1) Dersimin tarihsel, toplumsal, kültürel, inançsal , siyasal sorunlarının demokratik bir zeminde tartışıldığı, düşünsel sentezlerin oluşturulduğu , ortak sorunların ortak bir dile dönüştürülmesinde kalıcı rol oynayan bir platform,
2) Etnik bakımdan Kürtlerin, Kırmançların/Zazaların, Ermenilerin, inanç bakımından Kızılbaşların, Hıristiyanların, Atesitlerin, Müslümanların ortak yurdu olan Dersimin tüm bu renklerini bir arada açtığı, tartıştığı birbirini zenginleştirdiği yeni bir kültür ve düşünce üretim platformu,
3) Çok dilli, çok inançlı, çok kültürlü Dersimi tekleştiren zihniyete karşı Türkiye de ve Avrupa da ortak bir mücadele zemini,
4) Kurumlar üstü bir düşün kurumu. Türkiye de ve Avrupa da belirlenecek temel konularda Dersim toplumunu temsil edecek saygın bir kurum
5) Olası Dersim Kantonu Halk Meclisi olmaya aday bir meclis…
Nasıl Örgütlenebilir?
1) Öncelikle Türkçü, Kürtçü, Zazacı , Ermenici vb tüm tekçi düşün dünyamızı bir yana bırakarak Dersim’i Dersim yapan tüm renlerle zenginleşebileceğimizi ilkesel bir yaklaşım olarak sunabilirsek bu örgütlenmede kapsayıcılığımızın, hakikatlerle ilişkimizin göstergesi olacaktır.
Darlaştıran, didişen ve enerjimizi bu tür kavramlar etrafında harcayan bir tarzdan kopup arındığımız oranda örgütlenme alanımızda ufkumuzda, olanaklarımızda zenginleşir.
2) Meclis fikrini sözünü ettiğim bu toplumsal kesimlere anlatmak, tartışmak ve onların ve bizim önyargılarımızı kıracak toplantılar, etkinlikler yapmak yararlı olabilir.
3) Meclis fikri Avrupa da ve Türkiye de en geniş kesimlerle tartışılarak fikri bir olgunluğa kavuşturulduğu oranda sağlam temeller üzerinden kurumsallaşabilir.
4) Örgütlenme sürecinde geçmişte didişmeci, ötekileştirici tartışmalarda yer almış ve deyim yerindeyse “şucu “veya” bucu” kişilerin Meclis adına ön planda olması oluşmuş olan ön yargılar nedeniyle Meclis fikrini bunun gölgesinde bırakabileceği için ön plana çıkarılmamasında yarar var. Daha kapsayıcı ve iletişimi güçlü arkadaşlar ön planda olmalı
5) Meclis tartışmalarını iki biçimde sürdürmekte fayda var:
a) Kişilerle,
b) Kurumlarla.
Şimdilik bunları paylaşayım.
Sevgi ve saygılarımla.
21.03.2016
Kazım Gündoğan
Giriş:
Dersimliler, belki de en son olarak 37-38 Tertelesi öncesi ve mecalleri el verdiği ölçüde esnasında toplum olarak kendileri için konuştular. Odur budur, Kırmanciye’nin ve Raa Haq’ın ruhuyla şekillenen son kuşak Dersimliler, kendilerinin ya da kendileri olanın, aynı zamanda katliamlarına ferman sebebi olduğunun bilinci ve korkusuyla sustular. Çocukları, ATA’larının telkiniyle de, jar u diyarlarıyla birlikte hard u dewresi ateşe verenlerin diliyle konuşmanın kurtuluşları olacağını sandılar. Torunları ise “kendi evleri yanarken, başkalarının haline ağlama” metaforuna bağlı kalarak ifade edecek olursak, yananın kendi evleri olduğunun farkında bile olmadılar. Onlar, atalarının başına “bela” olmuş ve halenyanmakta olan “evlerini” görünmez kılmayı, Yavuz ve İdris’i Bitlisli kıyımından sonra Anadolu topraklarında Alevi toplumunun yüz yüze kaldığı en vahşi kırım olan 37-38 Tertelesini anlaşılması güç bir şekilde kanıksamayı yeğlediler.Yürekleri pür u paktı, kefenleri boynundaydı. Lakin, bir karış mezar toprağı bile kendilerine nasip olmamış ceset yığınları altında şans eseri kurtulmuş ve süngü izlerini bedenlerinde bir sır gibi taşıyan nenelerinin ve dedelerinin, tekrar yaşıyacaklarmış korkusuyla uyarı amaçlı kendilerine anlattıkları vahşete kurban gidenlerin kemik yığınları halen kendilerinin bu vahşeti dinledikleri mekanlarda gözlerinin önündeyken, zulmü tasvir edip görünür hale getirmeyi binlerce kilometre uzaklardaki dramları konu alan romanlarda arama paradoksunu düşmelerini anlamak pek kolay değil. “Dırvet”li nenelerinin anlattıkları yoksa kendi hikayeleri değil miydi?
Dolayısıyla, tertele artıklarının torunları diyebileceğimiz kuşak Dersimlilerin, kendi evlerinin derdine, ya da “kendi evleri”nin de derdine düşmeleri yenidir. 90’ların ortasında başlayan ve günümüze kadar süren kısa sayılabilecek bu sürede atılan bazı mütevazi adımların önemini küçümsemeden söyleyebiliriz ki, Meclis girişimi bu çabanın en kapsamlısı olmaya adaydır. Belki de ilk defa, Dersimliler, kendileri olmaya, kendi kaderini tayin etme uğraşına kendi pencerelerinden ve kendi diliyle bakıyor, bunun için gerekli olacak öz teşkilatlanma uğraşı içine, FDG girişiminden daha üst bir boyutta bakabiliyorlar. Bu sevindirici ve umut verici bir gelişme.
Diğer tarafta sevincimizi kursağımızda bırakabilecek, iradi müdahalelerimizle yönünü değiştirmeye muktedir olmadığımız objektif gerçeklikler ve gelişmelerle yüz yüzeyiz.
Malumumuz sebeplerle erozyona uğrayan, kaybolan, giderek flulaşan etno-kültürel bir kimlikle karşı karşıyayız. Toplumuzun gövdesi bilmem kaçıncı kuşaktır göçer durumda. Türkiye ve diğer ülkelerde hayatlarını idame eden Dersimi nüfus mensuplarının bulundukları toplumların hakim kültürlerine karşı tekil köken kültürlerini muhafaza etmelerişansı sıfır denecek noktadır. Göçer toplum unsurlarının tekil kimlik/identide kurgularının, bunların konuştukları dillerle birlikte giderek muğlaklaştığı/melezleştiği, hatta parçalandığı Avrupa ülkelerinde kendi iradeleri dışında köken kültür kimliklerine bir yabancılaşma sürecini yaşayan çocuklarımız ve onlardan sonraki kuşakların Dersim’le ve Dersimi kimlik kültürü ile ne bağı olabilir? Farklı kültürel kimliklerin üst üste bindiği, içice geçtiği bu ülkelerde Dersimi kültürel kimliğinesas akım kültürlere karşı ne kadar yaşamı şansı var? Aynı soruyu Türkiye’nin metropollerine savrulmuş Dersimliler için de başka bir boyutta sorabiliriz.
