaşıyoruz. Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu ile „ortak- yanyana“ çalışma denemesinin sonucunu hepimiz biliyoruz. Girmeleriyle bir kaç derneği peşine takıp çıkmaları ve altarnatif federasyon örgütlemeleri çok kısa bir zaman sürecinde oldu bitti…
„Arêyê Kay“ Tiyatro Grubu mensubu Yılmazcan Şare yazmıştı. Biliyorsunuzdur. İzmir ve Bursa Dersim Dernekleri, bahane üreterek, erteleyerek, oyalayarak Kırmanc/Zaza dilinde yiyatro oyunlarının Dersim halkına ulaşmasına engel olunmaktadır“ diye feryat ediyor… Ercan Gür dostum, „Eskişehir Dersim Derneğini de bunlara ekleyebilirsiniz“ demişti… Hepimiz diğer büyük şehirlerdeki Dersim Tabelası altındaki derneklerin halinin aynı olduğunu biliyoruz. Yılmazcan Şare dostumuzun dediği gibi, piknik ve alkollü geceler, anadilde tiyatroya tercih ediliyor maalesef… Örnekler çoğaltılabilir.
Birisi kalkıp izah etsin lütfen. Dağlardan- şehirlerden- namlunun ucundan hedeflenmiş, kendince bir devrim ideolojisi aklıyla nasıl bir „ortak akıl“ oluşturacağız? Dersimde uygulanan şiddet, tehdit, cinayetlerle yaratılmak istenen korku imparatorluğu amaçlayanlarla, „Dersim Kürdistandır, Kürdistan Dersimdir“, „Munzur Dicleye Akacaktır“ vb. siyasi dayatma ve asimile karekterli ters akıl örnekleriyle nasıl bir ortak akıl oluşturacağız?
Acı sonuçlarıyla, cevabı belli olan bu soruları çoğaltmak mümkün. Dersim Meclisi çalımalarına katılan tüm canlarımızın bu sorulara ortak bir cevabı olduğuna ben eminim. Sorun, bu gerçeklerin açıkca konuşuluyor olmamasında.
Zehirlenmiş kültür, şiddet sarmalına esir düşmüş bir sosyal yaşam ve çarpıtılmış bir tarihle karşı karşıyayız. Bu üç temel olguyla yok edilen Zerrêweşiyê, Kırmanciya Belekê ve haştiye aklında bir ortaklık hareket noktamız olmalı. Bu çekirdek ortak akıldan ne anlaşılması gerektiği, zaten çalışma prensiplerimiz, ilke ve amaçlarımız belgelerijnde mevcuttur. Hedef, bu çekirdek otak aklı Dersim Toplumu’na mal etmek olmalıdır. Bunun nasıl mümkün olduğunu hepimiz geçmiş tecrübelerimizle biliyor olmalıyız. Örgütlenmek… Pratik projeler, dernekler, sosyal aktiviteler vb. kurumsal çalışmalarımızla örgütsel ağımızı oluşturmalıyız. Hedeflediğimiz Dersim Kongresi’nin yolu da burdan geçmiyor mu? Dersim Toplumu’nu kapsayıcı ortak akıl bu sürece paralel olarak gelişecektir.
Bu amaçlı pratik çalışma ağımızla bağımsız, temiz, bağdaştırıcı, çağdaş ve barışçı Dersim siyaseti kendini alanda gösterince, bazı örgütlerin gölgesi altındaki Dersim derneklerinin kayıtlı üye kitlesinin tavrı değişecektir. Yönetici kademesi ya da örgütsel üst akıl tarafından şartlandırılmış bize şaşı bakan, küçümseyen ve hatta karalayan kör siyaseti ancak böyle tersine çevirip olumlayabiliriz.
Sonuç olarak; Hüseyin Tekin dostumuzun bu konudak değerli düşüncelerine katılıyorum. Fakat bence sorun, ortak akıl tanımının erken dillendirilmesinde değil. Sorun, bu tanımın özünün yanlış algılanmasında ve içinin yanlış doldurulmasında. Avrupa ayağının oluşturulduğu Dersim Meclisi çalışmalarımızın ilkeleri, amaçları ve prensipleri kendi içinde bir ortrak akıl çekirdeği taşımaktadır. Bu, zehirlenmiş Kırmanciya Belekê, haştiyê ve zerreweşiyê kültürünü temiz, otantik (özgün) haliyle yeniden kazanma aklıdır. Şiddet sarmalında yok edilen sosyal yaşamı yeniden inşa, doğasını, dilini ve itikatını koruma, kurtarma aklıdır. Henüz çekirdek halinde bulunan bu ortak akıl, bu zeminde Dersim Toplumu’na mal olmuş bir karekteri süreç içerisinde kazanacaktır. Yani demem o ki arkadaşlar, çekirdek haliyle de bunun adı ortak akıldır.
Dersim Meclis Girişimi de, Dersim Meclisi- Avrupa da bu ortak akılla oluştu. Bu oluşumu büyütmek Dersim Toplumu’na mal etmek konusunda ortak inanca ve kudrete sahipsek problem yok…
14 Nisan 2017
Dersim Meclisi üzerine uzun bir zamandır bir makale yazmak istiyordum, ancak şimdi olanaklı oldu. Bu konuda yazan arkadaşlar önemli noktalara vurgular yaptılar. Ancak anlaşılan yazılanlar ya yeterince kamuoyu tarafından takip edilmemiş ya da dikkatli olarak incelenememiş. Dersimliler neden Meclis kuruyor sorusu hala soruluyor. Bazı konulara kendimce açıklık getirmeye çalışacağım.
Dersim Meclisini yaklaşık otuz yıldır devam eden, Dersimin etno-kültürel kimliği, tarihsel duruşu, kültürel farklılığı, özgün ve özerk yapısı üzerine yapılan tartışmaların evrimsel dönüşüm aşamasının bir sonucu veya sentezi olarak kabul etmek gerekir.
Dersim Meclisi büyük Dersim coğrafyasını kendine esas alan, Dersim’e ait kültürel renkliliği ve siyasi çeşitliliği demokrasinin bir realitesi olarak kabul eder. Dersim Meclisi bütün bu farklılıkları barış içinde yaşamasını öngören, Dersimin tarihsel kimliğini yaşatmak ve kendi kendini yönetmek projesidir. Herkesin hem fikir olduğu “Özerk Dersim” in siyasal ve yönetsel olarak reorganize etmek, siyasetini oluşturmak ve bunun altyapısını hazırlamaktır. Bu adım ile Dersim kendi kimliği, tarihsel duruşu ve özgür bayrağıyla tarihin sahnesine çıkıyor.
Her toplumun yaşadığı belli tarihsel momentler vardır. Bu tarihsel momente örgütlü ve politik hedefleri konusunda netlemiş ve buna uygun örgütler kurmuş toplumlar özgürlüklerini çoğunlukla kazanmışlardır. Bu proje, Dersimin geleceğini tayin eden bir özgürleşme hareketidir. Dersimlilerin var olan kurumları önemli kısmı yarı politik kurumlardır. Bu kurumlar da toplumun bütün eğilimlerin yansıtan ortak oluşumlar değildir. Yani Dersim’in direkt siyasi temsilcileri değildirler, aksine Dersim’in ihtiyacı olan kurumlar oluşturmak güncel ve acil politik bir görevdir. Dersim Meclisi, bu nesnel ihtiyacın bir ürünüdür.
Reel-politik durum ve bölgesel savaş Dersim için bir tehdit oluşturmaktadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu buhran bir içsavaşa evrilme riski taşımaktadır. Bu durum karşısında Dersimlilerin diplomatik platformlarda kendilerini ifade edeceği ve caydırıcı girişimlerde bulunacağı siyasi bir oluşuma ihtiyaçları vardır.