Bunun yanında hepimizin hissedilir bir tedirginlikle iç içe vurgu yaptığı bölgedeki konjonktürel gelişmelerin yarattığı ciddi yıkım tehlikesi, tüm iyimserliğimize rağmen ayaklarımızın yerden kesilmemesi gerektiğini bize hatırlatıyor.Biz de dahil toplumumuz, bu durum karşısında esas itibarıyla bi çare durumda diyebiliriz. Dersim’i, nerede olursa olsun Dersimli bireyi çevreleyen koşullar aslında pek iyimser olmamızı mümkün kılmıyor. Dersimi toplum etno-kültürel ve inanç kimliğini savunabilecek, koruma altına alabilecek ve temsilini sağlayabilecek öz teşkilatlanma mekanizmalarını oluşturmaya pek istekli görünmüyor, ya da bunun için hali hazırda esas itibarıyla harekete geçirilmiş durumda değil.Dersim toplumu neredeyse göçer/sürgün bir topluluk durumuna gelmiş. Dersimi topluma ilişkin pozitif referanslarımızın hemen hemen hepsi, objektif tarihsel gelişmeleri yontup idealize etmekten muzdarip, sözlü aktarımlardan ibaret. İradi müdahaleyle Dersimi etno-kültürel ve inançsal kimliği ne ölçüde tekrar ayakları üzerine doğrultabiliriz? Çerçevesi Kendi dönemlerinin objektif toplumsal koşulları tarafından belirlenen atalarımızın raa Haq inanç kültürüne dayalı doğal hukuk sistemine avdet ederek devası toplumsal sorunlarımızı çözmenin reel bir zemini var mı? Bu doğal toplumsal hukuk sistemini diriltme arzumuzun dayandığı sosyal dinamikler var mı? Ya da Raa Hag felsefesini günümüz şartlarına uyarlanmış transformasyonu söz konusu olabilir mi? Kolaylıkla anlaşılacağı gibi şartlar pek lehimize görünmüyor. Bazen çabamızı “göle maya atmak” olarak da görmüyor değilim. Lakin başka şansımızın olmadığı da bir gerçek. Ola ki, “Xızır” yüzünü bize döner, gölün maya tutması kudretini gösterir
Toplumumuzun gerçekliği bizi işe başlarken aynayı kendimize tutma zorunluluğuyla karşı karşıya bırakıyor. Her ögesiyle tarihimizle ve toplumumuzun bugünkü durumuyla eleştirel bir yüzleşme ve bu yüzleşme ve tahlil sürecinde ortaya çıkabilecek sonuçlar ışığında asgari müştereklerimiz üzerinde şekillenen bir Toplumsal Sözleşme (buna Dersim Toplumunun Anayasası da diyebiliriz) Meclis Girişimi sürecinin öncelikleri arasında olmalı. Süreç içerisinde temsiliyet sorunu halledilerek oluşturulacak bir Dersim Meclisi öyle görünüyor ki, hem yasama hem de yürütme fonksiyonlarını üstlenecek bir çatı organı durumunda olacak. Söz konusu Dersim Toplum Sözleşmesi, sınırları belirlenmiş bir zaman dilimi içinde koordine edilerek yürütülen bir tartışma sürecinde şekillenir, bir konferans ya da kongrede tartışılarak karar altına alınabilir. Buna paralel olarak, oluşacak meclisin teşkilatlanma ve temsiliyet gibi kurallarını belirleyen bir iç tüzük/charta belgesi hazırlığı da ele alınmalı. Bu çalışmalar için gerekli komisyonlar en geç Meclis Girişimi 2. Toplantısında oluşturulmalıdır.
Konjonktürel gelişmeler ve mutat meselelere ilişkin tavır alma dışında kalan diğer konular (kendi kaderini tayin hakkı, özerklik vb.) Dersim Toplumsal sözleşmesinin konuları olarak ele alınmalı. Bu süreçte, bu tartışmaya katılması muhtemel olan FDG, DEDEF, Çevre ve Köy dernekleri gibi kurum, siyasi örgütler, dergi ve başka sosyal çevrelerin içişleyişine hiç bir şekilde müdahale edilmemeli,bunlarla ilişki sadece karşılıklı saygı ve gönüllülük ilkesine dayanmalıdır. Tartışma süreci mümkün oldukça toplumun bütün kesimlerini kapsamalı, hatta meclis girişimi sürecine eleştirel bakan kesimleri de içermelidir. İleriki bir dönemde, Dersim Toplumsal Sözleşmesi’ne onay verme koşuluyla, farklı siyasi yapılanmalar Dersim Meclisinde temsil edilebilinmelidir.
Meclis Girişimi 2. Toplantısı için çok acele etmenin yararlı olacağını düşünmüyorum. İlk etapta Koordinasyon Komitesinin toplanıp, kendi içinde yapması gerekli olan daha somut bir görev bölümüyle 2. Toplantının hazırlığı startınıvermeli. Koordinasyon Komitesinin toplantısı Haziran ayında yapılabilir. Meclis Girişimi 2. Toplantısı için Eylül, Ekim ayları uygun olabilir.
Tahsin Tekin
“Daha yapacaĝımız çok iş var.
Bu bir başlangıc.
Çok detaylı tartışmalardan ziyade, belli konularda yoĝunlaşmak daha doĝru olur.
Bizim acil sorunlarımız var.
Mesela benim için öncelikle;
-Dil,
-Çevre,
-Soykırım,
-Dersim´e de dayatılan savaş ve muhtemel sonuçları,
-Dersimlilerin birbirlerine yakınlaşması,(ortak kampanyalar buna hizmet edebilir).
Bunları ve arkadaşların önerilerini görüşmek için Hazıran ayında Koordinasyon toplantısı uygundur. Amblem teknik bir sorundur Koordinasyon toplantısında kararlaştırılmalıdır.
Meclis´den ne anlıyoruz?
Meclis son kertede iktidar demektir. Bizim için bu henüz erken. Dersimliler çok daĝınık. İktidar, temsil etme hedeflenmelidir. Ama zamana ihtiyac var. Bugün için deĝişik çevreleri birbirine yakınlaştırmayı, asgari bir konsensus saĝlamayı kendimize hedef seçmeliyiz.
Kimligimiz ve dilimizle ilgili diyeceĝim şudur.
Zazaca konusanların içinde bulunduĝu durum kelimenin gerçek anlamında yolun sonudur. Biz son duraktayız. Her gün geriye dönüşü imkansızlaştıran bir süreçten geçiyoruz. Buradan hareketle, çok dilli yapımız korunsun, bütün diller özgür olsun gibi bir genelleme bizim gerçegimize uymuyor. Êşit koşullarda olmayanların, „herkese özgürlük“ gibi belirsiz bir kampanyaya katılması en azından gerçeklerden uzaklaşmaktır.
Bilineni tekrarlıyayım. Türkçe, Kürtçe, Ermenice devlet dilleridir. Siyasi konumları, statükoları, yayılma alanları, içinde bulundukları durum Zazaca ile aynı deĝildir.
Zazaca´ya öncelik vermeliyiz. Pozitif ayrımcılık yapmalıyız. Türkçe, Kürtçe, Ermenice konuşan hemşerilerimiz bunu yapabilirlerse, (amiyane tabirle söyleyeyim, acıda ve tasada ortak duygulara sahip ve birlikte hareket edebilirsek) ortak bir Dersim kimligi oluşabilir.
Elbetde sorunumuz sadece dil deĝil. Ama en öncelikli sorunumuz.
(..)
Toplantıda buluşmak üzere.
Sevgiyle.
Sait Çiya
Değerli dostlar, cümlenizi canı gönülden saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Gerek Federasyonumuz olan “FDG”nin bileşen ve yöneticileri olarak, gerek duyarlı Dêsimli akademisyen, yazar, araştırmacı, işveren, sanatçı ve yurttaşlar olarak bir çoklarımız; “Dêsim fikriyatı”nı ön planda tutarak, zaman zaman çeşitli mekân ve örgütlülüklerde bir araya geliyoruz.
Malumunuz olduğu üzere, toplumumuzu ayakta tutan ve bugünlere taşıyan başta “dil ve inanç ve tarihsel” olmak üzere onu var eden değerler silsilesi, özellikle yetmişli yılların sonlarından ve doksanlı yıllarda “köy boşaltmalarıyla” tahribatı ve yok olma süreci başlamış, bugün ise hemen hemen had bir safhaya ulaşmıştır. Öyle ki bu bir “erozyon” gibi başlamış ve nerede duracağı bellidir. Yok olmaya giden bu gidişi bazı önleyici çalışma ve tedbirler ile önlemek ise bu değerlerin sahibi olarak bizi var eden bizlerin elindedir, başkasının değil.
Bu üzücü ve istenmeyen gidişe karşı ne yazık ki toplumumuzda hala yeterli ölçüde ve buna “dur” diyecek, “doğru temelde” bugüne kadar bir örgütlenme modeli geliştirebilmiş ve ortaya konulmuş değildir. Öte taraftan bu konuda bir mesafe kat eden, iyi bir yerde duran ve “Dersim 1937-38 Sözlü Tarih Projesi” gibi halkımızca büyük bir teveccühe mazhar olan bir çalışma yürüten Federasyonumuz olan “FDG (Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu)”nun içinde bulunduğu durum ise hepinizin malumu olduğu üzere şu sıralar çok üzücü.
Federasyonumuzun, başta bu çalışma olmak üzere toplum adına daha yapılması gereken birçok çalışma sırada olduğu halde, maalesef bu içinde bulunduğu durumdan dolayı (ayak bağı olabilecek bir şekilde bazı şahısların, şahsi çıkar ve kariyerlerini ön plana çıkarılmalarından dolayı) tüm bu işleri yapamamaktadır. Öte taraftan, Ortadoğu ve Türkiye’de yaşanan “dram” sonucu bölgedeki tüm halkları tehdit eden menfi gelişmeler sonucu; belki de tarihte hiç olmadığı kadar toplumca bir “gelecek” kaygısı içerisindeki endişelerimiz had safhaya varmıştır.
Bu sebeplerden ötürü; “Dêsim”e dair ufukta görünen tehlikeleri görerek, Dêsim halkının kendi içlerinde vukuu bulan bu sorunlarını bir an önce çözümüyle, Dêsim’i bekleyen tehlikelere karşı alınacak tedbirleri tayin ve tespit etmek Dêsimliler için kaçınılmaz bir zorunluluk halini almıştır.
Aynen, Dêsim sevdalılarının “1994-95” senelerindeki köy yakmaları ve boşaltmalarına karşı verilen mücadele gibi, bugün de benzer sorunlara karşı o gün geç kaldığımız örgütlülüğümüze dair hatayı bugün tekrarlamamak şartıyla, gerekenleri tez elden yapmamız gerekiyor. Bu toplum o gün, “küllerinden yeniden doğdu”. Bugün daha hazırlıklı bir şekilde bu ve benzer sorunları daha rahat aşacağımızı düşünüyor ve inanıyorum.
İşte böylesi bir “ruh” ve “heyecan” ile ama eskisinden daha da büyük bir birikim ve tecrübeyle, bilinçli adımlar ile bir “Mısletê Dêsim/Dêsim Meclisi” oluşturmaya varacak olan “Girişim”i başlattık ve bu çalışma bir plan ve program dahilinde yol almaya devam etmektedir.
İşte, bu çalışmalar sonucu, gelecekte kurulması muhtemel olan, arzu edilen, “Dêsim Meclisi”nin oluşmasına dair, bu çalışmaların başlatıldığı günden bugüne kadar ve hala bu çalışmaya bulundukları her yer ve konumda katkı sunan tüm saygı değer dostlarıma buradan şükranlarımı sunmak istiyorum.
Keza hayat meşgalesinin bizleri zorladığı günümüzde, kendi çalışma ve ailelerimize ayıracağımız zamanlardan büyük bir özveriyle hep birlikte feragat ettik. Günümüz koşullarını göz önüne aldığımızda bunun öyle kolay ve herkesin yapacağı bir şey olmadığı ise aşikârdır.
Bu konuda (Mıslet/Meclis Girişimi) başta Türkiye olmak üzere Almanya, Fransa, İngiltere, Danimarka, İsviçre ve Avusturya’dan canlarımız, birbirinden değerli çok önemli öneri ve görüşlerini bizlere sundular, sunmaya da devem ediyorlar.
Bu vesileyle tekrar tekrar, “Dêsim Meclisi-2016 Girişimi” çalışmasına dair hazırlıkların başladığı günden, oturumların yapıldığı “19-21 Şubat 2016” günleri ve sonrası süreçte; bu çalışmanın nasıl ve hangi yol-yöntem, prensip ve ilkelere göre yürütülmesi konusunda bizden mesleki tecrübe, deneyim ve önerilerini esirgemeyen kıymetli ve saygıdeğer “Dêsim sevdalısı” tüm dostların varlığı çok mutluluk verici olmakla birlikte, geleceğe dair hepimizi umutlandıran bir durum oldu.
Sadece düşünce ve fikirleriyle değil en önemlisi de “yürekleri ve gönülleriyle” yanımızda duran, bu konuda desteğini esirgemeyen hemşerilerimizden dostlarımız, arkadaşlarımız oldu. Bu minvalde özel olarak bir teşekkürü de, “19-21 Şubat Girişim” toplantısına katılmayı çok arzuladıkları halde mecbur sebeplerinden ötürü buna katılamayan başta Ercan Gür olmak üzere Remzi Aydın, Doç.Dr. Şükrü Aslan ve diğer dostlarımıza iletirim. Sağ olsunlar, var olsunlar!
Başlangıçtaki süreçte “Dêsim Mecslis”nin oluşturulması önerisi gündeme geldiğinde ve bu öneriyi getirenlerle birlikte geçici olarak oluşturdukları “Çağrı Komitesi”nde görev alan fakat gelişen süreç içerisinde “Dêsim Meclisi”nin oluşmasını engellemek isteyen bazı şahısların, haksız sözlü saldırı ve hakaretlerine maruz kalan arkadaşlarıma da ayrıca sonsuz şükranlarımı sunarım.
Komitedeki görevlerini ve onurlu duruşlarını Dêsimlilere yakışacak biçimde sürdürme konusunda kuşkuya düşmeyen, her biri birer “Dêsim sevdalısı” olan bu aydın ve yazarlarımızda, toplumunuzun neferlerinden Haydar Beltan, Hüseyin Dedesoy, Hayri Dalkılıç, Kazım Gündoğan ve Remzi Aydın dostlarıma da gösterdikleri bu kadirşinaslık ve vefadan dolayı ne kadar teşekkür etsem de azdır.
Bu dostlarımız bilsinler ki, isimleriyle, itibarlarıyla bu duruş ve görüşleriyle toplumun yürek ve vicdanında şimdiden müstesna yerlerini almışlardır. Öte taraftan bu zorlu süreç karşısında gösterdikleri sabır ve bilge duruşları da bize yol göstermesi açısından kanımca takdire şayandır.
Aynı şekilde “19-21 Şubat Toplantısı”nın yerini ve gelen misafirlerin ağırlanması çalışmasını büyük bir özveri ile yerine getiren “Mannheim Derneği”mizin tüm üye, yönetici ve bileşenlerine de bu katkı, çaba ve değerli emeklerinden dolayı teşekkürlerimi sunarım.
Sonuçta, ileride teşkil edilmesi muhtemel olan, “Dersim Meclisi”in bundan sonraki seyri; tüm vicdan sahibi ve duyarlı Dêsimlilerin elindedir. Öyle inanıyorum ki, bu “Meclis”in oluşumu, Dêsimlilerin özlediği ve Dêsim’in öz değerleriyle yeniden canlanmasına ve hayat bulmasına katkı sunacaktır.
***
Yeri gelmişken, şu naçizane görüşlerimi de değerli zamanınızdan ödünç alarak sizlerle paylaşmak istiyorum:
Dêsimliler gencinden, yaşlısına kadar hepsi birbirinden değerli şahsiyetler olmakla beraber; aynı zamanda hepsi birer bilge, profesör, sosyolog, antropolog, siyaset bilimcisi, öğretmen, doktor velhasıl halkın hem öğretmeni ve hem de öğrencisidirler.
Bu temel üzerine olsa gerek Dêsim insanı, Türkiye’deki okuma ve eğitim sıralamasında hep ön sıralarda yer almaktadır. Ben, Dersim gençliğinin bu ön sırayı, birinciliği kimseye bundan sonra da kaptırmamasını diliyor ve temenni ediyorum. Bu yönüyle de onur sahibi, dik duruş sergileyen tüm Dêsimlilerden gurur duydum ve duymaya da devam edeceğim.
Ama içimizden bu onurlu ve dik duruşu sergilemeyenleri de, yine Dersim halkının ve Dêsimlilelerin sorgulayarak, bunları toplum vicdanında pekte takdir edilecek bir yer ve konumda değer vermeyeceğine olan inancım tamdır.