Dersim toplumu, içinde bulunduğumuz bu jeo-politik denklemde, bölgesel alt-üst oluşta kendi geleceğini belirleme konusunda tarihsel bir dönüm noktasında olduğunu söylemeliyiz. Bu çatışmalar Dersim toplumunun bütün kaderini değiştirebilir veya ciddi bir felakete de götürebilir. Bölgesel bu çatışmanın ve içsavaş tehdidini ilk hedefleyeceği etno-toplulukladan birinin Dersim olacağını söylemek için çok derin analiz ve öngörülere gerek yoktur. Dersimliler bu yakın tehditti görerek ortak bir refleks ve eylem birliği geliştirmeleri gerekiyor. Bu duruma uygun siyasi oluşumlar ve önleyici siyasetler oluşturmak zorundayız. Dersim’in özgün ve özerk kimliğine denk düşecek siyasi bir oluşum yaratmak tarihsel bir zorunluluk olarak aydınların, siyasi hareketlerin, demokratik kurumların ertelemeyeceği acil bir görevdir.
Dersim bir çok acıdan sorunlu bir alan, üst üste koyduğumuzda dört haritaya denk gelen bir siyasi hegemonya iddiası orta yerinde durmaktadır. (Ermenistan, Kürdistan, Zazaistan, Türkiye) Bu hegemonya iddialar farklı siyasi angajmanları yaratarak, özgün bir Dersim siyasetinin yaratılmasına, rasyonel politik kimlik gelişimini ve ortak bir siyasi oluşumun şekillenmesini ciddi şekilde engellemektedir. Bu nedenle, Dersim toplumunun ortak siyasi-rasyonal akil gelişimi bir çok açıdan ciddi handikaplar barındırmaktadır. Bu ancak çoğulcu demokrasi anlayışıyla aşılabilir.
Bir handikap ise, 40 yıldır savaş koşullarında yasayan bir toplum olarak ve ’38’de yaşanan travmatik durum da buna eklenince, toplum olarak sağlıklı düşünme ve analitik sonuçlara varmamız konusunda bir hayli zor bir süreçle karşı karşıya olduğumuzu bilmeliyiz. Bu travmatik durum sadece akil parçalanması yaratmamış, realiteden kopuş ve nesnel olma duygusunu da kaybetmemize neden olmuştur. Siyasi bölünmüşlük, ortak bir siyasi hedef konusunda anlaşmamızı, ortak yönelim ve hedefler için bir araya gelmemizi güçleştiren önemli faktörlerdir. Dersimliler bu zorlu süreci yıpranmış ve dejenere olmuş normlar yerine, yeni normlar inşa ederek, kültürel değişimi sağlayarak, demokratik kültür ve fikir farklılıklarına karşı toleranslı olmayı güçlendirerek aşabilirler.
En basta belirtmek gerekir ki, Dersim Meclisi, Dersim’in geleceğini çok ilgilendiren önemli politik bir projedir. Dersimliler tarihlerinde kendi politik talepleri için ilk kez bir araya geliyor ve kendilerini uluslararası politik düzlemde temsil edecek kurum ve meşru bir temsiliyet yaratmış olacaklardır. Dersimlilerin asgari düzeyde ortak iradesini yansıtacak bir “Temsilciler Meclisi” oluşturmak istiyorlar.
Dersim Meclisi, Avrupa’da, Dersim’de ve Türkiye metropollerindeki meclis çalışmaları bir olgunluğa kavuştuktan sonra, genel bir “Dersim Kongresi”ni toplamayı nihai hedef olarak önüne koymuştur. Dersim Kongresi katılımcı ve demokratik çoğulculuk temeline dayanan bir nitelik ile birlikte “Dersim Toplumsal Sözleşmesi”ni de deklere etmeyi öngörmektedir. Bu sözleşme, herkesi kapsayan ideolojik önyargılardan arınmış, nesnel durumun analizine dayanan, ampirik ve tarihsel olguları esas alan natürel bir karakteri olacaktır.
Dersim büyük bir aydın potansiyeli olan dinamik bir toplumdur. Dünyanın evrensel ve demokratik değerleri ile barışık yaşayan, yaşadığı toplumun sempatisini kendi kültürel değerleri ile birleştiren modern bir toplumdur. Bu objektif durum, Dersimin uluslararası politik arenada tanınması için önemli bir avantajdır. Bu avantaj profesyonel politik yöntemlerle Dersim’in etno-kültürel kimliğinin tanınması için önemli bir şanstır. Dersim Meclisi, diplomasi ve siyasi çalışmalar yapacak, Dersim’in karsı karşıya olduğu bu tehlikeyi ve olası saldırılar karsısında dünya siyaset arenasında destek ve kamuoyu oluşturmak için girişimlerde bulunacak. Dersim’in büyük bir aydın diasporası ve büyük bir potansiyeli var. Bu potansiyel ve entelektüel aklın kolektif şekilde harekete geçmesi Dersim’in geleceğine, şekillenmesine büyük katkı sağlayacak.
Sonuç olarak, Dersimlilerin kendi özgürlüklerini kazanması ve kendi kaderlerini belirlemesinde, özgür iradeleriyle hareket etmelerinin objektif koşulları oluşmuştur. Bunu adı “Dersim Rönesans’ı”dır.
Dersim kendi kimligi, tarihsel duruşu ve özgür bayrağıla tarihin sahnesine çıkıyor.
06.04.2017
Mısletê Dêsımi yönetiminin görevlendirdiği üç kişilik bir heyet olarak Mart ayında İstanbul, Ankara’dan Dersim’e kadar gitmiştik. Türkiye’de karşılaştığımız Dersimliler bize Mısletê Dêsımi hakkında bir çok soru sordular. Genellikle olumlu fikirlerini sundular. Elbet olumsuzlar da vardı. Bu kadar fazla sorulardan anlaşılıyor ki, “Mısletê Dêsımi teşkilatlanması” halkımız arasında ilgi, merak veya heyecan yaratmış. Merak, heyecan veya ilgiyle bize en çok sorulan sorular şunlardı:
Niçin Mısletê Dêsımi? Var olan Dersimli gruplardan farkınız ne? Buna gerek var mıydı? Amacınız ne? Nasıl ve nerden başaracaksınız? Dersim’de neler yapacaksınız? İlkeleriniz neler?
NİÇİN MISLETÊ DÊSIMİ?
Bilindiği gibi Dersim Eyaleti; Osmanlı döneminden 1938’lere kadar bir nevi aşiretler federasyonu gibi kendi kendini yönetti. Osmanlı beş asır içinde “11’i büyük olmak üzere yaptığı 108 askeri sefere (saldırıya) rağmen direnen Dersim-Merkezi işgal edemedi.” (Kaynak: 11.08.1937 tarihli TAN gazetesi) 1937-38’de ise terteleye, acımasız bir soykırıma uğradı halkımız. Ağa (ağler)-pir birliğinde süregelen önderlik veya ortak akıl acı bir yenilgiyle yok oldu veya edildi.