Yüreğimden geçenleri size döküp paylaştıktan sonra, “Dêsim Meclisi”ne dair “19-21 Şubat 2016 Girişim” toplantısın bugüne gelinen süreçle alakalı naçizane görüş ve önerilerimi de ayrıca sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Dêsim’38 Soykırımı”ndan sonraki nesiller (jenerasyon) ve Dêsim gençliğine dair”
- –Gücünü ve kaynağını “Dersim Alevi-Kızılbaş” inancı-yaşam felsefesi ve kültüründen aldığımız bilinç ve terbiye gereği, “Türkiye Sosyalist-Devrimci ve Kürt Ulusal Hareketleri”nin Türkiye halklarına, Cumhuriyet’in kuruluşuyla beraber dayatılan “sömürü, inkâr ve haksızlığa” karşı mücadelelerinde bugüne kadar içinde yer alarak hep en ön saflarda mücadele verdik.
Verilen bu mücadeleden bir Dêsimli olarak gurur duyduğumu özellikle vurgulamak istiyorum. Bu doğru bir şeydi fakat bize pahalıya mal olduğuna da belirtmek isterim. Başımıza gelen bu büyük felaketle ilgili tarihsel “yüzleşmeyi”, Türkiye’de yapılacağını düşünerek ve uğruna mücadele verdiğimiz “Devrim”den sonraki bir zaman dilimine ertelemiştik. Hatta birçoğumuzda; gerçekleştireceğimiz “Devrim” ile bunun intikamını da bir nevi almak düşüncesindeydik. “Eğriye eğri, doğruya doğru!” belki tek başına değil ama gerek tarihsel birikim, inanç ve buna dayalı yaşam felsefesinin etkisi ve gerekse bu “travma”nın etkisiyle “devrim” yolunda en ön saflarda yer aldığımızı kimse inkâr edemez. Asgari müşterekte bu psikolojinin bizi hep baskıladığını ve yönlendirdiğini söyleyebilir.
Neticede bir şeyi yapmaya ve başarmaya çalışırken kendimize dair en önemli şeyi (değerleri) ihmal ettik. Bunu, birçoğumuz bu sonraki yıllarda (doksanların başı) anladık. Dêsim halkına karşı yapılan “mezalimi ve soykırımı” araştırmak, bunu Türkiye ve dünya kamuoyuna taşıma görevimizi şimdiye kadar layıkıyla yerine getiremedik. Elbette bu “düşünmememiz, bu kendini kaptırma hali” bizim bilinç düzeyimizden kaynaklanan bir sorundu. Bunu, hiç gocunmadan bir “özeleştiri” olarak açık yüreklilikle ifade ediyorum.
Ama aynı zamanda, dünya ölçeğindeki diğer “devrimci” hareketlerinde böyle bir yönü olduğunu, bir nevi toplumları uğruna kendi değerlerini söküp atarak kendine yabancılaştıklarını; dünyada hüküm süren “emperyalizm” arasındaki amansız mücadelenin bu tür çelişkileri doğal olarak barındırdığını da ayrıca belirtmek isterim. Yani bu içine düştüğümüz durum; sadece bizlere, toplumumuza münhasır bir durum değildi.
Doğası gereği süreç böyle işlemektedir. Elbette tersi de olabilirdi, ama olmadı. İşte şimdi de görüldüğü üzere tüm bu hatalar bizlerin içinde bulunduğu bir birlik ve beraberlik anlayışı ile “öze dönülmesi” noktasında içinden çıktığımız toplumun değerleriyle tümden “sahiplenmesi“ söz konusudur
Bu sahiplenme, “Dêsim fikriyatı” çerçevesinde ele alınıp yerine getirilmektedir. Geç kaldık ama ne yazık ki, elden gelen bir şey yok. “Zararın neresinden dönülürse kârdır”, demişler. Bizimki de böyle bir şey işte.
Bu tarihi hatırlatma ve öz eleştiriden sonra konumuza tekrardan dönecek olursak;
“19-21 Şubat toplantısı”na dair ve akabinde kurulması amaçlanan “Dêsim Meclisi”nin oluşturulması sürecinde, bu çalışmanın ete kemiğe büründürülmesi hususunda, bugüne kadar bunun nasıl, hangi yol ve yöntemlere dayalı bir işleyişle (Anayasa, tüzük, toplumsal sözleşme vs.) yapılması gerektiği gibi konularda, birçok dostum birbirinden çok değerli birçok görüş ve öneriler dile getirip bize ilettiler.
Bu değerli dostlarımın hepsine ayrı ayrı tekrardan teşekkür ederim. Elbette hepsi birbirinden değerli ve kıymetli fikir ve öneriler ortaya koydular, koymaya da devam ediyorlar. Bu görüşlerde hiç bir yanlışlık yok ama Dêsimlilerin şu anda içine girdikleri fazlaca bir tartışmaya ve böyle bir “Dêsim Meclisi”nin kurulmasını uzun bir zamana yayma lükslerinin de olmadığı kanısındayım.
Çünkü Dêsimlilerin çok acil sorunlarının varlığı, bunların çözüm şekline dair bir an önce kafa yormamız ve bunu gündeme taşımamız gerekmektedir. Ayrıca “Dêsim Meclisi”nin teşkili konusunda, bunun çok detaylı ve kapsamlı bir tarzda, aylarca tartışmaya ve birçok toplantı yapmaya gerek olmadığı kanısındayım.
Açık olunmayan konular üzerine mutlaka tartışılmalıdır ama çok açık bir şekilde bize karşı gelişecek tehlikeler varken ve bunlar görülüyorken, bu tartışmalarla kendimizi oyalayıp zaman kaybetmeyelim, derim.
Gelinen bu süreçte biz Dêsimliler, hem Türk devleti ve Erdoğan hükümetinin,hem PKK’nin ve hemde İŞİD’in şu anda Dêsim’i hedeflediklerini ve top yekûn hedef alıp bir “yok etmek” için uygun bir zamanı ve fırsatı kolladıkları, tehlikesini görüyor ve sezinliyorum! Bu sebeple, Dêsim’inde bugün Güneydoğu’dakine benzer bir çatışma ve yıkım sürecine çekileceğine dair endişeler taşıyorum.
Böyle bir potansiyel tehdit ve tehlike söz konusu iken, bizim buna yoğunlaşıp tedbir almamız lüzumu belirmişken, bizler bunu yapmayıp kendi içimizden kaynaklanan ve bir tartışmayı uzatmanın pratikte ve ileride topluma bir yarar getirmeyeceği neredeyse kesin. Üstelik halkımızın yaşadığı coğrafya sadece bu türden “siyasi” tehlikelere maruz değildir; başta dilimiz ve inancımız olmak üzere doğamızı bekleyen tehdit ve tehlikelerden “maden çıkartma, baraj, HES” gibi tehlikeler şeklinde beliren daha bir çok sorun gelecekte bizleri beklemekte.
Bu yetmiyormuş gibi yıllardır maruz kaldığımız “Türkleştirme” amaçlı asimilasyona bir de son otuz yıldan az olmamak kaydıyla Kürt siyasi çevrelerinin bize uyguladıkları bir “Kürtleştirme” asimilasyonu ile karşı karşıyayız. Bunun da altını çizmekte fayda var.
Hadi ilki neyse, ya bu ikincisi; bu ikincisi, “kabullenilmesi” açısından toplumumuza ağır gelen ve hiç beklenmeyen bir olgudur. Keza “dostun tokadı ağır gelir” misali bir durum söz konusu. Üstelik “yok sayılan” bir halkın ve yıllarca beraberce her türlü cephede “siyasi mücadele” verdiğimiz bir halkın sözüm ona siyasi temsilcilerince bize reva görülüp dayatılan bir olgu olması açısından.
Sonuçta bu baskı ve basınç sonucu “Dêsim kültürü” gençler üzerinden siyasete alet ediliyor ve yozlaştırılıyor. Dêsimliler gençlerine el atılmak suretiyle (sahipsiz ve bilgiden yoksun bırakılırlarsa olacak olan budur) kültürel olarak kendisinden kopartılıp uzaklaştırılarak, manevi olarak kendine yabancılaştırılıp, kültürel olarak yoksullaştırılıyorlar. Misal; siz hiçbir yaşlı Dêsim kâmlinden “Newroz” diye bir kelime duydunuz mu? Duymazsınız. Keza bu “baharı karşılama” bayramı bizde “Hewtomal” şeklinde bulunmaktadır, ritüelleri de siyasi tema içermez.
Bunca olumsuz gelişme karşısında, bunca şey yaşanırken Dêsimlilere kim ve hangi kurum var, sahip çıkan veya bunu ne kadar doğru temelde, siyasi çıkar gözetmeden yapıyorlar? O halde, bu gidişe bir “dur” diyecek olan, bu gidişin yönünü değiştirecek ve bu şekilde geleceğine sahip çıkacak olan çıkar yol, Dêsim toplumunun yine kendi kurum ve örgütlemelerini doğru temelde ve günün koşullarına, realiteye uygun gerçekleştirebilmesinden geçmektedir.
Buna somut bir örnek vermek gerekirse:
İşte Pulur’da (Ovacık) birçok Dersim sevdalısının, hiç bir karşılık beklemeden kurdukları “Munzur Suyu” üretimi. Toplum ekonomisi ve tanıtımı için tarihte en yoksun olunan alanlardan biri olan bu, “ekonomik” yatırımın durdurulmasını örgütleyenler, ve kendilerine sözde “devrimci” diyen, toplumun çıkarını değil “ideolojik” ezber ve çıkar doğrultusunda neler yaptıkları geçen yıldan beri birçoğumuzun malumu. Hani “çevre kirleniyor” deseler, yine de anlarız. Fakat iş işverenle işçi arasında çözümlenme yoluna girmek üzereyken her evrede “sendika” devreye girip işi çıkmaza ve neredeyse fabrikanın kapanmasına kadar götürdü.
Neticede “sendika” gelen baskılara ve bu yönden gelen “ideoljik davrandığı” şeklindeki eleştirilere fazla dayanamadığından, işi biraz olsun gevşettiğinden ve işçileri de iradesine kulak verdiğinden bu iş çözülmüş oldu. Burada bu türden “ideolojk” davranmaya ve bu kadar katı (yüksek ücretler) talep etmenin bir gerçekle uyuşur bir yönü ve anlamı yoktu. Nerdeyse onlarca işçi işinden ve toplum bir çok esnafa katkı sunan, Dêsim’in de bir tanıtım aracı olan “ekonomik” bir faaliyetten yoksun kalıyordu.
“Munzur Su” işletmesinde çalışan 40 civarında işçi, hiç kimseye muhtaç olmadan evinin geçimini sağlıyorken, böyle bir riskle baş başa kaldılar. Burada amaçlananın; ”işçilerin hakkı ve mücadelesi miydi yoksa sendikanın ideolojisinin çıkarı ve bu uğurda işçileri kullanarak verdiği mücadele miydi?” Bunu iyi görmek ve bu ayrımı buna göre yapmak gerekti.
Neticede Dêsim Vacuğê/Ovacık’ta kurulmuş olan Munzur Su Fabrikası; ekonomik olarak Dêsimlinin kendi alın teri ile çalışarak, Dêsime ve kendisine, geleceğine sahip çıkmanın ekonomik teminatının yollarından biridir.
Bununla beraber, Dêsimde hayvancılığın geliştirilmesine ve küçük çaplı üretim yerlerinin açılmasına, dolayısıyla; Dêsimin köylüsü, emekçisi ve işçisi Dêsimden göç etmek zorunda kalmaz! Dêsim’de kalarak dilini konuşarak, inancını yaşayarak, coğrafyasına sahip çıkarak ve bu şekilde değerlerini yaşatır. Hatta göç etmiş olanlar dahi geri gelirler.
Bu iş, bu şekilde “zincirleme” birbirine bağlıdır. Sanırım bazı kesimler, ya bunu görmüyor ya da böyle bir dertleri olmadığı için bunu görmek istemiyorlar. Bunu da burada bu kesimlere “tatlı” bir eleştiri olarak ifade etmiş oldum.
İşte “Dêsim Meclisi” olmuş olsaydı; Dêsim halkının bu türden sorunlarına “Dêsim fikriyatı” temelinde doğru ve yerinde bir yaklaşım gösterip sahiplenecekti. O vakit, sorunların çözümü “temsili” olduğu için bizzat halkın iradesi bir “hakem” gibi yansıdığı için daha kolay olurdu.
Munzur Su’daki gibi beliren ve hatalı bir yaklaşımla neredeyse bir ekonomik değerin toplumun elinden yitirilmesi riskiyle, bu kadar karşılaşmazdık. Kimseyi önyargılı ve bir bilgi olmadan suçlamak istemem ama sanır mısınız bölgeye gözünü diken “su tekellerinin” bu işte bir çıkarı yok! Bu işler pek ala mümkündür.
“Mısletê Dêsim/Dêsim Meclisi”nin nasıl teşekkül edilmesi ve faaliyetlerine dair önerilerim:
- “Dersim Meclisi”, siyasi ve ideolojik yönelimlerine bakılmaksızın tüm Dêsimlileri, halktan onay aldıkları ve seçilmeleri halinde herkesi kucaklayan bir yapıda (oluşum) teşekkül edilmelidir.
Dêsimi siyasi parti ve kurumlarını ise bu çatı altında temsilcileriyle temsil edilebilirler. Şayet seçilebilmeleri önünde bir sorun olursa, bu durumda belirlenmiş bir “kontenjan” da ayrılabilir. Seçilebilme ilkeleri tayin edilirken, katılımı sınırlayan, seçilip gelmeye “yüz kızartıcı suçlar” haricinde bir engel konulmamalıdır.
Bu durumda ve bu temelde Dêsim Meclisi; Dêsimlilerin var olan sorunlarının çözümü ve bu sorunların üstesinden gelmek için bir lokomotif görevini üstlenecektir; topluma yol gösterici ve sorunlar karşısında çözüm üreten bir yapı olarak. Nihayetinde tüm bunların yarattığı sinerji ile bir nevi bir “ülke parlamentosu” gibi çalışacak hatta “yerel” düzeyde bir “yasama işlevi” görevini de görecektir.
Dêsim Meclisi, temelde “Dêsim fikriyatı” konusunda kaygıları ön planda tutan genel bir “siyasi birliktelik” olduğundan bu teşekkül; mevcut ülke siyasi partilerinden temsilcilerin bulunduğu (meclis üyesi) Belediyelerin sevk ve idaresi ile karıştırılmamalıdır.
Dêsim Meclisi’ni oluşturan üyelerin; kendilerini “Dêsimi kurumlar” olarak adlandıran vakıf ve dernekler başta olmak üzere köy dernekleri, işçi-işveren, sanatçı, ocak zade-dede, gazeteci ve akademisyenler gibi daha birçok meslek gurubundan temsilci düzeyinde üyelerden oluşmasına azami dikkat ve önem verilmelidir.
Bu şekilde bunların kendilerini bu Meclis’te kurumsal olarak temsil etmelerine imkân vermelidir. Ayrıca bireysel olarak da işçi, köylü, esnaf, işsiz vs. kesimlerden temsilciler seçime girip seçilip gelebilirler. Amaç katılımı mümkün olduğunca geniş fakat ilkelere sahip çıkacak derecede nitelikli tutmak olmalıdır.
- Dêsim Meclisi’nin oluşması, şimdiye kadar Dêsim adına faaliyet yürüten hiç bir sivil toplum kuruluşunun, çalışmalarını sonlandırılması veya tasfiye edilmesi anlamında düşünülmemelidir.
Bilakis bu kurumlar burada sanki bir “Federasyon” çatısı altındaymış gibi düşünülmelidir. Bu şekilde toplumumuzun en çok ihtiyacı olan optimum derecede “güç birliği, konsensüs ve uzlaşma” da tesisi edilmiş olur.
- Dêsim Meclisi, “Dêsimi kurumlarını” halk temsilcileriyle beraber bünyesinde barındıran bir “üst yapı” olmalıdır.