Niçin Mısletê Dêsımi diye soranlara cevabım şudur: Bizler, soykırımına uğrayan bir halkın torunları olarak atalarımızın var olma yolunda mücadele ettikleri beş asırlık şanlı ve onurlu direniş tarihimizin doğru ve hatalı yönlerini tümüyle sahiplenmek için Mısletê Dêsımi diyoruz. Ve Dersim’in yok edilen ortak aklını, ortak şuurunu, temsiliyetini yeniden oluşturmak istiyoruz. Bunun için Mısletê Dêsımi bir ihtiyaçtır. Bizi diğer gruplardan ayıran farkımız ise tüm gücümüzü yok edilmek üzere olan Dersim coğrafyasını korumak ve kurtarmaya çalışmaktır. Yani bizim birincil görevimiz Dersim Davası’dır. Bizim mayamız, genlerimiz Dersim’de oluştuğu halde, Dersim’den beslendiğimiz halde başkalarına hizmet ediyorduk. Eskiden gücümüzü başka alanlara harcayan bizler bu gün Dersim’in hizmetçisi olmak istiyor ve sadece bu konuda yoğunlaşıyoruz. Planlanan barajlar ve HESlerle sular altına gömülmek istenen Dersim’in doğasına ve çevresine sahip çıkmak için; bu konuda birlikte hareket etmek için Mısletê Dêsımi veya Dünya Dersimliler Birliği gibi bir teşkilata acil ihtiyaç vardır diyoruz.
Evliyaları, ocakları, kutsal dağları, nehirleri, pınarları ve Hızır’ın keçileriyle birlikte Kızılbaşlığın ser çeşmesi olan güzel anavatanımızı ve Hızır dilinin yok edilmesinden zevk alan bir zihniyetin Dersim’e yapacağı kötülükleri engellemek için Mısletê Dêsımi diyoruz.
Bilesiniz ki, eğer anavatan yok edilirse Türkiye diasporasındaki Dersimliler, Avrupa ve dünya diasporasındaki Dersimliler de vatansız göçmenler durumuna düşerler. Bu duruma üzülür ve yabancı ellerde çok acı çekerler. Gerekli önlemleri almak ve vatansız göçmenler durumuna düşmemek için Mısletê Dêsımi diyoruz. Bizler anavatandaki köklerimize sarılıyoruz. Çünkü atalarımız, “Her vas koka xo sero roeno / Her ot kendi kökü üzerinde yükselir”, demişler.
Bilindiği gibi vatanını kaybeden Yahudiler yabancı diyarlarda asırlarca vatansız göçmenler olarak çok ağır acılar çektiler. Sonraları batıda kurdukları “Union der Juden” yani “Dünya Yahudiler Birliği” ismi altında birleşerek yüzyıllık çetin ve fedakar bir mücadele sonunda tekrar eski vatanlarına ulaştılar. Biz Dersimliler vatansız durumuna düşmemek, var olan vatanımızı korumak ve yaşatmak için Mısletê Dêsımi, yani diğer bir değişle Dünya Dersimliler Birliği olarak tüm güçlerimizi birleştirmek istiyoruz.
Tüm kartların yeniden karıştırıldığı Ortadoğu’da halkımızın pusulasız bir gemi gibi okyanusta kaybolmasını engellemek için Mısletê Dêsımi diyoruz.
Vatanımızı sulara gömmek, batırmak isteyenler var. Batan gemiyi en son kaptan terk eder denilir. Ama bileseniz ki vatan bir gemiye benzemez ve vatan bir gemi gibi terkedilemez. Çünkü batan gemiyi insanoğlu yeniden yapabilir ama kaybedilen Dersim’i ulu dağlarıyla ve kutsal nehirleriyle başka bir yerde yapmaya insanoğlunun ve bu gün elinde bulunan üstün tekniğin gücü yetmez. Bundan dolayıdır ki, vatan on bin yolcusuyla batan en değerli gemiden de, tonlarca 24 ayar altından da değerlidir. Çünkü en büyük gemi de, tonlarca altın da insanoğlu tarafından üretilir ama kaybedilen Dersim’i yeniden üretmeye dünyanın gücü yetmez.
Vatanı yok edilen, vatansız duruma düşen bir halkın dili, kültürü, itikadı, sosyal ve siyasal tarihi, onursal belleği zamanla tarih sahnesinden silinir, kaybolup gider. Tarih bu yönüyle yok olan dillerin, kültürlerin; yok olan halkların çöplüğüdür. Tarihin çöplüğüne gömülmemek için tüm Dersimliler olarak Mısletê Dêsımi altında birleşmek istiyoruz.
Bize amacınız ve ilkeleriniz ne diyenlere ben şimdi soruyorum: Barajlar altına gömülmek istenen vatanımızı korumak ve yaşatmaktan daha büyük bir amaç olabilir mi? Yok edilmek istenen anadilimizi, itikat ve kültürümüzün idamesini sağlamak için güç birliği yapmak en önemli bir amaç değil mi?
Sosyal tarihimizi, lisanımızı, itikat ve kültürümüzü, öz vatanımızı korumak ve yaşatmak hepimizin ortak amacı olduğuna göre; bu amaçla yola çıkan Mısletê Dêsımi de hepimizin yani dünyaya yayılmış olan Dersimlilerin ve Dersim dostu demokratların ortak örgütü, ortak aklı, ortak şuurudur.
Tüm umutlarını yitirip miskinler gibi bir köşeye çekilenlere, uğraşmadan teslim olanlara sesleniyoruz: Bu yolda mücadele etmeyenler yenilgiyi baştan kabul etmiş olurlar. Aramıza katılın. Yeteneğinize, mesleğinize göre davanıza el verin, güç verin, davanıza sahip çıkın. Biz Dersimliler bu mücadelenin çok zor olacağının farkındayız. Ama yine de Dersim davasına ait olan hayallerimizi gerçekleştirmek için birleştik. Bize hayalcisiniz diyenler bilmelidir ki; her şey önce hayal kurmakla, düşünmekle başlar. Sonra da hayalleri gerçekleştirmek için çaba harcanır ve başarılı da olunur. Bu tür başarıların tarihte örnekleri çoktur. Bilesiniz ki, bizler Dersim Davası hakkında hayal kurmaya, düşünmeye devam edeceğiz. Umutla ve inatla hayallerimizin gerçekleşmesi için çaba harcamaya devam edeceğiz. Çünkü kazanma olasılığının ancak böyle çetin mücadeleler yoluyla olabileceğinin bilincindeyiz.
Prensipleriniz, ilkeleriniz nedir? Nasıl başaracaksınız diyenlere de cevabımız var: Önce güçlerimizi birleştireceğiz. Şu anda Mısletê Dêsımi-Avrupa adı altında birleşen güçlerimiz hukuk komisyonu, çevre ve doğa komisyonu, itikat kurumu, dil ve edebiyat kurumu gibi birçok konuda kolektif çalışmalarla işlerine devam ediyor. Bir yıl içinde her kesimden Dersimlilerin, Dersim konusunda duyarlı olan insanlarımızın katılacağı büyük Dersim Kongresi’nde bu çalışmaları tartışmaya açacağız ve kurtuluşa giden yolları, yöntemleri, ilkeleri hep birlikte bulacağız. Elimizde İsa’nın sihirli değneğinin olduğunu söyleyemeyiz. Hak verilmez, alınır prensibine inanıyoruz. Sorunlarımızı el ve güç birliğiyle çözebileceğimize inanıyoruz.
DERSİM’DE NELER YAPILABİLİR?
Örgütlenerek güçlerimizi birleştirirsek; örneğin Dersim’in köy ve ilçelerinde bir kampanya ile farkındalık yaratıp Dersimli öğrencilerin ortaöğretimde, fakültelerde anadil derslerine müracaat etmesini sağlayabiliriz. Bir beldede yaklaşık yirmi öğrenci Zazaca-Kırmancki veya Kırdaşki dil dersi talep ederse, o bölgedeki okullara Zazaca dersleri konuluyor ve Zazaca dersi için öğretmen veriliyor. Biliyorsunuz ki geçen öğretim yılında Dersim Üniversitesi’nden 30 Zazaca dersi öğretmeni başarıyla mezun oldu. Bunların görevi anadilimizi öğretmektir. Ama anadil talebinde bulunmak, yani var olan bazı haklarımız kullanmak için örgütlenmek ilk şarttır.