Dêsim Meclisi, tüm bu kurumların buluştukları ve toplumsal çalışmalarda bulundurdukları, bunu temsilcileri vasıtasıyla (kontenjan) yaptıkları bir yer olmalıdır. Bu olmazsa olmaz ve etik olarak bir “toplumsal sözleşme” gibi algılanmalıdır. Neticede Dêsim Meclis’i; “Dêsim fikriyatı”nın cisimleşmiş bir “ruh” halidir. Bunu kabul etmek şartıyla dileyen kurumlar bu “kontenjan” hakkını kullanabilirler, dilemeyen ise kullanmazlar. Neticede, “Dêsim fikriyatı” ve değerlerine dair bir kaygısı olmayan kurumların (yapıların) ve de şahısların böyle bir “temsiliyet”te yer alması gerekli olmadığı gibi bu durum, kuruluş ilkelerine de aykırı olur.
- Dêsim Meclisi, Dêsim’e dair sorunların çözülmesi işini “temsilci üyeler” vasıtasıyla yerine getirmelidir.
Dêsimliler adına ama aynı zamanda tüm Dêsimliler ile beraber, var olan sorunların üstesinden gelmek için gereken adımların atılmasına dair çalışmaları bünyesinde kurduğu “komisyonlar” vasıtasıyla örgütleyip pratiğe dökmelidir.
- Dersim Meclisi,Dêsim coğrafyası üzerinde her türlü şiddetin (Devlet, PKK ve sol gruplar vs.) son bulması için gereken adımları atmalıdır. Bunu “ilke ve sıfır tolerans” haline getirmelidir.
- Dêsim Meclisi, Dêsim’deki devlet okullarında, Zonê Ma (Kırmancki/Zazaki)’nin okutulması için gereken girişim ve çalışmalarda bulunmalıdır.
- Dêsim Meclisi, Dersimde yapımı planlanan baraj ve HES’lerin iptal edilmesi ve toptan doğanın ve coğrafyanın korunması için gerekli çalışmaları yürütüp organize edecek komisyonlar oluşturmalı ve bu işi yakından takip edip değerlendirmelidir.
- Dêsim Meclisi, “Alevi-Kızılbaş” Dêsim-Kırmanc inancının asimile olmaması için; her ilçeye ve köye bir “Cemevi”nin yapılması türünden gerekli çalışmaları örgütlemeli ve türlü çareler arayışına girmelidir.
Alevi -Kızılbaş Dersim halkının inancının asimile olmaması ve kendi özüne sahip çıkması için gerekli çalışmaları ortaya koyacak tedbirler almalıdır.
- Dêsim Meclisi, Dêsim Kültürünün yaşatılması için Dêsim halkının ve özellikle gençliğin desteği ile kültürel etkinliklere ve yöresel festivallere ağırlık vermelidir.
Her yıl ve günlerinde Gağan, Rozê Xızıri, Howtemal gibi etkinliklerinin yapılması için faaliyetler çalışmalar organize etmelidir. Bunlar; özellikle okullu çocuk ve gençlere yönelik, onlarla buluşulacak ortamlarda tiyatro vs. etkinlikler olabilir.
10- “Dêsim 1937-38 trajedisi ve soykırım”ı ile “yüzleşmek” ve bu büyük acının Türkiye ve dünyaya kamuoyuna doğru olarak anlatılması, duyurulması ve başta “katliam yerlerine anıtlar” olmak üzere seminer, anma gibi muhtelif çalışmalar yapılmalıdır.
Ne zaman ki,1994 ve 1995 yıllarında Türk devleti askeri ve polisiyle birçok köyümüzde evlerimizi başımıza yakarak ve yıkarak Dersim halkını zorla göçe zorladı; o zaman aklımız dank etti. Neredeyse “üçüncü tertele” sayabileceğimiz -hatta “nüfus göçü” açısından birinci derece sayılır-Dêsimliler bu tarihten sonra çeşitli dernek ve kurumlarda örgütlenmeye başlayıp buna karşı durmaya ve mücadeleye çalıştılar fakat ne çare ki geç kalmışlardı. Bu sebeple “Meclis”, toplumu “sahiplenme” konusunda bu boşluğu dolduracak bir işlevselliği yerine getirmelidir.
Son olarak :
1900’lü yılların başlarından itibaren başta Abdülhamit’in “İstibdat yönetimi” olmak üzere, akabinde İttihatçı Türkler, Dêsim’e sefer üstüne sefer düzenlediler. Akabinde ardılı olan “Kemalist rejim” kadroları, Dêsimlileri “Türkleştirmek” için “1938 Soykırımı”na başvurdular. Toplumsal varlığımızın temeli olan dilimiz ve inancımız da ortaya konulan ve dayatılan zorunlu “eğitim-öğretim” programıyla bunu günümüze dek hala sürdürmektedirler.
Bu yetmiyormuş gibi bir de “Kürt siyasi hareketi” ve solcu gruplar da 1970’li yıllardan itibaren farkında olarak ya da olmayarak buna benzer “melun” bir işin içine girdiler. Dêsim gençliğini kendi siyasi-ideolojik mücadeleleri için bir basamak olarak kullanmaktan ve sömürmekten (militan devşirmekten) kullandılar ve bunu hala da sürdürmektedirler.
Bu tutumlarında sanki devletle ele ele vermişçesine Dersimi bitirmek için, ellerinden gelen gayreti türlü yol ve yöntemler ile sergilemişlerdir. Tüm bunlar sonucu bu gidiş; toplumumuzun bireyler düzeyinde hızla “kendine yabancılaşma”sını ve başka ideoloji ve etnisitelere dahil olmasını beraberinde getirmek suretiyle, büyük bir toplumsal çöküntü erozyonunun yaşanmasına yol açtı. Bugün Dêsimliler ekseri çoğunlukla bir “kimliksizlik-kimlik bunalımı” ve çıkmazı içindedirler. İşin doğrusu birçoğu bu hastalıklarının ve gerçekliğin farkında bile değildir.
İşte, Dêsim’in değerlerine kavuşarak, onları yeniden tabiri caizse “küllerinden doğarak” var olması ve kendini idame ettirmesi gerekmektedir. İşte, “Dêsim Meclis Girirşimi-2016” ve akabinde “Mılsetê Dêsim/Dêsim Meclisi” oluşturmaya dönük şu sıralar yol alan çalışmalar, tüm bu sorunlar karşısındaki rahatsızlığın artık taşınma ölçülerini aşması ve bunun bir “aydın” tavrıyla ortaya konulmasından başka bir şey değilmiş. Demek ki zaman, bu zamanmış.
Tüm bu ve yukarıda sıraladığım ihtiyaçlara binaen ortaya çıkmış, toplumu toptan “temsiliyet” düzeyinde sahiplenmek ve onun var olan sorunlarını ele alıp bunları çözerek geleceğe taşıma işlev ve vasfını görecek bir “Dêsim Meclisi”nin gerekliliği artık günümüzde kaçınılmaz ve “mutlak” bir toplumsal ihtiyaçtır.
Bu sebeple, bu “Meclis” mutlak suretle teşkil olunmalıdır. Bu Meclis,in tüm yerelde örgütlü Dêsimi kurumlar ve halkın desteği ile “Avrupa ve Dünya’nın diğer yerlerindeki Dêsimlileri de dahil etmek üzere, ayırımsız bir an önce oluşturulması yoluna gidilmelidir.
Ancak bu şekilde, yıllardır “Dêsim’i yok edip ortadan kaldırmaya amade olmuş, “Türk –İslamcı” sentezin artık devlet dışında da “silahlı olarak örgütlenerek” toplumumuza gelecekte bir tehlike olarak yönelmesine dair bir hazırlık ve bunu önleyici bir görevi ancak bu “Meclis” bir karar mercii ve faaliyet alanı olarak böyle bir tehlikeye karşı tedbirleri yürürlüğe koyarak önleyebilir.