Örgütlü ve güçlü olursak; kendi dilimizi konuşan üç PİR ile Dersim’de bir itikat kurumu oluşturabiliriz. Cem ve cemaatleri, Hızır günlerini, İmamlar orucunu, Gağanı, Hautemal günü gibi inançsal töre ve törenlerimizi ana dilimizi bilen bu pirler ile yerine getirebiliriz. İbadet alanlarında bizim dille başlatılan bu gibi uygulamaların zamanla halkımız içinde anadilimize karşı ilgi de uyandıracağının ve anadilimizin gelişmesine de katkı sunacağının hepimiz farkındayız herhalde.
UNESCO tarafından yok olacak diller listesine alınan anadilimize sahip çıkmak için Mısletê Dêsımi diyoruz. Çünkü anadilimiz ana sütü kadar temiz ve besleyicidir. Çünkü dili yok edilen bir halkın zamanla kendisi de yok olur. Çünkü değişik halkların dilleri güzel, renkli, mis-amber kokulu çiçekler gibidir ve tüm dünyamız için bir güzellik, bir zenginliktir. Biliyoruz ki, dünyaca ünlü lisan profesörleri tüm dünyanın kullanacağı yeni bir dil üretmeye kalktılar ama bunu başaramadılar. Bu nedenle var olan dilleri korumak hem halkımız, hem de insanlık tarihi için çok değerlidir diyoruz. Bu nedenle atalarımız, “Her teyr eve zonê xo waneno / Her kuş kendi dilinde öter”, demişler.
İşsizlikten dolayı Dersim sürekli göç veriyor ve küçülüyor. Bu göçleri durdurmak; Dersim’in sorunlarına çözüm yolu bulmak istiyoruz. Avrupa Birliğinden alınacak Kredilerle Dersim’de arıcılığı, hayvancılığı, bağ ve bahçeciliği geliştirmek, tarımsal verimliliği yükseltmek istiyoruz. Bu nedenle Mıslête Dersim diyoruz. Bir araya gelirsek bu olumlu örnekleri ve yapılacak işleri çoğaltabiliriz. Bu saydıklarım abartı ve hayal değildir. Afyon ilinin Avrupa Birliği Fonundan arıcılık ve hayvancılık için birkaç milyon Avroyu kredi ve hibe olarak aldığını biliyoruz. Dersim niçin birkaç milyon alamıyor? Dersimliler bu konuda proje yapan firmalara ulaşama mı? Veya Dersim’in coğrafyası arıcılık ve hayvancılık yönünden Afyon ilinden daha kötü mü?
Önce örgütlenerek güçlerimizi birleştirmek ve bu gücümüzle önemli işleri başarmak için Dersimli gençleri, kadınları, işçileri, işsizleri, iş adamlarını birliğe ve dayanışmaya davet ediyoruz. Bu değerli ve onurlu mücadele yolunda her duyarlı insanın kendi mesleğine, beceresine; kendi gücüne göre yapacağı işler vardır.
Yazının başında Dersim’in Osmanlı döneminde “var olma mücadelesini” aşiret liderleri ve pirler önderliğinde bir aşiretler federasyonu gibi asırlarca sürdürdüğünü, direndiğini yazmıştım. Bunlar bizim öncülümüz, tarihi köklerimiz ve gerçeklerimizdir. Elbette ki tarihi köklerimize sahip çıkacağız. Ama çağımızda uzmanlaşma vardır. Çağımızda itikat önderlerinin, politikacıların, bilim insanlarının çalışma alanları farklıdır. Çünkü çağımızın ruhu farklıdır. Biliyorsunuz ki, çağımızın ruhu, trendi çoğulcu demokrasilerdir. Çoğulcu demokrasilerde devlet cinsel, etnik, kültürel ve dinsel gruplara eşit davranıyor. Çağımızın modern demokratik devletlerini bu gün papazlar, hahamlar, hocalar, şeyhler yönetmiyor. Çağımızda çoğulcu ve gerçekten laik devletlerin omurgası siyasi partilere dayanır. Çoğulcu ve demokrat devletleri siyasi partiler ve bu partilerde yetişen politikacılar yönetiyor.
Bu gün Avrupa Birliği’nde 30’a yakın devletle birlikte ve bu devletlerin içinde yüzden fazla değişik kültür bir arada yaşayabiliyorsa, Anadolu’da da farklı kültürler birarada; kardeşçe ve barış içinde yaşayabilir. Ki bunun tarihi de vardır ve ilacı da çoğulcu demokrasi ve karşılıklı hoşgörüdür.
Sonuç olarak sahaya inmeden, birliğe ve dayanışmaya katılmadan, tepeden, seyirci kulesinden yapılan eleştiriler fazla bir yarar sağlamaz. Sahaya inip tüm tuzaklara karşı hep birlikte oyun kurmamız, planlar yapmamız lazım. Tüm kartların yeniden karıştığı Ortadoğu’da çağdaş Dersim gelecekteki yerini ve konumunu çoğulcu demokratik kurallar içinde örgütlenip, güçlenerek; tarihi görevlerini yerine getirerek belirleyebilir.
Yeter ki, örgütlenelim. Yeter ki, bir olalım, iri ve diri olalım. Mısletê Dêsımi her duyarlı Dersimli’ye açıktır. Gelin toplantılara ve önümüzdeki yıl yapılacak olan Dersim Kongresi’ne katılın. Eleştiri ve önerilerinizi bu toplantılarda halkımıza sunun ki, hep birlikte tartışalım, sorunlarımıza birlikte çözüm yolları arayalım. Ortak aklın güç ve el birliğiyle kurulacağı, çağdaş demokrasilerde çıkış yolunun, çözümlerin kolektif bir çalışmayla bulunacağının hepimiz farkındayız. Bireysel güzel söylemlerin laf-ı güzaf olarak kaybolup gideceğini de her mantıklı insan biliyor…
Bu nedenlerden dolayı şiarımız:
Örgütlenme, dayanışma, birlik olup güçlenmektir.
Nisan-2017
Türkiye yeni bir seçim süreci ile karşı karşıya. Bu genel seçimden ziyade HAYIR ve EVET seçeneği ile referandum temelinde, toplumun önüne konan fiili durumu meşrulaştırma projesidir.
Nedir fiili durum?
Haziran seçimleri sürecinden sonra “seni başkan yaptırmayacağız” diyen demokrasi güçlerinin barajı aşması ile birlikte tek başına anayasayı değiştirecek güce ulaşamayan AKP, Türkiye’de tam anlamıyla bir kaos ortamı yaratıp, tek parti diktatörlüğüne doğru hızla dönüşmenin adımlarını atmıştır.
Bu süreçte, Kürt illerinde yerle bir edilen ilçeler ve köyler, bodrum katlarında yakılarak katledinlen insanlar, mitinglerde patlatılan bombalar ile halklara karşı savaş ortamı tırmandırılmış ve yüzlerce insan katledilmiştir.
Keza işçi ve emekçiler üzerinde estirelen devlet terörü başta sivil toplum örgütleri olmak üzere muhalif tüm grupları nefes alamaz duruma getirmiştir. Kasım şeçimlerinden sonra tek parti diktatörlüğü rejim ve sistem değiştirme projesi ile partili tek adam diktatörlüğü sürecine girmiştir. Yine o tarihten günümüze kadar 15 Temmuz’u gerekçe göstererek uygulamaya sokulan OHAL süreci ile gerek klikler arası çatışmadan kaynaklı gerekse de toplumsal tüm muhalif kesimi tasfiye amaçlı onbinlerce insan tutuklanmış, gazete, dergi, radyo ve TV’ler kapatılmış, aydın, yazar, akademisyen, gazeteci ve HDP milletvekilleri ile eşbaşkanları cezaevine atılmış, diktatörlük Kanun Hükmünde Kararnameler ile adım adım meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Türk-İslam sentezli ittifak kuran AKP ve MHP, bu süreçte özellikle Dersim ve Alevi kimliğine karşı fiili saldırılardan geri durmamıştır. Alevilerin evleri işaretlenmiş, cemevleri basılarak gaza boğulmuş, insanlar tutuklanmış ve hatta cemevinin bahçesinde insanlarımızı katletmişlerdir.