Şayet biz Dêsimliler, AKP iktidarı altında himaye edilen “IŞİD” türevi yapıların tehlikesini yeterince ve zamanında fark edip bunu ciddiye alıp, çocuklarımızın geleceği için çareler arama yoluna gitmez isek, o vakit; yarın geç kalmış olmanın sonucu Ortadoğu’da, başta Ezidi halkı ve Sabekler olmak üzere diğer mazlum halklar gibi katliama uğrama sonucu, dağıtılıp yok olmayla karşı karşıya kalabiliriz!
Bu sebep bile, bu işin “Meclis” boyutuyla ne kadar zamanında yapılmasının hayati derecede gerekli olduğunu, ortaya koyması açısından yeter de artar bile.
Bu açıdan Dêsimliler (Dêsim halkı) çok güçlü bir şekilde, ama yönü belli olan, dik duruşları ile “küllerinden yeniden var olma-yaşam” bulmalıdırlar! Bunu yapacak olan da tek tek hepimiziz. Bunun en kestirme yolu da, değişen dünyada artık bugün halklara başka çıkar yol bırakılmadığı için bu yazının konusu ana hatlarını çizdiğimiz “DÊSİM MECLİSİ” şeklinde örgütlenmesinden geçer.
Toplumsal bir sorun olduğu için, bir temenni olarak da:
Bu “Mıslet/Meclis”in fikri temelleri ve öncülüğünü çoğunluk olarak bizler Avrupa’da yaşayan Dêsimliler tarafından örgütlenip organize edildiğinden, bizlerin hala devam eden bir sorunu olan ve “FDG” kurumsal öncülüğü ve himayesinde tüm Dêsimli hemşeri ve dostların katkılarıyla vücut bulan ve hala sürdürülmeye çalışılan fakat neticelenmesine ramak kalan, “Dêsim 1937-38 Sözlü Tarih Projesi”ne dair yaşadıkları sorunlara da el atması ve bu konuda bir nevi, bir “Danışma Meclis ve hakem” işlevi görmesidir. Keza toplumsal olarak bu önemli ve geleceğimizi ilgilendiren projede bazı şahısların, “Dêsim 1937-38 Sözlü Tarih Projesi”nin mülakat ürünlerini gasp etmelerinden ve Federasyon (FDG) yönetimine vermemelerinden dolayı,bir fikir ayrılığına düşmüş ve bunu ne yazık ki “kendi toplumumuzun” hakemliği yerine “Alman Mahkemeleri”ne taşımış durumdayız. İşte “Meclis” denilen olgunun varlığı ve gerekliliği bu tür sorunların çözümü ve yol alması için de bir ihtiyaçtır.
Öte türlü, sorunlu ve travmalı bir toplumun üye ve bireyleri olarak, bu hastalığımızı kurumsal çalışmalara da taşıdığımızdan, ele aldığımız bir çalışmayı sonuca götürme şansından hep yoksun kalırız. Neticede “DSTP” FDG’nin Dêsim halkı kamusalına ait bir çalışma olduğundan, bunun kurum işleyişi manipüle edilmek suretiyle alt üst edilerek, kişisel olarak “gasp edilmesine” gönlüm razı olmamaktadır. Toplumda da bu konuda kimin “haklı, haksız” olduğuna bakılmaksızın genel olarak bir rahatsızlık sahibi olduğundan eminim. İşin kötüsü, biz Dêsimlilerin geleceğini ilgilendiren ve tarihte ilk defa bu kadar bilimsel temelde ele aldığımız “1938’in gözü yaşlı ve yetim çocuklarının acıları” üzerine inşa ettiğimiz bu proje, bu şekilde yarım kalan bir akabe uğrarsa toplumun, başta FDG olmak üzere bu türden örgütlenmiş kurumlara itibarı kalmayacaktır ve artık maddi, manevi bir destek sunma noktasında tamamen küsüp sahipsiz kalacaktır.
O halde umarım tez zamanda teşkil olunur, “Mısletê Dêsim/Dêsim meclisi” kurulduğu zaman, ilk sınavı bu “DSTP” olacağı kanaatindeyim. Bir diğer önemli belki de öncelik sırası DSTP’nin önüne geçecek olan Ortadoğu, Türkiye, Güneydoğu ve Dêsim” sorunu olacaktır.
O vakit toplumumuz bir güvene kavuştuğu gibi gerek onu etkileme potansiyeli olan olumsuz gelişmeler karşısında gerek toplumsal çalışmalarda (DSTP gibi) “Dêsim halkının iradesine dayalı” böyle bir hakemin (Dêsim Meclisi) yol ve yönlendirmesine, kimsenin şahıs ve gurup düzeyinde karşı durabileceğini, Desime ve Dersimlilere bir kötülük yapmaya cesaret edeceğini sanmıyorum.
“Mısletê Dêsim/Dêsim meclisi”nin, değerli Sekretarya üyelerinden istirhamım, şimdiye kadar “Mısletê Dêsim/Dêsim meclisi” nin oluşturulması üzerine öneri ve görüş getiren tüm dostlarımızın,görüşlerini değerlendirerek,gelecek tarihlerde yapılacak 2. “Mısletê Dêsim/Dêsim meclisi” toplantısına tezler şeklinde sunmalarıdır.
(Almanya, 10.04.2016)
Bımanê weşiye de; kalın sağlıcakla!
İSMAİL YÜCEER (dersimli1938@web.de)
“Koordinasyon Yürütme Kurulu” olarak bizlerden,yani “Désim Meclisi” birinci hazırlık toplantısına katılanlar ile katılamayanların “Désim Meclisi ” hakkında ne düşündüğümüzü öğrenmek için üç şık altında yazı yazıp düşüncelerimizi öğrenmek istiyorsunuz. O halde 1.şıktan başlayarak düşüncelerimi sizlerle paylaşayım.
1.) Désim Meclisinde Ne Anladığım:
Ben şahsen böyle bir çağrışım duyduğumda çok duygulanmışdım,bu girişiminde bulunan arkadaşları da en içten kutlamak oldu.Ortada resmi anlamda kurulmuş bir meclis olmamasına rağmen,sembolik de olsa , Désim’e sahiplenme anlamını çağrıştığı için,dili,inancı,kimliği,coğrafyasıyla beraber bir çok yönüyle qerqelede (ölümle kalım arasında gidip gelen) olan Désim’i belki yeniden hayata döndermeğe vesile olur diye bende bir umut oluşturdu.Bu Sembolik Meclisin ,seçilmemişlerin seçenlerini henüz seçmediği sembolik bir meclis olduğunun bilincindeydim.Günün dayattığı şartlardan dolayı,Désim’i yine ciddi anlamda yeni soy kırım tehlikeleriyle sarıldığı sonucunu çıkaran duyarlı arkadaşlarımızın bir hamledi olarak algıladım.Çok da yerinde bir tavırdı,takdire şayan bir çıkış olarak buldum.Şimdi ikinci şıkınıza gelince:
2. Meclis Çalışmaların Nasıl Örgütlenmesi Gerektiği.
Bana göre sağlıklı bir Temsiliyeti Désim Mecli”sinin olabilmesi için şöyle bir yol haritasının izlenmesi lazım:
1.) Diaspor Désimliler;Avrupa’nın veya Türkiye’nin değişik illerinde yaşayanlarla, Désim’dekiler sık, sık aylık, haftalık, yerel ve bölgesel toplantılar, paneller, konferanslar, geceler düzenlemeliler. Ki geniş halk katmanlarının haberi olsun. Gazete, tv.lere ilanlar verilmeli, tv kanallarında, panellerde Désim Meclisi niye gereklidir,neler yapacak, nasıl oluşacak diye çalışmalar yapmalıdır.
2.)Bu etkinlikler yapılırken,katılımcılarayasakgetirilmemeli, esnafı, resamı, işçisi, akademisyen, memur, demokrat kurumlar, siyasi partilerden, devrimci demokrat gruplardan katılımlar ollmalıdır.