Keza Dersim’e dair yasak bölgeler ilan edilmiş, yayla yasakları tekrardan devreye konulmuş ve
Munzur Vadisi Milli Parkı’nda yapımı planlanan Konaktepe Barajı ve HES I-II için Bakanlar Kurulu tarafından acele kamulaştırma kararı çıkartılarak toplam 4 baraj ve 6 HES projesi yargı kararlarına rağmen KHK’ler ile yeniden yürürlüğü konulmuştur.
Referandum, uygu
lanan bu zulmü yasal kılıfına uydurma seçimidir. Şeriat ve yeni Osmalıcılık özlemi ile yanıp tutuşan AKP ve MHP iktidar kliği, bu anayasal değişikliğin kabul görmeme tehlikesine karşı, şimdi de HAYIR diyen tüm kesimi vatan hainliği ve teröristlik ile itham etmekte ve bu kesime karşı her yol ve yöntemi deneyerek operasyonlar düzenlemektedir. Bu da “hayır tavrı”nın sistemi paniğe ve korkuya ittiğinin göstergesidir.
Çıkacak hayır olasılığı eski ile yeni anayasa arasında bir tercihten ziyade, tüm bu barbar uygulamalara karşı bir duruş olarak ele alınmalıdır. Hayır çıktığı taktirde, bu itiraz, güçlü bir toplumsal zemin bulacak ve iktidarın planlarını
zora sokmuş olacaktır. Aynı zamanda toplumsal dayanışma ve direnişin bir şeylere dur deme gücünün olduğu bilinci kitlelerde umuda yol açacaktır. Diğer anlamda söylemek gerekirse, yanında duracağımız bu umuttur.
Umudun büyümesi için tüm demokratik muhalif kesimlerin yanında olmalıyız.
Alternatifimiz eski çürümüş Kemalist Cumhuriyet değil, eşitlikçi, özgür ve katılımcı demokrasiyi savunan ve uygulayan toplumsal bir sistemdir. Doğa ve insana saygı, farklı fikirlere ve inançlara saygı, tek dilin, tek bayrağın, tek inancın dayatılmadığı özgür bir toplumsal projeden yanayız.
Karşı çıktığımız ise topluma dayatılan, gerici, yobaz, şeriat özlemli tekçi ve diktatöryal sistemlerdir. İnsanlık değerleri temelinde umudu büyütmek adına, tek adam merkezli diktatöryal sistemlere karşı her daim ezilen, horlanan, yoksayılan, dıştalanan, aşağılanan birey ve tolumların yanında duracağız.
Bu bilincle HAYIR desteklenmeli, Türkiye’nin tüm mozaiksel güzellikleri bir avuc rantcı, hırsız ve katliamcı gruhun eline bırakılmamalıdır.
Bu itiraz sesine bir enstrüman olarak dahil olunmalıdır.
28.02.2017
Dersim Meclisi-Avrupa
Hayır denince, yönetenler yönetmekte daha da zorlanacaklardır, belki de hiç yönetemez duruma düşeceklerdir. Bu yüzden hayır cephesi her hangi bir parti, çevre veya kesimin bulunması ile sınırlandıramaz. Tersine Hayır Cephesi, farklı düşünen ama hayır diyen bütün kesimlerin platformudur. Hayır cephesi, pek tabii ki ne bir emek cephesidir, ne de barış, özgürlük ve demokrasi cephesidir. Ama hayır oylarının başarısı, barış ve demokrasinin yolunu açabilir.
Evet cephesi, iktidarın ve yandaşlarının cephesidir. Evet cephesi, AKP’nin geleceğini garanti altına alma cephesidir. Evet cephesi, karanlığın ve zulmün cephesidir. Referandumda evet çıkarsa karanlık ve zülüm daha da katmerleşir, onun için hayır demeliyiz.
Bazıları, bu referandumun hakim sınıflar arasındaki bir dalaş olduğunu, kendilerini ilgilendirmediğini vaaz ediyorlar. Bunlar atıl kalmayı, hiçbir şeye karışmamayı ve kendi işlerine bakmayı öneriyorlar. Bazıları da, açıkça bu referandumun boykot edilmesini savunuyorlar. Bu yaklaşım yanlıştır. Hiçbir şey yapmamak, atıl kalmak ne kadar yanlışsa, boykot da o kadar yanlıştır. Boykot, sadece mücadeleden kaçmak, mücadele gücünü zayıflatmak değil, aynı zamanda iktidara hizmet etmek, iktidarın gücünü pekiştirmesine yardım etmektir.
Hiç kimse hayır oylarının başarısı ile bütün sorunların çözüleceğini iddia etmiyor, ama hayır oylarının başarısı, çözüme giden yolu açabilir.
Soru çok açıktır:
Bu referandumda evet veya hayırın başarısı kimin yararına olacaktır?
AKP iktidarının devamını istiyorsan evet diyeceksin!
Diktatörlüğe dur demek istiyorsan hayır diyeceksin.
Ne yazık ki başka alternatif yok. Ama hayır diyerek bu alternatifleri bulmanın yolunu açabilirsin. Karar senin.
Hayır demek için kararlı bir şekilde sesini yükselt, bulunduğun her alanda insanları hayır demek için seferber et, sandığa gitmesini sağla. Yarın çok geç olabilir.
Bu konuda bir hayli şey söylendi ve yazıldı. Her kes bulunduğu yerden hareketle kendine göre meclisin resmini çizdi veya çizmeye çalıştı. Kimi meclise doğrudan bir “parlamento” rolü biçerken, kimi de onu “köy ihtiyar meclisi, belediye meclisi” gibi örneklerle açıklamaya çalıştı.
Meclisin ne olduğu, onun ne amaçla hayata geçirilmek istendiği sorusunun cevabında yatmaktadır.
Meclisi gerekli kılan asıl neden Dersimlilerin meşru bir temsiliyetinin olmaması idi. Meclis bu eksikliği giderme girişimi olarak ele alındı. Nasıl ki Yahudiler denince “Almanya Yahudileri Merkezi” veya Ermeniler denince “Almanya Ermeniler Merkez Konseyi” akla geliyorsa Dersimliler denince “Mısletê Dêsımi/Dersim Meclisi” anlaşılması amacıyla…
Dolayısıyla meclisi, farklılıkları kendi içinde barındıran bir çatı yapılanması olarak düşünmemiz gerekiyor.
A’dan Z’ye örgütlenmelerin bulunduğu “bereketli” Dersim coğrafyasında böylesi bir birlikteliği sağlamak elbet de kolay değil. Var olan her yapı kendisini bir çeşit Dersim’in tek temsilcisi olarak görüyor. Yanlış anlaşılmasın, herhangi bir yapıyı yermek, küçük düşürmek maksadıyla değil, anlaşılsın diye şu soruyu sormak istiyorum:
Dersim’in meşru temsilcisi kimdir?
Dersim’in meşru temsilcisi
- FDG midir?
- ADEF midir?
- DEDEF midir?
- FEDA mıdır?
- Yoksa diğer Türk ve Kürt sol örgütler midir?
Her ne kadar bu konuda adı geçen veya geçmeyen yapılanmalar kendilerini tek yetkili görüyorlarsa da malesef bu durum realiteye tekabul etmemektedir.
Dolayısıyla meşru bir temsiliyetin oluşabilmesi için farklılıları kendi içinde barındıran, hoşgörü kültürü ile hareket eden, Dersimlilik bilincini yeniden yeşerten bir çatı örgütlenmesine ihtiyaç vardır.
Böylesi bir birlikteliğin sağlanması tabidir ki asgari müşterekler gerektiriyor. Dersim Fikriyatı babındaki çalışmalar asgari müştereklerin daha da belirginleşmesine vesile oldu. Yapılması gereken bunların altını doldurmak olmalı.
Nedir bu asgari müşterekler?
Bunları tarihi Dersim coğrafyasının talebi, Dersimin dilleri, inancı, kimliği ve kültürü olarak sıralayabiliriz.
Burda iki noktaya dikkati çekmek istiyorum:
- Çok dilliliğimizi bir zenginlik olarak görmekle birlikte yok olmakla karşıkarşıya olmasından hareketle “Dımılki/Kırmancki/Zazaki”ye; resmi, gayri resmi her türlü baskıya maruz kalan Dersim İnancı’na da pozitif yaklaşım gerekmektedir.
- Kimlik konusuna gelince onlarca yıllık tartışmalarımıza mal olmuş sorunlu bir alana girmiş olacağız. Böylesi bir tartışma enerjimizi heder etmekten öteye götürmez bizi. Burda tek kriter Dersimlilik olmalıdır. Dersimlilik bilinci ve aydiyetini yeniden yeşertirsek, tüm kimliklere eşit mesafede durursak bu sorunu aşma şansını elde etmiş olacağız.
Yani kişi kendini
- Kürt görüyorsa, ben Dersimli Kürdüm,
- Ermeni görüyorsa ben Dersmimli Ermeniyim,
- Zaza görüyorsa ben Dersimli Zazayım diyebilmeli.
23.01.2017
#HAYIR Cephesinde “Eleştiri Silahı” ve “Silahların Eleştirisi”
Anayasa değişikliği teklifi Meclis’ten geçmiş bulunuyor. Değişikliğin kararlaştırılmasını geciktirmeye yönelik çok değerli olanaklar ve zaman yitirilmiş bulunuyor.
Eğer bundan sonra aynı şekilde hareket edilmeye devam edilirse, #HAYIR cephesinin referandumda ağır bir yenilgi alacağı şimdiden öngörülebilir.
Bu nedenle biz bütün eleştirilerimizi ve enerjimizi #HAYIR cephesindeki yanlışlara yöneltmek gerektiğini düşünüyoruz.
Ve bir akım, bir görüş, bir örgüt bize ne kadar yakınsa veya biz ne kadar kendimizi ona yakın görüyorsak eleştirilerimiz o ölçüde sert olacaktır.
İnsanların eşitliğinin düşmanları, kendilerine ve yakınlarına karşı fazlasıyla anlayışlı; hatta kayırıcı; kendilerine uzak ve karşı olanlara karşı acımasız ve gaddar olurlar.
Sosyalistler ise, peygamberler ve evliyalar gibi, kendilerine ve dostlarına karşı acımasız; kendilerine uzak olanlara ve hatta düşmanlarına karşı anlayışlı ve toleranslı olurlar.
Marks, Engels, Lenin, Troçki, Kıvılcımlı, Luxemburg’ların, keza bütün peygamberlerin geleneğidir bu.
Peygamberler ve ustalar düşmanı eleştirmezler, çünkü eleştiri aynı safta olana, onu kazanmak; onun yanlışları ile mücadele etmek için yapılır.
Ve fikirlere, davranışlara yönelik eleştirinin ardında, eleştirilenin aslında iyi niyetli olduğu varsayımı vardır. Tam da bu varsayıma dayanıldığı için, eleştiriye zaman ve enerji harcanmakta; fikrin, davranışın değiştirilmesiyle o insanlar kazanılmaya çalışılmaktadır.
Bu nedenle fikri eleştirenden korkmamak gerekir. O en büyük dostluğun nişanesidir.
Ama eleştirmeyen tehlikelidir, çünkü susuş “silahların eleştirisi”dir. Düşman görülene; ikna değil; imha edilmek istenene karşı kullanılır.
Düşmana karşı Marks’ın deyimiyle, “eleştiri silahı” kullanılmaz, ona karşı “silahların eleştirisi” yapılır.
Açın #HAYIR diyen hareket, parti, akım, çevre ve örgütlerin sol basınına bakın, #HAYIR diyen diğer görüş, akım, çevre, öneri, fikirlere yönelik bir eleştiri var mı?
Yok.
Maalesef bu yokluk, solun, #HAYIR cephesinin hayatiyetten yoksun oluşunu, tükenmişliğinin en esaslı kanıtlarından biridir.
Ama aynı basında bol bol, hükümet, Erdoğan, CHP, MHP eleştirilerini bulabilirsiniz.
Ama bu eleştiriler aslında, “eleştiri” mahiyeti gereği dostlara yapılacağından, zımnen bu solun kendini eleştirdikleriyle aynı saflarda gördüklerinin bilinçsiz bir itirafıdır. Düşman teşhir edilir, düşmana eleştiri yöneltilmez.
Muhalefet çevrelerinin devlet veya hükümete yönelik en radikal eleştirileri bile, aslında ona daha akıllıca nasıl davranması gerektiği önerilerinden başka bir şey değildir.
Peygamberler bütün eleştirilerini kendi yakınlarına yaparlar.
Muhammet Mekkeli müşrikleri eleştirmez. Onlara karşı savaşır, onları teşhir eder. Eleştirileri hep Müslüman olduğunu söyleyenleredir.
Öcalan düşmanlarını eleştirmez. En sert eleştirileri bizzat kendi örgütüne ve Kürtleredir. Kürtleri Öcalan kadar sert eleştiren ikici bir kimse yoktur.
Malcom X, en sert eleştirilerini siyahlara yapar.
Marks’ın hiç kapitalizmi ve kapitalistleri daha az sömürmeye, daha vicdanlı olmaya yönelik olarak eleştirdiğinizi gördünüz mü? Göremezsiniz. Kapitalizmi teşhir eder ama onu eleştirmez, onu değiştirmeye, kazanmaya kalkmaz; ona yapısal olarak karşıdır. Yapısal olarak karşı olduğunuz şeyi eleştirmeye kalkmanız sizin karşı saflara geçtiğinizden başka anlama gelmez.
Lenin’in hiç çarlığı eleştirdiğini gördünüz mü? Göremezsiniz. Lenin’in elli ciltlik eseri kendi yoldaşlarına, yakınlarına, Çarlığa karşı savaşanlara eleştiridir.
Marksist teorinin bütün temel eserleri neredeyse polemik eserlerdir ve bu polemiklerin muhatapları karşı taraftakiler değil, bu tarafta olduğunu iddia edenler veya öyle olduğu düşünülenlerdir.
Devrimci hareketin bu güzel gelenekleri yeni kuşaklarca bilinmez ve unutulmuş kalıyor. Onlar bir eleştiriyi düşmanlık olarak algılıyorlar.
Yani aslında bilmeden karşı devrimcilerin anlayışını benimsemiş durumdalar.
Bu alfabetik bilgilerin bile unutulduğu bir dünyadayız.
Dikkat edin, #HAYIR cephesindekilerin bütün yazdıklarına bakın, #HAYIR cephesinde, bu cephedekilere yönelik, yanlışları eleştiren yazılar var mı? Farklı #HAYIR stratejilerini, yöntemlerini eleştiren yazılar var mı?
Yok.
Neredeyse sadece ve sadece bu satırların yazarının yazdıkları var.