3.) Merkezi toplantılara herkes maddi imkanlardan ,olanakların olmamasından dolayı gitmeyebilirler,bütün bunları da gözönüne alarak,bölgesel toplantılara da önem vermek lazım.Çinkü kimi işden dolayı izin alamaz,yakınında olunca iş paydosundan sonra da olsa gider katılır tekrar işine gider.Vardiyeli çalışanlar var,rahatsızlıktan dolayı rapurlu olanlar olur,uzak yerlerde gecelemek için yeteri harçlıkarın olmadığını hesaba katarak bu tür bölgesel çalışmalar ,toplantılar da yapılmalıdır.
4.) Bireysel olarak da her kim ki” Désim Meclisi” fikriyatını savunuyorsa , kahvelerde, pazarda, iş yerlerinde değişik halklardan arkadaşlarına bu fikirlerini açmalı, haberdar etmeli, kamuoyu oluşturmalı.
5.) Areye Kayi vb etkinliklerle turneler oluşturulmalı. Örnek: Heyder ile Cemal’in yaptığı skeçler gibi skeçli sohbet toplantılar yapılmalı,
6.) Désimlilerin dügünlerinde anonslar yapılmalı,halk haberdar edilmeli,etkinliklerin tarihleri,kimlerin hazırladığı,kimler ne konuşacak kısaca anons edilmelidir.
7.) En önemlisi de propagandalar, etkinlikler yapılırken,
“Désim Meclisi”:
a) Désimin Heterojen kimliğinin yok oluşunu önlemek için,
b)Yok olmakla yüzyüze olan kırmançki (zazaca- dımılki) dilini yaşatmak ,okullara eğitim dili olarak girmesi için,
c) Désim coğrafyasının tahribini engellemek, önlemek, Muzır Çayına yapılan irili ufaklı barajların yapılmasına karşı çıkmak, maden, taş ocaklarının işletmelerinin çalışmalarına katşı çıkmak, iptal ettirmek, yasaklamak. Yaban Hayvanların avlanmasını, bitki türlerinin hoyratça ortadan kaldırılmasına karşı çıkmak, mezarlıkların, köprü vb arkeolojik eserletin define arama bahanesiyle kazı yapan kazıcıları cezalandırmak, tarihi eserleri koruma altına almak ,
8.) Alevi Kızılbaş inanç kültürümüzün üstündeki baskıları bertaraf edip, iqrar-iman kültürümüzü serbestçe yaşamamız için, kutsal günlerimizin de tatil günü olarak kabul edilmesi için,
9.)Ne Türk,ne Kürt olmadığımızı,Ayrı bir kimlik (Zaza,Dımılı,Kırmanc) olduğumuzu vurgulamak için,
10.)Désim halkı hala hazırda yeni bir soykırımla karşı katşıyafır,böyle bir olasılığın önüne geçip engellemek,gerek devlet güçlerinin,gerekse Türk solu,Kürt Milliyetçilerin Désim’de savaşı tırmandıran şiddet eylemlerini terk etmelerini sağlamak için
11.)Uluslarası alanda Désim’i temsil edip davasına sahip çıkıp savunmak için “Désim Meclisi”ne ihtiyaç vardır. Yeteri kadar sosyal maddi taban oluşturduktan donra ikinci bir aşama olan “Désim Ulusal Kongresi “yapılmalıdır. Şimdiye kadar sembolik bir anlam taşıyan yeteri kadar propagandası yapıldıktan sonra gerçek anlamda vucut bulacak olan “Désim Meclisi “oluşmadan önce, üyelerini seçebilmek için büyük bir “Ulusal Désim Kongresi” hazırlanmalıdır.
“Désim Ulusal Kongre”sine somut projeler sunulmalıdır, bu projeler onaya sunulup “Ulusal Kongre” tarafında karara bağlanmalıdır. Bu projeler kongrede seçilecek olan “Asıl Désim Meclisi”üyeleri tarafından yerine getirilmeli, icra edilmelidir. Şimdi gelelim üçüncü şıka.
3.) Nasıl Bir Désim Meclisi Arzuladığımız.
Yukarıda belirttiğim gibi bu ” Désim Mecli”si üyeleri, Ulusal Kongreye katılanlar tarafından seçilmelidir.Seçilmiş Meclis üyeleri kongrenin karara bağladığı projeleri yerine getirmekle yükümlü olmalılar.
Örneğin bu projeler:
1) Kirmançki ( zazaki-dımılki) dilinin geliştirilmesi,yaşatılması,
2) Désim Tarihi,
3)Désim sosyal- toplumsal kültürü ile inanç kültürünün,adet-törelerinin araştırılması,yaşatılması, geliştirilmesi,
4)Désim’de tarımın,hayvancılığın,elsanatlarının tekrar canlanması için küçük çapta da olsa Munzur Suyu işletmesine benzer projelerin hayata geçirilmesi,nüfus göçünün önlenmesi,
5)Dilimizde yayın yapan bir tv.kanalının , dilimizde yazılan bir gazetenin basımı ,yayını vb. projeler olabilir. Projelerin sayısı az veya çok olabilir.
Ulusal Kongre tarafından seçilen” Désim Meclisi ” üyelerin her biri kendi yetenek, becerisine uygun birer alt komiteler kurarak,birlikte hareket edebileceği kişi ,kurumlarla da çalışabilmeli, kurumlar oluşturabilmeli.Yapılacak tüm örgütlenmeler yasal,legal olmalı,denetlenir olmalıdır.
Tabiri caizse bu “Désim Meclisi” hem yasama hem de yürütme organı olup bu görevi,Désim halkıyla,birlikte çalışabildiği kurum,kuruluş,kişilerle yerine getirmelidir.
Aynı zamanda yanlışlar,hataları olmuşsa kendilerini aklamaları lazım. Hesap vermeliler.
Tüm bu çalışmalara bir ömür biçilmeli.Kurumlaşmaya gidilmeli.Meclis üyeleri kendi içlerinde ,Désim’i uluslararsı diplomatik konularda temsil edecek olan birini seçip görevlendirebilirler.
Not:Çalışma merkezi Désim olmalı,kongreler de Désim’de olmalıdır diye düşünüyorum.
Sevgi ve selamlatımla.
Cemal Taş
“Haftalardır Meclis girişiminin niteliği üzerine bir fikir alışverişi sürüyor. Önemlidir ve saygındır. Bu değerli ve önemli olan fikir alışverişi, nitelikli bir ortak akıl oluşturmaya doğru umut verici bir şekilde ilerlerken, niceliksel en ufak bir hata tüm süreci sekteye uğratabilir, öteleyebilir.
Meclisin niteliği hepimize bağlı iken, niceliği bugün, bu girişimde sorumluluk almış, faaliyetlerini yürüten insanlarda ve özellikle de yürütmesindedir.
Meclis girişiminin bu gün attığı, atacağı adımlar bizlerin tasarrufunda değildir. Karar mercileri değiliz. Ancak yürütme, bugün atılan, atılacak adımları belirleyen tek organdır. Gözlerini, yüzlerini, gönüllerini, ellerini meclise dönmüş insanlara karşı olan sorumluluklarını iyi değerlendirmeliler ve kılı kırk yarmadan adım atmamalıdırlar.
Bu güne kadar yürütülen fikir alışverişlerinde önemli mesafeler kat edildi. Birçok ilke netleşmeye başladı. Bunlardan biri de oluşacak meclisin, diğer kurumlara karşı olan tutumlarıdır.
Kurumlar arası kavgalara, kurumların iç sorunlarına taraf olmamak, meclisi bu tür çekişmelere göre konumlandırmamak, gördüğüm kadarı ile netleşmeye başlayan ilkelerimizden biridir. Güçlü bir talep olmadığı sürece, bu talep o kurumun çoğunluğu ve ya kurumun ilgilendirdiği kitlenin çoğunluğu tarafından gelmediği sürece, iç işlerine karışmak veya içişlerindeki sorunlara göre meclisi konumlandırmak ne akıllıcadır, ne meclisin sorumluluğundadır ne de meclisin haddinedir.
NOT:
Katılmamız gereken ancak, taraf olmamak adına katılmayacağımız etkinliklere katılmamamız, o etkinliği protesto ettiğimiz anlamına gelecektir. Katılmak taraf olmak ise, katılmamak da aynı ölçüde taraf olmak demektir.
_Zülfikâr Akar_