Bu yokluk eğer böyle giderse #HAYIR’ın yenileceğinin bir habercisidir.
Çünkü tarihin gösterdiği açık bir sonuç vardır: nerede, hangi cephede en canlı tartışmalar, en acımasız eleştiriler varsa orası kazanır.
Bunların olmadığı yerden hiçbir şey çıkmaz. Bütün tarih bunun yüzlerce örneğiyle doludur.
Hangi kongrelerde blok halinde oylar çıkıyor, oy birliğiyle karar alınıyorsa orası ölmüştür.
Ve maalesef HDP’nin neredeyse bütün kongreleri böyledir. Bu bakımdan CHP bile HDP’den daha canlı bir organizma karakteri taşır.
Hangi kongrelerde en sert, en acımasız eleştiriler yapılıyorsa orada hayat vardır.
Sosyalist hareketin tarihi yeni kuşaklarca bilinmez. Ama şu herhalde bilinir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Ankara’daki ilk mecliste en sert tartışmalar yapılıyordu. Bunlar en büyük başarıyı getirdiler. Ama 1923’de Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti ilan ettiği Bonapartist darbeden sonraki meclislerde en küçük bir tartışma kalmamıştı. Çünkü hepsini Atatürk tayin ediyordu.
Daha yakın tarihten bir örnek. Sosyalist hareketin en canlı yükselişi yaşadığı 60’lar aynı zamanda onun içinde en sert polemiklerin, en sert eleştirilerin yapıldığı yıllardı.
İslami hareket de öyledir. İktidarlara gelmeden önce en canlı tartışmalar oralarda vardı. Zaten o dinamizmle o başarıyı yakalayıp iktidar olabildiler. Şimdi o eleştirel dönemin ruhuna azıcık olsun sadık kalanlar ise hapishanelere dolduruluyor.
*
Biz Marksizm’in bu geleneğini sürdüren son Mohikanlardan biriyiz.
O nedenle tüm eleştirilerimizi en yakın gördüklerimize; eleştirdiklerimizin yakınlığı ölçüsünde sert ve acımasız biçimde sürdürüyoruz ve sürdürmeye devam edeceğiz.
Günlerdir öneriler yapıyoruz, eleştiriler yapıyoruz #HAYIR cephesinin içinden ve #HAYIR cephesindekilere.
Bunlar karşısında hiç olmazsa bir küfür olsa, hiç olmazsa bir “saçmalama” eleştirisi olsa.
Hiç biri yok. Tam bir suskunluk ve yok gibi davranma ortalığa egemen.
Bu suskunluğun nesnel anlamı nedir?
Bu bizim dost gördüğümüz için eleştirdiklerimizin, bizi düşman olarak, ikna edilmesi gereken bir dost değil imha edilmesi gereken bir düşman olarak gördükleri anlamına gelir.
Çünkü suskunluk da bir savaş stratejisidir. Suskunluk, “eleştiri silahı” değildir; “silahların eleştirisi”dir.
Suskunluğun bir savaş stratejisi olması, savaşın kendi mantığından çıkar.
Çünkü savaşın birinci kuralı, herkesin bilinçli veya bilinçsizce izlediği kuralı: savaşı düşmanın istediği koşullarda; güçlü olduğu yer ve alanda kabul etmemek; kendi güçlü olduğun alana çekmek; düşmanı orada savaşmaya zorlamaktır.
Fikirlerinin önerilerinin güçlü olduğuna inananlar, haklı olduklarına inananlar, fikir mücadelesini, eleştiriyi bir savaş alanı olarak seçerler. Çünkü o alanda güçlüdürler.
Öte yandan içinde yer aldıkları taraftakilerin iyi niyetli olduğunu var saymaktadırlar; onları kazanabileceklerine inanmaktadırlar ki eleştiriyi fikir ve davranışlara karşı yapmaktadırlar.
Ama eleştirilenler, fikirlerine güvenmiyorlar, haklılıklarına inanmıyorlarsa, eleştirilerle fikir alanında karşılaşmayı kabul etmezler; çünkü o alanda zayıftırlar. Savaşın mantığına uyup savaşı kendi istedikleri alana çekmek için iki yolları vardır.
Birincisi eleştiriyi yok saymak, görmezden gelmek.
Eğer bu başarılı olmaz ise, bu sefer fikirlere değil, ama eleştiriyi yapanın kişiliğine; eleştirinin biçimine vs. yönelik olarak bu savaş sürdürülür.
Hedef yine aynıdır, eleştireni eleştirenin fikirlerini eleştirerek kazanmak, ikna değil; eleştirenin imhası.
Ve bu sadece eleştiri konusu olmuş fikir ve davranışların zayıflığı anlamına gelmez; dostların eleştirilmesine yönelik devrimci geleneklerin de düşman olarak görüldüğü ve imha edilmesinin hedeflendiği anlamına gelir.
*
Biz eleştirilerimizle herkesi ikna etmeye çalışıyoruz. Yani böylece onları kazanmak istediğimizi kanıtlamış da oluyoruz.
Ama bizzat bu kazanmak istediklerimiz, bizi ikna etmek için hiçbir şey yapmıyorlar, eğer bizi yanlış görüyorlar ve bizi bu yanlışlardan kurtarmak için hiçbir çaba göstermiyorlarsa, sadece susuyorlar, görmezden geliyorlarsa; bu onların bizi ikna değil, imha etmekten başka bir amaçları olmadığının bir kanıtı olur.
Biz Peygamberlerin ve Marksizm’in ustalarının eski güzel geleneğini sürdürmeye devam ettireceğiz. #HAYIR cephesinde olduğunu söyleyenlere, öyle olduğunu düşündüklerimize veya öyle olması gerektiğine inandıklarımıza kalemimizin sivri ucunu batıracağız.
Bunlar bizim dostluğumuzn kanıtıdır.
Onlar ise, bu eleştiri ve öneriler yokmuş gibi yaparak; susarak veya orada burada hakkımızda olmadık, saçma ve yalan yanlış bilgilere dayanarak bizi düşman olarak gördüklerini itiraf etmiş olmaktadırlar.
*
O halde tekrar ediyoruz.
Günlerdir yazıyoruz.
#HAYIR’ın kazanması bir “seferberlik”, bir “kampanya”, bir “evlere gitme”, bir “akıllıca argümanlar kullanma”, “herkesin #HAYIRı kendine” diyerek, herkes kendi evini süpürürse bütün şehir tertemiz olur ilkelliğine dönmek; “anlatmak” sorunu değildir.
Bunlar özel bir görev oluşturmazlar.
Öte yandan bunlarla hiçbir toplumsal ve politik gücün bir kıta kayması; tektonik bir değişimi sağlanamaz.
Çünkü #HAYIR’ın kazanması toplumsal ve politik güçlerin konumlarıyla ve duruşlarıyla ilgilidir.
Bu da konumlanışları, duruşları değiştirecek stratejilerle; mücadele biçimleriyle ilgilidir.
Bunlar ise ancak kitlesel hareketler ve direnişlerle sağlanabilir.
Kitlesel hareketlerin gücü ve sonuçları onların nicel gücünden her zaman daha fazladır.
Bir zamanlar AKP’ye Ergenekonların üzerine gidecek cesareti, Hırant Dink’in öldürülmesi üzerine kendiliğinden ortaya çıkan belki yüz bin kişilik bir cenaze verdi.
Bu aslında çok büyük olmayan ve çok sınırlı bir kesimin esasını oluşturduğu kitle hareketi bile, Hrant’ı öldürenlerin bütün hesaplarını alt üst ettiği gibi; AKP’ye cesaret ve güç vererek resti görmesinin; Türkiye’deki tüm dengelerin değişmesinin yolunu açtı.
Aslında herkesin unuttuğu ve görmek istemediği AKP’nin yolunu açıp darbeyi engelleyenin Hrant’ın cenazesindeki büyük katılım olduğudur.
Bugün de benzeri durum söz konusudur. Bir kitle mobilizasyonu için şartlar olağanüstü uygundur.
İlk kez, devlet sınıfları ile yakın ilişkili “laik yaşam tarzı”ndaki kesim, Türkiye’nin en eğitimli, en kültive kesimi, yaklaşan İslamcı faşizm karşısında sokağa çıkmaya hazırdır.
Aleviler sokağa çıkmaya hazırdır.
Kürtler sokağa çıkmaya hazırdır.
Müslümanların hiç de küçümsenmeyecek bir kesimi sokağa çıkmaya hazırdır.
Ve bunların hepsi ancak ciddi bir risk olmadığında sokağa çıkabilirler.
Olağanüstü Hal koşullarında, bu her türlü hakkın ve hukukun ayaklar altına alındığı koşullarda bu olanak var mıdır?
Bizim cevabımız olduğudur.
Hem de bu olanağı bir zorunluluk olarak bizzat bugünkü rejim sunmaktadır.
Yani aslında yasaklar en geniş katılımlı bir birliği oluşturmak için fırsat da sunmaktadır.
Erdoğan’ın referandumu kazanmak için seçtiği silah ona karşı kullanılabilir; kendi oyununa getirilebilir.
Bu da politik özgürlükler ve gösteriler alanına girmeden, sadece temel insan ve yurttaşlık haklarına dayanarak, politik olmayan bir biçim içinde politik bir hareket ile başarılabilir.
Bunun da yolu, her gün aynı saatlerde aynı yerlerde hiçbir pankart, afiş, bayrak taşımadan; hiçbir slogan atmadan; sadece bir #HAYIR ile bulunmaktır.
Bu hiçbir suç oluşturmaz. Kimi durur, kimi oturur, kimi sohbet eder. Hatta bir sosyal yaşam bile yeniden başlar. İşten sonra insanlar yolları üzerindeki bu buluşma noktalarında bulunurlar. Dostluklar, sohbetler, ilişkiler, yeniden başlar; kaybedilmiş sosyal bir ilişkiler dünyasına dönüşler başlar. Böyle bir direniş kısa zamanda binlerin, on binlerin katılmasını sağlar. Çünkü herkes bu şiddetsiz, sade, basit biçimler içinde bir araya gelip durmaya hazırdır.
Böylece her gün insanlar giderek bir kartopu gibi büyüyen sessiz bir #HAYIR hareketinde birleştiklerinde Türkiye’nin bütün dengeleri değişir. Stratejik güçlerin konum ve duruşlarında kaymalar olur.
Birincisi, özellikle “laik yaşam tarzı”ndaki kesimlerin iç içe bulunduğu ordu ve devlet bürokrasisi içinde bu gidişten memnun olmayanların sesi daha gür çıkmaya; sözleri daha bir dinlenir olmaya başlar.
Aynı şekilde bu kesimlerin siyasi temsilcisi CHP bu trene binmediği takdirde kaçıracağını görüp ister istemez binmek zorunda kalınca istemeden de olsa destek vermiş ve bu hareketi güçlendirmiş olur
İkincisi, şimdilik sinmiş olan özellikle şehirlerin yoksul kesimlerindeki Aleviler, Kürtler tekrar güven kazanıp böyle bir hareketi şehirlerin çeperlerine yayarlar ve bu da AKP’nin planını bozar.
Özellikle HDP’nin etkili olduğu bölgelerde, Kürtlerin çoğunluğu oluşturduğu yerlerde, büyük şehirlerde başlamış bu harekete katılım ile onların da kendine güveni ve moral bozukluğu son bulur. Yeni mücadele biçimlerini keşfederler. Bu alandaki güçlerini görürler.
Böylesine bir kitlesel hareket, AKP içindeki memnuniyetsizlerin sesinin daha çok çıkmasına yol açar. Böylece hayır demeye eğilimli olanlar artar ve en azından tarafsız kalacakların sayası yükselir.
En önemlisi böyle bir hareketin bizzat o harekete katılanlarda yaratacağı dönüşümdür.
Birincisi, böyle bir hareketin kendisi, şimdiye kadar Aleviler ve laiklerle Sünnileri; Kürtlerle Türkleri birbirine karşı kullanıp dengeleyerek iktidarını ve gücünü sürdüren Bonapartist askeri bürokratik oligarşinin dayandığı sütunları ortadan kaldırır. İlk kez bu birbirine karşı oynanmış güçler aynı #HAYIR altında birleşmiş olur. İlk kez birbirlerini daha yakından tanımış olurlar.
İkincisi, bu hareket, bizzat o hareket katılanlara vereceği moral ve motivasyonla, referandum çalışmalarının yani o “seferberlik”, “kampanya”, “evlere gitme”, “yaratıcı sloganlar bulma” şeklinde özel bir görevmiş gibi öne sürülen işlerin çok daha başarılı ve çok daha büyük katılımla, çok daha büyük bir coşku ve enerjiyle yapılmasını sağlar.
Üçüncüsü, bunun sonucu olarak da, ciddi bir sandık ve referandum kontrolü örgütlenebilir.
Tıpkı 7 Haziren seçimleri öncesinde olduğu gibi toplumun şu atmosferi değiştirilip, inisiyatif #HAYIR tarafından ele alınabilir.
Bütün bunlar mümkündür.
Bunun için asgari b.ir kritik kütleyle başlayacak öncüler gerekiyor.
Bunu yapabilecek olanlar da sosyalist örgütler ve HDP’dir. Ama bunu yapabilmeleri için eski anlayışlarından; politika yapma tarzlarından, küçük dükkânlarının öfkesini görememe ufuksuzluğundan çıkmaları gerekiyor.
Onun için bütün eleştirilerimiz onlara. Bir denizin biteviye dalgalarının en aşınmaz kayaları bile aşındırması gibi, eleştirilerimizle bu direnci kırmaya çalışıyoruz.
Onlar olmazsa, belki bir yerlerde kendiliğinden inisiyatifler başlatabilir.
Bu nedenle, var olan sol örgütlere, sosyalistlere, HDP’ye tekrar soruyoruz.
Bu öneri hakkında ne düşünüyorsunuz.
İşte size somut bir hareket planı.
Tüm sloganlarınızı, renklerinizi, afişlerinizi, bayraklarınızı terk ederek, sıradan vatandaşlar olarak birkaç büyük şehrin stratejik meydanlarında her gün aynı saatlerde göğsünde sade bir #HAYIR ile bulunmak bir denemeye değmez mi?
Bu kadar zor mu eski alışkanlıkları bir kenara atarak basit yurttaşlar olmak.
Sadece sizin gücünüz bile birkaç bin kişiyle büyük şehirlerin stratejik noktalarında böyle bir direnişi başlatmaya yeter.
Göreceksiniz birkaç gün sonra gerçek bir kartopu etkisiyle büyüyecektir.
Zaten sizin yapabileceğiniz, tulumbadan su çekmek için tulumbaya koyulacak bir maşrapa su olmaktır. Bu da az şey değildir. Elbet hareket sizi aşacaktır. İçinde eriyip yok olmaktan mı korkuyorsunuz?
Bu öneriyi aptalca buluyorsanız aptalca deyin.
Saçma buluyorsanız saçma deyin.
Hatta bu öneriye küfredin.
En azından varlığını kabul etmiş olursunuz.
Ama hiçbir şey yokmuş gibi, susarak, yok sayarak bu öneriye karşı savaşmayın.
Bu son şansımızdır.
24 Ocak 2017 Salı
Demir Küçükaydın
@demiraltona